5-MAİDE SÛRESİİbn Abbâs ile Dahhâk: Medine’de inmiştir, demişler; Mukâtil de: Gündüz inmiştir, hepsi Medine'de inmiştir, demiştir. Ebû Süleyman Dımeşki de: Mekki olanı sadece: "Elyevme ekmeltü leküm dineküm” kısmıdır, demiştir. Sadece: "Ya eyyühellezine amenu lâ tühillu şaairerallahi” kısmının Mekki olduğunu da söylemişlerdir. Doğrusu: Elyevme ekmeltü leküm dineküm kavlinin Arafe günü Arafat’ta indiğidir. Bunun içindir ki, Mekki denmiştir. Bismillahirrahmanirrahim 1Ey iman edenler, akitleri yerine getirin, ihramlı iken avlanmayı helâl saymamak şartı ile okunacaklar dışında kalan davarlar size helâl kılındı. Şüphesiz Allah dilediğine hükmeder. "Ey iman edenler": Bununla kimlerin muhatap oldukları hususunda iki görüş vardır: Birincisi: Onlar bizim ümmetimizin mü'minleridir, bu da cumhûrun görüşüdür. İkincisi: Onlar kitap ehlidir, bunu da İbn Cüreyc, demiştir. "Ukud": Akitler, verilen sözlerdir, bunu İbn Abbâs, Mücâhid, İbn Cübeyr, Katâde, Dahhâk, Süddi ve bir grup müfessir demişlerdir. Zeccâc da "ukud": Kuvvetli sözleşmelerdir demiştir. Burada sözleşmelerden ne kasdedildiği hususunda da beş görüş vardır: Birincisi: Onlar Allah’ın kullarına helâl ve haram kıldığı şeylerde aldığı sözlerdir. Bu da İbn Abbâs ile Mücâhid'in görüşüdür. İkincisi: Onlar bütün sözleşmelerdir, bunu da Hasen Basri, demiştir. Üçüncüsü: Bunlar cahiliyedeki sözleşmelerdir, bunlar da kendi aralarında yaptıkları yeminli anlaşmalardır. Bunu da Katâde, demiştir. Dördüncüsü: Bunlar Allahü teâlâ’nın Peygamber Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e iman hakkında ehl-i kitaptan aldığı sözleşmedir. Bunu da İbn Cüreyc, demiştir. Ondan bunun kitap ehline hitap olduğunu da zikretmiştik. Beşincisi: Bunlar insanların kendi aralarında alışveriş, nikah veya bir insanın kendi nefsine karşı ettiği adak veya yeminlerdir. Bu da İbn Zeyd’in görüşüdür. "Size dilsiz hayvanlar helâl kılındı": Dilsiz hayvanlar hakkında üç görüş vardır: Birincisi: Onlar anaları boğazlandığı zaman karınlarında bulunan yavrulardır, bunu da İbn Ömer ile İbn Abbâs, demişlerdir. İkincisi: Onlar develer, sığırlar ve koyunlardır, bunu da Hasen ile Katâde, demişlerdir. Rebi’ de: Bunlar bütün davarlardır, demiştir. İbn Kuteybe ise: Bunlar develer, sığırlar, koyunlar ve bütün vahşi hayvanlardır, demiştir. Üçüncüsü: Bunlar geyik, ceylan ve yaban öküzü gibi vahşi hayvanlardır. Bu da İbn Abbâs ile Ebû Salih’ten rivayet edilmiştir. Ferrâ’ da: Bu hayvanlar: Yaban öküzü, geyik, ceylan ve yaban eşeği gibi hayvanlardır, demiştir. Zeccâc da: Bunlara behime (dilsiz) denilmesi, iyiyi kötüyü ayırma güçlerinin olmamasındandır, demiştir. "Ancak size okunacak olanlar müstesna": İbn Abbâs’tan rivayet edildiğine göre: Onlar ölü ve Kur’ân’da haram edilen sair hayvanlardır, demiştir. İbn Enbari de: Bize okunan yasaklar, bundan sonraki "size ölü haram kılındı...” âyetidir, demiştir. "Avı helâl saymamak şartı ile": Ebû’l - Hasen Ahfeş şöyle demiştir: "Evful ukude gayra muhillissaydi", gayra hal olmak üzere mensûb olmuştur. Başkası da mana şöyledir demiştir: Size hayvanlar helâl kılındı, ihramlı iken onları avlamayı helâl saymamak şartı ile. Zeccâc da: hurum, ihramlı demektir, tekili haramdır. Recülün haramun ve kavmun hurumun, denir, demiştir. Şair de şöyle demiştir: Ona (o kadına) kendine gel, ben ihramlıyım, Bunun da ötesinde lebbeyk okumaktayım, dedim. "Allah dilediğine hükmeder": Yani bütün yaratılmışlar O’nundur, dilediği kimseye dilediği şeyi helâl eder, dilediğine de istediğini haram eder. 2Ey iman edenler, ne Allah’ın işâretlerini ne haram ay’ı, ne Ka’be’ye hediye edilen kurbanları ne gerdanlık takılan işaretli hayvanları ne de Rablerinden lütuf ve rıza arayarak Beyt-i Haram’ı ziyarete gelen hacıları helâl saymayın. İhramdan çıktığınız zaman avlanın. Mescid i Haram’dan men ettiler diye binlerine olan nefretiniz sakın sizi tecavüze sürüklemesin. İyilik ve takva üzerinde yardımlaşın; günah ve tecavüz üzerinde yardımlaşmayın. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah’ın cezası pek şiddetlidir. "Allah’ın işâretlerini helâl saymayın": İniş sebebi hakkında iki görüş vardır: Birincisi: Şüreyh b. Dubey’a Medine’ye geldi, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in huzuruna girdi: "Sen neye davet ediyorsun?” dedi. O da: Allah’tan başka İlâh olmadığına ve benim de O’nun Resul’ü dır, dönüp onlara danışayım, dedi, sonra da dışarı çıktı. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de: içeri kâfir yüzle girdi, gaddar iki topukla çıktı, adam Müslüman değildir, dedi. Şüreyh Medinelilerin sürüsüne rastladı, onu önüne katıp sürdü. Hudeybiye senesi olunca, Şüreyh umre yapmak üzere Mekke’ye çıktı. Yanında da ticaret malı vardı. Sürü sahipleri zamanında o yağma ettiği gibi şimdi de onlar onu yağmalamak istediler. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’den izin istediler, bunun üzerine bu âyet indi. Bunu Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Süddi de isminin Hutam b. İbn Hind el - Bekri olduğunu söylemiştir. Sürüyü önüne katıp sürünce, şu recezi söylemeye başladı: Gece, develeri kırıcı (seri) bir sürücü ile sardı, O ne deve çobanıdır ne de koyun çobanı. Ne kütük üstünde et döven kasap da değildir, Onlar gece uyudular, İbn Hind ise uyumadı. O, yağmanın hesabını yaparak geceledi, ok gibi delikanlıdır, Bacakları dolgun, düztabandır. İkincisi: Müşriklerden bazı kimseler Mekke’nin fethinde umre yapmak üzere Beytullah’ı ziyarete çıktılar, Müslümanlar: Bunları bırakmayalım, bunlara saldıralım, dediler. Bunun üzerine: "Ne Beyt- i Haramı ziyarete gelenleri helâl sayın” kısmı indi. İbn Kuteybe de: Allah’ın işâretleri, taatine alâmet kıldığı şeylerdir, demiştir. Burada onlardan ne kasdedildiği hususunda da yedi görüş vardır: Birincisi: Onlar hac ibadetleridir, bunu Dahhâk İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Ferrâ’ şöyle demiştir: Araplar Safa ile Merve’yi işâretlerden saymaz, ikisinin arasında tavaf etmezlerdi. Allahü teâlâ bunu terk etmeyi helâl saymayın, dedi. İkincisi: Onlar Allahü teâlâ’ın ihramda yasak ettiği şeylerdir. Bunu da el - Avfi, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Üçüncüsü: Allah’ın dininin tamamıdır, bunu da Hasen, demiştir. Dördüncüsü: Allah’ın koyduğu hudutlardır, bunu da İkrime ile Atâ’, demişlerdir. Beşincisi: Allah’ın haremidir, bunu da Süddi, demiştir. Altıncısı: Beytullah’il - Haram’a hediye edilen kurbanlardır, bunu da Ebû Ubeyde ile Zeccâc, demiştir. Yedincisi: Onlar haremin alâmetleridir, Allah onları Mekke’ye girmek istedikleri zaman ihramsız geçmekten men etmiştir. Bunu da Maverdi ile Kadı Ebû Ya’lâ zikretmişlerdir. "Ne de haram ay’ı": İbn Abbâs: onda savaşmayı helâl saymayın, demiştir. Haram aydan ne murad edildiği hususunda da üç görüş vardır: Birincisi: O, zilkade ayıdır, bunu da İkrime ile Katâde, demişlerdir. İkincisi: Ondan maksat haram aylardır. Mukâtil şöyle demiştir: Cünade b. Avf her sene Ukaz panayırında kalkar: Beni dinleyin, ben filanca ayı helâl ettim ve ve filanca ayı haram ettim, derdi. Üçüncüsü: O receptir, bunu da İbn Cerir Taberî zikretmiştir. Hedy: Beytullah’a hediye edilen her şeydir. Kalâid için de iki görüş vardır: Birincisi: Onlar gerdan takılan hediyelerdir, bunu da el - Avfi, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. İkincisi: Onlar cahiliyede müşriklerin, düşmanlardan emin olmak için develerine ve kendi nefislerine gerdan yaptıkları şeylerdir, çünkü savaş Araplarda haram aylar hariç devam ederdi. Boynuna veya devesinin boynuna gerdan takmış veya develerine işaret koymuş ve kurban süren birine rastlarlarsa ona dokunmazlardı. İbn Abbâs şöyle demiştir: Haram ayların dışında yolculuk etmek isteyen, devesinin boynuna kıl veya yapağıdan bir işaret koyardı, istediği yere emin olarak giderdi. Malik b. Miğvel de Atâ’’dan şöyle dediğini rivayet etmiştir: Onlar Harem ağaçlarının iç kabuğunu gerdanlık olarak takar bununla haremi geçtikleri zaman emin olurlardı. Bunun üzerine bu âyet indi. Katâde de şöyle demiştir: Cahiliyede bir adam evinden haccetmek üzere çıkarsa, semüre ağacından boynuna gerdan yapardı, kimse ona taarruz etmezdi. Döndüğü zaman da kıldan işaret koyardı, yine kimse ona taarruz etmezdi. Ferrâ’ şöyle demiştir: Mekkeliler ağacın iç kabuğundan gerdan yaparlardı, diğer Araplar ise yapağı veya kıldan gerdan yaparlardı. Bu Kelâmın manasında da üç görüş vardır: Birincisi: Gerdanlık takılmış hediyelik kurbanları helâl saymayın. İkincisi: Gerdanlık sahiplerini helâl saymayın. Üçüncüsü: Bu, mü’minleri müşriklerin cahiliyede yaptıkları gibi haremin ağaçların koparıp gerdanlık yapmalarını yasaklamadır. Bunu da Abdülmelik, Atâ’’dan rivayet etmiştir. Mutarrif ile Rebi’ b. Enes de böyle demişlerdir. "Vela âmminel beytel harame": Beyt-i Haram Ka’bedir, onu ziyarete gelenlere saldırmayı da helâl saymayın, demektir. Fadl: Lütuf, ribh de ticarettir. Allah’ın rızası: Kendi inançlarına göre aradıkları rıza-i İlâhidir, "İlâhına bak” (Taha: 97) kavli de böyledir. Lütuf aramanın genel, rıza aramanın da mü’minlere özel olduğu da söylenmiştir. "İhramdan çıktığınız zaman avlanın": Lâfız emir ise de, manası ibahadır, benzeri de: "Namaz bittiği zaman yeryüzüne dağılın” (Cumua: 10) kavlidir. Bu da ihrama daha önce girildiğini göstermektedir. "Vela yecrimenneküm": Velid, Ya’kûb ’tan, nunun sükunu ve şeddesiz olarak: "yecrimenküm” rivayet etmiştir. İbn Abbâs da: Sizi sevk etmesin, demiştir. Başkası da: Sizi cürüm işlemeye zorlamasın, demiştir. Meselâ: Asemtuhu denir ki: Onu günaha soktum, demektir. İbn Kuteybe de: Size günah kazandırmasın demiştir: Fülanün carimü ehlihi, denir ki: Ailesine kazanç sağlayan demektir. El - Hüzeli de bir kartalı tarif ederken şöyle demiştir: Yavrusuna dağın zirvesinde rızık toplar, Topladığı kemiklerden yağ sızdığını görürsün. Beytte geçen cerime, kazanç sağlayan, rızık toplayan, demektir. "Şenean": Buğz ve nefret demektir. Şene’tühu ve eşneuhu denir ki, buğz etmektir. İbn Enbari de şöyle demiştir: "Şenean": Nefret; nunun sükunu ile "şen’an” ise: Nefret edendir. Kurralar şenean’ın nununda ihtilaf etmişlerdir; İbn Kesir, Ebû Amr, Hamze ve Kisâi, harekesiyle; İbn Âmir de sükunu ile okumuştur. Hafs da, Âsım’dan harekeli, Ebû Bekir de ondan sakin okuduğunu rivayet etmiştir. Nâfi’den de farklı okunuş rivayet edilmiştir. Ebû Ali şöyle demiştir: "Şenean": Sıfat olarak da, isim olarak da gelir. Kim harekeli olarak ‘şenean” derse, masdar yapmış olur. Masdarm da faalan vezninde gelmesi çoktur. Kim de sakin olarak (şen’an) okursa, yine masdar kabul etmiş olur, çünkü masdar fa’lan vezninde de gelir. Leveytuhu deynehu leyyanen denir ki, borcunu savsakladım, demektir. Her iki kıraatin, lâfzı farklı olsa da manası birdir. "En saddukum": Üzerinde de ihtilaf etmişlerdir; İbn Kesir, Ebû Amr kesre ile, diğerleri de fetha ile okumuşlardır. Kim fetha ile okursa, sadd’i mazi kılmış ve mana da: Sizi çevirmelerinden dolayı olmuş olur. Kim de kesre ile okursa onu şart edatı kılmış ve çevirme de beklenir olur. Ebû’l - Hasen Ahfeş şöyle demiştir: Kesre ile in okunduğu takdirde bile fi’lin mazide olması câizdir, meselâ: "İn yesrik fekad sereka ehun lehu min kabl” (Yûsuf: 77) âyetinde olduğu gibi. Onlara (Yûsuf’un kardeşlerine) göre hırsızlık mazide olmuştu. Ebû Ali şu beyti misal olarak getirmiştir: Soyumuzu söylediğimiz zaman, beni kötü bir kadın doğurmamıştır, Ey kadın, sen bunu ikrar etmekten başka çare bulamazsın. İbn Cerir de şöyle demiştir: Hemzeyi fetha ile okumak mana bakımından daha açıktır, çünkü bu sûre Hudeybiye seferinden sonra inmiştir, çevirme de önceden olmuştur. Buna göre Kelâmın manasında iki görüş vardır: Birincisi: Sizi Mescid-i Haram’dan çevirdiler diye Mekke halkına buğz etmeniz onlara orada saldırmaya, onlarla savaşıp oraya girdikleri takdirde mallarını almaya sevk etmesin. Bunu Ebû Salih, İbn Abbâs'tan rivayet etmiştir. İkincisi: Mekke halkından nefret etmeniz ve sizi Mescid-i Haram’dan çevirmeleri sizi umre yapan müşriklere saldırma gibi helâl olmayan şeyi yapmaya sevk etmesin. Nitekim bu da âyetin iniş sebebinde geçmişti. "İyilik ve takva üzerinde yardımlaşın": Ferrâ’: Birbirinize yardım edin, demiştir. İbn Abbâs da: "el -birr (iyilik): Emrolunduğun şeydir. "Takva” da: Men olunduğun şeyi terk etmektir. "İsm": Günahlar; udvan ise: Allah’ın hududunu çiğnemektir. Bunu da Atâ’, demiştir. Nasih ve mensuh Âlimleri bu âyette iki görüş halinde ihtilaf etmişlerdir: Birincisi: Âyet muhkemdir, Hasen’den: Maide’den hiçbir şey neshedilmemiştir, dediği rivayet edilmiştir. Ebû Meysere de bir grup alimle beraber: Ne İlâhi işâretleri helâl saymak ne de hediyelik kurbanı vaktinden önce kesmek câiz değildir, demiştir. Bir grup alim de şöyle demiştir: Kesilinceye kadar hediyelik kurbanın boynuna takılan gerdanı çıkarmak haramdır. Başkaları da şöyle demişlerdir: Cahiliye halkı haremin ağaçlarından kurbanlıklarına gerdanlıklar yaparlardı, onlara: Haremden gerdanlıklar almayı helâl saymayın ve Beytullah’ı tavaf etmeye gelenleri çevirmeyin, denilmiştir. İkincisi: O, mensuhtur. Ondan mensuh olan hakkında da dört görüş vardır: Birincisi: Onun hepsi mensuhtur, bu da Şa’bî’nin görüşüdür. İkincisi: O, hediyelik kurbanlarına gerdanlıklar takan ve ihram ve telbiye gibi hac merasimlerini yerine getiren müşrikler hakkında nazil olmuştur. Müslümanlar bu âyetle onlara saldırmaktan men edildiler. Sonra bu, "müşrikleri nerede bulursanız öldürün” (Tevbe: 5) kavliyle neshedildi. Bu da çoğunluğun görüşüdür. Üçüncüsü: Neshedilen sadece. "Beyt-i haram’ı ziyarete gelenleri” kavlidir ki, onu da: "Bu yıldan sonra Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar” (Tevbe: 38) kavli neshetti. Bu da İbn Abbâs ile Katâde'den rivayet edilmiştir. Dördüncüsü: Ondan neshedilen: Haram ayın haram edilmesidir. Beytullahil Haram’ı ziyaret edenler de müşrikler olduğu takdirde, müşriklerin kurbanları da onlar Müslümanlardan aman almadıkları takdirde neshedilmiştir. Bunu da Ebû Süleyman Dımeşki, demiştir. 3Size şunlar haram edilmiştir: Ölü (leş), kan, domuz eti, Allah’tan başkası adına boğazlanan, boğulmuş, vurulmuş, yüksek yerden düşmüş, bir hayvanın boynuzu ile süsülmüş, canavar tarafından parçalanmış - ölmeden yetişip kestikleriniz müstesna - dikili taşlar üzerinde boğazlanmış ve fal oklan ile kısmet aramanız. Bütün bunlar yoldan çıkmadır. Bugün kâfirler dininizden ümitlerini kesmişlerdir; artık onlardan korkmayın; Ben’den korkun. Bugün dininizi ikmal ettim, size olan nimetimi tamamladım ve sizin için İslâm’ı din olarak beğendim. Artık kim açlık durumunda çaresiz kalırsa, günaha meyletmeksizin (haramlardan yiyebilir). Şüphesiz Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir. "Size ölü haram kılındı": Bu Bakara suresinde tefsir edilmiştir. "Münhanika” ise: İbn Abbâs: O boğulup ölendir, demiştir. Hasen ile Katâde de: O, avcının ve başkasının ipiyle boğulandır, demişlerdir. Ben de derim ki: Boğulan, nasıl olursa olsun haramdır. İbn Kuteybe şöyle demiştir: "Mevkûze": Ölüme yaklaşmcaya kadar dövülen hayvandır, sonra da ölmesi için bırakılır ve boğazlanmadan eti yenir. Fülanün vakizün denir ki, ölüme yaklaşmıştır, demektir. İbadetten ölmek üzere olana da böyle denir. "Mütereddiye” ise: Dağdan, damdan düşen veya kuyuya yuvarlanandır, teradda, düşmek manasınadır. "Natîha” ise: Başka bir koyunun veya sığırın boynuzu ile öldürdüğü hayvandır, feîle veznindedir, ism-i mef'ul manasınadır. "Ve-mâ ekele-s-sebu’u ": İbn Abbâs, Ebû Rezin, Ebû Miclez ve İbn Ebi Leyla, benin sükunu ile Seb’ okumuşlardır. Ondan maksat da canavarın parçalayıp bir kısmını yediği hayvandır. "Ancak boğazladığınız müstesna": Yani bütün bunlardan canlı iken yetişip de boğazladığınız müstesna. Müstesnada da iki görüş vardır: Birincisi: "Mühânika "dan itibaren zikredilenlere râcîdir. İkincisi: Özellikle canavarın parçaladığına râcîdir. Âlimler birinci görüş üzerindedirler. Hayvan Kesme Zeccâc şöyle demiştir: “Zekkeytüm“ deki zekatın aslı lügatte: Bir şeyi tamamlamadır, zeka fissinn de bundandır ki, dişini tamamlamadır. İmam Halil şöyle demiştir: Zeka: Yaranın üzerinden bir sene geçmektir. Bu da kuvvetini tamamlamasıdır. Fehim zekası da böyledir ki, tam anlamak ve çabuk almak, demektir. Zekkeytünnara da, ateşi harlandırmaktır. Hazret-i Ali, İbn Abbâs, Hasen ve Katâde’den şöyle dedikleri rivayet edilmiştir: Gözü açılıp kapanırken veya kuyruğu hareket ederken yetiştiğin hayvanı yemek helaldir. Kadı Ebû Ya’lâ da şöyle demiştir: Bizim mezhebimiz şöyledir: Eğer yaşayacak vaziyette ise, boğazlamakla helâl olur. Eğer o vaziyette değilse, bakılır; canı sağlam değilse, boğazlanmış gibi hareket ediyorsa, meselâ karnı yarılmış ve iç organları çıkarılmış ve uzaklaştırılmışsa, onu yemek helâl değildir. Eğer bir iki gün yaşayacak şekilde canı sağlamsa, meselâ karnı yarılmış da bağırsakları kesilmemişse, onu yemek helaldir. Kimileri de şöyle demiştir: Eğer onda kısmi hayat varsa, kesmekle helâl olur. Doğrusu bizim dediğimizdir, çünkü canı sağlam olmazsa, o ölü hükmündedir. Baksanıza, bir adamın bağırsakları çıkarılsa, sonra biri de boynunu vursa, katil birincidir. Çünkü ilk hareketle hayat devam etmez. Boğazlamada kesilmesi vacip olan şeyler hakkında da iki rivayet vardır: Birincisi: O boğaz, yemek borusu ve boğazla yemek borusu arasındaki iki damardır. Eğer bunlardan biri eksik olursa, yenmez. Abdullah rivâyetinde îmam Ahmed’in kelâmından anlaşılan da budur. İkincisi: Boğazla yemek borusunu kesmek yeterlidir, bu da Hanbel rivâyetinde onun sözünden anlaşılmaktadır. Şâfiî de böyle demiştir. Ebû Hanife ise: Boğazı, yemek borusunu ve şahdamarlarından birini kesmek yeterlidir, demiştir. İmam Malik de: Boğaz kesilmese de şahdamarı kesmek kafidir, demiştir. Zeccâc da şöyle demiştir: Boğaz, ağızdan sonradır, o da nefes yeridir. Orada akciğer buronşlarının dallandığı esas buronşlar vardır. Yemek borusu ise: Yemeğin indiği hortumdur, şahdamarları da hayvanı boğazlayanın kestiği iki ana damardır. Boğazlama aletine gelince. O da, kanı akıtan ve damarları kesen her şeydir, ancak diş ile tırnak hariç. Bunlar da ister yerinden çıkarılmış olsun isterse çıkarılmamış olsun. Ebû Hanife ise yerinden çıkarılmışı ile kesmenin câiz olduğunu söylemiştir. Ama deve ürker veya kuyuya düşerse o, av hükmündedir, onun kesilmesi ayağının doğranmasıdır. İmam Malik ise: O da normal hayvan gibidir, demiştir. Eğer ava atar da bir kısmını koparır ve onda sağlam bir hayat olur da onu boğazlarsa veyahut ölünceye kadar bırakırsa, onu yemek câizdir. Ondan ayrılan şeyde de iki rivayet vardır. "Dikili taşlar üzerinde kesilenler": Dikili taşlar hakkında iki görüş vardır: Birincisi: Onlar dikilen putlardır ki, Allah’tan başkasına ibadet edilir. Bunu İbn Abbâs, Ferrâ’ ve Zeccâc, demişlerdir. Buna göre mana: Dikili taşlar denen şeylerin üzerinde ve onlar için kesilenler, demek olur ki, “alâ” "lâm” manasınadır. Bunlar da birbirinin yerine kullanılır. Meselâ şuralarda olduğu gibi: "Feselamün leke” (Vakıa: 91) ve: "Ve in ese’tüm feleha". (İsra: 7) İkincisi: Onlar sunaktır, onların üzerinde kurban keser, etini parçalara ayırır ve onlara saygı gösterirlerdi. Bu da İbn Cüreyc’in görüşüdür. Hasen ile Harice b. Amr, nunun fethi ve şadın sükunu ile: Nasb okumuşlardır. İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Nusub, nusb ve nasb, bunların çoğulu ensabtır. "Fal okları ile kısmet aramanız": İbn Cerir Taberî şöyle demiştir: Sizin için taksim edilen ve edilmeyen (kısmetinizde olan ve olmayan) şeyleri fal okları ile bilmeye çalışmanız. İstakseme kısmet kökünden istifal babındandır, rızk ve ihtiyaç arama manasınadır. İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Ezlâm: Oklardır, tekili de: Zelem ve zülemdir. Onlarla kısmet aramak da, onları vurup, çıkan emir ve yasağa göre hareket etmektir. Bir şeyi kendi aralarında bölüşmek ve kendi kısmetlerini bilmek istedikleri zaman bunu yaparlardı. İstiksam, kısmetten gelmektedir ki, nasip ve hisse demektir. Said b. Cübeyr de şöyle demiştir: Ezlâm, beyaz taşlardır, sabahleyin veya öğleden sonra yola çıkacakları zaman iki taştan birinin üzerine: Rabbim bana emretti, diğerinin üzerine de: Rabbim beni men etti, diye yazarlardı. Sonra da çekerlerdi; hangisi çıkarsa ona göre hareket ederlerdi. Mücâhid de şöyle demiştir: Ezlâm, Arapların okları ve Farslıların zarlarıdır, bunlarla kumar oynarlardı. Süddi de: Ezlâm kahinlerin yanında olurdu, demiştir. Mukâtil de: Puthanede olurdu, demiştir. Bir topluluk da: Ka’be’ye hizmet edenlerin yanında olurdu, demiştir. Zeccâc da: Bununla müneccimlerin, şu yıldızdan dolayı çıkma veya şu yıldız için çık sözleri arasında bir fark yoktur, demiştir. "Bunlar yoldan çıkmadır": Bunlar ile işaret edilen şeylerde de iki görüş vardır: Birincisi: Âyette zikredilenlerin tamamıdır, bunu da Ali b. Ebû Talha, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Said b. Cübeyr de böyle demiştir. İkincisi: O, fal okları ile kısmet aramaktır. Bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs'tan rivayet etmiştir. Fısk da: Allah’a itâatten çıkıp isyan etmektir. "Bugün kâfirler dininizden ümitlerini kestiler": “Bugün” üzerinde de üç görüş vardır: Birincisi: O, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in Veda haccında Mekke’ye girdiği gündür. Bunu Ebû Salih, İbn Abbâs’tan demiştir. İbn Saib de: Âyet o gün indi, demiştir. İkincisi: O, Arefe günüdür, bunu da Mücâhid ile İbn Zeyd, demişlerdir. Üçüncüsü: Belli bir günü kasdetmemiştir, mana: Şimdi, demektir, nitekim; ben bugün yaşlandım, dersin ki, şimdi demektir. Bunu Zeccâc, demiştir. İbn Enbari de şöyle demiştir: Araplar saatleri ve geceleri içine alan zaman dilimine bugün derler. Gaflette idim, bugün uyandım derler ki, şimdi demektir. Filanca bizi ziyaret ederdi, bugün ise vefasızlık ediyor, derler. Bugün ile belli bir günü kasdetmezler. Şair de şöyle demiştir: Bir gün lehimize bir gün de aleyhimizedir; Bir günü üzülürüz, bir gün de seviniriz. Bir zaman lehimize, bir zaman da aleyhimizedir, demek istemiştir; tek başına bir günü kasdetmemiştir. “Ümitlerini kesme” hususunda da iki görüş vardır: Birincisi: Onlar mü’minlerin müşriklerin dinine dönmelerinden ümit kesmişlerdir. Bunu da İbn Abbâs ile Süddi, demiştir. İkincisi: İslâm’ın iptal olmasından ümitlerini kesmişlerdir. İbn Enbari şöyle demiştir: Onların dinlerinden ümit kesmeleri, Allah’ın Müslümanlardaki korkuyu onlara ve onlardaki güveni de müslümanlara nakletmesindendir. Böylece onların dinlerini iptal edemeyecekleri ve köklerini kazıyamayacaklarını bildiler. Onlarla savaşmaları ise sırf zahiri kurtarıp küfürlerinin devam edeceğini sanmalarındandır. "Onlardan korkmayın": İbn Cüreyc: Sizi yeneceklerinden korkmayın, demiştir. İbn Saib de: Dininize galip geleceklerinden korkmayın, benim emrime muhalefet etmekten korkun, demiştir. "Bugün dininizi ikmal ettim": Buhârî ve Müslim, Sahih’lerinde Tarık b. Şihap’tan şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: Hazret-i Ömer'e Yahudilerden bir adam geldi: Ey Mü’minlerin Emiri, sizler kitabınızda öyle bir âyet okuyorsunuz ki, eğer o, biz Yahudilerin üzerine inse idi, onu bayram ederdik, dedi. O da: "Hangi âyet?” dedi. O da: "Bugün dininizi ikmal ettim ve size olan nimetimi tamamladım” kavlidir, dedi. Hazret-i Ömer de: Ben onun Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'e indiği günü, indiği saati ve indiği yeri biliyorum; Resûlüllah Arafat’ta idi ve Cuma günü idi, dedi. Bir rivayet de: "Arafe akşamı indi” demiştir. 1 1 - Bkz. Tirmizî, Nesâî; İmam Ahmed, Müsned, 1/237. Said b. Cübeyr de: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem, ondan sonra seksen bir gün yaşadı, demiştir. "Bugün"de ise: İki görüş vardır: Birincisi: O, Arefe günüdür, bu da cumhûrun görüşüdür. İkincisi: O, belli bir gün değildir. Bunu Atıyye, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Bunu da az önce zikretmiştik. “Dinin kemale erdirilmesi” nde de beş görüş vardır: Birincisi: O, farz ve hadlerin tamam olmasıdır, bu Âyetten sonra helâl ve haramla ilgili bir şey inmemiştir. Bunu da İbn Abbâs ile Süddi, demiştir. Buna göre mana: Bugün dininizin şer'i emirlerini tamamladım, demek olur. İkincisi: O, müşriklerin Beytullah'tan uzaklaştırılmaları ile olmuştur; o yıldan sonra bir müşrik onlarla beraber haccetmemiştir. Bunu da Said b. Cübeyr ile Katâde, demiştir. Şa’bî de şöyle demiştir: Burada dinin kemale erdirilmesi, güçlenip açığa çıkması, şirkin zelil olup silinmesidir. Farzlar ve sünnetler için ise tekamül söz konusu değildir, çünkü Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem vefat edinceye kadar onlar inmeye devam etti. Buna göre mana şöyle olur: Bugün dininize yardımı tamamladım. Üçüncüsü: Düşmanları yenmektir, bunu da Süddi, demiştir. "Kim çaresiz kalırsa": Yani zaruret onu haram edilen şeylerden yemeye zorlarsa, demektir. "Fi mahmasatin": Açlıkta, demektir, hams açlıktır. Şair bir adamı yererken şöyle diyor: Aç kalmayı azap sayar, eğer toklukla karşılaşırsa, Kalbi o geceyi rahat geçirir. Bu kelâm da geçen ölü, kan ve onlarla beraber zikredilen haram şeylere dönüktür. "Gayra mütecanifin liismin": İbn Kuteybe şöyle demiştir: Buna meyletmeden, "Cenef": Meyletmektir. İbn Abbâs, Hasen ve Mücâhid de: Günaha yeltenmeden, demişlerdir. "Günaha meyletmenin” manasında da iki görüş vardır: Birincisi: Zaruret durumu geçtikten sonra yemektir. Bu; İbn Abbâs ile diğerlerinden rivayet edilmiştir. İkincisi: Günah işlemeyi kasdetmektir, bunu da Katâde, demiştir. Mücâhid de: Kim isyan eder ve günah maksadıyla çıkarsa, yemesi haram olur, demiştir. Kadı Ebû Ya’lâ’ da: En doğru görüş budur; çünkü âyet, darda kalmakla beraber günaha meyletmenin bir arada olmasını gerektirmektedir; bu da ancak asi bir kimsenin yolculuğunda olur. Bunu canını kurtaracak kadar yedikten sonra manasına almak doğru değildir, çünkü zaten zaruret ortadan kalkmıştır. Ebû Süleyman da: Âyetin manası şöyledir, demiştir: Kim darda kalır da günaha meyletmeden ondan yerse, şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, yani ondan vaz geçer, merhametlidir, çünkü onu darda kalana helâl etmiştir. 4Sana kendilerine neyin helâl edildiğini sorarlar. De ki: Size temiz şeyler helâl edilmiştir. Allah’ın size öğrettiklerinden öğretip yetiştirdiğiniz avcı hayvanların size tutuverdiklerinden yiyin ve üzerine besmele çekin. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah hesabı çabuk görendir. "Sana kendilerine neyin helâl edildiğini sorarlar": Âyetin iniş sebebi için iki görüş vardır: Birincisi: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, köpeklerin öldürülmesini emredince, insanlar: "Ya Resûlallah, bu öldürülmesini emrettiğin ümmetten (hayvandan) bize helâl edilen nedir?” diye sordular; bunun üzerine bu âyet indi. Bunu Ebû Abdullah el - Hakim, "Sahih"inde tahriç etmiştir. 2 2- Müstedrek, 2/311. Bu sahih hadistir, Buhârî ile Müslim kitaplarına almamışlardır. Zehebi de ona katılmıştır. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in, köpeklerin öldürülmesini emretmesinin sebebi şu idi: Cebrâil aleyhisselam, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına girmek için izin istedi; o da izin verdi. Fakat Cebrâil girmedi ve: "Bizler içinde ne köpek ne de resim bulunan eve girmeyiz” dedi. 3 3- Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/10; 4/28. Hadisi ayrıca Müslim, Ebû Dâvud, Nesai ve Beyhakî de rivayet etmişlerdir. Baktılar, odalardan birinde bir köpek yavrusu gördüler. İkincisi: Adiy b. Hatim ile Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in Zeyd el - Hayr ismini verdiği Zeyd el - Hayl: "Ya Resûlallah, bizler köpekler ve şahinlerle avlanan bir toplumuz, kimisine yetişip boğazlıyoruz, kimisine de yetişemiyoruz, Allah ise ölüyü haram etti, bize bundan ne helaldir?” dediler. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu Said b. Cübeyr, demiştir. Zeccâc da: Kelâmın manası şöyledir, demiştir: Sana kendilerine hangi şey helâl edildi diye sorarlar? De ki: Size temiz şeyler helâl edildi, bir de eğittiğiniz avcı hayvanların tuttukları helâl edildi. Tevili ise şöyledir: Onlar bunu sordular, ancak eğittiklerinizin avladıkları kısmı anlaşıldığı için atılmıştır. “Temiz şeyler“ de de iki görüş vardır: Birincisi: O, boğazlanan mubah hayvanlardır. İkincisi: O, haram edilmeyip de Arapların temiz gördüğü şeylerdir. "Avcı hayvanlar"a gelince: Onlar köpek, panter, çakır, doğan ve benzeri gibi eğitimi kabul eden hayvanlar ve kuşlardır. İbn Abbâs da: Avlayan her hayvan, avcıdır, demiştir. Onlara “cevârih” denmesinde de iki görüş vardır: Birincisi: Sahibinin onun yüzünden kazanç sağlamasındandır. İbn Kuteybe şöyle demiştir: İctirah aslında kazanç sağlamadır, İmreetün lâ cahire leha denir ki: Kazanç sağlayanı olmayan kadın, demektir. İkincisi: Çünkü onlar genellikle avladıkları şeyi yaralarlar, nitekim Maverdi de böyle demiştir. Ebû Süleyman Dımeşki de şöyle demiştir: Eğitimli olduğunun alâmeti, çağırdığın zaman gelmesi, kışkırttığın zaman da saldırması ve avını aramasıdır. Tuttuğu zaman da senin için tutup kendisi için tutmamasıdır. Senin için tutmasının işareti de: Ondan bir şeyyememesidir. Bu da yırtıcılarda ve köpeklerdedir. Yırtıcı kuşlar canavarların tersinedir; çünkü kuş ancak yiyerek eğitilir; pars, köpek ve benzerleri ise yememekle eğitilir. Bu da aralarındaki farktır. "Mükellibin": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: Onlar köpek sahipleridir, bunu Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Bu da Ömer, Said b. Cübeyr, Atâ’, Dahhâk, Süddi, Ferrâ’, Zeccâc ve İbn Kuteybe’nin görüşleridir. Zeccâc şöyle demiştir: Recülün mekellibün denir ki, av köpeği sahibi demektir. İkincisi: "Mükellibin” Avda ısrar edenler (av hastaları), demektir. Bu da İbn Abbâs, Hasen ve Mücâhid’ten rivayet edilmiştir. Üçüncüsü: "Mükellibin": Eğiticiler manasınadır. Ebû Süleyman Dımeşki şöyle demiştir: Onlara mükellibin denilmesi, avlarının çoğunun köpeklerle olmasındandır. Sa’leb de şöyle demiştir: Hasen ile Ebû Rezin, kâfin sükunu ile müklibin okumuşlardır. Ekleberrecülü denir ki, köpeği çok adam demektir. Emşa da: Davarı çok adamdır. Araplar avcıyı mükellib diye çağırırlar. "Onlara Allah’ın size öğrettiğinden öğretiyorsunuz": Said b. Cübeyr: Onları avı takip etmesi için eğitiyorsunuz, demiştir. Ferrâ’ da: Avlarını yememeleri için onları terbiye ediyorsunuz, demiştir. "Eğitimin sahih olması için avcı hayvanın avından yememesi şart mıdır? Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: O, bütün yırtıcılarda şarttır; eğer yerse tuttuğu av yenmez. Bu; İbn Abbâs ile Atâ’’dan rivayet edilmiştir. İkincisi: Hiçbirinde şart değildir; tuttuğundan yese de avı yenir. Bu da Sa’d b. Ebi Vakkas, İbn Ömer, Ebû Hureyre ve Selman Farisi’den rivayet edilmiştir. Üçüncüsü: Av hayvanlarında şarttır da avcı kuşlarda şart değildir. Şa’bî, Nehaî ve Süddi de böyle demişlerdir. En doğrusu da budur, çünkü açıkladığımız gibi kuşlar yedirerek eğitilir; onun için yediği mubahtır. Yırtıcı hayvanlar ise yememekle eğitilir; onun için yediği mubah değildir. Buna göre köpek ve pars gibileri avdan yerse, onu yemek mubah değildir. Şahin ve doğan gibilerin yediği ise mubahür. Ebû Hanife ile arkadaşları da böyle demiştir. İmam Malik de: Köpeğin, parsın ve çakırın yediği mubahtır. Eğer köpek avı öldürür de yemezse, o da mubahtır. Ebû Hanife ise: Mubah değildir, demiştir. Eğer ava canlı iken yetişir de avcı onu boğazlamadan önce ölürse bakılır; eğer onu boğazlamaya gücü yeterse, mubah olur. Eğer ele geçirir de boğazlamazsa mubah olmaz. Malik ile Şâfiî de böyle demişlerdir. Ebû Hanife ise: ikisinde de mubah değildir, demiştir. Mecusinin köpeği ile avlamaya gelince: imam Ahmed’den bunun mekruh olmadığı rivayet edilmiştir. Bu da çoğunluğun görüşüdür. Ondan bunun mekruh olduğu da rivayet edilmiştir. Sevri’nin görüşü de böyledir; çünkü Allahü teâlâ: "Avcı hayvanlardan öğrettiğiniz” demiştir ki, bu da mü’minlere hitaptır. Kadı Ebû Ya’lâ da şöyle demiştir: Arkadaşlarımız, eğitilmiş olsa da siyah köpekle av avlamayı men etmişlerdir, çünkü Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem onun öldürülmesini emretmiştir. Öldürülme emri de elde bulundurulmasına manidir, yaptığı fiil de hükümsüzdür. Onun varlığı ile yokluğu birdir; bu nedenle avlaması mubah değildir. "Fekülû mimma emsekne aleyküm (size tuttuklarından yiyin)": Ahfeş: Buradaki "min” edatı zaittir, "fiha min beredin” (Nûr: 43) âyetinde olduğu gibi, demiştir. "Vezkurüsmallahi aleyhi (üzerine Allah’ın ismini anın)": “He” zamiri hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: O, göndermeye râcîdir, bunu İbn Abbâs ile Süddi, demişlerdir. Bize göre avın mubah olması için besmele çekmek şarttır. İkincisi: Yemeye râcîdir, o zaman besmele çekmek mubah olur. "Allah’tan korkun": Said b. Cübeyr: Üzerine Allah’ın isminin anılmadığı şeyi yemeyi helâl saymayın, demiştir. 5Bugün size temiz şeyler helâl kılındı. Kendilerine kitap verilenlerin yiyecekleri de size helaldir, sizin yiyeceğiniz de onlara helaldir. Namuslu mü’min kadınlar, sizden önce kendilerine kitap verilenlerin namuslu kadınları da, mehirlerini verdiğiniz, zinaya sapmadığınız ve dost tutmadığınız takdirde size helaldir. Kim imanı tanımayıp kâfir olursa, onun ameli boşa gitmiştir ve o, ahirette ziyan edenlerdendir. "Bugün size temiz şeyler helâl kılındı": Kadı Ebû Ya’lâ şöyle demiştir: Bugün ile âyetin indirildiği günün anlaşılması câizdir. Daha önce geçtiği üzere: "Bugün kâfirler dininizden ümitlerini kestiler” ve: "Bugün dininizi ikmal ettim” kavillerindeki günün anlaşılması da câizdir. Bunun belli bir gün olmadığı da söylenmiştir. "Temiz şeyler” hakkında daha önce açıklama yapmıştık. Burada tekrar edilmesi tekit içindir. Ehl- i kitap ise: Yahudi ve Hıristiyanlardır. Yiyecekleri de: Kestikleridir. Bu İbn Abbâs ile bir cemaatin görüşüdür. Bundan neden özellikle kestikleri kasdedilmiştir? Çünkü diğer yiyecekleri Mecusi veya kitabinin hazırlaması ile değişmez, ancak farklılık kestiklerindedir. Bununla ehl-i kitap tahsis edilince, maksat kestikleri olduğu meydana çıkar. Mecusilerin kestikleri ittifakla haramdır. Yahudi ve Hıristiyanların putlara tapanlarının kestiklerine gelince: İbn Abbâs’a Arap Hıristiyanlarının kestikleri soruldu: Bunda bir sakınca yoktur, dedi ve: "Kim onlara dost olursa şüphesiz o da onlardandır” (Maide: 51) âyetini okudu. Hasen, Atâ’ b. Ebi Rebah, Şa’bî, İkrime, Katâde, Zührî, Hakem ve Hammad da bu görüştedirler. Hazret-i Ali, İbn Mes’ûd ve diğerlerinden de kestiklerinin helâl olmadığı rivayet edilmiştir. Hıraki’de İmam Ahmed’den Tağlib Hıristiyanları hakkında iki rivayet nakletmiştir: Birincisi: Kestikleri mübahtır, Ebû Hanife ile Malik de bu görüştedirler. İkincisi: Mübah değildir. Şâfiî şöyle demiştir: Kim Kur’ân indikten sonra ehl-i kitabın dinine girerse, kestiğini yemek mübah olmaz. "Sizin yiyeceğiniz de onlara helaldir": Yani sizin kestikleriniz de onlara helaldir. Bizden bir şey satın alırlarsa, parası bize helâl olur. Et de onlar için helâl olur. Zeccâc: Mana: Onlara yemek yedirmek size helaldir, demiştir. Bazıları bu âyetin genel olarak ve Allah'tan başkasının ismini zikretseler de kestiklerini yemenin câiz olduğunu ve bunun: "Üzerine Allah’ın isminin anılmadığı şeyleri yemeyin” (En’am: 121) âyetini neshettiğini iddia etmişlerdir. Doğrusu bu onların kestiklerini genel olarak ifade etmiştir. Çünkü aslolan onların Allah’ın ismini anmalarıdır. Durumları buna yorumlanır. Eğer onların Allah’tan başkasının ismini andıklarını kesin olarak bilirsek, yemeyiz ve neshin de gereği kalmaz. Benim bu dediğime Hazret-i Ali, İbn Ömer, Katâde, Ebudderda, Hasen ve bir cemaat kail olmuşlardır. "Namuslu mü’min kadınlar da": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Onlar iffetli kadınlardır, bunu İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Hür kadınlardır, bunu da Mücâhid, demiştir. "Kendilerine kitap verilenlerin namuslu kadınları da": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Yine onlar hür kadınlardır, bunu İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: İffetli kadınlardır, bunu da Hasen, Şa’bî, Nehaî, Dahhâk ve Süddi, demişlerdir. Buna göre onların hür ve cariyeleriyle evlenmek câizdir. Bu âyet kitabiye kadını nikahlamayı mübah kılmıştır. Hazret-i Osman’ın bir Hıristiyan olan Naile bint Ferafisa’yı kadınlarının üzerine aldığı rivayet edilmiştir. Talha b. Ubeydullah’tan da bir Yahudi kadını ile evlendiği rivayet edilmiştir. Hazret-i Ömer ile İbn Ömer’den bunu mekruh gördükleri rivayet edilmiştir. Harbiye (aramızda savaş hali olan kadın) ile evlenme hususunda ise ihtilaf etmişlerdir: İbn Abbâs: Helâl değildir, derken, cumhûr bunun aksini söylemiş ve sadece mekruhtur, demişlerdir; çünkü Allahü teâlâ: "Allah’a ve ahiret gününe iman eden bir toplumun Allah’a ve Resul’üne düşmanlık edenlerle dostluk kurduklarını göremezsin” (Mücadele: 22) buyurmuştur. Nikah ise dostluğu gerektirir. Tağlib kadınlarını nikahlamada ise ihtilaf etmişlerdir; Hazret-i Ali radıyallahu anh’ten onu mahzurlu gördüğü rivayet edilmiştir. Cabir b. Zeyd ile Nehaî de böyle demişlerdir. İbn Abbâs’tan da mübah olduğu rivayet edilmiştir. İmam Ahmed’den de iki rivayet vardır. Ehl-i kitabın cariyeleriyle evlenmeye gelince: İbn Abbâs, Hasen ve Mücâhid’ten: onları nikahlamanın câiz olmadığı rivayet edilmiştir. Evzai, Malik, Leys b. Sa’d, Şâfiî ve bizim arkadaşlarımız da böyle demişlerdir. Şa’bî ile Ebû Meysere'den de bunun câiz olduğu rivayet edilmiş, Ebû Hanife de böyle demiştir. Mecusilere gelince: Cumhûr onların ehl-i kitap olmadığı kanısındadır. Onlar da ehl-i kitaptır diyenler şazdır (kural dışıdır), sözleri Peygamber aleyhisselam’ın: "Onları ehl-i kitap kategorisine tabi tutun” sözü onların görüşlerini iptal eder.4 4 - imam Malik, Muvatta’, Kitabu’z - Zekât, hadis no, 43. "El - Uçûr", "ihsan", "sifah” ve "ahdan” kelimeleri ise Nisa suresinde geçmiştir. "Kim imanı inkâr ederse ameli boşa gitmiştir": Bu Kelâmın sebeb-i nüzulü şöyledir: Allahü teâlâ kitabiye kadınları nikahlamaya izin verince, kendi aralarında: Eğer Allah bizden razı olmasa idi, bizimle evlenmeyi mü’minlere mübah etmezdi” dediler. Müslümanlar da: "Bizden bir adam bir kitabiye kadınla nasıl evlenir, bizim dinimizden değildir?” dediler. Bunun üzerine: "Kim imanı inkâr ederse ameli boşa gitmiştir” kavli indi. Bunu Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Mukâtil b. Hayyan da şöyle demiştir: Bu âyet Müslümanların ehl-i kitabın kadınlarını nikah himayesine almaları üzerine indi, diyor ki: Müslümanların onları korumaları onları küfürden çıkarmaz. Mücâhid’ten de şöyle dediği rivayet edilmiştir: Kim imanı inkâr ederse, yani Allahü teâlâ'ya imanı inkâr ederse... Zeccâc da, mana şöyledir, demiştir: Kim Allah'ın haram ettiğini helâl eder veya Allah’ın helâl ettiğini haram ederse o, kâfirdir. Ebû Süleyman da şöyle demiştir: Kim Allah’ın iman şeriatine dair indirdiğini ve kendisine helâl ve haram olarak bildirdiğini inkâr ederse, geçmiş ameli boşa gitmiştir. Ben Fakih Hasen b. Ebû Bekir en- Neysaburi’den şöyle dediğini işittim: Allahü teâlâ’nın kitabiye kadınlarla evlenmeyi mübah etmesi, şunun içindir: Bazı Müslümanlar onların güzelliklerini beğenebilir, işte onları nikahlayanları: "Kim imam inkâr ederse ameli boşa gitmiştir” kavli ile onların dinlerine meyletmekten ikaz etmiştir. 