9-TEVBE SÛRESİMedine’de inmiştir. 129 ayettir. 1Allah ve Resul’ünden kendileriyle antlaştığınız müşriklere ültimatomdur! İnişi O, icma ile Medine’de inmiştir. Ancak sonundaki şu iki âyet hariç: "Lekad caeküm Resûlün min enfüsiküm...” (Tevbe: 128, 129) Onlar Mekke'de inmiştir. Buhârî, Sahih’inde Bera hadisinde şöyle dediğini rivayet etmiştir: En son inen Beraet suresidir. 1 Bir Araptan bu sûreyi işittiği zaman: Bunun Kur’ân’dan en son inen sûre olduğunu sanıyorum, dediği nakledilmiştir. "Nereden bildin?” denilince: Çünkü onda bozulan sözleşmeler ve yerine getirilen vasiyetler işitiyorum, demiştir. 1 - Buhârî, Tefsir, Tefsirü suretit Tevbe. Beraet suresinden ilk inen âyetler hakkında üç görüş beyan ederek ihtilaf etmişlerdir: Birincisi: Ondan ilk inen: "Lekad nasarakumullahu fi mevatıne kesiretin” (Tevbe: 25) âyetidir. Bunu da Mücâhid, demiştir. İkincisi: "İnfiru hifafen ve sikalen” âyeti kerimesidir. (Tevbe: 41) Bunu da Ebudduha ile Ebû Mâlik, demişlerdir. Üçüncüsü: "İllatansuruhu” (Tevbe: 40) âyetidir. Bunu da Mukâtil, demiştir. Bu ihtilaf, ondan Medine’de ilk inenler hakkındadır, yoksa onlar sonundaki iki âyetin Mekke’de indiğini söylemişlerdir. Onun dokuz ismi vardır: Birincisi: Tevbe suresidir. İkincisi: Beraet’tir. Bu ikisi halk arasında meşhurdur. Üçüncüsü: Azap suresidir, bunu da Huzeyfe, demiştir. Dördüncüsü: Mukaşkışe (ortamı yatıştıran) suresidir, bunu da İbn Ömer, demiştir. Beşincisi: Buhus suresidir, çünkü o, münafıkların gizli sırlarını araştırmıştır. Bunu da Mikdad bir Esved, demiştir. Altıncısı: Fadıha suresidir, çünkü o, münafıkların gizli çamaşırlarını ortaya dökmüştür. Bunu da İbn Abbâs, demiştir. Yedincisi: Muba’sire suresidir, çünkü o, halkın haberlerini yaymış ve gizlerini ilan etmiştir. Bunu da İbn Zeyd ile İbn İshak, demişlerdir. Sekizincisi: Müşiredir, çünkü o, münafıkların rezalet ve kusurlarını gözler önüne sermiştir. Dokuzuncusu: Hafire suresidir, çünkü o, münafıkların kalplerini kazmıştır. Bunu da Zeccâc demiştir. Başına besmele yazmamaları hakkında da üç görüş vardır: Birincisi: Bunu İbn Abbâs rivayet etmiş ve şöyle demiştir: Osman b. Affan’a: "Size ne oldu da mesani (âyet sayısı yüzden az olan) Enfal’i, âyet sayısı yüzden fazla olan Beraet suresiyle birleştirdiniz ve aralarına besmele yazmadınız?” dedim. O da şöyle dedi: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ona bir şey indirildiği zaman vahiy katiplerini çağırır: Bunu falanca sûrenin içine koyun, derdi. Enfal da Medine’de inen ilk surelerdendi, Beraet de Kur’ân’dan son inen sûre idi. Konuları birbirine benziyordu. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ruhunu teslim etti, bize bundan bir şey açıklamadı. Biz de bunun da ondan olduğunu zannettik. O nedenle ben de onları birleştirdim ve aralarına: "Bismillahirrahmanirrahim” yazmadım. 2 2 - İmam Ahmed, Müsned, 1/57; Ebû Dâvud, Salat, bab, 133; Tirmizî, Tefsirü sureti 10; Hakim, Müstedrek, 2/330. Aynı izah Übey b. Ka’b’den de rivayet edilmiştir. Zeccâc da şöyle demiştir: Bu iki sûrenin aralarındaki benzerlik şudur: Enfal’da antlaşmalar zikrediliyor, Beraet’te de bozulmaları zikrediliyor. Katâde: O ikisinin bir sûre olduğunu söylerdi. İkincisi: Bunu da Muhammed b. el - Hanefiyye rivayet etmiş ve şöyle demiştir: Babama (Hazret-i Ali’ye): "Neden Beraet’in başına (bismillahirrahmanirrahim) yazmadınız?” dedim. O da: Oğlum, Beraet suresi kılıçla indi, "bismillahirrahmanirrahim” ise aman (güvence)dir, dedi. Süfyan b. Uyeyne’ye de bu sorulmuş: Çünkü besmele rahmettir, rahmet ise amandır. Bu sûre ise münafıklar hakkında indi, demiştir. Üçüncüsü: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem, Hudeybiye barışında "Bismillahirrahmanirrahim” yazınca, onu kabul etmediler ve reddettiler. Allah ise onları reddetmedi. Bunu da Abdülaziz b. Yahya el - Mekki, demiştir. İniş sebebi: Müfessirler şöyle demişlerdir: Araplar Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ile yaptıkları antlaşmaları bozmaya başladılar, Allah ona antlaşmalarını yüzlerine çarpmasını emretti. Bunun üzerine dokuzuncu senede Beraet suresini indirdi. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem de Ebû Bekir'i Hac Emiri ve insanlara hac yaptırması için gönderdi. Onunla beraber Beraet suresinin baş tarafım da insanlara okuması için gönderdi. Ebû Bekir hareket edince, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem Ali’yi çağırdı: "Bu sûrenin baş kısmını götür, insanlara bunu ilan et” dedi. Ali de Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in Adba adlı devesinin üzerinde çıktı, Ebû Bekir’e yetişti. Ebû Bekir döndü: "Ya Resûlallah, benim hakkımda bir şey mi indi?” dedi. O da: "Hayır, ancak benim adıma benden biri ilan eder; sen benim mağara arkadaşım ve ben de senin Havz-ı Kevser arkadaşın olmama razı değil misin?” dedi. O da: Peki, ya Resûlallah, dedi. Ebû Bekir de Hac Emiri, Hazret-i Ali de Beraet suresini ilan etmek üzere yürüdü. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in Beraet suresinin başından gönderdiği âyetlerin sayısında da beş görüş vardır: Birincisi: Kırk ayettir, bunu Hazret-i Ali radıyallahu anh demiştir. İkincisi: Otuz ayettir, bunu da Ebû Hureyre, demiştir. Üçüncüsü: On ayettir, bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan demiştir. Dördüncüsü: Yedi ayettir, bunu da İbn Cüreyc, Atâ’'dan rivayet etmiştir. Beşincisi: Dokuz ayettir, bunu da Mukâtil, demiştir. Eğer biri vehme kapılır da, Beraet suresinin Ebû Bekir’den alınıp Hazret-i Aliye verilmesinde Ali’nin Ebû Bekir’den üstün olduğunu çıkarmaya çalışırsa, cahillik etmiş olur. Çünkü Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bu hususta Arapların adetini yerine getirmiştir. Araplar antlaşmayı yapar veya bozarken bu görevi kendi kabilelerinden birine verirlerdi. Eğer öyle olmasa idi Araplar, bu bozma bizim adetlerimize aykırıdır, derlerdi. İşte Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, bu davranışı ile bunu ortadan kaldırdı. Amr b. Bahr de şöyle demiştir: Bu, Hazret-i Ali’nin Ebû Bekir’den üstün olduğunu göstermez, Peygamber onlara akitleri bozmadaki adetleriyle muamele etmiştir. Bunu da içlerinden ya bir seyyid veya kardeşi veya amcası oğlu gibi yakınından biri yapardı. Ebû Bekir o hac mevsiminde imam idi, Ali de namazda ona uyardı. Ebû Bekir hutbe okurdu, Hazret-i Ali dinlerdi. Ebû Hureyre de şöyle demiştir: Ebû Bekir o hac mevsiminde Mina’da ilan edecek tellallar arasında beni de gönderdi, biz şöyle seslendik: Bu seneden sonra bir müşrik hac etmeyecektir. Kimse Beytullah’ı çıplak tavaf etmeyecektir. Hazret-i Ali bizimle beraber hem Beraet suresini hem de bu maddeleri ilan etti. Şa’bî de şöyle demiştir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem, Hazret-i Ali’yi şu dört maddeyi duyurmak üzere gönderdi: Bu yıldan sonra hiçbir müşrik hac etmeyecektir. Kimse Beytullah’ı çıplak tavaf etmeyecektir. Cennete Müslüman olmayan giremez. Kimin Muhammed’le belli bir süreye kadar antlaşması varsa, süre bitimine kadar geçerlidir. Allah ve Resul’ü müşriklerden beridir. Tefsir: "Beraetün": Ferrâ’ bu, gizli "hazihi” mübteda zamiri ile merfudur; "suretün enzellnaha” (Nûr: 2) da böyledir, demiştir. Zeccâc da şöyle demiştir: Beri’tü minerrecüli veddeyni beraeten, ve beri’tü minel maradı, ve beri’tü ebreü bür’en denir. Beri’tü ebreü büruen de denir ki, hepsi kötü bir şeyden, hastalık ve borçtan beri (uzak) olmak manasınadır. Lamı hemze olan maddeler arasında bundan başka: Faaltü ef’ulu vezninde olan yoktur. Bereytül kaleme, ebrihi beryen denir ki, bu da kalem ve benzeri gibi şeyleri yontmaktır. Ebû Recâ’, Müverrik ve İbn Yamur, nasb ile: "Beraeten” okumuşlardır. Müfessirler şöyle demişlerdir: Burada beraet, dostluğu kesmek, dokunulmazlığı kaldırmak ve amana son vermektir. "Antlaştığınız” kavlindeki hitap, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in ashabına ise de maksat Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in kendisidir. Çünkü antlaşma işini bizzat yapan odur. Ashabı ise bundan razı idiler. Razı olmakla onlar da antlaşma yapmış gibidirler. Bu, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ile bütün antlaşma yapanlar için geneldir. Mukâtil ise: Onlar Araplardan üç kabiledir: Huzaa, Müdlic oğulları ve Cezime oğullarıdır, demiştir. 2Yeryüzünde dört ay dolaşın. Bilin ki, siz, Allah'ı aciz bırakamazsınız. Şüphesiz Allah kâfirleri aciz bırakacaktır. "Yeryüzünde dolaşın": Yani emniyet içinde hareket edin, bizden size bir kötülük dokunmayacaktır. Eğer biri: Bu, hazıra hitaptır, birinci âyet ise gaipten haber veriyor (üçüncü şahıstır) derse, buna iki cevap verilir: Birincisi: Araplarda gaipten hitaba geçmek câizdir, ünlü kahraman şair Antere de şöyle demiştir: (Sevgilim Able) aşıkların mezarından uzaktır, Ey Mahrem ’in kızı, seni aramak bana zor geliyor. Bu, Ebû Ubeyde’nin görüşüdür. İkincisi: Kelâmda gizli sözler vardır, takdiri şöyledir: Onlara, yeryüzünde seyahat edin, yani istediğiniz yere gidin, de. Bu da Zeccâc’ın görüşüdür. Bu dört ay kimlere verildi, bunda da dört görüş vardır: Birincisi: O, antlaşma yapanlara amandır; binaenaleyh kimin antlaşması bundan uzun ise buna indirilir, eğer bundan kısa ise ona çıkarılır. Antlaşması olmayanın süresi de Muharrem'in sonuna kadar elli gündür. Bunu İbn Abbâs, Katâde ve Dahhâk, demişlerdir. İkincisi: O; sözleşmesi olan ve olmayan bütün müşrikler içindir. Bunu da Mücâhid, Zührî ve Katâde, demişlerdir. Üçüncüsü: Bu, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in dört aydan daha az süre tanıdığı veya sınırsız aman verdiği kimseler için bir süredir. Amanı olmayana da savaş ilanıdır. Bunu da İbn İshak, demiştir. Dördüncüsü: Bu, aman veya sözleşmesi olmayanlara amandır; sözleşmesi olanlar sürelerinin sonuna kadar serbesttirler. İbn Saib şöyle demiştir: Bunu şu da teyit eder: Rivayete göre o gün Hazret-i Ali şöyle ilan etmiştir: Kimin Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ile belli süreye kadar sözleşmesi varsa, o süreye kadar geçerlidir. Bir varyantta da: Onun süresi dört aydır, denilmiştir. Bu dört ayın başlangıcı hakkında da dört görüş beyan ederek ihtilaf etmişlerdir: Birincisi: O, haram aylardır: Recep, Zilkade, Zilhicce ve Muharrem. Bunu İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Başı hacc-ı ekber günüdür, o da kurban günüdür, sonu da rebiülahirin sonudur. Bunu da Mücâhid, Süddi ve Kurazi, demişlerdir. Üçüncüsü: O şevval, zilkade, zilhicce ve muharrem aylarıdır. Çünkü bu âyet şevval ayında inmiştir. Bunu da Zührî, demiştir. Ebû Süleyman Dımeşki şöyle demiştir: Görüşlerin en zayıfı budur. Çünkü eğer böyle olursa, onlara bunu ilanın zilhiccenin sonuna bırakılması câiz olmaz; eğer öyle olursa, ilandan sonra onlara hiçbir şey lâzım gelmez. Dördüncüsü: Başı Zilhiccenin onu, sonu da rebiülevvelin onudur. Çünkü hac o sene o günde idi, sonra ikinci senede zilhiccenin onunda oldu. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem de onda haccetti ve: Tarih doğruldu, buyurdu. 3 3 - Buhârî, Tefsirü suretit Tevbe, bab, 8; Bed'ülhalk, bab, 2; Mağazi, bab, 77; Adahi, bab, 5; Tevhid, bab, 24; Müslim, Kasame, hadis no, 29; Ebû Dâvud, Menasik, bab 67; Ahmed, Müsned, 5/37, 73, Hadis Ebû Bekre'den rivayet edilmiştir. "Bilin ki, siz, Allah’ı aciz bırakamazsınız": Yani size bu dört aylık süre verilse de Allah’ın elinden kaçamazsınız, demektir. "Şüphesiz Allah kâfirleri perişan edecektir (ve ennallahe muhzul kâfirin)": Zeccâc, en iyisi, hemzenin fethi ile: î’lemu enne okumaktır. Cümle başı olarak da kesr ile (inne) okumak da câizdir. Bu, Allah’ın kâfirlere karşı mü’minlere yardım edeceğine garantidir. 3Allah ve Resul’ünden hacc-ı ekber günü insanlara duyurudur: Şüphesiz Allah ve Resul’ü müşriklerden uzaktır. Eğer Tevbe ederseniz o, sizin için daha hayırlıdır. Eğer yüz çevirirseniz, bilin ki, siz Allah’ı aciz bırakamazsınız. Kâfirleri acıklı bir azapla müjdele. "Ve ezanün minallahi ve resulihi": Yani ilandır, namaz ezanı da bundandır. Dahhâk, Ebû’l - Mütevekkil, İkrime, Cahderi ve İbn Yamur, hemzenin kesri, zalm sükunu ve elifsiz olarak: "Ve iznün” okumuşlardır. "îlennasi": Linnasi, demektir. Haza ilamün leke ve ileyke, denir ki, bu sana bildiridir demektir (ilâ lâm manasına kullanılmıştır. Mütercim). Burada insanlar; mü’minleri ve müşrikleri de içine alır. Hacc-ı ekber (en büyük hac) tabirinde de üç görüş vardır: Birincisi: O, Arafe günüdür, bunu da Ömer b. Hattab, İbn Zübeyr, Ebû Cuhayfe, Tâvûs ve Atâ’, demişlerdir. İkincisi: Kurban günüdür, bunu da Ebû Mûsa'l - Eş’ari, Muğire b. Şube, Abdullah b. Ebi Evfa, İbn Müseyyeb, İbn Cübeyr, İkrime, Şa’bî, Nehaî, Zührî, İbn Zeyd, Süddi ve diğerleri demişlerdir. Hazret-i Ali ile İbn Abbâs’tan da iki görüşün benzeri rivayet edilmiştir. Üçüncüsü: O, bütün hac günleridir, ondan gün diye tekil olarak ifade edilmiştir. Bunu da Süfyan Sevri, demiştir. Süfyan şöyle de demiştir: Buas günü, Cemel günü ve Sıffin günü denir ki, o günler, demektir. Zira o savaşlardan her biri günlerce devam etmiştir. Mücâhid’ten de üç görüşün benzeri rivayet edilmiştir. Ona hacc-ı ekber denilmesinde üç görüş vardır: Birincisi: Ona bu isim verilmiştir, çünkü o Müslümanların ve müşriklerin birlikte haccettikleri bir seneye rastlamıştır. Ona Yahudi ve Hıristiyanların bayramları da denk gelmişti. İkincisi: Hacc-ı ekber esas hactır, hacc-ı asgar da umredir. Bunu da Atâ’ ile Şa’bî, demişlerdir. Üçüncüsü: Hacc-ı ekber kıran hacadır, hacc-ı asgar ise ifrat hacadır, bunu Mücâhid, demiştir. "Ennellahe beriün": Hasen, Mücâhid ve İbn Yamur, hemzenin kesri ile: "İnnallahe” okumuşlardır (Allah uzaktır, demektir). "Minel müşrikin": Yani min ahdil müşrikin (onlarla yapılan antlaşmadan) demektir ki, muzaf hazfedilmiştir. "Ve resuluh": Mübteda olarak merfudur, haberi de gizlidir, mana da: Ve resuluhu eydan beriün (Resul’ü de ondan uzaktır) demektir. Ebû Rezin, Ebû Miclez, Ebû Recâ’, Mücâhid, İbn Yamur ve Zeyd de Ya’kûb ’tan rivayet ederek nasb ile: Veresulehu okumuşlardır. Allahü teâlâ sonra müşriklere hitaba dönerek: "Eğer Tevbe ederseniz": Yani şirkten dönerseniz, “eğer yüz çevirirseniz": Yani imandan, dedi. 4Ancak anlaştığınız, sonra da size karşı hiçbir şeyi eksik bırakmayan ve size karşı hiçbir kimseye yardım etmeyen müşrikler müstesna. Onlara antlaşmalarını sürelerine kadar tamamla. Şüphesiz Allah müttakileri sever. "Ancak antlaştığınız müşrikler müstesna": Ebû Salih, İbn Abbâs’tan şöyle dediğini rivayet etmiştir: Hazret-i Ali, Beraet suresini okuyunca, Damra oğulları, biz de onlar gibiyiz, dediler. O da: Hayır, çünkü Allahü teâlâ sizi istisna etti, dedi, sonra da bu âyeti okudu. Mücâhid de şöyle demiştir: Onlar Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ile bir süreye kadar antlaşma yapanlardır; onlara karşı bunu yerine getirmekle emrolundu. Zeccâc şöyle demiştir: Kelâmın manası şudur: Antlaşmalarını bozan taraflara duyurudur, ancak sizinle antlaşıp da antlaşmalarını bozmayanlar hariçtir; onlar antlaşmalarını bozmadıkça duyuruya dahil değildirler. Kadı Ebû Ya’lâ şöyle demiştir: Bu bapta sözün özü şudur: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile bütün müşrikler arasında genel bir antlaşma vardı, o da hiç kimsenin Beytullah’tan çevrilmemesi ve haram aylarda kimsenin korkutulmaması idi. Allah bunlara dört ay süre tanıdı. Yine onunla bazı kavimlerin arasında belli sürelere kadar antlaşma vardı, buna da riayet etmesi ve hiyanetlerinden korkulmadığı takdirde sürelerinin sonuna kadar onlara dokunmaması emrolundu. 5Haram aylar çıkınca müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün, onları hapsedin ve bütün geçitlerini tutun. Eğer Tevbe eder, namazı dosdoğru kılar ve zekâtı verirlerse, yollarını açın. