8-ENFAL SÛRESİMedine’de inmiştir. 75 ayettir. Medine’de inmiştir, bunda da icma vardır. Maverdi, İbn Abbâs’tan yedi âyetin Mekke'de indiğini nakletmiştir, başı "Ve iz yemkürü bikellezine keferu "dur. (Enfal: 30) Bismillahirrahmanirrahim 1Sana ganimetlerden sorarlar. De ki: Ganimetler Allah'ın ve Resul’ünündür. Allah’tan korkun ve aranızı düzeltin. Eğer mü’minler iseniz Allah’a ve Resul’üne itâat edin. "Sana ganimetlerden sorarlar": İniş sebebinde üç görüş vardır: Birincisi: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem Bedir savaşında: "Kim birini öldürürse onun için şöyle şöyle vardır; kim birini esir alırsa, onun için şöyle şöyle vardır, dedi. Yaşlılar, sancakların altından ayrılmadılar; gençler ise vuruşmaya ve ganimetlere koşuştular. Yaşlılar ihtiyarlara: Bizi de sizinle ortak edin, çünkü size destek idik, dediler. Onlar da kabul etmediler. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e başvurdular; bunun üzerine Enfal suresi indi. Bunu İkrime, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. İkincisi: Sa’d b. Ebi Vakkas, Bedir savaşında bir kılıç elde etti: Ya Resûlallah, bunu bana bağışla, dedi. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu Mus’ab b. Sa’d, babasından rivayet etmiştir. Başka bir rivayette de Sa’d şöyle demiştir: Said b. el - As’ı öldürdüm, kılıcını alıp Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e getirdim: Götür onu toplanan ganimetlerin içine at, dedi. Ben de döndüm, içimde öyle bir şey vardı ki, onu ancak Allah bilir. Az bir şey gitmiştim ki, Enfal suresi indi: "Git, kılıcını al, dedi. 1 1 - İmam Ahmed, Müsned, 1/180. Süddi şöyle demiştir: Sa’d ile başka birkaç kişi bu kılıç üzerinde dava ettiler; Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e sordular; Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de onlardan aldı. Bunun üzerine bu âyet indi. Üçüncüsü: Ganimetler Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e ait idi, kimsenin onlarda bir şeyi yoktu. Bazıları ondan kendilerine bir şey vermesini istediler, bunun üzerine bu âyet indi. Bunu da İbn Ebi Talha, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Enfal'dan ne kastedildiği hususunda da altı görüş vardır: Birincisi: Onlar ganimetlerdir, bunu İkrime, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Hasen, Mücâhid, Atâ’, İkrime, Dahhâk, Ebû Ubeyde, Zeccâc, İbn Kuteybe ve diğerleri de böyle demişlerdir. Enfal’ın tekili: Nefeldir. Şair Lebid şöyle demiştir: Allah’tan korkmak en büyük nefel (vergi ve lütuf)tur, Yavaşım da hızım da Allah’ın izni iledir. İkincisi: Onlar, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in katile maktulün üzerinden çıkan eşyadan verdiğidir. Üçüncüsü: Onlar, müşriklerden Müslümanlara savaşmadan kalan mallardır. Bunu da Atâ’, demiştir. Bu ve bundan önceki görüş, yine İbn Abbâs’tan rivayet edilmiştir. Dördüncüsü: Onlar, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in ganimetten aldığı beşte bir hissedir. Bunu da Mücâhid, demiştir. Beşincisi: Onlar, öncü süvari birliğinin ganimetidir, bunu da Ali b. Salih b. Hay, demiştir. Hasen’den de: Onlar, ordunun önünde giden akıncıların elde ettiği ganimetlerdir. Altıncısı: Onlar, devlet başkanmın bazı mülahazalarla bazı askerlere özel olarak verdiği şeylerdir. Bunu da Maverdi, zikretmiştir. Âyette geçen "an” edatı hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: O fazladır, mana da: Sana ganimetleri sorarlar şeklindedir. Sa’d b. Ebi Vakkas, İbn Mes’ûd, Übey b. Ka’b ve Ebû’l - Âliyye, "an"i atarak: "Yeselunekel enfale” şeklinde okumuşlardır. İkincisi: Asildir (zait değildir), Mana şöyledir: "Sana ganimetlerden, onlar kimindir?” diye sorarlar. Yahut: Ganimetlerin hükmünü sorarlar, İniş sebebinde bu iki görüşle ilgili şeyleri anlatmış bulunuyoruz. Onların hükmünü sormaları, ganimetin önceki ümmetlere haram olmasındandır. Nasih ve mensuh Âlimleri bu âyette ihtilaf etmişler; bazıları: Bu, bir açıdan nesh edici, bir açıdan da mensuhtur, demişlerdir. Şöyle ki, ganimetler, geçmiş peygamberlerin şeriatlerinde haram idi. Allah da onu bu âyetle neshetti. Ganimet işini Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in görüşüne bıraktı. Sonra da bunu: "Bilin ki, ganimet olarak aldığınız şeylerin beşte biri Allah’ın’dır...” kavli ile neshetti. (Enfal: 41) Diğerleri de: Enfal’dan iki şey kastedilmiştir, demişlerdir: Birincisi: O, bazı yiğit ve öncü askerlere Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in onların dürüstlüğünü kazanmak ve onları savaşa teşvik etmek amacıyla verdiği şeylerdir. İkincisi: Ganimet bölüşüldükten sonra artan şeylerdir, nitekim İbn Ömer’den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem bizi bir askeri birlikle gönderdi, biz de deve elde ettik. Her birimize onar deve düştü. Bize birer deve de fazladan verdi. Buna göre âyet muhkemdir; çünkü bu hüküm, şu günümüze kadar (hicri altıncı asır) geçerlidir. Ganimet elde etmeden önce hibe vermek de câizdir; bu da devlet başkanınım Kim bir şey elde ederse kendisinindir, demesidir. Bu cumhûrun görüşüdür. Ganimet elde edildikten sonrasında ise İmam Ahmed’ten iki görüş vardır. Başkan böyle bir şart koymazsa maktulün üzerinden çıkan şeyleri katil hak eder mi? Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Hak eder, bunu da Evzai, Leys ve Şâfiî, demişlerdir. İkincisi: Hak etmez, ordunun ganimeti olur, bunu da Ebû Hanife ile Malik, demişlerdir. İmam Ahmed’ten de önceki iki görüş gibi iki rivayet vardır. "De ki: Ganimetler Allah'ın ve Resul’ündür": Onlar istedikleri hükmü verirler. "Allah’tan korkun": O'na muhalefeti terk ederek. "Aranızı düzeltin": Zeccâc: Aranızı düzeltin demek: Gerçek teması sağlayın, demiştir. Âyette geçen "beyn": Temas manasınadır, tıpkı: "Lelcattekattaa beyneküm” (En’am: 94) kavlinde olduğu gibi. Sonra bu kelâmdan ne murat edildiği hususunda da iki görüş vardır: Birincisi: Güçlünün zayıfa havale edilmesidir, bunu da Atâ’, demiştir. İkincisi: Allah’a ve Resul’üne teslim olarak çekişmeyi terk etmektir. "Allah’a ve Resul'üne itâat edin": Yani ganimet ve diğer hususlarda size emredileni kabul edin. 2Mü’minler ancak o kimselerdir ki, Allah zikredildiği zaman kalpleri ürperir. Onlara O’nun âyetleri okunduğu zaman imanlarını artırır ve onlar, Rablerine güvenirler. "Mü’minler o kimselerdir ki, Allah zikredildiği zaman": Zeccâc şöyle demiştir: Azameti, kudreti ve asileri korkuttuğu şeyleri zikredildiği zaman kalpleri korkar. Şair de şöyle demiştir: Hayatına ant içerim ki, bilmiyor ve korkuyorum; Ölüm ikimizden hangimize daha önce gelecek diye (leevcelü). Vecile yevcelü ve yacelü ve yeycelü ve yiycelü denir, bu dört lügati Sibeveyh nakletmiştir; en iyisi yevcelü’dür. Süddi de şöyle demiştir: Vecil: Günah işlemeye niyet edip de Allah’ı hatırlayarak ondan elini çeken kimsedir. "Onlara O’nun âyetleri okunduğu zaman": Yani Kur’ân okunduğu zaman demektir. "îmanlarını artırır": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: Tasdikleri artar, bunu da İbn Abbâs, demiştir. Mana da şöyledir: Onlara Allah’tan bir şey geldikçe ona iman ederler; âyetlerin artmasıyla da imanları artar. İkincisi: Yakînleri (kesin inançları) artar, bunu da Dahhâk, demiştir. Üçüncüsü: Allah korkuları artar, bunu da Rebi’ b. Enes, demiştir. Tevekkül’ün manasını da Al-i İmran, âyet: 122’de anlatmış bulunuyoruz. 3Onlar namazı dosdoğru kılar ve kendilerine rızık ettiğimizden (Allah yolunda) harcarlar. "Onlar namazı dosdoğru kılarlar": İbn Abbâs: Beş vakit namazı, demiştir. "Rızık ettiğimizden harcarlar” da: Zekattır. 4İşte onlar gerçek mü’minlerdir. Onlar için Rableri katında dereceler, bağış ve tükenmez bir rızık vardır. "İşte onlar gerçek mü'minlerdir (Ülâike hümül mü’minune hakka)": Zeccâc şöyle demiştir: Hakka, "Ülâike hümül mü’minune” cümlesinin delalet ettiği şeyle mensubtur (mefulu mutlak). Mana da: Bunu tam manasıyla hak ettiler, demektir. Mukâtil de şöyle demiştir: Onlar öyle mü’minlerdir ki, imanlarında münafıklarda olduğu gibi şek ve şüphe yoktur. "Onların Rableri katında dereceleri vardır": Atâ’ şöyle demiştir: Cennet derecelerine amelleriyle çıkarlar. Tükenmez rızık da: Allah’ın orada onlar için hazırladığı şeylerdir. 5Nitekim Rabbin seni evinden hak ile (Bedir’e) çıkardığı zaman da (durum böyleydi). Hâlbuki mü'minlerden bir grup isteksizdiler. "Kema ahreceke rabbüke": Bu kâfin müteallıkında (bağlantısında) beş görüş vardır: Birincisi: O, ganimetlere bağlıdır, sonra Kelâmın manasında da üç görüş vardır: Birincisi: Onun tevili şöyledir: Ganimetler hususunda onlar isteksiz davransa da sen Allah’ın emrini yürüt, nitekim evinden çıkarken de onlar isteksiz idiler. Bunu da Ferrâ’, demiştir. İkincisi: Ganimetler vacip hak sebebiyle Allah’a ve Resul’e aittir, tıpkı Rabbin seni hak ile evinden çıkardığı gibi. Bunu da Zeccâc, demiştir. Üçüncüsü: Mana şöyledir: Seninle tartışarak sana ganimetlerden sorarlar, tıpkı evinden çıkışında da seninle tartıştıkları gibi. Bunu da bir grup müfessir nakletmiştir. İkincisi: O, "Fettekullaha ve aslıhu” kavline mütealliktir, Mana da şöyledir: Takva ve iyi hal sizin için daha hayırlıdır, tıpkı Allah’ın, Peygamberi Muhammedi bazıları hoşlanmasa da çıkarmasının sizin için hayırlı olduğu gibi. Bu da İkrime’nin görüşüdür. Üçüncüsü: O, "yücadiluneke” kavline mütealliktir, Mana da şöyledir: Ganimetlerde seninle mücadele etmeleri, Allah’ın seni Bedir’e onların istemediği halde çıkarması gibidir. Bunu da Kisâi, demiştir. Dördüncüsü: O, "Ülâike hümül mü’minune hakka” kavline bağlıdır, Mana da şöyledir: Onlar gerçek mü’minlerdir, tıpkı Rabbinin seni evinden hak ile çıkardığı gibi. Bunu da müfessirlerden nakledenlerden biri zikretmiştir. Beşincisi: "Kema” kasem (yemin) yerindedir, Mana da şöyledir: Seni evinden çıkarana yemin ederim ki,. Bunu da Ebû Ubeyde, demiş ve: "Ma"nın "ellezi” yerinde olmasını delil göstermiş; bunlardan birinin de: "Vema halakazzekere velünsa” (Leyl: 3) âyeti olduğunu söylemiştir. İbn Enbari de şöyle demiştir: Bu görüş akla uzaktır; çünkü kâf yemin harflerinden değildir. “Ahreceke” Bu çıkış hususunda da iki görüş vardır: Birincisi: O’nun Bedir’e çıkışıdır ki, ashabından bir bölük bundan hoşlanmamışlardı, çünkü onlar ganimetin ancak savaşla elde edileceğini biliyorlardı. İkincisi: Bu, onun hicret için Mekke'den Medine’ye çıkmasıdır. "Hak ile” kavlinde iki görüş vardır: Birincisi: Sen çıktın, hak seninle idi. İkincisi: Sen sana vacip olan hak ile çıktın. "Mü’minlerden bir grup isteksizdirler": Bunda iki görüş vardır: Birincisi: Çıkmanda isteksizdirler. İkincisi: Ganimeti onlara vermemenden isteksizdirler. Bu isteksizlik ise sefer ve savaşın zorluğundan kaynaklanan doğal isteksizliktir, yoksa Allahü teâlâ’nın emrine karşı isteksizlik değildir. 6Hak açığa çıktıktan sonra da seninle mücadele ediyorlar. Sanki göz göre göre ölüme sevk ediliyorlar. "Hak hususunda seninle mücadele ediyorlar": Yani Bedir günü savaşmakta, çünkü onlar hazırlıksız çıktılar: Bize daha önce haber verseydin de hazırlık yapsaydık, dediler; savaşı terk etme hususunda izin almak için onunla mücadele ettiler. "Hak açığa çıktıktan sonra": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: Onun farz olduğu açığa çıktıktan sonra. İkincisi: Doğru olduğu onlar için açığa çıktıktan sonra. Üçüncüsü: Senin ancak emirle hareket ettiğin onlar için açığa çıktıktan sonra. "Mücadele edenler": Hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: Onlar Müslümanlardan belli bir gruptur, bunu da İbn Abbâs ile cumhûr, demişlerdir. İkincisi: Onlar müşriklerdir, bunu da İbn Zeyd, demiştir. Buna göre onlarla mücadele etmesi tevhid demek olan hak hususundadır, savaşmada değildir. Birinciye göre de: "Sanki göz göre göre ölüme sürülüyorlar” kavlinin manası şöyle olur: Çünkü ölüme sevk edilenin en zor hali, ölümü görmesi ve onu bilmesidir. İbn Zeyd’in görüşüne göre de şöyledir: Sanki onlar İslâm’a davet edilirken ölüme sürükleniyorlar gibidirler, çünkü onu istemiyorlar. 7Hani, Allah sana iki bölükten birinin şüphesiz sizin olacağını va'dediyordu. Siz ise dikensizin (silâhsızın) sizin olmasını istiyordunuz. Allah ise kelimeleri ile hakkı gerçekleştirmek ve kâfirlerin kökünü kesmek istiyordu. "Hani, Allah sana iki bölükten birini va’dediyordu": Tefsirciler şöyle demişlerdir: Ebû Süfyan, Kureyş kervanı ile Şam’dan dönüyordu, Bedir’e yaklaşınca, Cebrâil indi; bunu Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e haber verdi. O da Bedir’e gitmek üzere bir grup ashabı ile çıktı. Bu da onlara (kervana) ulaştı. Amr b. Damdam el - Ğifari’yi yardım istemek amacıyla Mekke’ye gönderdiler. Kureyşliler de onu müdafaa etmek için çıktı. Ebû Süfyan deniz sahiline ulaştı, Resûlüllah’ın elinden kurtuldu. Cebrâil de bu âyeti indirdi: "Hani Allah size va’dediyordu". Mana şöyledir: O zamanı hatırlayın ki, Allah size iki bölükten birini va’dediyordu. İki bölük: Ebû Süfyan ve yanındaki malla Ebû Cehil ve yanındaki Kureyşlilerdir. Ebû Süfyan yanındaki malı kaçırınca Kureyş’e: Eğer kervanınızı korumak için çıktınızsa, ben onu sizin için kurtardım, diye yazdı. Ebû Cehil de: Allah'a yemin ederiz ki, dönmeyeceğiz, dedi. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem de, onları kastederek çıktı. Ashabı bundan hoşlanmadılar; savaşmayı değil de ganimet olacak bölüğü elde etmek istediler. İşte: "Sİlâhsızın sizin olmasını istiyorsunuz” dediği budur. Fülanün şakissİlâh, ve şakkün fissİlâh ve şaikün denir ki, sİlâhlı manasınadır. Dikene mecazen sİlâh denmesi, sivri ve keskin olmasındandır. Maeşedde şevkete beni fülanin denir ki: Silâhları ne de keskindir, demektir. Ahfeş de: "Zatüşşevke” diyerek müennes zikredilmesi, taife (bölük) manası itibariyledir, demiştir. "Allah ise hakkı gerçekleştirmek istiyor": Haktan ne kastedildiği hususunda da iki görüş vardır: Birincisi: O, İslâm’dır, bunu da İbn Abbâs ile diğerleri demişlerdir. İkincisi: O, Kur’ân’dır, Mana da şöyledir: Sana Kur’ândan indirdiğini gerçekleştirmek istiyor. "Kelimeleri ile": İlm-i ezelisinde dini güçlendireceğine dair vaatleriyle, meselâ: "Onu bütün dinlerin üzerine çıkarsın diye” (Tevbe: 33) kavli gibi. "Kâfirlerin kökünü kesmek istiyordu": Bunu da En’am: 45’te açıklamış bulunuyoruz. "Hakkı gerçekleştirmek için": Mana şöyledir: Hakkı gerçekleştirmek için kâfirlerin kökünü kesmek istiyor. Bu hak üzerinde de geçen iki görüş vardır. Bâtıll ise: Şirktir. Burada mücrimler ise: Müşriklerdir. 