6Ey iman edenler, namaza kalktığınız zaman yüzlerinizi, dirseklere kadar ellerinizi yıkayın; başlarınızı mesh edip ayaklarınızı topuklara kadar (yıkayın). Eğer cünüp olursanız iyice temizlenin. Eğer hasta olur veya seferde bulunursanız veyahut biriniz ayakyolundan gelirse veyahut kadınlara dokunur da su bulamazsanız, temiz toprakla teyemmüm edin; yüzlerinize ve ellerinize ondan sürün. Allah size zorluk dilemiyor; ancak sizi tertemiz etmek ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak istiyor ki, şükredesiniz diye. "Namaza kalktığınız zaman": Zeccâc şöyle demiştir, mana: Namaza kalkmak istediğiniz zaman demektir, tıpkı: "Kur’ân okuduğun zaman euzü çek” (Nahl: 98) âyetinde olduğu gibi. İbn Enbari de şöyle demiştir: Bu, "biriyle kardeş olacaksan soyluyu seç, ticaret yapacaksan kumaş ticareti et” sözüne benzer. Kelâmda takdim ve tehir olmak da câizdir ki, takdiri şöyle olur: Yüzlerinizi yıkayıp da abdesti tamamladığınız zaman namaza kalkın. Âyetten murat edilen şey üzerinde de Âlimlerin iki görüşü vardır: Birincisi: Abdestsiz iken namaza kalktığınız zaman, gereken yerleri yıkayın. Bu durumda abdestsizlik abdestin farz olması için gizlenmiş olur. Bu da Sa’d b. Ebi Vakkas, Ebû Mûsa’l - Eş’ari, İbn Abbâs ve fukahanın görüşleridir. İkincisi: Kelâm mutlaktır, gizlisi yoktur; abdestsiz olsun olmasın namaza kalkmak isteyen herkesin abdest alması vaciptir. Bu da Hazret-i Ali radıyallahu anh, İkrime ve İbn Sîrin’den rivayet edilmiştir. Onlardan bunun mensuh olmadığı da rivayet edilmiştir. Bir grup ulemadan da bunun vacip olduğu, sonradan sünnetle neshedildiği nakledilmiştir. Bu hususta Büreyde, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den onun Mekke’nin fethinde beş vakit namazı bir abdestle kıldığını rivayet etmiştir. Hazret-i Ömer ona: "Bugün şimdiye kadar yapmadığın bir şey yaptın?” dedi; o da: Ey Ömer, kasden yaptım, dedi. 5 5 - İmam Ahmed, Müsned, 5/350, 351; Ebû Dâvud, Taharet, bab, 66; Tirmizî, Taharet, bab, 61; Nesâî, Taharet, bab, 100; Beyhakî, es - Sünen el - Kübra, 1/162, 271. Bazıları da şöyle demişlerdir: Âyette takdim ve tehir vardır, manası da şöyledir: Uykudan kalktığınız veya ayakyolundan geldiğiniz veyahut kadınlara dokunduğunuz zaman yüzlerinizi yıkayın... "Ve eydiyeküm ilel merafîki": îla, bir sınıra, gayeye varmak için konulmuştur. O sınır bazen sürece dahil olur, bazen de olmaz. Abdestsizlik kesin olduğu için ancak onun gibi kesin bir şeyle ortadan kalkar ki, o da elleri dirseklere kadar yıkamaktır. Başa gelince: Onun tamamını meshetme hususunda İmam Ahmed’ten nakil vardır, İmam Malik de bu görüştedir. Ondan, başın çoğunu meshetmek vaciptir, dediği de rivayet edilmiştir. Ebû Hanife'den de iki rivayet vardır: Birincisi: O, meshedilecek yeri başın dörtte biri ile takdir etmiştir. İkincisi: Üç parmak miktarıdır, demiştir. "Ve ercüleküm ilel ka'beyn": İbn Kesir, Ebû Amr, Hamze ve Ebû Bekir de Âsım’dan rivayetle, başı meshetmeye atfederek “Lâm” ın kesresi ile (ve ercüliküm) okumuşlar; Nâfi, İbn Âmir, Kisâi ve Hafs da Âsım'dan rivayetle gusle (vücuheküme) atıfla “Lâm” ın fethası ile (ve ercüleküm) okumuşlardır. O zaman kelâm takdim ve tehir edilmiş olur. Zeccâc şöyle demiştir: Ricl uyluk kökünden ayağa kadar olan kısma denilir, topuklar sınır olarak verilince yıkamanın orada bittiği bilinir. Topuklarla sınırlama, ayağı yıkamanın vacip olduğunu gösterir. Nitekim eller de "dirsekle” sınırlandırılmıştır. Meshin sınırlanması ile ilgili bir şey gelmemiştir. Kesre kıraatine göre de yıkama kasdedildiğini anlamak câizdir, çünkü iki topukla sınırlandırılınca, yıkamanın vacip olduğu anlaşılır. O zaman yıkama meshe atfedilmiş olur, örnek olarak şair de şöyle demiştir: Keşke kocan sabahleyin Kılıcı ve mızrağı kuşanmış olarak gelse idi! Mana: Kılıcı kuşanmış, mızrağı eline almış olarak demektir. Bir başkası şöyle demiştir: Ona saman ve soğuk su yemi verdim. Mana: Ona yem verdim ve soğuk su içirdim, demektir. Ebû'l - Hasan el - Ahfeş de şöyle demiştir: İtba üzere mecrur olması da câizdir (ruusiküm’ün cerrine uyum sağlamak için). Meselâ Cuhru dabbin haribin sözü gibi (haribün denecekken dabbine uyum sağlamak için cer edilmiştir. Mütercim). İbn Enbari şöyle demiştir: Ayaklar başlardan sonraya bırakılınca, yakın ve komşu olduğu için ruusiküm ile uyum sağlamıştır. Aslında o mana bakımından vücuheküm kavlinin üzerine ma’tûftur. Çünkü Araplar yıkamaya mesh derler. Zira yıkama da ancak mesihle olur. Ebû Ali şöyle demiştir: Mecrur okuyanın delili şudur: O, iki âmil bulmuştur: Birincisi: gusül (fağsilu fi’li) dir, diğeri de: Cer harfi be’dir. İki âmil de birleşince, uzağın değil de yakının nazar-ı dikkate alınması esastır, yakın olan da burada "be"dir. Mesihten maksadın yıkama olduğu da iki yönden açıktır: Birincisi: Ebû Zeyd şöyle demiştir: Mesh de hafif yıkamadır. Temessahtü lissalati denir ki, namaz için abdest aldım, demektir. Ebû Ubeyde de şöyle demiştir: "Fe tafika meshen bis-sûkı ve’la’nak” (Sâd sûresi, 33) âyetinde de mesh, vurmak manasınadır. Sanki ayetteki mesh de hafif yıkama olur (su vurmadır). Eğer: Üç defa yıkama müstehaptır, denilirse, âyet sünnet olanı değil, farz olanı vermiştir, denir. İkincisi: Sınırlama ve belirleme mesh edilende değil de yıkanandadır. Mesh denildiği halde sınırlama gösterilince (topuklara kadar), o meshin de yıkama hükmünde olduğu anlaşılır, çünkü yıkama gibi sınır belirtilmiştir. Mensûb okuyanların (ve ercüleküm) delili de bunu yıkamaya hamletmesidir; zira büyük merkezlerin fakihleri ayakları yıkama üzerinde icma etmişlerdir. "İlel ka’beyn": "İla", "Maa” manasınadır (ayakları topuklarla beraber yıkayın). Ka’beyn (topuklar) ise ayağın iki yanındaki çıkıntılı kemiklerdir. "Ve in küntüm cünüben fettahheru": Fetetahheru, demektir. Te tıya idgam edilmiştir. Çünkü ikisi aynı mahreçtendir. Sakinle başlama mümkün olmadığı için de hemze-i vasi getirilmiştir. Allahü teâlâ cünübün iyice temizlenmesini Nisa suresinde: "Gusül edinceye kadar” (Nisa: 43) kavliyle açıklamıştır. Biz de orada âyetin tamamında: "Allah size zorluk yüklemek istemiyor” kavline kadar olanları açıklamıştık. "Harec” ise darlıktır. Allahü teâlâ teyemmüme müsaade ederek dini genişletmiştir. "Ancak sizi tertemiz etmek istiyor": Yani sizi temizlemek istiyor, demektir. Mukâtil de: Abdestsizlikten ve cünüplükten, demiştir. Başkası da: Günah ve hatalardan demiştir. Çünkü abdest günahları siler. "Üzerinizdeki nimetini tamamlamak istiyor": Nimetin ne ile tamamlanacağı hususunda da dört görüş vardır: Birincisi: Günahların bağışlanması ile. Muhammed b. Ka’b el - Kurazi şöyle demiştir: Bana Abdullah b. Dâra, Humran’dan şöyle dediğini anlattı: Osman b. Affan’a uğradım, yanında bir testi su vardı, onu istedi ve abdest aldı, güzel de aldı, sonra şöyle dedi: Eğer Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’den bir, iki, üç kere işitmeseydim, bunu size söylemezdim: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’den şöyle dediğini işittim: Bir kul güzelce abdest alır, sonra da namaza kalkarsa, o namazla gelecek namaz arasındaki günahları bağışlanır. Muhammed b. Ka’b diyor ki: Ben bir hadis işittiğim zaman onu Kur’ân’da arardım, bunu da aradım; onu şurada buldum: "Şüphesiz sana apaçık bir fetih verdik Allah geçmiş ve gelecek günahını bağışlasın ve üzerindeki nimetini tamamlasın, diye". (Feth: 1, 2) Bildim ki, günah bağışlanmadıkça nimeti tamam olmaz imiş. Sonra da Maide suresindeki: "Namaza kalktığınız zaman... Size olan nimetini tamamlamak ister” âyetini okudum; bildim ki, onları bağışlamadıkça onlara olan nimetini tamam etmeyecektir. 6 6 - Suyuti, er - Dürrü'l - Mensur, onu İbn Mübarek'in ez - Zühd'ünden nakletmiştir. İkincisi: İmana hidayet etmek ve dini tamamlamakla, bu da İbn Zeyd’in görüşüdür. Üçüncüsü: Teyemmüme müsaade etmekle, bunu da Mukâtil ile Ebû Süleyman, demişlerdir. Dördüncüsü: Şeriati açıklamakla, bunu da bazı müfessirler demiştir. 7Allah’ın üzerinizdeki nimetini ve sizden aldığı sağlam sözü hatırlayın. Hani, işittik ve itâat ettik, demiştiniz. Allah’tan korkun. Çünkü Allah göğüslere hakim olanı (kalplerdekini) çok iyi bilir. "Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın": Yani bühın nimetlerini, Bunda şükre teşvik vardır. Sağlam söz hakkında da dört görüş vardır: Birincisi: O, her mü’minin inandığı şeyi ikrar etmesidir. İbn Abbâs şöyle demiştir: Allah kitabı indirip Peygamberi gönderip de onlar da: İnandık deyince, onlara ikrar ettikleri sözü hatırlattı ve onu yerine getirmelerini buyurdu. İkincisi: O, onları Âdem’in belinden çıkarırken onlardan aldığı sözdür. Bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş, Mücâhid ile Ebû Zeyd de böyle demişlerdir. Üçüncüsü: Mü’minlerden Peygamber aleyhisselam’ın dili ile ikrar ettikleri imam yerine getireceklerine dair aldığı sözdür. Bu mana Ali b. Talha aracılığı ile İbn Abbâs’tan rivayet edilmiştir. Dördüncüsü: O, Akabe ve Rıdvan biatlerinde ashabtan baş göz üstüne diyerek aldığı sözdür, bunu da bazı müfessirler zikretmiştir. "Allah’tan korkun": Mukâtil: Sözü bozmaktan demiştir. "Şüphesiz Allah göğüslerdekini iyi bilir": Yani onların içindeki iman ve şüpheyi iyi bilir, demektir. 8Ey iman edenler, Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa olan kininiz sizi adalet etmemeye sürüklemesin. Adil olun; o, takvaya daha yakındır. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan hakkıyle haberdardır. "Ey iman edenler, Allah için hakkı ayakta tutan kimseler olun": Âyetin iniş sebebi için üç görüş vardır: Birincisi: Bu da Kureyş kâfirleri hakkında inmiştir. "Sizi Mescid-i Haram’dan çevirdiler diye bir topluluğa olan kininiz sizi suç işlemeye sevk etmesin” kavlinde de bunların zikri geçmişti. Bunun bir benzerini de Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş, Mukâtil de böyle demiştir. İkincisi: Kureyş, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i öldürmek üzere bir adam gönderdi, Allah da Peygamberini bundan haberdar etti, bunun üzerine bu âyet indi. Bu da Hasen’in görüşüdür. Üçüncüsü: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, bir diyette Yahudi Nadıyr oğullarının yanına gitti, onlarsa onu öldürmeyi planladılar, bu âyet bunun üzerine indi. Bunu da Mücâhid ile Katâde, demişlerdir. Âyetin manası şöyledir: Allah için hakkı ayakta tutan kimseler olun. Bazılarına olan nefretiniz sizi adaletten uzaklaştırmasın. "Adil olun": dosta, düşmana karşı. "O, takvaya daha yakındır": Buradaki lâm, "ilâ” manasınadır. Mana da: Takva sahibi olmanıza daha yakındır, demektir. Ateşten sakınmanıza daha yakındır, diyenler de olmuştur. 9Allah iman edip iyi işler yapanlara va’detmiştir; onlar için bağışlanma ve büyük bir mükafat vardır. "Allah iman edip iyi işler yapanlara, onlar için bağışlanma va’detmiştir": Bunun manasında da iki görüş vardır: Birincisi: Mana şöyledir: Allah onları bağışlamayı ve onlara mükafat vermeyi va’detmiştir. Bu manayı zikredilen şeyle ifade etmiştir. İkincisi: Mana şöyledir: Onlara va’detti ve: Onlar için bağışlanma vardır, dedi. "Cahim"in manasını ise Bakara suresinde açıklamıştık. 10İnkar edip âyetlerimizi yalanlayanlar ise, işte onlar alevli ateşin (cehennemin) yaranıdırlar. 11Ey iman edenler, Allah’ın, üzerinizdeki nimetini hatırlayın; hani bir topluluk size ellerini uzatmak istemişti de (Allah) onların ellerini sizden çekmişti. Allah’tan korkun. Mü’minler ancak Allah’a tevekkül etsinler. "Ey iman edenler, Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın; hani bir topluluk size ellerini uzatmak istemişti": İniş sebebi için dört görüş vardır: Birincisi: Maharib kabilesinden bir adam, kavmine: "Sizin için Muhammed’i öldüreyim mi?” dedi. Onlar da: "Onu nasıl öldürürsün?” dediler. O da: Ona suikast yaparım, dedi. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e yöneldi, kılıcı kucağında idi, onu aldı, onu sallamaya ve ona saldırmaya başladı; Allah da onu sindirdi, sonra da: "Ya Muhammed, benden korkmuyor musun?” dedi. O da: Hayır, dedi. O da: "Benden korkmuyor musun, elimde kılıç var?” dedi. O da: Allah beni senden korur, dedi. Adam kılıcını kınına soktu, bunun üzerine bu âyet indi. Bunu Hasen Basri, Cabir b. Abdullah’tan rivayet etmiştir. Bir lafızda da şöyledir: Kılıç elinden düştü. Bir varyantta da şöyle denilmiştir: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ona bir şey demedi de onu cezalandırmadı da. Bu adamın adı: Muharib Hasfa kabilesinden Gavres b. el - Haris’tir. İkincisi: Yahudiler Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e suikast yapmak istediler, Allah onların şerlerini önledi. İbn Abbâs şöyle demiştir: Ona yemek yaptılar, onların hakkında vahiy indi, o da onlara gitmedi. Mücâhid ile İkrime de şöyle demişlerdir: Bir diyet için yardım istemek üzere onlara çıktı, onlar da: Otur, sana verelim, dediler. O da ashabı ile beraber oturdu, onlarsa bir tarafa çekilip: "Muhammed’i bundan daha fazla yakınınızda bulamazsınız, kim bu damın başına çıkar, onun üzerine bir kaya parçası atar?” dediler. Amr b. Cahhaş: Ben, dedi. Başına atmak üzere büyük bir değirmen taşı getirdi. Allah da onun elini bağladı, Cebrâil gelip haber verdi, o da oradan çıktı. Bunun üzerine bu âyet indi. Üçüncüsü: Salebe oğulları ile Muharib oğulları Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile ashabına komplo kurdular, onlar Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in yedinci gazasında Batnı- Nahle’de idiler. Düşmanlar: Onların bir namazı vardır ki, onlar için babalarından ve analarından daha kıymetlidir, secdeye vardıkları zaman üzerlerine çullanırız, dediler. Allahü teâlâ da Peygamberini bundan haberdar etti ve korku namazını indirdi. Bu âyet de bunun üzerine indi. Bu Katâde’nin görüşüdür. Dördüncüsü: Bu âyet Yahudiler hakkında indi, onlar Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e karşı müşriklerle birlik oldular. Bu da İbn Zeyd’in görüşüdür. 12Yemin olsun ki, Allah İsrâil oğullarından söz almıştı. Biz onlardan on iki nakib (vekil, çavuş) göndermiştik. Allah şöyle demişti: "Ben sizinleyim; eğer namazı dosdoğru kılar, zekâtı verir, peygamberlerime iman ederseniz; onları desteklerseniz ve Allah’a güzel bir ödünç verirseniz, mutlaka kötülüklerinizi örterim ve sizleri altlarından ırmaklar akan cennetlere sokarım. Kim de içinizden bundan sonra inkâr ederse, muhakkak doğru yoldan sapmıştır. "Allah İsrâil oğullarından söz almıştı": Ebû’l - Âliyye şöyle demiştir: O’na ihlasla ibadet edeceklerine ve O’ndan başkasına tapmayacaklarına dair söz almıştı. Mukâtil de: Tevrat’takilerle amel edeceklerine söz almıştı, demiştir. “Nakib” hakkında üç görüş vardır: Birincisi: O sorumludur, bunu da Hasen, demiştir. Manası da: Elinin altındakilerin hallerini bilmek için onlardan sorumlu kimse demektir. Onların görevini yapmakla sorumlu olması câiz değildir. Çünkü böyle bir garanti doğru değildir. İbn Kuteybe de: O bir topluluğun kefilidir. Nakiplik çavuşluk gibi bir şeydir, demiştir. İkincisi: O, şahittir, bunu da Katâde, demiştir. İbn Fâris de şöyle demiştir: Nakib: Bir kavmin şahidi ve sorumlusudur. Üçüncüsü: Emin (sekreteridir, bunu Rebi’ b. Enes ile Yezidi, demişlerdir. Bu görüşler birbirine yakındır. Zeccâc şöyle demiştir: Nakib lügatte; Sekreter ve kefil gibi kimsedir. Nukkbirrecülü alal kavmi yunakkabü denir ki, birilerine nakip olmaktır. Nakiblik işine de nakabet, denir. Urrife aleyhim de: Başlarına çavuş olmaktır. Uyuzun ilk görünen kısmına da nakbe denir, cem’i de nukab ve nukbdur. Şair de şöyle demiştir: Kadın açılmış güzellikleri görünmüştür; Devesinin uyuzuna katran sürmektedir. Falanın güzel menkıbeleri vardır denir ki, maddenin esas manası derinden tesir etmek ve içine girmektir. Nakabtül haita da bundandır ki, duvarı delip arkasından çıkmaktır. Uyuza nakbe denilmesi de derinin içine işleyen şiddetli bir hastalık olmasındandır. Nakibe böyle denilmesi de kavminin iç işlerini bilmesi ve menkıbelerini tanımasındandır. Menkıbe de işlerini bilmeye giden yol demektir. Allahü teâlâ Mûsa ve kavmine kutsal topraklara gitmelerini buyurdu, orada zorbalar otururlardı. Allahü teâlâ: Ey Mûsa, oraya git ve oradaki düşmanla savaş ve kavminden on iki nakib, her torun kabileden kavmine emredildikleri şeyi yerine getirmeleri hususunda kefil olacak bir nakib al, dedi. Onlar da nakibleri seçtiler. Oraya ne için gönderildikleri hususunda da iki görüş vardır: Birincisi: Mûsa onları Beytü’l - Mukaddes’e zorbaların haberlerini getirmek üzere gönderdi, bunu da İbn Abbâs, Mücâhid ve Süddi, demişlerdir. İkincisi: Onlar kavimlerinin verdikleri sözü yerine getirmelerine kefil olarak gönderildiler. Bunu da Hasen ile İbn İshak, demiştir. Onların peygamber olduklarında ise iki görüş vardır: En doğrusu peygamber olmadıklarıdır. "Allah dedi": Sözde söylenmeyen kısım vardır, takdiri: Allah onlara dedi, şeklindedir. Kendilerine denen kimseler hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: Onlar İsrâil oğullarıdır, bunu da cumhûr, demiştir. İkincisi: Onlar nakiplerdir, bunu da Rebi’ ile Mukâtil, demişlerdir. "Ben sizinle beraberim "in manası da: Yardım ve destekle beraber sizinleyim, demiştir. "Onları desteklerseniz” kavlinin manasında da iki görüş vardır: Birincisi: O yardım ve nusrettir, bunu da İbn Abbâs, Hasen, Mücâhid, Katâde ve Süddi, demişlerdir. İkincisi: O ululamak ve saygı duymaktır, bunu da Atâ’, Yezidi, Ebû Ubeyde ve İbn Kuteybe, demişlerdir. "Allah’a güzel bir ödünç verirseniz": Bu ödünç vermede de iki görüş vardır: Birincisi: O farz olan zekattır. İkincisi: Nâfile sadakadır. Karz-ı hasenin manasını da Bakara suresinde açıklamış bulunuyoruz. "İçinizden kim bunu inkâr ederse": Bu da verilen söze işaret etmektedir. "Muhakkak doğru yoldan sapmıştır": Yani doğru yolu şaşırmıştır, demektir. 13Sözlerini bozmaları sebebiyle onlara lânet ettik ve kalplerini katılaştırdık. Onlar kelimeleri yerlerinden tahrif ediyorlar. Onlar nasihat edildikleri şeyden nasip almayı unuttular. İçlerinden pek azı hariç, onlardan daima bir hainlik görürsün. Onları affet, onlara aldırma. Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever. "Sözlerini bozmaları sebebiyle": Kelâmda atılma vardır, takdiri şöyledir: Sözlerini bozdular, biz de bozmaları sebebiyle onlara lânet ettik. Bu lânetten murat edilen şey hususunda da üç görüş vardır: Birincisi: O, cizye ile azap etmedir, bunu İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Suretlerini değiştirmekle azap etmedir, bunu da Hasen ile Mukâtil, demişlerdir. Üçüncüsü: Rahmetten uzaklaştırmadır, bunu da Atâ’ ile Zeccâc, demiştir. "Ve caalna kulubehüm kasiyeten": İbn Kesir, Nâfi, Âsım, Ebû Amr ve İbn Âmir, elifle "kasiyeten” okumuşlardır. Kaset, fehiye kasiyetün denir. Hamze, Kisâi, Mufaddal da Âsım’dan rivayetle, elifsiz ve yenin şeddesi ile, "kasiyyeten” okumuşlardır. Çünkü fail ve feil şahid ve şehîd, alim ve alîm gibi de gelir. "Kasvet” ise: Yumuşaklık ve inceliğin tersidir. Bunu da Bakara suresinde anlatmış bulunuyoruz. Sözü tahrif etmelerinde de üç görüş vardır: Birincisi: Tevrat’ın sınırlarını değiştirmektir, bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in sıfatını değiştirmektir, bunu da Mukâtil, demiştir. Üçüncüsü: Onu indirildiğinden başkasıyla tefsir etmektir. Bunu da Zeccâc, demiştir. "Yerlerinden” kelimesi de Nisa suresinde açıklanmıştır. "Nasihat edildikleri şeyden nasip almayı unuttular": Burada unutmak bilerek terk etmektir. Haz ise: Nasip, demektir. Mücâhid de şöyle demiştir: Kendilerine indirilen Allah’ın kitabını unuttular. Başkası da: Kendilerinden alınan sözdeki nasiplerini unuttular, demiştir. "Nasihat edildikleri şey"in manasında da iki görüş vardır: Birincisi: Emredildikleri şeydir. İkincisi: Vasiyet edildikleri şeydir. "Vela tezalii tettaliu alâ hainetin minhüm": A’meş: "Alâ hiyanetin minhüm” okumuştur. İbn Kuteybe de: Haine ile hiyanet aynı manayadır, demiştir. Hainin sıfatı olması da câizdir, nitekim: Recülün tağiyetün (azgın adam) ve raviyetün lilhadis (çok hadis rivayet eden adam) denir. İbn Abbâs: Bu da Kurayzalıların Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e verdikleri sözü bozmaları ve Ka’b b. Eşrefin Mekke’ye gidip Kureyş’i Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in üzerine kışkırtması gibi şeylerdir, demiştir. "Onlardan pek azı hariç": Bunlar sözü bozmadılar, bunlar da Abdullah b. Selam ile arkadaşlarıdır. Bazıları da, pek azı, iman etmeyenleridir, demişlerdir. "Onları affet ve onlara aldırma": Bunun neshi hususunda da iki görüş halinde ihtilaf etmişlerdir: Birincisi: O, mensuhtur, bunu da cumhûr, demiştir. Onu nesheden baklanda da üç görüş halinde ihtilaf etmişlerdir: Birincisi: O, kılıç âyetidir. İkincisi: "Allah’a iman etmeyenleri öldürün” (Tevbe: 29) kavlidir. Üçüncüsü: "Eğer bir kavmin hiyanetinden korkarsan” (Enfal: 58) kavlidir. İkincisi: O Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile aralarında antlaşma olup da onu bozan ve Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i öldürmek isteyen, Allah’ın da onu onlara karşı galip getirdiği kimseler hakkında inmiştir. Sonra da Allahü teâlâ bu âyeti indirdi, bu âyet neshedilmedi. İbn Cerir de şöyle demiştir: Savaş yapmadıkça ve cizye vermekten ve küçüklüğü kabul etmekten kaçınmadıkları sürece yaptıkları haksızlığı atfetmiş olması câizdir. O nedenle nesihten bahsedilemez. 14"Biz Hıristiyanlarız” diyenlerden de sözlerini aldık; onlar da kendilerine edilen öğütten nasiplenmeyi unuttular. Biz de kıyamet gününe kadar aralarına düşmanlık ve kin saldık. Allah ileride onlara ne yaptıklarını haber verecektir. "Biz Hıristiyanlarız” diyenlerden de sözlerini aldık": Hasen şöyle demiştir: Onlar: "Bizler Hıristiyanlarız” dediler; Hıristiyanlardanız, demediler demiştir; bu da onların gerçek Hıristiyanların yolunda olmadıklarını gösterir ki, bunlar da Mesih’e tabi olanlardır. Katâde de şöyle demiştir: Onlar, Nasıra denen bir köyde idiler, bu nedenle bu ismi aldılar. Mukâtil de şöyle demiştir: Tevrat ehlinden Muhammed’e iman etmelerine dair söz alınıp da terk ettikleri gibi bunlardan da söz alındı, demiştir. "Feağreyna beynehümül adavete": Nadr: Kışkırttık, demiştik. Müerric de: Onları birbirine karşı tahrik ettik, demiştir. Zeccâc da: Bunu onlara yapıştırdık, demiştir. Ğaraytü birrecüli ğıran (elif-i maksure ile) denir ki, yapıştırmak demektir. Bu Esmaî’nin görüşüdür. Esmaî’den başkası da şöyle demiştir: Ğaraytü bihi ğıraen (elif-i memdude ile) denir ki, bu da eşyaları birbirine yapıştıran teşviktir. Aralarına düşmanlık ve kin saldık cümlesinin manası da: Birbirlerini tekfir eden fırkalara ayrıldılar, demektir. "Beynehüm"deki “hüm” zamirinde de iki görüş vardır: Birincisi: O, Yahudi ve Hıristiyanlara râcîdir, bunu da Mücâhid, Katâde ve Süddi, demişlerdir. İkincisi: O, özellikle Hıristiyanlara râcîdir, bunu da Rebi’, demiştir. Zeccâc da: Onlar Nasturiler, Yakubiler ve Melekilerdir, demiştir. Her grup diğerine düşmanlık eder. Âyetin tamamında onlar için ağır tehdit vardır. 15Ey kitap ehli, size kitaptan gizlediğiniz birçok şeyleri açıklayan ve birçoklarını da affeden elçimiz geldi. Size Allah’tan bir nûr ve apaçık bir kitap da gelmiştir. "Ey kitap ehli": Bunların hakkında iki görüş vardır: Birincisi: Bunlar, Yahudilerdir. İkincisi: Yahudilerle Hıristiyanlardır. Elçi de Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’dir. "Size kitaptan gizlediğiniz birçok şeyleri açıklar": İbn Abbâs: Onlar recm âyetini ve Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in durum ve sıfatını gizlediler. "Birçoklarını da affeder": Onlardan geçer ve onu gizlediklerini haber vermez. Eğer: "gizledikleri hakkı nasıl dile getirmez ve onu açıklamaz?” denilirse, buna iki türlü cevap verilir: Birincisi: O, kendisine emredileni alırdı; durumlarından bir şeyi açıklamakla emrolunursa onu açıklar ve onları ondan sorumlu tutardı, yoksa sükut ederdi. İkincisi: Yapılan anlaşma dinlerinde kalmak üzere idi, emrolundukları şeylerden çoğunu gizleyip de başkasını din edinince, kendinin sıfatı ve peygamberlik alâmetlerinden olanları açıkladı ki, onlara göre mucizesi gerçekleşsin. Recm hususunda ona müracaat ettiler, o da kendi şeriatine uygun olup da gizlediklerini açıkladı, bazı şeylere de ses çıkarmadı ki, kendi dinlerinde kalmaları gerçekleşsin. "Size Allah’tan bir nûr gelmiştir": Katâde: Nûr ile Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’i kasdetmiştir, demiştir. Başkası da: O İslâm’dır, demiştir. “Apaçık kitap” ise: Kur’ân’dır. 16Allah onun sayesinde rızasına uyanları selamet yollarına iletir ve onları izni ile karanlıklardan aydınlığa çıkarır ve onları doğru yola iletir. "Allah onun sayesinde hidayet eder": Yani kitap sayesinde. Rızası da: Allahü teâlâ’nın razı olduğu şeylerdir. "Sübül": Sebil’in çoğuludur. İbn Abbâs: Sübüsselam: İslâm dinidir, demiştir. Süddi de: "Es - selam": Allah’tır, "O’nun yolu da": Meşru kıldığı dinidir, demiştir. Zeccâc şöyle demiştir: "Sübülü’s-selâm"ın: Gidenin dinde selamet bulacağı esenlik yolu olması da câizdir, "Es - Selam"ın: Aziz ve celil olan Allah’ın ismi olması da câizdir. O zaman mana: Aziz ve celil olan Allah’ın yolu olur. "Onları karanlıklardan çıkarır": Yani küfürden çıkarır. "Nûra": Yani imana çıkarır. "izni ile": Yani emri ile. "Ve onları doğru yola iletir": O da İslâm’dır. Hasen de: Hak yoludur, demiştir. 17Şüphesiz: "Allah Meryem oğlu (İsa) Mesih’tir” diyenler kâfir olmuşlardır. De ki: "Eğer Allah Meryem oğlu İsa’yı, anasını ve bütün yeryüzündekileri helak etmek istese, kim O’nun azabından herhangi bir şey önleyebilir? Göklerin, yerin ve ikisinin arasındakilerin mülkü Allah’ındır. Dilediğini yaratır. Allah’ın her şeye gücü yeter. "Şüphesiz: "Allah Meryem oğlu İsa Mesih’tir” diyenler kâfir olmuştur": İbn Abbâs: Bunlar Necran Hıristiyanlarıdır, çünkü onlar onu İlâh edindiler demiştir. "De ki: Allah’tan kim önleyebilir?": Yani kim O’nun azabından bir şeyi def edebilir? "Eğer Meryem oğlu İsa’yı helak etmek isterse": Yani: Eğer O, onların iddia ettikleri gibi İlâh olsa idi, Allah’ın kendinin helaki veya annesinin helaki ile ilgili emri geldiği zaman Allah’ın emrini reddederdi. Annesinin helaki ile ilgili Allah’ın emri gelince onu annesinden uzaklaştırmadı. "Dilediğini yaratır": Kavlinde de onlara reddiye vardır; çünkü onlar Peygamber’e: Sen de onun gibi babasız (birini) getir, demişlerdi. Eğer: Neden: "Göklerin, yerin ve ikisinin arasındakilerin mülkü Allah’ındır, dedi de: "Ma beynehünne” Onların arasındakilerin, demedi?” denirse, cevap şöyledir: Mana: Bu iki çeşit şeyler arasındakiler demektir. Bunu da İbn Cerir, demiştir. 18Yahudi ve Hıristiyanlar: "Biz Allah’ın oğulları ve sevgilileriyiz” dediler. De ki: "Öyleyse size günahlarınız yüzünden niçin azap ediyor?” Bilakis siz O'nun yarattıkları insanlarsınız. O dilediğini bağışlar ve dilediğine azap eder. Göklerin ve yerin ve ikisinin arasındakilerin mülkü Allah’a aittir. Son dönüş ancak O’nadır. "Yahudi ve Hıristiyanlar dediler": Mukâtil: Onlar Medine Yahudileriyle Necran Hıristiyanlarıdır, demiştir. Süddi de şöyle demiştir: Allah İsrâil’e (Yaloıb'a) şöyle vahyetti: Senin çocuğun benim ilk çocuğumdur. Onları temizlemek için kırk gün ateşe sokacağım, ateş onların hatalarını yiyip bitirecek. Sonra bir tellal: İsrâil oğullarından bütün sünnetlileri çıkarın, diye ünler. Şöyle de denilmiştir: Onlar (Hıristiyanlar): Mesih Allah’ın oğludur deyince, "biz de Allah’ın oğullarıyız"sözünün manası: Bizden de Allah’ın oğlu vardır demek olur. "De ki: Öyleyse Allah size niçin günahınızdan dolayı azap ediyor?” kavli de, davalarını reddeder, çünkü baba çocuğuna azap etmez, sevgili sevgisilisine azap etmez. Onlarsa: Allah bize kırk gün azap eder, dediler. Kelâmın manasının şöyle olduğu da söylenmiştir: "Öyleyse sizden maymuna ve domuza çevirdiklerine niçin azap etti? Onlar Cumartesi tatiline riayet etmeyenlerle sofra mucizesini inkâr edenlerdir. "Bilakis sizler Allah’ın yarattığı insanlarsınız": Yani sizler de diğer insanlar gibisiniz, iyilik ve kötülüğünüzün karşılığını göreceksiniz. Atâ’ da şöyle demiştir: Dilediğini bağışlar, ki, onlar Allah’ı birleyenlerdir; dilediğine de azap eder, ki, onlar da müşriklerdir. 19Ey kitap ehli, peygamberlerin kesildiği bir sırada; "bize ne bir müjdeci ne de bir uyarıcı gelmedi” demeyesiniz diye elçimiz size (dini) açıklamak üzere gelmiştir. İşte size bir müjdeci ve uyarıcı gelmiştir. Allah’ın her şeye gücü yeter. "Ey kitap ehli, size elçimiz gelmiştir": İniş sebebi şudur: Muaz b. Cebel, Sa’d b. Ubade ve Ukbe b. Vehb: Ey Yahudiler, Allah'tan korkun, Allah'a yemin ederiz ki, onun Resûlüllah olduğunu biliyorsunuz. O gönderilmeden önce onu bize anlatıyor ve sıfatım bize veriyordunuz, dediler. Vehb b. Yahuda ile Rafi: Biz size böyle bir şey demedik, Allah Mûsa’dan sonra ne bir kitap indirdi ne de ondan sonra müjdeci ve uyarıcı olarak bir Peygamber gönderdi, dediler. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu İbn Abbâs, demiştir. "Fetret": Sükunet ve dinginlik demektir. Fetereşşey’ü yefturu futuren denir ki, hiddeti geçip içinde bulunduğu hali sakinleşmektir. Et - Tarful fatir de: Keskin olmayan bön bakışlı göz demektir. Fütur: Zafiyet ve gevşekliktir. İsa ile Muhammed aleyhimesselam arasındaki fetretin süresi hakkında da dört görüş vardır: Birincisi: İsa ile Muhammed aleyhimesselam arasında altı yüz sene vardır. Bunu Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Selman-ı Farisi ile Mukâtil de böyle demişlerdir. İkincisi: Beş yüz altmış sene vardır. Bunu Katâde, demiştir. Üçüncüsü: Dört yüz otuz küsur sene vardır. Bunu da Dahhâk, demiştir. Dördüncüsü: Beş yüz kırk sene vardır, bunu da İbn Saib, demiştir. Ebû Salih İbn Abbâs’tan: "Alâ fetretin minerrüsüli” kavlini, onların kesildiği bir sürede diye tercüme ettiğini söylemiştir. İsa’nın doğumu ile Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in doğumu arasında beş yüz doksan dokuz sene vardır, fetret de budur, demiştir. İsa'dan sonra dört peygamber gelmiştir. Bu: "Hani onlara iki elçi göndermiştik de onlara inanmamışlar; biz de onları bir üçüncüsü ile desteklemiştik” (Yasin: 14) âyetinde geçmektedir. Dördüncüsünü ise bilmiyorum, demiştir. Bu peygamberlik dönemi yüz otuz sene sürmüştür, kalanı fetret devridir. Ebû Süleyman Dımeş ki, de şöyle demiştir: Allah daha iyi bilir ya, dördüncüsü Halid b. Sinan’dır ki, onun hakkında Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem: "Kavmi onu zayi etti” demiştir. 7 7 - Müslim, Fedail, hadis no, 143, 144, 145; Ebû Dâvud, Sünnet, bab, 13. "En tekûlu": Ferrâ’: Key lâ tekulu: Ma caena min Beşir (bize bir müjdeci gelmedi) demeyesiniz demiştir. Tıpkı şu ayetteki gibi: "Yubeyyinullahu leküm en tedıllu". (Nisa: 176) Başkası da: Demeyesiniz, diye demiş. Demeniz istenmediği için diyenler de olmuştur. 20Bir zamanlar Mûsa, kavmine şöyle demişti: "Ey kavmim, Allah’ın, üzerinizdeki nimetini hatırlayın; hani içinizden peygamberler gönderdi. Sizleri krallar yaptı ve size dünyalardan hiç kimseye vermediğini verdi. "Hani sizleri krallar yaptı": Bunda iki görüş vardır: Birincisi: Onlar Mûsa’nın seçtiği yetmiş kişidir; onunla beraber Tûr dağına gittiler, Allah da onları Mûsa ile Harun'dan sonra peygamber yaptı. Bu İbn Saib ile Mukâtil’in görüşüdür. İkincisi: Onlar Mûsa’dan sonra İsrâil oğullarından gönderilen kimselerdir. Bunu da Maverdi, demiştir. Ne ile kral oldukları hususunda da sekiz görüş vardır: Birincisi: Kudret helvası, bıldırcın eti ve (su) fışkıran taş ile. İkincisi: Onlardan her adama bir zevce ve bir eş vermekle. Üçüncüsü: Zevce, hizmetçi ve ev vermekle. Bu üçü İbn Abbâs’tan rivayet edilmiştir. Bu üçüncüsü Hasen ile Mücâhid’in de tercihidir. Dördüncüsü: Hizmetçi ve ev ile, bunu da İkrime, demiştir. Beşincisi: Onlara hizmetçiler vermekle. İlk hizmetçi kullananlar onlardır. Kim hizmetçiye sahip olursa, o kraldır. Bunu da Katâde, demiştir. Altıncısı: Hür olmalarıyla; onlardan her insan kendi nefsine, ailesine ve malına sahip idi. Bunu da Süddi, demiştir. Yedincisi: İçinde sular akan geniş konaklarla. Bunu da Dahhalc, demiştir. Sekizincisi: Onları Melik ve Kral kılmakla, bunu da Maverdi, zikretmiştir. "Size dünyalardan kimselere vermediğini verdi": Muhatapların kimler olduğu hususunda da iki görüş halinde ihtilaf edilmiştir: Birincisi: Onlar Mûsa'nın kavmidir, İbn Abbâs ile Mücâhid bu görüşteler. İbn Abbâs şöyle demiştir: Dünyalardan maksat, beraber yaşadıkları kimselerdir. Onlara verdiği şey hususunda da üç görüş vardır: Birincisi: Kudret helvası, su fışkıran taş ve gölge eden buluttur. Bunu da Mücâhid, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş ve bunu da demiştir. İkincisi: O; ev, hizmetçi ve eştir, bunu da Atâ’ İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. İbn Cerir de şöyle demiştir: Bu Mûsa kavmi zamanında birilerine verilen nimetlerdir. Üçüncüsü: Onlarda peygamberlerin çok olmasıdır. Bunu Maverdi, demiştir. İkincisi: Hitap Muhammed ümmetinedir, bu da Said b. Cübeyr ile Ebû Mâlik'in görüşüdür. 