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir. "Haram aylar çıkınca": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Onlar recep, zilkade, zilhicce ve muharrem aylarıdır. Bunu da çoğunluk, demiştir. İkincisi: Onlar seyahatin serbest edildiği dört aylardır, bunu da Hasen ile diğerleri demişlerdir. Buna göre bunlara haram denilmesi, müşriklerin kanlarının onlarda haram edilmesinden dolayıdır. "Müşrikleri öldürün": Yani antlaşmaları olmayanları, demektir. "Nerede bulursanız": İbn Abbâs şöyle demiştir: Serbest bölgede, haremde ve haram aylarda. "Ve huzuhum (onları yakalayın)": Yani esir edin. Ahîz tutsak, demektir. "Vahsuruhum": Onları hapsedin, demektir. Hasr, hapis manasınadır. İbn Abbâs: Eğer müdafaaya çekilirlerse onları muhasara edin, demiştir. "Vakudu lehum külle marsad (onların bütün geçitlerini tutun)": Ahfeş: Alâ külli marsad, demiştir. “alâ” edatı atılmış ve fiil de amel ettirilmiştir. Şair de şöyle demiştir: Biz çiğ eti pahalıya alır, Tencerelerde piştiği zaman ucuza veririz. Mana: Nuğali billahmi, demektir; “alâ” atıldığı gibi be de hazfedilmiştir. Zeccâc da şöyle demiştir: "Külle marsad": Zehebtü mezheben (gidecek yere gittim) sözündeki gibi zarftır. Burada half (arka) ve kuddam (ön) zarflarında olduğundan başka yapacağın bir şey yoktur. "Eğer Tevbe ederlerse": Yani şirklerinden, demektir. "Namazı dosdoğru kılar ve zekâtı verirlerse": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Bunu itiraf ederlerse, demektir. İkincisi: Bunu bilfiil yaparlarsa, demektir. Nasih ve mensuh Âlimleri bu âyette üç görüş beyan ederek ihtilaf etmişlerdir: Birincisi: Esirlerin hükmü öldürülmelerinin vacip olması idi, sonra: "Ya iyilik edersiniz ya da fidye alırsınız” (Muhammed: 4) âyetiyle neshedildi. Bunu da Hasen ile diğerleri demiştir. İkincisi: Tam aksine idi, esirlerde hüküm hapsedilerek öldürülmeleri câiz değildi; ya serbest bırakılacaklar yahutta fidyeleri alınacaktı, sonra bu da: Müşrikleri öldürün âyetiyle neshedildi. Bunu da Mücâhid ile Katâde demişlerdir. Üçüncüsü: İki âyet de muhkemdir, esir devlet başkanının eline düşünce o serbesttir; isterse onu azat eder, isterse fidye karşılığında salıverir, isterse de onu hapsederek öldürür. Bunların hangisinde yarar görürse onu yapar. Bu da Cabir b. Zeyd’in görüşüdür. Fukahanın çoğunluğu bunun üzerinedir. İmam Ahmed’in görüşü de budur. 6Eğer müşriklerden biri senden aman dilerse, ona aman ver. Ta ki, Allah’ın kelâmım dinlesin. Sonra da onu güven duyacağı yere ulaştır. Çünkü onlar bilmeyen bir kavimdir. "Eğer müşriklerden biri senden aman dilerse": Müfessirler şöyle demişlerdir: Sana öldürülmelerini emrettiğim müşriklerden biri, Kur’ân’ı dinlemek ve hakkındaki emir ve yasaklara bakmak için senden aman dilerse, ona aman ver, sonra da onu güven duyacağı yere ulaştır. "Çünkü onlar bilmeyen bir kavimdir": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Mana şöyledir: Sana öğretilmelerini ve korunmalarını emrettiğim bu şey, onların ilimden anlamamaları nedeniyledir. İkincisi: îman etmek istemediği zaman güven duyacağı yere götürmeni emrettiğim şey, onların Allah'ın hitabını bilmemelerindendir. 7Müşrikler için Allah katında ve Resul’ü katında nasıl bir antlaşma olabilir? Ancak Mescid-i Haram yanında antlaşma yaptıklarınız hariç. Onlar size dürüst davrandıkları sürece siz de onlara dürüst davranın. Şüphesiz Allah müttakileri sever. "Müşrikler için nasıl antlaşma olur?": Yani bu onlar için olamaz, demektir. "Ancak Mescid-i Haram yanında antlaşma yaptıklarınız hariç": Bunlar hakkında da üç görüş vardır: Birincisi: Onlar Damre oğullarıdır, bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Onlar Kureyşlilerdir, yine bunu da İbn Abbâs, demiştir. Katâde de şöyle demiştir: Onlar Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile Hudeybiye seferinde barış antlaşması yapıp da sonra onu bozarak müşriklere arka çıkanlardır. Üçüncüsü: Onlar Huzaalılardır, bunu da Mücâhid, demiştir. Siyer Âlimleri şöyle demişlerdir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem, Hudeybiye seferinde Süheyl b. Amr ile sulh yapınca, şunu yazdı: "Bu, Muhammed b. Abdullah’ın Süheyl b. Amr'lâ yaptığı sulh antlaşmasıdır: Taraflar on yıl savaşmayacaklar, insanlar bu süre içinde güvende olacaklar, birbirlerine karışmayacaklardır; şöyle ki, hırsızlık yoktur, hiyanet yoktur. Torbanın ağzı kapatılmıştır. İsteyen Muhammed’in tarafına geçebilir, isteyen de Kureyş’in tarafına geçebilir. Kim velisinin izni olmadan Mühammed’in tarafına geçerse, geri iade edilir. Muhammed’in ashabından da kim Kureyş’e gelirse, geri reddedilmez. Muhammed bu yıl umre yapmadan ashabıyla geri dönecektir. Ertesi sene ashabıyla gelecek, Mekke’de üç gün kalacaktır. Yolcu sİlâhından başka sİlâh taşımayacaklardır. Kılıçlar da kınından çıkarılmayacaktır". Bunun üzerine Huzaa kabilesi sıçradı: Biz Muhammed’in tarafına geçiyoruz, dediler. Bekir oğulları da sıçradı: Biz de Kureyş tarafını tutuyoruz, dediler. Sonra Kureyş, Huzaalılara karşı Bekir oğullarına yardım edip bir gece Huzaalılara baskın yaptılar; yirmi adamlarını öldürdüler. Sonra Kureyş, yaptığına pişman oldu; bunun Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ile yaptıkları antlaşmayı bozmak olduğunu anladılar. Huzaa’dan bir grup çıkıp Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e başlarına geleni haber verdiler. O da onlarla çıktı ve Mekke’nin fethi ile sonuçlandı. Ebû Ubeyde: Metinde geçen islal kelimesi, hırsızlık, iğlal de hiyanet manasınadır, demiştir. Torbanın ağzı kapalıdır sözü de bir misaldir; barışımız sağlam ve güvencelidir; ağzı kapalı torba gibi emniyetlidir, demektir. Bazı müfessirler de: "Ancak Mescid-i Haram yanında anlaştıklarınız hariçtir” kavlinin: "Müşrikleri nerede yakalarsanız öldürün” (Tevbe: 5) âyetiyle mensuh olduğunu iddia etmişlerdir. 8Nasıl (antlaşması olabilir ki,), eğer size karşı zafer elde ederlerse, sizin hakkınızda ne akrabalık ne de bir vecibe gözetmezler. Sizi ağızlarıyla memnun eder, kalpleri ise bunu kabul etmez. Onların çoğu fasıklardır. "Nasıl antlaşması olabilir ki,": Zeccâc, mana şöyledir, demiştir: Keyfe yukunu lehüm ahdün ve in yazharu aleyküm, bu hazfedilmiştir; çünkü yukarıda geçmiştir. Şair de şöyle demiştir: İkiniz bana ölümün köylerde olduğunu haber verdiniz, Nasıl olur, burası yayla ve kuyular semtidir? Yani: Nasıl ölmüş, burası köy değildir? Şair Hutay’a’nın sözü de böyledir: Nasıl olur, ben onları sizi olay karşısında yalnız bıraktıklarını Ve derinizi dildiklerini (soyunuza dil uzattıklarını) bilmiyorum? Yani Böylesi bir kavmi methettiğim için beni nasıl kınarsınız, demek istiyor. Bunu söyleme gereğini de duymamıştır. Çünkü kasidede bunu gösteren şey geçmiştir. "Yezheru": Güçleri yeter de zafer elde ederlerse, demektir. "La-yerkubûne (gözetmezler)": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: Hakkınızı korumazlar, demektir. İkincisi: Korkmazlar, bunu da Süddi, demiştir. Üçüncüsü: Hukukunuza riayet etmezler, demektir, bunu da Kutrub, demiştir. "İllen” hususunda da beş görüş vardır: Birincisi: O, akrabalıktır, bunu bir cemaat İbn Abbâs'tan rivayet etmiş; Dahhâk, Süddi, Mukâtil ve Ferrâ’ da böyle demişlerdir. Şöyle bir şiir getirmişlerdir: Arabozucular çoktur, eğer onları dinlerseniz, Ne akrabalığımıza ne de hukukumuza riayet ederler. Başkası da şöyle demiştir: Hayatına yemin ederim ki, senin Kureyşle akrabalığın Potuğun devekuşu yavrusu ile akrabalığı gibidir. İkincisi: O, komşuluktur, bunu da Hasen, demiştir. Üçüncüsü: O, Allahü teâlâ’dır, bunu da İbn Ebi Necih, Mücâhid’ten rivayet etmiş ve İkrime de böyle demiştir. Dördüncüsü: O, sözleşmedir, bunu da Hasif, Mücâhid’ten rivayet etmiş; İbn Zeyd ile Ebû Ubeyde de böyle demişlerdir. Beşincisi: O, yemindir, bunu da Katâde, demiştir. Abdullah b. Amr, İkrime, Ebû Recâ’ ve Talha b. Mûsarrif, hemzeden sonra ye ile: "Iylen” okumuşlardır. İbn Semeyfa ile Cuhduri de, hemzenin fethası ve “Lâm” ın şeddesi ile: "Ellen” okumuşlardır. Zimmeten de ne murat edildiği hususunda üç görüş vardır: Birincisi: O, antlaşmadır, bunu İbn Abbâs, Said b. Cübeyr, Katâde, Dahhâk ve diğerleri demişlerdir. İkincisi: Antlaşması olmayanlara sahip çıkmaktır, bunu da Ebû Ubeyde demiş ve şu beyti şahit göstermiştir: Bizim akrabalığımıza ve hukukumuza sahip çıkmazlar. Üçüncüsü: Aman vermektir, bunu da Yezidi, demiş ve: "En aşağıda olanları bile aman verebilir” hadisini delil getirmiştir. 4 4 - Buharı, Feraiz, bab, 21; Cizye, bab, 10; İtisam, bab, 5; Müslim, Hac, hadis no, 467, 470; İtk, hadis no, 20; Ebû Dâvud, Menasik, bab, 95; Cihad, bab, 147; Diyat, bab, 11; Tirmizî, Siyer, bab, 25; Vela, bab, 3; Nesâî, Kasame, bab, 10,14; İbn Mâce, Diyat, bab, 31; Ahmed, Müsned, 1/81, 119, 122, 126, 151, 2/192, 211, 398. "Sizi ağızlarıyla memnun ederler": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: Sizi vefakarlık hususunda ağızlarıyla memnun ederler, kalpleri ise ancak haksızlık eder. İkincisi: Sizi iman va’dinde ağızlarıyla razı ederler, kalpleri ise şirkten başka bir şeyi kabul etmez. Üçüncüsü: Sizi itâat hususunda ağızlarıyla memnun ederler, kalpleri ise isyandan başka bir şeyi kabul etmez. Bunları Maverdi zikretmiştir. "Çokları fasıklardır": İbn Abbâs: Sadakatten çıkmış, antlaşmalarını bozmuşlardır, demiştir. 9Allah’ın âyetlerini az bir pahaya satıp insanları O’nun yolundan çevirdiler. Hakikaten onların yaptıkları ne kötüdür! "Allah’ın âyetlerini az bir pahaya sattılar": Bunların kimler olduğunda iki görüş vardır: Birincisi: Onlar Ebû Süfyan’ın yemek sofrası üzerinde topladığı bedevilerdir, bunu Mücâhid, demiştir. İkincisi: Onlar Yahudilerden bir cemaattir, bunu da Ebû Salih demiştir. Birinciye göre, Allah'ın âyetleri: Delilleridir. İkinciye göre de, onlar Tevrat'ın âyetleridir. Az paha ise: Âyetlere karşılık aldıkları şeylerdir. Az olarak nitelenmesinde de iki mülahaza vardır: Birincisi: Çünkü o haramdır, haram ise azdır. İkincisi: Çünkü o, dünya metaldir, süresi azdır. "O’nun yolundan çevirdiler": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: O’nun Ev'inden çevirdiler, çünkü Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i Hudeybiye seferinde Mekke’ye girmekten men ettiler. İkincisi: İnsanları O’nun dininden menettiler. Üçüncüsü: Ahde vefa göstermeyip itâatten kaçındılar. 10Bir mü’min hakkında ne akrabalık ne de bir vecibe gözetmezler. İşte onlar mütecavizlerin ta kendileridir. 11Eğer Tevbe eder, namazı dosdoğru kılar ve zekâtı verirlerse, din kardeşlerinizdir. Bilen bir toplum için âyetleri açıkkyoruz. 12Eğer antlaşmalarından sonra yeminlerini bozar ve dininize dil uzatırlarsa, küfrün liderleri ile savaşın. Çünkü onların yeminleri yoktur. Belki vazgeçerler. "Eğer yeminlerini bozarlarsa": İbn Abbâs şöyle demiştir: Bu âyet; Ebû Süfyan b. Harb, Haris b. Hişam, Sehl b. Amr, İkrime b. Ebû Cehil ve Kureyş’in diğer reisleri hakkında inmiştir. Onlar Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in müttefikleri olan Huzaalılara karşı Bekir oğullarına yardım ederek antlaşmayı bozdular. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem de üzerlerine yürüyüp Huzaalılara yardım etmekle emrolundu. İşte Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’i Mekke’den çıkarmaya yeltenenler onlardır. Âyette geçen neks lâfzının manası: Bozmaktır. Yeminler de burada: Antlaşmalardır. Dine dil uzatmak da: Onu ayıplamaktır. Eğer bir zimmi İslâm’a dil uzatırsa, öldürülmesini gerektirir; çünkü ondan alınan söz, dine dil uzatmamaktır, saygılı olmaktır. "Fekatilu eimmetel küfri": Âsım, İbn Âmir, Hamze ve Kisâi, iki hemze ile "eimme” okumuşlar; İbn Kesir, Nafî ve Ebû Amr da birinci hemzeyi normal, İkincisini de yumuşak olarak okumuşlardır. Küfrün liderlerinden maksat da müşriklerin reisleri ve önderleridir. "Çünkü onların yeminleri yoktur": Yani onların gerçek antlaşmaları yoktur. Bu, hemzenin fethi ile eymane okuyanlara göredir ki, bunlar da çoğunluktur. İbn Âmir de kesr ile: "Lâ imane lehüm” okumuştur. Bunun da iki gerekçesi vardır ki, onları Zeccâc dile getirmiştir: Birincisi: Onları küfür ve imansızlıkla nitelemiştir. İkincisi: Onlar için aman yoktur. Amentuhu imanen denir, mana da: Andaşmayı bozmakla sizin amanınız geçersiz oldu, demektir. "Belki vazgeçerler": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Şirkten vazgeçerler. İkincisi: Antlaşmaları bozmaktan vazgeçerler. "Lealle": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: O reca (umut) manasınadır, anlamı da: Onların vazgeçmeleri umulur, demektir. Bu da Zeccâc’ın görüşüdür. İkincisi: O (key = için) manasınadır, bunu da Ebû Süleyman Dımeşki, demiştir. 13Yeminlerini bozan ve Peygamber’i çıkarmayı tasarlayan, üstelik sizinle savaşa ilk defa kendileri başlayan bir toplulukla savaşmaz mısınız? Onlardan korkuyor musunuz? Allah korkulmaya daha layıktır; eğer mü'minlerseniz. "Bir toplulukla savaşmaz mısınız?": Zeccâc şöyle demiştir: Bu, azarlama mahiyetinde söylenmiştir, manası da onlarla savaşa teşvik etmektir. Müfessirler şöyle demişlerdir: Bu, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in Hudeybiye sulhunda Huzaalıların aleyhine çalışmayacaklarına dair Kureyş’ten aldığı söz ve onların da bunu bozmaları üzerine inmiştir. "Peygamberi çıkarmayı tasarladılar": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Onlar içlerinde Ebû Süfyan’ın da bulunduğu Kureyş’ten bir topluluktur. Bunlar Peygamber’i Mekke’den çıkarmak isteyenler arasında idiler. İkincisi: Onlar Yahudilerden bir cemaattir, Resûlüllah sallallahu aleyhi sellem ile yaptıkları antlaşmaya sadık kalmadılar, sözleşmesini bozdular ve onu Medine’den çıkarmak için münafıklara yardım etmeyi düşündüler. "Sizinle savaşa ilk defa kendileri başladılar (savaşı onlar başlattılar)": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Müttefiklerinize saldırmakla savaşı önce onlar başlattılar, bunu İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Bedir günü sizinle savaşa onlar başladılar, bunu da Mukâtil, demiştir. "Onlardan korkuyor musunuz?": Zeccâc şöyle demiştir: Onlarla savaşmaktan başınıza kötü bir şey geleceğinden mi korkuyorsunuz? Allah’ın kötü azabı korkulmaya daha layıktır, eğer O’nun azabını ve sevabını tasdik ediyorsanız. 14Onlarla savaşın ki, Allah onlara sizin ellerinizle azap etsin, onları perişan etsin, onlara karşı size yardım etsin ve mü’min bir kavmin göğüslerine şifa versin (yüreklerini soğutsun). "Mü'min bir kavmin göğüslerine şifa versin": İbn Abbâs ile Mücâhid: Yani Huzaalıların göğüslerine şifa versin, demişlerdir. 15Kalplerindeki kini gidersin. Allah dilediğinin Tevbesini kabul eder. Allah hakkıyle bilen, hikmet sahibidir. "Kalplerindeki kini gidersin": Yani Kureyş’in kendilerine karşı Bekir oğullarına yardım etmeleriyle sıkıntı ve öfkesini gidersin. "Allah dilediği kimsenin Tevbesini kabul eder": Zeccâc: Bu, yeni söz başıdır, "onlarla savaşın” kavlinin cevabı değildir, demiştir. Bunlardan kimlerin kastedildiği hususunda da iki görüş vardır: Birincisi: Onlar Huzaa oğullarıdır, Mana şöyledir: Allah Huzaa oğullarından dilediğinin Tevbesini kabul eder. Bunu da İkrime, demiştir. İkincisi: O; Ebû Süfyan, İkrime ve Süheyl’in Tevbelerini kabul ettiği gibi müşrikler için genel bir hükümdür. "Allah hakkıyla bilendir": Mü’minlerin niyetlerini. "Hikmet sahibidir": Hükmettiği şeyde. 16Allah henüz içinizden cihad edenleri ve ne Allah’tan ne Resul’ünden ne de mü’minlerden başkasını sırdaş edinmeyenleri bilmeden bırakılacağınızı mı sandınız? Allah yaptıklarınızdan haberdardır. "Bırakılacağınızı mı sandınız?": Bununla muhatap olanlar hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: Onlar mü’minlerdir, savaş bazılarına zor gelince bununla hitap edildiler. Bunu da çoğunluk demiştir. İkincisi: Onlar münafıklardan bir cemaattir, özür dilemek için onunla beraber savaşa çıkmak isterlerdi. Bunu da İbn Abbâs, demiştir. Neden istifham edatına mîm dahil olarak "em” denilmiştir? Çünkü o, sözün arasında bulunan bir sorudur; onun başlangıç sorusundan ayırmak için gelmiştir. Ferrâ’ şöyle demiştir: Eğer söz başı olsa idi, ya elifle (hemze ile) ya da "hel” ile olurdu. Kelâmın manası da şöyledir: "Doğruyu yalancıdan ayıracak bir imtihan olmadan mı? "Henüz Allah bilmeden": Yani siz cihad edip de Allah da bunu sizden bilmeden önce demektir. Onu zaten gayb halinde iken biliyordu; şimdi de amele göre ceza vermek için bildiğini açığa çıkarmak istedi. Velîceten: İbn Kuteybe şöyle demiştir: O, gayri Müslimlerden tutulan sırdaştır. Bu, bir müslümanın müşriklerden bir dost ve arkadaş edinmesidir ki, vüluç’tan (girmekten, sokulmaktan) gelir. Ebû Ubeyde şöyle demiştir: Dışarıdan bir şeyi başka bir şeyin içine girdirirsen ona velice, denir. Bir toplumun içinde bulunan yabancı kimseye de velice, denir. 