8Ta ki, hakkı gerçekleştirsin ve batılı iptal etsin. Günahkarlar istemese de. 9Hani, Rabbinizden yardım istiyordunuz da sizin için, birbiri ardınca size b. melekle yardım edeceğim, diye kabul etmişti. "Hani, Rabbinizden yardım istiyordunuz": İniş sebebi şöyledir: Ömer b. Hattab radıyallahu anh diyor ki: Bedir günü gelince Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ashabına baktı, onlar ise üç yüz küsur idiler. Müşriklere baktı, onlar da binden fazla idiler. Kıbleye döndü, sonra ellerini kaldırdı, üzerinde de şah ile eteği vardı, sonra da şöyle dedi: Allah’ım, bana va’dettiğini gerçekleştir, Allah’ım, bana va’dettiğini gerçekleştir, Allah’ım, eğer bu birliği helak edersen, yeryüzünde sana bir daha ibadet edilmez! Rabbine o kadar yalvardı ve dua etti ki, şalı omzundan düştü. Ebû Bekir onu alıp omzuna geçirdi. Sonra da ona şalının üzerinden sarıldı ve: Ey Allah’ın Peygamberi, Rabbinden böyle istedin, şüphesiz sana olan va’dini gerçekleştirecektir, dedi. Allahü teâlâ da bu âyeti indirdi. "İz": İbn Cerir, bu "yubtılu” kavline ilişiktir, demiştir. "Testeğisune” kavlinde de iki görüş vardır: Birincisi: Yardım istiyorsunuz, demektir. İkincisi: Sığınıyorsunuz, demektir. Aralarındaki fark şudur: Yardım isteyen zafer bekler. Sığınan ise halas (kurtuluş) bekler. Yardım isteyenler hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: O Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ile Müslümanlardır, bunu Zührî, demiştir. İkincisi: O, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’dir, bunu da Süddi, demiştir. İmdadın manası da Al-i İmran: 124’de geçmiştir. "Bi-elfin": Dahhâk ile Ebû Recâ’, uzun hemze ve lâm, arkasından vav ile cemi olarak: "Bi-alafin” okumuşlardır. Ebû'l-Aliye ile Ebû’l-Mütevekkil de, hemze ve “Lâm” ın ref'i ve arkasından vav ile cemi sigasıyla: "Bi-ulûfın” okumuşlardır. Hazlem ile Cahderi de, hemzenin ve “Lâm” ın zammı ile vavsız ve elifsiz olarak: "Bi-ulufin” okumuşlardır. Ebû’l - Cevza ile Ebû İmran da, meftuh ye, sakin lâm, vavsız ve elifsiz olarak: "Bi-yelfin” okumuşlardır. "Mürdifin"e gelince: İbn Kesir, Ebû Amr, Âsım, İbn Âmir, Hamze ve Kisâi, dalın kesresiyle: "Mürdifin” okumuşlardır. İbn Abbâs, Katâde, Dahhâk, İbn Zeyd ve Ferrâ’ da: O, arka arkaya gelenlerdir, demişlerdir. Ebû Ali de iki yoruma ihtimali vardır, demiştir: Birincisi: Kendileri kadar da arkalarına almış olmalarıdır (en yekunu mürdifine mislehüm) Meselâ: Erdeftü Zeyden dabbeti, dersin ki, Zeyd’i hayvanımın terkisine aldım demektir. Bu durumda âyette ikinci mef’ûl (mislehüm) atılmış olur. İkincisi: Arkalarından gelmiş olmalarıdır. Araplar: Benu fülanin mürdifuna derler ki: Arkamızdan geliyorlar, demektir. Ebû Ubeyde ise: Mürdifin: Henüz geldiler, demiştir. Nâfi, Ebû Bekir de Âsım’dan rivayet ederek, dalın fethasıyla: "Mürdefin” okumuşlardır. Ferrâ’ da şöyle demiştir: Bu, onlara yapıldı, yani Allah Müslümanlara o kadar sayı ile yardım etti (ihtiyat askeri gönderdi). Muaz el - Kari, Ebû’l - Mütevekkil en - Naci ve Ebû Miclez, ranın ve dalın fethası ve şedde ile: "Müreddefin” okumuşlardır. Ebû’l - Cevza ile Ebû İmran da, ranın zammesi ve dalın keseri ile "Mürüdifin” okumuşlardır. Zeccâc şöyle demiştir: Rediftürreciile denir ki: Adamın terkine bindim demektir. Erdeftuhu ise: Terkime aldım demektir. Hazihi dabbetün latüradif denir de latürdifü denilmez (bu hayvan terkisine kimseyi bindirmez). Erdeftürıecüle de: Adamın arkasından geldim, demektir. Bu durumda: "Mürdifin": Bölük bölük gelenler demektir. Lügat itibarı ile şu câizdir: Müreddifin, mürüddifin ve müriddifin; dal her halu kârda şeddelidir. Ranın ise meftuh, mazmum ve meksur olması câizdir. Sibeveyh şöyle demiştir: Bunun aslı: Mürtedifin idi; te dele idgam oldu, müreddifin oldu. Çünkü sen tenin harekesini ranın üzerine attın; istersen tenin harekesini onun üzerine atmaz, iki sakin birleştiği için rayı meksur okursun. Rayı zammeli okuyanlar ise öncesindeki mimin zammesine uydurmak istemişlerdir. 10Allah onu ancak bir müjde ve kalplerinizi rahatlatmak için yapmıştı. Zafer ancak Allah katındandır. Şüphesiz Allah mutlak galip, hikmet sahibidir. "Allah bunu ancak bir müjde kılmak istemiştir” kavlinin manası ise, Al-i İmran: 126’da geçmiştir. Mücâhid şöyle derdi: Allah Enfal: 10’da zikredilen bu b. melekten fazlasıyla imdat etmemiştir. Bahsettiği üç ve beş b. ancak müjdedir, onlarla imdat edilmemiştir. Cumhûr ise böyle demez. Meleklerin sayılarındaki ihtilaflarını da Al- i İmran: 126’da zikretmiş bulunuyoruz. 11Hatırla ki, kendisinden bir güven olarak size uykuyu bürüyor ve sizi temizlemek, sizden şeytanın murdarlığını gidermek, kalplerinizi kuvvetlendirmek ve onunla ayakları sağlamlaştırmak için gökten üzerinize su indiriyordu. "Hatırla ki, kendisinden bir güven olarak size uykuyu bürüyordu” (iz yağşakümün nüasü ementen minhü): Zeccâc şöyle demiştir: "İz” Ve ma caalehullahu illâ Büşra, fi zalikel vakti kavlinin manasından dolayı mahallen mensubtur. Mananın şöyle olması da câizdir: Üzküru iz yağşakümün nüasu. İbn Kesir ile Ebû Amr, yenin fethi, ğaynın cezmi, şinin fethi ve elifle: "Yağşaküm", "ennuasu” da merfu okumuşlardır. Âsım, İbn Âmir, Hamze ve Kisâi de, yenin zammesi, ğaynin fethi, şeddeli şin de meksur olarak: "Yuğaşşiküm", ennuase’yi de mensûb olarak okumuşlardır. Nâfi de yenin zammesi, ğaynin cezmi ve şinin kesri ile: "Yuğşiküm", ennuase'yi de nasb ile okumuştur. Ebû Süleyman Dımeşki de şöyle demiştir: Kelâm "Ve litatmeinne bihi kulubuküm” iz yağşakümün nuasu kavline dönüktür. Zeccâc da şöyle demiştir: "Emeneten” mefulunleh olarak mensubtur, tıpkı: Faaltü zalike hazereşşerri (bunu şerden kaçmak için yaptım) kavli gibidir. Emintü amenü emnen ve emanen ve emeneten denir. Ebû Abdurrahman es - Sülemi, Ebû’l - Mütevekkil, Ebû’l - Âliyye, İbn Yamur ve İbn Muhaysın da mimin sükunu ile: "Emneten minhu” şeklinde okumuşlardır. "Üzerinize gökten su indirir": İbn Abbâs şöyle demiştir: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Bedir savaşında bir yere konakladı, onunla suyun arasında bir kumluk vardı. Müşrikler suyu onlardan önce tuttular. Müslümanlar susuz kaldılar, namazlarını abdestsiz kılmaya başladılar. Şeytan kalplerine vesvese attı: Siz de içinizde Allah’ın Resul’ü olduğu halde kendinizi onun dostları sanıyorsunuz, müşrikler ise suyu elinizden aldılar, siz ise abdestsiz olarak namaz kılıyorsunuz, dedi. Bunun üzerine Allahü teâlâ bir yağmur indirdi. Ondan içtiler ve temizlendiler. Kumluk yer de yağmurun değmesiyle sertleşti. Allahü teâlâ şeytanın vesvesesini giderdi. Çünkü o: Müşrikler sizi suya yaklaştırmıyor, diyordu. İbn Zeyd: Riczüşşeytan, onun hilesidir demiştir, çünkü o: Sizin onlarla savaşacak gücünüz yoktur, demişti. İbn Enbari de şöyle demiştir: Suyun olmaması onları üzünce Allah gökten yağmur indirdi; böylece Allah’ın azap ve gazabına sebep olan şeytanın vesvesesini giderdi. Çünkü ricz: Azap demektir. "Veliyarbita alâ kulubiküm": Rabt bağlamak ve kuvvetlendirmek demektir. “alâ” edatı da bazılarına göre zaittir, mana da: Kalplerinizi kuvvetlendirmek için, olur. Kalplerini kuvvetlendirip sağlamlaştırdığı o şey hakkında da üç görüş vardır: Birincisi: O, sabırdır, bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. İkincisi: O, imandır, bunu da Mukâtil, demiştir. Üçüncüsü: O, Allah’ın yukarıda geçen vesvese ile sarsılan kalpleri sağlamlaştırmak için indirdiği yağmurdur. "Ve yüsebbite bihil akdam": Bi-hi zamirinde iki görüş vardır: Birincisi: O, suya râcîdir; zira toprak kumluk idi, yağmurla sertleşti ve ayaklar üzerinde kaymadı, yer tuttu. Bunu da İbn Abbâs, Mücâhid, Süddi ve diğerleri demişlerdir. İkincisi: O, bağlamaya ve sağlamlaştırmaya râcîdir, Mana da şöyledir: Onunla ayakları sağlamlaştırmak istedi. Bunu da Zeccâc zikretmiştir. 12Hani, Rabbin meleklere, şüphesiz ben sizinleyim; iman edenlere sebat verin. Kâfirlerin kalplerine korku salacağım. Boyunların üzerine vurun, vurun onların her parmak uçlarına, diye vahyediyordu. "Hani, Rabbin meleklere, şüphesiz ben sizinleyim” (iz yuhi rabbüke): Zeccâc şöyle demiştir: "îz” mahallen mensubtur, mana da: Veliyarbita iz yuhi (vahyettiği zaman kalplerinizi kuvvetlendirmek için), demektir. Mananın: Vezküru iz yuhi (vahyettiği zamanı hatırlayın) şeklinde olması da câizdir. İbn Abbâs: Bu vahiy, ilham şeklindedir, demiştir. "Meleklere": Onlar Müslümanlara imdat için gelenlerdir. "Şüphesiz ben sizinle beraberim": Yardım ve destek bakımından, "îman edenlere sebat verin": Bunda da dört görüş vardır: Birincisi: Onlarla beraber savaşın, bunu da Hasen Basri, demiştir. İkincisi: Onlara yardım müjdesi verin; melek safın önünde insan suretinde yürür ve: Müjde, şüphesiz Allah size yardım edecektir, derdi. Bunu da Mukâtil, demiştir. Üçüncüsü: Onların kalplerine onları kuvvetlendirecek şeyler atmakla onlara sebat verin. Bunu da Zeccâc, demiştir. Dördüncüsü: Cihada olan azim ve niyetlerini düzeltin, bunu da Sa’lebî, demiştir. Âyette geçen ru’b: Korkudur. İbn Saib de şöyle demiştir: Biz Yezid b. Amir es - Suvai’ye, Allah'ın müşriklerin kalplerine attıkları korkuyu sorduğumuz zaman, bakır tasa bir taş atar, ses çıkarırdı: Biz içimizde buna benzer ses hissederdik, derdi. "Boyunların üzerine vurun": Bununla muhatap olanlar hakkında iki görüş vardır: Birincisi: Onlar meleklerdir, İbn Enbari şöyle demiştir: Melekler insanların neresine vuracaklarını bilmediler, Allah da onlara bunu öğretti. İkincisi: Onlar mü’minlerdir, bunu da bir grup müfessir demiştir. Kelâmın manasında da iki görüş vardır: Birincisi: Fardubil a’naka demektir ki, bu durumda "fevka” kelimesi dolgu maddesi olur. Bu da Atıyye, Dahhâk, Ahfeş ve İbn Kuteybe’nin görüşüdür. Ebû Ubeyde de: "Fevka” "Alâ” manasınadır; darabtuhu fevkarre’si de darabtuhu alerre’si de denir. İkincisi: Başlara vurun, çünkü onlar boyunların üzerindedir. Bunu da İkrime demiştir. Benan’dan ne murat edildiği hususunda üç görüş vardır: Birincisi: O, parmak uçlarıdır, bunu İbn Abbâs ile Dahhâk, demişlerdir. Ferrâ’ da şöyle demiştir: Allah onlara vurulacak yeri öğretmiş ve: Başlara, ellere ve ayaklara vurun, demiştir. Ebû Ubeyde ile İbn Kuteybe: Benan, parmak uçlarıdır, demişler. İbn Enbari de: Bunu demekle elin ve ayağın tamamı kastedilmiştir, demiştir. İkincisi: O, bütün eklemlerdir, bunu da Atıyye ile Süddi, demişlerdir. Üçüncüsü: O; parmaklar ve diğer bütün organlardır, mana: Her çeşiti ile öldürülmelerini mubah etti, demektir. Bu da Zeccâc’ın görüşüdür, O: Benan lâfzı: Ebenne bilmekâni sözlerinden türetilmiştir ki, bir yerde ikamet etmektir. İkamet etmek ve yaşamak için her şey de onunla yapıldığından benan, denilmiştir. 13Zira onlar Allah’a ve Resul’üne karşı geldiler. Kim Allah’a ve Resul’üne karşı gelirse, şüphesiz Allah’ın cezası ağırdır. "Zâlike biennehüm şâkkullahe": Zalike (bu), vurmaya işarettir, şâkku da: Bir tarafa çekildiler; mü'minlerinkinden başka şıkka (tarafa) geçtiler, demektir. 14İşte onu tadın. Ve şüphesiz kâfirler için cehennem azabı vardır. "Zaliküm fezukuhu": Müşriklere hitaptır; mana da: Bunu yalancı dünyada tadın, demektir. "Enne"nin meftuh okunmasında da iki görüş vardır: Birincisi: Gizli bir fiil iledir, takdiri de şöyledir: Zaliküm fezukuhu va’lemu enne lilkafirine (bunu tadın ve kâfirler için cehennem azabı olduğunu bilin). İkincisi: Mananın şöyle olmasıdır: Zalike bienne lilkafirine azabennar (bunun da sebebi kâfirler için ateş azabının olmasıdır). Be’yi düşürdüğün takdirde (enne) mensûb olur. Eğer istersen "enne"yi mahallen merfu kabul edersin, o zaman da şöyle olur: Zaliküm fezukuhu, ve zaliküm enne lilkafirine azabennar (onu tadın, o da kâfirler için ateş azabının olmasıdır). 15Ey iman edenler, kâfirlerle topluca ilerlerken karşılaştığınız zaman onlara arkaları(nızı) dönmeyin. "Feiza lekıytümüllezine keferu zahfen": Zahf: düşmana sürünerek yaklaşan kalabalıktır. Bunu Leys, demiştir. Tezahuf da yaklaşmak ve karşı karşıya gelmektir. Şair A'şa şöyle demiştir: Mahfe içinde nice kadınlar vardır ki, yürüyüşü sürünme gibi (yavaş)tır. Zeccâc da: Kelâmın manası şöyledir, demiştir; Savaşmak için karşılarına durduğunuz zaman onlara arka çevirmeyin. "Kim onlara çevirirse": Onlarla savaştığı gün, "arkasını", savaşmak için bir tarafa çekilmek ve bir birliğe katılmak hariç. "Müteharrifen” ve "mütehayyizen” hal olmak üzere mansupturlar. Müstesna olarak mensûb olmaları da câizdir. O zaman mana şöyle olur: Bir tarafa çekilen veya bir gruba katılan hariçtir. Mütehayyiz’in aslı: Mütehayvizdir; ye vava idgam edilmiştir. "Ve me’vahu cehennem": Yani onun dönüş yeri orasıdır, bu da onun ebedi kalacağını göstermez. Âlimler bu âyetin hükmünde ihtilaf etmişlerdir: Bir grup: Bu, Bedir gezilerine hastır, demiştir. Bu da İbn Abbâs, Ebû Said el - Hudri, Hasen, İbn Cübeyr, Katâde ve Dahhâk’tan rivayet edilmiştir. Diğerleri de şöyle demişlerdir: Bu, geneldir, bütün savaştan kaçanları içine alır. Bu da yine İbn Abbâs’tan rivayet edilmiştir. Diğerleri de şöyle demişlerdir: O, geneldir, ancak "eğer sizden sabırlı yüz kişi olursa iki yüz kişiyi yenerler” (Enfal: 66) kavliyle mensuhtur. Buna göre Müslümanların iki katı düşmandan kaçmaları yoktur. Bunu da Atâ’ b. Ebi Rebah, demiştir. Ebû Talib de şöyle demiştir: İmam Ahmed’e savaştan kaçma soruldu: O da: Bir adam iki adamdan kaçmaz; eğer üç kişi olurlarsa bir zarar yoktur, dedi. Bunun benzeri İbn Abbâs’tan da rivayet edilmiştir. Muhammed b. Hasen de şöyle demiştir: Ordu on iki b. askere ulaşırsa, onlar için düşmanlarından kaçma yoktur, düşmanın da sayısı ne kadar çok olursa olsun. Bunun dayanağı Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den rivayet edilen şu hadistir: "Sayıları on iki bine varan bir ordu, azlıktan mağlup olmaz". 2 2 - Ebû Dâvud, Cihad, bab, 89; Makim, Müstedrek, 1/443, 2/101. 16Kim o gün savaşmak için çekilmek veyahut bir takıma katılmak için olmaksızın onlara arkasını dönerse, gerçekten Allah'ın gazabına uğramıştır. Onun yeri cehennemdir. (Orası) ne kötü dönüş yeridir. 17Onları siz öldürmediniz, onları ancak Allah öldürdü. Attığın zaman da sen atmadın; ancak Allah attı. (Bunu) da mü’minleri kendinden güzel bir deneme ile denemek için (yaptı). Şüphesiz Allah hakkıyle işiten, her şeyi bilendir. "Felem taktuluhum velakinnallahe katelehüm": İbn Âmir ile Küfe kurraları - Âsım hariç - nunu şeddesiz ve her ikisinde de Allah ismini merfu olarak "velakinillahu katelehüm” "velakinillahu rema” okumuşlardır. Bu Kelâmın iniş sebebi de şöyledir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabı Bedir'den dönerlerken: Biz öldürdük, biz öldürdük, dediler. Bu da Mücâhid’in görüşünden çıkarılmıştır. "Attığın zaman sen atmadın": Bunun da İniş sebebinde üç görüş vardır: Birincisi: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Hazret-i Ali’ye: "Bana bir avuç çakıl taşı ver” dedi; onu düşmanların yüzlerine attı; gözüne çakıl taşı değmeyen biri kalmadı. 3 3 - Taberi Tefsiri, 13/445. Şöyle de denilmiştir: Bir avuç toprak aldı: "Yüzleri kara olsun” diye onu savurdu; gözüne o topraktan girmeyen bir müşrik kalmadı; bunun üzerine "attığın zaman sen atmadın, ancak Allah attı” âyeti indi. Bu da Bedir savaşında oldu. Çoğunluğun görüşü budur. İbn Enbari şöyle demiştir: Hadiste geçen şahet: Çirkin oldu manasınadır. Şahe vechuhu yeşuhu şevhen ve şuheten diye çekimi yapılır. Recülün eşveh, vemreetün şevhau da: Çirkin erkek ve kadın, demektir. İkincisi: Übey b. Halef, Bedir savaşında Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e doğru geldi; mü’minlerden birkaç kişi onun yolunu kestiler; Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem emretti, yolunu açtılar. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ona bir mızrak sapladı, Übey de atından düştü. Mızrağın battığı yerden kan çıkmadı. Arkadaşları geldiler; o ise öküz gibi böğürüyordu: Bu sadece bir sıyrıktır, dediler. O da: Ruhumu elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, benim bu yaram bütün Hicaz halkında olsa hepsi de ölürdü, dedi. Mekke’ye varmadan önce öldü, işte âyet bunun üzerine indi. Bunu da Said b. Müseyyeb , babasından rivayet etmiştir. Üçüncüsü: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem, Hayber savaşında bir ok attı; ok fırlayıp gitti, yatağındaki İbn Ebi’l - Hukayk’a saplandı. Âyet de bunun üzerine indi. Bunu da Ebû Süleyman Dımeşki ve diğerleri zikretmişlerdir. "Ancak onları Allah öldürdü": Onları Allah’ın öldürmesinde dört görüş vardır: Birincisi: Onları Allah’ın gönderdiği melekler öldürdü. İkincisi: Onları Allah’ın öldürmesi, öldürme işini O’nun yürütmesindendir. Üçüncüsü: Onları mü’minlere O gönderdi ve onlara bu imkanı O verdi. Dördüncüsü: Kalplerine korkuyu O saldı. "Attığın zaman sen atmadın": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: Mana şöyledir: Sen muzaffer olmadın ve sen yaralamadın, ancak Allah seni muzaffer etti ve destekledi. Bunu da Ebû Ubeyde, demiştir. İkincisi: Senin attığın bir avuç toprak veya çakıl taşı o kadar kalabalık ordunun gözlerine yetişemezdi; ancak onu Allah yaptı. Bunu da Zeccâc, demiştir. Üçüncüsü: Yüzlerine toprak attığın zaman kalplerine korkuyu sen salmadın. Bunu da İbn Enbari zikretmiştir. "Bu, mü’minleri kendinden bir deneme içindi": Yani onlara nusret ve ecirle büyük nimet vermek içindi. "Şüphesiz Allah hakkıyla işitendir": Onların dualarını, "hakkıyla bilendir: Onların gerçek niyetlerini. 