21Ey kavmim, Allah’ın size yazdığı kutsal toprağa girin. Arkanıza dönmeyin; sonra ziyana uğrayanlardan olursunuz. "Ya kavmidhulu": İbn Muhaysın, mimin zammesi ile: Ya kavmu okumuştur. "Ya kavmüzküru nimete"; "ya kavmu'budullaha” (A’raf: 59) da böyledir. "Kutsal"ın (mukaddesin) manasında da iki görüş vardır: Birincisi: Temizdir, bunu da İbn Abbâs ile Zeccâc, demişlerdir. Zeccâc şöyle demiştir: Kulplu tasa da abdest alındığı için kades denilmiştir. Beytülmukaddes denmesi de orada günahlardan temizlenildiği içindir. Şöyle de denilmiştir: Ona mukaddes denilmesi, şirkten temiz olmasından ve peygamberlere ve mü’minlere mesken kılınmasındandır. İkincisi: Mukaddes, mübarek demektir, bunu da Mücâhid, demiştir. O topraktan neresi kasdedildiğinde de dört görüş vardır: Birincisi: O Eriha’dır, bunu İkrime, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş, Süddi ile İbn Zeyd de böyle demişlerdir. Süddi: Eriha, Beytülmukaddes’tir, demiştir. Dahhâk’tan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Bu topraktan maksat Uya ile Beytülmukaddes’tir. İbn Kuteybe şöyle demiştir: Mûsa’nın münacatında şöyle dediğini okudum: Allah’ım, sen davarlardan koyunu, kuşlardan güvercini, evlerden Bekke ile İlya’yı, İlya’dan da Beytülmukaddes’i seçtin. Bu da İlya’nın Beytülmukaddes'i içine alan toprak olduğunu gösterir. Şeyhimiz Ebû Mansur el- Lügavi’den, İlya’nın Beytülmukaddes olduğu ve sonradan Arapçalaştığını okudum. Şair Ferezdak da şöyle demiştir: İki ev vardır: Biri Beytullah’tır biz onun mütevellileriyiz, Diğeri de İlya’nın en yüksek yerindeki şerefli Beyt'tir. İkincisi: O Tûr ve çevresidir, bunu da Mücâhid, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş, bunu da demiştir. Üçüncüsü: O; Şam, Filistin ve Ürdün’ün de bir kısmıdır, bunu Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Dördüncüsü: O, Şam’ın tamamıdır, bunu da Katâde, demiştir. "Allah size yazdı": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: Size emretti ve oraya girmeyi size farz etti, manasınadır, bunu da İbn Abbâs ile Süddi, demişlerdir. İkincisi: Size bağışladı, ihsan etti manasınadır, bunu da İbn İshak demiştir. İbn Kuteybe de: Onu size verdi, demiştir. Üçüncüsü: Levh-i Mahfuz’da sizin yurdunuz olduğunu yazdı. "Eğer: "Nasıl olur? Halbuki onlara haram etmişti, onlar için nasıl yazar?” denilirse, buna iki türlü cevap verilir: Birincisi: Onu, itâat şartı ile onlara verdi, isyan edince de onlara haram etti. İkincisi: Onu İsrâil oğullarına yazdı, onların oldu, yoksa Mûsa oraya girmelerini emrettiği kimselerin olacağını kasdetmedi. İbn Cerir de şöyle demiştir: Kelâmın umum olup da tahsis edilmesi, dolayısıyla bazılarına ait olması da câizdir. Nitekim ona Yuşa b. Nun ile Kaleb girmiştir. "Arkanıza dönmeyin": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Allah’ın emrinden isyanına dönmeyin. İkincisi: O’na şirke dönmeyin. 22Onlar da şöyle dediler: Ey Mûsa, gerçekten orada zorba bir kavim vardır. Onlar oradan çıkıncaya kadar biz oraya asla girmeyeceğiz. Eğer onlar oradan çıkarlarsa, biz de şüphesiz oraya gireceğiz. "Şüphesiz orada zorba bir kavim vardır": Zeccâc şöyle demiştir: Zorba adam, insanları istediği şeyi yapmaya zorlayan kimsedir. Cebbar da: Aşırı zorba demektir. Onlara zorba denmesinde de üç görüş vardır: Birincisi: Onlar güçlü kuvvetli kimseler idi. Bunu İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Onlar iri yarı kimseler idiler. Bunu da Katâde, demiştir. Üçüncüsü: Onlar çok katil kimselerdi. Bunu da Mukâtil, demiştir. Kıssaya İşaret İbn Abbâs şöyle demiştir: Mûsa ve kavmi zorbaların şehrine gelince, haber getirmek için on iki nakip gönderdi. Zorbalardan biri onlarla karşılaştı, onları şalının içine koyup şehre getirdi. Kavmine seslendi, onlar da toplandılar, onlara: "Sizler kimlersiniz?” dediler. Onlar da: Biz Mûsa kavmindeniz, haberinizi getirmek için bizi gönderdi, dediler. Onlara bir habbe üzüm verdiler, bunu bir adam zor kaldırırdı. Onlara: Mûsa ve kavmine söyleyin: Meyvelerimizin nasıl olduğunu takdir edin, deyiniz. Onlar dönünce: Ey Mûsa, orada zorba bir kavim vardır, dediler. Süddi şöyle demiştir: Onlara rastlayan Avc, yani Avc b. Anak idi, on iki kişiyi alıp eteğine koydu, onları karısına getirdi: Bunlara bak, bizimle savaşmak istiyorlar, dedi ve önüne attı: "Onları ayağımla çiğneyeyim mi?” dedi. Karısı da: Hayır, onları serbest bırak ki, gördüklerini kavimlerine haber versinler, dedi. Onlar çıkınca: Eğer durumu İsrâil oğullarına haber verirsek, Allah’ın nebisinden dönerler, dediler ve durumu gizlemeye karar verdiler. On’u sözlerinden döndü, ikisi gizlediler. Mücâhid de şöyle demiştir: Nakipler zorbaları şöyle gördüler: Birinin kol ağzına iki adam girer, üzüm salkımını ancak dört veya beş kişi taşır. Taneleri çıkarılmış bir nar kabuğuna dört beş adam girer. Bunun üzerine nakipler dönüp kabilelerini onlarla savaşmaktan men ettiler, ancak Yuşa ile İbn Yukanna savaştan kaçmadılar. 23(Allah’a karşı gelmekten) korkanlardan ve Allah’ın nimet verdiği iki adam: "Üzerlerine (şehrin) kapısından girin; oradan bir kere girdiniz mi muhakkak sizler galipsiniz! Eğer inanıyorsanız Allah’a tevekkül edin” dediler. "Allah’tan korkanlardan iki adam dedi": Bu adamların kimler olduğu hakkında üç görüş vardır: Birincisi: Onlar Yuşa b. Nun ile Kaleb b. Yukanne idiler. Bunu İbn Abbâs, demiştir. Mücâhid de: Yukanna, demiştir. Bu ikisi rakiplerdendi. İkincisi: Onlar zorbalardan idiler, Müslüman oldular, Bu İbn Abbâs’tan rivayet edilmiştir. Üçüncüsü: Onlar Zorbaların şehrinde idiler, Mûsa dininden idiler. Bunu da Dahhâk, demiştir. İbn Abbâs, Mücâhid, Said b. Cübeyr, Ebû Recâ’ ve Eyyub, yenin zammesiyle "yuhafune” okumuşlardır; manası da: Kendilerinden korkulan kimselerden, demektir. Bunlar mü’min olarak dışarı çıkmışlardı. "Korkmaları": Bu hususta da üç görüş vardır: Birincisi: Onlar bir tek Allah’tan korktular. İkincisi: Zorbalardan korktular. Korkuları hakkı söylemelerine mani olmadı. Üçüncüsü: Kendilerinden korkulan, demektir. Bu da İbn Cübeyr’in kıraatine göredir. "Onlara verdiği nimet": Hususunda da dört görüş vardır: Birincisi: İslâm’dır, bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Salâh-ı hal, fazilet ve yakîndir. Bunu da Atâ’, demiştir. Üçüncüsü: Hidayettir, bunu da Dahhâk, demiştir. Dördüncüsü: Korkudur. Bunu da İbn Cerir, bazı seleflerden zikretmiştir. "Onların üzerine kapıdan girin": İbn Abbâs şöyle demiştir: İki adam: Onların üzerine şehrin kapısından girin; çünkü onların içi bizim korku ve endişemizle dolmuştur, dediler. 24"Ey Mûsa, onlar orada oldukları sürece biz oraya hiçbir zaman girmeyiz. Sen Rabbinle beraber git; ikiniz savaşınız. Biz burada oturacağız” dediler. "Sen Rabbinle beraber git; ikiniz savaşın": İbn Zeyd şöyle demiştir: Ona: Bak, Rabbin Fir’avn ve kavmine ne yaptıysa bu insanlara da yapsın, dediler. Mukâtil de şöyle demiştir: Sen git, Rabbinden yardım iste, demiştir. Başkaları da: Sen git, Rabbin sana yardım etsin, demişler. İbn Mes’ûd şöyle demiştir: Mikdad’ın öyle bir manzarasına şahit oldum ki, o şey benim olsa idi hiçbir şeyle değişmezdim: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e geldi: O müşriklere karşı çıkmaya çağırıyordu, şöyle dedi: Biz sana, Mûsa’nın kavminin dediği gibi: Sen ve Rabbin gidin, savaşın, biz burada oturacağız demeyiz; ancak sağında, solunda, önünde ve arkanda savaşacağız, dedi. Bunun üzerine Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in yüzünün parladığını ve sevindiğini gördüm. 8 8 - İmam Ahmed, Müsned, 5/259, 6/65, 174. Enes de şöyle demiştir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem Bedir’e çıktığı gün insanlarla müşavere etti; Ebû Bekir fikrini söyledi. Sonra ötekilerle müşavere etti; Ömer de fikrini söyledi. Kendisi sustu. Ensardan bir adam: Ey Ensar, Resûlüllah sizi kasdediyor, dedi, onlar da: Ya Resûlallah, biz sana, İsrâil oğullarının Mûsa’ya dedikleri gibi: Sen ve Rabbin gidin savaşın, biz burada oturacağız, demeyiz; fakat at sürsen de Berkülğımad’a gitsen seninle beraber oluruz, dediler. 9 9 - İmam Ahmed, Müsned, 2/253. 25O da: "Ya Rabbi, benim ancak kendime ve kardeşime gücüm yeter. Artık bizimle bu fasıklar topluluğunun arasını ayır” dedi. "Benim ancak kendime ve kardeşime gücüm yeter": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Benim ancak kendime gücüm yeter, kardeşimin de ancak kendine gücü yeter. İkincisi: Ben ancak nefsime ve kardeşime sahibim, yani kardeşimin itâat etmesine sahibim; çünkü kardeşi ona itâat edince, ona sahip gibi olur. Bu da mecaz yolu iledir. Nitekim Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Bana hiçbir mal Ebû Bekir'in malı gibi fayda vermemiştir. Bunun üzerine Ebû Bekir ağladı: "Ben de malım da senin değil miyiz, ya Resûlallah?” dedi. 10 10 - İmam Ahmed, Müsned, 2/253. Yani beni nereye gönderirsen oraya giderim, malım da emrindedir, demektir. "Bizimle fasıklar topluluğunun arasını ayır": İbn Abbâs şöyle demiştir. Bizimle onların arasında hüküm ver. Ebû Ubeyde: Uzaklaştır, aç ve ayır, demiştir. Fasıklardan kimlerin murat edildiğine dair üç görüş vardır: Birincisi: Asilerdir, bunu İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Yalancılardır, bunu da İbn Zeyd, demiştir. Üçüncüsü: Kâfirlerdir, bunu da Ebû Ubeyde, demiştir. Süddi de şöyle demiştir: Onlar: Sen Rabbinle git, dedikleri zaman onlara kızıp beddua etti; bu da Mûsa’nın yaptığı acelelerden biri idi. 26O da: "Şüphesiz orası onlara kırk sene haram edilmiştir. Onlar oldukları yerde sersem sersem dolaşacaklardır. Artık sen o fasıklar topluluğuna üzülme!” dedi. "Orası onlara haram edilmiştir": Kutsal toprağa işarettir, haram edilmesinin manası da oradan men edilmeleridir. "Erbe’în"in mensûb olmasına gelince, Ferrâ’ şöyle demiştir: O haram edilmekle (maharremtün ile) mensubtur, "yetihune” ile mensûb olması da câizdir. Zeccâc da: Haram ile mensûb olması câiz değildir, çünkü tefsirde orasının onlara ebediyen haram edildiği geçmiştir, demiştir. Ben de derim ki: Müfessirler bunda ihtilaf etmişlerdir; içlerinde İkrime ile Katâde’nin de olduğu çoğunluk, Zeccâc’ın ebediyen haram edilmiştir görüşünü benimsemişlerdir. İkrime de: Onlara ebediyen haram edilmiştir; kırk sene şaşkın şaşkın dolaşacaklardır, demiştir. İçlerinde Rebi’ b. Enes’in olduğu bir grup da şuna kani olmuşlardır: Onlara kırk sene haram edilmiş, sonra da oraya yürümeleri emredilmiştir. Bu da İbn Cerir’in tercihidir. Şöyle demiştir: O ancak tahrim ile nasbedilmiştir, tahrimde herkes için geneldir. Bu müddet içinde oraya onlardan hiç kimse girmemiştir. Süre bitince, kalanların zürriyetleriyle birlikte girmelerine izin verilmiştir. Ebû Ubeyde de: Yetihune’nin manası: Şaşar ve yollarını kaybederler, demiştir. Kıssalarına İşaret İbn Abbas şöyle demiştir: Allah onlara Beytülmukaddes’e girmeyi haram etti, onlar da kırk sene şaşkın şaşkın dolaştılar, çölde öldüler. Mûsa ile Harun da öldüler, Beytülmukaddes’e ancak Yuşa, Kaleb ve kavmin çocuklarından bazıları girdiler. Yuşa b. Nun, yanında kalanlarla zorbaların şehrini zorlayıp fethetti. Mücâhid de şöyle demiştir: Kırk sene çölde dolaştılar, nerede akşamladılarsa orada sabahladılar, nerede sabahladılarsa orada akşamladılar. Süddi de şöyle demiştir: Allah onları çölde şaşırtınca Mûsa onlara beddua ettiğine pişman oldu, ona: "Çocuklarımıza ne yaptın? Yiyecek nerede?” dediler. Bunun üzerine Allah kudret helvasını indirdi, "içecek nerede?” dediler. Bunun üzerine Mûsa'ya asasını taşa vurması emredildi. "Gölge nerede” dediler. Bu sefer de onlara bulut gölge etti. "Giyecek nerede?” dediler. Elbiseleri de çocukların büyümesi gibi onlarla beraber uzardı. Elbiseleri yırtılmazdı. Mûsa ruhunu teslim etti, zorbaların kentine girmek istemeyenlerin hepsi öldü. Fethi görmedi. Başka bir görüş daha vardır: Aradan kırk sene geçince, Mûsa İsrâil oğullarıyla beraber Tih çölünü geçti, onlara: Şu kente girin, ondan bol bol yiyin, kapıdan eğilerek geçin ve Rabbimiz, günahımızı bağışla, deyin, dedi... Bu; Rebi’ b. Enes ile Abdurrahman b. Zeyd’in görüşüdür. İbn Cerir Taberî ile Ebû Süleyman Dımeşki de, doğrusu budur, demişlerdir. Zorbaların şehrini İsrâil oğullarının iyileriyle beraber fetheden Mûsa’dır. Çünkü siyer yazarları, Avc b. Anak’ı öldürenin Mûsa olduğunda icma etmişlerdir. Avc onların kralı idi. Bel'am b. Baura da Mûsa’nın esir aldıkları arasında idi, onu öldürdü. Eskilerden Mûsa’nın yanında olanlardan Yuşa ile Kaleb’in dışında oraya giren olmadı. Orası ancak itâat etmeyenlere haram edilmişti. Tih arazisinin alanı hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: Dokuz fersahdır, bunu İbn Abbâs, demiştir. Mukâtil de: Bu enidir, boyu ise otuz fersahtır, demiştir. İkincisi: Altıya on iki fersahtır, bunu da Mukâtil, demiştir. "Fasıklar topluluğuna üzülme": Zeccâc: Şanları isyan ve Peygambere muhalefet etmek olan topluma üzülme, demiştir. İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Esiytü alâ keza denir ki, üzüldüm, demektir. Ene âsa esen de: Üzgünüm demektir. 27Onlara Âdem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak oku: Hani birer kurban takdim etmişlerdi de; birinden kabul olunmuş, diğerinden kabul olunmamıştı. O da: "Seni mutlaka öldüreceğim” dedi. O da: "Allah ancak kendinden korkanlardan kabul buyurur” dedi. "Onlara Âdem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak oku": Nebe’: Haber demektir. Âdem’in iki oğlu hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: Sulbünden iki oğludur; bunlar da Kabil ile Habil’dir. Bunu İbn Ömer, İbn Abbâs, Mücâhid ve Katâde, demiştir. İkincisi: İsrâil oğullarından iki kardeştir, Âdem’in sulbünden oğulları değildir. Bu da Hasen’in görüşüdür. Ulema birincinin üzerinde durmuştur, doğrusu da budur, çünkü: "Ona kardeşininin cesedini nasıl gömeceğini göstermek istiyordu” (Maide: 31) demiştir. Eğer İsrâil oğullarından olsa idi, defni bilirdi. Bir de Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem onun hakkında: "öldürmeyi ilk defa adet eden odur” demiştir. 11 11 - Buhârî, Cenaiz, bab, 22; İtisam, bab, 15; Ehadisü'l - Enbiya, bab, 1; Müslim, Kasame, hadis no, 27; Tirmizî, ilim, bab, 14; İbn Mâce, Diyat, bab, 1; İmam Ahmed, Müsned, 1/383,430, 433. "Bilhakkı": Yani olduğu gibi anlat, demektir. Kurban da: Kurb kökünden fu’lan veznindedir. Bunu da Al-i İmran’da zikretmiş bulunuyoruz. Niçin kurban sundukları hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: Âdem aleyhisselam kadını ikiz kardeşi ile evlendirmekten men edilmişti, onu başka kardeşiyle evlendirmesine izin verilmişti. Onun her batında bir erkek ve bir dişi olmak üzere çocuğu olurdu. Onun çirkin bir kızı ile güzel bir kızı doğdu. Çirkinin erkek kardeşi güzelin erkek kardeşine: Kız kardeşini bana nikahla ben de kız kardeşimi sana nikahlayayım, dedi. Güzel kızın erkek kardeşi: Kız kardeşime ben senden daha çok haklıyım, dedi. Güzel kızın erkek kardeşinin ekini, çirkin kızın kardeşinin de koyunları vardı: Gel, kurban takdim edelim, hangimizinki kabul olunursa onu o alsın, dedi. Koyun sahibi ak, gözleri kara, boynuzlu bir koç getirdi, ekin sahibi de bir küme tahıl getirdi. Allah o koçu cennette kırk yıl bekletti, İbrahim aleyhisselam’ın kestiği koç o idi. Ekin sahibi, onu öldürdü; Âdem’in bütün evladı o kâfirin soyundan geldi. Bunu Said b. Cübeyr, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. İkincisi: Onlar sebepsiz yere kurban sundular, el - Avfi, İbn Abbâs’tan şöyle rivayet etmiştir: Âdem’in iki oğlu bir gün oturuyorlardı: Birer kurban kessek, dediler. Koyunları olan sürüsünden en iyi ve semiz bir koyun getirdi; ötekisi de bir miktar ekin getirdi. Ateş indi, koyunu yedi, ekine dokunmadı. O da kardeşine: Halkın arasında dolaşacak mısın, onlar senin kurbanının kabul edildiğini ve senin benden daha hayırlı olduğunu biliyorlar; seni mutlaka öldüreceğim, dedi. Âlimler, Kabil ile kız kardeşinin Habil ile kız kardeşinden önce mi, yoksa sonra mı olduğunda ihtilaf ettiler. Bunda iki görüş ileri sürdüler: Kabil kâfir mi idi, yoksa kâfir değil de fasık mı idi, bunda da ihtilaf ettiler? Bunda da iki görüş vardır. Kabil'in kurbanının kabul olunmasında da iki görüş vardır: Birincisi: O, Allah’tan Kabil’den daha çok korkardı. İkincisi: O, malının en iyisini kurban etti, Kabil ise malının en kötüsünü kurban etti. Kurbanları Âdem’in emriyle mi idi? Yoksa kendi düşüncelerine göre mi idi? Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Bu olay olduğunda Âdem Beytullah’ı ziyarete gitmişti. İkincisi: Bunu onlara Âdem emretmişti. Habil, Kabil'in kız kardeşi ile evlendikten sonra mı öldürüldü, yoksa önce mi? Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Onu bundan önce öldürdü ki, ona yetişemesin. İkincisi: Onu kız kardeşini nikahladıktan sonra öldürdü. "Le-aktülenne-ke": Zeyd, Yakub’dan, nunun sükunu ve şeddesiz olarak "leaktülenke” (seni mutlaka öldüreceğim) okumuştur. Bunu diyen de Kurbanı kabul olunmayandır. Ferrâ’ şöyle demiştir: Neden adı anılmadı? Çünkü mana onu göstermektedir. Şu söz de öyledir: İza raeytezzalime velmazlume einte (zalimi ve mazlumu gördüğün zaman yardım edersin); izectemaassefihu velhalimu humide (akıllı ile akılsız birleştiği zaman övülür). Burada mazlum ile akıllı zikredil - memiştir; çünkü mana kapalı değildir. Eğer sen: Merre bi recülün vemreetün feantü (bana bir erkekle bir kadın rastladı; ben de yardım ettim) desen ve birini kasdetsen, câiz olmaz; çünkü maksadını gösteren ipucu yoktur. Takva sahiplerinden de kimlerin murat edildikleri hususunda iki görüş vardır: Birincisi: Onlar günahlardan sakınanlardır, bunu İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Onlar şirkten sakınanlardır. Bunu da Dahhâk, demiştir. 28Yemin olsun ki, eğer beni öldürmek için bana elini uzatırsan, ben de seni öldürmek için elimi sana uzatacak değilim. Şüphesiz ben, âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım. "Ben seni öldürmek için elimi sana uzatacak değilim": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Ben kendim için intikam alacak değilim, bunu İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Ben işi başlatacak değilim, bunu da İkrime demiştir. Nefsini müdafaa etmekten neden çekindi? Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Onu def etmeye gücü yettiği ve kendisi için câiz olduğu halde bundan günah korkusu men etti. Bunu da İbn Ömer ile İbn Abbâs, demişlerdir. İkincisi: O zamanlarda nefis müdafaası câiz değildi, bunu da Hasen ile Mücâhid, demişlerdir. İbn Cerir şöyle demiştir: Âyette maktulün katilin kendisini öldürmeye karar verdiğini bildiğine, buna rağmen nefsini müdafaa etmediğine dair bir delil yoktur. Onu suikastla öldürdüğü söylenmiştir. O zaman âyette olmayan bir şey delilsiz iddia edilemez. 29Şüphesiz ben benim de günahımı, senin de günahını yüklenip de cehennemdekilerden olmanı istiyorum. İşte zâlimlerin cezası budur. "Şüphesiz ben benim de günahımı senin de günahını yüklenmeni istiyorum": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Ben benim günahım ve senin günahın boynunda dönmeni istiyorum, bu İbn Mes’tıd, İbn Abbâs, Mücâhid, Katâde ve Dahhâk’in görüşüdür. İkincisi: Benim hatalarımda, seni de beni öldürmendeki günahınla dönmeni istiyorum. Bu da yine Mücâhid’ten rivayet edilmiştir. İbn Cerir: Doğrusu Mücâhid’in ilk görüşüdür, demiştir. Buhârî ile Müslim, "Sahih"lerinde İbn Mes’ûd’un Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: Ne zaman bir can haksız yere öldürülürse, mutlaka Âdem’in ilk oğluna onun kanından bir hisse olur. Çünkü öldürmeyi ilk icat eden odur. 12 12 - Önceki tahrice bkz. Eğer: "Habil mü’minlerden olduğu halde Kabil'in günahı taşımasını nasıl ister; çünkü mü'min nefsi için istemediği şeyi kardeşi için de istemez?” denilerse, buna üç türlü cevap verilir: Birincisi: O kardeşinin hata etmesini istememiştir, ancak: Beni öldürmek istersen günahımı yüklenmek istemiş olursun demek istemiştir. Zeccâc da bu manaya kail olmuştur. İkincisi: Kelâmda söylenmeyen kısım vardır, takdiri şöyledir: Ben benim de senin de günahımı çekmeni istemiyorum, demektir. Olumsuzluk edatı "lâ” atılmıştır, meselâ şu âyette olduğu gibi: "Ve elka filardı ravasiye en temide biküm” (Lokman: 10), yani en lâ temide biküm demektir. Şair İmruulkays’in şu beyti de öyledir: Fekultu yeminullahi ebrahu kaiden Velev kattau re’si ledeyki ve evsali Dedim ki: Yemin olsun, yerimden kalkmam Isterki yanında başımı, ellerimi ve ayaklarımı kessinler. Laebrahu demek istemiştir. Sa’leb’in görüşü de böyledir. Üçüncüsü: Mana şöyledir: Ben benim günahımın ve senin günahının kalkmasını, benim günahımı ve senin günahını taşımanın iptal olmasını isterim. Bu kısım atılmış, yerine "en” konulmuştur. Şu âyette olduğu gibi: "Kalplerine buzağı sızdırıldı” (yani buzağı sevgisi) demektir. Bunu ve bir öncekini İbn Enbari, zikretmiştir. "İşte zâlimlerin cezası budur": Bu, cehennem yaranlığına işarettir. 30Böylece nefsi ona kardeşini öldürmeyi süslü gösterdi. O da onu öldürdü. Böylece ziyan edenlerden oldu. "Fetavveat lehu nefsuhu": Bunda beş görüş vardır: Birincisi: Nefsi onun kardeşini öldürmesi için peşini bırakmadı. Bunu İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Cesaretlendirdi, bunu da Mücâhid, demiştir. Üçüncüsü: Ona süsledi, bunu da Katâde, demiştir. Dördüncüsü: Ona izin verdi, bunu da Ebû’l - Hasen el - Ahfeş, demiştir. Beşincisi: "Tavveat” fi’li "tav"’dan gelir, Araplar: Taa lihazihiz zabyeti usulu hazihiş şecer, derler ki, ağacın gövdesi şu geyiğe isteyerek geldi, demektir. Bunu Zeccâc, Müberrid’den nakletmiştir. İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Şayeathu venkadet lehu denir (ona uydu, boyun eğdi demektir). Lisani layetuu bikeze da: Ona dilim varmıyor, demektir. Bütün bu manalar birbirine yakındır. Onu nasıl öldürdüğünde de üç görüş vardır: Birincisi: Ona taş atıp öldürdü. Bunu Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. İkincisi: O uyurken başına bir kaya parçası ile vurdu. Bunu da Mücâhid, İbn Abbâs’tan, Süddi de şeyhlerinden rivayet etmiştir. Üçüncüsü: Başını iki taş arasında ezdi. İbn Cüreyc şöyle demiştir: Onu nasıl öldüreceğini bilmiyordu, İblis ona göründü; bir kuş alıp başını bir taşın üzerine koydu, sonra da başka bir taşla ezdi. O da ona aynısını yaptı. Habil o zamanlar yirmi yaşında idi. Öldüğü yer hakkında da üç görüş vardır: Birincisi: Sevr dağının üzerinde öldürdü, bunu İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Basra’da öldürdü, bunu da Cafer Sadık, demiştir. Üçüncüsü: Hira dağının bir patikasında öldürdü, bunu da İbn Cerir Taberî, demiştir. "Ziyan edenlerden oldu": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: Dünya ve ahireti ziyan edenlerden oldu. Dünyayı ziyan etmesi şöyledir: Ana babasını kızdırdı ve kardeşsiz kaldı. Ahireti ziyan etmesi de: Rabbisini kızdırdı ve cehenneme gitti. Bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: O iyilikleri ziyan edenlerden oldu, bunu da Zeccâc, demiştir. Üçüncüsü: Nefislerini helak etmekle onları ziyan edenlerden oldu. Bunu da Kadı Ebû Ya’lâ, demiştir. 31Bunun üzerine Allah ona bir karga gönderdi; o yeri eşeliyordu; kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini ona göstermek istiyordu. Bunu görünce: "Eyvah, şu karga gibi olup da kardeşimin cesedini gömmekten aciz mi kaldım?” dedi. Ve pişmanlardan oldu. "Bunun üzerine Allah ona bir karga gönderdi": İbn Abbâs şöyle demiştir: Onu (kardeşinin cesedini) omzuna aldı, yürüdüğü zaman ayakları yerde sürünüyordu, oturduğu zaman da onu yanına koyuyordu. Sonunda dövüşen iki karga gördü; biri diğerini öldürdü. Onu iki sene taşıdıktan sonra yere gömdü. Mücâhid: Onu yüz sene omuzunda taşıdı, demiştir. Atıyye de: Onu kokuncaya kadar taşıdı, demiştir. Mukâtil de: Üç gün taşıdı, demiştir. "Sev’ete ehihi"den ne murat edildiği hususunda da iki görüş vardır: Birincisi: Kardeşinin avretini, demektir. İkincisi: Kardeşinin leşini demektir. "Pişmanlardan oldu": Eğer: "Pişmanlık Tevbe değil midir; Tevbesi niçin kabul olunmadı?” denilirse, buna dört cevap verilir: Birincisi: Pişmanlığın bizden önceki milletler için Tevbe olmaması ve bu ümmet için Tevbe olması câizdir. Çünkü bu ümmete başkalarına verilmeyen özellikler verilmiştir. Bunu da Hasen b. Fadl demiştir. İkincisi: O, onu öldürdüğüne değil de taşıdığına pişman olmuştu. Üçüncüsü: O onu öldürdüğü zaman gömmediğine pişman olmuştu. Dördüncüsü: O kardeşinin yok olmasına pişman olmuştu; yoksa günah işlediğine değil. Bu kıssada insanları hasetten uyarma vardır, çünkü Kabil’i helak eden o idi. 32İşte bundan dolayı İsrâil oğullarına şunu yazdık: "Şüphesiz kim bir cana kıyma veyahut yeryüzünde bir fesat çıkarma karşdığı olmaksızın bir cana kıyarsa, sanki bütün insanları öldürmüş gibidir. Kim de onu diriltirse, sanki bütün insanları diriltmiş gibidir". Yemin olsun ki, elçilerimiz onlara apaçık deliller getirdi. Sonra bunun ardından çokları yeryüzünde aşırı gitmektedirler. "İşte bundan dolayı (min ecli zalik)": Dahhâk: Âdem’in oğlunun, kardeşini haksız yere öldürmesinden dolayı, demiştir. Ebû Ubeyde de: O cinÂyetten dolayı, demiştir. Şair de şöyle demiştir: Barış içinde nice çadır halkı vardır ki, Benim yaptığım bir cinÂyetten dolayı savaşmışlardır. Yani benim işlediğim ve sebep olduğum cinÂyetten dolayı, demektir. Bazıları da: Bu kelâm, öncesine bağlıdır; mana da: Bundan dolayı pişman oldu, demişlerdir. Buna göre burada vakfetmek (okurken durmak) güzeldir. Birinciye göre ise durmak güzel değildir. Birincisi daha doğrudur. "Ketebna": Farz kıldık, demektir. "Bir canı cana kıymaksızın öldürmenin” manası: Onu can karşılığı değil de zulmen, haksız yere öldürmek, demektir. "Evfesadinfilardı": "Fesad” kelimesi "nefs” kelimesinin üzerine ma’tûftur, mana da: Yahut ölümü hak edecek bir fesat çıkarmadan, demektir. Burada fesattan şirk kasdedildiği de söylenmiştir. "Sanki bütün insanları öldürmüş gibidir": Kavlinin manasında da beş görüş vardır: Birincisi: Ona bütün insanları öldürenin günahı vardır. Bunu Hasen ile Zeccâc, demişlerdir. İkincisi: O, müslümanı öldürmekle ateşe girecektir, tıpkı bütün insanları öldürmüş gibi. Bunu Mücâhid ile Atâ’, demişlerdir. İbn Kuteybe de: Bütün insanların katili nasıl cezalanırsa o da öyle cezalanacaktır, demiştir. Üçüncüsü: Bütün insanları öldürmüş gibi ona kısas vacip olur. Bunu da İbn Zeyd, demiştir. Dördüncüsü: Kelâmın manası şöyledir: Bütün insanlar onu kısas etmeleri için maktulün velisine yardım etmelidirler; tıpkı hepsinin adamlarını öldürmüş gibi. Bunu da Kadı Ebû Ya’lâ, demiştir. Beşincisi: Mana şöyledir: Kim bir peygamberi veya adil bir devlet başkanım öldürürse sanki bütün insanları öldürmüş gibidir. Bunu da İkrime, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Kelâmı genel kabul etmek daha doğrudur. Eğer: "Bir adamı öldürmenin günahı bütün insanları öldürenin günahı kadar olursa, bu; birini öldüreni öldürdükten sonra bütün insanlar yok oluncaya kadar ona günah olmamasını gösterir?” denirse, cevabı şöyledir: Bütün insanları öldürenin hak edeceği miktar Allah katında bellidir, bir kişiyi öldürene o kadar belli bir günah lâzım gelir, iki kişiyi öldürene de onun iki misli lâzım gelir. Ne kadar çok öldürürse o kadar çok günah kazanır. Bu: "Kim bir iyilikle gelirse, ona on misli vardır” (En’am: 160) kavli gibidir ki, iyiliğin Allah katında sevabı bellidir. Onu işleyene onun on katı verilir. Bu: "Eğer bir cana hayat verenin sevabı bütün insanları diriltenin sevabı kadar olursa, hepsini diriltenin sevabı ne kadardır?” sorusunu sorana cevaptır. Bütün bunlar tefsircilerden nakledilmiştir. Benim görüşüm de şöyledir: Teşbih (benzetme) bir şeyi akla yaklaştırmadır; çünkü iki adamı öldürenin günahı bir adamı öldürenin günahı kadar olması câiz değildir. Teşbihin "keennema” edatı ile yapılması şundan dolayıdır; çünkü bütün insanlar bir tek şahıstan gelmiştir. Maktulden de bütün insanların yayıldığı tasavvur edilir. "Kim de onu diriltirse": Kavlinde de beş görüş vardır: Birincisi: Onu helak olmaktan kurtarırsa, demektir. Bu, İbn Mes’ûd ile Mücâhid’ten rivayet edilmiştir. Hasen de: Kim onu boğulmaktan, yangından veya helak olmaktan kurtarırsa, demiştir. İkrime’nin, İbn Abbâs’tan rivâyeti de şöyledir: Kim bir peygamberi veya adil bir imamı desteklerse, bütün insanları diriltmiş gibi olur. İkincisi: Haram cana kıymayı terk ederse, bunu da İbn Ebi Talha, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş ve bir rivayette Mücâhid de böyle, demiştir. Üçüncüsü: Maktulün velilerinin kısastan affetmeleri, bunu da Hasen, İbn Zeyd ve İbn Kuteybe, demişlerdir. Dördüncüsü: Onu cana kıymaktan azarlamak ve men etmek. Beşincisi: Kısası tam olarak yerine getirmesi için maktulün velisine yardım etmek. Bu iki görüşü Kadı Ebû Ya’lâ demiştir. "Sanki bütün insanları diriltmiş gibidir": Birincisi: Onun için bütün insanları diriltenin ecir ve mükafatı vardır, bunu da Hasen ile İbn Kuteybe, demiştir. İkincisi: Sanki onları diriltmiş gibi bütün insanların ona teşekkür etmesi lazımdır, bunu da Maverdi, zikretmiştir. "Yemin olsun ki, elçilerimiz onlara apaçık deliller getirdi": Yani maceraları geçen İsrâil oğullarına. 33Allah ve Resul’ü ile savaşan ve yeryüzünde bozgunculuk çıkaranların cezası ancak öldürülmeleri yahut asılmaları yahut elleri ve ayaklarının çaprazvari kesilmesi veyahut (bulundukları) yerden sürülmeleridir. Onlar için ahirette de pek büyük bir azap vardır. "Allah ve Resul'ü ile savaşanların cezası ancak": Âyetin iniş sebebi için dört görüş vardır: Birincisi: O, Ureyne kabilesinden bazı insanlar hakkında indi, onlar Medine’ye geldiler, havası onlara dokunduğu için Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem onları zekât develeriyle birlikte gönderdi, sütlerinden ve idrarlarından içmelerini tavsiye etti, Onlar da iyileştiler, İslâm’dan döndüler, çobanı öldürüp develeri sürdüler. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem arkalarından adam gönderdi, onlar getirildi, elleri ve ayakları çaprazlama kesildi, gözlerine mil çekildi, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem onları karataşlık bölgeye attı, orada öldüler. Bu âyet de bunun üzerine indi. Bunu Katâde, Enes’ten rivayet etmiştir. 13 13 - Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Nesâî, İmam Ahmed, Müsned, 3/163, 287, 29. Said b. Cübeyr ile Süddi de böyle, demişlerdir. İkincisi: kitap ehlinden bir topluluk Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile antlaşma yaptılar; sözlerinde durmadılar ve yeryüzünde bozgunculuk ettiler. Allah da bu âyetle Resul’ünü istediği takdirde onları öldürmek veya ellerini ve ayaklarını çaprazlama kesmek arasında serbest bıraktı. Bunu İbn Ebi Talha, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Dahhâk da böyle demiştir. Üçüncüsü: Ebû Bürde el - Eslemi’nin arkadaşları İslâm’a girmek isteyen bazı kimselerin yollarını kestiler, bu âyet bunun üzerine indi. Bunu Ebû Salih, İbn Abbâs'tan rivayet etmiştir. İbn Saib şöyle demiştir: Ebû Bürde’nin adı Hilal b. Uveymir’dir, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e de muhaliflerine de yardım etmeyeceğine söz verdi. Ona gelen Müslümanlara dokunulmayacak, ona uğrayıp da Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e geçmek isteyenlere de dokunulmayacaktı. Kinane oğullarından İslâm’a girmek isteyen bir topluluk Hilal'in kavmine rastladılar, Hilal'in adamları onlara saldırdılar, onları öldürüp mallarını aldılar. Hilal o çatışmada yoktu. Bunun üzerine bu âyet indi. Dördüncüsü: Bu, müşrikler hakkında indi, bunu İkrime, İbn Abbâs'tan rivayet etmiş, Hasen de böyle demiştir. Bil ki, âyette geçen Allah ile savaş mecazdır ve manasında da iki görüş vardır: Birincisi: Onlara, gerçek savaşçılara benzeterek savaşçılar demiştir, çünkü muhalefet eden, savaşmasa da savaşçıdır. O zaman mana: Allah’a ve Resul'üne isyan ederek savaşanlar, demek olur. İkincisi: Maksat: Allah’ın dostları ve Resul’ünün dostları ile savaşanlardır. Said b. Cübeyr şöyle demiştir: Allah ve Resul’ü ile savaştan, İslâm’a girdikten sonra dönme kasdedilmiştir. Mukâtil de: Bundan şirk murat edilmiştir, demiştir. "Fesat” (bozgunculuk) ise: Öldürme, yaralama, malları alma ve yol kesmedir. "Öldürülmeleri veyahut asılmalarıdır": Âlimler bu cezaların sıra ile mi yoksa isteğe bağlı mı olduğunda ihtilaf etmişlerdir. İmam Ahmed radıyallahu anh’in mezhebi sıra ile olduğudur. Onlar adam öldürüp mal aldıkları veya adam öldürüp de mal almadıkları takdirde öldürülür ve asılırlar. Eğer mal alır da adam öldürmezlerse, elleri ve ayakları tersine kesilir. Eğer mal almazlarsa, sürgüne gönderilirler, İbn Enbari şöyle demiştir: Buna göre "ev” edatı ba’zı manasına gelir, mana da: Bazısına şöyle yapılır, bazısına da böyle yapılır, demek olur; meselâ: "Yahudi veyahut Hıristiyan olun” (Bakara: 135) kavli de böyledir. Mana: Bazıları öyle, bazıları böyle dediler olur. Dilcilerin çoğunluğu bu görüştedirler, imam Şâfiî de şöyle demiştir: Adam öldürüp mal alırlarsa, öldürülür ve asılırlar. Adam öldürür de mal almazlarsa, öldürülürler, ama asılmazlar. Mal alırlar da adam öldürmezlerse, elleri ve ayakları tersine kesilir, imam Malik de şöyle demiştir: İmam (devlet başkanı) hadlerden istediğini tatbik etmekte serbesttir, ister adam öldürsünler ister öldürmesinler, ister mal alsınlar, ister almasınlar. Asmak ise öldürdükten sonradır. Ebû Hanife ile Malik: Asılır, ölünceye kadar karnı mızrakla deşilir, demişlerdir. Ne zaman asılacakları hususunda da ihtilaf etmişlerdir; bize göre asıldıkları her tarafta duyuluncaya kadar asılırlar. Şâfiî Âlimleri ise ihtilaf etmişlerdir; bazıları: Üç gün, demişler, Ebû Hanife’nin mezhebi de öyledir. Bazıları da: İrini akıncaya kadar asılı kalır, demişlerdir. Ebû Ubeyde şöyle demiştir: "Çaprazlama"nın manası; sağ eli ile sol ayağının aralıklarla kesilmesidir. "Sürgün” ise: Kovmak ve uzaklaştırmaktır. Nasıl sürülecekleri hususunda da dört görüş vardır: Birincisi: İslâm yurdundan dar-ı harbe sürülmeleridir, bunu Enes b. Malik, Hasen ve Katâde, demişlerdir. Bu da ancak savaşan müşrik için söz konusudur. Müslümanın ise oraya sürülmesi uygun değildir. İkincisi: Üzerlerine had tatbik edilip uzaklaştırılmaları için aranmalarıdır, bunu da İbn Abbâs ile Mücâhid, demişlerdir. Üçüncüsü: Bir şehirden başka bir şehre çıkarılmalarıdır, bunu da Said b. Cübeyr, demiştir. İmam Malik de: Bir ülkeden başka bir ülkeye sürülür, orada hapsedilir, demiştir. Dördüncüsü: O hapsetmektir, bunu da Ebû Hanife ile arkadaşları, demiştir. Arkadaşlarımız da şöyle demişlerdir: Sürgünün şekli uzaklaştırılıp hiçbir yerde barındırılmamasıdır; ne zaman bir beldeye gelirse başka bir beldeye sürülür. "Rezillik": Hususunda da iki görüş vardır: Birincisi: O cezadır. İkincisi: Onur kırıcı durumdur. Şehirde de savaşçı statüsü uygulanır mı, yoksa uygulanmaz mı? Arkadaşlarımızın sözlerinden anlaşılan, şehirde bunun olmayacağıdır. Ebû Hanife de böyle demiştir. Şâfiî ile Ebû Yûsuf: Şehir ile kırsal kesim arasında fark yoktur, demişlerdir. Alınan malda da hırsızda olduğu gibi nisap miktarı aranır; imam Malik ise buna muhalefet eder. 34Ancak kendilerini ele geçirmeden önce Tevbe edenler müstesna. Bilin ki, şüphesiz Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir. "Ancak Tevbe edenler müstesna": Müfessirlerin çoğu bu istisnanın savaş eden müşrikler hakkında olduğunu söylemişlerdir. Bunlar şirk, savaş ve fesatlarından Tevbe eder, yakalanmadan önce iman ederlerse, ele geçirdikleri mal veya akıttıkları kan hususunda takip edilmezler. Bunda ihtilaf yoktur. Ama savaşan Müslümanlarda ihtilaf edilmiştir. Arkadaşlarımızın mezhebi öldürülmek, asılmak, elleri ve ayakları kesilmek ve sürülmek gibi Allah hakkı cezaların onlardan düşeceğidir. Ama yaralama, mal alma gibi kul hakları ise Tevbe etmekle üzerlerinden düşmez. Bu aynı zaman da Şâfiî’nin de görüşüdür. 35Ey iman edenler, Allah'tan korkun ve O'na (yaklaşmaya) vesile arayın. Allah yolunda cihad edin ki, kurtuluşa eresiniz. "O’na (yaklaşmaya) vesile arayın": "Vesile hususunda iki görüş vardır: Birincisi: O yakınlıktır, bunu İbn Abbâs, Atâ’, Mücâhid ve Ferrâ’, demişlerdir. Katâde de: Razı edecek şeyle ona yaklaşın, demiştir. Ebû Ubeyde de şöyle demiştir: Tevesseltü ileyhi: Ona yaklaştım, demektir. Misal olarak şu beyti okumuştur: Hainler görmezse biz vuslata tekrar döneriz, Aramızdaki dostluk ve yakınlık da geri gelir. İkincisi: Sevgidir, yani: Allah’a sevilmeye çalışın, demektir. Bu da İbn Zeyd’in görüşüdür. 36Şüphesiz kâfir olanların, eğer yeryüzündeki her şey bir misliyle beraber kendilerinin olsa da kıyamet gününün azabından kurtulmak için feda etmek (fidye vermek) isteseler, onlardan kabul olunmaz. Onlar için pek acıklı bir azap vardır. 37Ateşten çıkmak isterler. Fakat ondan çıkamazlar. Onlar için sürekli azap vardıf. 