17Müşrikler için, kâfir olduklarına dair şahitlik edip dururlarken Allah'ın mescitlerini imar etmeleri olmaz. İşte onların amelleri boşa gitmiştir. Ve onlar ateşte ebedi kalıcıdırlar. "Makâne lilmüşrikine en yamuru mesacidallahi": İbn Kesir ile İbn Amr, tekil olarak: "Mescidallahi", çoğul sigasıyla da: "innema yamuru mesacidallahi” okumuşlardır. Âsım, Nâfi, Hamze ve Kisâi de, ikisini de cemi okumuşlardır. İniş sebebi de şöyledir: Kureyş’ten bir grup Bedir savaşında esir edildiler; içlerinde Abbas b. Abdülmuttalib de vardı. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabından bir bölük gelip onları şirklerinden dolayı ayıpladılar. Ali b. Ebû Talib, Abbas’ı Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ile savaşmasından ve akrabalık hukukuna riayet etmemesinden dolayı kınadı. Abbas da: "Neden kötülüklerimizden bahsediyorsunuz da iyiliklerimizi saklıyorsunuz?” dedi. Onlar da: "Sizin iyilikleriniz var mı?” dediler. Onlar da: Evet, biz mükafat bakımından sizden daha üstünüz; bizler Mescid-i Haram’ı tamir ediyor, Ka’be’yi koruyor, hacılara su dağıtıyor ve esirleri azat ediyoruz, dediler. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu da bir cemaat ile Mukâtil, demişlerdir. "Mescidi imar etme” hususunda da iki görüş vardır: Birincisi: İçine girip oturmaktır. İkincisi: Onu tamir edip onarmaktır. Her ikisi de kafire yasaktır. "Müşrikler için yoktur” ifadesi de: Müslümanların onları bundan men etmeleri gerekir demektir. "Şahidine (şahitlik ederek)": Bu da hâldir, mana da: Onlar küfrü ikrar edip dururlarken onu imar etmeleri yoktur, demektir. "Onların amelleri boşa gitmiştir": Çünkü inkârları sevaplarını gidermiştir. Eğer: "Nasıl inkârlarına şahitlik ederler ki, onlar kendilerinin doğru olduklarına inanırlar?” denilirse, buna üç türlü cevap verilir: Birincisi: Bu, Yahudi'nin: Ben Yahudiyim, Hıristiyanın da: Ben Hıristiyanım, demesidir. Bunu da Süddi, demiştir. İkincisi: Onlar Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in aklı başında herkesin hak olduğunu bildiği durumundan saptıkları için kendi aleyhine şahitlik eden kimsenin (kalesine gol atanın) durumuna düştüler. Üçüncüsü: Onlar Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’i tasdik eden ve ona tabi olmaya teşvik eden peygamberlere iman ettiler; onlara iman edip de ona (Muhammed’e) iman etmeyince, bu onların inkârlarını gösterdi, bu da onları kendi nefislerine karşı küfürle şahitlik etmiş durumuna düşürdü. Çünkü şahitlik açıklamak ve meydana çıkarmaktır. Bu iki görüşü İbn Enbari zikretmiştir. 18Allah'ın mescitlerini ancak Allah’a ve ahiret gününe iman eden, namazı kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar ederler. İşte onların doğru yolu bulanlardan olmaları umulur. Eğer: "Allah’ın mescitlerini ancak Allah'a ve ahiret gününe iman eden imar eder deyip de, Peygamber’i zikretmemesinin sebebi nedir? Hâlbuki iman ancak onunla tamam olur?” denilirse, cevabı şöyledir: Bunda Peygamber’e de işaret vardır; çünkü "namazı kılan” demiştir. Yani Peygamber’in getirdiği namaz demektir. Bunu da Zeccâc, demiştir. Eğer: ‘Asâ” reca fi'lidir; bu hasletleri yapan da şüphesiz hidayete ermiştir, denilirse bunun da cevabı şöyledir: Bu fi'lin Allah’a dönük yönü vaciptir, bunu da İbn Abbâs, demiştir (yani Allah’ın verdiği umuda bel bağlamak vaciptir. Mütercim). Eğer: Bazen Allah’ın mescitlerini bu nitelikte olmayanlar da imar eder, denirse, cevap şöyledir: Maksat, zikredilen bu sıfatları taşıyanlar imar etmeye hak kazanırlar demektir; yoksa onları imar edenler bu sıfatı kazanırlar demek değildir. 19Siz; hacılara su vermeyi ve Mescid-i Haram’ı imar etmeyi Allah’a ve ahiret gününe iman eden ve Allah yolunda cihad eden kimselerin ameli gibi mi tuttunuz? Bunlar Allah katında bir olmazlar. Allah zâlimler topluluğuna hidayet etmez. "Hacılara su vermeyi böyle mi saydınız?": İniş sebebi üzerinde altı görüş vardır: Birincisi: Müslim, Sahih’inde Numan b. Beşir’den şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ben, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in minberinin yanında oturuyordum, bir adam: Ben hacılara su verdikten sonra hiçbir amel etmesem gam yemem, dedi. Bir başkası da: Ben de Mescid- i Haram’ı tamir ettikten sonra hiçbir amel etmesem gam yemem, dedi. Bir başkası da: Allah yolunda cihad, sizin dediklerinizden daha faziletlidir, dedi. Hazret-i Ömer bunları azarladı ve: Şu Cuma günü Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in minberinin altında seslerinizi yükseltmeyin; ben cumayı kıldığım zaman girer bu tartıştığınız şeyleri Resûlüllah’a danışırım, dedi. Bunun üzerine bu âyet indi. 5 5- Müslim, Imare, hadis no, 111; Ahmed, Müsned, 4/269. İkincisi: Abbas b. Abdülmuttalib, Bedir savaşında: Eğer siz İslâm, hicret ve cihatta bizi geçtinizse de biz de Mescid-i Haram’ı tamir eder, hacılara su verir ve esirleri azat ederiz, dedi. Bunun üzerine bu âyet indi. 6 6- Taberi, tefsir, 14/170 Üçüncüsü: Müşrikler Beytullahilharam’ı imar eden ve hacılara su veren, iman ve cihad edenden daha hayırlıdır, dediler. Onlar haremin halkı olmakla övünürlerdi. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu da Atıyye el - Avfi, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Dördüncüsü: Ali, Abbas ve Talha - yani Kabe’nin koruyucusu - övündüler; Talha: Ben Beytullah’ın koruyucusuyum, anahtarı elimdedir; istersem içinde gecelerim, dedi. Abbas da: Ben de Hacılara su dağıtma görevinin başındayım, ben de istersem Mescit’te yatarım, dedi. Hazret-i Ali de: Ne dediğinizi anlamıyorum; ben de bütün insanlardan altı ay önce namaz kıldım, ben cihad adamıyım, dedi. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu da Hasen, Şa’bî ve Kurazi, demişlerdir. Beşincisi: Onlar hicret etmekle emrolununca Abbas: Ben hacılara su veririm; Talha: Ben de Kabe’nin bekçisiyim, bizler hicret etmeyiz, dediler; bunun üzerine bu ve bundan sonraki âyet indi. Bunu Mücâhid, demiştir. Mücâhid böyle anlatmıştır; ancak doğrusu: Osman b. Talha’dır. Çünkü bu Talha Müslüman olmamıştı. Altıncısı: Hazret-i Ali, Abbas’a: "Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e katılmayacak mısın?” dedi. O da: "Benim işim hicretten daha üstün değil midir? Ben Hacılara su dağıtmıyor ve Mescid-i Haram’ı imar etmiyor muyum?” dedi. Bunun üzerine bu ve bundan sonraki âyet indi. Bunu da Mürre el - Hemedani ile İbn Sîrin, demişlerdir. Zeccâc da, âyetin manası şöyledir, demiştir: Siz hacılara su vereni ve Mescid-i Haram’ı imar edeni Allah’a iman eden gibi mi saydınız? Burada muzafı (ehle’yi) hazfetti, muzafun ileyhi onun yerine geçirdi. Hasen Basri de şöyle demiştir: Kuru üzüm şırası yapılır ve hac mevsiminde hacılara içirtilirdi. İbn Abbâs: Mescidin imarı: Onu tütsülemek ve güzel koku vermektir, demiştir. Allahü teâlâ bu fullerinin şirkle beraber onlara fayda vermeyeceğini haber vermiş ve şirklerinden dolayı onlara zâlimler ismini vermiştir. 20İman edenlerin, hicret edenlerin ve Allah yolunda mallarıyla canlarıyla cihad edenlerin, Allah katındaki dereceleri daha büyüktür. Ve işte onlar başaranların ta kendileridir. 21Rableri onları kendinden bir rahmet, rıza ve içinde tükenmez nimetler bulunan cennetlerle müjdeliyor. 22Orada devamlı olarak ebedi kalacaklardır. Şüphesiz Allah'ın yanında büyük bir mükafat vardır. "Âzamu dereceten": Zeccâc şöyle demiştir: Bu, temyiz olarak mensubtur, mana da: Dereceleri başkalarınkinden daha yüksektir, demektir. Faiz: Umut ettiği hayrı ele geçiren, başarandır. Naîm ise: Rahat hayat demektir. Mükîm de: Sürekli manasınadır. 23Ey o iman edenler, babalarınızı ve kardeşlerinizi, eğer küfrü imana tercih ederlerse, dostlar edinmeyin. İçinizden kim onları dost edinirse, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir. "Babalarınızı ve kardeşlerinizi dostlar edinmeyin": İniş sebebi için beş görüş vardır: Birincisi: Müslümanlar hicret etmekle emrolununca, adam ailesine: Bize hicret emrolundu, derdi; bunun üzerine kimi ona koşar, kimine de ailesi ve eşi sarılır: Allah için olsun, bizi hiçbir şeysiz bırakma, derlerdi. Onun da kalbi acır, onlarla beraber otururdu, işte âyet bunun üzerine indi. Bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan, demiştir. İkincisi: Allah mü'minlere hicreti emredince, Müslümanları Ey Allah’ın Nebisi, eğer biz dinde bize muhalefet edenlerden ayrılırsak, atalarımızı ve aşiretlerimizi bırakmış oluruz ve ticaretimiz gider, yurdumuz harap olur, dediler. İşte bu âyet bunun üzerine indi. Bunu da Dahhâk, İbn Abbâs’tan demiştir. Üçüncüsü: Abbas: Ben hacılara su veririm, Talha da: Ben de Ka’be’yi korurum, biz hicret etmeyiz, dediler; bu ve bundan önceki âyet bunun üzerine indi. Bu da Katâde'nin görüşüdür. Bunu da Mücâhid’ten zikretmiş bulunuyoruz. Dördüncüsü: Birkaç kişi İslâm’dan dönüp Mekke’ye iltihak ettiler; Allah da onlara sahip çıkmayı yasakladı ve bu âyeti indirdi. Bunu da Mukâtil, demiştir. Beşincisi: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, insanlara Kureyş’e karşı Huzaalılara yardım etmelerini emredince Ebû Bekir es- Sıddik: "Ya Resûlallah, kendi kavmimize karşı hareket edeceğiz?” dedi. Bu âyet bunun üzerine indi. Bunu da Ebû Süleyman Dımeşki, demiştir. 24De ki: Eğer babalarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, akrabalarınız ele geçirdiğiniz mallar, durgunluğundan korktuğunuz ticaret ve hoşlandığınız meskenler, size Allah’tan, Resul’ünden ve O’nun yolunda cihattan daha sevgili ise, Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah fasıklar topluluğuna hidayet etmez. "De ki: Eğer babalarınız...” Âyetin iniş sebebi için üç görüş vardır: Birincisi: O, Mekke'de aileleriyle beraber kalıp da hicret etmeyenler hakkında inmiştir. Bunu Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. İkincisi: Ali b. Ebû Talib Mekke'ye geldi, bazılarına: "Hicret etmeyecek misiniz?” dedi. Onlar da: Bizler kardeşlerimiz, aşiretlerimiz ve evlerimizde kalacağız, dediler. Bu âyet bunun üzerine indi. Bunu İbn Sîrin, demiştir. Üçüncüsü: Bu ve bundan önceki âyet inince: Ya Resûlallah, eğer biz, dinde muhaliflerimizden ayrılırsak, baba ve aşiretlerimizden bağlarımızı koparırız, ticaretimiz gider ve yurtlarımız harabe olur, dediler. Bu âyet bunun üzerine indi. Bunu bazı müfessirler bu âyet üzerinde demişlerdir. Bazıları da birinci âyette, İbn Abbâs’tan hikaye ettiğimizi demişlerdir. Aşiret: Yakın akrabalardır. Ebû Bekir, Âsım’dan, cemi vezniyle "ve aşiratüküm” rivayet etmiştir. Ebû Ali de: izahı, muhataplardan her birinin bir aşireti olmasıdır, demiştir. Çoğul yaptığın zaman: Aşiratüküm, dersin. Tekil okuyanların dayanağı da şudur: Aşiret çoğula da denir; onun için cem’e gerek kalmamıştır. Ahfeş de: Araplar neredeyse aşireti, aşirat diye cemi yapmaz, onu ancak aşair şeklinde cemi yaparlar, demiştir. Tarabbus da: Beklemektir. "Allah emrini getirinceye kadar": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: O, Mekke’nin fethidir, bunu da Mücâhidle çoğunluk demişlerdir. Âyetin manâsı da şöyledir: Eğer ailenizin arasında oturmak ve kazandığınız mallar "durgunluğundan korktuğunuz ticaret” ülkenizden ayrılmanızdan dolayı "hoşunuza giden evler size daha sevgili ise” hicretten, o zaman Mekke fethedilinceye kadar sevap almadan bekleyin ki, hicretin farzlığı üzerinizden düşsün. İkincisi: O, azaptır, bunu da Hasen Basri, demiştir. 25Yemin olsun ki, Allah, size birçok yerde ve Huneyn (savaşı) gününde yardım etmişti. Hani, çokluğunuz sizi şımartmış, fakat sizden hiçbir şeyi gidermemiş ve yeryüzü bütün genişliğiyle size dar gelmişti. Sonra da yenilerek arkanızı dönmüştünüz. "Yemin olsun ki, Allah, size birçok yerde yardım etmişti": Mevatın, yerler, mekanlar demektir. Her cemi ki, içinde elif olur, ondan önce iki harfi olur ve ondan sonra da iki harf olursa, cer kabul etmez. Meselâ: Savami’ ve mesacid gibi. Huneyn’in cer alması ise müzekker isim olmasındandır. O, Mekke ile Taif arasında bir vadidir. Bir suya veya bir vadiye veyahut bir dağa müzekker ismi verir de onda da illet harfi olmazsa, onu cer edersin, Huneyn, Bedir, Hira, Sebir ve Dabık gibi. Âyetin manası şöyledir: Aziz ve celil olan Allah onlara ancak Allah’ın yardımı ile galip geleceklerini haber vermiştir. Sayı çokluğu ile değil. O günkü sayılarında da dört görüş vardır: Birincisi: Onlar on altı b. kişi idiler, bunu Atâ’, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. İkincisi: Yirmi b. kişi idiler, bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Üçüncüsü: Onlar on iki b. kişi idiler, bunu da Katâde, İbn Zeyd, İbn İshak ve Vakıdi, demişlerdir. Dördüncüsü: On bir b. beş yüz kişi idiler, bunu da Mukâtil, demiştir. İbn Abbâs şöyle demiştir: O gün bu sözü Seleme b. Vakş söyledi, insanların çokluğunu görünce: Bugün azlıktan yenilmeyiz, dedi. Bu söz, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’i üzdü ve o adamın sözüne göre mağlup oldular. "O gün çokluğunuz sizi şımartmış sizden hiçbir şeyi savmamıştı” sözü budur. Said b. Müseyyeb de: O sözü söyleyen Ebû Bekir es - Sıddik idi, demiştir. İbn Cerir de o sözü söyleyenin Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem olduğunu nakletmiştir. Hayır, Abbas idi ve: Bekir oğullarından bir adam idi, diyenler de olmuştur. "Ve dakat aleykümül ardu bima rahubet": Yeryüzü genişliğiyle size dar geldi, demektir. Buradaki be "fi” yerindedir: Dakat aleykümül ardu firahbiha ve birahbiha demiş gibi olursun. Huneyn kıssasına işaret: Siyer Âlimleri şöyle demişlerdir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem Mekke’yi fethedince, Hevazin ve Sakif kabileleri karar aldılar, gelip Evtas bölgesinde konakladılar. Onun üzerine yürümeye karar verdiler. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem de onlara doğru çıktı; birleşince Müslümanlar kalabalıklarından gururlandılar, bunun üzerine yenildiler. Bera b. Azib şöyle demiştir: Biz onların üzerine saldırınca dağıldılar, biz ganimetlere dalınca da oklarla üzerimize saldırdılar. Müslümanlar yarılıp Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’i yalnız bıraktılar. 7 7- Buhârî, Mağazi, bab, 54; Müslim, Cihad, hadis no, 80; Ahmed, Müsned, 4/281 Bazıları: O gün Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında ashabından Ebû Bekir, Ömer, Ali, Abbas ve Ebû Süfyan b. Haris kaldığını söylerler. Bazıları da: Yanında Abbas ile Ebû Süfyan’dan başkasının kalmadığını söylerler. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Abbas’a: Ey Ensar, ey Semüre ağacının altında Hudeybiye’de biat edenler, ey Bakara suresinin sahipleri, diye seslen, dedi. O da seslendi - sesi de gür idi - yavrusunu özleyip de ona doğru koşan develer gibi ona koştular: Buyur, Ya Resûlallah, buradayız, dediler. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem canla başla savaştıklarını görünce: İşte savaş şimdi kızıştı; ben Peygamberim, bunda yalan yoktur; ben Abdülmuttalib’in oğluyum, dedi. Sonra Abbas’a: Bana bir avuç çakıl taşı ver, dedi. O da verdi: Yüzleri kara olsun diyerek onu düşmanlara doğru attı. Diyor ki: Ka’be’nin Rabbine yemin ederim ki, hezimete uğradılar. Allah kalplerine korku saldı, onlar da yenildiler. 8 8- Müslim, Cihad, hadis no, 81; Ahmed, Müsned, 1/207. Onlar: İçimizde gözüne toprak girmeyen biri kalmadı, derlerdi. 9 9- İmam Ahmed, Müsned, 5/286. 26Sonra Allah sükunetini Resul’ünün ve mü’minlerin üzerine indirdi. Görmediğiniz askerler indirdi. Kâfirlere de azap etti. İşte kâfirlerin cezası budur. "Sonra Allah sükunetini indirdi": Yani yenilgiden sonra, demektir. Ebû Ubeyde: Sekine feile veznindedir, sükunetten gelir, demiş ve şu şi’ri okumuştur: Allah için olsun, o kabri, içinde sakladığı şey kıymetlendiriyor, İçinde sükunet ve vakar saklamaktadır. Müfessirler de aynı şekilde: O güven ve huzurdur (kuvve-i maneviyedir), demişlerdir. "Görmediğiniz askerler indirdi": İbn Abbâs: Melekler indirdi, demiştir. Onların o günkü sayılarında da üç görüş vardır: Birincisi: On altı b. idiler, bunu da Hasen, demiştir. Beş b. idiler, bunu da Said b. Cübeyr, demiştir. Üçüncüsü: Sekiz b. idiler, bunu da Mücâhid, demiştir. O gün melekler savaştılar mı yoksa savaşmadılar mı? Bunda da iki görüş vardır. "Kâfirlere azap etti": Bunda da dört görüş vardır: Birincisi: öldürmekle, bunu İbn Abbâs ile Süddi, demişlerdir. İkincisi: Öldürmek ve yenmekle, bunu da İbn Ebza ile Mukâtil, demişlerdir. Üçüncüsü: Korku ve tedirginlikle, bunu da Maverdi zikretmiştir. Dördüncüsü: öldürmek, esir etmek, çocuklarını tutsak etmek ve mallarını almakla. Bunu da tefsir nakilcilerinden bazıları demişlerdir. 