18İşte böyle. Şüphesiz Allah kâfirlerin tuzağını çürütecektir. "Zaliküm (işte bu)": Zeccâc şöyle demiştir: Bu, mahallen merfudur, mana da: Mesele şunun içindir, demektir. Başkası da şöyle demiştir: "İşte bu": öldürmeye, atmaya ve güzel denemeye işarettir. "Ve ennellahe": Yani, bilin ki, Allah şöyle yapacaktır, demektir. "Ve enne lilkafirine azabennar” kavlinde "enne"nin meftuh olması için dediklerimiz, bu "enne” için de geçerlidir (Enfal: 14). "Muhinü": İbn Kesir, Nâfi ve Ebû Amr, fethalı vav ve şeddeli ve tenvinli he ile: "Müvehhinün", "keyde"yi de nasb ile okumuşlardır. İbn Âmir, Hamze, Kisâi ve Ebû Bekir de Âsım’dan rivayetle vavı sakin olarak "mûhinü", "keyde"yi de nasb ile okumuşlardır. Hafs da Âsım’dan rivayeten izafetle: "Muhinü keydi” şeklinde rivayet etmiştir. Muhin: Zayıflatan ve çürüten, "keyd” de tuzak demektir. 19Eğer fetih / hüküm istiyorsanız, işte size fetih gelmiştir. Eğer vazgeçerseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. Eğer siz dönerseniz biz de döneriz. Kalabalığınız, çok olsa da size hiçbir fayda vermez. Şüphesiz Allah, mü’minlerle beraberdir. "Eğer fetih istiyorsanız": İniş sebebinde beş görüş vardır: Birincisi: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabı Allah’tan yardım ve fetih istediler. Bunun üzerine bu âyet indi. Bu mana, Übey b. Ka’b ve Atâ’ el - Horasani’den rivayet edilmiştir. İkincisi: Ebû Cehil şöyle dedi: Allah’ım, hangimiz senin yanında daha sevgili ve ondan daha çok razı isen bugün ona yardım et, dedi. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Üçüncüsü: Müşrikler Bedir’e çıkmadan önce Ka’be'nin örtüsüne sarılıp: Allah’ım, iki ordudan en üstününe ve iki bölükten en kıymet verdiğine yardım et, dediler. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu da Süddi, demiştir. Dördüncüsü: Müşrikler: Allah’ımız, biz Muhammed’in getirdiği şeyleri tanımıyoruz, sen bizimle onun arasında hak ile hüküm ver, dediler; bunun üzerine bu âyet indi. Bunu da İkrime, demiştir. Beşincisi: Onlar Mekke’de: "Allah’ım, eğer bu, senin katından hak ise, başımıza gökten taş yağdır...” (Enfal: 32) dediler; Bedir savaşında da cezalarını çektiler. Bunu da İbn Zeyd, demiştir. Bu görüşlerden: "Eğer fetih isterseniz” kavlinden iki düşünce çıktı: Birincisi: Onlar (fetih isteyenler) mü’minlerdir. İkincisi: Müşriklerdir ki, en meşhuru da budur. Fetih istemede de iki görüş vardır: Birincisi: O, yardım istemedir, bunu da İbn Abbâs, Zeccâc ve diğerleri, demişlerdir. Eğer: Onlar Müslümanlardır, dersek, mana şöyle olur: Eğer yardım istiyorsanız, size yardım meleklerle gelmiştir. Eğer: Onlar müşriklerdir, dersek, iki manaya ihtimali vardır: Birincisi: Eğer yardım istiyorsanız, aleyhinize yardım gelmiştir. İkincisi: Eğer iki gruptan Allah’ın en çok sevdiğine yardım istiyorsanız, iki gruptan en sevdiğine yardım gelmiştir. İkincisi: Fetih istemek, hüküm istemektir, Mana şöyledir: Eğer sizinle Müslümanlar arasında hüküm istiyorsanız, size hüküm gelmiştir. İkrime, Mücâhid ve Katâde bu manaya kail olmuşlardır. "Eğer vazgeçerseniz o da sizin için daha hayırlıdır": Bu da cumhûra göre müşriklere hitaptır. Manasında da iki görüş vardır: Birincisi: Eğer Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem ile savaşmaktan ve inançsızlıktan vazgeçerseniz, demektir. Bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. İkincisi: Eğer hüküm istemekten vazgeçerseniz bu, sizin için daha hayırlıdır. Çünkü o, onların aleyhine idi, lehlerine değildi. Bunu da Maverdi zikretmiştir. "Eğer siz dönerseniz biz de döneriz": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Eğer siz savaşa dönerseniz, biz de sizi mağlup etmeye döneriz. Bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan nakletmiştir. İkincisi: Eğer siz fetih istemeye dönerseniz, biz de Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e fetih vermeye döneriz. Bunu da Süddi, demiştir. "Kalabalığınız size fayda vermez": Ne kadar çok olsa da, demektir. "Ve enneallahe maal mü’minin” (şüphesiz Allah mü’minlerle beraberdir): Yardım ve destek ile. İbn Kesir, Ebû Amr, Hamze ve Ebû Bekir de Âsım’dan rivayet ederek hemzenin kesri ile: "Ve innallahe” okumuşlardır. Nâfi, İbn Âmir ve Hafs da Âsım'dan rivayet ederek, hemzenin fethi ile: "Ve enne” okumuşlardır. Kim kesre ile: "inne” okursa, yeni cümle başı yapmış olur. Ferrâ’ şöyle demiştir: Bu, bana göre meftuh "enne” okumaktan daha güzeldir. Kim de fetha ile (enne) okursa, veliennallahe maal mü’minin (çünkü Allah mü’minlerle beraberdir) demek istemiş olur. 20Ey iman edenler, Allah’a ve Resul’üne itâat edin. (Kur’ân’ı) dinlediğiniz halde O'ndan yüz çevirmeyin. "Ondan yüz çevirmeyin": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’den yüz çevirmeyin. İkincisi: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in emrinden yüz çevirmeyin. "Dinlediğiniz halde": Kur’ân’dan ineni. Bu iki görüş İbn Abbâs’tan rivayet edilmiştir. 21İşitmedikleri halde, işittik, diyenler gibi olmayın. "İşittik diyenler gibi olmayın": Kimler hakkında indiğinde üç görüş belirterek ihtilaf etmişlerdir: Birincisi: O, Abdüddar b. Kusay oğulları hakkında inmiştir. Bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan demiştir. İkincisi: Yahudi Kurayza ve Nadıyr oğulları hakkında inmiştir. Yine bu da İbn Abbâs’tan rivayet edilmiştir. Üçüncüsü: Münafıklar hakkında inmiştir, bunu da İbn İshak, Vakıdi ve Mukâtil, demişlerdir. Kelâmın manasında da iki görüş vardır: Birincisi: Onlar: İşittik, dediler, hâlbuki işittikleri şey üzerinde düşünmediler; o nedenle işitmemiş gibi oldular. Bunu da Zeccâc, demiştir. İkincisi: Onlar kabul eden biri gibi işittik, dediler, hâlbuki öyle değillerdi. Bu da Mukâtil’den rivayet edilmiştir. 22Allah katında hayvanların en kötüsü, akıl etmeyen sağırlar ve dilsizlerdir. "Allah katında hayvanların en kötüsü sağırlar ve dilsizlerdir": Kimler hakkında indiğinde ihtilaf etmişlerdir: Birincisi: O, Abdüddar b. Kusay oğulları hakkında inmiştir. Bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan demiştir. İkincisi: Münafıklar hakkında inmiştir, bunu da İbn İshak ile Vakıdi, demişlerdir. Devab (hayvanlar): Yeryüzünde kımıldayan her canlıdır. Sağırlar ile dilsizlerin manasını ve onlara niçin böyle denildiğini de Bakara suresi, âyet: 18’de açıklamış bulunuyoruz. 23Eğer Allah onlarda bir hayır olduğunu bilseydi / görseydi onlara mutlaka işittirirdi. Eğer işittirseydi yine de yüz çevirerek arkalarını dönerlerdi. "Eğer Allah onlarda bir hayır olduğunu bilseydi": Bunda da dört görüş vardır: Birincisi: Onlarda sadakat ve teslimiyet olduğunu bilseydi. İkincisi: Eğer onlarda ezeli takdirinde bir hayır olduğunu bilseydi. Üçüncüsü: Eğer onların salih (iyi) kimseler olduklarını bilseydi. Dördüncüsü: Eğer onların kulak vereceklerini bilseydi. "Onlara mutlaka işittirirdi": Bunda da üç görüş vardır: Soruldukları her şeyin cevabını onlara işittirirdi. Bunu da Zeccâc, demiştir. İkincisi: Onlara anlayış nasip ederdi. Bunu da Ebû Süleyman Dımeşki, demiştir. Üçüncüsü: Onlara ölülerin senin peygamberliğine şahitlik ettikleri kelâmlarını işittirirdi. Bunu da Maverdi hikaye etmiştir. "Onlar yüz çevirenlerdir": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Onlar inanmayanlardır. Bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. İkincisi: Onlar inatlarından dolayı Allah’ın kendilerine duyurdukları şeylerden yüz çevirenlerdir. Bunu da Zeccâc, demiştir. 24Ey iman edenler, sizi size hayat verecek şeye davet ettiği zaman Allah’a ve Resul'e icabet edin. Bilin ki, Allah, kişi ile kalbi arasına girer. Şüphesiz siz yalnız O’na toplanacaksınız. "İstecibu": Ecibu (icabet edin, cevap verin) demektir. "Sizi çağırdığı zaman": Yani Resûlüllah. "Size hayat verecek şeye": Bunda altı görüş vardır: Birincisi: Size hayat verecek şey: Peygamberin davet ettiği her şeydir. Bu mana da Ebû Salih’in, İbn Abbâs’tan dediği şeyden çıkarılmıştır. Buhârî’nin efrad hadislerinde Said b. Mualla şöyle demiştir: Ben mescitte namaz kılıyordum; Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem beni çağırdı, ben de ona cevap vermedim, sonra ona geldim: Ya Resûlallah, ben namaz kılıyordum, dedim. O da: Allahü teâlâ: "Resûlüllah sizi çağırdığı zaman Allah’a ve Resul'e cevap verin, demedi mi?” dedi. Ben de: Evet, inşallah bir daha olmaz, dedim. 4 4 - Buhârî, 8/119, 231; Ahmed, Müsned, 18/65 (Saati tertibi ile); Tirmizî, 2/111. İkincisi: O haktır. Bunu da Şibl, İbn Ebi Necih ile Mücâhid’ten rivayet etmiştir. Üçüncüsü: O, imandır. Bunu da Verka, İbn Ebi Necih ile Mücâhid’ten rivayet etmiştir; Süddi de böyle demiştir. Dördüncüsü: O, Kur’ân’a sarılmaktır, bunu da Katâde ile İbn Zeyd, demişlerdir. Beşincisi: O, cihattır, bunu da İbn İshak, demiştir. İbn Kuteybe de: O; dinlerini ihya edip kendilerini yücelten cihattır, demiştir. Altıncısı: O, işlerini canlandırmaktır. Bunu da Ferrâ’ demiştir. Onları ihya etmede de beş görüş vardır: Birincisi: Dünya ve ahiret işlerini ıslah etmektir. İkincisi: Dünyada iyi bir ad ve ahirette de ebedi bir hayat vermekle. Üçüncüsü: O, ahiretteki sonsuz nimetlerdir. Dördüncüsü: Onların mü’min olmalarıdır, çünkü kâfir ölü gibidir. Beşincisi: Onları ölümlerinden sonra diriltecektir. Bu da: O, cihattır, diyenlerin görüşünden çıkar. Çünkü şehitler diridirler; bir de cihad onları zilletten sonra aziz eder, sanki onlar bu sayede dirilmiş gibi olurlar. "Bilin ki, Allah kişi ile kalbi arasına girer": Bunda da on görüş vardır: Birincisi: Mü’minle küfür, kafirle iman arasına girer. Bunu da İbn Ebi Talha, İbn Abbâs'tan rivayet etmiş, Said b. Cübeyr de böyle demiştir. İkincisi: Mü'minle günahın, kafirle sevabın arasına girer, bunu da el - Avfi, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Dahhâk ile Ferrâ’ da böyle demişlerdir. Üçüncüsü: Mana şöyledir: Allah kişi ile aklı arasına girer; binaenaleyh hemen ameller işleyin; çünkü aklınızın gitmesinden emin değilsiniz. O zaman önden gönderdiklerinizi devşirirsiniz. Dördüncüsü: Mana şöyledir: O, kişiye yakındır; onun hiçbir sırrı ona gizli kalmaz. Meselâ: "Biz ona şahdamarından daha yakınız” (Kaf: 16) âyeti gibi. Bu mana Katâde’nin görüşünden alınmıştır. Beşincisi: Allah kişi ile kalbi arasına girer; O’nun izni olmadan ne iman edebilir ne de inkâr edebilir. Bunu da Süddi, demiştir. Altıncısı: Kişi ile onun nefsi hevesinin arasına girer, bunu da İbn Kuteybe, zikretmiştir. Yedincisi: Kişi ile kalbinden geçirdiği uzun yaşama, başarı vs. gibi şeylerin arasına girer. Sekizincisi: Öldürmekle kişi ile kalbinin arasına girer; öyleyse ölüm gelip çatmadan önce iyi ameller ediniz. Dokuzuncusu: Kişi ile kalbinin arasına ilmiyle girer; artık kul içinde ne saklarsa Allah onu bilir, Allah’tan bir şey kaçıramaz. Onuncusu: Kişi ile kalbine düşürdüğü korku veya güven gibi şeylerin arasına girer; böylece korktuktan sonra emin olur ve emin olduktan sonra korkar. Bu görüşleri İbn Enbari zikretmiştir. Zeccâc şöyle hikaye etmiştir: Onlar düşmanlarının çokluğunu ve kendi sayılarının azlığını düşünüp de kalplerine korku girince, onlara Allah’ın kişi ile kalbinin arasına gireceğini; korkuyu güvene çevireceğini ve kuvvet ile düşmanı zayıflatacağını bildirdi. Bu âyet, Allahü teâlâ’nın kalpleri çevireceğini ve onlarda istediği gibi tasarruf edeceğini de bildirmiştir. "Şüphesiz yalnız onun huzurunda toplanacaksınız": Yani amellerinizin karşılığını görmek için. 25Bir fitneden sakının ki, içinizden yalnız zulmedenlere dokunmaz. Bilin ki, Allah’ın azabı çok çetindir. "Bir fitneden sakının": Kimler hakkında indiğinde dört görüş halinde ihtilaf etmişlerdir: Birincisi: O, özellikle Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabı hakkında inmiştir. Bunu İbn Abbâs ile Dahhâk, demişlerdir. Zübeyr b. el - Avvam da şöyle demiştir: Biz bu âyeti bir zaman okuduk; bizim de onlardan olduğumuz aklımıza gelmezdi; sonra bizleri kastettiğini fark ettik. İkincisi: O, Kureyş’ten iki adam hakkında indi, bunu Ebû Salih, Abbas’tan demiş, isimlerini ise vermemiştir. Üçüncüsü: O geneldir, İbn Ebi Talha, İbn Abbâs’tan naklen şöyle demiştir: Bu âyette Allahü teâlâ mü’minlere kötü şeyi aralarında durdurmamakla emretmiş; aksi takdirde hepsine azap edeceğini bildirmiştir. Mücâhid: Bu âyet sizin içindir de, demiştir. Dördüncüsü: O, Hazret-i Ali, Ammar, Talha ve Zübeyr hakkında inmiştir. Bunu da Hasen Basri, demiştir. Süddi de: özellikle Bedir gazileri hakkında inmiştir, onlar fitneye Cemel savaşında yakalanmışlardı, demiştir. Buradaki fitne hususunda da yedi görüş vardır: Birincisi: O, savaştır. İkincisi: Sapıklıktır. Üçüncüsü: Kötü şeye ses çıkarmamaktır. Dördüncüsü: İmtihandır. Beşincisi: Mal ve evlat fitnesidir. Altıncısı: Beladır. Yedincisi: Bid’atların çıkmasıdır. "İçinizden yalnız zulmedenlere dokunmaz": Ferrâ’ şöyle demiştir: Burada onlara önce emretti, sonra da onları men (nehiy) etti, her ne kadar nehiy şeklinde ise de bunda bir nevi ceza anlamı vardır, tıpkı: "Ey karıncalar, yuvalarınıza girin; Süleyman ve askerleri sizi çiğnemesinler” (Neml: 18) âyetinde olduğa gibi. Burada onlara (karıncalara) önce emretti, sonra da onları nehyetti. Bunda da ceza yorumu vardır. Ahfeş de şöyle demiştir: "Latusibenne” cevap değildir, o sadece yasak üstüne yasaktır. Eğer cevap olsa idi sonuna nun gelmezdi. İbn Enbari de bunda iki görüş vardır, demiştir: Birincisi: Kelâmın tevili haber tevilidir; çünkü Mana şöyledir: Eğer ondan sakınmazsanız, zulmedenlere de başkalarına da dokunur. Yani yalnız zâlimlere dokunmakla kalmaz, iyilere de kötülere de ulaşır. Fiil (latusibenne) nehiy gibi görünüp de nehiy de emir manasına olunca - çünkü biri: Kalkma, der, kalkmayı bırak demek ister - bununla beraber emre cevap olup yahut ona cevap gibi olup da nehye benzeyen fiü de tekit edilince nehye ve benzerlerine gelen o bilinen nun dahil oldu. İkincisi: O sırf (katışıksız) nehiydir, manası da şöyledir: Zâlimler bu fitneyi istemesinler, sonra helak olurlar. Nun da tevkid-i istikbal için dahil oldu, "layahtımenneküm” kavlinde olduğu gibi. Müfessirlerin Kelâmın manasında iki görüşleri vardır: Birincisi: Fitne yalnız zâlimlere isabet etmez. İkincisi: Fitne azabı yalnız onlara isabet etmez. Eğer: "Zulmetmeyenin günahı ne?” denirse, cevap şöyledir: O da kötülere katılmak veyahut onlara ses çıkarmamakla veyahut aralarından kaçmamakla o da azaba müstahak olmuştur. Hazret-i Ali, İbn Mes’ûd ve Übey b. Ka’b, elifsiz olarak: "Letusibennellezine” (mutlaka isabet eder) şeklinde okumuşlardır. 