38Erkek ve kadın hırsızın ellerini yaptıklarına karşılık ve Allah’tan ibret verici bir ceza olmak üzere kesin. Allah mutlak galiptir, hikmet sahibidir. "Erkek ve kadın hırsızın ellerini kesin": İbn Saib: Âyet, Tu'me b. Ubeyrık hakkında inmiştir, demiştir. Onun kıssası da Nisa suresinde geçmiştir. "Sarık” (hırsız): Ona böyle denilmesi bir şeyi gizli almasındandır. İsterekassem’a: Kulak hırsızlığı etmektir. Müberrid: Sarık burada mübteda olduğu için meıfu olmuştur, demiştir. Çünkü maksat belli bir hırsız değildir. Bu: Kim hırsızlık ederse elini kes, sözüne benzer. İbn Enbari de şöyle demiştir: Fe’nin gelmesi, kelâmda şart manası olduğu içindir. Takdiri şöyledir: Kim hırsızlık ederse, elini kesin. Ferrâ’ da şöyle demiştir: "Neden ellerini kesin” dedi? Çünkü insanın tek organı iki kişi arasında söz konusu olarak geçerse, çoğul yapılır: Kad heşemtü ıuusehüma (başlarını ezdim) ve mele’tu zuhurehuma darben (sırtını kırbaçla kapkara ettim) dersin. "Zaten kalpleriniz kaymıştır” (Tahrim: 4) kavli de böyledir. Neden cemi’, tesniyeye tercih edilmiştir? Çünkü insandaki organların çoğu ikidir; meselâ eller, ayaklar ve gözler gibi. Çoğu böyle olduğu için biri tesniyeye muzaf edildiği zaman tensiye yoluna gidilmiştir. (Cemi’ değil) tensiye olması da câizdir, Şair Ebû Zueyb şöyle demiştir: Düello edenler birbirlerini deriyi yamanmayacak şekilde Delip geçen keskin mızraklarla yokladılar. Bu âyet, her hırsızın elinin kesilmesini gösteriyorsa da sünnet, saklı yerden nisap miktarı çalan hırsız olduğunu beyan etmiştir. Meselâ: "Müşrikleri öldürün” (Tevbe: 5) âyeti de böyledir ki, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, kadınları, çocukları ve ibadete çekilenleri öldürmeyi men etmiştir. Nisap miktarında da ihtilaf edilmiştir: Bizim arkadaşlarımızın mezhebi (Hanbelî’de) şudur; Hırsızlıkta iki nisap vardır: Birincisi: Altından çeyrek dinar, gümüşten de üç dirhem veyahut üç dirhem kıymetinde eşyadır, imam Malik’in mezhebi de böyledir. Ebû Hanîfe de: On dirheme varmadıkça kesilmez, demiştir. İmam Şâfiî de: Burada muteber olan çeyrek dinardır; gerisi ona göre değerlendirilir, demiştir. Meselâ çeyrek dinar kıymetinde iki dirhem çalsa, eli kesilir. Eğer nisap miktarı külçe altın çalsa, yine kesilir. Ebû Hanife ise: Sikkeli olarak nisap miktarı olmazsa kesilmez, demiştir. Eğer nisap miktarı olmayan bir mendil çalsa da bir tarafında bir dinar olsa, o da onu bilmese, eli kesilmez. Şâfiî: Kesilir, demiştir. Eğer Kabe’nin örtüsünü çalarsa, eli kesilir; Ebû Hanife buna muhalefet eder. Eğer hür bir çocuk çalsa, eli kesilmez. Küçük çocuğun üzerinde süs eşyası olsa da kesilmez. İmam Malik ise: Bunların hepsinde de kesilir, demiştir. Bir grup (çete) nisap miktarı bir şey çalsalar, elleri kesilir, imam Malik de böyle demiştir. Ancak o çalınan şeyin ağır olup taşımak için bazılarının yardımına ihtiyaç duyulmasını şart koşmuştur. Ebû Hanife ile Şâfiî ise: Eli hiçbir şekilde kesilmez, demişlerdir. Yanındaki emaneti inkâr edenin ise bize göre eli kesilir. Said b. Müseyyeb ile Leys b. Sa’d de böyle demişlerdir. Fakat fıkıhçıların çoğu buna katılmazlar. Saklı yere gelince: O mesken ve mal saklanan depo gibi şeylerdir; örneğin evler, insanların oturdukları ve mallarını sakladıkları çadırlar gibi. Bütün bunlar koruma yerleridir. Orada bekçi olup olmaması, kapısının açık olması veyahut kapısının olmaması önemli değildir, yeter ki, etrafı çevrilmiş olsun. Ama bina veya çadır dışında olursa, o bekçisi olmadıkça koruma altında sayılmaz. Meymuni, imam Ahmed’ten şöyle nakletmiştir: Mekan hamam ve çadır gibi müşterek olursa oradan çalanın eli kesilmez ve bekçiye de itibar edilmez. İbn Mansur ise ondan: Hamamdan bir şey çalanın eli kesilmez, meğer ki, eşyanın başında bekçisi ola, demiştir. Mezar soyucusuna gelince: İmam Ahmed, Ebû Talib rivâyetinde: Eli kesilir, demiştir. İmam Malik, Şâfiî ve İbn Ebi Leyla da böyle demişlerdir. Sevri, Evzai ve Ebû Hanife ise: Kesilmez, demişlerdir. Hırsızın elinin nereden kesileceğine gelince: Eli bilek ekleminden ve ayak ekleminden kesilir. Önce sol el ve daha sonra da sağ ayak kesilir. İmam Ahmed'den; kesilmez, dediği rivayet edilmiştir. Ebû Bekir, Ömer, Hazret-i Ali ve Ebû Hanife’nin görüşleri de böyledir. Ebû Hanife’den: Kesilir, dediği de rivayet edilmiştir. İmam Malik ile Şâfiî de böyle demişlerdir. İki defa ikrar etmedikçe eli kesilmez. İbn Ebi Leyla, İbn Şübrüme, Ebû Yûsuf böyle demişlerdir. Ebû Hanife, İmam Malik ve Şâfiî de: Bir defa ikrar etmekle eli kesilir, demişlerdir. Hem eli kesilir, hem de çaldığı tazmin ettirilir, ister zengin olsun, isterse fakir olsun. Ebû Hanife ise: Hem kesme hem de tazmin birleşmez; eğer çaldığı şey duruyorsa sahibi onu alır, eğer tüketilmişse ona tazmin yoktur, demiştir. İmam Malik ise: Eğer zengin ise tazmin eder, eğer fakir ise ona bir şey yoktur, demiştir. "Allah’tan ibret verici bir ceza olarak (nekalen)": Nekal’i Bakara suresinde anlatmış bulunuyoruz. "Allah azizdir, hakimdir": Said b. Müseyyeb: İntikamı şiddetlidir, kesme hükmünde de hikmet sahibidir, demiştir. Esmaî şöyle demiştir: Bu âyeti okudum, yanımda da bir bedevi vardı; Ben dalgınlıkla: Allah gafur ve rahimdir, dedim; bedevi: "Bu söz kimin?” dedi. Ben de Allah’ın kelâmıdır, dedim. O: Tekrar et, dedi; tekrar ettim ve: Allah gafur ve rahimdir, dedim. O, bu Allah kelâmı değildir, dedi; ben de uyandım ve: Allah azizdir, hikmet sahibidir, dedim. O da: Şimdi isabet ettin; Allah kelâmı budur, dedi. Ben de: "Sen Kur’ân okur musun?” dedim, o da: Hayır, dedi. Ben: "Hata yaptığımı nereden anladın?” dedim. O da: Ey kimse, o aziz (mutlak galip)tir ki, hükmedip kesmiştir. Eğer bağışlasa ve merhamet etse idi, kesmezdi, dedi. 39Kim haksızlığından sonra Tevbe eder ve kendini düzeltirse, şüphesiz Allah onun Tevbesini kabul eder. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir. "Kim haksızlığından sonra Tevbe ederse": Âyetin iniş sebebi şöyledir: Bir kadın hırsızlık etmişti: "Ya Resûlallah, benim için Tevbe var mı?” dedi; bunun üzerine bu âyet indi. Bunu Abdullah b. Amr, demiştir. 14 14 - İmam Ahmed, Müsned, 1/185. Said b. Cübeyr de şöyle demiştir: Kim haksızlığından sonra Tevbe ederse, yani hırsızlığından sonra ve işini düzeltirse, şüphesiz Allah ondan vazgeçer. Şüphesiz Allah onun Tevbeden önce ettiklerini bağışlar, Tevbe edene de merhamet eder. 40Bilmez misin ki, göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. Dilediğine azap eder ve dilediğini bağışlar. Allah her şeye kadirdir. 41Ey Peygamber, ağızları ile iman ettik deyip de kalpleri iman etmeyenlerden küfre koşanlar seni üzmesin. Yahudilerden de yalanı çok dinleyen, sana gelmeyen topluluğu çok dinleyenler (onlar adına casusluk edenler) vardır. Onlar kelimelerin yerlerini değiştirirler. "Size şu fetva verilirse, alın; eğer size o verilmezse sakının” derler. Allah kimin fitneye düşmesini isterse, sen ona Allah’tan hiçbir şey yapamazsın. İşte Allah’ın, kalplerini temizlemek istemediği onlardır. Onlar için dünyada rezillik vardır. Onlar için ahirette de büyük bir azap vardır. "Ey Peygamber, küfre koşanlar seni üzmesin": Kimler hakkında indiğinde beş görüş beyan ederek ihtilaf etmişlerdir: Birincisi: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir Yahudiye rastladı; yüzünü karalamışlar ve ona dayak atmışlardı, onlara: "Kitabınızda zina edenin cezasını böyle mi buluyorsunuz?” dedi. Onlar da: Evet, dediler. Âlimlerinden birini çağırdı: "Mûsa’ya Tevrat’ı indiren Allah için olsun, siz kitabınızda zina edenin cezasını böyle mi buluyorsunuz?” dedi. O da: Hayır, ancak eşrafımız arasında zina çoğalınca eşrafı terk ettik, onu sıradan kimselere tatbik ettik. Biz de: Eşrafa ve sıradan insanlara eşit bir ceza versek, dedik ve yüzünü karalamayı ve dayak cezası vermeyi uygun bulduk, dedi. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem de: Allah’ım, öldürdükleri emrini ilk dirilten benim, dedi ve onu recm etti. Bu âyet de bunun üzerine indi. Bunu Bera b. Azib rivayet etmiştir. 15 15 - İmam Ahmed, Müsned, 4/286; Müslim, Hudud, hadis no, 28; Ebû Dâvud, bab, 25; İbn Mâce, Hudud, bab, 8. İkincisi: O, İbn Soriya hakkında indi, önce iman etti, sonra da inkâr etti. Bu mana Ebû Hureyre’den rivayet edilmiştir. Üçüncüsü: O, bir Yahudi’yi öldüren Yahudi hakkında indi, sonra da: Muhammed’e sorun; eğer diyetle gönderilmişse, davayı ona götürürüz, eğer öldürme ile gönderilmişse ona gitmeyiz, dedi. Bunu da Şa’bî, demiştir. Dördüncüsü: O münafıklar hakkında indi, bunu da İbn Abbâs ile Mücâhid, demişlerdir. Beşincisi: Kurayza oğulları abluka altına alınınca, ensardan biri ile istişare ettiler, o da, elini boğazına götürerek, ölüm, dedi. Bunu da Süddi, demiştir. Mukâtil de şöyle demiştir: Kurayza oğulları, Ebû Lubabe b. Abdülmünzir’e: "Sa’d’in hakemliğini kabul edelim mi?” dediler. O da: Elini boğazına götürerek: Ölüm, dedi. Onların müttefiği idi. Ebû Lubabe diyor ki: Böyle yapmakla Allah’a ve Resul'üne hiyanet ettiğimi anladım, bunun üzerine bu âyet indi. Kelâmın manası şöyledir: Ağızlarıyla iman ettik diyen münafıklardan ve Yahudilerden küfre koşanların seğirtmeleri seni üzmesin. "Semmaune lilkezib": Sibeveyh: Mübteda olarak merfudur, demiştir. Ebû’l-Hasen el-Ahfeş de: Mahzuf haberin mübtedası olmak üzere merfu olması da câizdir ki, manası şöyle olur: Veminellezine hadu semmaune ilkezib. Bunun manasında da dört görüş vardır: Birincisi: Sana yalan söylemek için yalanı çok dinlerler. İkincisi: Yalanı çok dinlerler, yani onu derler. Üçüncüsü: Tevrat’ta değiştirdikleri yalanı çok dinlerler. Dördüncüsü: Yalanı dinlerler, yani kabul ederler: Semiallahu limen hamideh de böyledir ki: Allah kendine hamd edeni kabul eder, demektir. "Sana gelmeyen topluluğu çok dinleyenler vardır": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Onları dinlerler, onlar kendilerinin casuslarıdır. İkincisi: Başka bir kavimden dinlerler, onlar Tevrat’ı değiştiren reisleridir. Yalanı dinleyenler ve başka topluluk hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: "Yalanı dinleyenler” Medine Yahudileridir, öteki kavim de Fedek Yahudileridir. İkincisi: Bunun aksidir. Kelimeleri değiştirmelerinde de beş görüş vardır: Birincisi: O, Allah'ın Tevrat’taki hadlerini değiştirmektir, şöyle ki, onlar recmi değiştirdiler, bunu da İbn Abbâs ile cumhûr, demişlerdir. İkincisi: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den dinlediklerini yalan söyleyerek değiştirmeleridir. Üçüncüsü: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in sıfatını gizlemeleridir. Dördüncüsü: Hak edilen kısası düşürmeleridir. Beşincisi: Kötü tevil etmektir. İbn Cerir şöyle demiştir: Kelimelerin hükmünü değiştirirler; hüküm kelimesi dinleyenler için belli olduğundan zikredilmemiştir. "Yerlerinden": Zeccâc şöyle demiştir: Yani Allah onları yerine koyup helalini helâl ve haramını haram ettikten sonra değiştirirler. "Size şu verilirse onu alın, derler": Bunu diyenler hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: Onlar Yahudilerdir, şöyle ki, eşraflarından bir kadınla bir erkek zina ettiler, cezaları da recm idi, Yahudiler onları recmetmek istemediler. Zina eden evliler hakkında hükmünün ne olduğunu sormak üzere Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e adam gönderdiler ve: Eğer size dayak fetvası verirse alın, eğer size recm (taşa tutma) cezası verirse onunla amel etmeyin, dediler. Bu da cumhûrun görüşüdür. İkincisi: Onlar münafıklardır. Katâde şöyle demiştir: Nediyr oğulları, Kurayza oğullarından birini öldürdükleri takdirde kısas yapmazlar, sadece diyet verirlerdi. Eğer Kurayza oğulları onlardan birini öldürürse, onurlarına yediremedikleri için ancak kısasa razı olurlardı. Nadıyr oğullarından biri Kurayza'dan taammüden bir adam öldürdü, bunu Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e götürmek istediler. Münafıklardan biri: Sizin adamınız taammüden öldürülmüştür, bunu ne zaman Muhammed’e götürürseniz sizden kısas istemesinden korkarım. Eğer sizden diyet istenirse, verin, yoksa ondan sakının, dedi. İşte "sakının” sözünün manası üzerinde de üç görüş vardır: Birincisi: O şiddet içeren sözü ile amel etmekten sakının. İkincisi: Sizi Tevrat’taki hükümden haberdar edip de sizden onu yerine getirmenizi istemesinden sakının. Üçüncüsü: Daha sonra ona soru sormaktan sakının. "Allah kimin fitneye düşmesini isterse": "Fitne” hakkında da üç görüş vardır: Birincisi: O sapıklık manasınadır, bunu da İbn Abbâs ile Mücâhid demiştir. İkincisi: Azaptır, bunu da Hasen ile Katâde, demişlerdir. Üçüncüsü: Rezilliktir, bunu da Zeccâc, demiştir. "Ona Allah’tan hiçbir şey yapamazsın": Yani ona faydan dokunmaz, onu helak olmaktan kurtaramazsın. Bunda hızla küfte koşmalarına üzülmesine karşı Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem için teselli vardır. "Allah onların kalplerini temizlemek istememiştir": Süddi şöyle demiştir: Yani münafıklarla Yahudilerin kalplerini küfür kirinden ve şirk çirkefinden iman ve İslâm temizliği ile arındırmak istememiştir. "Onlar için dünyada rezillik vardır": Münafıkların rezilliği, perdelerinin yırtılıp Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in onların küfürlerinden haberdar olmasıdır. Yahudilerin rezilliği de recmi saklamak ve onlardan cizye alınması ile yalanlarını açığa çıkarmaktır. Mukâtil de şöyle demiştir: Kurayza’nın rezilliği; öldürülmeleri ve esir edilmeleridir; Nadiyr’in rezilliği de sürülmeleridir. 42Onlar yalanı çok dinler, haramı çok yerler. Eğer sana gelirlerse, aralarında hüküm (karar) ver yahut onlardan yüz çevir. Eğer onlardan yüz çevirirsen sana hiçbir şeyle asla zarar veremezler. Eğer hüküm verirsen, aralarında adaletle hüküm (karar) ver. Çünkü Allah adalet edenleri sever. "Yalanı çok dinlerler": Hasen şöyle demiştir: Yani Yahudi hakimleri davada yalan söyleyenleri ve kendilerine rüşvet getirenleri çok dinlerler. Ebû Süleyman da şöyle demiştir: Onlar Yahudilerdir, yalanı dinlerler. O da birbirlerine: Muhammed yalancıdır, peygamber değildir, Tevrat’ta recm yoktur demeleridir. Onlarsa bunun yalan olduğunu bilirler. "Ekkâlûne li’s-suht": İbn Kesir, Ebû Amr, Kisâi ve Ebû Cafer hanın zammesi ve harekeli olarak "suhut” okumuşlardır; Nâfi, İbn Âmir, Âsım ve Hamze de hanın sükunu ile "suht” okumuşlardır. Harice b. Mus’ab da, Nâfi’den “sîn” in fethi ve banın cezmi ile "ekkâlune lissaht” okuduğunu rivayet etmiştir. Ebû Ali şöyle demiştir: Suht da, suhut da lügattir, bunlar haram şeyin ismidir. Masdar değildirler. Ama kim sini meftuh okur da saht derse o, şuhtun masdarıdır, masdarı ism-i mef’ul manasına kullanmıştır; hazeddirhemü darbul emir kavlinde masdarı mef'ul (madrub) manasına kullandıkları gibi. “Suht” tan da ne kasdedildiği hususunda üç görüş vardır: Birincisi: Hükümde rüşvet almaktır. İkincisi: Dinde rüşvet almaktır. Bu iki görüş İbn Mes’ûd'dan rivayet edilmiştir. Üçüncüsü: O helâl olmayan her türlü gayri meşru kazançtır. Bunu da Ahfeş, demiştir. "Sana gelirlerse aralarında hüküm ver yahut onlardan yüz çevir": Bu kelâmdan kimlerin kasdedildiği hususunda da iki görüş vardır: Birincisi: Zina eden iki Yahudidir, bunu da Hasen, Mücâhid ve Süddi, demişlerdir. İkincisi: Onlar Kurayza ve Nadir’den iki adamdır ki, biri ötekisini öldürmüştü. Bunu da Katâde, demiştir. İbn Zeyd de şöyle demiştir: Huyey b. Ahtab, Nadiyrler için iki diyet, Kurayzalılar için de bir diyet koymuştu. Çünkü o Nadiyr'den idi. Kurayza da: Biz Huyey’in hükmüne razı olmayız, Muhammed’in hakemliğine gideriz, dediler. Allahü teâlâ da Peygamberine: "Eğer sana gelirlerse aralarında hüküm ver...” dedi. Tefsir Âlimleri bu âyet üzerinde iki görüş halinde ihtilaf etmişlerdir: Birincisi: O, mensuhtur, şöyle ki, kitap ehli Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e bir dava getirdiklerinde bakıp bakmamakta serbest idi. İsterse aralarında karar verir, isterse onlardan yüz çevirirdi. Sonra bu, "Aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet” kavli ile neshedildi ve hüküm vermesi mecburi oldu, serbestlik ortadan kalktı. Bu, İbn Abbâs, Atâ’, Mücâhid, İkrime ve Süddi’den rivayet edilmiştir. İkincisi: O muhkemdir, İmam ve vekilleri onlardan bir dava geldiği zaman hükümde muhayyerdirler; isterlerse aralarında karar verirler, isterlerse onlardan yüz çevirirler (davalarına bakmazlar). Bu da Hasen, Şa’bî, Nehaî ve Zührî’den rivayet edilmiştir. Ahmed b. Hanbel de böyle demiştir. Bu da doğrudur. Çünkü iki âyet arasında çelişki yoktur. Zira biri hüküm ve terki arasında serbest bırakmıştır. İkincisi: Hüküm verdiği takdirde nasıl olacağını beyan etmiştir. 43Yanlarında içinde Allah’ın hükmü bulunan Tevrat varken seni nasıl hakem tutarlar? Sonra da bunun ardından yüz çevirirler. Onlar inanan kimseler değiller. "Yanlarında Tevrat varken seni nasıl hakem tutarlar?": Müfessirler şöyle demişlerdir: Bu; Allahü teâlâ’nın Yahudileri hakemliğine başvurdukları şeyin Tevrat'ta olduğunu bildikten sonra ona başvurdukları için Peygamberine şaşması gerektiğini bildirmesi ve Peygamberliğini inkâr ettikleri bir kimseye başvurdukları ve doğru olduğuna inandıkları Tevrat’ın hükmünü terk ettikleri için de Yahudileri azarlamasıdır. "Onda Allah’ın hükmü vardır": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Onda Allah’ın recm hükmü vardır ve onda hakemliğine başvurmuşlardır. Bunu da Hasen, demiştir. İkincisi: Onda kısas hükmü vardır ve bunda ona başvurmuşlardır. Bunu da Katâde, demiştir. "Sonra bunun ardından ondan yüz çevirirler": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Tevrat’ta Allah’ın hükmünün ardından. İkincisi: Seni hakem tayin etmelerinin ardından. "Onlar inanan kimseler değiller": Bunda iki görüş vardır: Birincisi: Onlar Tevrat’ı değiştirdiklerine inanan kimseler değiller. İkincisi: Peygamberliğini inkâr ettikten sonra senin hükmünün Allah’tan olduğuna inanan kimseler değiller. 44Biz, Tevrat’ı indirdik; onda hidayet ve nûr vardır. Allah’a teslim olan peygamberler Yahudiler için onunla hüküm verirler. Bir de İlâhi Âlimlerle hahamlar da. Allah’ın kitabını korumakla memur oldukları ve üzerinde şahit bulundukları için (onlar da Tevratla hüküm verirler). Artık insanlardan korkmayın; benden korkun. Âyetlerimi az pahaya satmayın. Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir. "Biz Tevrat’ı indirdik; onda hidayet ve nûr vardır": Müfessirler şöyle demişlerdir: Bu âyetin iniş sebebi, Yahudilerin zina eden iki kimse hakkında Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’den fetva istemeleridir. Bu da yukarıda geçmiştir. "Hidayet": Açıklamadır. Tevrat da Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in Peygamberliğini açıklayan ve ona başvurdukları şeyi beyan eden bir kitaptır. "Nûr": Şüpheleri dağıtan ve müşkilleri açıklığa kavuşturan ışıktır. Teslim olan peygamberler hakkında da üç görüş vardır: Birincisi: Onlar Mûsa’dan İsa’ya kadar gelen peygamberlerdir, bunu da çoğunluk, demiştir. Buna göre "teslim oldular” kavlinin manasında dört görüş vardır: Birincisi: Allah’ın hükmüne teslim oldular ve kazasına razı oldular. İkincisi: Allah’ın hükmüne itâat ettiler; ötekiler gibi onu gizlemediler. Üçüncüsü: Kendilerini Allah’a teslim ettiler. Dördüncüsü: Tevrat’taki şeylere teslim oldular ve ona boyun eğdiler. Çünkü onların içinde de tamamı ile amel etmeyenler vardır; meselâ İsa aleyhisselam gibi. İbn Enbari de: "Müslüman": Kavli üzerinde de iki görüş vardır, demiştir: Birincisi: Ona bu ismin verilmesi, Rabbine teslim olup itâat etmesindendir. İkincisi: Rabbine gösterdiği ihlas ve samimiyetten dolayıdır. Bu da: "Ve recülen salimen lirecül” (Zümer: 29) kavlinden gelir ki: Birincisi: Ona samimi davranan, demektir. İkincisi: Peygamberlerden maksat, Peygamberimiz Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’dir, bunu da Hasen ile Süddi, demişlerdir. Bu da Yahudilere recmle hükmettiği zaman olmuştur. Onu çoğul lâfzı ile zikretmesi şu ayetteki gibidir: "Yoksa insanları Allah’ın lütfünden verdiği şey için mi kıskanıyorlar?” (Nisa: 54). Hükmettiği şeyde de iki görüş vardır: Birincisi: Recm ve kısastır. İkincisi: Şeriatindekilere muhalif olmayan sair şeylerle hükmetmesidir. Üçüncüsü: Peygamber Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem ile ondan önceki bütün peygamberlerdir. Allah’ın salat ve selamı hepsinin üzerine olsun. Bunu da İkrime demiştir. "Li-llezine hâdu": İbn Abbâs: Küfürden Tevbe ettiler, demiştir. Hasen de: Onlar Yahudilerdir, demiştir. Zeccâc da şöyle demiştir: Âyette takdim ve tehir olması câizdir, Mana da şöyledir: Biz Tevrat’ı Yahudiler için indirdik, onda hidayet ve nûr vardır. Allah’a teslim olan peygamberler onunla hüküm verir. "Rabbaniyyun "a gelince: Onun zikri Al-i İmran suresinde geçmiştir. "Ahbar": İse Âlimlerdir, tekili habr ve hibr’dir, çoğulu da ahbar ve huburdur. Ferrâ’ şöyle demiştir: Araplardan ahbarın tekili olarak daha çok hanın kesri ile hibr dediklerini işittim. Bu ismin neden türediği hususunda da üç görüş vardır: Birincisi: O habâr’dandır ki, güzel eser, iyi iz demektir, bunu İmam Halil demiştir. İkincisi: Yazı yazdıkları hibr’den (mürekkepten) gelmektedir, bunu da Kisâi, demiştir. Üçüncüsü: Güzellik ve letafet demek olan hibrden gelmedir. Hadiste şöyle denilmiştir: Cehennemden bir adam çıkar ki, güzelliği ve letafeti gitmiştir. Alim de ilmin güzelliği ile latiftir. Bu da Kutrub’un görüşüdür. Rabbanilerle ahbar arasında fark var mıdır, yoksa değil midir? Bunda iki görüş vardır: Birincisi: Fark yoktur, hepsi âlim manasınadır. Bu da içlerinde İbn Kuteybe ile Zeccâc'ın da bulunduğu çoğunluğun görüşüdür. İkincisi: Mücâhid’ten şöyle dediği rivayet edilmiştir: Rabbaniler fıkıhçı Âlimlerdir, onlar ahbardan üstündür. Süddi de şöyle demiştir: Rabbaniler Âlimlerdir, ahbar da kurralardır. İbn Zeyd de şöyle demiştir: Rabbaniler: İdarecilerdir, ahbar ise Âlimlerdir. Rabbanilerin Hıristiyanların alimi, ahbarın da Yahudilerin alimi olduğu da söylenmiştir. "Bima’stuhfizu min kitabillah": İbn Abbâs: Allah’ın kitabı Tevrat’ın kendilerine emanet edilmesi sebebiyle demiştir. Kelâmın manasında iki görüş vardır: Birincisi: Korumakla görevli olmaları sebebiyle onunla hüküm verirler. İkincisi: Muhafaza etmesi gereken şeyi bilirler. İbn Cerir: "bimastuhfizu"daki be’nin ahbar’a müteallik olduğunu söylemiştir. "Onun üzerine şahitler oldular": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Tevrat’taki recm hükmüne şahitler oldular. Bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. İkincisi: Muhammed aleyhisselam’ın dediğinin hak olduğuna şahitler oldular. Bunu da el - Avfi, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. "Fela tahşvunnase vahşevni": İbn Kesir, Âsım, Hamze, İbn Âmir ve Kisâi, vasılda ve vakıfta yesiz olarak "vahşeni” okumuşlar; Ebû Amr da vasılda ye ile vakıfta da yesiz okumuştur ki, ikisi de güzeldir. Al-i İmran'da da buna işaret etmiştik. Sonra bununla muhatap olanlar hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: Onlar Yahudilerin reisleridir, onlara: Muhammed’in sıfatını açıklamada ve recmle amel etmede insanlardan korkmayın, bunu saklamada benden korkun, demiştir. Bu manayı Ebû Salih, İbn Âbbas’tan rivayet etmiştir. Mukâtil de şöyle demiştir: Hitap Medine Yahudilerinedir, onlara: Recmi ve Muhammed’in sıfatını haber vermede Hayber Yahudilerinden korkmayın; onu saklamaktan benden korkun. İkincisi: Onlar Müslümanlardır, onlara: İnsanlardan korkup da hakkı söylemeyen Yahudiler gibi insanlardan korkmayın, denilmiştir. Bunu Ebû Süleyman Dımeşki demiştir. "Âyetlerimi az pahaya satmayın": Âyetlerden ne murat edildiğinde de iki görüş vardır: Birincisi: Onlar Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in sıfatı ile Kur’ân’dır. İkincisi: Hükümler ve farzlardır. Az paha ise Bakara suresinde açıklanmıştır. "Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerdir” kavli ile "işte onlar zâlimlerdir” ve "işte onlar fasıklardır” kavlinin kimler hakkında indiğinde Âlimler beş görüş belirterek ihtilaf etmişlerdir: Birincisi: O, özellikle Yahudiler hakkında inmiştir, bunu da Ubeyd b. Abdullah, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş, Katâde de aynısını söylemiştir. İkincisi: O Müslümanlar hakkında inmiştir. Said b. Cübeyr, bu mananın benzerini İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Üçüncüsü: O; bütün Yahudilerle bu ümmet hakkında inmiştir. Bunu da İbn Mes’ûd, Hasen, Nehaî ve Süddi, demişlerdir. Dördüncüsü: O Yahudi ve Hıristiyanlar hakkında inmiştir. Bunu da Ebû Miclez, demiştir. Beşincisi: Birincisi Müslümanlar, İkincisi Yahudiler, üçüncüsü de Hıristiyanlar için inmiştir. Bunu da Şa’bî, demiştir. Birinci âyette zikredilen küfürden ne murat edildiği hususunda da iki görüş vardır: Birincisi: Allahü teâlâ’yı inkâr etmektir. İkincisi: O hükmü inkâr etmektir ki, insanı dinden çıkaracak küfür değildir. Özet: Şunda şüphe yoktur ki, kim Yahudilerin yaptığı gibi Allah’ın indirdiğini bildiği halde O’nun indirdiği ile hükmetmezse, o kâfirdir. Kim de inkâr etmediği halde keyfine uyarak onunla hükmetmezse, o zalim ve fasıktır. Ali b. Ebi Talha, İbn Abbâs’tan şöyle dediğini rivayet etmiştir: Kim Allah’ın indirdiğini inkâr ederse, kâfirdir, kim de onu ikrar eder de onunla hükmetmezse o fasık ve zalimdir. 45Onların üzerine onda (Tevrat’ta) şunu yazdık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş, yaralar da karşılıklıdır. Kim bunu (kısası) bağışlarsa o, kendisi için bir kefarettir. Kim de Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir. "Ketebna": Farz kıldık, "aleyhim": Onlara, yani Yahudilere, "onda": Yani Tevrat’ta demektir. İbn Abbâs şöyle demiştir: Onlara Tevrat’ta cana can yazdık; onlara ne oluyor da muhalefet edip bir cana iki can, bir göze iki göz diyorlar? İsrâil oğullarında kısas veya af vardı, onlarda ne cana kıymada ne de yaralamada diyet yoktu. Allah bunu diyetle ümmet-i Muhammed’e kolaylattı. İbn Kesir, Ebû Amr ve İbn Âmir: En-nefse bin-nefsi, vel-ayne bil-ayni, vel-enfe bil-enfi, vel-üzüne bil-üzüni, ves-sine bis-sinni okuyarak hepsini nasb etmişler, "el curuh"u ise ref etmişlerdir. Nâfi, Âsım ve Hamze de hepsini nasbetmişlerdir. Kisâi de: Ennefse binnefsi"yi mensûb, ondan sonrasını ise merfu okurdu. Ebû Ali de şöyle demiştir: Onun delili şudur: Vav cümleyi yukarıya atfetmek içindir, amilde iştirak için değildir. Kelâmın manaya hamledilmesi de câizdir, çünkü manası: Onlara yazdık ve şöyle dedik: Ennefsü binnefsi. Buna göre "ayn” de ona atfedilmiştir. "Curuh"u merfu okuyanların delili de budur. Cümle başı olması da câizdir, o zaman o kavme yazılanlardan olmaz, o ancak hüküm başıdır. Kadı Ebû Ya’lâ da şöyle demiştir: Göze gözden maksat, göze karşılık gözü çıkarmak değildir, çünkü bunu eşit olarak yapmak imkansızdır. Zira biz çıkarılması gereken miktarın üzerinde duramayız. Ancak bu, göz yerinde durduğu halde ışığı sönen için söz konusudur. Bu da şöyle yapılır: Göz çıkaranın gözü bağlanır, bir ayna kızdırılır, kısas yapılacak gözün karşısına tutulur, ışığı sönünceye kadar devam edilir. Buruna gelince: yumuşak kısmı kesilir de kemik kısmı kalırsa bunda da kısas vardır. Ama kökünden kesilirse, bunda kısas yoktur, çünkü tam olarak kesilmesi mümkün değildir, tıpkı eli bileğin yarısından kesilen gibi olur. Ebû Yûsuf ile Muhammed: Eğer doğru kesilirse onda da kısas vardır, demişler. Kulağa gelince: Kulak tamamen kesilir ve miktarı bilinirse kısas vacip olur. Diş hariç kemikte kısas yoktur. Eğer diş çıkarılırsa, benzeri de çıkarılır. Eğer dişin bir kısmı kırılırsa, o kadarı törpü ile kısaltılır. "Yaralar da karşılıklıdır": Kavli eşit olarak yapılması mümkün olanlarda kısas yapılır. "Kim bunu bağışlarsa": Bu kısasa işaret etmektedir. "Fehüve keffaretün leh": "Lehu” zamirinde de iki görüş vardır: Birincisi: O, yaralıya işarettir; eğer kısası bağışlarsa günahlarına kefaret olur. Bu da İbn Mes’ûd, Abdullah b. Amr b. As, Hasen ve Şa’bî’nin görüşüdür. İkincisi: Yaralayana işarettir ki, yaralı onu bağışlarsa, işlediği cinayete kefaret olur. Bu da İbn Abbâs, Mücâhid ve Mukâtil’in görüşüdür. Bu da caninin işlediği cinÂyetten Tevbe etmiş olmasına göredir. Çünkü eğer ısrar ederse, ısrarın cezası devam eder. 46Arkalarından da Meryem oğlu İsa'yı, önündeki Tevrat’ı tasdik edici olarak gönderdik ve ona içinde hidayet ve nûr olan, önündeki Tevrat’ı tasdik edici ve takva sahipleri için bir hidayet ve bir öğüt olmak üzere İncil’i verdik. "Ve kaffeyna alâ asarihim": Allah’a teslim olan peygamberlerin ardından gönderdik, "Bi İsa": Yani İsa’yı onların ardından gönderdik. "Mûsaddikan": Onu (önündeki Tevrat’ı) tasdik edici olarak gönderdik. "Ona İncili verdik, içinde hidayet ve nûr vardır"; Bu birinciyi tekrar değildir. Çünkü birinci İsa'ya aittir, İkincisi İncil'e aittir. Zira İsa Tevrat’ı tasdike davet ederdi. İncil de indirildi, içinde Tevrat’ın tasdiki ile ilgili ibareler vardı. 47İncil sahipleri (ona inananlar) Allah'ın onda indirdiği ile hükmetsin. Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar fasıkların ta kendileridir. "Velyahküm ehlül İncili": Çoğunluk “Lâm” ın cezmi ile emir manasına okumuşlardır, takdiri: İncil ehli Allah’ın onda indirdiği ile amel etsin şeklindedir. A’meş ile Hamze de “Lâm” ın kesri ve mimin fethi ile "key” (için) manasına okumuşlardır; sanki: Biz ona İncil'i verdik ki, Allah’ın onda indirdiği ile amel etsin, demiştir. 48Sana da kitabı önündeki (kendinden önceki) kitabı tasdik edici olarak ve ona karşı bir şahit olmak üzere hak ile indirdik. Artık sen de Allah’ın indirdiği ile hükmet. Sana gelen haktan dönüp onların heva ve heveslerine uyma. İçinizden herkes için bir şeriat ve bir yol tayin ettik. Eğer Allah dileseydi, sizi bir tek ümmet yapardı. Ancak size verdiklerinde sizi denemek için (böyle yaptı). Öyleyse hayırlarda yarışın. Hepinizin dönüşü Allah’adır. O zaman tartıştığınız şeyleri size haber verecektir. "Sana kitabı indirdik": Yani Kur’ân’ı. "Hak ile": Yani doğru olarak. "Önündeki kitabı tasdik edici olarak": İbn Abbâs şöyle demiştir: Allahü teâlâ’nın indirdiği bütün kitapları kasdetmiştir. "Müheymin "de dört görüş vardır: Birincisi: Müeymin demektir, bunu Temimi, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş, Said b. Cübeyr, Atâ’ ve Dahhâk da böyle demişlerdir. Müberrid şöyle demiştir: "Müheymin” "müeymin” (güven verici) manasınadır, ancak he hemzeden bedeldir. Nitekim: Eraktül mae, ve heraktü, ve iyyake hiyyake, denir ki, aynı manayadır. Bu görüşün sahipleri şöyle derler: Mana: Kur’ân kendinden önceki kitapların güvencesidir. Ancak Ebû Necih, Mücâhid’ten, müheyminen aleyhi şeklinde rivayet etmiş ve: Muhammed Kur’ân’ın koruyucusudur, demiştir. Onun görüşüne göre kelâmda hazif vardır, sanki: Ey Muhammed, seni onun üzerine muhafız kıldık, demek olur. O zaman "aleyhi"deki “He” zamiri Kur’ân’a râci olur. Mücâhid’ten başkalarına göre de eski kitaplara râci olur. İkincisi: O şahittir, bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş, Hasen, Katâde, Süddi ve Mukâtil de böyle demişlerdir. Üçüncüsü: O eski kitaplardan haber verilen şeyleri tasdik edicidir. Bu da İbn Zeyd’in görüşüdür. Bu, birinci manaya yakındır. Dördüncüsü: O; gözcü ve muhafızdır, bunu da İmam Halil, demiştir. "Artık sen de hüküm ver": Yahudilere işaret etmektedir. "Allah'ın sana indirdiği ile": Kur’ân’da. "Heva ve heveslerine uyarak haktan dönme": Ebû Süleyman şöyle demiştir: Mana: O zaman sana gelen haktan dönersin. İbn Abbâs da: Evliye dayak cezası vermede onların arzularına uyma, demiştir. "İçinizden herkes için bir şeriat ve bir yol tayin ettik": Mücâhid: “Şir’at” adet, “minhac” da yoldur, demiştir. İbn Kuteybe de: Şir’at ile şeriat birdir. Minhac da açık yoldur, demiştir. Eğer: "İkisi aynı manaya ise "minhac” nasıl "şeriatin üzerine atfedilmiştir?” denilirse, buna iki türlü cevap verilir: Birincisi: İkisinin arasında iki açıdan fark vardır: Birincisi: Şir’at yolun başıdır, minhac ise sürekli (işlek) yoldur. Bunu Müberrid, demiştir. İkincisi: Şir’at açık olan bazen de açık olmayan yola denir. Minhac ise her zaman açık olan yola denir. Bunu da İbn Enbari, zikretmiştir. Şir’at ile minhac arasında bu kadar farklılık olunca, birini diğerinin üzerine atfetmek güzel olmuştur. İkincisi: Şir’at ile minhac aynı manayadır, birinin diğerine atfedilmesi, lâfız farkından dolayıdır. Şair Hutay’a şöyle demiştir: Ah, Hint ne güzeldir, Hind’in bulunduğu yurt ne güzeldir! Hind gelirdi ama arkasında ayrılık ve uzaklık vardır. Beyitte bu'd’un ne'y üzerine atfı, eş anlamlı olmalarına rağmen lâfız farkından dolayı câiz olmuştur. Bunu da İbn Enbari zikretmiştir. Birinci görüşün sahipleri buna şöyle cevap vermişlerdir: "En - Ne’y” az veya çok uzak şeye denir ki, ayrılık demektir. Bu’d ise ayrılık mesafesi uzun olana denir. Müfessirler Kelâmın manasında iki görüş beyan etmişlerdir: Birincisi: Her ümmet için bir şeriat ve bir yol tayin ettik; Tevrat ehli için bir şeriat vardır, İncil ehli için bir şeriat vardır, Kur’ân ehli için de bir şeriat vardır. Bu çoğunluğun görüşüdür. Katâde de şöyle demiştir: Hitap üç ümmetedir: Mûsa ümmetine, İsa ümmetine ve Muhammed ümmetinedir. Tevrat için bir şeriat vardır, İncil için bir şeriat vardır, Kur’ân için de bir şeriat vardır. Allah onda dilediğini helâl eder, dilediğini de imtihan için haram eder ki, kendisine isyan edeni itâat edenden ayırsın. Ancak ondan başkası kabul edilmeyecek olan din; Tevhidtir ve peygamberlerin getirdiği Allah’a ihlastır. İkincisi: Mana şöyledir: Muhammed dinine girenlerin her biri için Kur’ân’ı bir şeriat ve bir yol kıldık. Bu da Mücâhid’in görüşüdür. "Eğer Allah dileseydi, sizi bir tek ümmet kılardı": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Sizi hak üzerinde toplardı. İkincisi: Sizi bir tek ümmet üzerinde toplardı. "Ancak sizi denemek istedi": İmtihan etmek istedi. "Size verdiği şeylerde": Yani indirdiği kitaplarda ve sizin için açıkladığı dinlerde. Eğer: "İçinizden her birine bir şeriat tayin ettik” sözünün manası: Ondan önceki peygamberle birlikte Peygamberimiz Muhammed olursa, "sizi denemek için” sözünün ne manası olur?” denirse, cevap şöyledir: Bu, bizim Peygamberimize hitap ise de maksat onunla beraber diğer peygamberler ve ümmetlerdir. İbn Cerir de şöyle demiştir: Araplar gaibe hitap edip de ondan haber vermek istedikleri zaman onu muhatap sayar ve ikisinden muhatap sigası ile haber verirler. "Hayırlarda yarışın": İbn Abbâs ile Dahhâk şöyle demişlerdir: Bu, ümmet-i Muhammed aleyhisselam’a hitaptır. Mukâtil de: Hayırlar, iyi işlerdir, demiştir. "Dönüşünüz Allah’adır": Ahirette. "Size ihtilaf ettiğiniz şeyde hüküm verir": Yani ihtilaf ettiğiniz dinde. İbn Cerir de şöyle demiştir: Bunu dünyada delil ve delillerle açıklamış, yarın da ceza (karşılık) vermekle açıklayacaktır, demiştir. 49(Sana da şu talimatı verdik): Onların aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet ve onların keyiflerine uyma. Seni Allah’ın sana indirdiği bazı şeylerden alıkoymamaları için onlardan sakın. Eğer yüz çevirirlerse, bil ki, Allah ancak bazı günahlarını başlarına getirmek istiyor. Şüphesiz insanların çoğu gerçek fasıklardır. "Onların aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet": İniş sebebi şöyledir: İçlerinde Ka’b b. Esid, Abdullah b. Soriya ve Şe’s b. Kays olmak üzere bir bölük Yahudi, birbirlerine: Muhammed’e gidelim, belki onu dininden döndürürüz, dediler. Ona geldiler: Ya Muhammed, bizim Yahudilerin Âlimleri ve eşrafı olduğumuzu bilirsin, eğer biz sana tabi olursak, Yahudiler de sana tabi olur. Bizimle cemaatimiz arasında bir dava vardır; onlarla beraber senin hakemliğine başvuracağız; bizim lehimize karar verirsen sana iman ederiz, dediler. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem bunu kabul etmedi, bunun üzerine bu âyet indi. Bu İbn Abbâs’ın görüşüdür. Mukâtil de şöyle anlatmıştır: Nadiyr oğullarından bir cemaat, ona: Kan davasında Kurayzalılara karşı bizim lehimize karar verir de durumu eskisine döndürürsen sana biat ederiz, dediler. Bunun üzerine bu âyet indi. Kadı Ebû Ya’lâ da şöyle demiştir: Bu âyet, geçen kısmın tekrarı değildir. Bunlar farklı iki konuda inmişlerdir: Biri recm hakkındadır, diğeri ise diyetlerde eşitlik hakkındadır. Onun hakemliğine başvurmak için ona müracaat etmişlerdir. "Seni Allah’ın indirdiği bazı şeylerden çevirmelerinden sakın": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: O, zinada recm cezasıdır, bunu İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: O kısas ve kanların durumudur, bunu da Mukâtil, demiştir. "Eğer yüz çevirirlerse": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Senin hükmünden. İkincisi: İmandan. Bil ki, onların yüz çevirmeleri, bazı günahları sebebiyle Allah’ın onlara azap etmek istemesindendir. Bazı kelimesinde de iki görüş vardır: Birincisi: Gerçekten bazı günahları demektir ki, onlara hak ettiklerinin ancak bazısı dokunmaktadır. İkincisi: Bundan maksat, tüm günahlarıdır, ancak tekil lâfız kullanılmış, cemi kasdedilmiştir, şu âyette olduğu gibi. "Ey Peygamber, kadınları boşadığınız zaman". (Talâk: 1) Maksat bütün Müslümanlardır. Hasen de şöyle demiştir: Bundan hemen Nadiyr oğullarının sürülmesi ve Kurayza oğullarının da öldürülmesini irade etmiştir. "Şüphesiz insanlardan çoğu gerçekten fasıktırlar": Müfessirler: Bundan Yahudileri murad etmiştir, demişlerdir. Buradaki fısktan ne murad edildiği hususunda da üç görüş vardır: Birincisi: Küfürdür, bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Yalandır, bunu da İbn Zeyd, demiştir. Üçüncüsü: Günahlardır, bunu da Mukâtil, demiştir. 50Yoksa onlar cahiliye hükmünü mü arıyorlar? İyi anlayan bir topluluk için hükmü Allah’tan daha güzel olan kimdir? "Efe hükmel cahiliyeti yebğun": Cumhûr, ye ile "yebğun” okumuşlardır. Çünkü makabli de gaiptir, o da: "Ve inne kesiren minennasi lefasikun"dur. İbn Âmir ise, onlara de ki, manasında, te ile "tebğun” okumuştur. İniş sebebi de şöyledir: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem zina eden Yahudi çiftine recm hükmü verince, Kurayza oğulları, Nadiyr oğulları ile ilinti kurarak: Ya Muhammed, bunlar bizim kardeşlerimizdir, babamız birdir, dinimiz birdir. Onlar bizden bir adam öldürürlerse, bize yetmiş yük hurma verirler. Biz onlardan bir adam öldürürsek, bizden yüz kırk yük hurma alırlar. Biz onlardan bir erkek öldürürsek onun yerine iki erkek öldürürler, biz onlardan bir kadın öldürürsek onun yerine bir erkek öldürürler. Artık aramızda adaletle hükmet, dediler. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem de: Nadiyr oğullarının Kurayza oğullarına karşı ne diyette ne de kanda hiçbir üstünlüğü yoktur, dedi. Nadiyr oğulları da: Allah’a yemin ederiz ki, senin hükmüne razı olmayız, emrine itâat etmeyiz ve biz eski geleneğimize devam ederiz, dediler. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Zeccâc da şöyle demiştir: Âyetin manası şöyledir: Yahudiler, cahiliye halkının yaptığı gibi Allah’ın emretmediği bir hüküm mü istiyorlar? Halbuki onlar ehl-i kitaptırlar! "Hükmü Allah’tan daha güzel olan kimdir?” İbn Abbâs: Daha adaletli olan kimdir, demiştir? "İyi anlayan bir topluluk için": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Kur’ân’ı iyi anlayan, bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Allah’a kesin olarak inanan, bunu da Mukâtil, demiştir. Zeccâc şöyle demiştir: Kim yakin sahibi olursa Allah'ın hükmünde adil olduğunu iyi anlar. 51Ey iman edenler, Yahudi ve Hıristiyanları dostlar edinmeyin. Onlar birbirinin dostlarıdır. İçinizden kim onları dost edinirse, şüphesiz o da onlardandır. Şüphesiz Allah zâlimler topluluğunu hidayete erdirmez. "Ey iman edenler, Yahudi ve Hıristiyanları dostlar edinmeyin": İniş sebebi için üç görüş vardır: Birincisi: O Ebû Lubabe hakkında inmiştir; o, Kurayza oğullarına, Sa’d’in hakemliğine razı olurlarsa bunun ölüm olacağını söylemişti. Bunu Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. İkrime de bu görüştedir. İkincisi: Ubade b. Samit: Ya Resûlallah, benim Yahudilerden dostlarım var, onlardan teberra ediyor ve Allah’a tevella/dost ediyorum, dedi. Abdullah b. Übey de: Ben başıma felaket gelmesinden korkuyorum, Yahudilerden teberra edip Allah’ın velâyetine geçmem, dedi. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu Atıyye, el - Avfi, demiştir. Üçüncüsü: Uhut savaşı çıkınca insanlar kâfirlerin zafer kazanmasından korktular; bir adam, arkadaşına: Ben filanca Yahudiye katılıyorum, ondan aman alırım yahutta Yahudi olurum, dedi. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu Süddi ile Mukâtil, demişlerdir. Zeccâc da: Onlara dinde tevella etmeyin, demiştir. Başkası da: Onlardan yardım ve destek istemeyin, demiştir. "Onlar birbirinin dostlarıdır": Yardım ve kollamada. "İçinizden kim onları dost edinirse, o da onlardandır": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Kim onları dinde dost edinirse, (tevella ederse), o da küfürde onlardandır. İkincisi: Kim onları antlaşmada tevella ederse, şüphesiz emre muhalefette onlardandır. 52Kalplerinde hastalık olanların onlara koştuklarını görürsün. "Biz başımıza bir felaket gelmesinden korkuyoruz” derler. Umulur ki (şüphesiz), Allah kendi katından bir fetih veya bir iş getirir de içlerinde gizledikleri o Şeye pişman olurlar. "Kalplerinde hastalık olanların onlara koştuklarını görürsün": Müfessirler şöyle demişlerdir: Bu âyet münafıklar hakkında inmiştir, sonra onların bu hususta da iki görüşleri vardır: Birincisi: Yahudi ve Hıristiyanlar münafıklara gıda maddesi temin eder, onlara ödünç verir ve onlarla dostluk kurarlardı. "Yahudi ve Hıristiyanları dostlar edinmeyin” âyeti inince, münafıklar: Onlarla ilişkiyi nasıl keseriz ki, bir kıtlık olsa bize bol bol gıda maddesi verirler, dediler. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Münafıklar hakkında indi deyip de isim vermeyenlerden bazıları Mücâhid ile Katâde’dir. İkincisi: O, Abdullah b. Übey hakkında inmiştir, bunu da Atıyye el - Avfi, demiştir. Hastalıktan ne murad edildiği hususunda da iki görüş vardır: Birincisi: O, şüphedir, bunu Mukâtil, demiştir. İkincisi: Münafıklıktır, bunu da Zeccâc, demiştir. "Onlara koşarlar": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: Dostluk ve samimiyetlerine koşarlar, bunu da Mücâhid ile Katâde, demiştir. İkincisi: Rızalarına koşarlar, bunu da İbn Kuteybe, demiştir. Üçüncüsü: Müslümanlara karşı yardımlarına koşarlar, bunu da Zeccâc, demiştir. "Felaket"ten ne kasdedildiği hususunda da iki görüş vardır: Birincisi: Kıtlık ve açlıktır, bunu İbn Abbâs, demiştir. İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Başımıza kıtlık gibi kötü bir şey gelir de bizimle alışveriş etmezler, onlardan gıda maddesi alırken bize vermezler. İkincisi: Devletin Müslümanlara karşı Yahudilere dönmesidir, bunu da Mukâtil, demiştir. "Fetih"ten murad edilen şey hususunda da dört görüş vardır: Birincisi: Mekke’nin fethidir, bunu İbn Abbâs ve Süddi, demişlerdir. İkincisi: Yahudi kentlerinin fethidir, bunu da Dahhâk, demiştir. Üçüncüsü: Muhaliflerine karşı Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e yardımdır, bunu da Katâde ile Zeccâc, demiştir. Dördüncüsü: Sıkıntının def olması ve rahatlamadır. Bunu da İbn Kuteybe, demiştir. Emir hususunda da dört görüş vardır: Birincisi: Nadiyr oğullarının sürülüp mallarının alınması ve Kurayza oğullarının öldürülüp zürriyetlerinin esir edilmesidir. Bunu da İbn Saib ile Katâde, demiştir. İkincisi: Cizyedir, bunu da Süddi, demiştir. Üçüncüsü: Bolluktur, bunu da İbn Kuteybe, demiştir. Dördüncüsü: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e münafıkların durumunun açığa çıkarılıp öldürülmeleridir. Bunu da Zeccâc, demiştir. Gizledikleri şey hususunda da iki görüş vardır: Birincisi: Onlarla dosüuklarıdır. İkincisi: Belki de Muhammed’e yardım edilmez, sözleridir. 53(Mü’minler onların bu halini görünce): "Var güçleri ile yemin ederek sizinle beraber olduklarını söyleyenler bunlar mı?” der. Onların amelleri boşa gitmiş; ziyan edenlerden olmuşlardır. "Ve yekulüllezine amenu": Ebû Amr: Bel ki, der, manasına “Lâm” ın nasbi ile diğer kurralar ise cümle başı olarak ref’i ile okumuşlardır. İbn Kesir, Nâfi ve İbn Âmir vavsız ve “Lâm” ın ref'i ile okumuşlardır. Mekke ve Medine Mushaflarında da böyledir. Müfessirler şöyle demişlerdir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem Nadiyr oğullarını Medine’den sürünce, bu münafıkların zoruna gitti ve onlardan ayrılmalarına üzüldüler. Münafık, yakın akrabasını Yahudilerle çetin bir düşmanlık içinde görünce ona: "Uzun süre seni doyurmuş birine vereceğin karşılık bu mu idi?” demeye başladı. Kurayza oğulları da öldürülünce münafıklardan hiç kimse içindekini saklayamadı ve: Hepsi bir gecede biçildiler (kafaları vuruldu) dediler. Mü’minler münafıkların bu hareketlerini görünce şöyle dediler: "Var güçleri ile Allah’a yemin eden bu münafıklar mı?” dediler. İbn Abbâs da: Ağır yemin ettiler, demiştir. Mücâhid de: Var güçleri ile Allah’a kasem eden, demiştir. Zeccâc da: Aşırı yemin eden, demiştir. "Şüphesiz onlar (münafıklar) sizinledir (siz Yahudiler iledir)": Düşmanlarınıza (mü’minlere) karşı. "Onların ameli boşa gitmiştir": Münafıklıkları yüzünden. 54Ey iman edenler, içinizden kim dininden dönerse, Allah yakında kendilerini sevdiği, onların da O’nu sevdiği, mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı onurlu bir topluluk getirecek; Allah yolunda cihad ederler. Kınayanın kınamasından korkmazlar. İşte bu, Allah’ın bir lütfüdür dilediğine verir. Allah’ın rahmeti geniş, ilmi sonsuzdur. "Men yertedde minküm an dinihi": İbn Kesir, Ebû Amr, Âsım, Hamze ve Kisâi, birinci daim ikinci dala idgamı ile: Yertedde okumuşlar; Nâfi ile İbn Âmir de, iki dal ile: Yertedid okumuşlardır. Zeccâc da şöyle demiştir: Asıl olan "yertedid"dir, çünkü muzaafın ikinci harfi sakin olursa, şedde ortaya çıkar. "Yertedde” ise: Birinci dal ikinciye idgam edilmiş, İkincisi iki sakin birleştiği için harekelenmiştir. Hasen de şöyle demiştir: Allah, Peygamberinin ölümünden sonra bir kavmin İslâm dininden döneceğini bildiği için onlara kendilerini seveceği, onların da kendisini seveceği bir toplum getireceğini haber verdi. Bu kavimden de kimlerin murad edildiği hususunda altı görüş vardır: Birincisi: Ebû Bekir es - Sıddik ile mürtedlerle savaşan arkadaşlarıdır, bunu da Ali b. Ebû Talib, Hasen - Allah’ın selamı bu ikisinin üzerine olsun - Katâde, Dahhâk ve İbn Cüreyc, demişlerdir. Enes b. Malik de şöyle demiştir: Ashap, zekât vermek istemeyenlerle savaşmak istemediler ve: Kıbleye dönerek namaz kılıyorlar, dediler. Ebû Bekir kılıcını kuşandı ve tek başına çıktı, onun çıktığını görünce de ashap çıkmaktan başka çare bulamadılar. İkincisi: Ebû Bekir ile Ömer'dir, bu da Hasen’den rivayet edilmiştir. Üçüncüsü: Onlar Ebû Mûsa’l - Eş’ari’nin kavmidir. Iyad el - Eş’ari şöyle rivayet etmiştir: Bu âyet inince, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem: "Bunlar şunun, yani Ebû Mûsa’nın kavmidir” dedi. 16 16 - Hakim Müstedrek, 3/313. Hadis sahihtir, Müslim'in şartına uygundur. Dördüncüsü: Onlar Yemen halkıdır, bunu da Dahhâk, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş ve Mücâhid de böyle demiştir. Beşincisi: Onlar ensardır, bunu da Süddi, demiştir. Altıncısı: Muhacirlerle ensardır, bunu da Ebû Süleyman Dımeşki, zikretmiştir. İbn Cerir de şöyle demiştir: Allah, Hazret-i Ömer zamanında va’dini yerine getirdi; bunlar dinlerinden dönenlerden daha iyi Müslüman idiler. "Alçak gönüllü": Ali b. Ebû Talib radıyallahu anh şöyle demiştir: Onlar kendi dininden olanlara karşı yumuşak kalpli, dinlerinden olmayanlara karşı ise sert kimselerdir. Zeccâc da: "Ezilletin"inin manası: Mü’minlere karşı halim selimdir, ancak pısırık değiller, demiştir. "Allah yolunda cihad ederler, kınayanın kınamasından korkmazlar": Çünkü münafıklar kâfirleri gözetirler, onlara arka çıkarlar, onların kınamasından korkarlar. Aziz ve celil olan Allah, imanı sağlam olanın Allah hakkında kınayanın kınamasından korkmayacağını bildirdi. Sonra da bunun ancak kendisinin tevfiki ile olacağını duyurdu ve: "Bu, Allah'ın bir lütfüdür, bunu dilediğine verir” dedi. Bu da Allah’ı sevmeleri, Müslümanlara karşı yumuşak, kâfirlere karşı sert olmalarıdır. 55Sizin dostunuz ancak Allah’tır, Resul’üdür ve namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, rukû’ eden mü’minlerdir. "Sizin dostunuz ancak Allah ve Resul’üdür": Kimler hakkında indiğinde dört görüş halinde ihtilaf etmişlerdir: Birincisi: Abdullah b. Selam ile arkadaşları Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e gelip: Bir topluluk bize açıkça düşmanlık ilan ettiler, biz de evlerimiz uzak olduğu için ashabınla oturamıyoruz, dediler. Bunun üzerine bu âyet indi. Onlar da: Allah’a, Resul’üne ve mü’minlere razı olduk, dediler. Bilal ezan okudu, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem dışarı çıktı; bir yoksulun dilencilik ettiğini gördü, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem: "Sana kimse bir şey verdi mi?” dedi. O da: Evet, dedi. "Ne verdi?” dedi. O da: Bir gümüş yüzük, dedi. "Onu sana kim verdi?” dedi. O da: Şu ayakta duran, dedi. Baktı ki, o Ali b. Ebû Talip’miş, o rukuda iken bana verdi, dedi. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem de bu âyeti okudu. Bunu Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş, Mukâtil de böyle demiştir. Mücâhid de: Ali b. Ebû Talib hakkında indi, o rukuda iken sadaka vermişti, demiştir. İkincisi: Ubade b. Samit, müttefiği olan Yahudilerden alakasını kesince bu âyet onun hakkında indi. Bunu el - Avfi, İbn Abbâs'tan rivayet etmiştir. Üçüncüsü: O, Ebû Bekir es - Sıddik hakkında inmiştir, bunu da İkrime, demiştir. Dördüncüsü: O giden ve kalan müslümanlar hakkında inmiştir, bunu da Hasen, demiştir. "Zekâtı verirler ve rukû’ ederler": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Onlar bunu rukularında yaparlar. Bu da Hazret-i Ali radıyallahu anh’in rukuda iken yüzüğünü sadaka olarak vermesidir. İkincisi: Onların şanı zekât vermek ve rukû’ etmektir. Rukudan ne murad edildiği hususunda da üç görüş vardır: Birincisi: O, bizzat rukudur, çünkü Ebû Salih, İbn Abbâs’tan böyle rivayet etmiştir. Âyetin, onlar rukuda iken indiği de, söylenmiştir. İkincisi: O; gece ve gündüz kılınan nafile namazdır. Sadece rukudan bahsedilmesi, onun şerefini artırmak içindir. Yine bu da İbn Abbâs’tan rivayet edilmiştir. Üçüncüsü: O, boyun eğmek ve tevazu göstermektir, şöyle bir şiir getirmişlerdir: Fakiri hor görme, olur ki, Bir gün eğilirsin, zaman onu yükseltmiş olur. Bunu da Maverdi, zikretmiştir. 56Kim Allah’ı, Resul’ünü ve iman edenleri dost edinirse, şüphesiz Allah’ın partisi, galip olanların ta kendileridir. "Allah’ın partisine": Gelince, Hasen: Onlar Allah’ın askerleridir, demiştir. Ebû Ubeyde de: Allah’ın yardımcılarıdır, demiştir. Sonra onların kimler oldukları hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: Onlar muhacirlerle ensardır, bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Ensardır, bunu da Ebû Süleyman zikretmiştir. 57Ey iman edenler, sizden önce kendilerine kitap verilenlerden dininizi eğlence ve oyun edinen kimselerden kâfirleri dostlar edinmeyin. Eğer inanıyorsanız Allah’tan korkun. "Dininizi eğlence ve oyun edinenleri dostlar edinmeyin": İniş sebebi şöyledir: Rifaa b. Zeyd b. Tabut ile Süveyd b. Haris İslâm olduklarını açıklamışlardı. Sonra da münafık oldular. Müslümanlardan bazı adamlar onlarla dostluk kurarlardı, işte bu âyet bunun üzerine indi. Bunu İbn Abbâs, demiştir. Onların dini eğlence ve oyun edinmeleri, İslâm’ı gösterip küfrü gizlemeleri ve dinle oynamalarıdır. Kitap verilenler ise: Yahudilerle Hıristiyanlardır. Kâfirler de: Putperestlerdir. İbn Kesir, Nâfi, İbn Âmir ve Hamze, nasb ile: "velküffare” okumuşlardır, mana da: Kâfirleri dost edinmeyin, demektir. Ebû Amr ile Kisâi de, Kelâmın cer amiline yakın olmasından dolayı "velküffari” okumuşlardır. Ebû Amr da elifi imale etmiştir. 58Namaza çağırdığınız zaman onu eğlence ve oyun edinirler. Çünkü onlar akıllarını çalıştırmayan bir topluluktur. "Namaza çağırdığınız zaman": İniş sebebi için iki görüş vardır: Birincisi: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in müezzini ezan okuyup da Müslümanlar namaza kalktıkları zaman, Yahudiler: Kalktılar, kalkmaz olasılar, namaz kıldılar, kılmaz olasılar, derlerdi, alay eder ve gülerlerdi. Bu âyet bunun üzerine indi. Bunu da İbn Saib, demiştir. İkincisi: Kâfirler ezanı işittikleri zaman Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ile Müslümanları bundan dolayı kıskanırlar ve: Ya Muhammed, öyle görülmemiş bir şey getirdin ki, onu geçmiş milletlerden duymadık. Eğer sen peygamberlik iddia ediyorsan, bu ezanla senden önceki peygamberlere muhalefet ettin. Bu ses ne kadar çirkin ve bu iş ne kadar iğrenç, dediler. İşte âyet bunun üzerine indi. Süddi de şöyle demiştir: Medine’de ensardan bir adam müezzinin: Eşhedü enne Muhammeden Resûlüllah, dediğini işittiği zaman: Yalan söyleyenin evi yansın, dedi. Hizmetçisi gece o uyurken elinde ateşle içeri girdi, ailesi de uyuyorlardı, bir kıvılcım sıçradı, evi yaktı, kendisi ve ailesi de yandılar. Âyette geçen nida: Ezandır. Onu eğlence edinmeleri de gülüşmeleri ve kaş göz hareketi yapmalarıdır. "Çünkü onlar akıllarını çalıştırmayan bir topluluktur": Namaza gelmede kendileri için ne olduğunu, onunla alay etmede de başlarına neyin geleceğini bilmezler. 59De ki: Ey kendilerine kitap verilenler, sırf Allah’a inanmamız, bize indirilene ve daha önce indirilenlere iman etmiş olmamız için mi bizden hoşlanmıyorsunuz? Şüphesiz sizin çoğunuz fasık kimselersiniz. "De ki: Ey kendilerine kitap verilenler...": îniş sebebi şöyledir: Birkaç Yahudi, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e gelip iman ettiği peygamberleri sordular. O da bütün peygamberleri zikretti. İsa’yı da zikredince: Onun peygamberliğini inkâr ettiler ve: Allah'a yemin ederiz ki, sizin dininizden daha kötü bir din bilmiyoruz, dediler. İşte bunun üzerine bu ve arkasındaki âyet indi. Bunu İbn Abbâs demiştir. Hasen ile A'meş, kafin fethası ile: "Tenkamune” okumuşlardır. Zeccâc da şöyle demiştir: Nekamtü alerrecüli enkımu, ve nekımtü aleyhi enkamu, denir ki, kin besleme manasınadır. Birincisi daha iyi lügattir. "Nekımtü” de bir şeyden aşırı derecede nefret etmektir. Mana şöyledir: îman ettiğimiz ve sizin de fasık olmanızdan dolayı mı bizden nefret ediyorsunuz? Çünkü sizler bizim haklı, sizin de fasık olduğunuzu bilmektesiniz. 60De ki: Size Allah katında cezası bundan kötü olanını haber vereyim mi? O da Allah'ın lanetlediği, kendisine gazap ettiği ve onlardan maymunlar ve domuzlar yaptığı kimselerle tağuta (bâtıl ilâhlara) tapanlardır. İşte onların yeri daha kötüdür ve bunlar doğru yoldan daha sapıktırlar. "Size bundan daha kötüsünü haber vereyim mi?": İniş sebebi; Yahudilerin "Allah’a yemin ederiz ki, dünya ve ahirette sizden daha nasipsizleri ve dininizden daha kötü bir din bilmiyoruz” sözleridir. "Bundan daha kötü” sözü hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: Mü’minlerden daha kötü, demektir, bunu İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: İmanımızdan nefret etmenizden daha kötü, demektir. Bunu da Zeccâc, demiştir. Mesubet: Ceza (karşılık) demektir. Zeccâc şöyle demiştir: "Men laanehullah” kavlindeki "men"in yeri, istersen merfu olur, istersen mecrur olur. Kim mecrur kılarsa onu "şerrin"den bedel kılar, mana: Size Allah’ın lânet ettiğini haber vereyim mi?” olur. Kim de merfu okursa, "hüve” gizlenmiş olur. Sanki biri: “O kim?” demiş olur, karşısındaki de: Huve men laanehullah (o, Allah’ın lânet ettiğidir) demiş olur. Ebû Salih, İbn Abbâs'tan: Allah'ın cizye ile lânet ettiği, buzağıya tapmakla da gazap ettiği kimsedir; onun yeri Allah katında daha kötüdür, dediğini nakletmiştir. İbn Abbâs’tan şöyle de rivayet edilmiştir: Cumartesi yasağına uymayarak suretleri değiştirilenler iki kısımdır: Gençleri maymuna çevrildi, ihtiyarları da domuza çevrildi. Başkası da şöyle demiştir: Maymunlar cumartesi ashabıdır, domuzlar da İsa’nın sofrasını inkâr edenlerdir. İbn Kuteybe: Ben bu maymunların ve domuzların bizzat onlardan türediğini zannediyorum, demiş ve delil olarak da: "Onlardan maymunlar ve domuzlar kıldı” sözünü getiriyorum, çünkü bunların başına el belirlilik takısı geçmiştir, bu da onların belirli olduklarını ve onların bilinen maymunlar olduğunu gösterir. Eğer onların nesli tükense ve geçip gitseler idi, elif lâm takısı getirmeden: Ve caale minhüm kıradeten ve hanazire, derdi, demiştir. Ancak suretleri değişenler hakkında Ümmü Habibe hadisi sahih ise aleyhisselam'ın dediği gibi olur. Ben de derim ki: Yalnız Müslim’in Sahih’inde Ümmü Habibe hadisi vardır; o da şöyledir: Bir adam: "Ya Resûlallah, bu maymunlar ve domuzlar, o sureti değişenlerden midir?” dedi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de: Allah suretlerini değiştirdiği bir kavme nesil ve zürriyet vermemiştir. Maymunlar ve domuzlar daha önce de vardı, demiştir. 17 17 - îmam Ahmed, Müsned, 5/260; Müslim, Kader, hadis no, 33. Biz de Bakara suresinde İbn Abbâs’tan bundan daha fazlasını anlatmış bulunuyoruz. Binaenaleyh İbn Kuteybe’nin zannına itibar edilmez. "Abede’t-tâğute": (Bâtıll İlâhlara taptı): Bunda tam yirmi okunuş vardır. İbn Kesir, Âsım, Ebû Amr, İbn Âmir, Nâfi ve Kisâi, aynın, banın ve dalın fethi ile (abede), "tağut"un tesinin nasbi ile "tağute” okumuşlardır. Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Mana şöyledir: Onlardan maymunlar, domuzlar ve tağuta tapanlar kıldı. İkincisi: Mana şöyledir: Allah’ın lânet ettiği ve tağuta tapanlar kıldığı. Burada “tağut“ tan iki şey kastedilmiştir: Birincisi: Putlardır. İkincisi: Şeytandır (bu yirmi kıraati lüzumsüz ve yorucu gördüğümüz için, okurlarımızdan özür dileyerek almıyoruz. Mütercim). "Onların yeri daha kötüdür": Yani bu anlattığımız kimselerin yeri mü’minlerinkinden daha kötüdür. Aslında mü’minlerin yeri kötü değildir, ancak söz hasmın kelâmına bağlı olduğu için ve onlar: Sizden daha kötü kimseler bilmiyoruz, dedikleri için: Bu sıfatta olanlar, sizden daha kötüdür, denilmiştir. 61Onlar size geldikleri zaman: "İman ettik” derler. Halbuki onlar küfür (inkâr) lâ girmiş ve onunla çıkmışlardır. Allah ise onların gizlediklerini pekiyi bilir. "Onlar size geldikleri zaman": Katâde: Bunlar Yahudilerden bazı kimselerdir ki, bunlar Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına girer, getirdiği şeylere iman ettiklerini haber verirlerdi, halbuki onlar sapıklıklarından ayrılmazlardı. "Küfürle girmişlerdir": Yani kâfir olarak girdiler ve kâfir olarak çıktılar. Küfür her iki hallerinde de onlarla beraberdir. "Allah onların gizlediklerini pekiyi bilir": Gizledikleri küfür ve nifakı. 62Onlardan çoğunun günaha, düşmanlığa ve haram yemeye koştuklarını görürsün. Gerçekten yaptıkları şey ne kötüdür! "Onlardan çoğunu görürsün": Yani Yahudilerden, "koşarlar": Yani seğirtirler", "günaha": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: O, masiyetlerdir, bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Küfrdür, bunu da Süddi, demiştir. Udvan ise, zulüm ve haksızlıktır. "Suht (haram)": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: O hükümde rüşvettir. İkincisi: Dinde rüşvettir. Üçüncüsü: Faizdir. 63Din adamları ve hahamlar onları günah söylemekten ve haram yemekten men etmeli değil miydi? Yaptıkları şey ne kötüdür! "Levla yenhahumurrabbaniyyune velahbaru": "Levla", hella (teşvik) manasınadır. Rabbaniyyun Al-i İmran’da geçmiş, ahbar da bu surede geçmiştir. Bu âyet emr-i bilmaruf ve nehy-i anilmünkeri terk edenler için en şiddetli âyetlerdendir. Çünkü Allahü teâlâ münkeri işleyenle onu uyarmayı terk edeni aynı kefeye koymuştur. İbn Abbâs şöyle demiştir: Kur’ânda bundan daha tehditkâr bir âyet yoktur. 64Yahudiler: "Allah’ın eli bağlıdır” dediler. Kendilerinin elleri bağlansın ve dedikleri yüzünden lânete duçar olsunlar. Bilakis O’nun iki eli de açıktır; istediği gibi harcar. Rabbinden sana indirilen şey, yemin olsun ki, onlardan çoğunun taşkınlık ve küfürlerini artıracaktır. Biz de aralarına kıyamete kadar düşmanlık ve kin saldık. Ne zaman savaş için bir ateş yaksalar, Allah onu söndürdü. Onlar yeryüzünde bozgunculuk için çalışırlar. Allah ise bozguncuları sevmez. "Yahudiler: Allah’ın eli bağlıdır, dediler": Ebû Salih, İbn Abbâs’tan naklen demiştir ki: Âyet, Yahudi Finhas ve arkadaşları hakkında inmiştir. Onlar: Allah’ın eli bağlıdır, dediler. Mukâtil de: Finhas, İbn Soriya ve Azer b. Ebi Azer hakkında inmiştir, demiştir. Bunu demelerinde üç görüş vardır: Birincisi: Allahü teâlâ onlara bol rızık vermişti, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem hakkında ona isyan edip de onu inkâr edince, onlara bol bol verdiği rızıktan birazını kesti, onlar da: Allah’ın eli bağlıdır, dediler. Bunu Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. İkrime de böyle demiştir. İkincisi: Allahü teâlâ bu ümmetten ödünç (fukaraya sadaka) istediği gibi onlardan da istedi, onlar da: Allah cimridir, eli bağlıdır ki, bizden ödünç istiyor, dediler. Bunu da Katâde, demiştir. Üçüncüsü: Hıristiyanlar Beytülmukaddes ’i tahrip etmesi için Buhtunassar’a yardım edince, Yahudiler: Eğer Allah’ın eli çözük olsa idi bizi ondan korurdu, demek ki, eli bağlıymış, dediler. Yine bunu da Katâde, demiştir. “Gullet“ den Mağlûl: Tutuk ve kapalı demektir. Kapalı demekle neyi kasdettikleri hususunda da iki görüş vardır: Birincisi: Vermekten kapalıdır, bunu da İbn Abbâs, Katâde, Ferrâ’, İbn Kuteybe ve Zeccâc, demişlerdir. İkincisi: Bize azap etmekten kapalıdır, bize ancak yemini sınamasın diye buzağıya taptığımız günler kadar azap eder. Bunu da Hasen, demiştir. "Elleri bağlansın": Bunun üzerinde de üç görüş vardır: Birincisi: Cehennemde bağlansın, bunu Hasen, demiştir. İkincisi: Hayırdan bağlansın, bunu da Mukâtil, demiştir. Üçüncüsü: Cimri kılındılar, onlar en cimri millettir. Bunu da Zeccâc, demiştir. İbn Enbari de: Bu Allah’tan bir haberdir; onların başlarına geldiğini halka haber vermektedir. "Gullet eydihim” cümlesi hal olarak mahallen mensubtur, takdiri şöyledir: Yahudiler bunu Allah ellerinin bağlanmasına hüküm verdiği ve onlara lânet ettiği halde demiştir. Mananın: Elleri bağlandı şeklinde olması da câizdir. Onlara beddua olması da câizdir. Allah bize onlara nasıl beddua edeceğimizi öğretmiştir, tıpkı şu âyetlerde olduğu gibi: "Tebbet yeda Ebi Lehebin” (Tebbet: 1); "letedhulünnel mescidel harama inşallahu aminin” (Feth: 27). "Dedikleri o şeyle lânete duçar oldular": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: Allah’ın rahmetinden uzak oldular. İkincisi: Dünyada cizye ile ahirette de ateş ile azap edildiler. Üçüncüsü: Maymunlara ve domuzlara çevrildiler. İbn Abbâs, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den şöyle dediğini rivayet etmiştir: Kim bir şeye lânet eder de o da onu hak etmezse, o lânet Allah’ın onlara lânet etmesi dolayısıyla Yahudilerin üzerine döner. Zeccâc şöyle demiştir: Bazıları: "Allah’ın eli” kavlinin: O’nun nimeti manasına olduğunu söylemişlerdir ki, bu yanlıştır, bunu da: "Bilakis iki eli de açıktır” kavli bozar. Onların dediklerine göre mana: Onun iki nimeti şeklinde olur ki, Allah’ın nimeti sayılamayacak kadar çoktur. "İki eli de açıktır": Kavlinden maksat O, cömerttir, dilediği gibi harcar, demektir. İbn Enbari buna yakın görüş beyan etmiştir. İbn Abbâs da şöyle demiştir: dilerse rızkı bollaştırır, dilerse daraltır. "Rabbinden sana indirilen şey, yemin olsun ki, onlardan çoğunun taşkınlık ve küfürlerini artıracaktır": Zeccâc şöyle demiştir: Ne zaman sana bir şey indirilse, onu inkâr ederler, böylece inkârları artar. Burada "tuğyan": Küfürde aşırı gitmektir. Mukâtil de şöyle demiştir: Rabbinden sana recm ve kan davaları hakkında indirilen, Nadiyr oğullarının taşkınlık ve inkârlarını artırır. "Aralarına düşmanlık ve kin saldık": Bu sözle kimlerin kasdedildiği hususunda da iki görüş vardır: Birincisi: Yahudilerle Hıristiyanlardır. Bunu da İbn Abbâs, Mücâhid ve Mukâtil, demişlerdir. Eğer: "Hıristiyanlar nerede zikredildi?” denilerse, cevap şöyledir: O: "Yahudi ve Hıristiyanları dostlar edinmeyin” kavlinde geçmiştir. İkincisi: Onlar Yahudilerdir, bunu da Katâde, demiştir. "Ne zaman savaş için bir ateş yaksalar Allah onu söndürür": Ateş yakılması savaş çıkması için çalışmalarına misaldir. Şöyle denilmiştir: Ateşin istiare yolu ile savaş için kullanılmasının aslı şudur: Arap kabilesi başkasıyla savaşmak istediği zaman dağ başlarında ve yüksek yerlerde ateş yakarlardı ki, savaşa kalktıkları bilinsin de onlara yardım etmek isteyenler hazırlansınlar. Şöyle de denilmiştir: Ciddi savaş etmek üzere antlaşma yaptıkları zaman, ateş yakar ve antlaşırlardı. Âyetin manası hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile savaşmak için toplandıkları zaman Allah onları dağıtır. İkincisi: Ne zaman bir hile yapsalar, Allah onu başlarına geçirir. "Yeryüzünde “bozgunculuk” için koşarlar": Bunda da dört görüş vardır: Birincisi: Günahlarla, bunu da İbn Abbâs ile Mukâtil, demişlerdir. İkincisi: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in ismini kitaplarından silmek ve İslâm’ı reddetmekle. Bunu da Zeccâc, demiştir. Üçüncüsü: Küfürle. Dördüncüsü: Zulümle. Bu son ikisini Maverdi, demiştir. 65Eğer gerçekten kitap ehli iman etseler ve kötülüklerden sakınsalardı, günahlarını örter ve onları nimet cennetlerine sokardık. "Eğer kitap ehli": Yani Yahudilerle Hıristiyanlar. "İman etselerdi": Allah’a, "sakınsalardı": Şirkten, geçmiş "günahlarını örterdik". 66Eğer onlar Tevrat’ı, İncil’i ve Rablerinden kendilerine indirileni tatbik etselerdi, üstlerinden, ayaklarının altından (yeraltı ve yer üstü servetleri) yerlerdi. Onlardan ılımlı bir cemaat vardır. Onlardan çoklarının ise yaptıkları ne kötüdür! "Eğer onlar Tevrat'ı ve İncil'i tatbik etselerdi": İbn Abbâs: içindekilerle amel etselerdi, demiştir. "Rablerinden kendilerine indirilen": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: İsrâil oğulları peygamberlerinin kitaplarıdır. İkincisi: Kur’ân’dır, çünkü onlar da onunla muhatap olunca, onlara da indirilmiş gibi olur. "Üstlerinden ve ayaklarının altından yerlerdi": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: bol yağmur ve bol bitki ile yerlerdi. Bu; İbn Abbâs, Mücâhid ve Katâde’nin görüşüdür. İkincisi: Mana şöyledir: Allah onlara bolluk verirdi. Nitekim: Filanca tepesinden tırnağına kadar hayır içindedir, denir. Bunu da Ferrâ’ ile Zeccâc, demişlerdir. Allahü teâlâ bununla takvanın rızık bolluğuna sebep olduğunu bildirmiştir. Nitekim şöyle demiştir: "Onlara göklerin ve yerin bereketlerini açardık". (A’raf: 96) "Ona ummadığı yerden rızık verir". (Talâk: 3) "Onlardan bir cemaat ılımlıdır": Yani kitap ehlinden, onlar da onların içinden Müslüman olanlardır. Bunu da İbn Abbâs ile Mücâhid, demişlerdir. Kurazi de şöyle demiştir: Onlar: Mesih İsa Allah’ın kulu ve resul’üdür, diyenlerdir. "İktisad” sözde ve işte ifrat ve tefrite kaçmadan ılımlı ve dengeli olmaktır. 67Ey Peygamber, Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan onun mesajını iletmedin demektir. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Şüphesiz Allah kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez. "Ey Peygamber, sana indirileni tebliğ et": Müfessirler bu âyetin birkaç sebep üzerine indiğini zikretmişlerdir: Hasen, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den şöyle dediğini rivayet etmiştir: Allah beni mesajı ile gönderince içim sıkıldı ve insanlardan beni yalanlayacak olacağını anladım. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem Kureyş’ten, Yahudilerden ve Hıristiyanlardan korkardı. Bunun üzerine Allah bu âyeti indirdi. 18 18- Suyuti, ed - Dürrül Mensur, Ebû Şeyh rivayet etmiştir. Mücâhid de şöyle demiştir: "Ey Peygamber sana Rabbinden indirileni tebliğ et” âyeti inince: "Ya Rabbi, nasıl edeyim? Ben tek başımayım, insanlar başıma üşüşürler?” dedi. Allah da bunun üzerine: "Eğer bunu yapmazsan O’nun mesajını iletmemiş olursun; Allah seni insanlardan koruyacaktır” kısmını indirdi. Mukâtil de şöyle demiştir: Yahudileri dine davet edip de üzerlerinde çok durunca, onunla alay etmeye başladılar. Sustu, onlara bir şey demedi. Bu âyetle teşvik edildi. İbn Abbâs da şöyle demiştir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem gece korunurdu. Ebû Talib her gün Haşim oğullarından onu koruyacak kimseler gönderirdi. Nihayet bu âyet indi, o da: Amca, Allah beni cinlerden ve insanlardan korudu, dedi. Ebû Hureyre de şöyle demiştir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem bir gün bir ağacın altına indi, kılıcını ona astı. Bir adam gelip onu aldı ve: "Ya Muhammed, seni benden kim korur?” dedi. O da: Allah, dedi. Bunun üzerine: Allah seni insanlardan korur âyeti indi. Hazret-i Âişe de şöyle demiştir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem bir gece uyuyamadı, "neyin var?” dedim. O da: "Beni koruyacak bir adam yok mu?” dedi. Biz bu durumdayken bir sİlâh sesi işittim, Resûlüllah: "Kim o?” dedi. O da: Sa’d ile Huzeyfe, seni korumaya geldik, dediler. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem uyudu, öyle ki, horladı, bunun üzerine: "Allah seni korur” âyeti indi. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem başını deri çadırdan çıkardı ve: Ey insanlar, çekilin, Allahü teâlâ beni korumasına aldı” dedi. 19 Zeccâc da şöyle demiştir: "Sana indirileni tebliğ et” kavlinin manası şöyledir: Sana indirilenin hepsini insanlara ulaştır, hiç kimseye bakma, başına bir kötülük gelir diye ondan hiçbir şeyi bırakma. Eğer ondan bir şey bırakırsan, onu tebliğ etmemiş olursun. İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Bu söylenilmeyen kısma, "Allah seni korur” cümlesi delalet eder. İbn Abbâs da şöyle demiştir: Eğer bir âyeti saklarsan, mesajımı iletmemiş olursun. Başkası da mana şöyledir, demiştir: Sana indirilenin hepsini açıkça tebliğ et. Eğer sana gelecek bir endişeden dolayı ondan bir şey gizlersen hiçbir şeyi tebliğ etmemiş gibi olursun. Ebû Amr, Hamze ve Kisâi, müfret olarak "risaletehu” okumuşlar; Nâfi de çoğul sigası ile "risalatihi” okumuştur. 19- Tirmizî, Tefsirü suretü Maide, hadis no, 3046; Hakim, Müstedrek, 2/313. "Allah seni insanlardan korur": İbn Kuteybe şöyle demiştir: Onları senden men eder. Allah’ın koruması: Kulu isyanlardan muhafaza etmesidir. Taamün lâ ya’sımü denir ki, açlığı gidermeyen yemek, demektir. Eğer koruma nerede? Alnı yarıldı, dişi kırıldı? Aşırı derecede eziyet edildi, denilirse, buna iki türlü cevap verilir: Birincisi: O, onu öldürülmekten ve tamamen yok olmaktan korumadır, ama ufak tefek şeyler tamamının korunmasına mani değildir. İkincisi: Bu âyet, o olaylar başına geldikten sonra indi, çünkü Maide en son inen surelerdendir. "Şüphesiz Allah kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Onları cennete hidayet etmez. İkincisi: Maksatlarına varmak için onlara yardım etmez. 68De ki: Ey kitap ehli, sizler Tevrat’ı, İncil’i ve Rabbinizden size indirileni tatbik etmedikçe hiçbir şeysiniz. Yemin olsun ki, Rabbinden sana indirilen (Kur’ân), onlardan birçoğunun taşkınlık ve inkârını mutlaka artıracaktır. Öyleyse kâfirler topluluğuna üzülme! "De ki: Ey kitap ehli, sizler hiçbir şeysiniz": İniş sebebi şöyledir: Yahudiler, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e: "Sen bizim yanımızdaki Tevrat’a iman etmiyor ve onun hak olduğuna şahitlik etmiyor musun?” dediler. O da: Evet, ancak siz onda birçok şey ihdas ettiniz ve ondakileri inkâr ettiniz. Ben sizin ihdas ettiğiniz şeylerden beriyim, dedi. Onlar da: Biz doğru yoldayız, biz elimizdekini tutar, sana iman etmeyiz, dediler. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu İbn Abbâs, demiştir. Kitap ehlinden maksat Yahudi ve Hıristiyanlardır. "Hiçbir şeysiniz": Tevrat’ı ve İncil’i tatbik etmedikçe hak din üzerinde değilsiniz, demektir. Onları tatbik etmek de, içlerindeki ile amel etmektir. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e iman da o cümledendir. Rablerinden kendilerine indirilen şey hususunda da iki görüş vardır, bunlar da yukarıda geçmiştir. Âyetin diğer kısmı da öyledir (izahı yukarıda geçmiştir). 69Şüphesiz mü’minler, Yahudiler, Sabiiler ve Hıristiyanlardan kim Allah’a ve ahiret gününe inanır ve iyi bir iş işlerse, onlara korku yoktur. Onlar üzülmeyecekler de. "Şüphesiz mü’minler, Yahudiler ve Sâbiîler": Bunun tefsirini Bakara suresinde zikrettik. Orada bunun muhkem veya mensuhluğu üzerindeki ihtilafları da beyan ettik. "Sâbiûn” lâfzının merfu okunmasına gelince, Zeccâc, içlerinde Halil ile Sibeveyh de olmak üzere Basralı Âlimlerden şöyle zikretmiştir: "Es-sâbiun” kavli sondadır ve Mana şöyledir: Şüphesiz iman edenler, Yahudilerden kim Allah’a iman eder, iyi bir iş yaparsa, onlara korku yoktur, onlar üzülmezler de. Sâbiîlerle Hıristiyanlar da öyledir. Örnek olarak şu şi’ri getirmişlerdir: Yoksa bilin ki, ben ve sizler anlaşmadıkça Zalim kimseler olmaktan kurtulamayız. Mana şöyledir: Bilin ki, ben anlaşmadıkça zalimim, sizler de öylesiniz. 70Yemin olsun ki, biz İsrâil oğullarından sağlam söz aldık ve onlara peygamberler gönderdik. Ne zaman onlara bir peygamber hoşlarına gitmeyen bir şey getirdiyse, bir kısmını yalanladılar ve bir kısmını da öldürüyorlardı (öldürdüler). "Yemin olsun, biz İsrâil oğullarından sağlam söz çildik": Mukâtil şöyle demiştir: Onlardan Tevrat’taki şeylerle amel etme sözünü aldık. İbn Abbâs da şöyle demiştir: Yalanladıkları peygamberler arasında Muhammed ile İsa, öldürdükleri arasında da Zekeriyya ile Yahya vardı. Zeccâc da şöyle demiştir: Yalanlamada Yahudilerle Hıristiyanlar ortaktır, öldürme ise özellikle Yahudilere aittir. 