27Sonra bunun ardından Allah dilediğinin Tevbesini kabul eder. Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir. "Sonra Allah bunun ardından dilediğinin Tevbesini kabul eder": Yani onu şirkten çıkarıp Tevbeye muvaffak kılar, demektir. 28Ey iman edenler, müşrikler ancak necistir (pistir). Artık bu yıllarından sonra Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar. Eğer fakirlikten korkarsanız, yakında Allah dilerse sizi lütfundan zengin eder. Şüphesiz Allah hakkıyle bilen, hikmet sahibidir. "Müşrikler ancak necistir": Ebû Ubeyde: Manası: Pistir, demiştir. Zeccâc da: Her pis şeye neces denir, demiştir. Ferrâ’ da: Araplar, eğer öncesinde rics kelimesi geçmezse, neredeyse nics demezler. Opu yalnız kullanırlarsa: Neces, derler. Necis olmalarından ne murat edildiği hususunda da üç görüş vardır: Birincisi: Onların bedenleri necistir, tıpkı köpek ve domuz gibi. Bunu Maverdi, Hasen ile Ömer b. Abdülaziz’den nakletmiştir. İbn Cerir de Hasen’den: Kim onlarla tokalaşırsa, abdest alsın, dediğini rivayet etmiştir. İkincisi: Onlar necis gibidirler, çünkü cenabetten gusül gibi vacip olan şeyleri yapmazlar, bedenleri bizzat necis olmasa da böyledir. Bunu da Katâde, demiştir. Üçüncüsü: Bizim onlardan necisten sakınır gibi sakınmamız lâzım gelince, onlar da sakınma bakımından necis gibi oldular. Bu da çoğunluğun görüşüdür ve en doğrusu da budur. "Artık Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar": Tefsirciler şöyle demişlerdir: Haremin tamamı kastedilmiştir. "Bu yıllarından sonra": O da hicretin dokuzuncu senesidir. Bu senede Ebû Bekir hac emiri idi ve Beraet suresi okundu. İmam Ahmed radıyallahu anh âyetin zahirini almış ve onların hareme girmeleri yasaktır, demiştir, imam Malik ile Şâfiî’nin görüşleri de böyledir. Mescid-i Haram’dan başka mescitlere girme hususunda ise ondan değişik rivâyetler vardır. Bir ihtiyaç olmadıkça, tıpkı Harem gibi onlara girmesini de yasaklamıştır. Malik’in görüşü de böyledir. Ondan bunun câiz olduğu da rivayet edilmiştir ki, Şâfiî de bu görüştedir. Ebû Hanife ise: Mescid-i Haram’a da diğer mescitlere de girmeleri câizdir, demiştir. "Ve in hıftüm ayleten": Sa’d b. Ebi Vakkas, İbn Mes’ûd, Şa’bî ve İbn Semeyfa’: "Ayileten” okumuşlardır. Said b. Cübeyr de şöyle demiştir: "Müşrikler ancak necistir, bu yıllarından sonra Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar” âyeti inince bu, Müslümanlara ağır geldi: "Bize kim gıda maddesi getirir?” dediler. Onlar ticaret malı getirirlerdi. Bunun üzerine: "Eğer fakirlikten korkarsanız... “âyeti indi. Ahfeş şöyle demiştir: Ayle fakirliktir. Ale yeilü ayleten denir ki: Fakir olmaktır. Eale ialeten fehüve yuilü ise: Aile sahibi olmaktır. Ebû Ubeyde de: Burada ayle, ale fülanün’den mastardır ki, fakir olmak manasınadır demiş ve şu beyti okumuştur: Fakir ne zaman zengin olacağını bilemez, Zengin de ne zaman fakir olacağını bilemez. Müfessirlerin "ve-in” edatı üzerinde iki görüşleri vardır: Birincisi: O şart içindir, en açığı da budur. İkincisi: O "veiz = hatırla o zamanı” manasınadır, bunu da Amr b. Fayed, demiştir. Onlar şöyle demişlerdir: Müslümanların fakirlikten korkmaları, müşriklerin onlara ticaret malı getirmelerindendir. Onlar gıda maddesi vs. şeyler getirirlerdi. "Allah dilerse sizi lütfünden zengin eder": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: Müşrikler onlardan çekilince Allah onlara yağmur verdi, her şey çoğaldı. Bunu da İkrime, demiştir. İkincisi: Onları ehl-i kitaptan aldıkları cizye ile zengin etti. Bunu da Katâde ile Dahhâk, demişlerdir. Üçüncüsü: Necid, Cüreş ve San’a halkı Müslüman oldular; Mekke’ye kervanlarla gıda maddesi taşıdılar; Allah da onları bu sayede zengin etti. Bunu da Mukâtil, demiştir. "Şüphesiz Allah hakkıyle bilendir": İbn Abbâs: Size yarayanı bilir, "hikmet sahibidir": Müşrikler hakkında verdiği hükümde, demiştir. 29Allah’a ve ahiret gününe iman etmeyen, Allah ve Resul’ünün haram ettiklerini haram etmeyen ve hak dini din edinmeyen kitap ehli ile, cizyeyi elden ve küçülerek vermedikçe savaşın. "Allah’a iman etmeyenlerle savaşın": Müfessirler, bu âyet Yahudi ve Hıristiyanlar hakkında inmiştir, demişlerdir. Zeccâc, manası: Allah’a muvahhitler gibi iman etmeyenlerle savaşm, demiştir. Çünkü onlar yaratıcının O olduğunu ikrar ettikleri halde çocuğu olduğunu ikrar ettiler, öldükten sonra dirilmeye imanları da böyledir; çünkü onlar cennet halkının yiyip içeceklerini kabul etmezler. Maverdi şöyle demiştir: Ahireti ikrar etmek, O’nun haklarını da ikrar etmeyi gerekli kılar. Onlarsa onu ikrar etmediklerinden O’nu da ikrar etmemiş gibi oldular. "Allah ve Peygamber’in haram ettiğini haram etmezler": Said b. Cübeyr: Yani içki ve domuz etini haram etmezler, demiştir. "Hak dini din edinmezler": Hak hususunda da iki görüş vardır: Birincisi: O, Allah’ın adıdır, mana da: Allah’ın dini demek olur. Bunu da Katâde, demiştir. İkincisi: O, dinin sıfatıdır, mana da: Hak dini din edinmezler olur. Bu durumda isim sıfata izafe edilmiştir. "Din edinmek"te de iki görüş vardır: Birincisi: O itâat manasınadır, mana da: Allah’a hakkı ile itâat etmezler olur. Bunu da Ebû Ubeyde, demiştir. İkincisi: O, dane yedinü’den gelir ki, bir şeye sarılmaktır. Sonra Kelâmın tamamında da iki görüş vardır: Birincisi: Mana şöyledir: Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in dinine girmezler, çünkü o, kendinden öncekini hükümsüz kılmıştır. İkincisi: Tevrat’ta Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e tabi olmayı öneren şeylerle amel etmezler. "Cizyeyi verinceye kadar": İbn Enbari şöyle demiştir: Cizye onların başlarına konan haraçtır. Cizye denmesi, ödenmesi gerekli şey olmasındandır, ceza yeczi sözünden gelir ki, ödemek manasınadır. "Hiçbir nefis başka bir nefis adına bir şey ödemez” (Bakara: 48) âyeti ile "senden sonra kimseden ödemez (kabul olunmaz)” hadisinde de bu manayadır. 10 10 - Müslim, Adahi, hadis no, 7. "Elden": Sözü hakkında da altı görüş vardır: Birincisi: Zorla, demektir, bunu da Katâde ile Süddi, demişlerdir. Zeccâc da: Ezilerek, büzülerek, demiştir. İkincisi: O nakden ve peşinen, demektir, bunu da Şerik ile Osman b. Mukassim, demişlerdir. Üçüncüsü: O, karşılıksız vermektir, bedel olarak vermek değildir, bunu da İbn Kuteybe, demiştir. Dördüncüsü: Mana şöyledir: Müslümanların ellerinin kendi ellerinin üstünde olduğunu itiraf ederek. Beşincisi: Bunun bir nimet ve ikram olduğunu bilerek. Çünkü müslümanların onlardan cizyeyi kabul etmeleri kendileri için bir ikramdır. Bu iki görüşü Zeccâc nakletmiştir. Altıncısı: Onu elleriyle öderler, aracılarla değil. Bunu da Maverdi zikretmiştir. "Ve-hüm sâğirun": Sâğir; hor ve hakir, demektir. Küçülerek vermeleri gereken tavır hakkında da beş görüş vardır: Birincisi: Yakalarından tutularak sürüklenirler, bunu Ebû Salih, İbn Abbâs'tan rivayet etmiştir. İkincisi: Verdikleri için onlara teşekkür edilmez, bunu da Selman Farisi, demiştir. Üçüncüsü: Ayakta verirler, alan ise oturur, bunu da İkrime, demiştir. Dördüncüsü: Cizye vermek aşağılıktır. Beşincisi: Onlara İslâm'ın hükümlerini uygulamak onlar için küçüklüktür. Hangi kâfirlerden cizye alınacağı hususunda ihtilaf edilmiştir: İmam Ahmed’den meşhur olan görüş, ancak Yahudi, Hıristiyan ve Mecusilerden kabul edileceğidir. Şâfiî de böyle demiştir. Hasen b. Sevap, İmam Ahmed’den şöyle dediğini rivayet etmiştir: Arap ve Acemlerden din sahibi olanlar esir edilirse; Araplar Müslüman olmazlarsa, kılıçla öldürülür. Ötekiler ise Müslüman olmazlarsa, cizye verirler. Bunun zahirinden anlaşıldığına göre cizye hepsinden alınır. Ancak putperest Araplar müstesnadır. Bu da Ebû Hanife ile İmam Malik’in görüşleridir. Cizye hangi nitelikte olanlardan alınır? O savaşanlardan alınır. Hasta, kör, felçli, yaşlı ihtiyar, kadınlar, çocuklar ve insanlara karışmayan rahiplerden cizye alınmaz. Cizyenin miktarına gelince: Arkadaşlarımız şöyle demişlerdir: Zenginden kırk sekiz dirhem, orta halliden yirmi dört dirhem, çalışan fakirden on iki dirhem alınır. Bu Ebû Hanife’nin görüşüdür. İmam Malik ise şöyle demiştir: Altını olanlar dörder dinar, gümüşü olanlar da kırkar dirhem verirler. Bu hususta zengin ile fakir birdir. Şâfiî de: Zengine de fakire de birer dinar vardır, demiştir. Bunlardan eksik ve fazla alınır mı? Esrem, İmam Ahmed’ten: Varlıklarına göre artılır ve eksiltilir dediğini rivayet etmiştir. Bunun zahirinden anlaşıldığına göre durum, devlet başkanının içtihat ve görüşüne bırakılır. Ya’kûb b. Bahtan da: Devlet başkanının bu hususta indirime gidemeyip artırabileceğini nakletmiştir. Cizyenin ödeme zamanı: Cizye yılsonunda ödenir, Şâfiî böyle, demiştir. Ebû Hanife ise: Yılbaşında vacip olur, demiştir. Sene seneye girerse, geçen senenin cizyesi düşer mi? Bize göre düşmez. Ebû Hanife ise: Düşer, demiştir. Cizye veren müslüman olursa, cizye İslâm ile düşer. Ölürse, İbn Hamid: Düşmez, demiştir. Kadı Ebû Ya’lâ da: Düşme ihtimali vardır, demiştir. 30Yahudiler: "Uzeyr Allah’ın oğludur” dediler. Hıristiyanlar: "Mesih (İsa) Allah’ın oğludur” dediler. Bu, onların ağızlarıyla (geveleyerek) söyledikleri sözlerdir. Daha önceki kâfirlerin sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin, (haktan) nasıl da döndürülüyorlar? "Ve kaletil yahudu Uzuyrunibnullah": İbn Kesir, Nâfi, Ebû Amr, İbn Âmir ve Hamze, tenvinsiz olarak: "Uzuyrubnullah” okumuşlar; Âsım, Kisâi, Ya’kûb ve Abdülvaris de Ebû Amr’dan naklen, tenvinle okumuşlardır. Mekki b. Ebi Talib şöyle demiştir: Kim Uzeyr’i tenvinle okursa, onu mübteda olarak merfu eder, "İbn” de haberi olur. Bu durumda iki sakinin birleşmesinden dolayı "Uzeyr"den tenvini atmak güzel olmaz. "İbn"in hemzesi de yazıdan düşürülmez. İki sakin yan yana geldiği için tenvin meksur kılınır. Kim de "Uzeyr’i tenvinlemezse yine onu mübteda kılar, "İbn” de onun sıfatı olur. Buna göre iki sakin birleştiği ve sıfatla mevsuf tek şey gibi olduğu için tenvin atılır. "İbn"in hemzesi de hazfedilir. Haber de gizlidir, takdiri şöyledir: Uzeyrubnullahi nebiyyüna ve sahibüna” (Allah’ın oğlu Uzeyr, peygamberimiz ve arkadaşımızdır). İniş sebebi şöyledir: Selam b. Mişkem, Numan b. Evfa, Şase b. Kays ve Malik b. Sayf, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e geldiler: "Sana nasıl tabi oluruz ki, sen kıblemizi terk ettin ve sen Uzeyr’in Allah’ın oğlu olduğunu kabul etmiyorsun?” dediler. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu da İbn Abbâs, demiştir. İbn Ömer ile İbn Cüreyc de: Bunu söyleyen Finhas’tır, demişlerdir. Şeyhimiz dilci Ebû Mansur der ki: O (Uzeyr), yabancı bir kelimedir, Arapçalaşmıştır; lâfzı Arapça’ya benzerse de o, İbranice’dir. Ben ondan böyle okudum. Mekki b. Ebi Talib de şöyle demiştir: Uzeyr bütün nahiv bilginlerine göre Arapça’dır, yuazziruhu kavlinden türetilmiştir. İbn Abbâs da şöyle demiştir: Böyle demelerinin sebebi şudur; çünkü onlar hak dışı şeyle amel edince Allah onlara Tevrat’ı unutturdu ve onu kalplerinden sildi. Uzeyr Allah’a dua etti; kalplerinden silinen, onun aklına geri geldi ve gökten bir nûr inip içine (göğsüne) girdi. Kavmine: Allah bana Tevrat’ı verdi, diye seslendi. Onlar da: Onu sana vermesi başka değil, Allah’ın oğlu olmandan dolayıdır, dediler. İbn Abbâs’tan başka bir rivayet de şöyledir: Buhtunassar, İsrâil oğullarını yenip de Beyt-i Makdis’i yıkınca Tevrat’ı okuyanları öldürdü. Uzeyr ise gençti, onu bıraktı. Uzeyr Babil toprağında ölüp de yüz yıl kalınca Allah onu diriltti, sonra da onu İsrâil oğullarına gönderdi: Ben Uzeyr’im, dedi. Ona inanmadılar ve: Atâ’larımızın bize anlattıklarına göre Uzeyr Babil toprağında ölmüştür; eğer sen Uzeyr isen Tevrat’ı bize yazdır, dediler. O da onlara yazdı, onlar da: Sen Allah'ın oğlusun, dediler. “Uzeyr“ e bunu diyenler hakkında üç görüş vardır: Birincisi: Onlar bütün İsrâil oğullarıdır, bu da İbn Abbâs’tan rivayet edilmiştir. İkincisi: Geçmişlerinden bir gruptur, bunu da Maverdi, demiştir. Üçüncüsü: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem zamanında yaşayan bir cemaattir. Bunların hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: O, yalnız Finhas’tır, bunu da İbn Ömer ile İbn Cüreyc’ten zikretmiş bulunuyoruz. İkincisi: Onlar âyetin başında İbn Abbâs’tan zikrettiklerimizdir. Eğer: "Bunu bazıları dediyse neden hepsine nispet ediliyor?” denilirse, buna iki cevap verilir: Birincisi: Tek kişiye de cemaat denilmesi lügatte bilinen bir şeydir. Araplar: Basra’dan katırların üzerinde geldim, der, hâlbuki o, bir tek katıra binmiştir. İkincisi: Bunu demeyenler de içlerinden onu reddetmemişlerdir. "Hıristiyanlar da Mesih, Allah’ın oğludur, dediler": Bunu demelerinin sebebinde de iki görüş vardır: Birincisi: Çünkü o, erkeksiz (babasız) dünyaya gelmiştir. İkincisi: Çünkü o, ölüleri diriltmiş, gözsüz ve abraş hastalarını iyileştirmiştir. Biz de bu manayı Maide: 110’da şerh etmiş bulunuyoruz. "Bu onların ağızlarıyla söyledikleri sözleridir": Eğer biri: "Bunun faydası nedir?” derse, cevap şöyledir: Mana şöyledir: Bu sırf ağızla söylenen bir sözdür, bunda bir açıklama ve delil yoktur. Altında da doğru bir mana yoktur. Bunu da Zeccâc, demiştir. "Yudahune": Cumhûr hemzesiz okumuştur; Âsım ise "yudahiune” okumuştur. Sa’leb de: Hiç kimse hemze ile okuyarak Âsım’ı taklit etmemiştir, demiştir. Ferrâ’ da: O da bir lügattir, demiştir. Zeccâc da şöyle demiştir: "Yudahune": Sözlerini kendilerinden önceki kâfirlerinkine benzetirler. Bunu demeleri sırf eskilere tabi olmak içindir. Asıl müdahat lügatte: Benzemek demektir. Genellikle hemzesiz okunur. Imreetün dahyau kavlinden türetilmiştir ki, göğsü tümermeyen kadın demektir. Hayız görmeyen de denilmiştir. Mana da: Erkeğe benzeyen kadın demektir. İbn Enbari de şöyle demiştir: Daheytü ve dahe’tü dersin ki: Benzetmek manasınadır. "Kâfir oldular": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: Onlar putlara tapanlardır, Mana da şöyledir: Onlar, Melekler Allah’ın kızlarıdır, dediler. Bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Onlar Yahudilerdir, mana da: Onlar Hıristiyanlardır; İsa Mesih, Allah’ın oğludur, dediler. Bunu da onların: Uzeyr Allah’ın oğludur sözlerine benzettiler. Bunu da Katâde ile Süddi, demişlerdir. Üçüncüsü: Onlar geçmiş atalarıdır, onların sözlerini taklit ederek arkalarına düştüler. Bunu da Zeccâc ile İbn Kuteybe, demişlerdir. "Allah onları kahretsin": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: Bunun manası: Allah onlara lânet etsindir, bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Allah onları öldürsün, bunu da Ebû Ubeyde, demiştir. Üçüncüsü: Allah onlara düşmanlık etsin. Bunu da İbn Enbari zikretmiştir. "Nasıl da döndürülüyorlar?": Yani nasıl da haktan çevriliyorlar! 31Hahamlarını, rahiplerini ve Meryem oğlu İsa’yı Allah’tan başka İlâhlar edindiler. Hâlbuki sadece bir tek İlâh’a ibadet etmekle emrolunmuşlardı. O’ndan başka İlâh yoktur. O, onların koştukları şirkten münezzehtir. "Hahamlarını ilâhlar edindiler": Haham ve rahiplerin manası da Maide: 44’te geçmiştir. Rivayete göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e bu Âyetten soruldu, o da: Aslında onlara tapmıyorlardı, ancak onlara bir şeyi helâl ettikleri zaman helâl biliyor, bir şeyi de haram ettikleri zaman onu da haram biliyorlardı, demiştir. 11 11 - Tirmizî, Tefsirü'l - Kur’ân, hadis no, 3095. Buna göre Mana şöyledir: Onlar reislerine ilâh demeseler de onları ilâhlar gibi kabul etmişlerdir. "Meryem oğlu Mesih’i de": Yani onu da ilâh edindiler, demektir. 