26Hatırlayın o zamanı ki, siz, az idiniz, yeryüzünde aciz tanınıyor ve insanların sizi kapmalarından (kaçırmalarından) korkuyordunuz da sizi barındırdı, sizi yardımı ile destekledi ve size temiz şeylerden rızık verdi ki, şükredesiniz diye. "Hatırlayın o zamanı ki, siz az idiniz": İbn Abbâs şöyle demiştir: Âyet özellikle muhacirler hakkında indi, onlar Mekke toprağında ezilmiş idiler, müşriklerin onları kaçırmalarından korkarlardı. İnsanlardan da kimlerin kastedildiği hususunda üç görüş vardır: Birincisi: Onlar Mekke halkıdır, bunu İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: İranlılarla Rumlardır, bunu da Vehb b. Münebbih, demiştir. Üçüncüsü: Onlar Bedir’de hazır bulunan müşriklerdir. Müslümanlar ise o gün az idiler. Bunu da Katâde, demiştir. "Sizi barındırdı": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Sizi hicretle Medine'de barındırdı, bunu da İbn Abbâs ile çoğunluk, demiştir. İkincisi: Size güvenle yerleşeceğiniz bir barınak verdi, bunu da Maverdi, zikretmiştir. "Sizi yardımı ile destekledi": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Sizi Bedir savaşında meleklerle takviye etti, bunu da cumhûr, demiştir. İkincisi: Size Bedir’de ve diğer yerlerde yardımı ile el verdi. Bunu da Ebû Süleyman Dımeşki, demiştir. "Size temiz şeylerden rızık verdi": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Onlar helâl ettiği ganimetlerdir, bunu da Süddi, demiştir. İkincisi: Onlar size imkan verdiği hayırlardır, bunu da Maverdi, zikretmiştir. 27Ey iman edenler, Allah’a ve Resul'e hainlik etmeyin ki, bilerek emanetlerinize hainlik etmiş olursunuz. "Allah’a ve Resul'e hainlik etmeyin": Kimler hakkında indiğinde dört görüş belirterek ihtilaf etmişlerdir: Birincisi: O, Ebû Lübabe b. Abdülmünzir hakkında indi; şöyle ki: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Kurayza Yahudilerini kuşatınca, onunla Nadiyr oğullarının şartlarıyla barış yapmak ve Şam toprağına gitmek istediler. O da bunu ancak Sa'd b. Muaz’ın hakemliği ile kabul edeceğini söyledi. Onlar da bunu kabul etmediler ve: Bize Ebû Lübabe’yi gönder, dediler. O da kendilerinin samimi dostu idi; çünkü oğlu ve ailesi onların yanında idiler; o da onu gönderdi. Yahudiler: "Ne dersin, Sa'd b. Muaz’ın hakemliğini kabul edelim mi?” dediler. O da elini boğazına götürerek: Bunun boğazlanma olduğunu söyledi, yapmayın, dedi. Onlar da onu dinlediler. İşte onun hiyaneti bu idi. Ebû Lübabe diyor ki: Daha ayaklarımı atmamıştım ki, Allah’a ve Resul’üne hiyanet ettiğimi bildim. Bu âyet bunun üzerine indi. Bu İbn Abbâs ile çoğunluğun görüşüdür. Rivayete göre Ebû Lübabe bu âyet indikten sonra kendini mescidin sütunlarından birine bağladı ve Allah’a yemin ederim ki, ölünceye veyahut Allah Tevbemi kabul edinceye kadar yiyecek ve içecek bir şey tatmayacağım, dedi. Yedi gün öyle bekledi, sonunda Allahü teâlâ Tevbesini kabul etti, o da: Allah'a yemin ederim ki, bizzat Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem beni çözmedikçe kendim bağımı çözmem, dedi. O da gelip bağını eliyle çözdü. Ebû Lübabe de: Benim tam Tevbe etmem için günah işlediğim evi terk etmeliyim ve malımdan da elimi çekmeliyim, dedi. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem de: Üçte birini sadaka etmek sana yeter, dedi. İkincisi: Cebrâil, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e geldi: Ebû Süfyan filanca yerdedir, dedi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de ashabına: Ona doğru çıkın ve bunu gizleyin, dedi. Münafıklardan biri ona bir mektup yazdı: Muhammed seni istiyor, tedbirinizi alın, dedi. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu da Cabir b. Abdullah, demiştir. Üçüncüsü: O, Osman b. Affa’nın öldürülmesi hakkında indi, bunu da Muğire b. Şube, demiştir. Dördüncüsü: Bir topluluk Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’i dinler, müşriklere yetişmesi için onu ifşa ederlerdi. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu da Süddi, demiştir. Allah'a hiyanet hususunda da iki görüş vardır: Birincisi: O’nun farzlarını terk etmektir. İkincisi: Resul’üne isyan etmektir. Resul’e hiyanet hususunda da iki görüş vardır: Birincisi: Açıkça itâat ettikten sonra ona gizlice muhalefet etmektir. İkincisi: Sünnetini terk etmektir. Emanetlerden ne murat edildiği hususunda da üç görüş vardır: Birincisi: Onlar farzlardır, bunu da İbn Abbâs demiştir. Onlara hiyanet hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: Onları eksik yapmaktır. İkincisi: Onları terk etmektir. İkincisi: Onlar dindir, bunu da İbn Zeyd, demiştir. Bu durumda mana şöyle olur: İçeride küfrü gizleyip de dışarıda imanı göstermeyin. Üçüncüsü: O, bütün emanet edilen şeylere hainlik hususunda geneldir. Ebû Lübabe macerasında inişi de bunu tekit eder, destekler. 28Bilin ki, mallarınız ve evlatlarınız ancak bir imtihandır ve şüphesiz Allah katında büyük bir mükafat vardır. "Bilin ki, mallarınız ve evlatlarınız ancak bir imtihandır": İbn Abbâs: Bu, Ebû Lübabe’ye hitaptır demiştir. Çünkü onun malları ve evlatları Kurayza oğullarının yanında idi. Burada fitneden murat nefisteki arzuya uyma veya ondan uzak durma gibi şeyi açığa çıkaran deneme ve imtihandır. "Şüphesiz Allah katında büyük mükafat vardır": O, mallardan ve evlatlardan daha hayırlıdır. 29Ey iman edenler, Allah’tan korkarsanız, size (iyi ile kötüyü) ayırma gücü verir, sizin suçlarınızı örter ve sizi bağışlar. Allah büyük lütuf sahibidir. "Eğer Allah’tan korkarsanız": Yani O’na isyanı terk etmek; Allah’a ve Resul’üne hiyanetten uzak durmakla. "Allah size iyi kötüyü ayırma gücü verir": Bunda da dört görüş vardır: Birincisi: O çıkış yoludur, bunu da İbn Ebi Talha, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş ve İkrime, Mücâhid, Dahhâk ve İbn Kuteybe de bunu demiştir. Mana da şöyledir: Size dinde sapıklıktan bir çıkış yolu gösterir. İkincisi: O, kurtuluştur (necattır), bunu da el - Avfi, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Katâde ile Süddi de böyle demişlerdir. Üçüncüsü: O, yardımdır, bunu da Dahhâk, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Ferrâ’ da böyle demiştir. Dördüncüsü: O, kalplerde bir hidayettir ki, onunla hak ile batılı ayırırlar. Bunu da İbn Zeyd ile İbn İshak demişlerdir. 30Hani, kâfirler seni hapsetmeleri yahut seni sürmeleri için tuzak kuruyorlardı. Onlar tuzak kurarlarken Allah da tuzak kuruyordu. Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır. "Hani kâfirler sana tuzak kuruyorlardı": Bu âyet: "O zamanı hatırlayın ki, siz az idiniz” (A’raf: 86) âyetiyle ilgilidir; Mana da şöyledir: Mü’minlere Allah’ın kendilerine ihsan ettiği nimetleri hatırlat ve kâfirlerin sana tuzak kurmalarını hatırla. Nasıl tuzak kurduklarına işaret Tefsirciler şöyle demişlerdir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'e Akabe gecesinde biat edilip de ashabına Medine’ye yetişmelerini emredince, Kureyş durumunun güçleneceğinden endişe edip: Allah’a yemin ederiz ki, Muhammed, bu adamlarla üzerinize saldırmış gibidir, dediler. Bunun üzerine eşraflarından ileri gelen bazı kimseler Darunedve’ye girip durumu görüşmek istediler. Karşılarına iblis, yaşlı bir ihtiyar suretinde çıktı. "Sen kimsin?” dediler. O da: Ben Necidli bir ihtiyarım, niçin toplandığınızı işittim; ben de bulunmak istedim; samimi fikirlerimden istifade edeceğinizi sanıyorum, dedi. Onlar da: İçeri gir, dediler. O da onlarla beraber içeri girdi. Onlar: Bu adamın (Muhammed'in) durumunu gözden geçirelim, dediler. Bazıları: Onu bağlayın, zaman ne gösterecek bekleyelim, dediler, iblis de: Bu bir görüş değildir; arkadaşları saldırıp onu elinizden alabilirler, dedi, içlerinden biri: Onu aranızdan çıkarın (sürün), dedi. O da: Bu da bir görüş değildir; tez zamanda adam toplayıp üzerinize yürür, dedi. Ebû Cehil: Her kabileden bir genç alalım, sonra her birine birer kılıç verelim; ona hep birlikte bir darbe indirsinler, kanı kabilelere dağılır. Kureyş’ten hiçbir kabilenin bütün Kureyş’in indirdiği darbeye karşı koyacağını sanmıyorum. O zaman diyeti kabul ederler, biz de rahatlarız, dedi, iblis de: Allah’a yemin ederim ki, işte görüş budur, dedi. Bunun üzerine dağıldılar. Cebrâil, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e geldi, bu gece yatağında yatmamasını ve kavminin kurduğu tuzağı kendisine haber verdi. O da gece yatağında yatmadı, Hazret-i Ali’ye kendinin yerinde yatmasını buyurdu. Müşrikler ise o gece evi gözetlemeye başladılar. Sabah olunca Cenab-ı Allah, Resul’üne Medine’ye çıkması için izin verdi. Sabah olunca müşrikler geldiler; Hazret-i Ali’yi gördüler: "Arkadaşın nerede?” dediler. O da: Bilmiyorum, dedi. İzini sürdüler; dağa geldiler. Mağaraya uğradılar; örümceğin ağını gördüler: Eğer içeri girseydi ağ bozulurdu, dediler. "Liyüsbituke": İbn Kuteybe, manası: Seni hapsetmeleri için, demiştir. Fülanün müsbetün vecean derler ki: Ağrıdan yerinden kımıldayamıyor, demektir. Müfessirlerin bunun üzerinde de iki görüşleri vardır: Birincisi: Seni bağlamaları için, demektir, bunu da İbn Abbâs ile diğerleri demişlerdir. İkincisi: Seni hapse atmaları için demektir ki, bunu da Atâ’, Süddi ve diğerleri, demişlerdir. Kavmi onu bir evde hapsedip kapısını kapatmak ve ona ölmeyecek kadar yiyecek ve içecek atmak istediler. Tuzağın açıklaması da Al-i İmran, âyet 54’te geçmiş bulunuyor. 31Onlara âyetlerimiz okunduğu zaman: "Gerçekten işittik; eğer istersek biz de bunun gibi (bir söz) söyleriz. Bu, öncekilerin masallarından başka bir şey değildir” dediler. "Onlara âyetlerimiz okunduğu zaman": Tefsirciler bu âyetin Nadr b. el - Haris b. Aklama b. Kelede hakkında indiğini zikretmişlerdir. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in geçmiş milletlerin kıssalarını anlattığını işitince: İstesem ben de böyle söylerim, dedi. "Gerçekten işittik": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Senden işittik, fakat sana itâat etmeyeceğiz. İkincisi: Bundan önce de benzerini işittik. Nadr ticaret için İran’a gider gelirdi. Oradaki abitlerden İncil okuduklarını görürdü. Allahü teâlâ’nın meydan okuması ise "eğer istersek biz de bunun gibi deriz” sözlerinin yalan olduğunu açığa çıkarmıştır. Masalların manası da En’am: 25’te geçmiştir. 32Hani, şöyle demişlerdi: "Ey Allah, eğer o, senin katından gelmiş bir hak ise, üzerimize gökten taş yağdır yahut bize acıklı bir azap getir." "Hani, şöyle demişlerdi: "Ey Allah; eğer o, senin katından gelmiş bir hak ise": Bunun kimler hakkında indiğinde üç görüş beyan ederek ihtilaf etmişlerdir: Birincisi: O, yine Nadr b. el - Haris hakkında inmiştir. Bunu bir cemaat İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Said b. Cübeyr, Mücâhid, Atâ’ ve Süddi, de böyle demişlerdir. İkincisi: O, Ebû Cehil hakkında inmiştir, bu sözü söyleyen de odur. Bunu Enes b. Malik, demiştir ve bu "Sahihayn’da (Buhârî ile Müslim’de) rivayet edilmiştir. Üçüncüsü: O Kureyş hakkında inmiştir, onlar bunu dediler, sonra pişman olup: Allah’ımız, bağışlamanı dileriz, dediler. Bunun üzerine Allahü teâlâ: "Onlar istiğfar ettikleri sürece Allah onlara azap edecek değildir” âyetini indirdi. Bunu Ebû Maşer, Yezid b. Ruman ile Muhammed b. Kays’ten rivayet etmiştir. "Eğer bu” kavlinde işaret edilen şey hakkında da üç görüşle ihtilaf etmişlerdir: Birincisi: O, Kur’ân’dır. İkincisi: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in tevhid ve diğer şeylerle ilgili olarak bütün dedikleridir. Üçüncüsü: O, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e Kureyş arasından Peygamberliğin ikram edilmesidir. 33Sen içlerinde olduğun sürece Allah onlara azap edecek değildir ve onlar istiğfar ettikleri halde Allah onlara azap edecek değildir. "Sen içlerinde olduğun sürece Allah onlara azap edecek değildir": Bunların kim oldukları hakkında iki görüş vardır: Birincisi: Onlar Mekke halkıdır, Kelâmın manasında da iki görüş vardır: Sen aralarında ikamet ettiğin sürece Allah onlara azap edecek değildir. Birincisi: İbn Abbâs şöyle demiştir: Bir kentten Peygamberi ve onunla beraber mü’minler de çıkmadıkça azap edilmiş değildir. İkincisi: Sen hayatta iken Allah onlara azap edecek değildir. Bunu da Ebû Süleyman, demiştir. İkincisi: Burada işaret edilenler mü’minlerdir, Mana da şöyledir: Sen hayatta olduğun sürece Allah mü’minleri kendilerinden öncekileri helak ettiği bir azapla sindirecek değildir. Bunu da Ebû Süleyman Dımeşki zikretmiştir. Hasen ile İkrime: Bu âyet: "Allah onlara niçin azap etmesin ki,” (Enfal: 34) âyetiyle neshedilmiştir, demişlerse de bu akla uzaktır, çünkü haberlere nesih girmez. İbn Ebza da şöyle demiştir: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Mekke’de idi, aziz ve celil olan Allah "sen içlerinde olduğun sürece Allah onlara azap edecek değildir” âyetini indirdi; o da Medine’ye çıktı. Bunun üzerine Allahü teâlâ "onlar istiğfar ettikleri sürece Allah onlara azap edecek değildir” kavlini indirdi. Mekke’de kalan o Müslümanlar istiğfar ederlerdi. Onlar da çıkınca "Allah onlara niçin azap etmesin ki,” âyetini indirdi. Bütün müfessirlerin sözleri şunu gösterir ki, "onlar istiğfar ettikleri sürece Allah onlara azap edecek değildir” kavli, yeni bir söz başıdır ve aziz ve celil olan Allah tarafından bir haberdir. Muhammed b. İshak’tan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Bu âyet müşriklerin sözlerindendir, onlar: Allah’a yemin ederiz ki, biz istiğfar ettiğimiz sürece Allah bize azap etmez, dediler. Allah bunu: "Allah onlara niçin azap etmesin” kavliyle reddetti. "Onlar istiğfar ettikleri sürece Allah onlara azap edecek değildir” Kavlinin manasında beş görüş vardır: Birincisi: Müşriklerin içinde Allah’ın ezeli ilminde iman edecekler varken Allah müşriklere azap edecek değildir. Bunu İbn Ebi Talha, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş ve Zeccâc da bunu tercih etmiştir. İkincisi: Onlar istiğfar ettikleri sürece Allah onlara azap edecek değildir. Çünkü onlar lebbeyk okur ve: Ğufraneke (bağışlamanı dileriz) derlerdi. Yine bu da İbn Abbâs’tan rivayet edilmiştir, bunda zayıflık vardır. Çünkü müşriklerin istiğfarinin kabulde etkisi yoktur. Üçüncüsü: Allah onlara yani müşriklere azap edecek değildir, yani istiğfar ettikleri takdirde aralarındaki mü’minlere azap edecek değildir. Yine bu da İbn Abbâs’tan rivayet edilmiş, Dahhâk ile Ebû Mâlik de böyle demişlerdir. İbn Enbari de şöyle demiştir: Onlar bazılarının sıfatlarıyla nitelendiler, zira mü’minler onların arasındalar; o nedenle özeli genel ifadesiyle belirtti, meselâ: Mescittekiler bir adam öldürdü, Basra’yı filan aldı, denir ki, belki de bunu ancak bir kişi yapmış olabilir. Dördüncüsü: Onların bellerinde Allah’a istiğfar edecek zürriyetler varken Allah onlara azap edecek değildir, bunu da Mücâhid, demiştir. İbn Enbari şöyle demiştir: Bu durumda azap edilmelerinin manası, helak edilmeleri olur, Mana da şöyle olur: Allah’ın ilminde onlardan iman edecek ve istiğfar edecek evlatlar olacağı geçmiştir. Böylece onları zürriyetlerinin sıfatlarıyla nitelemiştir. Geçen cevapta belirtildiği gibi burada genelleme yapılmıştır. Beşincisi: Mana şöyledir: Eğer istiğfar etselerdi Allah onlara azap etmezdi, ancak onlar istiğfar etmediklerinden azaba müstahak oldular. Bu, Arapların şu sözüne benzer: Sen beni saydıkça ben de sana saygısızlık etmem; yani beni sayarsan ben de sana ihanet etmem, ama sen beni saymazsan sen de saygısızlığı hak edersin, demek isterler. Katâde ile Süddi, bu görüşe kail olmuşlardır. İbn Enbari de: Dilcilerin tercihi de budur, demiştir. Müfessirler bu âyette üç görüş beyan etmişlerdir: Birincisi: O, bilinen istiğfardır, bunu da İbn Abbâs’tan zikretmiş bulunuyoruz. İkincisi: O, namaz manasınadır, bunu da İbn Ebi Talha, İbn Abbâs'tan, Mansur da Mücâhid’ten rivayet etmişler; Dahhâk da bunu demiştir. Üçüncüsü: O, İslâm manasınadır, bunu da İbn Ebi Necih, Mücâhid’ten rivayet etmiş, İkrime de böyle demiştir. 34Allah onlara neden azap etmesin ki, onlar, (insanları) Mescid-i Haram’dan çeviriyorlar. Oysa onlar onun mütevellileri değiller. Onun mütevellileri ancak müttakilerdir. Fakat onların çoğu bilmezler. "Allah onlara neden azap etmesin ki,": Bu âyet onlara azap etmeyi câiz görüyor, birincisi ise onu reddediyor. Bundan maksat, birinci azap mıdır yoksa değil midir? Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: O, birinci azaptır, ancak o, iki şeyle engellenmiştir: Birincisi: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in içlerinde olması. İkincisi: İstiğfar eden mü’minlerin aralarında olması. Hicretle ayrım gerçekleşince, kalanlara azap Bedir günü tahakkuk etti. Hayır, Mekke’nin fethinde gerçekleşti, diyenler de olmuştur. İkincisi: Onlar ayrıdırlar; bu hususta da iki görüş vardır: Birincisi: İkinci azap bazılarının Bedir savaşında öldürülmesidir. Birincisi de hepsinin köklerinin kazılmasıdır. Birincisinin olmaması, bazılarının iman edeceklerinin bilinmesinden ve bazı zürriyetlerin de Müslüman olacaklarındandır. Böylece ikincisi gerçekleşmiştir. İkincisi: Birinci azap dünya azabıdır, ikinci azap da ahiret azabıdır. Bunu da İbn Abbâs demiştir. O zaman mana şöyle olur: Allah müşriklere istiğfar ettikleri için dünyada azap edecek değildir, Allah onlara ahirette niye azap etmesin ki,? "Onlar Mescid-i Haram’dan onun mütevellilerini çeviriyorlar": Onun zamirinde de iki görüş vardır: Birincisi: O, "Mescid"e râcîdir, bu da cumhûrun görüşüdür. Hasen de şöyle demiştir: Müşrikler: Biz Mescid-i Haram’ın mütevellileriyiz, dediler; Allah da bunu reddetti. İkincisi: O zamir aziz ve celil olan Allah’a râcîdir, bunu da Ebû Süleyman Dımeşki zikretmiştir. "O’nun mütevellileri ancak sakınanlardır": Şirk ve isyanlardan sakınanlardır. Fakat Mekke halkı Beytullah’a kimlerin daha layık olduğunu bilmezler. 35Onların Beytullah’ın huzurunda namazları ancak ıslık çalmaktan ve el çırpmaktan ibarettir, öyleyse inkârınız yüzünden azabı tadın. "Onların Beytullah’ın huzurunda namazları değildir": İniş sebebi şöyledir: Onlar Beytullah’ı tavaf ederler, el çırpar, ıslık çalar ve yanaklarını yere koyarlardı. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu da İbn Ömer, demiştir. “Mükâ“ ya gelince onda da iki görüş vardır: Birincisi: O, ıslıktır, bunu İbn Ömer, İbn Abbâs, İbn Cübeyr, Katâde, Ebû Ubeyde, Zeccâc ve İbn Kuteybe, demişlerdir. İbn Fâris de şöyle demiştir: Mekattairü yemku mükâen denir ki, kuş ötmektir. Mekiyet yeduhu temki meken de denir ki, eli sertleşmek ve katılaşmaktır. Temekkâ da: Abdest almaktır. Bu Mana da şöyle bir şiir okumuşlardır: Sen yol üzerinde haksızlık yaparken, Maktulün kanı ile abdest alan gibisin (mütemekki). İkincisi: O, parmaklarını ağızlarına sokup karışıklık yaparak ve ıslık çalarak Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in namazını bozmaktır. Bunu da Mücâhid, demiştir. İbn Enbari de şöyle demiştir: Lügatçiler mükânın parmakları ağza sokma olduğunu kabul etmezler; o ancak ıslıktır, derler. Tasdiyeye gelince onda da iki görüş vardır: Birincisi: O el çırpmadır, bunu da İbn Ömer, İbn Abbâs, Hasen, Mücâhid, Katâde ve cumhûr, demişlerdir, İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Şadda denir ki: İki eliyle alkış yapmaktır. Raciz (halk şairi) şöyle demiştir: Cimrilik edip yanağını göstermedi, cömertlik edip yanağını açtı, Ben ise aşkın şaşkınlığından alkış tutuyorum. Beyitte geçen ğarv, şaşkınlıktır, lağarve min keza: Bunda şaşılacak bir şey yoktur, demektir. İkincisi: Tasdiye: İnsanları Beytulharem’den çevirmektir, bunu da Said b. Cübeyr, demiştir. İbn Zeyd de: O, insanları Allah’ın yolundan ve dininden çevirmektir, demiştir. Mukâtil şöyle iddia etmiştir: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Mescid-i Haram’da namaz kılıyordu, müşriklerden Abdüddar b. Kusay oğullarından iki adam kalktılar; sağma geçip ıslık çalmaya, ikisi de soluna geçip el çırpmaya başladılar; maksatları Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in namazını ve okumasını karıştırmak idi. Allah onları Bedir savaşında öldürdü. İşte: "İnkarınıza karşılık azabı tadın” kavli budur. İnkârları Allah’ın birliğini kabul etmemeleridir. Eğer: "Islık çalmaya ve el çırpmaya neden namaz denildi?” denilirse, İbn Enbari bunun için iki cevap zikretmiştir: Birincisi: Onlar bunu namaz yerine koyarlardı. Arap dilinde şu meşhurdur: Abdullah’ı ziyaret ettim, bana ikram edeceği yerde cefa etti, derler. Yani cefayı ikramın yerine koydu, demektir. Şair de şöyle demiştir: Ey Amim, bana hurma ikram et, dedim, Benim hurmam ise azarlanmam ve terslenmem oldu. Yani bağırmayı hurma yerine koymuştur (onlar da el çırpmayı ve ıslık çalmayı namaz yerine koymuşlardır. Mütercim). İkincisi: Namazı ıslık ve el çırpma olanın namazı yoktur, demektir. Nitekim Arapları Filancanın cömertlikten başka kusuru yoktur derler ki, onun hiç kusuru yoktur, demektir. Şair de şöyle demiştir: Öyle bir delikanlıdır ki, meziyetleri kemale ermiştir, Ancak o kadar cömerttir ki, geriye mal bırakmaz. 36Şüphesiz kâfirler mallarını (insanları) Allah yolundan çevirmek için harcarlar. Onu harcayacaklar, sonra da onlara yürek yangısı olacak, daha sonra da mağlup edilecekler. Kâfirler cehenneme sürülecekler. "Şüphesiz kâfirler mallarını (insanları) Allah yolundan çevirmek için harcarlar": Kimler hakkında indiğinde üç görüş halinde ihtilaf etmişlerdir: Birincisi: O, Bedir savaşında yemek yedirenler hakkında inmiştir, onlar on iki kişi idiler, insanlara yemek yedirirlerdi. Her adam bir gün yedirirdi, bunlar da şunlar idiler: Utbe, Şeybe, Haccac’ın iki oğlu Münebbih ile Nübeyh, Ebû’l - Bahteri, Nadr b. el - Haris, Ebû Cehil, kardeşi el - Haris, Hakîm b. Hizam, Übey b. Halef, Zem’a b. el - Esved ve Haris b. Amir b. Nevfel. Bu görüşü Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. İkincisi: O, Ebû Süfyan b. Harb hakkında inmiştir, Uhut savaşında Resûlüllah sallallahu aleyhi ve selleme karşı savaşmak için ayaklandırdığı Araplar dışında iki b. de öz Kureyşlilerden adam kiralamıştı. Bunu Said b. Cübeyr, demiştir. Mücâhid de: Ebû Süfyan’ın Uhut savaşında harcaması hakkında inmiştir, demiştir. Üçüncüsü: O, Bedir’e katılanlar hakkında inmiştir, bunu da Dahhâk, demiştir. Allah yolu ise Allah’ın dinidir. "Sonra onlara yürek yangısı olur": Yani masraflarının sonucu onlara pişmanlık olur, çünkü zafer elde edemediler. 37Ta ki, Allah murdarı temizden ayırsın. Murdarın kimini kiminin üzerine koysun da hepsini yığıp cehenneme atsın. İşte onlar ziyan edenlerin ta kendileridir. "Liyemiza’llahu’l-habise mine’t-tayyibi": İbn Kesir, Nâfi, Âsım, Ebû Amr ve İbn Âmir, şeddesiz olarak: "Liyemize” okumuşlar; Hamze ile Kisâi de, şeddeli olarak: "Liyümeyyize” okumuşlardır. Her ikisi de lügattir; miztuhu ve meyyeztuhu, dersin. "Li-yemîze"nin lâm’ı hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: O, “Feseyünfikuneha” kavline mütealliktir, bunu da İbn Enbari, demiştir. İkincisi: O, "İla cehenneme yuhşerun” kavline mütealliktir, bunu da İbn Cerir Taberî, demiştir. Âyetin manasında da üç görüş vardır: Birincisi: Mutluları bedbahtlardan ayırması için. Bunu İbn Ebi Talha, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Süddi ile Mukâtil de: Mü’mini kafirden ayırması için, demiştir. İkincisi: İyi ameli kötü amelden ayırması için. Bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Üçüncüsü: Kendi yolunda harcamayı şeytanın yolunda harcamadan ayırması için. Bunu da İbn Zeyd ile Zeccâc, demişlerdir. "Kötüyü kimini kiminin üzerine koyar": Yani onları üst üste biriktirir "küme yapar": Zeccâc şöyle demiştir: Rekm: Bir şeyi üst üste yığmaktır. Rekemtüşşey’e erkumuhu rekmen, denir. Rükâm ise isimdir (yığın). Kim: Murdardan maksat kâfirlerdir, derse, onlar ateşte birbirlerinin üzerinde olacaklardır. Kim de: Mallarıdır derse, bunun için de iki görüş vardır: Birincisi: Onlar sahipleri onlarla azap görsün diye ateşe atılacaktır, nitekim Allahü teâlâ: "O mallarla almları dağlanacaktır” (Tevbe: 35) demiştir. İkincisi: Onlar mallara aşırı saygı gösterince onları ateşe atmakla değersiz olduğunu onlara gösterecektir; nitekim güneşle ay da onlara tapanlar onların değersizliklerini görmesi için ateşe atılacaktır. 38Kâfirlere de ki: Eğer vazgeçerlerse, geçmiş şeyleri (günahları) bağışlanacaktır. Eğer (eski hallerine) dönerlerse, öncekilerin kanunu geçmiştir. "Kâfirlere de ki,": Bu, Ebû Süfyan ve arkadaşları hakkında inmiştir. Bunu Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Âyetin manasında da iki görüş vardır: Birincisi: Onlar savaşmaktan vazgeçerlerse, geçmiş savaşları bağışlanacaktır; onunla sorumlu tutulmayacaklardır. Eğer savaşa dönerlerse, Allah’ın velilerine yardımındaki kanunu geçmiştir. Bunun Bedir savaşında öldürülen ve esir alınanlar hakkında denildiği de söylenmiştir. İkincisi: Eğer küfre son verirlerse, geçmiş günahları bağışlanacaktır. Eğer ona dönerlerse, eski ümmetlerin köklerini kazıyan azapla yakalandıkları kanunlar geçmiştir. Yahya b. Muaz bu âyette şöyle demiştir: Bir tevhid ki, kendinden önceki küfrü yıkmaktan aciz kalmamıştır, kendinden sonraki günahı devirmede de aciz kalmayacaktır. 39Onlarla savaşın, ta ki, fitne kalmasın ve dinin hepsi Allah'ın olsun. Eğer vazgeçerlerse, şüphesiz Allah yaptıklarını hakkıyle görmektedir. "Onlarla savaşın, ta ki, fitne kalmasın": Yani şirk kalmasın, demektir. Zeccâc da: Ta ki, insanlar inançsızlık fitnesine düşmesinler, demiştir. "Ve dinin hepsi Allah’ın olsun” kavli de bunu gösterir. "Eğer vazgeçerlerse": Yani küfür ve savaştan, demektir. "Feinnallahe bima yamelune basîr": Ya’kûb , Ravh rivâyeti dışında te ile "tamelun” okumuştur. 40Eğer yüz çevirirlerse, şüphesiz Allah sizin Mevla’nızdır. O ne güzel Mevla ve ne güzel yardımcıdır. "Eğer yüz çevirirlerse": Yani imandan yüz çevirirler de savaşa geri dönerlerse, demektir. "Şüphesiz Allah sizin Mevla’nızdır": Yani veli (yâr) ve yardımcınızdır. İbn Kuteybe: "Nimel Mevla": Ne güzel veli, "ve nimennasîr” de ne güzel yardım edicidir, demiş; bunların kadir ve kadir, semi ve sami gibi olduğunu söylemiştir. 41Bilin ki, ganimet olarak elde ettiğiniz şeyin şüphesiz beşte biri Allah'ın, Resul'ünün, akrabaların, yetimlerin, yoksulların ve yolcularındır; eğer Allah’a ve hak ile batılın ayrıldığı gün, iki ordunun karşılaştığı gün kulumuza indirdiğimize iman ettinizse. Allah her şeye kadirdir. "Bilin ki, ganimet olarak elde ettiğiniz şeyin": Ganimet ile fey bir manaya mıdır yoksa ayrı mıdırlar? Bunda iki görüş halinde ihtilaf ettiler: Birincisi: Onlar ayrıdırlar, sonra bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Ganimet: müşriklerin ele geçirilen malıdır, fey ise: Onların ele geçirilen toprağıdır. Bunu da Atâ’ b. Saib, demiştir. İkincisi: Ganimet: Savaşla alınandır, fey ise: Barışla alınandır. Bunu da Süfyan Sevri, demiştir. Şöyle de denilmiştir: Hayır, fey: At ve deve sürülmeden elde edilen şeylerdir, meselâ öşür, cizye, ateşkes, sulh ve kaçarak bıraktıklan mallardır. İkincisi: O ikisi birdir; onlar da müşriklerden elde edilen her türlü şeylerdir. Bunu da Maverdi, zikretmiştir. Zeccâc da şöyle demiştir: Mallar üç sınıftır: Savaş halinde müşriklerden Müslümanlara geçendir ki, Allahü teâlâ buna enfal ve ganimet, demiştir. Haraç ve cizye gibi savaşta müşriklerden alman şeylerdir ki, buna da fey, demiştir. Müslümanlardan zekât, adak ve ibadet olarak çıkan mallardır ki, bunlara da sadaka ismini vermiştir. "Şeyden” maksat da kendisine şey denen her nesnedir. Mücâhid: İğne de şeydir, demiştir. "Şüphesiz onun beşte biri Allah’ındır (humusehu)": Abdülvaris mimin sükunu ile "humsehu” rivayet etmiştir. Kelâmdan murat edilen şey hususunda da iki görüş vardır: Birincisi: Allah’ın hissesi haktır ve O’nun Ev’ine harcanır. Ebû’l - Âliyye şöyle demiştir: Ganimet getirilirdi; Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem de onu beş paya ayırırdı; dördü insanlara taksim edilirdi, sonra da beşinci hisse Ka’be için ayrılırdı. Bu manayı yalnız Ebû’l - Âliyye söylemiştir. İkincisi: Burada Allah’ın isminin geçmesi iki mülahaza iledir: Birincisi: Çünkü bunda hükmü veren ve mülk sahibi kendisidir. Mana da şöyledir: Onun beşte biri Resul’ün ve akrabalarındır, tıpkı: "Sana ganimetlerden sorarlar; de ki: Ganimetler Allah’ın ve Resul’ünündür” (Enfal: 1) kavli gibi. İkincisi: Mananın şöyle olmasıdır: Beşte biri Allah’a yakınlık olan cihetlere sarf edilir. Bu da cumhûrun görüşüdür. Buna göre vav zaittir, tıpkı: "Felamma eslama ve tellehu lilcebini ve nadeynahu” (Saffat: 103) kavlinde olduğu gibi. Mana da (vavsız olarak): Nadeynahu (ona seslendik) demektir. Bunun benzeri çoktur. Âlimler ganimetin beşte dördünün özellikle savaşanlara ait olduğunda icma etmişlerdir. Beşinci hisseye gelince o nasıl paylaştırılır? Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: O Allah ve Resul’ü için ve âyette zikredilenler için paylaştırılır. Bunu da yalnız Ebû’l - Âliyye’nin söylediğini zikretmiştik. Bu da hisselerin altı paya ayrılmasını gerektirir. İkincisi: O, beşe taksim edilir: Âyetin zahirine göre bir hisse Peygamber'e, bir hisse akrabalara, bir hisse yetimlere, bir hisse fakirlere ve bir hisse de yolculara ayrılır. Bu da cumhûrun görüşüdür. Üçüncüsü: Dört hisseye ayrılır: Allah'ın hissesi ile Peygamberin hissesi, akrabalara aittir; çünkü Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ondan bir şey almazdı. Bu manayı İbn Ebi Talha, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in hissesine gelince: Onda açıkladığımız şeyi yapardı. Onun ölümüyle bu düştü mü yoksa düşmedi mi? Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Onun ölümüyle düşmedi; bunu da İmam Ahmed, Şâfiî ve diğerleri demişlerdir. Ona ne yapılacağı hususunda da iki görüş vardır: Birincisi: O, kendisinden sonraki halifenindir, bunu Katâde, demiştir. İkincisi: O, memleket hizmetine sarf edilir, imam Ahmed ile Şâfiî böyle demişlerdir. İkincisi: O, onun ölümüyle düşmüştür, tıpkı özellikle kendine ait olan payın (aslan payının) düşmesi gibi. O da ganimete iade edilir. Ebû Hanife de böyle demiştir. Akrabalara gelince bunlarda da üç görüş vardır: Birincisi: Onlar bütün Kureyşlilerdir. İbn Abbâs diyor ki: Onların biz olduğunu söylerdik, ama kavmimiz bunu kabul etmedi: Bütün Kureyş akrabadır, dediler. İkincisi: Haşim oğulları ile Muttalib oğullarıdır. Bunu da imam Ahmed ile Şâfiî demişlerdir. Üçüncüsü: Onlar yalnız Haşim oğullarıdır, bunu da Ebû Hanife, demiştir. Hangi gerekçe ile hak ederler? Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Akrabalıkla, ister ki, zengin olsunlar. Bunu da imam Ahmed ile Şâfiî, demişlerdir. İkincisi: Fakirlikle hak ederler, isimle değil. Bunu da Ebû Hanife, demiştir. Yetimlerin, fakirlerin ve yolcuların manası da Bakara: 177 âyetinde geçmiş bulunuyor. Yetimde de dört sınıfa itibar edilmesi gerekir: Babanın ölümü, ister ki, anne hayatta olsun. Küçüklük, çünkü Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: "Buluğdan sonra yetimlik yoktur” 5 buyurmuştur. Biri de Müslüman olmaktır, çünkü o, Müslümanların malıdır ve ihtiyaç. Çünkü o, Müslümanların çıkarı için hazırlanmıştır. 