71Fitne olmayacak sandılar. Kör ve sağır oldular. Sonra Allah Tevbelerini kabul etti. Sonra içlerinden çokları yine kör ve sağır oldular. Allah yaptıklarını hakkıyle görmektedir. "Ve hasibu enla tekune fitnetün": İbn Kesir, Nâfi, Âsım ve İbn Âmir, nasb ile: "Tekune"; Ebû Amr, Hamze ve Kisâi de, ref ile: "Tekunu” okumuşlardır. "Fitnetün"ün merfu olmasında ise ihtilaf etmemişlerdir. Mekki b. Ebû Talib şöyle demiştir: Kim merfu okursa, "en"i sakileden muhaffefe kılmış olur ve yanında da "he” zamirini gizler ve "hasibu"yu da "eykanu” (kesin bildiler) manasına alır. Çünkü "en” tekit içindir. Tekit ise ancak yakîn ile câiz olur. Takdiri şöyledir: Fitne olmaz bildiler. Kim de nasb ederse, "en"i fi’li nasb eden edat kabul eder, "hasibu"yu da zannettiler manasına alır. Eğer "en"den önce şüpheye uygun olmayan bir fiil olsa idi, sakileden tahfif edilmiş olmaktan başkası câiz olmaz ve onunla fiil de mensûb olmazdı, tıpkı: "Efela yeravne ella yerciu ileyhim” (Taha: 89); "ve alime en sekunu” (Müzzemmil: 20) gibi. Ebû Ali şöyle demiştir: Fiiller üçtür: Fiil vardır sebat ve istikran gösterir, meselâ ilim ve tayakkun gibi. Fiil vardır, sebat ve istikrarın aksini gösterir. Fiil de vardır, bir defa ona, bir defa da buna çeker. Manası bilmek olan fiilden sonra şeddeli "enne” gelir. Çünkü onun manası bir şeyin sabit ve kararlı olmasıdır; meselâ: "Ve yalemune ennallahe huvel hakkul mubin” (Nûr: 25); "elem yalem biennallahe yera” (Alak: 14) gibi. Tamah etmek, korkmak ve umut etmek gibi sebat ve istikrardan başka fiiller ise, ondan sonra enneden tahfif edilmiş "en” gelebilir; meselâ, "fein hiftüm enla yukima hududallahi” (Bakara: 229); "tehafune en yetehattafekümunnasu” (Enfal: 26); "fehaşiyna en yurhikahuma” (Kehf: 80); "atmau en yağfireli” (Şuara: 82) gibi. Hasibtü ve zanentü gibi her iki hal arasında gelip giden fiilleri ise, bir seferinde ilim manasına almak, bir seferinde de umut ve reca manasına almak da câizdir. "Ve hasibu enlatekune fitnetün "de her iki kıraat da câizdir, Kur’ân da onunla inmiştir. Mensûb okuyanlara başka misaller de şunlardır: "Em hasibellezinecterehusseyyiati en necalehüm” (Casiye: 21); "em hasibellezine yamelnuesseyyiati en yesbikuna” (Ankebut: 4); "ehasibennasü en yutreku". (Ankebut: 2) Merfu okuyanlara başka misaller de şunlardır: "Eyahsebune ennema nümiddühüm” (Mü’minun: 55); "em yahsebune enna lanesmau sirrehüm". (Zuhruf: 80) İbn Abbâs da şöyle demiştir: Peygamberleri öldürmek ve onları yalanlamakla Allah’ın kendilerine azap etmeyeceğini ve onları belâya çarptırmayacağını zannettiler. "Kör ve sağır oldular": Zeccâc şöyle demiştir: Bu da aynı şekilde tevil edilir: Onlar işittikleri ve gördükleri mucizelerle amel etmediler, o yüzden kör ve sağır gibi oldular. "Sonra Allah Tevbelerini kabul etti": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Belâ onlardan kaldırıldı, bunu da Mukâtil, demiştir. Başkası da: Bu, onların düşmanlara karşı zaferidir, bu da: "Sonra onlara karşı size tekrar zafer verdik” (İsra: 6) âyetinde zikredilmiştir. İkincisi: Tevbelerini kabul etti’nin manası şudur: Onlara Muhammed’i gönderdi; o da onlara iman edip tasdik ettikleri takdirde Allah'ın Tevbelerini kabul edeceğini öğretti. Bunu da Zeccâc, demiştir. "Sonra yine kör ve sağır oldular": Kavlinde de iki görüş vardır: Birincisi: Belâ kaldırıldıktan sonra Tevbe etmediler, bunu Mukâtil, demiştir. İkincisi: Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in gönderilmesinden sonra iman etmediler, bunu da Zeccâc, demiştir. "İçlerinden çoğu": Yani içlerinden çoğu kör ve sağır oldu, demektir, tıpkı: Caeni kavmüke ekserühüm (kavminin çoğu bana geldi) kavlinde olduğu gibi. İbn Enbari şöyle demiştir: Bu âyet, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem gönderilmeden önce küfür üzere olan bir kavim hakkında indi. O gönderilince zulüm ve kıskançlıklarından dolayı onu yalanladılar. Bu fî’lin onları helak edeceğini ve canlarına okuyacağını takdir edemediler. Allahü teâlâ da: "Fitne kopmayacağını zannettiler": Yani küfürde ısrarlarının onları fitneye düşürmeyeceğini zannettiler; haktan uzaklaşmakla da kör ve sağır oldular (basiretleri bağlandı) dedi. "Sonra Allah Tevbelerini kabul etti": Yani Tevbe etmeseler de Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’i göndermekle onları Tevbe ile yüz yüze getirdi. Muhammed ile hakkın açıklanmasından sonra içlerinden çoğu yine kör ve sağır oldular. İkinci gruptan çokları demesi, içlerinden bazılarının Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e muhalefet etmemelerinden dolayıdır. 72Yemin olsun ki, "Gerçekten Allah, Meryem oğlu (İsa) Mesih’tir” diyenler kâfir oldular. Mesih ise: "Ey İsrâil oğulları, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a ibadet edin. Çünkü kim Allah’a şirk (ortak) koşarsa, şüphesiz Allah ona cenneti haram etmiştir. Zâlimler için yardımcılar yoktur” demişti. "Yemin olsun ki: Gerçekten Allah Meryem oğlu Mesih’tir, diyenler kâfir oldular": Mukâtil şöyle demiştir: Bu âyet, Necran Hıristiyanları hakkında nazil oldu, onlar böyle demişlerdi. "İsa dedi": Yani aralarında bulunan İsa onlara: Şu bir gerçektir ki, kim Allah’a şirk koşarsa, Allah ona cenneti haram etmiştir, demişti. 73Yemin olsun ki: Gerçekten Allah üçün üçüncüsüdür, diyenler kâfir olmuşlardır. Bir tek Allah’tan başka İlâh yoktur. Eğer bu dediklerine son vermezlerse, içlerinden kâfir olanlara mutlaka acıklı bir azap dokunacaktır. "Yemin olsun ki: Gerçekten Allah üçün üçüncüsüdür diyenler kâfir olmuşlardır": Mücâhid: Onlar Hıristiyanlardır, demiştir. Vehb b. Münebbih de şöyle demiştir: İsa doğunca yüzü üstü düşmeyen bir put kalmadı. Şeytanlar İblis’in yanında toplandılar, ona durumu haber verdiler. O da gitti, yeryüzünü dolaştı, sonra döndü: Babasız doğan bu çocuk, ben onu görmek istiyorum, dedi. Meleklerin annesinin etrafını sarmış olduklarını gördü, en azılılarınızdan ikisi arkama geçsin, dedi. Sabah olunca onlarla insan suretinde çıktı. İsrâil oğullarının mescidine geldiler, onlar İsa'dan bahsediyor ve: Babasız doğan bir çocuk, diyorlardı. Hemen İblis müdahale edip: O bir beşer değildir, ancak Allah kulları denemek için bir kadın suretinde göründü, dedi. İki arkadaşından biri de: Ne kadar büyük bir söz söyledin, ancak Allah bir evlat edinmek istedi, dedi. Üçüncüsü de: Sen de ne büyük konuştun, ancak Allah yeryüzüne bir ilâh göndermek istedi, dedi. Bu sözleri halkın diline düşürdüler. Sonra da dağıldılar. İnsanlar da bunları konuştular. Muhammed b. Ka’b de şöyle demiştir: İsa göğe kaldırılınca İsrâil oğullarından yüz alim toplandılar, içlerinden dört tane seçtiler. Biri: İsa Allah’tı, istediği kadar yeryüzünde kaldı, sonra da göğe yükseldi, çünkü ölüyü Allah’tan başka kimse diriltemez, anadan doğma körü ve alaca hastalığını Allah’tan başka kimse iyi edemez, dedi. İkincisi de şöyle dedi: öyle değil, çünkü biz İsa’yı tanıdık, annesini bildik, ancak o, 'Allah’ın oğludur. Üçüncüsü de: Ben sizin gibi demem, ancak annesi onu kötü bir iş sonucu dünyaya getirdi, dedi. Dördüncüsü de: Çok kötü konuştunuz; ancak o Allah’ın kulu ve Resul’üdür, kelimesidir, dedi. Çıktılar, onlardan her birine bir grup insan tabi oldu. Müfessirler şöyle demişlerdir: Âyetin manası şöyledir: Hıristiyanlar: Uluhiyet; Allah, İsa ve Meryem’in arasında ortaktır. Onlardan her biri ilâhdır, dediler. Âyette gizli sözcük vardır, Mana şöyledir: İlâhlar üçün üçüncüsüdür. İlâhlar kelimesi söylenmemiştir, çünkü mana bellidir. Zira: İlâh kasdetmeden, o üçün üçüncüsüdür, diyen kâfir olmaz. Çünkü nerede bir iki varsa, O (Allah) onların üçüncüsüdür. Atılan kelimeye: "Ancak bir tek İlâh vardır” cümlesi delalet eder. Zeccâc da: Üçün üçüncüsüdür, sözünün manası: O, üçün biridir, demiştir. "Vema min İlâhin” kavlindeki "min” tekit için gelmiştir. Onlardan kâfir olanlar ise bu sözün üzerinde duranlardır. İbn Cerir de mana şöyledir, demiştir: Mesih Allah’tır diyenlere, Allah üçün üçüncüsüdür diyenlere ve onların yolundan giden her kafire acıklı bir azap dokunacaktır. 74Allah’a Tevbe edip O’ndan günahlarının bağışlanmasını dilemiyorlar mı? Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir. "Efela yetubune ilallahi": Ferrâ’ şöyle demiştir: Lâfız istifhamdır, ancak mana emirdir (Allah’a Tevbe etsinler), tıpkı "içkiye son verdiniz değil mi?” (Maide: 91) kavli gibi ki, son verin, demektir. 75Meryem oğlu (İsa) Mesih sadece bir peygamberdir. Ondan önce (birçok) peygamberler geçmiştir. Anası da çok doğru bir kadındır. İkisi de yemek yerlerdi. Bak, onlara âyetleri nasü açıklıyoruz! Sonra da haktan nasıl döndürülüyorlar! "Meryem oğlu Mesih, sadece bir peygamberdir": Bunda onun peygamberliğini inkâr eden Yahudilere ve onun İlâh olduğunu idda eden Hıristiyanlara ret vardır. Mana da şöyledir: O, bir ilâh değildir, onun hükmü ondan önce geçen peygamberlerin hükmü gibidir. "Annesi çok doğru bir kadındır": Bu da annesini fahişe sayan Yahudilere rettir. Zeccâc şöyle demiştir: Sıddika: Sıdk kökünden mübalağa sigasıdır, sıddik, fi’îl veznindedir, o da mübalağa kalıplarındandır. Meselâ sikkît denir ki, çok susan kimse demektir. "İkisi de yemek yerlerdi": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: O; onların gıda ile yaşadıklarını beyan etmiştir. Kim de gıda ile yaşarsa, İlâh değildir. Bunu da Zeccâc, demiştir. İkincisi: Yemek yemekle onun sonuna dikkat çekmiştir; çünkü yemek yemenin sonu abdest bozmadır, bunu da İbn Kuteybe, demiştir. Şöyle demiştir: "Bak, onlara âyetleri nasıl açıklıyoruz": İfadesi en latif kinayelerdendir. Yü’fekun": Haktan çevriliyor ve saptırılıyorlar, demektir. Efekerrecülü an keza denir ki, bir şeyden sapmaktır. Ardun me’fuke de: Yağmur ve bitkiden mahrum toprak, demektir. Sanki yağmur ve bitki ondan çevrilmiştir. 76De ki: "Allah’ı bırakıp da size zarar ve yarar veremeyen şeylere mi tapıyorsunuz? Allah, evet O, hakkıyle işiten, her şeyi bilendir. "De ki: Allah’tan başka şeylere mi tapıyorsunuz?” Mukâtil şöyle demiştir: Necran Hıristiyanlarına de ki: Allah’tan başkasına, yani size dünyada zarar, ahirette de yarar veremeyen Meryem oğlu İsa’ya mı tapıyorsunuz? Allah onların: Mesih Allah'ın oğludur ve üçün üçüncüsüdür sözlerini işitmekte ve dediklerini bilmektedir. 77De ki: Ey kitap ehli, dininizde haksız yere aşırı gitmeyin. Daha önce sapmış ve çoklarını saptırmış ve doğru yoldan çıkmış bir kavmin heva ve heveslerine uymayın. "Ey kitap ehli": Mukâtil şöyle demiştir: Bunlar Necran Hıristiyanlarıdır, mana da: Dininizde aşırı gitmeyin ve İsa konusunda haksız konuşmayın, demektir. "el -Guluv” kelimesinin manasını da Nisa suresinin sonunda anlatmış bulunuyoruz. "Daha önce sapmış bir kavmin heva ve heveslerine uymayın": Ebû Süleyman: Sizin sapmanızdan daha önce sapmamış bir kavmin, demiştir. Bunlar hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: Onlar Yahudilerin sapık reisleridir. İkincisi: Yahudi ve Hıristiyanların reisleridir. Âyet Peygamberimizin zamanındakilere hitaptır, bunlar seleflerinin uydurduklan keyfî şeylere tabi olmaktan men edilmişlerdir. 78İsrâil oğullarından kâfir olanlar Dâvud’un ve Meryem oğlu İsa’nın dili ile lanetlendiler. Bu da isyan edip sınırı aşmalarındandır. "İsrâil oğullarından kâfir olanlar lânetlendiler": Lânetlerinde de iki görüş vardır: Birincisi: O, bizzat lanettir, manası da: Rahmetten uzak olmaktır, İbn Abbâs şöyle demiştir: Dâvud’un dili ile lanetlendiler; maymun oldular; İncil’de de İsa’nın dili ile lanetlendiler. Zeccâc şöyle demiştir: Dâvud ile İsa’nın Muhammed’in peygamber olduğuna dair bilgilendirilmeleri câizdir ve o ikisi de onu inkâr edenlere lânet etmişlerdir. İkincisi: Suretlerinin değişmesidir, bunu da Mücâhid, demiştir. Bunlar Dâvud’un dili ile lanetlenip maymunlar oldular, İsa’nın dili ile de lanetlenip domuzlar oldular. Hasen ile Katâde de şöyle demişlerdir: Cumartesi yasağına riayet etmeyenler Dâvud’un dili ile lanetlendiler, çünkü onlar haddi aşınca: Allah’ım, onlara lânet et, onları ibret-i âlem et, dedi; onlar da maymunlara çevrildiler. Sofra halkı da İsa'nın dili ile lanetlendiler; çünkü onlar da ondan yiyip de iman etmeyince, İsa: Allah’ım, cumartesi ashabına lânet ettiğin gibi bunlara da lânet et, dedi. Onlar da domuzlara döndüler. "Bu da isyan etmeleri sebebiyledir": Yani bu lânet, emir ve yasaklarına karşı çıkmakla Allah’a muhalefet ederek isyanları ve kendilerine çizilen sınırı aşmaları nedeniyledir. 79Onlar birbirlerini yaptıkları kötülükten men etmezlerdi. Yaptıkları şey ne kötüdür! "Birbirlerini yaptıkları kötülükten men etmezlerdi": Tenahi, nehy kökünden müşareket babındandır; birbirlerini kötülükten men etmezlerdi, demektir. Müfessirler bu kötülük için üç görüş beyan etmişlerdir: Birincisi: Cumartesi günü balık avlamalarıdır. İkincisi: Hüküm verirken rüşvet almalarıdır. Üçüncüsü: Faiz ve içyağı bedellerim yemeleridir. Münker kelimesinin nekire olarak zikredilmesi, onun mutlak olduğunu ve bununla sınırlı olmadığını gösterir. Bizim dediğimize delil de Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şu hadisidir: İsrâil oğullarından bir adam din kardeşini bir günah üzerinde gördüğü zaman mazur olmak için onu men ederdi. Ertesi gün olunca da ondan gördüğü kötü şey onunla oturup kalkmaktan ve onunla yiyip içmekten alıkoymazdı. Allah bunu görünce kalplerini birbirine vurdu ve onlara Dâvud ve Meryem oğlu İsa’nın dili ile lânet etti. 20 20 - Tirmizî, Tefsirü suretil Maide, bab, 7; İbn Mâce, Fiten, bab, 20; Ahmed, Müsned, 5/268. Hadis İbn Mes’ûd rivâyetidir. "Lebi'se ma kânu yef’alûn": Zeccâc şöyle demiştir: Lâm kasem için gelmiştir, mana da: Gerçekten yaptıkları şey ne kötüdür, demektir. 80İçlerinden çoklarının kâfirlerle dostluk kurduklarını görürsün. Nefislerinin onlara takdim ettiği o Allah’ın onlara gazap etmesi ne kötüdür. Onlar azapta ebedi kalacaklardır. "İçlerinden çoklarını görürsün": işaret edilen kimseler hakkında iki görüş vardır: Birincisi: Onlar münafıklardır. Bu; İbn Abbâs, Hasen ve Mücâhid’ten rivayet edilmiştir. İkincisi. Onlar Yahudilerdir, bunu da diğerleriyle birlikte Mukâtil, demiştir. Bu görüşe göre ayetteki intizam açıktır. Birinci görüşe göre ise kelâm: "Kalplerinde hastalık olanların onlara koştuklarını görürsün” kavline râcîdir. Kâfir olanlar hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: Onlar Yahudilerdir. Bunu da birinci görüşün sahipleri demişlerdir. İkincisi: Onlar Arap müşrikleridir, bunu da ikinci görüşün sahipleri demişlerdir. "Nefislerinin onlara takdim ettiği şey ne kötüdür!": Yani ahiretlerine sundukları şey ne kötüdür. "En sahitallahû aleyhim": Zeccâc şöyle demiştir: "en"in gizli hüve zamirine göre merfu olması câizdir, sanki. Huve en sahitalahu aleyhim (o da Allah'ın onlara kızmasıdır) demiş gibi olur. 81Eğer onlar Allah’a, Peygamber’e ve Ona indirilene iman etselerdi, onları dostlar edinmezlerdi. Fakat içlerinden çoğu fasık kimselerdir. 82İnsanların mü’minlere en şiddetli düşmanlık edenlerinin Yahudilerle müşrikler olduklarını görürsün. Onların mü’minlere sevgi bakımından en yakın olanlarının da: "Biz Hıristiyanlarız” diyenler olduğunu görürsün. Çünkü onların içinde keşişler ve rahipler vardır ve onlar kibirlenmezler. "İnsanların mü’minlere en şiddetli düşmanlık edenlerinin Yahudiler olduğunu görürsün": Müfessirler şöyle demişlerdir: Bu âyet ve ondan sonraki ilgili âyetler, Necaşi ve arkadaşları hakkında inmiştir. Said b. Cübeyr şöyle demiştir: Necaşi, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e bir heyet gönderdi, Müslüman oldular. Bu ve arkasındaki âyetler onların hakkında indi. Kıssalarını az ileride zikredeceğiz. Zeccâc şöyle demiştir: "Letecidenne"deki lâm kasem lâmıdır. Nun da hal ile istikbali (şimdiki zamanla gelecek zamanı) ayırmak için gelmiştir. "Adaveten” de temyiz olarak mensubtur. Yahudiler de Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i kıskandıkları için mü’minlere karşı müşriklere arka çıktılar. "Ve şirk koşanlar": Yani putperestler. Biz Hıristiyanlarız diyenlere gelince: Bu bütün Hıristiyanlar için genel midir yoksa özel midir? Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: O özeldir, sonra bunda da iki görüş vardır: Birincisi: O, Necaşi ile Müslüman olan arkadaşlarıdır, bunu da İbn Abbâs ile İbn Cübeyr, demişlerdir. İkincisi: Onlar Hıristiyanlardan bir gruptur ki, bunlar İsa şeriatine bağlı idiler. Muhammed aleyhisselam gelince Müslüman oldular. Bunu da Katâde, demiştir. İkinci görüş: O, geneldir. Zeccâc şöyle demiştir: Bundan Hıristiyanların kasdedilmesi câizdir, çünkü onlar müşriklere Yahudilerden daha az arka çıkarlar. "Zalike bienne minhüm kıssisine": Zeccâc şöyle demiştir: "Kıss” ve "kıssis": Hıristiyanların reisleridir. Kutrub da şöyle demiştir: Kıssis (keşiş): Rum dilini bilendir, "ruhbanlar” ise kulübelerde ibadete çekilenlerdir. İbn Fâris şöyle demiştir: Terehhüb: ibadet etmektir. Eğer: "Bizim şeriatimizden olmadıkları halde onlardan keşiş ve rahipler olması ile onları nasıl methetti?” denilirse, buna şöyle cevap verilir: Onları kitaplarında onlardan Muhammed aleyhisselam hakkında aldıkları şeyi kullandıkları için İsa dinine sarılmakla methetmiştir. Ruhbanlık onların dininde iyi bir şeydi. Mana da şöyledir: Onlarda İsa’nın Muhammed aleyhisselam’ın durumu ile ilgili vasiyet ettiği şeyleri bilen Âlimler vardır. Kadı Ebû Ya’lâ şöyle demiştir: Bazı cahiller bu âyette Hıristiyanların övüldüklerini zannederler, böyle bir şey yoktur. Çünkü onlardan ancak iman edenleri methetmiştir. Arkası da bunu göstermektedir. Şüphe yoktur ki, Hıristiyanların dedikleri Yahudilerinkinden daha çirkindir. "Ve onlar kibirlenmezler": Yani onlar hakka tabi olmaktan büyüksünmezler. 83Onlar Peygamber’e indirileni işittikleri zaman hakkı tanıdıklarından dolayı gözlerinin yaşla dolduğunu görürsün. "Rabbimiz, iman ettik, artık bizi (hakka) şahitlerle beraber yaz” derler. "Peygamber’e indirileni işittikleri zaman": İbn Abbâs şöyle demiştir: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabı Necaşi’nin huzurunda durup da Kur’ân okudukları zaman keşişler ve rahipler bunu dinlediler, hakkı tanıdıkları için gözyaşları yanaklarından aktı. Bunun üzerine Allahü teâlâ: Çünkü onlardan keşişler vardır... Bizi şahitlerle beraber yaz, dediler, âyetini indirdi. Said b. Cübeyr de şöyle demiştir: Necaşi seçkin otuz adamını Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e gönderdi, onlara Kur’ân okudu. Onlar da ağladılar, sızlandılar ve: Biliyoruz, vallahi, dediler ve Müslüman oldular. Necaşi’ye gittiler; o da Müslüman oldu. Bunun üzerine Allahü teâlâ: Peygamber’e indirileni işittikleri zaman... âyetini indirdi. Süddi de şöyle demiştir: Onlar on iki kişi idiler; yedisi keşişlerden, beşi de rahiplerden. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem onlara Kur’ân okuyunca, ağlayıp iman ettiler. Bu âyet onların hakkında indi. "Bizi şahitlerle beraber yaz": Yani hakka şahitlik edenlerle beraber. Müfessirler hakka şahitlik edenler hususunda dört görüş beyan etmişlerdir: Birincisi: Muhammed ve ümmetidir. Bunu Ali b. Ebû Talha ile İkrime, İbn Abbâs’tan rivayet etmişlerdir. İkincisi: Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabıdır. Bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Üçüncüsü: îmana şahitlik edenlerdir. Bunu da Hasen Basri, demiştir. Dördüncüsü: Peygamberlerle mü’minlerdir, bunu da Zeccâc, demiştir. 84"Biz Rabbimizin bizi iyiler topluluğuna katmasını umarken niçin Allah’a ve bize gelen hakka iman etmeyelim?" "Allah’a niçin iman etmeyelim?": İbn Abbâs şöyle demiştir: Bir topluluk onları iman ettikleri için kınadılar; onlar da böyle dediler. İyiler topluluğu hakkında da üç görüş vardır: Birincisi: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabıdır, bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ile ashabıdır, bunu da İbn Zeyd, demiştir. Üçüncüsü: İlk muhacirlerdir, bunu da Mukâtil, demiştir. 85Allah da onlara bu dediklerine karşılık olarak altlarından ırmaklar akan içinde ebedi kalacakları cennetler verdi. İyilerin mükafatı işte budur. 86Kâfir olup âyetlerimize inanmayanlara gelince, işte onlar da cehennemin arkadaşlarıdır. "İyilerin mükafatı işte budur": İbn Abbâs: Mü’minlerin sevabı budur, demiştir. 87Ey iman edenler, Allah’ın size helâl kıldığı temiz şeyleri haram etmeyin ve sınırı aşmayın. Şüphesiz Allah sınırı aşanları sevmez. "Ey iman edenler, Allah’ın size helâl kıldığı temiz şeylerden yiyin": İniş sebebi için üç görüş vardır: Birincisi: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in, içlerinde Osman b. Maz’un’un da bulunduğu bir grup ashabı kendilerini ibadete vermek için erkeklik organlarını kesmek istediler, bunun üzerine Resûlüllah: Ben bununla emrolunmadım, dedi ve bu âyet indi. Bunu el - Avfî, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Ebû Salih de, İbn Abbâs’tan şöyle rivayet etmiştir: Bunlar on kişi idiler: Ebû Bekir, Ömer, Ali, İbn Mes’ûd, Osman b. Maz’un, Mikdad b. el - Esved, Salim Mevla Ebi Huzeyfe, Selman Farisi, Ebû Zer ve Ammar b. Yasir. Osman b. Maz’un’un evinde toplandılar, buna karar verdiler. Bu da Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e ulaştı: Kim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir, dedi. 21 21 -Taberi, Tefsir, 10/519. Bu âyet de bunun üzerine indi. Süddi de şöyle demiştir: Buna karar vermelerinin sebebi şu idi: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem bir gün oturdu, onları çok da korkutmadı, kalpleri yumuşadı ve ağladılar. Bunlar da buna azmettiler. Azmettikleri şeye de yemin ettiler. İkrime de şöyle demiştir: Ali b. Ebû Talib, İbn Mes’ûd, Osman b. Maz’un, Mikdad ve Ebû Huzeyfe’nin azatlısı Salim, kendilerini ibadete verip evlerde oturdular, kadınlardan uzak durdular. Çul giydiler, güzel yiyecek ve giyecekleri kendilerine haram ettiler, ancak İsrâil oğulları dervişlerinin giydiği şeyleri giydiler. Kendilerini enemek (hadım etmek) istediler. Gece namaz kılmaya ve gündüz oruç tutmaya karar verdiler. Bu âyet bunun üzerine indi. İkincisi: Bir adam Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e geldi: Ben bu eti yediğim zaman kadınlara düşüyorum, onu kendime haram ettim, dedi. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu İkrime, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Üçüncüsü: Abdullah b. Ravaha'ya bir misafir geldi, kendisi evde yoktu, gelince, eşine: "Misafir yemek yedi mi?” dedi. O da: Hayır, seni bekledim, dedi. O da: Misafiri benim için beklettin, yemeğin bana haram olsun, dedi. Kadın da: Sen yemedikten sonra bana da haram olsun, dedi. Misafir de: Siz yemedikten sonra bana da haram olsun, dedi. İbn Ravaha bunu görünce, karısına: Yemeği getir, bismillah deyin, dedi. Ertesi gün Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e gitti, durumu ona haber verdi; o da: İyi etmişsin, dedi ve bu âyet indi. "Allah sizi boş yere ettiğiniz yeminlerle sorumlu tutmaz” kısmına kadar okudu. Bunu Abdurrahman b. Zeyd, babasından rivayet etmiştir. "Tayyibat": İse gönlün çektiği lezzetli mubah yiyeceklerdir. "Sınırı aşmayın": Bunda da beş görüş vardır: Birincisi: Kendinizi enemeyin, bunu İbn Abbâs, Mücâhid, Katâde ve İbrahim demişlerdir. İkincisi: Allah’ın yasak ettiği şeyleri yapmayın, bunu da Hasen, demiştir. Üçüncüsü: Kadınları terk ederek, devamlı oruç tutarak ve gece namaz kılarak Müslümanların gitmediği yola gitmeyin. Bunu da İkrime, demiştir. Dördüncüsü: Helali haram etmeyin. Beşincisi: Başkalarının haram mallarını gasbetmeyin. Bunu da Maverdi, demiştir. 88Allah’ın size rızık ettiklerinden helâl ve temiz olarak yiyin. O inandığınız Allah’tan korkun. 89Allah sizi boş yere ettiğiniz yeminlerden dolayı sorumlu tutmaz; ancak azmettiğiniz yeminlerden dolayı sorumlu tutar. Onun keffareti de ailenize yedirdiğinizin ortasından on yoksulu yedirmek yahut onları giydirmek veyahut bir köle azat etmektir. Kim bunları bulamazsa, üç gün oruç tutmaktır. İşte ant içtiğiniz zaman yeminlerinizin kefareti budur. Yeminlerinizi muhafaza edin (tutun). Allah âyetlerini size böyle açıklıyor ki, şükredesiniz. "Allah sizi boş yere ettiğiniz yeminlerden sorumlu tutmaz": İniş sebebi şöyledir: "Allah’ın size helâl kıldığı temiz şeyleri haram etmeyin” kavli inince, kadınları ve eti kendilerine haram eden topluluk: "Ya Resûlallah, ya ettiğimiz yeminleri ne yapacağız?” dediler. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu el - Avfi, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. "Lağv” kelimesinin izahı da Bakara suresinde geçmiştir. "Bima akkattümümül eyman": İbn Kesir, Nâfi, Ebû Amr ve Hafs da Âsım’dan, elifsiz olarak kafin şeddesiyle: "Akkattüm” okumuşlardır. Ebû Amr da: Manası: Pekiştirdiğiniz, demektir, demiştir. Ebû Bekir ve el - Mufaddal da Âsım'dan rivayetle, elifsiz olarak: Akattüm” okumuşlardır. Manası da: Kendinize vacip kıldığınız, demektir. İbn Âmir de, elifle: "Âkattüm” okumuştur. Kadı Ebû Ya’lâ da: Bu şeddeli kıraat, ancak sözlü tekide müsaittir; ama şeddesizi hem kalp ile yapılan akde hem de sözle yapılan akde müsaittir, demiştir. Müfessirler Kelâmın manasında iki görüş vardır, demişlerdir: Birincisi: Ancak yemine kasdederken kalplerinizi bağladığınız şeylerden sizi sorumlu tutar, bunu da Mücâhid, demiştir. İkincisi: Yalan olduğuna kalben karar verdiğiniz yeminlerden sizi sorumlu tutar, bunu Said b. Cübeyr, demiştir. "Fekeffararetuhu": İbn Cerir: “Hu” zamiri, "bima akkattüm"deki "ma"ya (şeye) râcîdir, demiştir. Yoksula yemek yedirmeye gelince: İbn Ömer, Zeyd b. Sabit, İbn Abbâs, Hasen ve diğerlerinden: Her yoksul için bir ölçek buğday, dedikleri rivayet edilmişler. İmam Malik ve Şâfiî de böyle demişlerdir. Hazret-i Ömer, Ali, Hazret-i Âişe ve diğerlerinden de: Her yoksul için yarım sa’ buğday dedikleri rivayet edilmiştir. Hazret-i Ömer ile Hazret-i Âişe’den de: Bir sa’ hurma rivayet edilmiştir. Ebû Hanife de böyle demiştir. Bizim arkadaşlarımızın mezhebi de yemek olan her kefarette, meselâ yemin, zıhar, hastalık fidyesi, ramazan orucu kazasında kusur yemini gibi, hepsinde bir ölçek buğday veya yarım sa’ hurma veya arpadır. Kefaretin sahih olmasının şartı, yemeğin fakirlere elden verilmesidir. Eğer onları sabah akşam yedirirse, yetmez. Said b. Cübeyr, Hakem, Şâfiî de böyle demişlerdir. Sevri ile Evzai de: Yeter, demişlerdir. Ebû Hanife ile Malik de böyle demişlerdir. Bir yoksula iki ölçeği birden vermek yahut kefarette kıymetini vermek câiz değildir. Şâfiî de böyle demiştir. Ebû Hanife ise: Câizdir, demiştir. Zeccâc da şöyle demiştir: Mesakinde müzekker sigası kullanılmış ise de müennes (dişi) yoksula verse de câizdir. Çünkü Arap kelâmında müzekker çoğunluktadır. "Ailenize yedirdiğinizin ortasından": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Miktar bakımından ortasından, bunu da Hazret-i Ömer, Ali, İbn Abbâs ve Mücâhid, demiştir. İkincisi: Yemek türleri bakımından, bunu da İbn Ömer, Esved, Ubeyde, Hasen ve İbn Sîrin, demişlerdir. İbn Abbâs'tan da şöyle dediği rivayet edilmiştir: Medineliler: Hürün köleden ve büyüğün küçükten daha çok gıda hakkı vardır, derlerdi. Bunun üzerine: "Ailenize yedirdiğinizin ortasından” âyeti indi. Ne çok üstün ne de çok düşük. Giyimlerinde de beş görüş vardır: Birincisi: O bir tek giysidir, bunu İbn Abbâs Mücâhid, Tâvûs, Atâ’ ve Şâfiî demiştir. İkincisi: İki parça giysidir, bunu da Ebû Mûsa’l - Eş’ari, İbn Müseyyeb, Hasen, İbn Sîrin ve Dahhâk, demişlerdir. Üçüncüsü: Altlık, üstlük ve gömlek, bunu da İbn Ömer, demiştir. Dördüncüsü: Çarşaf gibi geniş bir giysi, bunu da İbrahim Nehaî, demiştir. Beşincisi: Namaz kılmak câiz olan bir giysi, bunu da İmam Malik, demiştir. Bizim mezhebimizin görüşü de şudur: Bir erkeği giydirecekse, ona tek parça giydirir; kadına ise iki parça giydirir; başörtüsü ve gömlek gibi. Bu da namaz câiz olacak en az miktardır. Ebû Abdurrahman es - Sülemi, Ebû’l - Cevza ve Yahya b. Yamur, kâfin zammesiyle: "Ev küsvetühüm” okumuşlar; Said b. Cübeyr, Ebû’l - Âliyye, Ebû Nehîk ve Muaz el - Kari de meksur hemze, meftuh kâf, meksur te ve he ile "ev keisvetihim"; İbn Semeyfa’ ile Ebû İmran el - Cevzi de onun gibi okumuşlar; ancak bu ikisi hemzeyi meftuh kılmışlardır. Mûsannif der ki: Ben bu kıraati câiz görmem; çünkü bu, kefaret asıllarından birini düşürür. "Ev tahrirü rakabeh": Tahrir köle azat etmektir. Rakabe boyun demek ise de şahıs kasdedilmektedir. Adam öldürme kefaretinde ise nass gereği kölenin mü’min olması şartında ittifak etmişlerdir. Bu kefarette ise kölenin mü’min olmasında iki görüş beyan ederek ihtilaf etmişlerdir: Birincisi: O şarttır, Şâfiî de böyle, demiştir. Çünkü Allahü teâlâ adam öldürme kefaretinde imanla kayıtlamıştır, burada da mutlakı mukayyede hamletmek vaciptir. İkincisi: Şart değildir, Ebû Hanife de böyle demiştir. İmam Ahed’den de yemin kefaretinde, zıhar kefaretinde, ramazanda cimâ kefaretinde ve adak kefaretinde kölenin mü’min olması hususunda iki rivayet vardır. "Bulamazsa": Bulamadığı takdirde oruç tutmasında da beş görüş halinde ihtilaf etmişlerdir: Birincisi: Kefaret vermek için iki dirhem bulamazsa, oruç tutar, bunu da Hasen, demiştir. İkincisi: Üç dirhem, bunu da Said b. Cübeyr, demiştir. Ancak kefaret verecek kadar bulursa, oruç tutar, bunu da Katâde, demiştir. Dördüncüsü: İki yüz dirhemdir, bunu da Ebû Hanife, demiştir. Beşincisi: ancak ailesinin bir günlük yiyeceğini bulursa, bunu da İmam Ahmed ve Şâfiî demişlerdir. Üç günü arka arkaya tutma hususunda da iki görüş vardır: Birincisi: Bu şarttır; Übey b. Ka’b ile İbn Mes’ûd: "Fe sıyamu selaseti eyyamin mütetabiatin” şeklinde okurlardı. İbn Abbâs, Mücâhid, Tâvûs, Atâ’, Katâde ve Ebû Hanife de böyle demişlerdir. Mezhebimizin (Hanbelî) görüşü de böyledir. İkincisi: Şart değildir, ayrı ayrı tutmak da câizdir, Hasen ile İmam Malik böyle, demişlerdir. Şâfiî’nin ise bu konuda iki görüşü vardır. "Yemin ettiğiniz zaman yeminlerinizin kefareti bu dur": Bunda söylenmemiş bir kelime vardır, o da: Yemin eder de bozarsanız, demektir. "Yeminlerinizi muhafaza edin": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: Onu azaltın, "Allah’ı yeminlerinize hedef tutmayın” kavli de buna şahitlik eder. Şöyle bir beyit getirmişlerdir: O az yemin eder ve yeminini muhafaza eder. İkincisi: Yemini bozmaktan kendinizi muhafaza edin. Üçüncüsü: Bozduğunuz zaman kefaretini vermeğe riayet edin. 90Ey iman edenler, ancak içki, kumar, dikili taşlar ve fal okları şeytan işinden birer pisliktir. Bunlardan uzak durun ki, kurtulasınız. "Ey iman edenler, ancak içki ve kumar": İniş sebebinde dört görüş vardır: Birincisi: Sa’d b. Ebi Vakkas, muhacir ve ensardan bir cemaatin yanına geldi, yanlarında yedi, haram edilmeden önce şarap içti: Muhacirler ensardan iyidir, dedi, bir adam da bir deve çene kemiği alıp ona vurdu, burnunu kopardı; o da Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e gelip durumu haber verdi. Bunun üzerine bu âyet indi. 22 22- Müslim, Fedailü's - Sahabe, hadis no, 43; Ahmed, Müsned, 3/82. Bunu Mus’ab b. Sa’d, babasından rivayet etmiştir. Said b. Cübeyr de şöyle demiştir: Ensardan biri bir ziyafet hazırladı, Sa'd b. Ebi Vakkas’ı davet etti, içki onlara işleyince övünmeye ve sövüşmeye başladılar. Ensari kalktı, bir deve çene kemiği alıp onunla Sa’d’in başına vurdu; yüzünden kanlar aktı. Sa’d de gidip Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e şikayet etti; bunun üzerine içkiyi haram eden: "Ancak içki ve kumar... belki kurtulursunuz” âyeti indi. İkincisi: Ömer b. Hattab: Allah’ım, içki hususunda bize yürek soğutucu bir açıklama yap, dedi; bunun üzerine Bakara’daki âyet indi. Yine: Allah’ım, içki hususunda bize yürek soğutucu bir açıklama yap, dedi; bunun üzerine de Nisa suresindeki: "Sarhoşken namaza yaklaşmayın” (186 - Nisa: 43) âyeti indi. Yine: Allah’ım, içki hususunda bize yürek soğutucu bir açıklama yap, dedi; bunun üzerine de bu âyet indi. Bunu Ebû Meysere, Hazret-i Ömer’den rivayet etmiştir. 23 23- Ebû Dâvud, Eşribe, hadis no, 3670; Tirmizî, Tefsir, hadis no, 3049; Ahmed, Müsned, 1/316. Üçüncüsü: Bir grup Müslüman içki içtiler, birbirleriyle kavga ettiler, Allah’ın razı olmayacağı sözler söylediler; bunun üzerine bu âyet indi. Bunu da İbn Ebi Talha, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Dördüncüsü: Ensardan iki kabile içki içtiler, kendilerinden geçince birbiriyle oynadılar, ayılınca adam yüzünde, başında ve sakalında izler gördü: Bunu bana filanca kardeşim yaptı! Eğer bana şefkat gösterse idi, bunu yapmazdı, dedi. Kalplerine kin girdi, halbuki kalplerinde kin olmayan kardeşler idiler. Bunun üzerine de bu âyet indi. Bunu da Said b. Cübeyr, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. 24 24- Beyhakî, en - Sünen el - Kübra, 8/285; Hakim, Müstedrek, 4/141. Biz de içki ve kumarı Bakara suresinde zikrettik. Orada "nusub” hakkında sûrenin başında iki görüş beyan ettik. Onlar da müfessirlerin "ensab” hakkında dedikleri şeylerdir. Yine orada "Ezlâm"ı anlattık, rics’e gelince: Zeccâc şöyle demiştir: O, tiksinilen her işin adıdır. Recüserrecülü yercüsü ve reciserrecülü yercesü denir ki, çirkin iş yapmaktır. Recs de ranın fethası ile şiddetli sestir, sanki rics, anlatılması çirkin ve çirkinlik düzeyi yüksek olan iştir. Ra’dün reccasün denir ki, şiddetli gök gürlemesidir. "Şeytan işindendir": İbn Abbâs: Şeytanın süslemesidir, demiştir. Eğer: "Nasıl ona nispet edilir ki, o işlememiştir?” denilirse, cevap şöyledir: Ona nispet edilmesi mecazidir, ona nispet edilmesi ona davet ettiği ve onu süslediği içindir. Baksanıza, bir adam başka bir adamı birini dövmeyi teşvik etse, ona: "Bu, senin işindir!” demek doğru olur. "Fectenibuhu": Zeccâc: Onu terk edin, demiştir. Lügat türevi ise ondan bir kenara (canibe) çekilin, demektir. Eğer: ‘Âyette birçok şey zikredildi, sonra da tekil olarak: "ondan uzak durun denildi?” derseniz, cevap şöyledir: “He” zamiri rics’e râcîdir, rics de içki, kumar, dikili taşlar ve fal oklarıdır. “He” zamirinin ona dönmesi, bütün bu şeylere dönmesi gibidir. Bunu İbn Enbari, demiştir. 91Ancak şeytan içkide ve kumarda aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve sizi Allah’ın zikrinden ve namazdan alıkoymak ister. Artık bunlardan vazgeçtiniz değil mi? "Ancak şeytan içkide ve kumarda aranıza düşmanlık ve kin sokmak ister": İçkide kin ve düşmanlık sokması âyetin İniş sebebinde anlattığımız kavga ve tartışma gibi şeylerledir. Kumara gelince: Katâde şöyle demiştir: Bir adam ailesinin ve malının üzerine kumar oynardı, kaybedince de şaşıp kalır ve malı elinden soyulmuş olurdu. Başkasının elindekine bakar dururdu, bu da ona düşmanlık ve kin kazandırırdı. "Vazgeçtiniz (son verdiniz) değil mi?": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Onun lâfzı soru ise de manası emirdir, takdiri: Son verin, demektir. Ferrâ’ şöyle demiştir: Bir bedevi bana: "Susacak mısın? Susacak mısın?” diye cevap verdi; maksadı: Sus, sus, demekti. İkincisi: O istifhamdır, emir manasına değildir. Şeyhimiz Ali b. Ubeydullah anlattı: Bir cemaat bu Âyetten sonra oturmuş içki içiyorlar ve: Bu âyet onu haram etmedi, ancak: "Son verdiniz değil mi?” diyor. Bazılarımız: Son verdik, dediler; bazılarımız da: Son vermedik, dediler. "De ki: Rabbim ancak çirkin şeylerin açığını ve gizlisini ve günahı haram etti” (A’raf: 33) âyeti inince, içki haram edildi. Çünkü orada geçen "ism” kelimesi içkidir, dediler. Bu görüş hiçbir şey değildir, birincisi daha doğrudur. 92Allah’a da itâat edin, Peygamber’e de itâat edin ve (kötülüklerden) sakının. Eğer yüz çevirirseniz bilin ki, ancak Peygamber’imize düşen açıkça tebliğ etmektir. "Allah’a da itâat edin, Peygamber’e de itâat edin": Size emrettikleri şeylerde, onlara muhalefet etmekten sakının. "Eğer yüz çevirirseniz": Yani yan çizerseniz, "bilin ki, Peygamberi’mize (yani Muhammed’e) düşen sadece apaçık tebliğ etmektir". Bu da onlar için tehdittir, sanki şöyle demiştir: Bilin ki, siz yüz çevirmekle azabı hak ettiniz. 93İman edip iyi işler yapanlara (haram kılınmadan önce) tattıklarından dolayı günah yoktur; sakınıp iman ettikleri ve iyi işler yaptıkları; sonra yine sakınıp iman ettikleri, sonra da sakınıp iyilik ettikleri takdirde. Allah iyilik edenleri sever. "İman edip iyi işler yapanlara tattıklarından dolayı günah yoktur": İniş sebebi şöyledir: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in bazı ashabı, içki içerken öldüler, çünkü o zaman mubahtı. Haram edilince bazı insanlar: Arkadaşlarımız nasıl olacak, onlar içerken öldüler?” dediler. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu Bera b. Azib, demiştir. 25 25 - Taberi, Tefsir, 10/579. "Cünah": Günahtır. Tattıkları şeyde üç görüş vardır: Birincisi: Haram edilmeden önce içtiklerinde günah yoktur. Bunu İbn Abbâs ile cumhûr, demiştir. İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Kaç gündür ne ekmek ne katık ne su ne de uyku tattım, derler. Şair de şöyle demiştir: Eğer istersen senden başka kadınları kendime haram ederim, Eğer istersen soğuk su ve uyku tatmam. İkincisi: İçtikleri içkide ve yedikleri kumar malında. Üçüncüsü: Tattıkları mubah şeylerde. "Sakındıkları takdirde": Bunda üç görüş vardır: Birincisi: İçki haram edildikten sonra sakındıkları şeylerde, bunu İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Günahlardan ve şirkten sakındıkları takdirde. Üçüncüsü: Allah’ın emrine muhalefet etmekten sakındıkları takdirde. "İman ettikleri takdirde": Bunda iki görüş vardır: Birincisi: Allah'a ve Resûlüne iman ettikleri takdirde. İkincisi: İçkinin haramlığına iman ettikleri takdirde. "İyi işler yaptılar": Mukâtil: Farzları yerine getirdiler, demiştir. "Sonra da sakındılar": Bu tekrar edilen sakınılan şey hususunda dört görüş vardır: Birincisi: Maksat aziz ve celil olan Allah’tan korkmaktır. İkincisi: O, haram edildikten sonra içki ve kumardan sakınmaktır. Üçüncüsü: O, takvaya devam etmektir. Dördüncüsü: Birinci takva onu haram edilmeden önce içenlere hitaptır, İkincisi de haram edildikten sonra içenlere hitaptır. "îman ettiler": Bu tekrar edilen imanda iki görüş vardır: Birincisi: Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'in getirdiği bütün şeyleri tasdik ettiler. İkincisi: Gelen nasih ve mensuha iman ettiler. "Sonra sakındılar ve iyilik ettiler": Bu üçüncü “takva“ da dört görüş vardır: Birincisi: Haram edildikten sonra içkiye dönmekten uzak durdular, bunu İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Kullara zulmetmekten sakındılar. Üçüncüsü: Şüphelerden sakındılar. Dördüncüsü: Bütün haram edilen şeylerden sakındılar. “İyilik“ te iki görüş vardır: Birincisi: haram edildikten sonra içki içmeyi terk etmekle iyi amel ettiler. Bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Haram edildikten sonra iyi amel ettiler, bunu da Mukâtil, demiştir. 