32Allah’ın nurunu ağızlan ile söndürmek istiyorlar. Allah ise nurunu tamamlamaktan başka bir şey istemiyor. Kâfirler hoş görmese de! "Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar": İbn Abbâs: Allah’ın dinini yalanlamakla dindirmek istiyorlar, demiştir. Yani yalanlayarak ve ondan yüz çevirerek onu iptal etmek istiyorlar. Hasen ile Katâde: Allah’ın nûru: Kur’ân ile İslâm’dır, demişlerdir. Özellikle ağızlarıyla demesini de bundan önceki âyette zikretmiş bulunuyoruz. Şöyle de denilmiştir: Allahü teâlâ ne zaman bir sözü ağız ve dille birlikte zikretmişse, mutlaka o yalandır. "Ve ye’bellahu illâ en yütimme nurehu": Ferrâ’ şöyle demiştir: Burada "illâ"nın gelmesi, ye'ba fi’linde bir çeşit inkâr manası olmasındandır. Baksanıza: "Ebeytü” demek: Yapmadım, yapmam, demektir. Sanki o: Mazehebe illâ Zeydün (Zeyd’den başkası gitmedi) kavli gibidir. Şair de şöyle demiştir: Onu terk edersem benim ondan başka anam var mıdır? Allah onun oğlu olmamdan başkasını istememiştir (eba). Zeccâc da: Mana şöyledir, demiştir: Allah nurunu tamamlamaktan başka bir şey istemez. Mukâtil de: "Nurunu tamamlamak": Dinini meydana çıkarmaktır, demiştir. 33O ki, Peygamberini hidayet ve hak din ile gönderdi ki, onu bütün dinlerden üstün kılsın. Müşrikler hoşlanmasa da! "O ki, Peygamberini gönderdi": Yani Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’i, "hidayetle": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: O, Tevhidtir. İkincisi: Kur’ân’dır. Üçüncüsü: Farzları açıklamaktır. Hak din ise, İslâm’dır. "Liyuzhirehu": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Hu zamiri Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e râcîdir, Mana da şöyledir: Ona bütün dinlerin şeriatlerini öğretmek ve ona hiçbir şey gizli kalmamak için göndermiştir. Bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: O dine râcîdir. Sonra Kelâmın manasında da iki görüş vardır: Birincisi: Bu dini diğer dillerin üstüne çıkarması için. Bu ne zaman olacaktır? Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: İsa aleyhisselam indiği zaman, çünkü bütün din mensuplan ona tabi olur. Dinler bir din olur. İslâma girmedik veya cizye vermedik bir din mensubu kalmaz. Bunu Ebû Hureyre ile Dahhâk, demişlerdir. İkincisi: Mehdi çıktığı zaman, bunu da Süddi, demiştir. İkinci görüş: Dinin üstün kılınması, insanlar ona girmese de açık delillerle ispat edilmesidir. 34Ey o iman edenler, hahamlardan ve papazlardan çoğu, insanların mallarını batılla yer ve insanları Allah’ın yolundan çevirirler. Altını ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayanları, onları acıklı bir azapla müjdele. "Inne kesiren minel ahbari": Ahbar Yahudi, ruhban da Hıristiyan Âlimleridir. “Batıl“ da da dört görüş vardır: Birincisi: O zulüm (haksız kazançtır), bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Rüşvetle hüküm vermektir, bunu da Hasen, demiştir. Üçüncüsü: Yalandır, bunu da Ebû Süleyman, demiştir. Dördüncüsü: Helâl olmayan yerden almaktır, bunu da Kadı Ebû Ya’lâ, demiştir. Maksat, malları almaktır; yemekten bahsedilmesi, istifade cihetinin çoğunun yemeden ibaret olmasındandır. Burada Allah’ın yolu hakkında iki görüş vardır: Birincisi: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e iman etmektir, bunu İbn Abbâs ile Süddi, demişlerdir. İkincisi: O hak ve hükümdür. "Altını ve gümüşü yığanlar": Bunun kimler hakkında indiğinde üç görüş halinde ihtilaf etmişlerdir: Birincisi: O genel olarak ehl-i kitap ve Müslümanlar hakkında inmiştir. Bunu da Ebû Zer ile Dahhâk, demişlerdir. İkincisi: O özellikle ehl-i kitap hakkındadır, bunu da Muaviye b. Ebû Süfyan, demiştir. Üçüncüsü: Müslümanlar hakkındadır, bunu da İbn Abbâs ile Süddi, demişlerdir. Bu tehdidi hak eden kenz (yığılan mal) hakkında da üç görüş vardır: Birincisi: O zekâtı ödenmeyen maldır. İbn Ömer şöyle demiştir: Bir mal yedi kat yerin altında da olsa zekâtı verildiği sürece kenz değildir. Zekâtı verilmeyen mal da yeryüzünde de olsa kenzdir. Cumhûr da bu manaya kail olmuşlardır. Buna göre infakın manası: Zekâtı vermektir. İkincisi: O, dört b. dirhemden fazla olan maldır. Ali b. Ebû Talib’den: Nafaka dört b. dirhemdir, üstü kenzdir, dediği rivayet edilmiştir. Üçüncüsü: İhtiyaç fazlasıdır, İslâm’ın ilk yıllarında bunu vermek vacip idi, sonra zekatla neshedildi. Eğer: Nasıl "onu harcarlarsa” , dedi? Hâlbuki iki şeyden bahs etti?” denilerse, buna iki cevap verilir: Birincisi: Mana: Kenzlere ve mallara dönüktür (zamir onlara râcîdir). İkincisi: O, gümüşe râcîdir, altın ise hazfedilmiştir, çünkü o da gümüşe dahildir. Şair de şöyle demiştir: Biz ve sen yanımızdakine razıyız, Ancak görüşler farklıdır. Biz yanımızdakine razıyız, sen de yanındakine razısın, demek istemiştir, İki görüşü de Zeccâc, zikretmiştir. Ferrâ’ da şöyle demiştir: istersen zikredilen iki şeyden biri ile yetinirsin, meselâ: "Kim bir hata veya günah işler de sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa” (Nisa: 112), "onlar bir ticaret veya bir eğlence gördükleri zaman ona koşar” (Cuma: 11) kavilleri gibi. Şöyle bir şi’ri delil getirmişlerdir: Kim bana gelirse onun cinâyetine ve serkeşliğine garanti veriyorum, Ben ve o vefasız değiliz. Vefasızlar değiliz, dememiştir. Tek ile yetinmesi, mananın bir olmasındandır. Ebû Ubeyde şöyle demiştir: Araplar müşterek iki şeyden bahs ederlerse kısa keser ve birini söylemekle yetinirler; çünkü ötekinin de ona ortak olduğunu ve o haberde onun içine girdiğini bilirler. Şöyle bir şahit getirmişlerdir: Kim yükünü şehre yıkarsa, Ben ve Kayyar orada garibiz. "Kayyar"ı mensûb okumak daha iyidir. Merfu da olabilir. Hassan b. Sabit de şöyle demiştir: Delikanlılık ve siyah saçlar, Karşı konulmadıkça delilik olur. İkisine karşı konulmadıkça dememiştir. 35O gündeki onlar cehennem ateşinin içinde kıydırılır ve onlarla alınları, yanları ve sırtları dağlanır. Bu, kendiniz için biriktirdiğinizdir. Biriktirdiğiniz şeyleri tadın. "O günde ki, onlar cehennem ateşinin içinde kızdırılır": Yani o mallar kızdırılır, demektir. İbn Mes’ûd şöyle demiştir: Bir adam mal biriktirirse hiçbir dirhem veya dinar üst üste konulmaz; fakat derisi genişletilir, her dirhem tek tek konulur. İbn Abbâs da şöyle demiştir: O, yılandır, beline ve başına dolanır: Ben senin cimrilik ettiğin mallarınım, der. "Haza ma keneztüm": Burada söylenmeyen söz vardır, takdiri şöyledir: Yukalu lehüm hâza ma keneztüm lienfüsiküm (onlara: bu, kendiniz için biriktirdiğiniz maldır, denilir). "Biriktirdiğiniz şeyi tadın": Yani onun azabını tadın. Eğer: "Neden özellikle alınlar, yanlar ve sırtlar dile getirildi?” denilirse, cevap şöyledir: Bu organların içi boştur, sıcaklık içlerine girer; el ve ayak ise öyle değildir. Ebû Zer şöyle derdi: Mal biriktirenleri alınlarının dağlanması, yanlarının dağlanması ve sırtlarının dağlanması ile müjdele; ta ki, sıcaklık içlerine işlesin. Başka bir cevap da şudur: Zengin fakiri gördüğü zaman rahatsız olur, öyle ki, onunla bir mecliste oturduğu zaman ondan uzaklaşır ve ona sırtını döner. Bunu da Ebû Bekir el - Verrak, demiştir. 36Muhakkak Allah katında ayların sayısı, Allah’ın gökleri ve yeri yarattığı gündeki kitabında on ikidir. Onlardan dördü haram aylardır. İşte doğru din budur. Öyleyse bunlarda kendinize haksızlık etmeyin ve müşriklerle sizinle topyekün savaştıkları gibi siz de onlarla topyekün savaşın. Bilin ki, şüphesiz Allah müttakilerle beraberdir. "Muhakkak Allah katında ayların sayısı": Müfessirler şöyle demişlerdir: Bu âyet Arapların ayların yerini değiştirmeleri üzerine inmiştir; şöyle ki, bazen hacları ramazana, bazen şevvala, bazen de başka aylara denk gelirdi. Bir sene muharrem ayını helâl sayar, onun yerine safer’i haram ederlerdi. Bazen da muharremi haram eder, onun yerine saferi helâl ederlerdi. Zeccâc şöyle demiştir: Aziz ve celil olan Allah Müslümanların ay hesabına göre sene içinde ibadet edecekleri ayların on iki olduğunu bildirdi. Haclarını ve bayramlarını buna göre tespit etti. Buna göre hac ve oruç bazen kışa, bazen de yaza denk gelir. Ehl-i kitabın hesabı ise böyle değildir; onlar yılı üç yüz altmış beş gün ve birkaç saat kabul ederler. Kurraların çoğunluğu aynın fethi "isna aşere” okumuşlar; Ebû Cafer ise hepsinde de aynın sükunu ile "isna’şer ve ahade’şer ve tis’ate’şer okumuştur. "Allah’ın kitabında": Yani Levh-i Mahfuz’da, demektir. İbn Abbâs da şöyle demiştir: Allah kaünda ana kitapta, onu "gökleri ve yeri yarattığı günde yazmıştır, onlardan dördü haram aylardır": Bunlar hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: Onlar recep, zilkade, zilhicce ve muharremdir. Çoğunluk böyle demiştir. Kadı Ebû Ya’lâ da şöyle demiştir: Onlara haram ismini vermesi iki sebepten dolayıdır: Birincisi: Onlarda savaşın haram olmasıdır, cahiliye halkı da böyle inanırlardı. İkincisi: Onlarda işlenen bir haramın diğer aylardakinden daha ağır olmasındandır, onlarda yapılan taatlar da böyledir. İkincisi: Onlar müşriklere dolaşmaları müsaade edilen aylardır, bunu da İbn Kuteybe zikretmiştir. "işte doğru din bu dur": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: İşte bu doğru hükümdür, bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: işte bu doğru hesap ve yanlışsız sayıdır, bunu da İbn Kuteybe, demiştir. "Fela tazlimu fihinne (onlarda kendinize haksızlık etmeyin)": "Fihinne” zamirinin neye râci olduğu hususunda iki görüş beyan ederek ihtilaf etmişlerdir: Birincisi: O, on iki aya râcîdir, bunu da İbn Abbâs, demiştir. Buna göre mana şöyle olur: Cahiliye halkının yaptıkları gibi onların haramını helâl, helalini de haram etmeyin. İkincisi: O haram olan dört aya râcîdir, bu da Katâde ile Ferrâ’'nın görüşleridir; şöyle delil getirmişlerdir: Araplar üç ilâ on arasına: Liselasi leyalin halevne ve eyyamin halevne, derler. On’u geçince: Halet ve madat, derler. Üç ilâ on arasını zamirle söylemek isterlerse: Hünne ve haülai, derler. On’u geçerse: Hiye ve hazihi, derler. Bunu da azı çoktan ayırmak için yaparlar. İbn Enbari de şöyle demiştir: Araplar he ve nun (hünne) zamirini az sayıya, he ve elif (ha) zamirini de çoğa gönderirler. Az: Üç - on arası demektir; çok da on’dan ötesi demektir. Veccehtü ileyke ekbüşen fezbahhünne (cemi kıllet) ve kibaşen fezbahha (cemi kesret) sana koçlar gönderdim onları boğazla, demektir. Bunun içindir ki: "Minha erbaatün hurum” demiş ve: "Fela tazlimu fihinne” demiştir, çünkü "fihinne” kavlinden dördü kastetmiştir. Bazı müfessirler de: "Fihinne” zamiri on iki aya râcîdir, demişlerdir ki, bu da mümkündür çünkü Araplar azın alâmetini çok için, çoğun alâmetini de az için kullanırlar. "Fi-hinne” zamiri dört aya râcîdir diyenlere göre onlarda haksızlık etmemede dört mana ortaya çıkar: Birincisi: O isyanlardır; o aylarda isyanın yasaklanmasının faydası da şudur: Onlarda yapılan isyanlar diğerlerindekinden kat kat ağırdır, çünkü onlar diğerlerinden faziletlidir. Meselâ: "Ve Cibrîle Mikale” (Bakara: 98) demesi gibi; bu ikisi meleklere dahil olmakla beraber tahsis edilmişlerdir. "Meyveler, hurma ve nar” (Rahman: 68) kavli de böyledir: hurma ile nar meyvelere dahil olduğu halde tahsis edilmişlerdir. "Fela refese vela fusuka vela cidale fihac” (Bakara: 197) âyeti de öyledir. Müstehcenlik, fasıklık ve kavga hac ayları dışında da haram olduğu halde, dikkat çekmek için tahsis edilmiştir. Aynı şekilde bütün namazların kaçırılmaması istenildiği halde özellikle orta namazın üzerinde durulması da bundandır. Bu da çoğunluğun görüşüdür. İkincisi: Bunlardaki haksızlıktan maksat bunları ertelemedir ki, o da haram ayı helâl, helâl ayı da haram etmektir. Bunu da İbn İshak, demiştir. Üçüncüsü: Bu, o aylarda savaş başlatmaktır, o zaman mana şöyle olur: Onlarda kendinize haksızlık etmeyin, meğer ki, size savaş açılmış olsun. Bunu da Mukâtil demiştir. Dördüncüsü: Bu, onlarda savaşı terk etmektir, o zaman da mana şöyle olur: Düşmanlarınızla savaşı terk ederek kendilerinize haksızlık etmeyin. Bunu da İbn Bahr, demiştir ki, Mukâtil’in görüşünün tersi olur. Allahü teâlâ’nın bazı ayları bazılarından daha büyük yapmasının sırrı şudur: Bunlarda nefsani şeylerden çekinmekle nefsi diğer zamanlarda da şer’an kötü sayılan şeylerden tedrici olarak çekmeye alıştırmaktır. 37Haram ayı geciktirmek (yerini değiştirmek) küfürde bir artırmadır ki, onunla kâfirler saptırılır. Allah’ın haram ettiğinin sayısını denkleştirip de Allah’ın haram ettiğini helâl etsinler. Onlara kötü amelleri süslü gösterildi. Allah kâfirler topluluğuna hidayet etmez. "İnnemennesiü ziyadetün filküfr": Cumhûr nesi’ lâfzını hemzeli, medli ve “sîn” in kesresi ile okumuştur. Şibl de İbn Kesir’den (ayınla) "nis’” vezninde (hemze ile) "nis’” rivayet etmiştir. Şibil’den başka bir rivayette de, ye şeddeli olarak ve hemzesiz: "en - nesiyy” nakledilmiştir. Ebû Cafer kıraati de böyledir. Nesi’den maksat ertelemektir. Lügatçiler şöyle demişlerdir: Nesi’: Bir şeyi ertelemektir. Araplar dört ayı haram sayarlardı. Bunu da İbrahim dininden almışlardır. Bazen savaş yapmak için haram ayı helâl yapmak zorunda kalıyorlar; muharremin yerini safere bırakıyorlardı. Bazen de saferi arkasındaki aya bırakmak zorunda kalıyorlardı. Sonra aylan değiştiriyorlardı ki, bütün senede aylar yerinden oynuyordu. Sanki onlar haram ayı veresiye ve ödünç alıyorlardı. Allahü teâlâ da bunun küfürde artırma (ileri gitme) olduğunu bildirdi. Çünkü onlar haramı helâl ettiler, helali de haram ettiler. "Liyuvatıu": Denkleştirmek ve uydurmak için. "Allah’ın haram ettiğinin sayısını". Böylece dört ayın haramlığından çıkmamış olur ve bunlar da dört haram aylar gibidir, derlerdi. Böylece haramı helâl etmek ve helali haram etmekle günah işlemediklerini sanırlar. O günkü insanlar bunu zilhicce ayında hac için toplandıkları zaman yaparlardı. Ferrâ’ şöyle demiştir: Araplar cahiliye döneminde hac yaparlarken Mina’dan dönecekleri zaman Kinane oğullarından hac emiri olan Nuaym b. Salebe adında bir adam kalkar: Benim kararım eleştirilmez, bana cevap verilmez ve hükmüm geri çevrilmez, derdi. Onlar da: Bize bir ay ertele, derler, yani muharrem ayının haramlığını ertele, onu safere al, derlerdi. O da bunu yapardı. Onları buna götüren sebep de, üç haram ay boyunca yağma edememeleri idi. Onların geçimi ise yağmadandı. Daha önce anlattığımız gibi aylar dolaşır, yerleri değişirdi. Şöyle de denilmiştir: Onlar Muharrem ayını bir yıl ertelerlerdi, ertesi sene olunca da onu eskisi gibi haram kılarlardı. Ebû Ubeyde şöyle demiştir: Birinci izah daha çok hoşuma gidiyor, çünkü bu görüşte ayların yeri değişmemiş oluyor. Mücâhid de şöyle demiştir: Ayların yerini ilk defa değiştiren Cünade b. Avf el - Kinani idi. Ebû Bekir’in haccı zilkade’ye denk gelmişti. Sonra ertesi sene Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem zilhicce’de hac yaptı ve o zaman: Bilin ki, zaman, Allahü teâlâ’nın gökleri ve yeri yarattığı günkü gibi ilk haline döndü, dedi. 12 12 - Buhârî, Tefsirü sûre 9, bab, 8; Bed'ü'l - Halk, bab, 2; Magazi, bab, 77; Adahi, bab, 5; Tevhid, bab, 24; Müslim, Kasame, hadis no, 29; Ebû Dâvud, Menasik, bab, 67; Ahmed, Müsned, 5/37, 73. Kelbî de: Bunu ilk yapan, Nuaym b. Salebe’dir, demiştir. "Yudallu bihillezine kefem": İbn Kesir, Nâfi, Ebû Amr, İbn Âmir ve Ebû Bekir de Âsım’dan rivayet ederek, yenin fethi ve dadın kesri ile: "Yedıllü” okumuşlardır, Mana da şöyledir. Onlar bu hareketleriyle sapıklığı satın alırlar. Hamze, Kisâi ve Hafs da Âsım’dan rivayetle, yenin zammesi ve dadın fethası ile meçhul olarak: "Yudallu” okumuşlardır. Hasen Basri ile Ya’kûb da -Velid rivâyeti hariç- yenin zammesi ve dadın kesresi ile "yudıllü” okumuşlardır. Bunda da üç mülahaza vardır: Birincisi: Bu hareketleriyle Allah onları saptırır. İkincisi: Şeytan onları saptırır. Bu ikisini İbn Kasım zikretmiştir. Üçüncüsü: Kâfirler insanları saptırırlar; çünkü bu adeti onlar getirmişlerdir. Ebû Ali de, takdir şöyledir, demiştir: Kâfirler bu hareketleriyle kendilerine tabi olanları saptırırlar. İbn Kasım: "Bihi"deki “He” zamirinin nesî’e râci olduğunu söylemiştir. Nesî’in aslı, mensu’, yani ertelenmiştir. "Mef’ul” vezninden "fail” veznine dönülmüştür; nitekim şunlar da öyledir Matbuh ve tabîh, makdur ve kadir. He’nin zulme râci olduğu da söylenmiştir, çünkü nesi’, dolayısıyla zulümdür, açıkça söylenmiş gibi kabul edilmiştir. Bizim tercihimiz ise birincisidir. 