5 - Ebû Dâvud, Vasaya, bab, 9. "Hak ile batılın ayrıldığı gün kulumuza indirdiğimize": O Bedir günüdür, onda mü’minlerin zafer kazanmasıyla hak ile bâtıll birbirinden ayrıldı. O gün ona indirilen de: "Sana ganimetlerden sorarlar” (Enfal: 1) âyetidir. Onlar ganimetlerde ihtilaf edince inmiştir. Mana da şöyledir: Eğer buna inandınızsa, bu hususta da Peygamber’in emrine göre hareket edin. 42Hani siz (vadinin) yakın kenarında, onlar uzak kenarında idiniz ve kervan da sizden aşağıda idi. Eğer sözleşse idiniz, belirtilen yerde elbette ihtilaf ederdiniz. Ancak Allah (böyle yaptı ki,) yapılması gereken bir işi yerine getirsin, helak olan delille helak olun ve yaşayan da delille yaşasın. Şüphesiz Allah elbette hakkıyle işiten, her şeyi bilendir. "İz entüm bil udvetiddünya": İbn Kesir ile Ebû Amr ikisinde de aynın kesresi ile: "Bilidveti", "velidveti” okumuşlar; Nâfi, Âsım, İbn Âmir, Hamze ve Kisâi de, ikisinde de aynın zammesiyle okumuşlardır. Ahfeş de: Araplardan kesrden başkası işitilmemiştir, demiştir. Sa’leb ise: Hayır, zamme lügati daha çoktur, demiştir, İbn Sikkit: Udvetül vadi ve idvetuhu: Derenin kenarıdır, cem’i de: Udan ve idendir, demiştir. Dünya ise, edna’nın müennesidir, zıddı da kusva’dır ki, o da aksa’nın müennesidir. Vavlı sıfatlardan "fu’lâ” vezninde olanları Araplar ya'ya çevirir; meselâ denevtü’den dünya, alavtü’den ulya gibi. Çünkü onlar öncesi mazmum vavı ağır kabul ederler, bunda da ihtilaf yoktur. Ancak Hicaz halkı: Kusva diyerek vavı ortaya çıkarırlar ki, bu da nadirdir. Diğerleri ise: el - Kusya, derler. Müfessirler şöyle demişlerdir: Siz vadinin Medine’ye yakın kenarında idiniz, düşmanınız da Mekke'ye yakın kenarında idi. İki topluluk Bedir vadisine bu tarzda inmişlerdi. Kervan ise: Ebû Süfyan ile arkadaşlarıdır. Zeccâc şöyle demiştir: Kim "esfele” diyerek mensûb okursa: Verrekbü mekânen esfele minkum demek istemiştir. Merfu okuyup da: Verrekbü eşeddü teseffülen minküm manasını vermek de câizdir. Katâde de şöyle demiştir: Müslümanlar vadinin yukarısında, müşrikler ise aşağısında idiler. "Eğer sözleşse idiniz belirtilen yerde elbette ihtilaf ederdiniz": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Eğer sözleşse idiniz de sonra onların kalabalık oldukları size ulaşa idi, randevuya geç kalırdınız. Bunu İbn İshak demiştir. İkincisi: Eğer vadinin iki kenarında toplandığınız yerde buluşmak üzere sözleşse idiniz, bunda ihtilaf ederdiniz. Bunu da Ebû Süleyman, demiştir. Maverdi şöyle demiştir: İlle artıklık ve eksiklik olurdu, veya istemeden ille erken gelme ve geç kalma olurdu. "Ancak Allah yapılması gereken bir işi yerine getirmek için böyle yaptı": O da İslâm’ı aziz, şirki ise hor etmektir. "Liyehlike men heleke an beyyetin": Halef, Yahya’dan, yenin zammı ve “Lâm” ın fethi ile: "Liyühleke” rivayet etmiştir. "Ve Yahya men hayye an beyyinetin": Ebû Amr, İbn Âmir, Hamze ve Kisâi de şeddeli tek ye ile "hayye” okumuşlardır. Bu, Hafs’ın Âsım’dan, Kunbul’ün de İbn Kesir’den ettiği rivayettir. Şibl de İbn Kesir’den, Ebû Bekir de Âsım’dan, birincisi meksur, İkincisi meftuh iki ye ile: "hayiye” rivayet etmişlerdir. Buna göre kim iki ye ile okursa, izhar eder, idgam etmez. Kim de "hayiye"nin yesini idgam ederse, aynı cinsten iki harfin birleşmesinden dolayı eder. Kelâmın manasında da iki görüş vardır: Birincisi: Müşriklerden öldürülen delil gereği öldürülsün, onlardan kalan da delil gereği kalsın. İkincisi: İnkar eden delille inkâr etsin, iman eden de delille iman etsin. 43Hani, Allah sana rüyanda onları sana az gösteriyordu. Eğer çok gösterse idi, elbette korkardınız ve iş hakkında elbette çekişirdiniz. Ancak Allah kurtardı. Çünkü O, göğüslerin özünü (içindekini) hakkıyle bilendir. "Hani, Allah sana rüyanda onları sana az gösteriyordu": Bunda iki görüş vardır: Birincisi: Allah’ın Nebisi müşriklerin askerini onlarla karşılaşmadan önce rüyada az gördü. Bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan demiştir. Mücâhid de şöyle demiştir: Ashabına rüyasında onları az gördüğünü haber verince, bu da onları daha da sabitleştirdi. Ebû Süleyman Dımeşki de şöyle demiştir: Kelâm öncesine bağlıdır, Mana da şöyledir: Allah senin ashabına dediğini işitmekte, kalplerinde gizlediklerini bilmektedir, bu da rüyanda gördüğünü onlara dediğin zamandır. İkincisi: Allah sana onları uyuduğun gözünle (rüyada) gösterdi. Bunu da Hasen, demiştir. Zeccâc da şöyle demiştir: Nahivcilerin çoğu bu görüştedirler. Onlara göre manası da şöyledir: İz yürikehumullahu fi mevdıi menamike (Allah onları sana rüyanda gösterdi), sonra mevdı kelimesi atıldı, menam onun yerine geçti. "Lefeşiltüm": Yani korkar, onlarla savaşmaktan geri çekilirdiniz. Mücâhid de: Ashabın korkar ve bunu da senin yüzünde görürlerdi, demiştir. "Elbette iş hakkında çekişirdiniz": Yani onlarla savaşmakta ihtilaf ederdiniz, bu da yenilmenize sebep olurdu. "Ancak Allah kurtardı": Muhalefet ve korkaklıktan. 44Hani, karşılaştığınız zaman onları sizin gözünüzde az gösteriyor ve sizi de onların gözünde az gösteriyordu ki, Allah yapılması gereken bir işi yerine getirsin. İşler yalnız Allah’a döndürülür. "Hani, karşılaştığınız zaman onları sizin gözünüzde az gösteriyordu": Mukâtil şöyle demiştir: Allah, Resul’ünün düşmanlarla karşılaşmadan önce mü’minlere sayılarının az olduğuna dair gösterdiği rüyayı gerçekleştirdi; şöyle ki, karşılaştıkları zaman sayılarını onların gözlerine az gösterdi. İbn Mes’ûd şöyle demiştir: Bizim gözümüzde o kadar az idiler ki, yanımdaki adama: "Onlar yetmiş kişi varlar mı?” dedim. O da: Yüz varlar, dedi. Sonra onlardan birini tuttuk; ona bunu sorduk, o da: Biz b. kişiyiz, dedi. Ebû Salih, İbn Abbâs’tan şöyle dediğini rivayet etmiştir: Müslümanlar müşrikleri az gördüler, müşrikler de Müslümanları az gördüler ki, birbirlerine karşı cesaretleri artsın. Eğer: "Burada görmeyi tekrar etmenin ne faydası vardır, hâlbuki "Allah onları sana gösteriyordu” kavlinde zikredilmişti?” denilirse, buna iki cevap verilir: Birincisi: İlki rüyada idi, ikincisi uyanıklıkta idi. İkincisi: İlki Peygamber sallallahu aleyhi ve selleme mahsus idi, ikincisi ona ve ashabına ait idi. Eğer: "Aslında mü’minler kâfirlerin gözlerinde çok gösterilmeli idi, çünkü o zaman güçlü olurlardı” denilirse, buna da üç türlü cevap verilir: Birincisi: Eğer onların gözünde çok olsa idiler, onlara saldırmazlardı ve savaş da olmazdı. Hâlbuki savaş zaferin sebebidir. O nedenle onları az gösterdi. İkincisi: Onları az gösterdi ki, müşrikler tam hazırlanmasınlar. Savaş da çıkınca Müslümanlar onları hazırlıksız yakalar ve onlara karşı zafer kazanırlardı. Üçüncüsü: Onları az gösterdi ki, kalabalık olan düşmanlar saldırsınlar da Müslümanlar onları mağlup etsin. Bu da müşriklerin hakkın galibiyetini görmelerine bir işaret ve bir ikaz olurdu. 45Ey iman edenler, (savaşta düşman) bir toplulukla karşılaştığınız zaman sebat edin ve Allah’ı çok zikredin ki, felah bulasınız. "Savaşta düşman bir toplulukla karşılaştığınız zaman": Âyette geçen fiet, cemaat, topluluk, demektir. "Allah’ı çok zikredin": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Zikir; dua ve yardımdır. İkincisi: Allah’ı mutlak olarak zikretmektir. 46Allah’a ve Resul’üne itâat edin, çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız ve rüzgarınız (havanız, gücünüz) gider. Şüphesiz Allah sabredenlerle baraberdir. "Vela tenazeu fetefşelu": Tenazu ve feşel’in manası da az önce geçmiştir. "Ve tezhebe rihuküm": Eban, ye ve cezm ile: "Ve yezheb” rivayet etmiştir, bunda da dört görüş vardır: Birincisi: Şiddetiniz gider, demektir. Bunu Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Süddi de: Sertliğiniz ve ciddiyetiniz gider, demiştir. Zeccâc da: Kuvvet ve gücünüz gider, demiştir. İkincisi: Başarınız gider demektir. Bunu da Mücâhid ile Katâde, demişlerdir. Üçüncüsü: Devletiniz sona erer, bunu da Ebû Ubeyde, demiştir. İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Hebbet lehu rihunnasr: Ona zafer rüzgarı esti denir ki, devlet kuşu başına kondu, demektir. Lehurrih elyevm de: Bugün rüzgar, yani devlet onundur, demektir. Dördüncüsü: O gerçek rüzgardır, ne zaman bir zafer kazanılmışsa mutlaka Allah’ın gönderdiği bir rüzgar ile olmuştur. O rüzgar düşmanın yüzüne vurur. Aleyhisselam Efendimizin: "Bana saba rüzgarı ile yardım edildi, Âd kavmi de batı rüzgarı ile helak oldu” hadisi de bundandır. 6 Bu da İbn Zeyd ile Mukâtil’in görüşleridir. 6 - Buhârî, Istiska, bab, 26; Mağazi, bab, 29; Bed'ül - Halk, bab, 5; Ahadisü'l - Enbiya, bab, 1; Müslim, Istiska, hadis no, 17; Ahmed, Müsned, 1/23, 324, 355; 373. 47Yurtlarından şımararak, insanlara gösteriş ve Allah yolundan çevirmek için çıkanlar gibi olmayın. Allah onların yaptıklarını kuşatmıştır. "Yurtlarından şımararak çıkanlar gibi olmayın": Müfessirler şöyle demişlerdir: Onlar Ebû Cehil ile onunla beraber Mekke’den çıkanlardır. Onlar Ebû Süfyan’lâ beraber olan kervanı savunmak için çıkmışlardı. Yanlarında kadın şarkıcılar ve çalgılar vardı. İçki içiyorlardı. Ebû Süfyan yanındaki malları emniyete aldığını görünce onlara: Ben güvendeyim, geri dönün, mealinde mektup yazdı. Ebû Cehil ise: Allah’a yemin ederiz ki, yapmayız; Bedir’e varacak orada üç gün ikamet edeceğiz, yemek yedirecek ve içki içeceğiz, Araplar da bizi işitir ve bizden korkarlar, dedi. Bedir’e yürüdüler, çatışma da gerçekleşti. İçki yerine ölülerin kafataslarını içtiler, şarkıcı kadınların yerine ağıtçı kadınları dinlediler. Âyette geçen batar ise, nimette taşkınlık edip şükrü terk etmektir. Riya ise: İnsanlara gösteriş için amel etmektir. Burada Allah’ın yolu ise: Dinidir. 48O zaman şeytan onlara amellerini süslemiş ve "bugün insanlardan sizi yenecek yoktur ve ben sizin yardımcınızım” demişti. İki ordu birbirini görünce, ökçesi üzerinde döndü ve "şüphesiz ben sizin görmediğinizi görüyorum, dedi. Allah azabı çetin olandır” dedi. "O zaman onlara şeytan amellerini süslemişti": Urve b. Zübeyr şöyle demiştir: Kureyş Bedir’e yürümeye karar verince, Kinane kabilesi ile aralarındaki savaş halini hatırladılar; şeytan onlara Süraka b. Malik el - Müdlici kılığında göründü. O, Kinane oğullarının eşrafından idi, onlara: "Bugün insanlardan sizi yenecek yoktur ve ben sizin yardımcınızım” Onlardan hoşunuza gitmeyecek hiçbir şey görmeyeceksiniz, dedi, onlar da acele ile çıktılar. Burada amellerinden ne kastedildiği hususunda da üç görüş vardır: Birincisi: Şirkleridir. İkincisi: Bedir’e yürüyüşleridir. Üçüncüsü: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ile savaşlarıdır. "İki ordu birbirini görünce": Yani biri diğerini görecek duruma gelince, demektir. İki ordudan ne kastedildidiği hususunda da iki görüş vardır: Birincisi: Müslümanların ordusu ile müşriklerin ordusudur. Bu da cumhûrun görüşüdür. İkincisi: Müslümanlar cemaati ile meleklerin cemaatidir, bunu da Maverdi, zikretmiştir. "Ökçesi üzerine döndü": Ebû Ubeyde: Geldiği yerden gitti, demiştir. İbn Kuteybe de: Geri çekildi, demiştir. İbn Saib ise şöyle demiştir: İblis, müşriklerin safına Süraka kılığında katılmıştı, Haris b. Hişam’ın elinden tutmuştu. Melekleri görünce gerisin geri döndü, Haris ona: Savaşmadan mı kaçıyorsun?” dedi. O da: "Ben sizin görmediğinizi görüyorum” dedi. Müşrikler yenilince: İnsanları Süraka hezimete uğrattı, dediler. Bu da ona (esas Süraka’ya) ulaşınca: Allah’a yemin ederim ki, yenilginiz bana ulaşıncaya kadar ben Bedir’e yürüdüğünüzü bilmedim, dedi. Katâde şöyle demiştir: Allah’ın düşmanı: "Ben sizin görmediğinizi görüyorum” derken doğru söyledi. Bize anlatıldığına göre o, Cebrâil'i meleklerle beraber görünce, onlara karşı koyamayacağını anladı, bunda da doğru söyledi. Ama: "Ben Allah’tan korkarım” sözünde yalan söyledi. Allah’a yemin ederim ki, onda Allah korkusu yoktur. Ancak onlara karşı gücünün olmadığını bildi. Atâ’ da: Manası şöyledir, demiştir: Allah’ın beni helak etmesinden korkarım. İbn Enbari de şöyle demiştir: Meleklerin indiğini görünce, kıyametin kopacağından ve kendisine verilen sürenin sona ereceğinden, bu yüzden de azaba duçar olacağından korktu. "Nekasa"nın manası: Dönüp rezalet ve hakaret içinde kaçmaktır. "Allah azabı çetin olandır": Kavlinde: "O söz başı mıdır yoksa İblisin’in hikayesinin devamı mıdır?” diye iki görüş belirterek ihtilaf ettiler. 49O zaman münafıklar ve kalplerinde hastalık olanlar: "Bunları dinleri aldattı” diyordu. Kim Allah’a güvenirse, şüphesiz Allah mutlak galip, hikmet sahibidir. "Münafıklar diyordu": İbn Abbâs şöyle demiştir: Onlar Medine halkından Evs ve Hazreçlilerdir. Kalplerinde hastalık olanlara gelince: Onlar hakkında da üç görüş vardır: Birincisi: Onlar Mekke'de iken kelime-i şahadet getirmişlerdi; müşrikler onları kendileriyle beraber Bedir’e istemeyerek getirdiler. Onlar Müslümanların azlığını ve müşriklerin çokluğunu görünce, şüphe ettiler ve münafıklık gösterip: "Bunları dinleri aldattı” dediler. Bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan demiş; Şa’bî ile diğerleri de buna kail olmuşlardır. Mukâtil de onları saymış ve yedi kişiydiler demiştir: Kays b. Velid b. Muğire, Ebû Kays b. Fakih b. Muğire, Haris b. Zem’a, Ali b. Ümeyye b. Halef, As b. Münebbih b. Haccac, Velid b. Velid b. Muğire ve Velid b. Utbe b. Rebia. İkincisi: Onlar müşriklerdir, Müslümanların azlığım görünce: "Bunları dinleri aldattı” dediler. Bunu da İbn Ebi Talha, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş, Hasen de böyle demiştir. Üçüncüsü: Onlar şüphe eden bir topluluk idiler, Paygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e açıktan düşmanlık etmediler. Bunu da Maverdi zikretmiştir. Burada hastalık: Şüphedir. "Onlar” diye işaret edilenler de Müslümanlardır. Bunu demeleri onları az görmelerindendir. Kureyş’in galip geleceğinden emin idiler. 50Kâfirleri melekler; yüzlerine ve arkalarına vurarak ve: "Yangın azabını tadın” diyerek canlarını aldığı zaman görsen! "Velev tera iz yete-vellizine keferul melaiketü": Cumhûr, ye ile: "Yeteveffa” okumuş; İbn Âmir de iki te ile: "Teteveffa” okumuştur. Müfessirler şöyle demişler: Bu âyet: "Onları dinleri aldattı” diyen bölük hakkında inmiştir. Meleklerden murat edilenler hakkında da üç görüş vardır: Birincisi: O yalnız ölüm meleği Azrail’dir, bunu da Mukâtil, demiştir. İkincisi: Azap melekleridir, bunu da Ebû Süleyman Dımeşki, demiştir. Üçüncüsü: Bedir savaşında çarpışan meleklerdir, bunu da Maverdi, demiştir. "Yüzlerine ve arkalarına vururlar": Bunda da dört görüş vardr: Birincisi: Bedir’de savaştıkları zaman yüzlerine, yenildikleri zaman da arkalarına vururlardı. İkincisi: Onlar önlerinden ve arkalarından geldiler; önden gelenlerin yüzlerine, arkadan gelenlerin arkalarına vuruyorlardı. Üçüncüsü: Kıyamet gününde onlarla karşılaştıkları zaman yüzlerine vururlar, onları cehenneme sürdükleri zaman da arkalarına vururlar. Dördüncüsü: Ölüm anında ateşten kırbaçlarla yüzlerine ve arkalarına vururlar. Maksat bizzat yüzler ve arkalar mıdır? Yoksa bedenlerin ön ve arkaları mıdır? Bunda da iki görüş vardır. "Yangın azabını tadın": Bu kavilde de iki görüş vardır: Birincisi: O dünyadadır, bunda da "derler” kelimesi gizlenmiştir, mana da: Vurur ve derler, demektir, tıpkı şu kavli gibi: "Hani İbrahim ile İsmail Beyt’in temellerini yükseltiyor ve: Rabbimiz” (Bakara: 127), yani diyorlardı. Şair Nabiğa da (gizli kelime örneği hakkında) şöyle demiştir: Sanki sen Ukayş oğulları devesindensin, Ayakları arasında kuru deri çalınan (ürkütülen). Mana: Sanki sen Ukayş oğulları devesinden bir devesin, demektir (bir deve kelimesi söylenmemiştir. Mütercim). Bu da Ferrâ’ ile Ebû Ubeyde’nin görüşleridir. İkincisi: Onlara vurma dünyadadır, kıyamette ise ateşe vardıkları zaman cehennem hazinleri onlara: Yangın azabını tadın, derler. Bu da Mukâtil’in görüşüdür. 51İşte bu, ellerinin öne sürdüğü şeydendir ve Allah şüphesiz kullara zulmedici değildir. "İşte bu, ellerinin öne sürdüğü şeydendir": Yani kazandığınız çirkin ameller dolayısıyladır. "Ve Allah kullara zulmedici değildir": Kullarına inkârlarından dolayı zulmetmez, her ne kadar inkârları O’nun kaza ve kaderiyle olsa da böyledir. Çünkü O, mülkün sahibidir, mülkünde istediği gibi tasarruf etme hakkı vardır. Zulmün O’na nispet edilmesi imkansızdır. 52(Bunların gidişi) Fir’avn hanedanının ve onlardan öncekilerin gidişi gibidir. Onlar Allah'ın âyetlerini inkâr ettiler; Allah da onları günahları ile yakaladı. Şüphesiz Allah çok güçlüdür, cezası çetindir. "Kede’bi âl-i Fir’avne": Onların adetleri gibi demektir, Mana da şöyledir: Onlar nasıl inanmadılarsa bunlar da öyle inanmadılar; onlara nasıl azap indi ise bunlara öyle azap indi. İbn Abbâs şöyle demiştir: Fir’avn ailesi nasıl Mûsa’nın Allah’ın peygamberi olduğunu yakinen bildiği hâlde ona inanmadılarsa bunlar da Muhammed aleyhisselam hakkında öyledirler. 