94Ey iman edenler, Allah, görmeksizin kendisinden korkanları ayırt etmek için avdan ellerinizin ve mızraklarınızın erişebileceği bir şeyle, yemin olsun ki, sizi imtihan edecektir. Kim bundan sonra aşırı giderse, ona pek acıklı bir azap vardır. "Ey iman edenler, Allah sizi avdan bir şeyle imtihan edecektir": Müfessirler şöyle demişlerdir: Hudeybiye barışı seferi yapılıp da Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Ten’im mevkiinde ikamet edince, vahşi hayvanlar, kuşlar, yüklerinin yanına kadar sokuldu, onlarsa ilıramlı idiler. Bunun üzerine bu âyet indi, denenmek için bundan men edildiler. Zeccâc şöyle demiştir: "Leyeblüvenneküm"deki lâm kasem içindir, manası da şöyledir: Bize itâat mi edeceksiniz, isyan mı edeceksiniz denememiz için. "Min” edatı üzerinde de iki görüş vardır: Birincisi: Ba’z manasınadır. Sonra bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Bundan kara avı kasdedilmiştir, deniz avı değil. İkincisi: Bundan ihramda oldukları sürece av kasdedilmiştir. Sanki bazı avlar demektir. İkincisi: O cinsi beyan etmek içindir, meselâ: "Fecteniburricse minel evsan” (Hac: 30) kavlinde olduğu gibi. "Ellerinizin ve mızraklarınızın eriştiği": Mücâhid: Elin eriştiği av: Yavru, yumurta ve küçük avlardır. Mızrağın eriştiği av da: Büyük avlardır, demiştir. "Allah’ın bilmesi için": Mukâtil: Allah’ı görmediği halde O'ndan korkup da ihramlı iken ava elini uzatmayanı bilmesi için, demiştir. "Kim saldırırsa": İhramlının av öldürmekten yasaklanmasından sonra kasden av yakalarsa, "onun için acıklı bir azap vardır": İbn Abbâs şöyle demiştir: Karnına ve sırtına çok miktarda kırbaç vurulur ve elbiseleri soyulur. 95Ey iman edenler, ihramlı iken av öldürmeyin. Kim içinizden onu kasden öldürürse, öldürdüğü hayvan kadar bir ceza verir. Bunu içinizden adalet sahibi iki kimse Kabe’ye ulaşmış bir kurban olarak takdir eder. Yahut bir kefarettir ki, o da bir yoksul doyumudur veyahut bunun dengi bir oruçtur. Ta ki, ettiğinin vebalini tatsın (çeksin). Allah geçmişi bağışladı. Kim de geriye dönerse Allah ondan intikam alır. Allah mutlak galiptir, intikam sahibidir (intikam alıcıdır). "İhramlı iken av öldürmeyin": Allahü teâlâ bu âyetle imtihanın hangi taraftan geleceğini, hangi zamanda ve yasaktan sonra onu öldürene ne lâzım geleceğini beyan etmiştir. "İhramlı iken"de: Üç görüş vardır: Birincisi: Hac veya umre için ihramlı iken, bunu çoğunluk, demiştir. İkincisi: Siz haremde iken. Ahremerrecülü denir ki, adam haram bölgesine girdi, encede denir ki: Adam Necid bölgesine girdi, demektir. Üçüncüsü: Her iki görüşün de toplamı. "İçinizden kim onu kasden öldürürse": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Kim onu ihramlı olduğu aklında iken öldürürse, bunu İbn Abbâs ile Atâ’ demiştir. İkincisi: İhramda olduğunu unutarak onu kasden öldürmektir, bunu da Mücâhid, demiştir. Onu yanlışlıkla öldürmede ise iki görüş vardır: Birincisi: O da kasden öldürmüş gibidir, bunu da Hazret-i Ömer, Osman ve cumhûr, demiştir. Zührî de şöyle demiştir: Kur’ân kasden öldürmeyi açıklamak üzere indi, sünnet de yanlışlıkla öldüreni açıkladı, yani yanlışlıkla öldüreni kasden öldürenle birleştirdi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den şöyle dediği rivayet edilmiştir: İhramlı bir kimse sırtlan öldürürse bunda kefaret olarak bir koyun vardır. 26 26 - Beyhakî, es - Sünen el - Kübra, 5/183; Hakim, Müstedrek, 1/452, 453. Bu, kasden ve yanlışlıkla öldüren için genel bir hükümdür. Kadı Ebû Ya’lâ da şöyle demiştir: Âyette kasden öldürene tehdit vaki olmuştur, bu da ancak kasden öldürene özgü bir şeydir. İkincisi: Onda bir şey yoktur, bunu da İbn Abbâs, İbn Cübeyr, Tâvûs, Atâ’, Salim, Kasım ve Dâvud, demişlerdir. İmam Ahmed’den de iki rivayet vardır ki, en doğrusu vacip olmasıdır. "Fecezaün mislü ma katele minennam": İbn Kesir, Nâfi, Ebû Amr ve İbn Âmir, muzaf ve misi"in cerri ile: "Fecezaüm misli” okumuşlardır; Âsım, Hamze ve Kisâi de, tenvinle: Fecezaün” ve ref ile: "mislü” okumuşlardır. Ebû Ali de şöyle izah etmiştir: Muzaf yapanlar, "minennam” kavlini ceza’nın sıfatı yapmış olurlar. Neden: "öldürdüğünün misli” dedi, halbuki ona ancak öldürdüğünün cezası lâzım gelir, misli lâzım gelmez?” denilirse, cevap şöyledir: Çünkü onlar (Araplar) şöyle derler: Ene ükrimü mislek (ben senin gibilere ikram ederim) derler, maksat, sana ikram ederim, demektir. Mana da: öldürdüğünün cezası lâzım gelir, demektir. "Mislü” merfu okunduğu takdirde de Mana şöyledir: Ona öldürülene denk bir hayvan cezası lâzım gelir, takdiri de şöyledir: Ona Ceza vardır. İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Naam: Devedir, bazen sığır ve koyuna da denir. Ama genellikle deveye denir. Zeccâc da şöyle demiştir: Naam, lügatte deve, sığır ve koyundur. Eğer deve tek başına olursa ona, naam, denir. Eğer sığır veya koyun tek başına olursa, ona, naam denmez. Kadı Ebû Ya’lâ şöyle demiştir: Öldürmekle ceza lâzım gelen av; ceylan, yabaneşeği, devekuşu vb. gibi eti yenen veya canavar denen eti yenen hayvandan doğandır, çünkü o sırtlanla kurttan doğar. Diğer canavarlarda ise onu ister doğrudan öldürsün isterse üzerine saldırdığı için nefsi müdafaadan öldürsün, onun katiline ceza yoktur. Çünkü bu canavarın ne şekil ne de kıymet olarak emsali yoktur. Onun için âyetin kapsamına girmez. Bir de Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem yılan, akrep, fare, karga, atmaca, kuduz köpek ve saldırgan canavar gibi hayvanları öldürmeyi ihramlı için câiz görmüştür. Ve (Kadı) şöyle demiştir: Av öldürmekle vacip olan kefaret, emsali olan hayvanlarda emsalidir, emsali olmayanlarda da kıymetidir. Malik ve Şâfiî’nin görüşleri de böyledir. Ebû Hanife ise: Kıymeti vaciptir, demiş ve emsali kıymet manasına almıştır. Âyetin zahiri ise onu reddeder. Bir de ashap âyeti şekil itibarı ile emsale hamletmişlerdir; İbn Abbâs: Misi, benzerdir; geyikte bir koyun, deve kuşunda da bir deve lâzım gelir, demiştir. "Bunu içinizden adalet sahibi iki kimse takdir eder": Yani cezayı takdir eder. Neden iki denilmiştir? Çünkü av bizzat farklıdır, emsalini doğru takdir etmek için iki adil kimseye ihtiyaç duyulmuştur. "İçinizden": Yani sizin dininizden olanlardan, demektir. "Hedyen baliğal Ka’be": Zeccâc şöyle demiştir: Bu hal olmak üzere mensubtur, Mana da şöyledir: İki hakem onu Kabe’ye hediye edilmek üzere takdir eder. "Baliğal Ka’beti": Lâfzı marife ise de manası nekiredir. Mana da: Baliğan el - Ka’bete, demektir. Ancak hafif olması için tenvin atılmıştır. İbn Abbâs da şöyle demiştir: Mekke’ye geldiği zaman onu boğazlar ve etini sadaka eder. "Ev keffaretün": İbn Kesir, Ebû Amr, Hamze ve Kisâi, tenvinle (ev keffaretün), taamu da merfu okumuşlardır. Nâfi ile İbn Âmir de, merfu olarak ve tenvinsiz "ev keffaretü", taamu mesakin’i de izafetle okumuşlardır. Ebû Ali de şöyle izah etmiştir: Merfu okuyup da muzaf kılmayan, onu atıf beyan olarak kefaret’in üzerine atfetmiş olur. Çünkü taam kefaretin aynısıdır. Kefareti taama muzaf kılmaz, zira kefaret avı öldürdüğü içindir, yemek için değildir. Kim de kefareti taama muzaf kılarsa, kefaret verenin kurbanla yemek ve oruç arasında serbest olduğunu görünce, bunun için izafeti câiz görmüştür. Sanki: Keffaretü taamin demiş; lâ keffaretü hedyin veya sıyamin dememiş olur. Mana da: Yahutta ona ceza ve kefaret bedeli vardır ki, o da yoksulların doyurulmasıdır, olur. Yemeği çıkarmada emsalin kıymeti mi, yoksa avın kıymeti mi nazar-ı dikkate alınır? Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Emsalin kıymeti nazar-ı itibara alınır. Bunu da Atâ’, Şâfiî ve Ahmed, demişlerdir. İkincisi: Avın kıymeti nazar-ı itibara alınır, bunu da Katâde, Ebû Hanife ve Malik, demişlerdir. Her yoksul için yemeğin miktarında da iki görüş vardır: Birincisi: İki ölçek buğdaydır, bunu da İbn Abbâs ile Ebû Hanife, demişlerdir. İkincisi: Bir ölçek buğdaydır, bunu da Şâfiî demiştir. İmam Ahmed’den de, yukarıdakiler gibi iki görüş vardır. "Ev adlü zalike sıyamen": Ebû Rezin, Dahhâk, Katâde, Cuhderi ve Talha: Aynın kesri ile "ev idlü zalike” okumuşlardır. Biz de bu manayı Bakara suresinde anlatmış bulunuyoruz. Arkadaşlarımız şöyle demişlerdir: Her bir ölçek buğday veya yarım sa’ hurma veya arpa için bir gün oruç tutar, demişlerdir. Ebû Hanife ise: Hepsinde de yarım sa’ için bir gün oruç tutar, demiştir. Malik ile Şâfiî de, hepsinde her ölçek için bir gün oruç tutar, demişlerdir. Bu ceza tertip üzere midir yoksa serbest midir? Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Benzerini vermekle oruç tutmak ve yemek yedirmek arasında serbesttir. İkincisi: Tertip üzeredir; eğer kurban bulamazsa yiyecek satın alır, eğer fakir ise oruç tutar. Bunu da İbn Sîrin, demiştir. İki görüş de İbn Abbâs’tan rivayet edilmiştir. Fakihlerin çoğunluğu birinci görüşü almışlardır. "Yaptığı işin vebalini çeksin": Yani cezasını çeksin. Zeccâc şöyle demiştir: "Vebal": İstenmeyen ağır şeydir, taamün vebilün ve maün vebilün de bundandır ki, ağır yemek ve ağır su demektir. Allahü teâlâ da: "Feehaznahu ahzen bevila” (Müzzemmil: 16) demiştir ki, onu ağı bir şekilde yakaladık, demektir. "Allah geçeni affetti": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Cahiliyette geçen ihramlı iken av avlamayı, bunu da Atâ’, demiştir. İkincisi: İlk defa yapılan av öldürmeyi, bunu da İbn Cerir nakletmiştir. Doğrusu birinci görüştür. Birinci görüşe göre mana şöyle olur: Kim İslâm’da tekrar ederse. İkinci görüşe göre de: Kim ikinci kez yaparsa. Ebû Ubeyde: ‘Ade” (döndü), döner manasınadır demiş ve şu beyti delil getirmiştir: Eğer bir şüphe duyarlarsa sevinçlerinden uçarlar, Eğer yanlarında bir kötülükle anılırsam, kulak kesilirler. "Allah ondan intikam alır": İntikam, ağır ceza demektir. Bu intikam tehdidi ikinci kez yaptığı takdirde yeniden ceza göreceğini gerektirir. İmam Malik, Şâfiî ve Ahmed de böyle demişlerdir. İbn Abbâs, Nehaî ve Dâvud’dan: İkinci kez yaparsa ona ceza yoktur, dedikleri, bunun sadece bir korkutma olduğu da rivayet edilmiştir. 96Deniz avı ve taamı; size ve yolculara bir fayda olmak üzere helâl kılındı. İhramlı bulunduğunuz sürece kara avı da size haram kılındı. Huzurunda toplanacağınız Allah’tan korkun. "Deniz avı ve taamı size helâl kılındı": İmam Ahmed şöyle demiştir: Denizdeki her şey yenir, ancak kurbağa ve timsah hariç, çünkü timsah insanları yer, yani parçalar. Ebû Hanife ile Sevri de: Ondan ancak balık mubahtır, demişlerdir. İbn Ebi Leyla ile İmam Malik de: Ondaki kurbağa vs. şeyler de mubahtır. Denizin taâmında ise üç görüş vardır: Birincisi: O, denizin ölü olarak dışarı attığıdır. Bunu da Ebû Bekir, Ömer, İbn Ömer, Ebû Eyyub ve Katâde, demişlerdir. İkincisi: Onun tuzlanmışı, yani salamurasıdır, bunu da Said b. Müseyyeb , Said b. Cübeyr ve Süddi, demişlerdir. İbn Abbâs, Mücâhid ve İkrime’den de iki görüşün benzeri rivayet edilmiştir. Nehaî'den de rivâyetler muhteliftir; ondan her iki görüş de rivayet edilmiştir. Ondan bu ikisini birleştirip, taamı ise tuzlanmışı ve dışarı attığıdır, dediği de rivayet edilmiştir. Üçüncüsü: O, deniz suyu ile karada bitenlerdir. Buna denizin taamı denilmesi, suyu ile bitmesindendir. Bunu da Zeccâc nakletmiştir. “Meta’ “hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: O, menfaattir, bunu İbn Abbâs, Hasen ve Katâde, demişlerdir. İkincisi: O, helaldir, bunu da Nehaî, demiştir. Mukâtil de şöyle demiştir: Sizin yani mukimlerin ve seyyarenin yani yolcuların yararına. "İhramlı bulunduğunuz sürece kara avı size haram kılındı": Kara avı ihramlıya haramdır, eğer onun için avlanırsa, onu da yiyemez, Ebû Hanife’ye göre yer. Eğer yerse, onu tazmin etmesi gerekir, Şâfiî’nin iki görüşünden birinde tazmin etmez. Eğer ihramlı bir avı boğazlarsa, o ölü hükmündedir, Şâfiî’nin iki görüşünden birinde ise değildir. Eğer ihramlı olmayan biri harem bölgesinde bir av boğazlarsa, o da ölü hükmündedir, Hanefılerin çoğu ise buna muhalefet ederler. 97Allah; Beyt-i Haram’ı, haram ayı, kurbanlıkları ve tasmalı kurbanlıkları insanlar için bir dayanak kıldı. Bu da Allah’ın göklerde ve yerde olanları hakkıyle bildiğini anlamanız içindir. "Allah Kabe’yi kıldı": Yani oluşturdu, demektir. Ona Ka’be denilmesinde iki görüş vardır: Birincisi: Dörtgen şeklinde olduğu için, bunu İkrime ile Mücâhid, demişlerdir. İkincisi: Yüksek ve yukarı olduğu için, Kaabetil mer’etü kaâbeten vehiye kaibün denir, genç kızın memeleri tömermek manasınadır. Ev’e haram denilmesi de onun yanında avın haram olup otunun yolunmamasından, ağacının kesilmemesinden ve saygısının büyük olmasındandır. Bey’tin haram olmasından maksat, haremin diğer bölgeleridir, nitekim: "Ka’be’ye ulaşan hediye kurban” denilmiştir ki, hareme ulaşan demektir. Kıyam ise: kıvam manasınadır. İbn Âmir, elifsiz olarak kıyemen okumuştur. Ebû Ali de şöyle demiştir: Bu iki türlü yorumlanır: Ya şiba’ gibi masdar yapılır yahutta elif niyette olduğu halde hazfedilmiştir, tıpkı memdudun maksur okunması gibi. Kelâmın manasında da altı görüş vardır: Birincisi: O din için dayanak ve hac için alâmettir. Bunu İbn Ebi Talha, İbn Abbâs'tan rivayet etmiştir. İkincisi: Ona yönelenin işinin dayanağıdır, bunu da el - Avfi, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Katâde de şöyle demiştir: Bir adam bütün cinâyetleri işlese de sonra oraya sığınsa, ona dokunulmaz. Üçüncüsü: Dinin ayakta durması için dayanaktır, hac yapıldıkça ve ona dönüldükçe yeryüzünde din devam eder. Bunu da Hasen, demiştir. Dördüncüsü: Dinin de dünyanın da dayanağıdır, bunu da Ebû Ubeyde, demiştir. Beşincisi: İnsanlar için dayanaktır, emredildikleri farzı orada yerine getirmeleri için. Bunu da Zeccâc, demiştir. Altıncısı: Yanında yaptıkları ticaretten elde ettikleri kazançla maaş ve geçimlerinin dayanağıdır, bunu da bazı müfessirler, demiştir. Haram aya gelince, ondan maksat, haram aylardır. O aylarda birbirlerinden emin olurlardı. Bu da kendileri için bir dayanak idi. Aynı şekilde bir adam Ka’be’ye bir kurban hediye etse yahut devesine gerdanlık takarsa idi, nereye gitse emin olurdu. Allah bu şeyleri onlara duydukları saygıdan dolayı insanlar için korunak kıldı. "Bu da bilmeniz için": İbn Enbari bununla işaret edilen şeyler üzerinde dört görüş zikretmiştir: Birincisi: Allahü teâlâ bu surede peygamberlerin haberlerine dair çok gaiplerden bahsetti, insanları Yahudi ve münafıkların hallerinden haberdar etti ve: Bu da bilmeniz için, dedi: Yani Allah’tan size verdiğim gayb haberleri şunu göstermektedir ki, Allah göklerde ve yerde ne varsa hepsini bilir ve ona hiçbir şey gizli kalmaz. İkincisi: Araplar haksız yere kan döker, haksız yere mal alır ve katilden başkasını öldürürlerdi. Haram şehre girince veya haram ay girince adam öldürmekten vaz geçerlerdi. Mana şöyledir: Allah Ka’be’yi emniyet mahalli, haram ayı emniyet zamanı kıldı; eğer cahiliyede korkunun olmadığı bir vakit olmasa idi, helak olurlardı. Bu da Allah’ın göklerde ve yerlerde olan şeyleri bildiğini gösterir. Üçüncüsü: Allah belli aylarda insanların kalplerini Mekke’ye çekti, oraya ulaştıkları zaman halkı da onlarla beraber geçinirlerdi. Eğer bu olmasa idi açlıktan ölürlerdi. Çünkü onlara neyin yarayacağını Allah biliyordu. Bundan da Allah'ın göklerde ve yerde olanları bildiğini çıkarmaları lazımdır. Dördüncüsü: Allah Mekke’yi güven yeri, haram ayı da güven zamanı kıldı, vahşi ceylan hareme girse insanlara alışır, köpekten kaçmaz, köpek de onu kovalamaz. Harem hududundan çıkınca köpek onu kovalar, o da köpekten ürker. Kuş da haremde insanlara alışır, Beytullah'a yakın mesafeye kadar uçar, ona yaklaştığı zaman ondan sapar ve ona hürmeten üzerinden uçmaz. Ona bir ağrı geldiği zaman şifa bulmak için kendini Beytullah’ın damına atar. O mekan ve o aydaki bu acaiplikler Allah’ın göklerde ve yerlerde olan şeyleri bildiğini gösterir. 98Bilin ki, Allah'ın azabı şiddetlidir ve Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir. 99Peygamber’e tebliğden başka bir şey yoktur. Allah açıkladıklarınızı ve gizlediklerinizi bilir. "Peygamber’e tebliğden başka bir şey yoktur": Bu âyette ağır tehdit vardır. Mukâtil, bu âyetin ve sonrasındakilerin Şurayh b. Dubay’a ve arkadaşları hakkında indiğini söylemiştir. Onlar Yemame hacıları idiler, Müslümanlar da onlara saldırmak istemişlerdi. Bu, sûrenin başında geçmiştir. Âyet muhkem midir yoksa değil midir? Bu hususta da iki görüş vardır: Birincisi: O muhkemdir ve Peygamber’in görevinin tebliğ etmek olduğunu, hidayet etmek olmadığını gösterir. İkincisi: Bu, savaş emrinden önce idi, sonra kılıç âyetiyle neshedilmiştir. 100De ki: Murdarla teiniz bir olmaz; ister ki, murdarın çokluğu hoşuna gitsin. Öyleyse ey selim akıl sahipleri, Allah’tan korkun ki, kurtulasınız. "Murdarla temiz bir olmaz": Cabir rivayet etmiştir: Bir adam: "Ya Resûlallah, ben içki ticareti yaparım, Allah’a itâat ederek onu devam ettirmek bana fayda sağlar mı?” dedi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de ona: Şüphesiz Allah temizdir, ancak temizi kabul eder, dedi. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in bu sözünü tasdik mahiyetinde bu âyet indi. “Murdar” la temiz hakkında da dört görüş vardır: Birincisi: Helâl ile haramdır, bunu da İbn Abbâs ile Hasen Basri, demişlerdir. İkincisi: Mü’min ile kâfirdir, bunu da Süddi, demiştir. Üçüncüsü: İtâat eden ile isyan edendir. Dördüncüsü: Kötü ile iyidir, bunları da Maverdi, zikretmiştir. Burada murdarın hoşa gitmesi, insanı şaşırtarak sevindirmesidir. 101Ey iman edenler, size açıklandığı takdirde sizi üzecek olan şeyleri sormayın. Eğer Kur’ân indirilirken onlardan sorarsanız size açıklanır. Allah onları affetmiştir. Allah çok bağışlayıcı, çok yumuşaktır. "Size açıklandığı takdirde sizi üzecek şeyleri sormayın": İniş sebebi için altı görüş vardır: Birincisi: İnsanlar Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e öyle sorular sordular ki, en ince noktayı dahi sordular; bunun üzerine kızıp hutbe okumaya kalktı ve şöyle dedi: Bana sorun, Allah’a yemin ederim ki, şu makamımda bana ne sorarsanız size onu mutlaka açıklarım, dedi. Kureyş ten Abdullah b. Huzafe denen bir adam kalktı, kavga sırasında ona piç, derlerdi: "Ey Allah’ın Nebisi, benim babam kimdir?” dedi. O da: "Senin baban Huzafe"dir, dedi. Bir başkası da kalktı: "Benim babam nerededir?” dedi. O da: Cehennemdedir, dedi. Bunun üzerine Hazret-i Ömer kalktı: Biz Allah’ı Rab, İslâm’ı din, Muhammed’i Peygamber ve Kur’ân’ı imam olarak kabul ettik. Bizler cahiliyeden yeni çıkmış insanlarız, babalarımızın kim olduğunu Allah daha iyi bilir, dedi. Bunun üzerine Peygamberimizin öfkesi geçti, bu âyet de bunun üzerine indi. Bunu Ebû Salih, Ebû Hureyre’den, Katada de Enes’ten rivayet etmiştir. 27 27- Taberi, tefsir, 11 /103. Ayrıca bkz. Buhârî, Müslim ve Taberi. İkincisi: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem, insanlara hitap edip: Allah haccı size farz kıldı, dedi. Ukkaşe b. Muhsan kalktı: "Her sene mi, ya Resûlallah?” dedi. O da: Eğer her sene dersem, öyle vacip olur, eğer vacip olur da bırakırsanız saparsınız. Ben sustuğum sürece siz de susun. Sizden önce helak olanlar ancak çok soru sormaları ve peygamberlerine muhalefet etmeleri sebebiyle helak oldular, dedi. Bunun üzerine de bu âyet indi. Bunu Muhammed b. Ziyad, Ebû Hureyre’den rivayet etmiştir. 28 28- İmam Ahmed, Nesâî, 2/508. Bu soruyu soranın Akra b. Habis olduğu da söylenmiştir. Üçüncüsü: Bir topluluk Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'e alay için sorarlardı, meselâ bir adam: "Benim babam kim?” derdi. Devesi kaybolan adam: "Devem nerede?” derdi. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu Ebû’l - Cüveyriye, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. 29 29- Taberi, tefsir, 11 /98. Dördüncüsü: Bir topluluk Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e Bahire, Şaibe, Vasiyle ve Ham’dan sordular, bunun üzerine bu âyet indi. Bunu da Mücâhid, İbn Abbâs'tan rivayet etmiştir. 30 30- Taberi, Tefsir, 11/111. İbn Cübeyr de böyle demiştir. Beşincisi: Bir kavim âyet ve mucizeler isterlerdi, bunun üzerine bu âyet indi. Bu mana İkrime’den rivayet edilmiştir. Altıncısı: Bu âyet onların farzları temenni etmeleri ve: "Allah’ın bize müşriklerle savaşma izni vermesini isterdik ve Allah’ın en sevdiği amel hangisidir?” demeleri üzerine inmiştir. Bunu da Ebû Süleyman Dımeşki, demiştir. Zeccâc şöyle demiştir: "Eşyae” kelimesi, mahallen mecrurdur, ancak meftuhtur, çünkü gayri munsariftir. "Tübde leküm": Size açıklanır, demektir. Allahü teâlâ bu gibi soruların sorulmaması gerektiğini bildirmiştir. Çünkü bunların cevabı üzer. İbn Abbâs da: Size açıklanırsa: Yani o hususta Kur’ân ağır hükümler getirirse sizi üzer, demiştir. "Eğer Kur’ân inerken onlardan sorarsanız": Yani Kur’ân o hususta farz veya vacip, yasak veya hüküm şeklinde inerken, görünürde de ihtiyacınız olmayan şeyi sorarsanız, size açıklanır (ve üzülürsünüz), demektir. "Allah onları affetti": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Bu, adı geçen şeylere işarettir. İkincisi: Soruya işarettir. Birinci görüşe göre âyette takdim ve tehir vardır, Mana da şöyledir: Size açıklandığı takdirde sizi üzecek şeyleri sormayın, Allah onları affetmiştir. "Allah affetmiştir"in manası da: Onları zikretmemiş ve onlar hakkında bir hüküm beyan etmemiştir, demektir, ikinci görüşe göre de nazm (konu) devam etmektedir, Mana da şöyledir: Allah onu affetti, onunla sorumlu tutmayacaktır. 102Gerçekten sizden önce bir kavim onları sormuş, sonra da onu inkâr etmişlerdi. "Gerçekten sizden önce bir kavim onları sormuştu": Bu kavimde de dört görüş vardır: Birincisi: Onlar Hazret-i İsa’dan üzerlerine sofra indirmesini isteyenlerdir, bunu da İbn Abbâs ile Hasen, demiştir. İkincisi: Salih peygamberin deve mucizesi isteyen kavmidir, bu da Süddi’nin cevabına göredir. Bu iki görüş mucize isteyenlere göredir. Üçüncüsü: Bu kavim, inek ve boğazlanması hakkında soru soranlardır. Eğer sıradan bir inek kesselerdi yeterdi. Ancak zorlaştırdılar, Allah da onlara zorlaştırdı. Bunu İbn Zeyd, demiştir. Bu da hac sorusu soranlara göredir. Çünkü eğer Allah onlara zorluk istese idi farzları artırarak zorluk çıkarırdı. Dördüncüsü: Onlar, peygamberlerine: Bize bir kral gönder de Allah yolunda savaşalım, diyenlerdir. Bunu da İbn Zeyd, demiştir. Bu da cihad ve farzları temenni ederek soru soranların görüşüne göredir. Mukâtil şöyle demiştir: İsrâil oğulları peygamberlerinden bazı şeyler sorarlardı; onlara cevaplarını verdikleri zaman da o dediklerini yapmaz ve onları tasdik etmezlerdi; o şeyleri inkâr ederlerdi. 103Allah ne bahire ne şaibe ne vasile ne de ham diye bir şeyi meşru kılmamıştır. Ancak kâfirler Allah’a karşı yalan iftira ederler. Onların çoğu akıl erdiremezler. "Allah bahire diye bir şeyi meşru kılmamıştır": Yani bunu ne vacip kılmış ne de emretmiştir. "Bahire” hakkında dört görüş vardır: Birincisi: O beş batın doğuran devedir ki, beşincisine bakarlar; eğer yavru erkek ise onu keserler; erkekler de kadınlar da yerler. Eğer dişi ise kulağını yaralar ve kadınlara haram olur; ondan yararlanamazlar, sütünden tadamazlar. Faydaları erkeklere hastır. Eğer ölürse, erkekler ve kadınlar ona ortak olurlar. Bunu İbn Abbâs, demiş, İbn Kuteybe de tercih etmiştir. İkincisi: O, içinde erkek olmayan beş batın dişi doğuran devedir, kalkar beşincinin kulağını yararlar, bunu da Atâ’, demiştir. Üçüncüsü: O şaibe denen devenin dişi yavrusudur, bunu da İbn İshak ile Ferrâ’, demişlerdir. İbn İshak şöyle demiştir: Dişi deve arka arkaya on baün doğurur da içlerinde dişi olmazsa, başı boş bırakılır. Bundan sonra dişi doğurursa, kulağı yarılır ve bahire denir ve annesiyle beraber salıverilir. Dördüncüsü: O beş batın doğurup sonuncusu erkek olan devedir, kulağını yararlar ve ona binmez ve kesmezler. Sudan ve meradan da çevrilmez. Ona rastladıkları zaman da sırtına binmezler. Bunu Zeccâc, demiştir. “Sâibe“ ye gelince: O faile veznindedir, mef’ul manasınadır, mesbiyye, demektir; "fi iyşetin radıyeh” kavlinde olduğu gibi ki, mardıyyeh, demektir. “Sâibe“ de beş görüş vardır: Birincisi: O davarlardan ilâhlar için salıverilen hayvandır, sırtına binmez, sütünü sağmaz, yününü kırpmazlar, üzerine bir şey yüklemezlerdi. Bunu İbn Ebi Talha, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. İkincisi: Bir adam malından istediğini salıverirdi, ilâhlara hizmet edenler onu getirirlerdi, sütünü yolculara ikram ederlerdi, ancak bundan kadınlara bir şey vermezlerdi. Hayvan ölünceye kadar böyle devam ederdi. Ölünce etini erkekler ve kadınlar beraber yerlerdi. Bunu Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Şa’bî de şöyle demiştir: İlâhlarına deve ve koyunları hediye ederlerdi, onları ilâhların yanında bırakırlardı, sütlerinden ancak erkekler içerlerdi. Ölünce de etinden erkekler ve kadınlar yerlerdi. Üçüncüsü: O on karın hep dişi doğuran devedir, o zaman serbest bırakılır, binilmez, tüyü kırpılmaz, sütü içilmez. Ancak misafire ve kendisinin yavrusuna izin verilirdi, ölünceye kadar böyle devam ederdi. Ölünce de etinden erkekler de kadınlar da yerlerdi. Bunu da Ferrâ’ zikretmiştir. Dördüncüsü: o, hastalıktan iyi olmak veya bir yere ulaşmak mahiyetinde edilen adak üzerine salıverilen devedir, bunu da İbn Kuteybe, demiştir. Zeccâc da şöyle demiştir: Bir adam bir şey için adak ettiği zaman: Devem serbesttir, derdi, bahire gibi olurdu ki, ondan yararlanmazlardı, onu sudan ve meradan çevirmezlerdi. Beşincisi: O üzerinde haccedilen devedir ki, serbest bırakılır ve başarısından dolayı işte kullanılmazdı. Bunu da Maverdi, Şâfiî’den zikretmiştir. “Vesîyle” hakkında beş görüş vardır: Birincisi: O yedi batın doğuran dişi koyundur, yedincisine bakarlardı; eğer dişi ise kadınlar ondan ölünceye kadar istifade etmezlerdi. Ölünce de erkekler de kadınlar da ondan yerlerdi. Eğer erkek ise onu keserlerdi, onu hep birlikte yerlerdi. Eğer erkek ve dişi ise: Kardeşine kavuştu, der onu da kardeşi ile terk ederlerdi, onu kesmezlerdi. Menfaati de kadınlara değil erkeklere has olurdu. Öldüğü zaman, ona erkekler ve kadınlar ortak olurlardı. Bunu Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. İbn Kuteybe de benzer görüş beyan etmiş ve: Eğer yedincisi erkek olursa, boğazlanır ve ondan erkekler ve kadınlar yerdi. Eğer dişi olursa, davarların içine salmırdı. Eğer hem erkek hem de dişi, yani ikiz olursa, kardeşine kavuştu der, konumundan dolayı boğazlanmazdı. Eti de kadınlara haram olurdu. Dişinin eti de kadınlara haramdır, ancak ölünce etini erkeklerle beraber yerlerdi. İkincisi: O genç devedir, ilk defa ve ikinci olarak dişi doğururdu, onu ilâhlarına bırakırlardı ve ona vasiyle derlerdi, yani biri diğerine kavuştu, aralarında erkek yok, demektir. Bunu da Zührî, İbn Müseyyeb’ten rivayet etmiştir. Üçüncüsü: O arka arkaya beş batında on yavru doğuran devedir, ona da vasiyle, derlerdi. Bundan sonra doğurduğu da kadınların değil erkeklerindi. Bunu da İbn İshak, demiştir. Dördüncüsü: O yedi batında çifter çifter ikiz doğuran keçidir, eğer yedincisinde bir dişi ve bir erkek oğlak doğurursa, kardeşine kavuştu, der, ona da şaibe muamelesi ederlerdi. Bunu da Ferrâ’, demiştir. Beşincisi: Koyun dişi doğurduğu zaman onların olurdu, eğer erkek olursa onu ilâhlarına ayırırlardı. Eğer bir erkek ve bir dişi doğurursa, kardeşine kavuştu der onu ilâhları için boğazlamazlardı. Bunu da Zeccâc demiştir. “Hâm“ da da altı görüş vardır: Birincisi: O damızlık hayvandır, sulbünden on batın doğar, o zaman: Sırtını korudu, der ve onu putları için salıverirlerdi. Ona binilmezdi. Bunu İbn Mes’ûd ile İbn Abbâs, demişler, Ebû Ubeyde ile Zeccâc da tercih etmişlerdir. İkincisi: O, yavrusunun yavrusu doğan erkek hayvandır: Sırtını korudu, derler ve üzerine yük yüklemezler, tüyünü kırpmazlar ve onu sudan ve meradan çevirmezlerdi. Bunu da İbn Ebi Talha, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş, Ferrâ’ ile İbn Kuteybe de bunu tercih etmişlerdir. Üçüncüsü: O yavrularından ve yavlarının yavrularından on yavru görülen erkek hayvandır, bunu da Atâ’, demiştir. Dördüncüsü: O Arka arkaya yedi dişi yavru doğurtan erkek hayvandır, bunu da İbn Zeyd, demiştir. Beşincisi: O sulbünden develeri aşan (damızlayan) erkektir, bunu Ebû Ravk, demiştir. Altıncısı: O on sene develere aşan (damızlayan) erkek devedir, o zaman serbest bırakılır, ona: Sırtını korudu, denir. Bunu da Maverdi, Şâfiî’den nakletmiştir. Zeccâc şöyle demiştir: Bahire, şaibe, vasiyle ve ham hakkında dediklerimiz dilcilerden aktardığımız en sağlam rivâyetlerdir. Allahü teâlâ bu âyette bu tür şeylerden hiçbirini haram etmediğini ve kâfirlerin aziz ve celil olan Allah’a yalan iftira ettiklerini bildirmiştir. Mukâtil de şöyle demiştir: İftiraları: Allah bunu haram etti ve bize emretti demeleridir. "Onların çoğu akıl erdiremezler": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Çokları, yani onların arkalarına düşenler, bunun haram kılan reislerinin Allah’a karşı uydurdukları bir yalan olduğunu idrak edemezler, demektir. Bunu da Şa’bî, demiştir. İkincisi: Bu haram kılmanın şeytandan olduğunu bilmezler, bunu da Katâde, demiştir. 104Onlara: "Allah’ın indirdiğine ve Peygamber’e gelin” denildiği zaman, "atalarımızı onun üzerinde bulduğumuz şey bize yeter” derler. Ya ataları bir şey bilmiyor ve doğru yolda gitmiyorlarsa! "Onlara denildiği zaman": Yani kendilerine bu davarları haram eden müşriklere: "Kendinize haram ettiğiniz şeylerde Allah’ın Kur’ân’da helâl ettiklerine gelin, denildiği zaman: "atalarımızı üzerinde bulduğumuz şey": Yani din ve yol "bize yeter, derler. Ya ataları bir şey bilmiyorlarsa": Yani dinden ve "o doğru yola gidemiyorlarsa!” hatalarında da mı arkalarına düşecekler? 105Ey iman edenler, siz kendinize bakın. Siz doğru yolu bulduğunuz zaman, sapanlar size zarar vermezler. Hepinizin dönüşü Allah’adır. O zaman yaptıklarınızı size haber verir. "Ey iman edenler, siz kendinize bakın": İniş sebebi için iki görüş vardır: Birincisi: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Hecer halkına yazdı, başlarında da Münzir b. Sava vardı. Onları İslâm’a davet etti. Kabul etmedikleri takdirde cizye ödemelerini buyurdu. Yazı onlara gelince Sava onu yanındaki Araplara, Yahudilere, Hıristiyanlara ve Mecusilere arz etti. Onlar da cizyeyi kabul ettiler ve İslâm’a girmek istemediler. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem de onlara: Araplara gelince: Onlar için ya İslâm ya da kılıçtan başkası kabul edilmez. Ehl-i kitap ile Mecusilere gelince: Onlardan cizyeyi kabul ederim, diye cevap verdi. Sava onlara Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in mektubunu okuyunca, Araplar Müslüman oldular; ehl-i kitap ile Mecusiler de cizye verdiler. Bunun üzerine Mekke münafıkları: Ne tuhaf şey, Muhammed Müslüman oluncaya kadar insanlarla savaşacağını iddia ediyordu, şimdi ise Hecer Mecusilerinden ve ehl-i kitaptan cizyeyi kabul etti; onları da İslâm’a zorlaşa idi, ya! Arap kardeşlerimizin ise cizyesini kabul etmemişti, dediler. Bu da Müslümanlara zor geldi, bunun üzerine bu âyet indi. Bunu Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Mukâtil de şöyle demiştir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem, ehl-i kitaptan başka kimselerden cizye kabul etmiyordu, Araplar ister istemez Müslüman olunca, Hecer Mecusilerinden cizye kabul etti. Münafıklar buna dil uzattılar, bunun üzerine bu âyet indi. İkincisi: Bir adam Müslüman olduğu zaman ona: Atâ’larını aptal kabul ettin ve onları sapık saydın; onlara yardım etmen gerekirdi, derlerdi. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu da İbn Zeyd, demiştir. Zeccâc şöyle demiştir: Âyetin manası şöyledir: Allah sizi ancak kendi nefislerinizden sorumlu tutar, başkalarının günahından dolayı sizi sorumlu tutmaz. Bu âyet, iyiliği emretmenin düştüğünü göstermez, zira mü’min elinden geldiği halde bunu yapmazsa, o sapıktır. Doğru yolda değildir. Osman b. Affan da şöyle demiştir: Bu âyetin tevili henüz gelmemiştir (şimdi iyiliği emretmelisiniz). İbn Mes’ûd da şöyle demiştir: Bunun tevili ahir zamandadır; siz sözünüz kabul edildiği sürece iyiliği emredin. Sözünüz dinlenmediği zamanda da kendi nefsinize bakın (onların işlerine karışmayın. Ahir zamanda ise sözleriniz dinlenmeyeceği için başkasının işine karışmak, ona nasihat etmeye kalkışmak yararsızdır, demek istiyor. Mütercim). "Siz doğru yolu bulduğunuz takdirde sapanlar size zarar vermez": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Siz iyiliği emretmek ve kötülüğü men etmekle doğru yolu bulduğunuz takdirde iyiliği emretmeyi terk etmekle sapanlar size zarar veremez. Bunu Huzeyfe b. Yeman ile İbn Müseyyeb, demişlerdir. İkincisi: Ehl-i kitap cizyelerini verdiği takdirde onların sapması size zarar vermez. Bunu da Mücâhid, demiştir. "Size yaptıklarınızın karşılığını verecektir": Bu da cezaya dikkat çekmektedir. Âyetin manası konusunda Zeccâc’tan anlattıklarımıza göre âyet muhkemdir. Bazı müfessirler ise onun mensuh olduğuna kail olmuşlardır. Onu nesheden üzerinde de iki görüş vardır: Birincisi: Kılıç âyetidir. İkincisi: Âyetin sonu başını neshetmiştir. Ebû Ubeyd’den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Kur’ân’da bundan başka içinde hem nasih hem de mensuh barındıran bir âyet yoktur. Mensuh kısmı: "Sapanlar size zarar vermez” bölümüdür. Nesh eden de: "Siz doğru yolu bulduğunuz takdirde” cümlesidir. Burada hidayet: İyiliği emretme ve kötülükten men etmedir. 