38Ey o iman edenler, size ne oluyor ki, size: "Allah yolunda seferber olun” denildiği zaman yere ağdınız (meylettiniz). Ahirete karşılık dünya hayatına mı razı oldunuz? Dünya zevki ahirete nisbetle pek azdır. "Size ne oluyor ki, seferber olun denildiği zaman": Müfessirler şöyle demişlerdir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem, Tebuk gazasına çıkmayı emredince, ki, çetin, kıtlık ve çok sıcak bir mevsimde idi, meyveler olgunlaşmıştı; bu, insanlara ağır geldi ve gitmemeyi tercih ettiler. Bunun üzerine bu âyet indi. "Size ne oluyor?” kavli, soru ise de, manası azarlamadır. "İnfiru"nun manası da: Sefere çıkın, demektir. Nefrin aslı: Tahrik edici bir sebepten dolayı bir yerden başka bir yere ayrılmaktır. "İssakaltüm": İbn Kuteybe şöyle demiştir: Tesakaltüm manasınadır, te şeye idgam edilmiş ve başına bir hemze- i vasl getirilmiştir. Oturdunuz, savaşa çıkmadınız, demektir. İbn Mes’ûd ile A’meş kıraati de: "Tesakaltüm” şeklindedir. "Yere meylettiniz": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: Yer meyvelerini çıkarınca dünya şehvetlerine meylettiniz, bunu da Mücâhid, demiştir. İkincisi: Dünyaya kandınız, bunu da Dahhâk, demiştir. Üçüncüsü: Kendi yerinizde kalmayı tercih ettiniz, bunu da Zeccâc, demiştir. "Dünya hayatına mı razı oldunuz?” Yani ahireti bırakıp dünya nimetlerine mi razı oldunuz? Hâlbuki dünya zevki, cennette velilerin istifade ettiği şeylere nispetle pek azdır. 39Eğer seferber olmazsanız size acıklı bir azap eder ve sizin yerinize sizden başka bir topluluk getirir. O’na hiçbir şeyle de zarar veremezsiniz. Allah her şeye kadirdir. "Eğer seferber olmazsanız": İniş sebebi şöyledir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem onları Rumlarla savaşa teşvik edince, ağır davrandılar, bunun üzerine bu âyet indi. Bunu da İbn Abbâs, demiştir. Bir topluluk da şöyle demiştir: Bu özellikle, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in seferber olmalarını isteyip de savaşa gitmeyen topluluk hakkındadır. İbn Abbâs şöyle demiştir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem Araplardan bir kabileyi sefere davet etti, onlar da ağırlaşınca Allah onlardan yağmum çekti; işte onların azabı bu idi. 13 13 - Ebû Dâvud, Cihad, hadis no, 2065. "Yerinize sizden başka bir topluluk getirir": Cihattan geri kalma hususunda ağır bir tehdittir ve Peygamberine yardımda ağır davranmayacak bir kavmi getirceğini ilandır. Sonra ona yardım etmedikleri takdirde ona zarar veremeyeceklerini bildirdi, tıpkı Mekke’de ona zarar veremedikleri gibi. "Tedurruhu": “Hu” zamirinde de iki görüş vardır: Birincisi: O, Allah’a râcîdir, Mana da şöyledir: Seferberliği terk etmekle Allah’a zarar veremezsiniz. Bunu da Hasen Basri, demiştir. İkincisi: O, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’a râcîdir, Mana da şöyledir: Ona yardım etmemekle ona zarar veremezsiniz. Bunu da Zeccâc, demiştir. İbn Abbâs, Hasen ve İkrime’den şöyle dedikleri rivayet edilmiştir: "Eğer seferber olmazsanız “kavli, "mü’minlerin hepsi seferber olmak zorunda değildir” (Tevbe: 122) kavli ile neshedilmiştir. Ebû Süleyman Dımeşki de şöyle demiştir: Bu, nesihle ilgili değildir, çünkü iki âyet arasında çelişki yoktur. Her âyetin hükmü kendi alanında geçerlidir. Kadı Ebû Ya’lâ da bazı Âlimlerden şöyle dediklerini zikretmiştir: Burada nesih yoktur, ne zaman sınırdakiler düşmana karşı koyamazsa, halkın onlara yardım için seferber olması farzdır. Ne zaman da buna gerek kalmazsa, gitmeyenler mazur sayılırlar. Bir grup da şöyle demiştir: Ancak seferlik Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ile olan birtakım kimselere farz kılınmıştı. 40Eğer ona yardım etmezseniz, Allah ona kâfirler onu ikinin ikincisi olarak çıkardıkları zaman onlar mağarada iken yardım etmişti. O zaman arkadaşına: "Üzülme, şüphesiz Allah bizimledir” diyordu. Bunun üzerine Allah ona sükunetini indirdi ve onu görmediğiniz askerlerle destekledi. Kâfirlerin sözünü alçalttı. Allah'ın sözü ise o, en yüksektir. Allah mutlak galiptir, hikmet sahibidir. "Eğer ona yardım etmezseniz": Yani onunla beraber seferber olmakla, demektir. "Allah ona yardım etmişti": Düşmanlarına karşı. "Kâfirler onu çıkardığı zaman": "Hani, kâfirler sana tuzak kuruyorlardı” (Enfal: 30) âyetini şerh ederken anlatımız gibi onu öldürmeye kastettikleri zaman. Ona yardımının onlara bağlı olmadığını bildirmiştir. "İkinin ikincisi": Arapları ikinin ikincisi, derler ki, ikinin biri; üçün üçüncüsü, derler ki, üçün biri demek isterler. Zeccâc şöyle demiştir: "Saniyesneyni” hâl olarak mensubtur. Mana da şöyledir: Allah ona ikinin biri olarak yardım etti, yani tek başına yardım etti, ancak Ebû Bekir bundan müstesnadır. Bu mana da Şa’bî’nin şu sözünden alınmıştır: Allah Ebû Bekir’in dışında bütün yeryüzündekilere itap etmiştir. İbn Cerir mana şöyledir, demiştir: Onu, o ikinin biri iken çıkardılar, onlar da Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ile Ebû Bekir’dir. Ğar (mağara) ise: Dağdaki oyuktur. İbn Fâris de: Ğar, kehf, yani mağaradır, demiştir. Aynı zamanda ğar: Defne ağacıdır. Ayrıca ğar: Bir bölük insan manasına gelir. El - ğaran da: İnsanın karnı ile tercidir, çünkü onların da içi boştur. O, iki deliğinin kölesidir denir ki, karnı ile avret yerinin kölesidir demektir. Şair de şöyle demiştir: Görmedin mi zaman gün ile geceden ibarettir; İnsan da her zaman iki deliğinin kölesidir. Katâde şöyle demiştir: Bu mağara Mekke’deki Sevr dağındadır. Mücâhid de şöyle demiştir: Efendimiz ile Ebû Bekir orada üç gece kaldılar. Ben hicret hadisini "el - Hadaik” kitabında anlattım. Enes b. Malik şöyle demiştir: Allahü teâlâ bir ağaca emretti, o da mağarada Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in önünde bitti. Örümceğe de ağ yapmasını emretti, o da mağaranın ağzında ağ yaptı. İki yaban güvercinine de emretti; onlar da mağaranın ağzında yuva yaptılar. Onlar mağaraya yaklaşınca birisi acele ile mağaraya bakmaya gitti; iki güvercini görünce döndü: Mağaranın ağzında iki güvercin gördüm; içinde kimsenin olmadığını anladım, dedi. Mukâtil de şöyle demiştir: İzci geldi, ayak izlerine baktı: Bu, İbn Ebi Kuhafe’nin oğlunun, yani Ebû Bekir’in ayak izidir, ötekisini ise tanımıyorum, ancak o da Makam -ı İbrahim’deki ayağa benziyor, dedi. Müşrikler mağaranın ağzına gelince Ebû Bekir ağlamıştı; Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de ona: "Üçüncüleri Allah olan iki kimse için ne düşünüyorsun?” dedi. 14 14 - Buhârî, Fedailü's - Sahabe, bab, 2; Menakıbu'l - Ensar, bab, 45; Müslim, Fedailü's -Sahabe, hadis no, 1; Tirmizî. Tefsirü sûre 9, bab, 1; Ahmed, Müsned, 1/4. "Sekine (sükunet)” hakkında da üç görüş vardır: Birincisi: O, rahmettir, bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Vakardır, bunu da Katâde, demiştir. Üçüncüsü: Sükunet ve huzurdur, bunu da İbn Kuteybe demiştir ki, en doğrusu budur. "Aleyhi": Zamiri hakkında da üç görüş vardır: Birincisi: O, Ebû Bekir’e râcîdir, bu da Ali b. Ebi Talib, İbn Abbâs ve Habib b. Ebi Sabit’in görüşüdür. Bu görüşü destekleyenler, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in rahat olmasını delil getirmişlerdir. İkincisi: O, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e râcîdir, bunu da Mukâtil, demiştir. Üçüncüsü: Buradaki ha zamiri tesniye manasınadır, takdiri de: Feenzelallahu sekinetehu aleyhima şeklindedir. Birini zikretmekle diğerine gerek kalmamıştır, meselâ: "Allahu ve Resuluhu ahakku en yurduhu” (Tevbe: 62) âyetinde olduğu gibi. Bunu da İbn Enbari zikretmiştir. "Onu destekledi": Yani Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i takviye etti, demektir, bunda da ihtilaf yoktur. "Görmediğiniz askerlerle": Onlar da meleklerdir. Bu ne zaman olmuş idi? Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Bedir savaşında, Ahzab savaşında ve Huneyn savaşında olmuştur, bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: O mağarada iken melekler kâfirlerin yüzlerini ve gözlerini onu görmekten çevirmişlerdi. Bunu da Zeccâc, demiştir. Eğer: "Eyyedehu"nun zamiri ittifakla Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e râci ise, "aleyhi"deki he ondan nasıl ayrı oluyor, hâlbuki onlar Kur’ân’ın nazmı bakımından eşittirler?” denilirse, cevap şöyledir: Her lâfız, kendine layık olana râci olur; sükunete ancak panik içinde olan muhtaç olur; Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ise panik içinde değildi. Meleklerin desteklemesine gelince, bu da Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den başkası değildi. Bunun bir benzeri de şu ayettir: "Allah’a ve Peygamberine iman etmeniz ve saygı gösterip ve onu tazim etmeniz için” (Feth: 8); bu, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem için, "O’nu takdis etmeniz için” ise, bu da aziz ve celil olan Allah’tır. "Kâfirlerin sözünü alçalttı": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Kâfirlerin sözü şirktir, Allah da onu alçattı, çünkü o, çiğnenmeye mahkumdur. Allah’ın kelimesi ise Tevhidtir, o da en yücedir, zira meydana çıktı. Bu da çoğunluğun görüşüdür. İkincisi: Kâfirlerin kelimesi, onu öldürmek için kendi aralarında kurdukları hiledir, Allah’ın kelimesi ise ona yardım edici olmasıdır. Bunu da Atâ’, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. İbn Abbâs, Hasen, İkrime, Katâde, Dahhâk ve Ya’kûb da, nasb ile: "Vekelimetallahi” okumuşlardır. "Allah mutlak galiptir": Yani kâfirlerden intikam almada, "hikmet sahibidir": İdaresinde. 41Hafif ve ağır olarak seferber olun ve Allah yolunda mallarınızla, canlarınızla cihad edin. Bu, eğer bilirseniz, sizin için daha hayırlıdır. "Hafif ve ağır olarak cihad edin": İniş sebebi şöyledir: Mikdad, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e geldi, o ise iri ve şişman idi, Efendimize şikayet etti ve kendisine izin vermesini istedi. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu Süddi, demiştir. "Hafif ve ağır olarak” kavlinde ise on bir görüş vardır: Birincisi: Yaşlı ve genç olarak. Bunu Enes, Ebû Talha’dan rivayet etmiş; Hasen, Şa’bî, İkrime, Mücâhid, Ebû Salih, Şemr b. Atıyye, İbn Zeyd ve diğerleri de böyle demişlerdir. İkincisi: Yaya ve binekli olarak, bunu da Atâ’, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş ve Evzai de böyle demiştir. Üçüncüsü: Aktif ve pasif olarak, bunu da el - Avfi, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Katâde ile Mukâtil de böyle demişlerdir. Dördüncüsü: Zengin ve fakir olarak. Bu da İbn Abbâs’tan rivayet edilmiştir. Sonra bu mülahazanın anlamında da iki görüş vardır: Hafif: Darlıkta ve aile sahibi olan; ağır da: Aile sahibi ve bolluk içinde olandır. Bunu da Ferrâ’, demiştir. İkincisi: Hafif: Bollukta olanlar, ağır da: Darlıkta olanlardır. Bu da Zeccâc’tan nakledilmiştir. Beşincisi: Aile sahibi olarak ve olmayarak, bunu da Zeyd b. Eslem, demiştir. Altıncısı: Mal sahibi olarak ve olmayarak, bunu da İbn Zeyd, demiştir. Yedincisi: Meşgul olarak ve olmayarak, bunu da Hakem, demiştir. Sekizincisi: Sağlıklı ve hasta olarak, bunu da Mürre el - Hemedani ile Cüveybir, demişlerdir. Dokuzuncusu: Bekar ve evli olarak, bunu da Yeman b. Reyyab, demiştir. Onuncusu: Taate karşı hafif ve günaha karşı ağır olarak. Bunu da Maverdi, demiştir. On Birincisi: Hafif sİlâhlı ve ağır sİlâhlı olarak, bunu da Sa’lebî, demiştir. Atâ’ el - Horasani, bu âyetin: "Bütün mü’minlerin seferber olmaları uygun değildir” (Tevbe: 122) kavli ile mensuh olduğunu İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Süddi de: "Zayıflara da hastalara da sorumluluk yoktur” (Tevbe: 91) âyetiyle mensuh olduğunu söylemiştir. "Mallarınızla canlarınızla cihad edin": Kadı Ebû Ya’lâ şöyle demiştir: Cihad hem mal hem de canla vacip olmuştur; kimin malı olur da kendisi hasta veya kötürüm veya zayıf olur, savaşamazsa, ona malı ile cihad etmek düşer. Meselâ malını başkasına verir o da onunla savaşır, tıpkı güçlü olduğu takdirde kendisine savaşın lâzım geldiği gibi. Eğer malı ve gücü olursa, ona malla ve canla cihad etmek lâzım gelir. Kim de yoksui ve aciz olursa, ona da Allah ve Resûlü için insanlara öğüt vermekle cihad etmesi gerekir; çünkü Allahü teâlâ şöyle buyurmuştur: "Ne de Allah ve Resulu için insanlara öğüt verenlere bir sıkıntı vardır” (Tevbe: 91). "Bu sizin için daha hayırlıdır": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Bu cihad sizin için onu terk etmekten ve ağır davranmaktan daha hayırlıdır. İkincisi: Bu cihad sizin için daha hayırlıdır, "eğer bilirseniz": Sizin için onda ne kadar sevap olduğunu. 42Eğer (davet olundukları şey) yakın bir menfaat ve orta bir sefer olsaydı, elbette sana uyarlardı. Fakat meşakkatli sefer onlara uzak geldi. "Eğer gücümüz yetseydi herhalde sizinle çıkardık” diye yemin edecekler. Kendilerini helak ediyorlar. Allah biliyor ki, şüphesiz onlar muhakkak yalancılardır. "Eğer yakın bir menfaat olsaydı": Müfessirler: Bu âyet Tebuk seferinden geri kalan münafıklar hakkında inmiştir, demişlerdir. Âyetin manası şöyledir: Eğer davet edildikleri şey yakın bir araz olsaydı, ki, araz da dünya menfaatlerinden önüne çıkan her şeydir, o zaman mana şöyle olur: Eğer yakın bir ganimet veya kısa ve kolay bir sefer olsaydı, mala tamahlarından dolayı sana uyarlardı. "Velakin beudet aleyhimüşşukkah": İbn Kuteybe şöyle demiştir: Şukka sefer demektir. Zeccâc da: Şukka, gaye ve hedeftir, demiştir. İbn Fâris de şöyle demiştir: Şukka: Uzak bir yere gitmektir ki: Şukkatün şâkkatün, dersin. "Allah’a yemini edecekler": Yani münafıklar onlara döndüğünüz zaman yemin edecekler, demektir. "Levisteta’na": Zaide, A’meş’ten rivâyetie, Esmaî de Nâfi’den naklen, vavın zammesiyle: "levüsteta’na” okumuşlardır. Nerede olursa da böyle okumuşlardır, meselâ "levuttala’te aleyhim” (Kehf: 18) kavlinde olduğu gibi. Sanki vavın harekesine ihtiyaç duyulunca zamme ile harekelenmiştir. Çünkü zamme vavın kardeşidir. Mana da: Eğer gücümüz yetseydi ve imkanımız olsaydı, demektir. "Kendilerini helak ediyorlar": Yalan ve münafıklıkla. "Allah onların muhakkak yalancılar olduklarını bilir": Çünkü onlar zengin idiler ve sefere çıkmadılar. 43Allah seni affetsin, doğru söyleyenler sana belli oluncaya ve yalancıları da sen bilinceye kadar onlara niçin izin verdin? "Allah seni affetsin, onlara niçin izin verdin?": Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem Tebuk seferine çıktığı zaman geride kalan münafıklara sefere katılmamaları için izin vermişti. İbn Abbâs şöyle demiştir: O gün için münafıklar bilinmiyordu. Amr b. Meymun da şöyle demiştir: iki hareket vardır ki, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem onları yaptı: Münafıklara izin vermesi ve esirlerden fidye alması. Allahü teâlâ sizin de dinlediğiniz gibi ona itap (paylama) etti. Müverrik: Rabbi bu nedenle ona itap etmiştir, demiştir. Süfyan da şöyle demiştir: Şu letafete bak, onu günahla paylamadan önce onu affetmekten bahsetti. İbn Enbari de şöyle demiştir: Ona yaptığı bir suçtan dolayı böyle hitap etmedi, ancak: "Allah seni affetsin” demekle ona önem verdi. Tıpkı bu, senin için kıymetli olan birine: "Allah seni affetsin, benim işimi ne yaptın? Allah senden razı olsun, ziyaretime gelseydin” sözü gibidir. "Doğru söyleyenler sana belli oluncaya kadar": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Bunun manası şudur: Savaşa katılmamada özrü olanlarla olmayanları bilinceye kadar. İkincisi: Eğer onlara izin vermese idin savaşa katılmazlardı, özürlerindeki yalancılıkları da ortaya çıkardı. Katâde şöyle demiştir: Sonra Allahü teâlâ bu âyeti: "Onlardan istediğine izin ver” (Nûr: 62) kavli ile neshetti. 44Allah’a ve ahiret gününe iman edenler, mallarıyla, canlarıyla cihad etmeleri için senden izin istemez. Allah müttakileri pekiyi bilir. "Allah’a iman edenler senden izin istemez": İbn Abbâs şöyle demiştir: Bu, savaşa katılmamak için izin isteyen münafıkları ayıplamadır. Zeccâc da şöyle demiştir: Allah Peygamberine o vakitte münafıklık alâmetinin savaşa gitmemek için izin istemek olduğunu bildirmiştir. İbn Abbâs’tan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Bu âyet: "Ondan izin almadan gitmezler...” (Nûr: 62) kavli ile neshedildi. Ebû Süleyman da şöyle demiştir: Burada neshin rolü yoktur, çünkü iki âyetle de amel etmek mümkündür. Şöyle ki, münafıkları mazeretleri olmadığı halde savaşa katılmamak için izin istemekle ayıpladı, ihtiyaçları olduğu için de mü’minlere izin vermeyi câiz gördü. Münafıklar onunla beraber olup da bir ihtiyaçları çıkarsa, ondan izin almadan giderlerdi. 45Senden ancak Allah’a ve ahiret gününe iman etmeyen, kalpleri şüphe edip de şüphelerinin içinde bocalayanlar izin isterler. 