53Sebebi şu ki, Allah bir topluma lütfettiği bir nimeti onlar kendilerindeki o şeyi değiştirmedikçe değiştirmez. Şüphesiz Allah hakkıyle işiten, her şeyi bilendir. "Sebebi şu ki,": Yani bu yakalama ve azabın sebebi şudur ki, "Allah bir topluluğa lütfettiği bir nimeti onlar kendilerindeki o şeyi bozmadıkça değiştirmez". Nankörlük etmek ve şükrü terk etmekle değiştirmedikçe onu kaldırmaz. Mukâtil şöyle demiştir: Burada bu kavimden maksat Mekke halkıdır; onları açlıktan doyurdu ve korkudan emin etti. Sonra onlara Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’i gönderdi. Onlar da kendilerine o nimeti vereni bilmeyince Allah da onlardaki o şeyi değiştirdi. Süddi de şöyle demiştir. Onlar Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e inanmadılar, Allah da bu imkanı Medine’deki ensara nakletti. Ebû Süleyman el - Hattâbî de şöyle demiştir: Güçlü, bazen kudretli manasına olur; binaenaleyh kim bir şeye karşı güçlü olursa ona karşı kudretli de olur. Bazen de güçlünün manası şöyle olur: O, hiçbir halde kendisine acizlik gelmeyen tam kudret sahibidir. Mahluk ise kuvvetle nitelense de onun kuvveti sınırlıdır, o, bazı işlerde güçsüzdür. 54(Bunların gidişi) Fir’avn hanedanının ve onlardan öncekilerin gidişi gibidir. Onlar Rablerinin âyetlerini yalanladılar; biz de onları günahları ile helak ettik. Fir’avn hanedanım suda boğduk. Hepsi zalim idiler. "(Bunların gidişi) Fir’avn hanedanının ve onlardan öncekilerin gidişi gibidir": Yani Mekke halkı Muhammed’i ve Kur’ân’ı inkâr etti, tıpkı Fir’avn hanedanı Mûsa’yı ve Tevrat’ı inkâr ettiği gibi. Onlardan öncekiler de kendi peygamberlerini yalanladılar. Mekki b. Ebi Talib şöyle demiştir: "Kede’bi "deki kâf, mahzuf bir na’atten dolayı mahallen mensuptur, takdiri de şöyledir: Ğayyerna bihim lemma ğayyeru tağyiren misle adetine fi ali fir’avne. Birinci âyet de bunun gibidir, ancak birincisi azaptaki adetle ilgilidir, takdiri de şöyledir: Faalna bihim zalike fi’len misle adetine fi ali- fir’avne. "Onları helak ettik": Yani eski milletleri; bazılarını sarsıntı ile bazılarını fırtına ile. Mekke kâfirlerini de Bedir’de öyle helak ettik. Bazıları da: "Onları helak ettik” kavli ile Bedir’de helak edilenler kastedilmiştir, demiştir. 55Allah katında hayvanların en kötüsü, kâfirlerdir. Artık onlar iman etmezler. "Allah katında hayvanların en kötüsü kâfirlerdir": Ebû Salih, İbn Abbâs’tan şöyle dediğini rivayet etmiştir: Âyet Kurayza Yahudileri hakkında nazil oldu, Ka’b b. Eşref ile arkadaşları da onlardır. 56Onlar; senin sözleştiğin, sonra da sözlerini her seferinde bozan kimselerdir. Onlar sakınmazlar. "Ellezine ahette minhüm": "Min” edatı hakkında dört görüş vardır: Birincisi: O zaittir, mana da: Sözleştiğin kimseler, demektir. İkincisi: Bazı manasınadır, mana da: Hayvanların en kötüsü kâfirlerdir, onların en kötüsü de sözleştiğin ve sözleşmelerini bozanlardır, demek olur. Üçüncüsü: O, "maa = ile” manasınadır, mana da: Kendileriyle sözleştiğin kimseler demek olur. Dördüncüsü: O girmiştir, çünkü sözleşme onlardan alınmıştır. "Sonra her seferinde sözleşmelerini bozarlar": Yani ne zaman onlarla sözleşme yapsan, bozarlar, demektir. "Onlar sakınmazlar": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Onlar sözleşmeyi bozmaktan sakınmazlar. İkincisi: Sözleşmeyi bozmada Allah’tan korkmazlar. Müfessirler şöyle demişlerdir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem Kurayza Yahudileriyle kendisiyle savaşmamak ve aleyhine yardım etmemek üzere sözleşmişti, onlar da sözleşmeyi bozdular, ona karşı Mekke müşriklerine sİlâhla yardım ettiler. Sonra da: Unuttuk, hata ettik, dediler. Sonra ikinci kez onunla sözleştiler, bu sefer de sözleşmeyi bozup Hendek savaşında kâfirlerden yana çıktılar. Ka’b b. Eşref Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e muhalefet etmek üzere Mekkelilere katılacağına dair mektup yazdı. 57Eğer onları savaşta yakalarsan, onlarla (onlara vereceğin ceza ile) arkalarındakini ürküt; belki ibret alırlar. "Feimma teskafennehum": Ebû Ubeyde: Mecazı: Fein teskafennehüm demiştir ki, onun görüşüne göre "ma” zaittir. "Feimma"nın açıklaması da Bakara: 38’de geçmiş bulunuyor. İbn Kuteybe: "Teskafennehüm"ün manası: Onları yakalarsın, demiştir. "Onlarla arkalarındakileri ürküt": Yani onlara öyle bir ceza ver ki, arkalarındaki düşmanları dağıtsın. Şerrid bihim: Onları herkese duyur demek olduğu da söylenmiştir. Şair de şöyle demiştir: Ben her gün Mekke deresinde Kabe'yi tavaf ediyorum, Hakim ayıplarımı herkese duyur endişesiyle. İbn Abbâs da şöyle demiştir: Onlara öyle gözdağı ver ki, sözleşmeyi bozan herkes ibret alsın da belki onu hatırlayıp sözleşmeyi bozmaktan vazgeçerler. 58Eğer bir kavmin hainliğinden korkarsan, onlara (anlaşmayı bozduğunu) aynı şekilde onlara at (bildir). Çünkü Allah hainleri sevmez. "Eğer bir kavmin hainliğinden korkarsan": Müfessirler şöyle demişlerdir: Burada korkmak bilmek manasınadır, Mana da şöyledir: Eğer sözleşme yaptığın bir kavmin hainliğini, yani sözleşmeyi bozduğunu bilirsen. Mücâhid; Bu âyet Kurayza oğulları hakkında inmiştir, demiştir. "Onlara aynı şekilde at": Bunda da dört görüş vardır: Birincisi: Sözleşmeyi bozduğunu onlara ulaştır ki, sen de onlar da bilgide eşit olasınız. Bu, çoğunluğun görüşüdür; Ferrâ’, İbn Kuteybe ve Ebû Ubeyde bunu tercih etmişlerdir. İkincisi: Onlara açıkça ulaştır, gizlice değil. Yine bunu da Ferrâ’ ile arkadaşları demişlerdir. Üçüncüsü: Onlara süre tanıyarak ulaştır, bunu da Velid b. Müslim, demiştir. Dördüncüsü: Onlara insafla ulaştır, zulümle değil. Bu hususta şu beyti delil getirmişlerdir: Vefasız düşmanların yüzüne çarp ki, Sana insaf ile cevap versinler. Bunu da Ebû Süleyman Dımeşki zikretmiştir. 59Kâfirler geçtiklerini (kurtulduklarını) asla sanmasınlar. Çünkü onlar (bizi) aciz bırakamazlar. "Vela tahsibennellezine kefeni sebeku": İbn Kesir, Nâfi, Ebû Amr, Kisâi ve Ebû Bekir de Âsım’dan rivayet ederek te ile ve sin de meksur olarak "vela tahsibenne” okumuşlardır. Ancak Âsım sini meftuh okumuştur. İbn Âmir, Hamze ve Hafs da Âsım’dan rivayet ederek ye ile sini de meftuh okumuşlardır. Burada kâfirlerden de kimler murat edildiğinde iki görüş vardır: Birincisi: Bütün kâfirlerdir, bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan demiştir. İkincisi: Onlar Bedir'de mağlup olanlardır. Bunu da Muhammed b. Kasım en - Nahvi ve diğerleri demişlerdir. "Sebeku": Kaçmak manasınadır. İbn Enbari şöyle demiştir: Onlar bazı vakitlerde başlarına gelen tehlikelerden kurtuldular; onlardan kurtulunca: Onlar şimdi kurtulmaları ile bizi aciz bırakacaklarını zannetmesinler, yani ileride bizden kurtulamayacaklardır. "İnnehüm layucizun": Cumhûr hemzenin kesri ile okumuştur. İbn Âmir ise fethi ile okumuştur. Onun okuyuşuna şöyle itiraz edilmiştir: Eğer ye ile "yahsibenne” okur ve hemzenin fethi ile "ennehüm” okursa, onların aciz bırakmayacaklarını kabul etmiş olur. Onlar da ne zaman aciz bırakmayacaklarını bilirlerse, kınanmazlar. Buna İbn Enbari şöyle cevap vermiştir: "Kâfirler kurtulacaklarını sanmasınlar” kavlinin manası: "Layahsibennehüm yucizun” demektir ki, "lâ” zaittir. Ebû Ali de: Mana şöyledir, demiştir: Kâfirler kendilerinin kurtulduklarını ve atalarının da kurtulduklarını zannetmesinler; çünkü onlar elimizden kurtulamazlar. Onlar inkârlarının cezasını çekerler. 60Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve (savaş için) bağlanan atlar hazırlayın. Bununla Allah'ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz fakat Allah'ın bildiğini korkutursunuz. Allah yolunda ne zaman harcarsanız, size tam olarak ödenir. Size zulmedilmez. "Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet hazırlayın": Kuvvetten ne murat edildiği hususunda dört görüş vardır: Birincisi: Atmaktır, bunu Ukbe b. Amir, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’den rivayet etmiştir. Hakem b. Eban da: O, ok atmaktır, demiştir. İkincisi: Erkek atlardır, bunu da İkrime, demiştir. Üçüncüsü: Sİlâhtır, bunu da Süddi ile İbn Kuteybe demişlerdir. Dördüncüsü: O düşmanla savaşa kuvvet kazandıran bütün savaş araç ve gereçleridir. "At bağlamak": Yani savaş için onları bağlayıp edinmektir. Bu da cumhûra göre erkek ve dişi için geneldir. İkrime de: "At bağlamaktan” maksat, dişi atlardır (kısrak), derdi. "Türhibune bihi": Rüveys ve Abdülvaris, ranın fethası ve henin şeddesi ile "türehhibune” rivayet etmişlerdir ki, onunla Allah’ın düşmanını kendi düşmanınızı korkutursunuz, demektir. Onlar da Mekke müşrikleri ile Arap kâfirleridir. "Onlardan başka diğerlerini de": Yani Arap kâfirlerinden başkalarını, demektir. Bunlar kimler olduğu hakkında da beş görüş vardır: Birincisi: Onlar cinlerdir, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Onlar cinlerdir. Şeytan evinde asil at bulunan bir kimsenin aklını karıştıramaz. 7 7 - İbn Kesir, Tefsir, İbn Ebi Hatim'den rivayet etmiştir. İkincisi: Onlar Yahudi Kurayza oğullarıdır, bunu da Mücâhid, demiştir. Üçüncüsü: Perslerdir, bunu da Süddi, demiştir. Dördüncüsü: Münafıklardır, bunu da İbn Zeyd, demiştir. Beşincisi: Yahudilerdir, bunu da Mukâtil, demiştir. 61Eğer onlar barışa meylederlerse, sen de meylet ve Allah’a güven. Şüphesiz O, hakkıyla işiten, her şeyi bilendir. "Ve in cenehu lisselmi": Ebû Bekir, Âsım’dan rivayet ederek, “sîn” in kesri ile "lissilmi” okumuştur. Zeccâc da: Silm sulh ve barıştır, demiştir ki, selm, silm ve selem hepsi aynı manayadır, yani sulha meylederlerse sen de ona meylet, demektir. Ferrâ’ da şöyle demiştir: İstersen "leha” zamirini selm’e gönderirsin, çünkü o, müennestir. İstersen onu "fa’le” (olaya) gönderirsin, meselâ: "İnne rabbeke min badiha leğafurur rahim” kavlinde olduğu gibi. (A’raf: 153) Eğer. "Niçin "leha” dedi de "ileyha” demedi?” denilirse, cevap şöyledir: "Lâm” ile "ilâ” birbirlerinin yerlerine kullanılır. Âyetten kimlerin kastedildiği hususunda da iki görüş vardır: Birincisi: Onlar müşriklerdir ve bu, kılıç âyetiyle neshedilmiştir. İkincisi: Ehl-i kitaptır. Eğer: Âyet onlar cizye vererek ve zimmet şartını yerine getirerek savaşı terk etmeleri hakkında indi, denilirse, muhkemdir. Eğer: Cizye vermeden onlara karşı sİlâh bırakma hakkında indi, denilirse, o da cizye âyetiyle neshedilmiş olur. 62Eğer seni aldatmak isterlerse, şüphesiz Allah sana yeter. O ki, seni yardımı ile ve mü'minlerle destekledi. "Eğer isterlerse"; Yani Kurayza Yahudileri, "seni aldatmak", onlara karışmaman için barış yaparak. Arap müşrikleri geldiği zaman da sana karşı onlara yardım ederler. "Şüphesiz Allah sana yeter": Zeccâc: Sana yetecek olan Allah’tır, demiştir. "O seni destekledi": Yani takviye etti. Mukâtil de: Seni yardımı ile ve Bedir savaşında ensardan mü’minlerle kuvvetlendirdi, demiştir. 63Onların kalplerini uzlaştırdı. Eğer yeryüzündeki şeylerin hepsini verseydin, kalplerini uzlaştıramazdın. Ancak onların aralarını Allah uzlaştırdı. Çünkü O, mutlak galip, hikmet sahibidir. "Kalplerini uzlaştırdı": Yani Evs ile Hazrec’in, onlar ensardır, cahilîyede aralarında düşmanlık vardı, Allah aralarını İslâm’lâ uzlaştırdı. Bu da en acayip âyetlerdendir; çünkü onlar çok gururlu idiler; eğer bir adam bir adama bir tokat atsa, kabilesi öcünü alıncaya kadar onun adına savaşırdı. İslâm onları öyle bir hale getirdi ki, adam İslâm için oğlunu ve babasını öldürür oldu. 64Ey o Peygamber, Allah ve sana tabi olan mü’minler sana yeter. "Allah ve sana tabi olan mü’minler sana yeter": Bunda iki görüş vardır: Birincisi: Allah sana yeter ve sana tabi olanlar sana yeter. Bunu Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş ve İbn Zeyd, Mukâtil ve birçokları da böyle demişlerdir. İkincisi: Allah ve sana tabi olanlar sana yeter, bunu da Mücâhid, demiştir. Şa’bî’den de her iki görüş nakledilmiştir. Ferrâ’ ile Zeccâc da iki görüşü kabul etmişlerdir. Said b. Cübeyr, İbn Abbâs tan şöyle dediğini rivayet etmiştir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ile otuz dokuz kişi Müslüman oldu. Sonra da Ömer Müslüman oldu ve kırk oldular. Bu âyet bunun üzerine indi. Ebû Süleyman Dımeşki şöyle demiştir: Bu hıfzedilmemiştir (mazbut değildir), sûre icma ile Medine’de inmiştir. Birinci görüş daha doğrudur. 65Ey o Peygamber, mü’minleri savaşa teşvik et. Eğer sizden sabırlı yirmi kişi olursa, iki yüz kişiyi yenerler. Eğer sizden yüz kişi olursa, kâfirlerden b. kişiyi yenerler. Çünkü onlar, anlamaz bir topluluktur. "Harridil mü’minine alel kıtal": Zeccâc: Tevili: Onları teşvik et demektir, demiştir. Tahrid lügatte insanı bir şeye öyle teşvik etmektir ki, ondan geri çekildiği takdirde harıd yani helak olacağını bilir. Harıd, helake yaklaşmak demektir. "Eğer sizden sabırlı yirmi kişi olursa, iki yüz kişiyi yenerler": Kelâmın lâfzı haber ise de manası emirdir: İki yüz kişiyle savaşsınlar, demektir. Bu, işin başında farz idi, sonra: 66Allah şimdi sizden (yükü) hafifletti ve sizde zayıflık olduğunu bildi. Eğer sizden sabırlı yüz kişi olursa, iki yüz kişiyi yenerler. Eğer sizden b. kişi olursa, Allah’ın izni ile iki b. kişiyi yenerler. Allah sabredenlerle beraberdir. "Allah şimdi sizden hafifletti” kavli ile neshedildi. Buna göre bir adama iki kişinin karşısında durması farz kılındı. Eğer ikiden çok olurlarsa, kaçması câizdir. Bu zorlama Bedir savaşında idi. Kurralar "in yekûn minküm” kavlinin ye ile olduğunda ittifak etmişlerdir. "Ve inyekün minküm mietün yağlibu elfen” kavlinde ve "fein yekûn minküm mietün sabiretün” kavlinde ihtilaf etmişlerdir; İbn Kesir, Nafî ve İbn Âmir ikisinde de te ile okumuşlardır. Onları Hamze ile Kisâi de ye ile okumuşlardır. Ebû Amr da "yekûn minküm mietün yağlibu"yu ye ile "fein yekûn minküm mietün sabiretün” kavlini de te ile okumuşlardır. Zeccâc şöyle demiştir: Kim müennes okursa, miet lâfzından dolayıdır. Kim de müzekker okursa, mietin müzekker sayıya denmiş olmasındandır. Ebû Ali de şöyle demiştir: Kim ye ile okursa, ondan müzekker kastedildiği içindir, delili de "yağlibu” kavlidir. Ayrıca sabreden yüz kişi de erkeklerdir. Onun için ye ile okudular, müzekker mahallini nazar-ı itibara aldılar. Ebû Amr ise, mietin sıfatı sabiretünün müennes olduğunu görünce fi’li de müennes etti. "Yağlibu"yu müzekker görünce, müzekker etti. Kelâmın manası şöyledir: Eğer sizden sabırlı yirmi kişi olursa, karşılaşma anında sebat gösterirler. Çünkü mü’minler hasbi davranırlar, müşrikler ise hasbi de davranmazlar sevap da istemezler. Bu takdirde mü’minler onlarla sıdk ile savaşırlarsa, onlar dayanamazlar. İşte: "Anlamazlar” kavlinin manası budur. "Ve alime": Mufaddal aynın zammasiyle "ve ulime", "enne fiküm du’fe"ni de dadın zammesiyle rivayet etmiştir. Âsım ile Hamze de, dadın fethası ile okumuşlardır. Rum: 55’teki ihtilafları da bu minval üzeredir. Ferrâ’ şöyle demiştir: Zam Kureyş lügatidir, feth de Temim lügatidir. Zeccâc da: Her iki kıraatin manası birdir, demiştir. Da’f ve du’f, meks ve müks, fakr ve fukr, denir. Fa’l ve fuul babı çoktur, mana da birdir. Ebû Cafer ise, fualae vezninde "ve alime enne fikün duafae” okumuştur. "Allah’ın izni ile": Bu da galibiyetin ancak Allah’ın dilemesiyle olacağını bildirmektedir. 67Bir peygamber için yeryüzünde düşmanları iyice sindirinceye kadar esirleri olmaz. Sizler dünya metaını istiyorsunuz. Allah ise ahireti istiyor. Allah mutlak galip, hikmet sahibidir. "Bir peygamber için yeryüzünde düşmanları iyice sindirinceye kadar esirleri olmaz": Müslim yalnız kendinin rivayet ettiği hadislerde Ömer b. Hattab’tan şöyle dediğini rivayet etmiştir: Allah Bedir savaşında müşrikleri yenilgiye uğratıp da içlerinden yetmiş kişi öldürülüp yetmişi de esir alınınca, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Ebû Bekir, Ömer ve Ali ile fikir alışverişinde bulundu. Ebû Bekir: Ey Allah’ın Nebisi, onlar senin amcaoğulların, aşiretin ve kardeşlerindir. Ben onlardan fidye almanı öneririm; aldığımız bizim için kâfirlere karşı kuvvet olur. Umulur ki, Allah onlara hidayet eder de bize kol kanat olurlar, dedi. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem de: "Sen ne dersin, ey Hattab’ın oğlu?” dedi. Ben de: Allah’a yemin ederim ki, ben Ebû Bekir’le aynı görüşte değilim; ancak ben, akrabam olan filancaya karşı bana imkan vermeni; onun da başını vurmamı; Ali’ye de kardeşi Akil’e karşı imkan vermeni, onun da boynunu vurmasını; Hamze’ye de kardeşine karşı imkan vermeni, onun da boynunu vurmasını teklif ederim. Ta ki, Allah bizim kalplerimizde müşriklere karşı acıma olmadığını bilsin. Bunlar Kureyş’in kahramanlandır, liderleri ve önderleridirler, dedim. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem, Ebû Bekir’in dediğine meyletti, benim dediğime kulak asmadı ve onlardan fidye aldı. Ertesi sabah olunca erkenden Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e gittim; baktım o ve Ebû Bekir oturmuş ağlıyorlar. Ben: "Ya Resûlallah, senin ve arkadaşının niçin ağladığınızı bana haber verin; eğer ağlayacak bir şey görürsem ben de ağlayayım, eğer ağlayacak bir şey bulamazsam ağlar gibi yapayım” dedim. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: Arkadaşının teklifinden dolayı ağlıyorum; azabınızın bana şu ağaçtan daha yakın olduğu gösterildi, dedi ve yakındaki bir ağacı gösterdi. Bunun üzerine Allahü teâlâ: "Bir peygamber için esir alma yoktur... o aldığınız şeyde size azap dokunabilir 67 ve 68 âyetlerini indirdi. 8 8- Müslim, Cihad, hadis no, 58; Ahmed, Müsned, 1/31,33. Hadis Ebû Dâvud ile Tirmizî de de kısaca rivayet edilmiştir. İbn Ömer’den de şöyle dediği rivayet edilmiştir: Ömer onların öldürülmelerini teklif edip de Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem onlardan fidye alınca, Allahü teâlâ: "Bir peygamber için esir almak olmaz... Elde ettiğiniz ganimetlerden helâl ve hoş olarak yiyin” âyetlerini indirdi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Ömer’le karşılaştı: "Sana muhalefet etmekle neredeyse başımıza belâ gelecekti” dedi. 9 9 - Suyuti, ed - Dürrülmensur, Ebû Nuaym'in Hilyetül Evliya'sından nakletmiştir. Cumhûr ye ile "en yekune” okumuştur, çünkü esirler erkektirler. Ebû Amr da "en tekune” okumuştur. Ebû Ali şöyle demiştir: Esra lâfzını dikkate alarak müennes okudu, çünkü esradan her ne kadar hem erkekler hem de kadınlar murat edilmişse de lâfzı müennestir. Çoğunluk ise "esra” okumuşlardır. "Limen fi eydiküm minel esra” da böyledir. Ebû Cafer ile Mufaddal da her iki yerde de "üsara” şeklinde okumuşlardır. Ebû Amr ile Eban da ikincisinde ona katılmışlardır. Zeccâc şöyle demiştir: îshan her şeyde kuvvet ve şiddet göstermektir, Eshanehul maradu denir ki, hastalık onu çökertti, demektir. Mana da: Düşmanları kırıp geçirmektir. Mananın: Yeryüzünde imkan sağlayıncaya kadar demek olması da câizdir. Müfessirler: Âyetin manası şöyledir, demişlerdir: Bir Peygamber için yeryüzünde iyice imkan sağlamadan fidye için veya karşılıksız olarak bir kâfiri tutması olamaz. Bedir gazası Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in ilk gazasıdır, o zaman henüz yeryüzünde güç kazanmış değildi. "Siz dünya metaını istiyorsunuz". O da maldır. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabı o gün adam başına dörder b. dirhem fidye almışlardı. "Allah ise ahireti istiyor": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Sizin için cenneti ister, bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Ahiret sevabını kazandıracak şeyle amel etmenizi ister, bunu da Maverdi zikretmiştir. İbn Abbâs, Mücâhid ve diğerlerinden, bu âyetin: "Ya karşılıksız ya da fidye karşılığı salıverin” (Muhammed: 4) kavliyle mensuh olduğu rivayet edilmiştir ki, bunun nesihle bir ilgisi yoktur. Çünkü Bedir savaşı Müslümanlar az iken olmuştur. Çoğalıp güçleri artınca, öteki âyet indi. Bunu da: "Yeryüzünde (düşmanı) sindirinceye kadar” kavli açıklamaktadır. 68Eğer Allah’ın geçmiş bir yazısı olmasa idi, aldığınız şeyden (fidyeden) dolayı size elbette bir azap dokunurdu. "Eğer Allah’ın geçmiş bir yazısı olmasa idi": Bunun manasında da beş görüş vardır: Birincisi: Eğer Allah ana kitapta ganimetleri size helâl edeceğini yazmış olmasaydı, Bedir savaşında size emir gelmeden önce acele ile ganimet ve fidye almanızdan dolayı size büyük bir azap dokunurdu. Bu manayı Ali b. Ebi Talha, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş, Mukâtil de böyle demiştir. Ebû Elureyre de şöyle demiştir. Bazı insanlar acele edip ganimet topladılar, bunun üzerine bu âyet indi. İkincisi: Eğer bilmeden bir günah işleyene azap etmeyeceğine dair Allah’tan bir yazı geçmemiş olsaydı, cezaya çarptırılırdınız. Bu manayı Atâ’, İbn Abbâs'tan, İbn Cüreyc de Mücâhid’ten rivayet etmişlerdir. İbn İshak da: Ancak men ettikten sonra azap edeceğine dair yazı geçmiş olmasaydı, demiştir ki, o zaman onları henüz men etmemişti. Üçüncüsü: Bedir gazilerine azap etmeyeceğine dair yazı geçmese idi, mutlaka size azap edilirdi. Bunu da Hasen, İbn Cübeyr ve İbn Ebi Necih, Mücâhid'ten rivayet etmişlerdir. Dördüncüsü: Eğer hata işleyip de sonra yaptığını bilen ve Tevbe edeni bağışlayacağına ilişkin Allah’tan yazı geçmemiş olsa idi. Bunu da Zeccâc zikretmiştir. Beşincisi: Eğer küçük günahların bağışlanacağını gösteren Kur’ân olmasaydı, elbette azap edilirdiniz. Bunu da Maverdi zikretmiştir. Kitap hakkında da iki görüş ileri sürülebilir: Birincisi: O gerçekten yazılmış bir kitaptır. Sonra bunda da iki görüş vardır: Birincisi: O, Allah’ın Levh-i Mahfuz’da yazdığıdır. İkincisi: O Kur’ân’dır. İkincisi: O, kaza ve takdir manasınadır. 69Artık elde ettiğiniz ganimetlerden helâl ü hoş olarak yiyin. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir. "Artık elde ettiğiniz ganimetlerden yiyin (fekülu mimma ğanimtüm)": Zeccâc: Fa ceza içindir, Mana da şöyledir, demiştir: Fidyeyi size helâl ettim onu yiyin. Helâl lâfzı ise hal olarak mensubtur. Mukâtil de şöyle demiştir: Şüphesiz Allah ganimetten helâl kılınmadan önce aldığınızı bağışlayandır, onu size helâl etmekle de size çok merhametlidir. 70Ey o Peygamber, ellerinizdeki esirlere de ki: "Eğer Allah kalplerinizde bir hayır bilirse, size, sizden alınandan daha hayırlısını verir ve sizi bağışlar. Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem; Ömer b. Hattab ile Habbab b. Eret’i Bedir savaşında ganimetin başına (görevli) getirdi; onu da Medine’de taksim etti. Esirleri de serbest bıraktı; bunların arasında Abbas, Akîl ve Nevfel b. Haris b. Abdülmuttalib vardı. Abbas’ın yanında o gün yirmi okka altın vardı. Bunlar onun fidyesinden hesap edilmedi ve iki yeğeninin de fidyesini vermekle sorumlu kılındı. Onların yerine de seksen okka altın verdi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: "Abbas’ın fidyesini katlayın” dedi. Ondan seksen okka aldılar. Her esirin fidyesi kırk okka idi. Bunun üzerine Abbas, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e: Beni yaşadığım sürece Kureyş’e el açmak durumunda bıraktın, dedi. O da: "(Karın) Ümmül- Fadl’ın yanında bıraktığını altınlar nerede?” dedi. O da: "Hangi altınlar?” dedi. Efendimiz de: Sen ona: Ben gidiyorum, bu seferimde başıma ne geleceğini bilmiyorum; eğer başıma bir şey gelirse, bu senin ve evlatlarınındır, dedin, dedi. O da: "Kardeşimin oğlu, bunu sana kim haber verdi?” dedi. O da: Allah haber verdi, dedi. Abbas da: Şahadet ediyorum ki, sen doğrusun, bugüne kadar senin Allah'ın Resul’ü olduğunu bilmedim, dedi ve iki yeğenine Müslüman olmalarını emretti; onlar da Müslüman oldular. "Ellerinizdeki esirlere deyin ki,...” âyeti de bunun üzerine indi. El - Avfi de İbn Abbâs’tan: Bunun Bedir savaşında bütün esir edilenler hakkında indiğini rivayet etmiştir. İbn Zeyd de şöyle demiştir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem gönderilince, ona bazı adamlar geldiler: Eğer şunlardan korkmasa idik Müslüman olurduk. Ancak Allah’tan başka İlâh olmadığına ve senin de O’nun Resul’ü olduğuna şahadet ederiz, dediler. Müşrikler, Uhut savaşı çıkınca: Kim bize katılmazsa evini yakar, malını yağma ederiz, dediler. Onlar da savaşa çıktılar. Onlardan bir kısmı öldürüldü, bir kısmı da esir edildi. Öldürülenler hakkında Allahü teâlâ: "Nefislerine zulmedenleri melekler öldürürken” âyetini indirdi. (Nahl: 28) Esir edilenler de: Ya Resûlallah, sen bilirsin ki, biz Allah’tan başka İlâh olmadığına ve senin de O’nun Resul’ü olduğuna şahadet ederdik, biz bunlardan korktuğumuz için çıktık, dediler. İşte: "Ellerinizdeki esirlere de ki,...” 70 ve 71 âyetleri bu olayı canlandırır. "Eğer Allah kalplerinizde bir hayır olduğunu bilirse": Bunun manası: İslâm ve doğruluk olduğudur. "Size sizden almandan daha hayırlısını verir": Sizden alman fidyeden, demektir. Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Sizden almandan daha çoğunu verir. İkincisi: Daha helâl ve daha temizini verir. Hasen, Mücâhid, Katâde ve İbn Ebi Able, hinin fethası ile: "Mimma ahaze minküm” okumuş, zamiri de Allah’a göndermişlerdir. "Sizi bağışlar” kavli hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: Küfrünüzü ve Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ile savaşmanızı bağışlar. Bunu da Zeccâc, demiştir. İkincisi: Müşriklerle beraber çıkmanızı bağışlar. Bunu da İbn Zeyd ilk sözünün bitiminde söylemiştir. 71Eğer sana hiyanet etmek isterlerse, daha önce Allah’a hainlik etmişlerdi de sana karşı onlara imkan (zafer) vermişti. Allah hakkıyle bilen, hikmet sahibidir. "Eğer sana hiyanet etmek isterlerse": Yani esirler İslâm’a girdikten sonra küfre dönmekle sana hiyanet etmek isterlerse, demektir. "Daha önce Allah’a hainlik etmişlerdi": Esir edilmelerinden önce inkâr etmekle. İbn Zeyd de şöyle demiştir: Müşriklerle beraber çıkmakla hiyanet etmişlerdi. Âyetin kelime-i şahadet getiren bir topluluk hakkında indiğini zikretmiştik. Mukâtil de şöyle demiştir: Mana şöyledir: Eğer sana hiyanet ederlerse, sana imkan veririm, Bedir’de imkan verdiğim gibi sen de onları öldürür ve esir edersin. Zeccâc da şöyle demiştir: "Allah hakkıyle bilir": Eğer hiyanet ederlerse hiyanetlerini, "hikmet sahibidir": Onlara karşı tedbirde ve onları cezalandırmada. 72Şüphesiz iman edenler, hicret edenler, malları ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler, (muhacirleri) barındıranlar ve yardım edenler (var ya), işte onların kimileri kimilerinin dostlarıdır. Onlar ki, iman edip de hicret etmediler, onlar hicret edinceye kadar sizin onlar için hiçbir velâyetiniz yoktur. Eğer sizden yardım isterlerse size onlara yardım etmek düşer. Ancak sizinle onların arasında antlaşma olan bir kavim müstesna (onlara karşı yardım etmeyin). Allah yaptıklarınızı pekiyi görendir. "Şüphesiz iman edenler, hicret edenler, malları ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler": Dine yardım için hicret edip yurt ve mallarını terk edenler, muhacirleri kastedediyor. "Barındırıp yardım edenler": Yani ensar, onlar Resûlüllah’ı barındırdılar, onları kendi yurtlarına yerleştirdiler ve düşmanlarına karşı onlara yardım ettiler. "İşte onların kimileri kimilerinin dostlarıdır": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Yardımda birbirlerinin dostlarıdır. İkincisi: Mirasta. Müfessirler şöyle demişlerdir: Onlar hicret ile mirasçı olurlardı, mü’min hicret etmeyen yakınına mirasçı olmazdı, işte: "Maleküm min velâyetihim min şeyin” kavlinin manası budur. İbn Kesir, Ebû Amr, Nâfi, İbn Âmir, Âsım ve Kisâi, vavm fethi ile: "Velâyetihim” okumuşlardır; Hamze de vavm kesri ile okumuştur. Zeccâc, mana şöyledir, demiştir: Hicret edinceye kadar sizinle onların arasında miras yoktur. Kim vilâyetin vavını meksur okursa, o emirlik gibidir. Kim de meftuh okursa, o da yardımdır. Nahivci Yûnus şöyle demiştir: Feth ile velayet aziz ve celil olan Allah’a aittir, kesr ile de işi üstlenmekten gelir. Ebû Ubeyde de şöyle demiştir: Feth ile velayet Halık’a, kesr ile vilayet de mahluka aittir. İbn Enbari şöyle demiştir: Feth ile velayet, velinin mastarıdır, vilayet ise valinin mastarıdır. Veliyyün beyyinül velayet ve valin beyyinül vilayet, denir. Tercihe şayan olan budur. Sonra bu onun yerinde, o da bunun yerinde kullanılabilir, İbn Fâris de şöyle demiştir: Feth ile velayet: Yardımdır, kesr ile vilayet ise: Yetkidir. Bazıları da bu velÂyetten maksat yardım ve sevgi ilişkisi olduğunu söylemiş ve: Bu hüküm: "Erkek ve kadın mü’minler birbirlerinin velileridir” (Tevbe: 71) âyetiyle neshedildi, demişlerdir. Bunun miras velâyeti olduğunu söyleyenler de onun: "Akrabalar birbirlerine daha yakındırlar” (Enfal: 75) âyetiyle neshedildiğini söylemişlerdir. "Eğer dinde sizden yardım isterlerse": Yani hicret etmeyen mü'minler sizden yardım isterlerse, onlara yardım edin, ancak sizinle aralarında antlaşma olan bir kavme karşı yardım istemeleri hariçtir. Binaenaleyh sözleşmelerine haksızlık etmeyin. Bazıları da şöyle demişlerdir: Hicret edene hicret etmeyene karşı istemedikçe yardım etmek yoktur. 73Kâfirler ise, onların kimileri kimilerinin velileridir. Eğer bunu yapmazsanız, yeryüzünde bir fitne ve büyük bir fesat olur. "Kâfirler ise, onların kimileri kimilerinin velileridir": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Mirasta velidirler, bunu İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Yardımda velidirler, bunu da Katâde, demiştir. "Eğer bunu yapmazsanız” (illâ tefaluhu): Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Hu zamiri mirasa râcîdir, Mana da şöyledir: Eğer size mirasta emrettiğimi tutmazsanız, demektir. Bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Yardımlaşmaya râcîdir, Mana da şöyledir: Eğer dinde yadımlaşmaz ve birbirinize destek vermezseniz. Bunu da İbn Cüreyc demiştir. Açıklaması da şöyledir: Eğer mü’min mü’mine gerçek şekilde dost olmaz ve kafirden elini tamamen çekmezse bu, dinde sapıklığa ve fesada götürür. Eğer Müslüman, kâfir akrabalarını terk eder ve Müslümanlara yardım ederse bu, kâfir akrabalarını İslâma ve şirki terk etmeye daha çok götürür. "Ve fesadün kebir": Ebû Hureyre ile İbn Semeyfa, se ile: "Kesir” okumuşlardır. 74İman edenler, hicret edenler, Allah yolunda cihad edenler ve (muhacirleri) barındırıp yardım edenler, işte onlar gerçek mü’minlerdir. Onlar için bağış ve tükenmez rızık vardır. "Onlar gerçek mü’minlerdir": Onlar hicret ve yardım iktizasıyla imanlarını gerçekleştirmişlerdir. Şirk üzerinde duran ise öyle değildir. Rızkun kerim de: Güzel rızıktır ki, o da cennettedir. 75Sonradan iman edenler ve sizinle beraber cihad edenler, işte onlar sizdendir. Akrabalar ise Allah’ın kitabında birbirlerine daha yakındırlar. Şüphesiz Allah her şeyi pekiyi bilendir. "Sonradan iman edenler": Yani ilk muhacirlerden sonra iman edenler, demektir. İbn Abbâs: Onlar Hudeybiye seferinden sonra hicret edenlerdir, demiştir. "Akrabalar birbirlerine daha yakındırlar": Yani hicretle mirastan, demektir. İbn Abbâs şöyle demiştir: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, ashabını birbirleriyle kardeş yaptı, onlar bu âyet ininceye kadar birbirlerine bu kardeşlikle mirasçı oldular; sonra da kan bağı ile mirasçı oldular. "Allah’ın kitabında": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: O, Levh-i Mahfuz’dur. İkincisi: O, Kur’ân’dır. Onlara miras taksimini Nisa suresi 11 ve 12. âyetlerde beyan etmiştir. Üçüncüsü: O, Allah’ın hükmüdür, bunu da Zeccâc zikretmiştir. |
﴾ 0 ﴿