106Ey iman edenler, birinize ölüm gelip çattığı zaman vasiyet anında sizden iki adalet sahibi şahitlik etsin yahut yeryüzünde sefer ettiğiniz de başınıza ölüm musibeti gelmişse, sizden olmayan iki başkası şahitlik etsin. Onların şahitliklerinden şüphe ederseniz, onları namazdan sonra alıkoyarsınız; "akraba da olsa ona karşı bir bedel almayız, Allah’ın şahitliğini gizlemeyiz. Biz o takdirde günahkarlardan oluruz” diye Allah’a yemin ederler. "Ey iman edenler, aranızda şahitlik etsin": Said b. Cübeyr, İbn Abbâs’tan şöyle dediğini rivayet etmiştir: Temim ed - Dari ile Adiy b. Bedda Mekke’ye gelip giderlerdi. Kureyş’ten Sehm oğullarından bir adam onlara arkadaşlık etti, Müslümanların olmadığı bir yerde öldü. Terekesini onlara vasiyet etti, onlar da gelip onu ailesine verdiler. Gümüş bir vazoyu gizlediler. Bu vazo altın varakla kaplı idi. Biz onu görmedik, dediler. Onlar Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e getirildiler, onlardan yemin etmelerini istedi. Yemin edince onları serbest bıraktı. Sonra gümüş vazo Mekke halkından birinin yanında bulundu. Onlar da: Biz bunu Temim ed - Dari ile Adiy b. Bedda’dan satın aldık, dediler. Sehm kabilesinden olan ölünün velileri vazoyu aldılar, onlardan iki adam: Bu vazo arkadaşımızın vazosudur, bizim şahitliğimiz onların şahitliğinden daha gerçektir, biz hakkı çiğnemedik, dediler. Bunun üzerine bu ve bundan sonraki âyet indi. Mukâtil şöyle demiştir: Ölünün adı: As b. Vail’in müttefiği Büzeyl b. Mariye es - Sehmi’dir. Temim ile Adiy Hıristiyan idiler; Temim Müslüman oldu, Adiy de Hıristiyan olarak öldü. Âyetin tefsiri: Ferrâ’ şöyle demiştir: Birinize ölüm gelip çattığı zaman size iki kişi şahitlik etsin. Zeccâc da âyetin manası şöyledir, demiştir: Bu durumda yapılacak iş, iki kişinin şahitlik etmesidir. "Şahitlik” kelimesi hazfedilmiş, "insan” kelimesi onun yerine geçmiştir. İbn Enbari de âyetin manası şöyledir, demiştir: Seferde başınıza ölüm gelir de siz de vasiyet etmek isterseniz, iki kimse size şahitlik etsin. Bu şahitlikte de üç görüş vardır: Birincisi: O hakimlerce sabit olan vasiyet üzerine yapılan şahitliktir. Bu da İbn Mes’ûd, Ebû Mûsa, Şüreyh, İbn Ebi Leyla, Evzai, Sevri ve cumhûrun görüşüdür. İkincisi: O vereseler şüphe ettikleri takdirde vasinin Allah’a edeceği yeminlerdir. Bu da Mücâhid'in görüşüdür. Üçüncüsü: O vasiyete şahitliktir, yani orada hazır bulunmaktır, "em küntüm şühedae iz hadara yakubel mevt” (Bakara: 133) kavlinde olduğu gibi. Allahü teâlâ burada vasiyi tekit için iki kılmıştır. Bu görüşü ileri sürenler de buna: "Feyuksimani billahi” kavlini delil göstermişler ve: Şahide yemin lâzım gelmez, demişlerdir. "Ölümün hazır olması” da: Sebep ve öncüllerinin hazır olmasıdır. "Vasiyet anında” kavli ise: Vasiyet vakti demektir. "İçinizden” sözünde de iki görüş vardır: Birincisi: Dindaşlarınızdan ve kendi milletinizden demektir. Bunu da İbn Mes’ûd, İbn Abbâs, Said b. Müseyyeb , Said b. Cübeyr, Şüreyh, İbn Sîrin ve Şa’bî, demişlerdir. Arkadaşlarımız da bu görüştedirler. İkincisi: Kendi aşiret ve kabilenizden, onlar da Müslümanlardır. Bunu da Hasen, İkrime, Zührî ve Süddi, demişlerdir. "Yahut sizden olmayan iki başka kimse": Takdiri şöyledir: Yahut sizden başka diğer iki şahit. "Sizden başka” kavli üzerinde de iki görüş vardır: Birincisi: Milletiniz ve dininiz dışından, bunu da birinci görüşü söyleyenler demişlerdir. İkincisi: Aşiret ve kabilenizden olmayanlardan. Bunlar da Müslümanlardır. Bunu da ikinci görüşü söyleyenler demişlerdir. "Ev” (yahut) edatı hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: O seçenek için değildir, mana sadece şöyledir: Veya sizden kimse bulamazsanız sizden başka iki kişi demektir. Bunu da İbn Abbâs ile İbn Cübeyr, demişlerdir. İkincisi: O seçenek belirtmek içindir, bunu da Maverdi, demiştir. Âyetten kasdedilenin kabileden olsun veya dışından olsun iki müslümanın şahitlik etmesidir diyen, bu âyetin muhkem olduğunda şüphe etmez. Ama "veya sizden başka iki kimse” kavlinden maksat, ehl-i kitaptır, yolculuk halinde vasiyete şahitlik ettikleri zaman diyene göre ise bunda iki görüş vardır: Birincisi: O muhkemdir, onunla amel devam etmektedir. Bu da İbn Abbâs, İbn Müseyyeb, İbn Cübeyr, İbn Sîrin, Katâde, Şa’bî, Sevri, İmam Ahmed ve diğerlerinin görüşüdür. İkincisi: O: "İçinizden adaletli iki kimseyi şahit tutun” kavli ile neshedilmiştir. Bu da Zeyd b. Eslem’in görüşüdür. Ebû Hanife, İmam Malik, Şâfiî de buna meyledip: Kâfirler adil değildirler, demişlerdir. Birincisi daha doğrudur. Çünkü bu, zaruret halindedir. Nitekim erkeklerin bulunmadığı bazı yerlerde hayız, nifas ve çocuğun canlı doğup doğmaması gibi hallerde kadınların şahitliği câizdir. "Eğer yeryüzünde sefer ederseniz": Bu şart, şahitlikle ilgilidir, Mana da şöyledir: Eğer yeryüzünde yolculuk ederseniz size iki kişi şahitlik etsin. "Başınıza ölüm musibeti gelirse": Bunda da söylenmeyen bir söz vardır, takdiri şöyledir: O iki kişiye vasiyet etmiş ve onlara malı da vermiş iseniz. "Onları namazdan sonra akkorsunuz": Bu şüphe ettikleri takdirde vereseye hitaptır. İbn Abbâs şöyle demiştir: Bu: "Veyahut sizden başka iki kişi” kavline bağlıdır ki, sizden başka, kâfirlerden demektir. Ama ikisi de Müslüman olurlarsa, onlara yemin yoktur. Bu namaz hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: İkindi namazıdır, bunu Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Şüreyh, İbn Cübeyr, İbrahim, Katâde ve Şa’bî de böyle demişlerdir. İkincisi: Kendi dinlerine göre namazlarından sonra, bunu da Süddi, İbn Abbâs’tan nakletmiş ve kendisi de böyle demiştir. Zeccâc şöyle demiştir: İnsanlar Hicaz’da ikindi namazından sonra yemin ederlerdi, çünkü o, insanların toplandığı vakittir. İbn Kuteybe de: Çünkü o, din sahiplerinin tazim ettiği vakittir, demiştir. "Allah’a yemin ederler": Yani and içerler, "eğer şüphe ederseniz": Yani ey ölünün velileri şüphe ederseniz. Âyetin manası şöyledir: ölü terekesinin kendilerine vasiyet edildiği iki kişi gelirse, çalmadıklarına ve hiyanet etmediklerine dair ikindi namazından sonra yemin ettirilirler. "Eğer şüphe ederseniz” kavlindeki şart, onları akkorsunuz kavline bağlıdır. Sanki şöyle demiş gibi olur: Eğer şüphe ederseniz, onları tutar yemin ettirirsiniz. Onlar da Allah’a yemin ederler. "Biz onunla satın almayız": Yani yeminlerimizle, demektir. Şahitliğimizi değiştirmekle diyenler de olmuştur. “He” zamiri mana itibarıyla yeminlere veya şahitliğe râcîdir. "Bir bedel": Yani dünya malı. "Akraba olsa da": Yani kendisine şahitlik edilen akrabamız olsa da. Neden özellikle akraba denilmiş, çünkü akraba, yakınına meyleder de ondan. Mana şöyledir: Biz şahitliğimizle kimseyi kayırmayız, akrabalarımız için yalancı şahitliği etmeyiz. "Allah’ın şahitliğini gizlemeyiz": Neden şahitlik Allah’a nispet edildi? Çünkü onu yerine getirin diyen ve onu gizlemekten men eden O'dur. Said b. Cübeyr, tenvinle: "Vela nektümü şedadeten” ve hemzenin kat’ı, kasrı, henin kesri vasılda nun sakin olarak "Allahi” okumuştur. Said b. Müseyyeb ile İkrime de tenvinle, vasılla ve he mensûb olarak "şahadeten” okumuşlardır. Ebû İmran el - Cuni de tenvinle vaslda sükunu ile "şehadeten", hemzenin kat’ı ve kasrı ile he de meftuh olarak "Allah’e” okumuştur. Şa’bî ile İbn Semeyfa’ da tenvinle vasılda sükunu ile "şahadeten", hemzenin kat’ı, meddi ve henin de kesri ile "Allah’i” okumuşlardır. Ebû’l - Âliyye ile Amr b. Dinar da öyle okumuşlar, ancak o ikisi heyi nasbetmişlerdir. Âlimler bu iki şahide yemin hangi manadan dolayı vacip olduğunda da üç görüş halinde ihtilaf etmişlerdir: Birincisi: Çünkü onlar Müslümanlardan değillerdi. Bu mana Ebû Mûsa'l -Eş’ari'den rivayet edilmiştir. İkincisi: Çünkü ölünün yazısı ile vasiyet edilmişti, vereseleri de ondaki malın bir kısmını bulamamışlardı. Bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs'tan rivayet etmiştir. Üçüncüsü: Çünkü mirasçılar: Ölümüzün malı daha çok idi diyor ve iki şahidi hiyanetle suçluyorlardı. Bunu da Hasen ile Mücâhid, demişlerdir. 107Eğer o ikinin bir vebal hak ettikleri (vebal altına girdikleri) fark edilerse, hak terettüp eden ve ölüye daha yakın iki kişi onların yerlerine geçer, "muhakkak bizim şahitliğimiz onların şahitliğinden daha doğrudur. Biz (hakkı) çiğnemedik; aksi takdirde zâlimlerden oluruz” diye yemin ederler. "Eğer o ikinin vebal altına girdikleri fark edilirse": Müfessirler şöyle demişlerdir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem Adiy ile Temim’i çağırdı, onlara minberin yanında kendilerine verilen mala hiyanet etmediklerine dair yemin verdirdi. Onlar da yemin edince onları serbest bıraktı. Sonra da gizledikleri kap meydana çıktı. Ölünün sahipleri onları Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e götürdüler. Bunun üzerine "fein usira alâ ennhumestehakka ismen” kavli indi. "Usire"nin manası: Fark edilirse, demektir, yani ölünün sahibi veya onun işini gören kimse, din dışı o iki şahidin "vebal altına girdiklerini” şahitliklerinde doğrudan ayrıldıkları için böyle yaptıklarını fark ederse, "başka iki kimse onların yerlerine geçerler". Yani hiyanet edenlerin yerlerini alırlar. "Minelezinestehakka aleyhimül evleyan": İbn Kesir, Nâfi, Ebû Amr, İbn Âmir ve Kisâi, tenin zammesi ile "üstühikka", tesniye sigası ile de "elevleyani” okumuşlardır. Üzerlerine hak terettüp edenler üzerinde de iki görüş vardır: Birincisi: Onlar iki zimmidir. İkincisi: Onlar velilerdir. Birinciye göre "istehakka aleyhim"in manası üzerinde dört görüş vardır: Birincisi: Vasiyet etmek onlara hak olan, bunu İbn Enbari, demiştir. Mana şöyledir: Vasiyet etmek onlara hak olan, ölüye yakın iki kişinin hak ettiği şey. Zeccâc da böyle demiştir, mana da: Vasiyet yahut onlara vasiyet etmek hak olan kimselerden. İkincisi: O haksızlıktır, Mana da şöyledir: İki yakının haksızlığının onlara hak olduğu kimselerden. Burada zulüm atılmış evleyan onun yerine getirilmiştir. Bunu da İbn Kasım demiştir. Üçüncüsü: O, hiyanetleri meydana çıktığı için yaptıkları şahitlikten dışarı çıkmaktır. Dördüncüsü: Günahtır, mana da: Onlardan günah hak oldu demektir. Burada “alâ” edatı "min” edatı yerine geçmiştir: "Alennasi yestevfun” (Mutaffifin: 2); âyetinde olduğu gibi ki, alennasi, minhum, demektir. Ferrâ’ da “alâ” "fi” manasınadır demiştir, meselâ: "Alâ mülki Süleymane"de olduğu gibi ki, (Bakara: 102), fi mülkihi demektir. Bu iki görüşü Ebû Ali el - Farisi zikretmiştir. Bu görüşlere göre "üstühikka’nın mefulü mahzuf ve mukadderdir. İkinci görüşe göre ise "istehakka aleyhim’in manası üzerinde iki görüş vardır: Birincisi: O iki yakın onlardan hak etti, demektir, bu da İbn Kuteybe’nin tercihidir. İkincisi: Onlara karşı suç işledi, demektir, bunu da Zeccâc, demiştir. "Evleyan": Ahfeş: Bunlar o iki kişidir, demiştir. Tekili el - evladır, cem’i de: el - Evlun’dur. Sonra müfessirlerin bunda iki görüşleri vardır: Birincisi: Onlar ölünün velileridir, bunu da cumhûr, demiştir. Zeccâc da şöyle demiştir: "el - evleyan": Basralıların çoğunluğuna göre "yekumani"nin failinden bedel olarak merfudur. Mana da: ölüye daha yakın olan bu iki, o hain iki kişinin yerine geçsin, demektir. Ebû Ali de şöyle demiştir: Evleyan kelimesi ya mahzuf mübtedanın haberidir, sanki şöyle demiş olur: feaharani yekumanı mekamehuma, huma el -evleyani; ya da "yekuman"ideki zamirden bedel olur, takdir de: Yekumul evleyani olur. İkinci görüş: Evleyan o iki zimmidir. Mana da: O ikisi hiyanete daha yakındır, demek olur. Buna göre de mana şöyle olur: O ikisi kalkarlar, ancak vebal altına girenler hariç. Şair de şöyle demiştir: Keşke Zemzem suyundan tahta fıçıda Soğutulmuş bir içeceğimiz olsaydı. Yani Zemzem suyu yerine demek istiyor. Kurra, İbn Kesir’den, Hafs da Âsım’dan tenin ve hanın fethi ile "istehakka", evleyani'yi de tesniye olarak okumuşlardır. Mana da: Üzerlerine ölünün ettiği vasiyetten hak terettüp eden iki kişi, demek olur, böylece mef'ul hazfedilmiş olur. Hamze, Ebû Bekir de Âsım’dan rivayetle tanın ref’i ve hanın kesri ile; "Üstühikka” ve “Lâm” ın kesri, nunun fethi ve cemi sigasıyla "evveline” okumuşlardır. Takdiri de: Günahı hak eden yani o haksızlığı işleyen öncekilerden demek olur. Çünkü onlar ilk önce zikredilmişlerdir. Baksanıza yukarıda: "zeva adlin minküm” kavli, "ev aharani min ğayriküm” kavlinden önce zikredilmiştir. Halebi de Abdülvaris’ten vavın fethası ve şeddesiyle, “Lâm” ın da fethi ve yenin sükunu ve nunun kesri ile: "el -evveleyni” okuduğunu rivayet etmiştir. Bu da evvel kelimesinin tesniyesidir. Hasen Basri de, tenin ve hanın fethi ile "istehakka", "el - evvelani” de evvelin tesniyesi ve "feaharani” den bedel olarak okumuştur. İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Bu görüşlerin ayete en çok okşayanı şudur: Allahü teâlâ ölüm anında vasiyete nasıl şahitlik edileceğini bize öğretmiş ve: Sizden adil iki kimse” demiştir. Yani Müslümanlardan adil iki kimse, demektir. Ve şunu da bildirmiştir ki, seferde olan insanlara bazen seferinde müslüman olmayan kimseler arkadaşlık ederler. O da hep onların oturduğu köye konuk olur ve o sırada da ölür. Şahitlik edecek Müslüman bulamaz. Onun için: "Ya da sizden olmayan başka iki kişi” demiştir. Yani sizin dininizden olmayanlardan, demektir. "Yeryüzünde sefer ettiğiniz zaman": Yolculuğa çıktığınız zaman, "başınıza ölüm musibeti geldiği zaman". Söz burada bitiyor. Seferde mümkün olduğu takdirde adaletli iki Müslüman şahitlik eder, eğer bulunmazsa zimmiler (din gayrileri) şahitlik ederler. Sonra da şöyle demiştir: "Onları namazdan sonra tutarsınız, eğer hallerinden şüphe ederseniz Allah’a yemin ederler": Demek istiyor ki: Eğer şahitliklerinden tereddüt eder, hiyanetlerinden veya şahitliği değiştirdiklerinden şüphe ederseniz onları ikindi namazından sonra tutarsınız, yemin ettikleri zaman şahitlikleri geçerli olur. Eğer bu yeminden sonra bir günah işledikleri meydana çıkarsa, yani yeminlerini yalan söylemek veya emanete hiyanet etmek gibi bir şeyle bozarlarsa, başka iki kimse kalkar, bunlar da ölünün yakınlarından kendilerine hak terettüp eden iki kimsedir, yani velilerdir. Haza evla bifülanin denir, sonra da "fülanün” kelimesi atılır ve hâza elevla, hazani elevleyani denir. "Aleyhim” de: "Minhüm” manasınadır. Allah’a yemin ederler, biz onların hainliklerini ve yalanlarını anladık, biz onlara haksızlık etmiyoruz, bizim şahitliğimiz daha sağlamdır, çünkü onlar kâfir, biz ise müslümanız, derler. Ve döner o iki zimmiden sakladıkları şeyi isterler. Böylece o ikisinin şahitliği ile verilmiş olan hüküm de bozulur. Başkası da şöyle demiştir: Bizim şahitliğimiz, yani yeminimiz daha haklıdır. Yemine şahitlik denilmesi, onun da yemin edilen şeye şahitlik edilmiş gibi olmasındandır. Müfessirler şöyle demişlerdir: Bu âyet inince Sehm kabilesinden Amr b. As ile Muttalib b. Ebi Vedaa ayağa kalktılar, Allah’a yemin ettiler. Çalınan kap da onlara ve ölünün velilerine teslim edildi. 108İşte bu, şahitliği layık olduğu veçhile eda etmelerine yahut yeminlerinden sonra yeminlerin reddedilmesinden korkmalarına daha yakındır. Allah’tan korkun ve dinleyin. Allah fasıklar topluluğuna hidayet etmez. "Zalike edna": Yani yeminin reddine dair verdiğimiz hüküm, zimmilerin şahitliği olduğu gibi doğru eda etmelerine daha yakındır ve yeminlerinden sonra ölü velilerinin yeminlerinin reddedilmesinden korkmalarına daha yakındır. O takdirde hainliklerine yemin ederler de rezil olurlar ve mali cezaya çarptırılırlar. Binaenaleyh böyle bir şeyden korktukları takdirde yalan yere yemin etmesinler. "Allah’tan korkun": Yani yalan yere yemin etmekten veya emanete hiyanet etmekten. Öğüdü dinleyin. 109O günde ki, Allah peygamberleri toplar; "Size ne cevap verildi?” der. Onlar da: "Bizim bilgimiz yok. Şüphesiz sen gaypleri çok iyi bilensin” derler. "Yevme yecmaullahürriisüle": Zeccâc şöyle demiştir: "Yevme"nin mensûb olması "ittekullah” fi’lenden dolayıdır. O’nun peygamberleri toplayacağı günden korkun, demektir. Peygamberlere sorması da, gönderildikleri ümmetler için tehdit ve ikazdır. Peygamberlerin: "Bizim bilgimiz yoktur” demelerine gelince: Bunda da altı görüş vardır: Birincisi: Cehennem kükreyince akılları başlarından uçmuş; o nedenle: Bilgimiz yoktur, demişlerdir. Sonra akılları başlarına gelir, delillerini ortaya sürerler. Bunu Ebudduha, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Hasen, Mücâhid ve Süddi de böyle demişlerdir. İkincisi: Mana şöyledir. Bize öğrettiğinden başka ilmimiz yoktur, sen daha iyi bilirsin. Bunu da İbn Ebi Talha, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Üçüncüsü: "Size ne cevap verildi?” kavlinden maksat: Sizden sonra ümmetleriniz ne amel ettiler ve neler yaptılar, demektir. Onlar da: Bizim bu hususta bilgimiz yoktur, derler. Bunu da Zeccâc demiştir ki, uzak bir ihtimaldir. Dördüncüsü: Mana şöyledir: Senin ilminin yanında bizim ilmimiz yoktur, çünkü sen gaybi bilirsin. Bunu da Zeccâc, demiştir. Beşincisi: Biz senin gibi bilmeyiz, çünkü sen onların gizlediklerini de açıkladıklarını da bilirsin, biz ise ancak açıkladıklarını biliriz. Senin ilmin bizimkinden geçerlidir. Bu da İbn Enbari’nin görüşüdür. Altıncısı: Biz onların bütün yaptıklarını bilemeyiz, çünkü biz ancak zamanımızdakileri biliriz, vefatımızdan sonrakini bilmeyiz. Ceza ise son amele göre verilir. Bunu da İbn Enbari nakletmiştir. Müfessirler şöyle demişlerdir: Peygamberler bilgiyi Allah’a havale edince, ümmetler ümitsizliğe kapıldılar ve dünyada yaptıklarının Allah'tan uzak olmayacağını ve hiçbir şeyin onun kabza-i kudretinin dışında kalmayacağını bildiler. "Allamul guyub": Hattâbî şöyle demiştir: Allam, alîm gibidir, "fa’al” kalıbı çokluğu ifade eder (çok iyi bilen demektir). Guyub kelimesi de gaybin çoğuludur ki, senin için gaip olan, görmediğin şey demektir. 110O zaman Allah şöyle demişti: "Ey Meryem oğlu İsa, senin ve annenin üzerindeki nimetimi hatırla; hani seni Ruhu’l - Kuds ile desteklemiştim. Sen beşikte ve yetişkin iken insanlarla konuşuyordun. Hani sana kitabı, hikmeti, Tevrat’ı ve İncil’i öğretmiştim. Hani sen benim iznimle çamurdan kuş gibi bir şey tasarlıyor ve ona üflüyordun; o da benim iznimle kuş oluyordu. Benim iznimle anadan doğma körü ve abraşı iyi ediyordun. Hani benim iznimle ölüleri kabirlerinden çıkarıyordun. Hani İsrâil oğullarını senden çekmiştim. Hani sen onlara açık mucizeler getirmiştin de onlardan kâfirler: "Bu, ancak açık bir büyüdür” demişlerdi. "O zaman Allah şöyle demişti": İbn Abbâs: Manası: Şöyle der, demiştir. "Senin ve annenin üzerindeki nimetimi hatırla": Nimetleri hatırlatmasında da iki fayda vardır: Birincisi: Ona özel olarak ettiği ikramları milletlere hatırlatmaktır. İkincisi: İnkar edenlere karşı delilini kuvvetlendirmektir. Meryem’e olan nimetlerinden bazıları şunlardır: Onu seçti ve onu temizledi, ona sebepsiz (gaipten) rızık verdi. Hasen Basri şöyle demiştir: Nimeti zikirden maksat, şükürdür. Nimet kelimesine gelince: Lâfzı tekil, manası ise çoğuldur. Eğer: Neden burada: "Fetenfuhu fiha” denildi de, Al-i İmran’da "fîhi” denildi, denilinirse, cevabı şöyledir: Burada tayr (kuş) denilip cemi manası kasdedilerek cemaat manasına müennes kılınmıştır demek de câizdir, yahutta "fihi” tayr’a, "fiha” ise heye'ete râcîdir, demek de câizdir. Bunu da Ebû Ali el - Farisi, demiştir. "In hâza illâ sihrün mübin": İbn Kesir ve Âsım burada, Hûd’da, Saf da "illâ sihrun mübin"; Yûnus’da da elifle "lesahirün mübin” okumuşlardır. Nâfi, Ebû Amr, İbn Âmir de dördünü de elifsiz olarak (sihrün mübin) okumuşlardır. Kim "sihrün” okursa, getirdiği şeyi, mucizeyi kasdetmiş; kim de "sahirün” okursa, getiren şahsı, peygamberi kasdetmiş olur. 111Hani Havârilere: "Bana ve peygamberime iman edin” diye vahyetmiştim, onlar da: "İman ettik, şahit ol ki, gerçekten bizler müslümanlarız” demişlerdi. Havârilere vahiyde iki görüş vardır: Birincisi: O, ilham manasınadır, bunu da Ferrâ’, demiştir. Süddi de: Kalplerine getirdi, demiştir. İkincisi: O emir manasınadır, takdiri şöyledir: Havârilere emrettim. Bu durumda "ilâ” da zaittir. "Şahit olun” kavlinde de iki görüş vardır: Birincisi: Onlar Allahü teâlâ’yı kasdediyorlar. İkincisi: İsa aleyhisselam'ı kasdediyorlar. "Bizler Müslümanlarız": Yani ibadet ve tevhitte ihlaslı kimseleriz. Burada zikretme diklerimizin şerhleri de yukarıda geçmiştir. 112O vakit Havâriler: "Ey Meryem oğlu İsa, Rabbin üzerimize gökten bir sofra indirebilir mi?” demişlerdi. O da: "Eğer mü’min kimseler iseniz Allah’tan korkun” demişti. "Hel yestetıu": Gücü yeter mi, demektir. Kisâi, te ile "hel testeiu Rabbeke” okumuştur. Manası da: "Sen Rabbinden isteyebilir misin?” demektir. İbn Enbari şöyle demiştir: Bir kimsenin Havârilerin Allah’ın kudretinden şüphe ettiklerini vehmetmesi doğru değildir. Bu bir insanın arkadaşına: "Benimle gelebilir misin?” demesine benzer ki, gelebileceğini biliyordur, ancak, sana kolay gelir mi demek ister. Ebû Ali de şöyle demiştir: Mana: Senin istemenle onu yapar mı, demektir. Bazıları, bunun iman ve marifetlerin kökleşmesinden önce dediklerini zannetmiştir. İsa aleyhisselam da bunu: Allah’tan korkun diyerek reddetmiştir. Birinci görüş daha doğrudur. Maide lâfzına gelince. Üzerinde yemek olan her türlü sofraya maide, denir. Eğer üzerinde yemek olmazsa, o maide değildir. Meselâ, içinde içecek olan bardağa ke’s, denir. İçinde içecek olmazsa o ke’s değildir. Bunu da Zeccâc, demiştir. Ferrâ’ de şöyle demiştir: Bazı Araplardan, üzerinde hediye edilen tabağa muhda denir, içinde hediye oldukça böyledir. Eğer boş olursa, eski ismine döner; tabak, sofra veya başka ne ise. Zeccâc, Ebû Ubeyde’den şöyle dediğini rivayet etmiştir: Maide faile veznindedir, mef’ule manasınadır, "iyşetin razıyeh” (Hakka: 21) kavli gibi. Ebû Ubeyde şöyle demiştir: Maide, vermek kökündendir, mümtad da müfteal vezninde kendisinden vermesi istenen kimsedir. Şair şöyle demiştir: Kendisinden istenen Mü’minlerin Emirine. Made Zeydün Amren de, verdi, demektir. Zeccâc da şöyle demiştir: Bence maide lâfzında asıl olan onun made yemidü’den faile vezninde olmasıdır, sanki üzerindeki şeyi veriyor, demektir. İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Madie: taam manasınadır, madeni yemidüni denir ki, sanki yiyinlere bir şey veriyor gibidir. Yahutta faile vezninde olup mef’ûl manasınadır, yani yiyenlere bir şey verilmiş demektir. "Eğer mü’minler iseniz Allah’tan korkun": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: O’ndan belâ (imtihan) istemekten korkun, çünkü o inerde inanmazsanız size azap edilir. Bunu Mukâtil, demiştir. İkincisi: Sizden önceki milletlerin O’ndan istediğini istemekten. Bunu da Ebû Ubeyd, demiştir. Üçüncüsü: O’nun kudretinden şüphe etmekten. 113Onlar da şöyle dediler: "Biz ondan yemek istiyoruz; kalplerimiz yatışsın; bize doğru söylediğini bilelim ve ona şahitler olalım". "Ondan yemek istiyoruz": Bu onların özür dilemeleridir; böylece yasak edildikleri halde ondan istemelerinin sebebini açıkladılar. Ondan yemek istemelerinde de üç görüş vardır: Birincisi: Onlar bunu muhtaç oldukları ve çok acıktıkları için istediler, bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: îmanlarının artması için, bunu da İbn Enbari, demiştir. Üçüncüsü: Bereketini görmek için. Bunu da Maverdi, zikretmiştir. "Kalplerimiz yatışsın diye": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: Seni bize peygamber olarak gönderdi diye Allah’a karşı mutmain olsun diye. İkincisi: Allahü teâlâ bizi sana yardımcılar olarak gönderdi diye. Üçüncüsü: Allahü teâlâ duanı kabul etti, diye. İbn Abbâs şöyle demiştir: İsa onlara: Otuz gün Allah için oruç tutabilir misiniz? O zaman Allah size her istediğinizi verir, dedi. Onlar da oruç tuttular, sonra da sofrayı istediler. "Bize doğru söylediğini bilelim” kavlinin manası ise şöyledir: Biz otuz gün oruç tuttuğumuz zaman her istediğimizi vereceğinde doğru olduğunu bilmek için. Bu bilgide de iki görüş vardır: Birincisi: O daha önce olmayan ve yeni meydana gelen bir bilgidir. Bu da: Bu istekleri marifetleri iyice kökleşmeden önce idi, diyenlere göredir. İkincisi: İlimlerine ilim, yakînlerine yakîn ilâve edilmesidir. Bu da: İstekleri marifetlerinden sonra idi diyenlere göredir. A’meş te ile "ve ta’leme” okumuştur ki, manası: Kalpler bize doğru söylediğini bilsin, şeklinde olur. "Şahitlerden": Kavli üzerinde de dört görüş vardır: Birincisi: Allah’ın kudretine ve senin peygamberliğine şahitlerden. İkincisi: Yanlarına döndüğümüz zaman İsrâil oğullarının yanında şahitlerden. Şöyle ki, onlar bu istekte bulundukları zaman İsa ile yabanda idiler. Üçüncüsü: Kavmimizden bize gelenlerin yanında senin peygamber olduğunu gösteren mucizelere şahit olanlardan. Dördüncüsü: Seninle gönderilen şeyi bize aktardığına Allah katında şahitlik edenlerden. 114Meryem oğlu İsa şöyle dedi: Allah’ım, Rabbimiz, üzerimize gökten bir sofra indir de bizim için bayram, ilkimiz ve sonumuz için bize bir mucize olsun. Bize rızık ver. Sen rızık verenlerin en hayırlısısın. "Tekunu iyden lievveline ve ahirina": İbn Muhaysın, İbn Semeyfa’ ve Cuhderi, hemzenin ref'i, vav da şeddesiz olarak "liulana ve uhrana” okumuşlardır, mana da: İndiği gün bizim için bayram olsun, ona biz ve bizden sonrakiler saygı duyalım, demektir. Bunu Katâde ile Süddi, demişlerdir, Ka’b de: Üzerlerine Pazar günü indi, onu da bayram edindiler, demiştir. İbn Kuteybe de: Bayram, yani toplantı günü, demiştir. Halil b. Ahmed de: İyd, toplanılan her gündür, sanki dönüp ona gelirler, demiştir. İbn Enbari de: Ona iyd denmesi üzüntüden sevince döndükleri içindir, demiştir. "Ayetem mink": Yani senin birliğine ve Nebi’nin peygamberliğinin doğmluğuna delil olsun. İbn Semeyfa’, İbn Muhaysın ve Dahhâk, hemzenin fethi ve nunun şeddesi ile: "Ve ennehu minke” okumuşlardır. "Bize rızık ver"de: İki görüş vardır: Birincisi: Bize kendi katından rızık ver. İkincisi: Bize duamızı kabul etme nimetine şükür nasip et. 115Allah şöyle dedi: "Şüphesiz ben onu üstünüze indireceğim. Artık kim bundan sonra nankörlük ederse, şüphesiz ben ona dünyalardan hiçbir kimseye etmediğim azabı ederim". "Kalallahu inni münezzilüha aleyküm": Nâfi, Âsım ve İbn Ömer, şedde ile "münezzilüha"; diğerleri de şeddesiz (münzilüha) okumuşlardır. Bu da İsa’nın duasının kabul olunması ile tehdittir. Ulema sofranın inip inmediğinde ihtilaf etmişler ve iki görüş ileri sürmüşlerdir: Birincisi: O inmiştir, bunu da cumhûr, demiştir. Vehb b. Münebbih, Ebû Osman, o da Selman Farisi’den şöyle dediğini rivayet etmiştir: İsa onların ısrarla istediklerini görünce kıl bir cübbe giydi, sonra abdest aldı, mihrabına geçti, ayaklarını düz etti, topuğunu topuğuna bitiştirdi, parmaklarını aynı hizaya getirdi ve sağ elini göğsünün üstünde sol elinin üzerine koydu. Tevazu göstererek başını yere eğdi, sonra gözlerinden yaşlar döktü. Yaşlar yanağına aktı, sakalının etrafından damlayarak yeri ıslattı. Sonra başını göğe kaldırdı: Allah’ım, Rabbimiz, bize gökten bir sofra indir, dedi. İsa o haldeyken üzerlerine gökten bir sofra indi. Bu iki bulutun arasında kırmızı bir sofra idi, bulutun biri üstünde, biri de altında idi. İsa ise ağlıyor, yalvarıyor ve şöyle diyordu: Allah’ım, onu bizim için selamet vesilesi kıl, onu azap kılma. Nihayet sofra gelip önünde durdu, Havâriler ise çevresinde idiler. O ve arkadaşları gelip etrafına oturdular. Baktılar ki, üzeri büyük bir mendille kapalı. İsa: Hanginiz kendine en çok güvenir ve Allah katında daha az imtihana çekilecekse mendili o alsın ve bu mucizeyi bize göstersin, dedi. Onlar da: Ey Allah’ın Ruhu, buna en layıkımız sensin, onu sen aç, dediler. O da yeniden abdest aldı, iki rekat namaz kıldı, Rabbinden onu açmak için izin istedi. Sonra onun başına oturdu ve mendili aldı; baktı ki, üzerinde kızarmış balık var, balığın kılçığı yok. Etrafında da pırasa hariç bütün sebzeler var. Başucunda sirke, kuyruk kısmında da tuz var. Çevresinde beş yufka ekmek, ekmeğin üzerinde hurma, her ekmeğin üzerinde zeytin ve her ekmeğin etrafında beş nar var. Havârilerin başı Şem’un: "Ey Allah’ın Ruhu, bu, dünya taamından mıdır, yoksa cennet taamından mıdır?” dedi. İsa da: "Sübhanallah, artık bir son vermeyecek misiniz?” dedi. Şem’un da: Hayır, İsrâil oğullarının İlâhına and içerim ki, kötü bir niyetim yoktu, dedi. İsa: Bu gördüğünüz ne dünya yemeğindendir ne de cennet yemeğindendir. O Allah'ın icat ettiği yeni bir şeydir. Ona, "ol” dedi, o da göz açıp kapamadan daha çabuk oluverdi, dedi. Havâriler de: Ey Allah'ın Ruhu, bize bu mucize içinde bir mucize göstermeni istiyoruz, dediler. O da: "Sübhanallah, bu mucize ile yetinmeyecek misiniz?” dedi. Sonra balığa döndü: Allah’ın izniyle eski haline dön, diri ve taze ol, dedi. Balık da sofranın üzerinde çırpınmaya başladı. Sonra ona: Eski haline dön, dedi, o da kızarmış balık oldu. Sonra Şem’un: Ey Allah’ın Ruhu, ondan ilk defa sen ye, dedi. O da: Allah korusun, onu kim istedi ise o yesin, dedi. Onun yemediğini görünce, inişinin bir azap olmasından korktular. İsa da bunu görünce fakirleri, düşkün hastaları ve yetimleri çağırdı: Rabbinizin rızkından ve peygamberinizin davetinden yiyin, size şifa olsun, başkalarına dert olsun, dedi. Ondan b. yedi yüz insan yedi. Her grup yedikçe indiği hal üzere duruyordu. Bütün hastalar iyi oldu, bütün fakirler zenginleşti. Sonra da inmeye devam etti. İzdiham gösterdiler. İsa onları nöbetle davet etti. Kırk gün inmeye devam etti. Bir gün iniyor, bir gün inmiyordu. Kuşluk güneşi yükselirken iniyordu, ondan yiyorlardı. Öğleye doğru göğe çekiliyordu, onlar da yeryüzünde gölgesine bakıyorlardı. Katâde şöyle demiştir: Üzerilerine sabah akşam inerdi, nerede iseler oraya inerdi. Başkası da şöyle demiştir: Pazar günü iki defa inerdi. Pazar günü sabah akşam indiği söylenmiştir. Onu da bayram edindiler. Sofranın üzerinde ne olduğunda sekiz görüş halinde ihtilaf etmişlerdir: Birincisi: Üzerinde et ve ekmek vardı, Ammar b. Yasir’den Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: Sofra gökten et ve ekmek dolu olarak indi. 31 İkincisi: Kızarmış balık, beş yufka ekmek, hurma, zeytin. Bunu da Süleyman’dan zikretmiş bulunuyoruz. Üçüncüsü: Cennet meyvelerinden çeşitli meyveler, bunu da Ammar b. Yasir, demiştir. Katâde de şöyle demiştir: Cennet meyvelerinden meyve ve cennet yemeklerinden yemek. Dördüncüsü: Ekmek ve balık. Bunu dael-Avfî, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş, Hasen ile Ebû Abdurrahman es - Sülemi de böyle demişlerdir. Beşincisi: Bir parça tirit, bunu da Dahhâk, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Altıncısı: Üzerinde etten başka her şey vardı, bunu da Said b. Cübeyr, demiştir. Yedincisi: İçinde bütün yemeklerin tadı bulunan balık. Bunu da el - Avfi, demiştir. Sekizincisi: Ekmek, pirinç ve sebze. Bunu da İbn Saib, demiştir. 31 - Tirmizî, Tefsirü Suretil Maide, bab, 21, uzun olarak. İkincisi: O inmemiştir. Katâde, Hasen'den sofranın inmediğini rivayet etmiştir. Çünkü Allahü teâlâ: "Artık kim onu inkâr ederse ona dünyalardan kimseye etmediğim azabı ederim” deyince, onlar da: Bizim ona ihtiyacımız yok, dediler. İbn Ebi Necih de, Mücâhid’ten: Sofra, içinde çeşitli yemekler olduğu halde indi, onlara teklif etti ve inanmadıkları takdirde onun azap olacağını haber verince, onlar da çekindiler, o da inmedi. Leys de Mücâhid’ten şöyle dediğini söylemiştir: O, Allahü teâlâ'nın, kullarını peygamberlerden bir şey istemekten men etmesi için getirdiği bir misaldir. Üzerlerine öyle bir şey inmemiştir. Birincisi daha doğrudur. "İçinizden artık onu kim inkâr ederse": Yani sofra indikten sonra, demektir. Adı geçen azapta da iki görüş vardır: Birincisi: O suret değiştirmedir. İkincisi: Onlardan başkasına edilmeyen bir çeşit azaptır. Zeccâc şöyle demiştir: Onlara dünyada peşinen azap etmiş olması da câizdir, ahirette olması da câizdir. "Dünyalar” kavlinde de iki görüş vardır: Birincisi: O geneldir. İkincisi: O zamanın dünyalarıdır. Müfessirlerden b. cemaat sofrada hazır olanlardan bir kısmının suretlerinin değiştiğini söylemişlerdir. Suretlerin değişme sebebinde de üç görüş vardır: Birincisi: Onlara, hiyanet etmemeleri ve ondan saklayıp kaldırmamaları emredildiği halde hiyanet edip sakladılar, onlar da maymunlara ve domuzlara çevrildiler. Bunu Ammar b. Yasir, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den rivayet etmiştir. İkincisi: İsa aleyhisselam sofraya özellikle fakirleri çağırdı, bunun üzerine zenginler kötü konuştular, insanları şüpheye düşürdüler. Akşam olup da şüpheciler yataklarına çekilince, Allah onları domuzlara çevirdi, bunu da Selman Farisi, demiştir. Üçüncüsü: Sofrayı görenler kavimlerine dönüp de onlara haber verince, görmeyenler onlara güldüler ve: Sizin gözünüzü boyamış, kalplerinizi almış, dediler. Allah kime hayır dilemişse basiretinde devam etti. Kimi de fitneye düşürmek istediyse o da küfrüne geri döndü. İsa da onlara lânet etti. Onlar da sabahleyin domuz oldular. Üç gün kaldılar, sonra helak oldular. Bunu da İbn Abbâs, demiştir. 116Hatırla, Allah: "Ey Meryem oğlu İsa, insanlara sen mi: "Beni ve anamı Allah’tan başka iki İlâh edinin?” dedin, demişti O da: şöyle dedi: "Seni tenzih ederim. Benim için hakkım olmayan bir şeyi söylemek olmaz. Eğer onu demişsem, sen onu bilmişsindir Sen benim içimdekini bilirsin; ben senin içindekini bilmem. Şüphesiz sen gaypleri çok iyi bilenin ta kendisisin". "Hatırla o zamanı ki, Allah: Ey Meryem oğlu İsa demişti": Bu söz hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: Onu ona kıyamet günüde diyecektir, bunu İbn Abbâs, Katâde ve İbn Cüreyc, demişlerdir. İkincisi: Onu göğe kaldırdığı zaman demişti, bunu da Süddi, demiştir. Birincisi daha doğrudur. "İz” edatı üzerinde de üç görüş vardır: Birincisi: O zaittir, mana: Allah dedi, şeklindedir, bunu Ebû Ubeyde, demiştir. İkincisi: O aslı üzeredir, mana da: Allah’ın ona diyeceği zamanı hatırla, demektir. Bunu da İbn Kuteybe, demiştir. Üçüncüsü: O "iza” gelecek zaman içindir, "velev tera iz feziu” (Sebe’: 51) kavlinde olduğu gibi. Mana da dediği zaman şeklinde olur. Şair Ebunnecm şöyle demiştir: Allah yüksek göklerde Adn cennetleriyle mükafat verdiği zaman, Seni de benden taraf öyle mükafatlandırsın. Âyetin lâfzı soru şeklinde ise de manası İsa’nın İlâh olduğunu iddia edenler için azarlamadır. Ebû Ubeyde şöyle demiştir: "Neden iki İlâh?” dedi. Çünkü Araplar bir erkekle bir dişinin fiillerini birlikte zikrederlerse onu erkek sigası ile verirler. Eğer, Hırıstiyanlar Meryem’i ilâh edinmedikleri halde neden Allahü teâlâ onların hakkında böyle dediler, denilirse buna şöyle cevap verilir: Onlar, Meryem bir beşer doğurmadı deyince, doğurduğu çocuktan dolayı onda da İlâhlık vardır, demiş gibi oldular. "Sübhaneke": Seni kötülükten tenzih ederiz, demektir. "Benim için hakkım olmayan bir şeyi söylemek olmaz": Yani ben ibadeti hak etmiş değilim ki, insanları da ona çağırayım. Atâ’ b. Saib, Meysere'den şöyle dediğini rivayet etmiştir: Allahü teâlâ, İsa'ya: "İnsanlara beni ve anamı Allah’tan başka ilâh edinin diye sen mi dedin?” deyince, her tarafı titredi; demiş olmaktan korkusundan yere düştü. Ben demedim, demedi, ancak: "Eğer dediysem sen onu bilirsin” dedi. Eğer: "Allahü teâlâ onun böyle demediğini bildiği halde ona bu soruyu sormasındaki hikmet nedir?” denilirse, cevap şöyledir: Bu onun kavmine karşı delilini kuvvetlendirir ve onların Allah bize böyle emretti demelerini yalan çıkarır. Sonra bu, İsa’nın: "Ben senin içindekini bilmem” sözündeki acziyetin ve: "Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz Allah’a ibadet edin” sözündeki kulluğun da ikrarıdır. "Sen benim içimdekini bilirsin, ben ise senin içindekini bilmem": Zeccâc şöyle demiştir: Sen benim gizlediğimi bilirsin, ben ise senin yanındaki ilmi bilmem. Tevil de şöyledir: Sen benim bildiğim şeyleri bilirsin, ben ise senin bildiğin şeyleri bilmem. 117Ben onlara ancak bana: "Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz Allah’a ibadet edin” diye emrettiğin şeyi dedim. Ben içlerinde bulunduğum sürece üzerlerinde bir şahit oldum. Sen beni alınca onların üzerindeki gözcü sen idin. Sen her şeye şahitsin. "Allah’a ibadet edin": Mukâtil: O’nu birleyin, demiştir. "Ben onların üzerinde şahit oldum": Yani içlerinde kaldığım sürece dedikleri şeylere. "Beni alınca” kavli üzerinde de iki görüş vardır: Birincisi: Göğe yükseltmekle. İkincisi: Eceli gelince ölmekle. "Rakîb"' kelimesi Nisa suresinde, "şahîd” kelimesi de Al-i Imran’da şerh edilmiştir. 118Eğer onlara azap edersen, şüphesiz onlar senin kullarındır. Eğer onları bağışlarsan, şüphesiz sen mutlak galip, hikmet sahibisin. "Eğer onlara azap edersen, şüphesiz onlar senin kullarındır": Hasen ile Ebû’l - Âliyye şöyle demişlerdir: Eğer onlara azap edersen, küfürde devam etmelerindendir, eğer onları: bağışlarsan, tevbe etmelerindendir. Zeccâc da şöyle demiştir: İsa onlardan kimilerinin iman edeceklerini, kimilerinin de küfürde ısrar edeceklerini bildiği için, hepsi hakkında: "Eğer onlara azap edersen” dedi, yani onlardan kâfir olanlara azap edersen, şüphesiz onlar senin kullarındır ve sen de onlar hakkında adilsin. Zira onlara gerçeği izah ettin, yine de inkâr ettiler. Eğer onları bağışlarsan, yani küfrü bırakıp da iman edenleri bağışlarsan, bu da senin bir lütfündür. Çünkü sen o büyük iftiralarından sonra onları affetmeyebîlirdin. Sen onları affında güçlüsün, kimse senin iradeni geri çeviremez, bunda da hikmet sahibisin. İbn Enbari de şöyle demiştir: Kelâmın manası şöyledir: Kimsenin sana itiraz etme hakkı yoktur; eğer onlara azap edersen, sana itiraz yoktur, eğer onları bağışlarsan - ki, küfür üzere ölenleri bağışlayacak değilsin - yine sana itiraz yoktur. Başkası da şöyle demiştir: Affetmek senin gücünü azaltmaz ve hikmetinin dışına da çıkmaz. Ebû Zer’den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem bir gece namaza kalktı, sabaha kadar: "Eğer onlara azap edersen şüphesiz onlar senin kullarındır. Eğer onları bağışlarsan, şüphesiz sen güçlüsün, hikmet sahibisin” âyetini tekrar etti.32 32 - İmam Ahmed, Müsned, 5/149. 119Allah dedi: Bu, doğrulara doğruluklarının fayda vereceği bir gündür. Onlar için altlarından ırmaklar akan cennetler vardır. Orada sürekli olarak sonsuza kadar kalacaklardır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. İşte bu, büyük kurtuluştur. "Kalallahü hâza yevmu yenfaus sadikine sıdkuhum": Cumhûr el- yevmu merfu, Nâfi de zarf olarak mensûb okumuştur. Zeccâc da mana şöyledir, demiştir: Allah, İsa’ya doğrulara doğruluklarının fayda vereceği gün şöyle dedi. Mananın şöyle olması da câizdir: Allah: Bu dediklerimiz doğrulara doğruluklarının fayda vereceği günde olacaktır, dedi. Günden murad da kıyamet günüdür. Neden özellikle doğruluğun o günde fayda vereceği vurgulanmıştır, çünkü o, ceza ve karşılık günüdür. Bu doğrulukta da iki görüş vardır: Birincisi: Dünyada doğrulukları onlara ahirette fayda verir. İkincisi: Ahiretteki doğrulukları onlara orada fayda verir. Bu âyette dedikleri şeyde İsa’nın doğruluğu tasdik edilmektir. "Allah onlardan razı olmuştur": Taatları dolayısıyla. "Onlar da O’ndan razı olmuşlardır": Verdiği sevapla. 120Göklerin, yerin ve onlardaki şeylerin mülkü Allah’ındır. O, her şeye kadirdir. "Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır” kavlinde de İsa’nın kulluğuna tenbih vardır, umutları bir tek Allah’a bağlamaya teşvik vardır. |
﴾ 0 ﴿