46Eğer cihada çıkmak isteselerdi, onun için mutlaka bir hazırlık yaparlardı. Ancak Allah onların davranmalarını istemedi de onları geri koydu. Ve: "Oturanlarla beraber oturun” denildi. "Eğer çıkmak isteselerdi": Savaşa katılmamak için izin isteyenleri kastediyor. Hazırlıktan murat edilen şey hususunda da iki görüş vardır: Birincisi: Niyettir, bunu da Dahhâk, İbn Abbâs’tan demiştir. İkincisi: Sİlâh, binek hayvanı ve savaşa çıkmak için lâzım olan araç ve gereçlerdir. Bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. İnbias: Hareket edip atılmaktır, tesebbut da: Bir insanı yapmak istediği şeyden alıkoymaktır. "Onlara: Oturun, denildi": Onlara bunu diyen hakkında da üç görüş vardır: Birincisi: onları perişan etmek için bu onlara ilham edildi, bunu Mukâtil, demiştir. İkincisi: Onlara kızdığı için bunu Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem demiştir. Üçüncüsü: Bunu onlar birbirlerine dediler. Bu ikisini Maverdi zikretmiştir. Oturanlardan kimlerin kastedildiği hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: Onlar mazeretleri olmadığı halde oturan (savaşa katılmayanlardır. Bunu da İbn Saib, demiştir. İkincisi: Kadınlar ve çocuklar gibi mazeret dolayısıyla oturanlardır. Bunu da Ali b. İsa zikretmiştir. 47Eğer sizinle çıksalardı, bozgununuzu artırmaktan başka bir şey yapmazlar ve sizi fitneye düşürmek isteyerek aranıza koşarlardı. İçinizden onları dinleyenler vardır. Allah zâlimleri çok iyi bilir. Zeccâc şöyle demiştir: Sonra Allahü teâlâ çıkmalarını niçin istemediğini şu sözü ile bildirdi: "Eğer aranızda savaşa çıksalardı bozgununuzu artırmaktan başka bir şey yapmazlardı". Âyette geçen habâl: Bozgunculuk ve bir şeyin gitmesidir. İbn Kuteybe de: Habal: Şer ve kötülüktür, demiştir. Eğer: Sanki ashapta bozgunculuk varmış gibi: "Bozgununuzu artırmaktan başka bir şey yapmazlardı, denildi diye akla gelirse, cevap şöyledir: Bu, istisnai munkatıdır, mana da: Sizin gücünüzü artırmaz ancak aranıza fesat sokarlar, demektir. Bu âyetin İniş sebebi için de şöyle denilmiştir: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem askerinin çadırını Veda tepesinin üzerine kurunca, Abdullah b. Übey de çıkıp o da çadırını tepenin aşağısına kurdu. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem hareket edince Abdullah b. Übey, savaşa katılmayan münafıklarla beraber geri döndü. İşte âyet bunun üzerine indi. "Veleevdau hilaleküm": Iyda: Kalabalığın arasında yürümektir. Ebû Ubeyde: Aranızda koşarlardı, demiştir. Aslı tahallül (araya girmekken gelir. Zeccâc da: Evda’tü fisseyr: Hızlı yürümektir, demiştir. "Sizi fitneye düşürmek isterler": Yani sizin için fitne ararlar, demektir. Fitne hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: Küfürdür, bunu da Dahhâk, Mukâtil ve İbn Kuteybe, demişlerdir. İkincisi: Cemaati dağıtmak ve söz birliğini bozmaktır. Hasen de şöyle demiştir: Aranızı bozmak için söz getirip götürürler. "İçinizde onları dinleyenler vardır": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Haberlerinizi onlara taşıyan casuslar vardır, bunu da Mücâhid ile İbn Zeyd, demişlerdir. İkincisi: Onların sözünü dinleyip onlara itâat edenler vardır, bunu da Katâde ile İbn İshak, demişlerdir. 48Yemin olsun, bundan önce de fitne (çıkarmak) istemiş ve senin için (birtakım) işler çevirmişlerdi. Sonunda hak geldi ve onların hoşlanmamasına rağmen Allah’ın emri üstün geldi. "Fitne çıkarmak istemişlerdi": Fitnede iki görüş vardır: Birincisi: Şerdir, bunu İbn Abbâs demiştir. İkincisi: Şirktir, bunu da Mukâtil, demiştir. "Bundan önce": Yani Tebuk gazasından önce. "Senin için işler çevirmişlerdi": Bunda da beş görüş vardır: Birincisi: Başına iş açmak istemişlerdi, bunu da İbn Abbâs, demiştir. Şöyle denilmiştir: Münafıklardan on iki adam geceleyin Peygamberimizin yolunu kestiler, ona suikast yapmak istediler, Allah da kendisini onlardan korudu. İkincisi: İşini dağıtmak ve dinini iptal etmek için tuzak kurdular, bunu da Ebû Süleyman Dımeşki, demiştir. İbn Cerir de şöyle demiştir: Bu da İbn Übey’in adamlarıyla beraber Uhut savaşından çekilmeleri gibidir. Üçüncüsü: Kalplerinde olmayanı söylemeleridir. Dördüncüsü: Görünürde sana meyledip içten müşriklerle güçbirliği yapmalarıdır. Beşincisi: Onların "eğer gücümüz olsaydı sizinle beraber çıkardık” diye Allah’a yemin etmeleridir. Bu görüşleri Maverdi serdetmiştir. "Sonunda hak geldi": Yani yardım geldi, "Allah’ın emri üstün geldi": Yani İslâm. 49Onlardan kimi: "Bana izin ver; beni fitneye düşürme” der. Bilin ki, onlar fitneye düşmüşlerdir ve cehennem kâfirleri gerçekten kuşatmıştır. "Onlardan kimi bana izin ver, der": İniş sebebi şöyledir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem, Ced b. Kays’e: "Ey Ced, sarı benizlilerle (Rumlarla) dövüşmek ister misin, belki bazı kızlarını ganimet olarak alırsın?” dedi. O da: Ya Resûlallah, bana müsaade et, ben evimde kalayım, beni Rum kızlarına meftun eyleme, dedi ve Efendimiz’den yüz çevirdi. O da: Sana izin verdim, dedi. Bu âyet bunun üzerine indi. Bunu Ebû Salih, İbn Abbâs’tan demiştir. Bu ve bundan sonraki "innemassaadakütü"ye kadar olan âyetler, münafıklar hakkındadır. "Onlardan": Yani münafıklardan, "kimisi, bana izin ver, der": Yani savaşa gitmemek için. O da Ced b. Kays’tir. "Beni fitneye düşürme” kavli hakkında da dört görüş vardır: Birincisi: Başımı kadınlarla derde sokma, bunu İbn Abbâs, Mücâhid ve İbn Zeyd, demişlerdir. İkincisi: Benim için zor olan savaşa çıkmayı emretmekle beni günaha sokma, sonra sana muhalefet etmekle günaha girerim. Bunu da Hasen, Katâde ve Zeccâc, demişlerdir. Üçüncüsü: Seninle çıkmamı zorunlu kılarak beni inkâra sevk etme. Bunu da Dahhâk, demiştir. Dördüncüsü: Beni işimden alıkoyma (Ced, bütün bunları alay yollu söylemektedir. Mütercim). "Bilin ki, onlar fitneye düştüler": Bu fitnenin ne olduğunda da dört görüş vardır: Birincisi: O küfürdür, bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan, demiştir. İkincisi: Sıkıntıdır, bunu da İbn Ebi Talha, İbn Abbâs’tan, demiştir. Üçüncüsü: Günahtır, bunu da Katâde ile Zeccâc, demişlerdir. Dördüncüsü: Cehennem azabıdır, bunu da Maverdi zikretmiştir. 50Eğer sana bir iyilik gelirse, onları üzer. Eğer sana bir musibet gelirse, "biz gerçekten işimizi (tedbirimizi) önceden aldık” derler ve sevinerek döner giderler. "Eğer sana bir iyilik gelirse": Yani yardım ve ganimet, demektir. Musibet: ölüm ve yenilgidir. "Biz tedbirimizi aldık, derler": Yani işi sağlam tutup savaşa çıkmadık, derler. "Sevinerek dönerler": Senin başına gelenden ve kendilerinin esenlikte olmalarından dolayı. 51De ki: "Başımıza asla Allah'ın yazdığından başka bir şey gelmez. O; Mevla’mızdır. Mü’minler yalnız Allah’a tevekkül etsinler". "Allah’ın yazdığı": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: Allah’ın takdir ettiği, bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Kitabında bizim zafer kazanacağımızı açıklayıp da bunun da bizim için bir güzellik olacağını yahut öldürülüp de şehit düşerek yine bizim için bir güzellik olacağını açıkladığı. Bunu da Zeccâc, demiştir. Üçüncüsü: Sonunda başımıza ancak Allah’ın bizim için yazdığı ve bize va’dedilen şey gelir. Bunu da Maverdi zikretmiştir. "O, Mevla'mızdır": Yani yardımcımızdır. 52De ki: "Bizim için iki güzellikten birini mi bekliyorsunuz? Bizse Allah’ın, kendi katından yahut bizim elimizle başınıza bir azap getirmesini bekliyoruz. Siz bekleyin; biz de sizinle beraber beklemekteyiz". "Kul hel terabbesune bina": Bekliyor musunuz, demektir. İki güzellik: Zafer ve şehitliktir. "Bizse Allah’ın kendi kaündan yahut bizim elimizle başınıza bir azap getirmesini bekliyoruz": Bu azap hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: Yıldırımlardır, bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: ölümdür, bunu da İbn Cüreyc, demiştir. "Elimiz": Yani öldürmekle, demektir. 53İster isteyerek ister istemeyerek harcayın; sizden asla kabul olunmayacak. Çünkü siz gerçekten bir fasıklar topluluğu oldunuz. "İster isteyerek ister istemeyerek harcayın": İniş sebebi şudur: Ced b. Kays, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ona Rumlarla savaşmayı teklif edince şöyle dedi: Ben kadınları gördüğüm zaman dayanamam, hemen vurulurum; sana malımla yardım edeyim, dedi. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu da İbn Abbâs, demiştir. Zeccâc da şöyle demiştir: Bu emir kalıbında ise de manası şarttır ve şöyledir: Gönüllü veya gönülsüz harcasanız sizden asla kabul olunmayacaktır. Bunun örneği şiirde çoktur: Bize ister iyilik et istersen kötülük et, kınanmazsın, Eğer bizden nefret edersen senden nefret edilmez. Ona, kötülük etmesini söylemiyor; ancak iyilik etse de kötülük etse de sözünden dönmeyeceğini bildiriyor. Ferrâ’ da: "Onlar için istiğfar etsen de istiğfar etmesen de birdir” (Tevbe: 80) kavli de böyledir, demiştir. 54Harcamalarının kabul olunmamasına sadece Allah’ı ve Peygamberini inkâr etmeleri, namaza ancak tembel tembel gelmeleri ve harcamayı da ancak istemeyerek yapmaları mani oldu. "Vema meneahüm entukbele minhüm nefekatühüm": İbn Kesir, Nâfi, Âsım, Ebû Amr ve İbn Âmir, te ile: "Tukbele” okumuşlar; Hamze ile Kisâi de, ye ile: "Yukbele” okumuşlardır. Ebû Ali de şöyle demiştir: Kim müennes okursa, failin şeklen müennes olmasındandır, kim de ye ile okursa, failin hakiki müennes olmamasındandır. O nedenle müzekker olması câizdir, meselâ "femen caehu mevizetün min rabbihi” (Bakara: 275) gibi. Cuhduri ise, meftuh ye ile "yakbele” ve tenin kesresi ile "nefekatihim” okumuştur. A’meş de, elifsiz ve te de merfu olarak: Nefekatühüm” okumuştur. Ebû Miclez ile Ebû Recâ’ da ye ile "en yakbele” ve tekil olarak da mensûb te ile "nefekatehum” okumuşlardır. "illâ ennehüm": İbn Enbari: "Enne” burada meftuhtur, çünkü o, müevvel masdar olarak "meneahüm” ile merfudur, takdir de şöyledir, demiştir: Ve ma meneahüm kabulen nefekati minhüm illâ küfrühüm billahi. "Ancak namaza tembel olarak kalkarlar": Bunu da Nisa suresi âyet: 142’de şerh etmiş bulunuyoruz. "Ancak istemeyerek harcarlar": Çünkü onlar Allah yolunda harcamayı para cezası sayarlar. 55Onların ne malları ne de evlatları seni imrendirmesin. Allah ancak bunların yüzünden onlara dünya hayatında azap etmeyi ve ruhlarının da kâfir olarak çıkmasını istiyor. "Onların malları seni imrendirmesin": Yani onlara mal ve evlat olarak verdiğimiz nimetler hoşuna gitmesin, demektir. Âyetin manasında da dört görüş vardır: Birincisi: Dünya hayatındaki malları ve evlatları hoşuna gitmesin, Allah ancak onlara ahirette bu yüzden azap etmek istiyor. Bunu da İbn Abbâs, Mücâhid, Katâde, Süddi ve İbn Kuteybe, demişlerdir. Buna göre âyette takdim ve tehir vardır; ahiretteki azapları da mal kazanma ve onu harcamadaki yaptıkları şey yüzünden olacaktır. İkincisi: Bu, nazımda (Kur’ân’da) olduğu gibidir (takdim ve tehir yoktur), Mana da şöyledir: Dünyada onlara malları ve evlatları sebebiyle musibet vermesi için; bunlar onlar için azap, mü’minler için ise mükafattır. Bunu da İbn Zeyd, demiştir. Üçüncüsü: Mana şöyledir: Mallarından zekât almak ve onu Allah yolunda harcamakla onlara azap etmek içindir. Bunu da Hasen, demiştir. Buna göre (ha) zamiri yalnız mallara râci olur. Dördüncüsü: Evlatlarını esir ve mallarını ganimet etmekle onlara azap etmesi için, demektir. Bunu da Maverdi zikretmiştir. Buna göre bu olay müşriklerde gerçekleşecektir. "Ve tezhaka enfüsühüm": Canları çıksın, demektir. Zehakassehmü denir ki, ok hedefi delip geçmektir. 56Sizden olmadıkları halde şüphesiz sizden olduklarına dair Allah’a yemin ederler. Onlar ancak korkan bir topluluktur. "Sizden olduklarına dair yemin ederler": Yani mü’min olduklarına dair, demektir. "Yefrakun” da: Korkarlar manasınadır. 57Eğer bir sığınak yahut mağaralar veyahut sokulacak bir yer bulsalar, elbette koşarak yüzlerini oraya çevirirlerdi. Melce’: Zeccâc şöyle demiştir: Melce’ ve lece’ medsiz ve hemze ile: Korunak demektir. Mağaralar ise: İnsanın gizlendiği kovuklardır. Said b. Cübeyr ile İbn Ebi Able, mimin zammesiyle: "Ev muğaratin” okumuşlardır. Çünkü Ağartü ve ğurtü denir ki: Derin yere girmektir. Müddehal’in aslı: Müdtehal’dir, ancak te dal olmuştur, çünkü te fısıltılı, dal da açık okunan harflerdendir. Te ile dal aynı yerden çıkar; böylece kelâm bir açıdan daha hafif olur. Übey, Ebû’l - Mütevekkil ve Ebû’l - Cevza, mimin ref’i, meftuh te ve dal ile hı da şeddeli olarak: "Ev mütedehhalen” okumuşlardır. İbn Mes’ûd ile Ebû İmran da mazmum mimden sonra nun ile: "Mündehalen” okumuşlardır. Hasen, İbn Yamur ve Ya’kûb da, mimin fethi, dal şeddesiz ve sakin olarak: "Medhalen” okumuşlardır. Zeccâc da şöyle demiştir: Kim medhal okursa, dahale yedhulu medhalen’den getirmiş olur, kim de "müdhalen” derse, edhaltuhu müdhalen’den getirmiş olur. Şair de şöyle demiştir: Sabah akşam Allah’a hamd ederiz, Rabbim bizi hayırla sabaha ve akşama çıkardı (mümsa ve musbah). Müddehal ve müdhal’ın manası şöyledir: Keşke aralarına sokulacak bir topluluk bulsalardı, "levellev ileyhi": Bu şeylerden birine yönelirlerdi. "Ve hüm yecmehun": öyle bir koşarlardı ki, hiçbir şey onların yüzlerini çeviremezdi. Âyette geçen cemaha, ki, tamaha da aynıdır, bir şeye doğru hızla koşup hiçbir şey onu çevirmemektir. Gemin zaptedemediği ata da bundan dolayı feresün cemuhun, denir. 58Onlardan kimi sadakalar hususunda seni ayıplar; eğer onlardan kendilerine verilirse, hoşlanır; eğer onlardan kendilerine verilmezse, hemen kızarlar. "Onlardan kimi sadakalar hususunda seni ayıplar": Kimler hakkında indiğinde iki görüş vardır: Birincisi: O (ayıplayan) Zülhuvaysıra et - Temimi’dir. Bir gün Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e: Adil ol, ya Resûlallah, dedi. Bu âyet bunun üzerine indi. Buna Ebû’l - Havasır, İbn Zil Huvaysıra da, denilmiştir. İkincisi: Salebe b. Hatıb’tır: Muhammed ancak istediğine verir derdi; âyet bunun üzerine indi. İbn Kuteybe şöyle demiştir: "Yelmizüke": Seni ayıplar ve sana dil uzatır, demektir. Hemeztü fülanen ve lemeztuhu denir ki, birini gıybet edip ayıplamaktır. Çoğunluk mimin kesri ile "yelmizüke” okur, Ya’kûb , Nazif de Kunbul’dan, Eban da Âsım’dan, Kazzaz da Abdülvaris’ten hepsinde mimin zammesiyle: "Yelmuzune” (Tevbe: 79), "yelmüzüke” ve "vela telmuzu” (Hucurat: 11) okumuşlardır. İbn Semeyfa’ da yufailüke vezninde "yülamizüke” okumuştur. Bunu da Hammad b. Seleme, İbn Kesir’den rivayet etmiştir. Ebû Ali el - Farisi de: Burada faaltü vezni müşareket için olmamalıdır demiştir, meselâ taraktunna’le ve âfahullah örneklerinde olduğu gibi. Çünkü Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem böyle bir şey yapmaz. A’meş ise, mimin şeddesi ve elifsiz olarak yufa’ilüke vezninde "yülemmizüke” okumuştur. Zeccâc şöyle demiştir: Lemeztürrecüle elmizuhu ve elmuzuhu denir ki, birini ayıplamak manasınadır. Hemeztuhu ehmizuhu da aynı manayadır. Şair de şöyle demiştir: Seninle karşılaştığım zaman bana sırıtıyor (gülümsüyor)sun, Gözden kaybolduğum zaman da beni kötülüyorsun. 59Eğer onlar Allah ve Resul’ünün verdiklerine razı olsalar ve: "Allah bize yeter. Yakında bize Allah da Resul’ü de verecektir. Şüphesiz biz, Allah’a rağbet edenleriz” deselerdi (ne olurdu!) "Eğer onlar Allah ve Resul'ünün verdiğine razı olsalardı": Yani kendilerine verilen şeye kanaat etselerdi, demektir. "Biz Allah’a rağbet edenleriz": Yani fazla vermede, eğer böyle deselerdi kendileri için daha hayırlı olurdu. Bu, "lev"in cevabıdır, o da lafızdan hazfedilmiştir. 60Sadakalar Allah’tan bir farz olarak ancak fakirlere, yoksullara, onun (sadakanın) üzerinde çalışanlara, kalpleri (İslâm’a) ısındırılmak istenenlere, kölelere, boçlulara, Allah yolunda ve yol oğluna (yolda kalanlara) aittir. Allah lıakkıyle bilendir, hikmet sahibidir. Sonra: "Sadakalar ancak fakirlerin ve miskinlerindir” diyerek sadakaları hak edenleri açıkladı. Fakir ile miskinin sıfatlarında altı görüş beyan ederek ihtilaf etmişlerdir: Birincisi: Fakir: Dilenmeye tenezzül etmeyendir. Miskin ise isteyen ve canı üzerinde olandır (kıt kanaat geçinendir). Bunu İbn Abbâs, Hasen, Mücâhid, Cabir b. Zeyd, Zührî, Hakem, İbn Zeyd ve Mukâtil, demişlerdir. İkincisi: Fakir: Kronik hastalığı olduğu halde muhtaç olandır. Miskin ise: Böyle bir hastalığı olmayandır. Bunu da Katâde, demiştir. Üçüncüsü: Fakir: Hicret edendir, miskin de: Hicret etmeyendir. Bunu Dahhâk b. Müzahim ile Nehaî demişlerdir. Dördüncüsü: Fakir: Müslümanların yoksuludur. Miskin de: Ehl-i kit'aptan olandır. Bunu da İkrime demiştir. Beşincisi: Fakir: bir şeyleri olandır, miskin ise hiçbir şeyi olmayandır. Bunu da Ebû Hanife, Yûnus b. Habib, Yakub b. Sikkît ve İbn Kuteybe, demişlerdir. Delilleri de Şair Rai’nin şu sözüdür: Fakir ailesine yetecek kadar sütlü devesi olandır, Başka devesi ve koyunu olmayandır. Ona ve ailesine yetecek kadar sütlü devesi olana fakir, demiştir. Bir bedeviye: "Sen fakir misin?” dedim. O da: Hayır vallahi, ben miskinim, dedi. Ben fakirden daha kötü durumdayım demek istedi. Altıncısı: Fakir miskinden daha muhtaçtır, bu da îmam Ahmed’in mezhebidir. Çünkü fakir, fakar’ın (omurların) kırılmasından alınmıştır, miskin ise sükunet ve tevazudan alınmıştır. Ötekisi daha düşkündür. İbn Enbari de şöyle demiştir: Esmaî’den: Miskin hali fakirinkinden daha iyi olandır. Ahmed b. Ubeyd de: Miskin hali fakirden daha iyi olandır. Çünkü fakir lügatte sırt omurlarından biri çıkarılana denir; sanki şiddetli fakirlikten beli kırılmış gibidir. Sonra mefkur yerine fakir denilmiştir; tıpkı mecruh ve cerîh, matbuh ve tabîh denildiği gibi. Şair de şöyle demiştir: Akbabaların keçe gibi kanatlarıyla uçuştuğunu görünce, O da beli eğri at gibi kanatlarını kaldırdı. Bu görüşün delili de: "Ve emmessefinetü fekanet limesakine yamelune filbahr” (Kehf: 79) âyetidir. Mali değeri olan gemiye sahip kimseleri miskin diye nitelemiştir. Bizce de doğrusu budur. "Onların üzerinde çalışanlara": Bunlar da sadaka toplamak için çalışanlardır, bunlara normal ücretleri kadar verilir, aldıkları zekât değildir. "Kalpleri ısındırılmak istenenlere": Bunlar da öyle bir topluluktur ki, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem bunlara verdiği şeyle onları kazanmak isterdi. Bunlar şerefli kimselerdi ve Müslüman ve kâfir olmak üzere iki sınıf idiler. Müslümanlar da iki sınıf idiler, bir sınıfın İslâm’a karşı niyetleri zayıf idi, onların niyetlerini düzeltmek için onları ısındırmak istedi, meselâ Uyeyne b. Hısn ile Akra (b. Habis) gibi. Bir sınıfın da niyetleri düzgün idi, onların da müşrik aşiretlerini ısındırmak için onlara verilirdi, meselâ Adiy b. Hatim gibi. Müşrikler de iki sınıf idiler; bir sınıfı Müslümanlara eziyet etmek isterlerdi; onların eziyetlerini def etmek için ısındırdı, meselâ Amir bir Tufeyl gibi. Bir sınıfın da İslâm’a meyli vardı, iman etmeleri için onlara verdi, meselâ Safvan b. Ümeyye gibi. Ben müellefe-i kulubun sayılarını "Telkih” kitabında zikrettim, imam Ahmed’in bir rivâyetinde bunların hükmü bakidir. Ebû Hanife ile Şâfiî: Hükümleri mensuhtur, demişlerdir. Zührî ise: Ben müellefe-i kulubun hükmünü nesheden bir şey bilmiyorum, demiştir. "Kölelere": Bunu da Bakara suresi âyet 177’de zikretmiş bulunuyoruz. "Borçlulara": Bunlar da borçlanıp da ödeme imkanı bulamayanlardır. Katâde: Bunlar kötü yola sapmadan, israf ve dağıtma cihetine gitmeden borç altına girmiş kimselerdir, demiştir. Böyle demesinin sebebi şudur, çünkü kötü yola giden bir kimse, borcu ödenirse aynı maksatla tekrar borçlanabilir. Onun da borcunu ödemede ve ona da zekât vermede ihtilaf yoktur, ancak Katâde bunu hoşlanmayarak demiştir. "Allah yolunda": Yani gazilere ve sınırları bekleyenlere. Bize göre bunların zenginine de fakirine de zekât vermek câizdir. Şâfiî’nin görüşü de budur. Ebû Hanife ise: Onlardan ancak fakire verilir, demiştir. Zekattan hacc için verilir mi yoksa verilmez mi? Bunda da İmam Ahmed’ten iki rivayet vardır. "Yolculara": Bu da sefere çıkıp da kesilip kalandır, ister ki, memleketinde malı olsun. Bunu Mücâhid, Katâde, Ebû Hanife ve imam Ahmed, demişlerdir. Ama yeni sefere çıkmak isteyenlere zekât vermek câiz midir? Şâfiî: Câizdir demiştir, İmam Ahmed’ten de aynısı rivayet edilmiştir. Biz de Bakara suresi âyet 177’de bu hususta müfessirlerin görüşlerini zikretmiş bulunuyoruz. "Allah’tan bir farz olarak": Yani Allahü teâlâ bunu farz etmiştir, demektir. Bize göre zekât almaya mani olan zenginliğin iki tarifi vardır: Birincisi: Elli dirhem gümüşe veyahut o kadar altına sahip olmaktır. Bu da ister yetsin isterse yetmesin. İkincisi: Yetecek kadar sanatı, akardan geliri veya kârından geçinecek kadar ticaret malı olmaktır. Ebû Hanife: Bu hususta itibar, zekât vacip olacak nisaba malik olmaktır, demiştir. Sadaka almaları haram olan akrabalar ise Haşim oğulları ile Abdülmuttalib oğullarıdır. Ebû Hanife şöyle demiştir: Haşim oğullarına sadaka haramdır da Muttalib oğullarına haram değildir. Haşim ve Muttalib oğullarının sadaka üzerinde, çalışıp ondan işçiliklerini almaları câizdir; Ebû Hanife’ye göre câiz değildir. Haşim ve Muttalib oğullarının müttefiklerine de sadaka haramdır, buna Malik muhalefet eder. Nafakasını temin etmesi lâzım gelen kimseye sadaka vermek câiz değildir; Malik ile Sevri böyle demişlerdir. Ebû Hanife ile Şâfiî de: Ne kadar yukarı çıkarsa çıksın babasına, ne kadar aşağı inerse insin çocuğuna sadaka veremez. Zevcesine de veremez. Bunlardan başkasına verir. Zimmiye zekât vermeye gelince, çoğunluk bunun câiz olmadığı görüşündeler. Ubeydullah b. Hasen ise: Müslüman bulamazsa zimmiye verir, demiştir. Bütün sınıflara dağıtmak vacip değildir. Her sınıfın da sayısına itibar yoktur. Bu; Ebû Hanife ile Malik’in görüşüdür. Şâfiî ise: Her sınıftan üç tanesine vermek vaciptir, demiştir. Sadakayı bir memleketten namazı kısa kılacak kadar uzak bir yere nakletmek isterse, bu câiz değildir. Eğer naklederse zekât vermiş olmaz. Bu Malik ile Şâfiî’nin görüşleridir. Ebû Hanife ise: Nakli câizdir, zekâtı da geçerlidir, demiştir. Bir fakire elli dirhemden fazla vermez. Ebû Hanife ise: Bir adama iki yüz dirhem vermek hoşuma gitmez; eğer yine de verirsen zekatın geçerlidir, demiştir. Şâfiî ise bir sınır belirtmeden ihtiyacı görmeye itibar etmiştir. Eğer bir fakire verir de zengin olduğu meydana çıkarsa, zekâtı geçerli midir? Bunda İmam Ahmed'ten iki rivayet vardır. 61Onlardan kimileri de Peygambere eziyet eder ve: "O bir kulaktır"derler. De ki: "O, sizin için bir hayır kulağıdır. Allah’a iman eder, mü’minlere inanır. İçinizden iman edenler için de bir rahmettir. Allah’ın Resul’üne eziyet edenler için acıklı bir azap vardır. "Onlardan kimileri de Peygambere eziyet eder": İniş sebebinde üç görüş vardır: Birincisi: Hizam b. Halid, Cülas b. Süveyd, Ubeyd b. Hilal ve diğerleri Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e eziyet eder, birbirlerine: Yapmayın, kulağına gider de bize kötü söyler, dediler. Cülas da: Hayır, biz istediğimizi söyleriz, Muhammed dinleyen bir kulaktır, sonra ona gideriz, o da bize inanır, dedi. İşte bu âyet bunun üzerine indi. Bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan, demiştir. İkincisi: Münafıklardan Nebtel b. el-Haris denen bir adam, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in sözlerini münafıklara götürürdü. Ona: Yapma, dediler; o da: Muhammed bir kulaktan başkası değildir, ona kim bir şey söylerse onu tasdik eder; biz de istediğimizi söyleriz, sonra da ona gider yemin ederiz, o da bize inanır, dedi. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu da Muhammed b. İshak, demiştir. Üçüncüsü: Münafıklardan Cülas b. Süveyd ile Vedia b. Sabit bir araya geldiler, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hakkında kötü konuşmak istediler. Yanlarında da Amir b. Kays adında bir genç vardı, ona da hakaret edip ileri geri konuştular: Eğer Muhammed’in dedikleri doğru ise biz eşekten daha kötüyüz, dediler. Genç de kızdı ve: Allah’a yemin ederim ki, Muhammed’in dedikleri doğrudur ve siz de eşekten daha kötüsünüz, dedi. Sonra da Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e gelip durumu haber verdi. Peygamber onları çağırdı, onlara bunu sordu; onlar da Amir’in yalan söylediğine yemin ettiler. Amir de onların yalan söylediklerine yemin etti ve: Allah’ım, buradan kalkmadan içimizden doğru söyleyenle yalan söyleyeni ayır, dedi. Bunun üzerine bu âyet indi ve: "Sizi razı etmek için Allah’a yemin ederler” kavli de indi. Bunu da Süddi, demiştir. Eziyet ise onu kötülemek ve konuştuklarını başkalarına götürmektir. "Kulak” kelimesinin manası: Kendisine her söyleneni kabul eder, demektir. İbn Kuteybe şöyle demiştir: Bunun aslı şudur: Kulak dinleme organıdır, bu nedenle işittiği her haberi tasdik edene: Kulak, denilmiştir. Bütün kurralar harekeli olarak "hüve üzünün kul üzünün” okurlar. Nâfi' ise ikisinde de zalın sükunu ile "üznün kul üznü hayrin” okur. "Sizin için hayır kulağıdır” sözünün manası: O hayır kulağıdır, şer kulağı değildir; hayrı dinler, onunla amel eder, şerri ise işittiği zaman onunla amel etmez, demektir. İbn Mes’ûd, İbn Abbâs, Hasen, Mücâhid, İbn Yamur ve İbn Ebi Able tenvinle "üzünün” ve ref ile de "hayrun” okumuştur. Mana da şöyledir: Eğer dediğiniz gibi sizi dinleyip de size inanırsa, sizi yalanlamaktan daha hayırlıdır. Ebû Ali de şöyle demiştir: Kulak deyip bütün vücudu, yani insanı anlamak da câizdir. Nitekim İmam Halil şöyle demiştir: Deveye nab (köpekdişi) denilmesi o dişinin iri olmasındandır; bu nedenle bütün deveye onun ismi verilmiştir. Çok kullanılıp da kulak verilmesi düşüncesiyle bütün vücuda o organın ismi verilmiştir (Kelle Kasım gibi. Mütercim). Sonra da kimden kabul edeceğini beyan ederek: "yü’minü billahi ve yü’minü lilmü’minin” demiştir. İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Be ile lâm zaittir, mana da: Yusaddikullaha ve yusaddikul mü’minine, demektir. Zeccâc şöyle demiştir: O, Allah’ın kendisine indirdiğim dinler, onu tasdik eder. Mü’minlerin de haber verdikleri şeyleri tasdik eder. "Rahmettir": Yani o rahmettir, çünkü o, mü’minlerin iman etmelerine sebep idi. Hamze kesre ile "ve rahmetin” okumuştur. Ebû Ali de, mana: O hayır ve rahmet kulağıdır demiştir, daha açıkçası: Hayır ve rahmeti dinler, demektir. 62Sizi razı etmek için Allah’a yemin ederler. Hâlbuki Allah ve Resul’ü onu razı etmelerine daha haklıdır; eğer onlar mü’minler iseler. "Sizi razı etmek için Allah'a yemin ederler": İbn Saib şöyle demiştir: Âyet Tebuk seferine katılmayan bir grup münafık hakkında inmiştir. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem dönünce mü’minlere gelip onlardan özür dilediler, yemin ettiler, bahaneler ileri sürdüler. Mukâtil şöyle demiştir: İçlerinden Abdullah b. Übey, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’den geri kalmayacağına ve düşmanına karşı onunla beraber olacağına yemin etti. Biz de bundan önceki âyette onların kötü konuşmadıklarına dair yemin ettiklerini zikretmiştik. Zeccâc bazı nahiv bilginlerinden şöyle dediklerini nakletmiştir: "Liyurduküm"deki lâm kasem manasınadır, Mana da şöyledir: Sizi elbette razı edeceğiz diye Allah’a yemin ederler. Zeccâc bunun yanlış olduğunu söylemiştir; çünkü kendilerinden nakledilen sözleri söylemediklerine dair yemin ettiler; ileride razı edeceklerine dair yemin etmediler. Ben de derim ki: Mukâtil’in görüşü ise Zeccâc’ın kabul etmediğini destekler mahiyettedir. Ahfeş de o görüşe meyletmiştir. "Allah ve Resul'ü onu razı etmelerine daha haklıdır": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Tevbe etmek ve O’na dönmekle. İkincisi: Dil uzatmayı ve kınamayı terk etmekle. Eğer: "Neden"yurduhu” dedi de "yurduhuma” demedi?” denilirse, bunu da: "Vela yünfikuneha fi sebilillahi” (Tevbe: 34) âyetinde şerh etmiştik. 63Bilmediler mi ki, şüphesiz kim Allah’a ve Resul’üne karşı gelirse, şüphesiz onun için içinde ebedi kalmak üzere cehennem ateşi vardır. İşte bu, en büyük perişanlıktır. "Elem yalemu": Ebû Zeyd, Mufaddal’dan te ile "elemtalemu” rivayet etmiştir. "Kim Allah’a karşı gelirse": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Kim Allah’a muhalefet ederse, bunu İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Kim Allah’a düşmanlık ederse, demektir. Bu: Kim Allah’ın ve Resul’ünün karşısına çıkarsa sözü gibidir. "Feenne lehu nara cehenneme": Cumhûr hemzenin fethi ile "feenne” okumuştur. Ebû Rezin, Ebû İmran ve İbn Ebi Able, hemzenin kesri ile (feinne) okumuşlardır. Kim kesre ile okursa, cümle başı yapmış olur, sanki: Felehu naru cehenneme demiş gibi olursun, "İnne” de tekit için gelmiş olur. Kim de: "Feenne lehu” derse, ilk "enne"yi tekit etmek için tekrar etmiş olur. Çünkü söz uzayınca tekidi elzem olmuştur. 64Münafıklar; kalplerindekini kendilerine haber verecek bir sûrenin üzerlerine indirilmesinden endişe ederler. De ki: Siz alay edin. Şüphesiz Allah gocunduğunuz şeyi ortaya çıkaracaktır. "Münafıklar endişe ederler": İniş sebebi hakkında üç görüş vardır: Birincisi: Münafıklar Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’i kendi aralarında ayıplar ve: Olur ki, Allah sırrımızı ifşa eder, derlerdi. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu da Mücâhid, demiştir. İkincisi: Bir münafık: İsterdim ki, yüz kırbaç yiyeyim de hakkımda beni rezil edecek bir âyet inmesin. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu da Süddi, demiştir. Üçüncüsü: Münafıklardan bir cemaat bir karanlık gecede Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem Tebuk’ten dönerken suikast yapmak üzere yoluna çıktılar; Cebrâil aleyhisselam bunu haber verdi. Âyet de bunun üzerine indi. Bunu da İbn Keysan, demiştir. "Münafıklar endişe ederler": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Bu, aziz ve celil olan Allah’ın onlardan haber vermesidir. Bunu da Hasen ile Katâde, demişlerdir, İbn Kasım da bunu tercih etmiştir. İkincisi: Bununla aziz ve celil olan Allah onlara sakınmalarını emretmiştir, takdiri: Münafıklar sakınsınlar, demektir. İbn Enbari de şöyle demiştir: Araplar çoğu zaman emri haber kalıbı ile verirler, meselâ: Yerhamullahul mü’mine (Allah mü’mine rahmet etsin) ve yuazzibel kafire (Allah kafire azap etsin) derler ki: Liyerham ve liyüazzip, demektir. Lâm’ı düşürürler ve merfu okuyarak onu haber tarzında icra ederler. Bunu da ancak duada yaparlar, dua ise emre benzer. "De ki: Siz alay edin": Bu, emir mahiyetinde söylenmiş bir tehdittir. "Allah gocunduğunuz şeyi ortaya çıkaracaktır": Bunda da iki yorum vardır: Birincisi: Gizlediğinizi açıklayacaktır. İkincisi: Desteksiz bıraktıklarınıza yardım edecektir. Bu ikisini de Maverdi zikretmiştir. 65Yemin olsun, eğer onlara (niçin alay ettiklerini) sorsan, mutlaka: "Ancak biz söze dalıyor ve oynuyorduk", derler. De ki: "Allah ile mi, âyetleri ile mi, Resûlü ile mi alay ediyorsunuz?" "Eğer onlara sorsan": İniş sebebi için altı görüş vardır: Birincisi: Ced b. Kays, Vedia b. Hizam ve Cüheyr b. Humeyr, Tebuk dönüşünde Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in önünde yürüyorlardı. İçlerinden ikisi Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ile alay ediyor, üçüncüsü ise onların dediklerine gülüyordu, hiçbir şey konuşmuyordu. Cebrâil indi, alay edip güldükleri şeyi haber verdi. Efendimiz, Ammar b. Yasir’e: "Git onlara niçin güldüklerini sor ve onlara: Allah sizi yaktı, de” buyurdu. O da: Allah sizi yaktı, dedi. Onlar da haklarında Kur’ân indiğini anladılar. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e dönüp özür dilediler. Cüheyr: Allah’a yemin ederim ki, ben bir şey konuşmadım, ben sadece onların sözlerine şaşarak güldüm, dedi. Bunun üzerine: 66Özür dilemeyin; siz gerçekten imanınızdan sonra kâfir oldunuz. İçinizden bir bölüğü affedersek, bir bölüğe de günahkarlar oldukları için azap ederiz. Birincisi: Ced b. Kays, Vedia b. Hizam ve Cüheyr b. Humeyr, Tebuk dönüşünde Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in önünde yürüyorlardı. İçlerinden ikisi Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ile alay ediyor, üçüncüsü ise onların dediklerine gülüyordu, hiçbir şey konuşmuyordu. Cebrâil indi, alay edip güldükleri şeyi haber verdi. Efendimiz, Ammar b. Yasir’e: "Git onlara niçin güldüklerini sor ve onlara: Allah sizi yaktı, de” buyurdu. O da: Allah sizi yaktı, dedi. Onlar da haklarında Kur’ân indiğini anladılar. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e dönüp özür dilediler. Cüheyr: Allah’a yemin ederim ki, ben bir şey konuşmadım, ben sadece onların sözlerine şaşarak güldüm, dedi. "Özür dilemeyin” kavli indi ve Ced b. Kays ile Vedia’yı kastetti. "Eğer bir bölüğü affedersek": Yani Cüheyr’i affedersek, "bir bölüğe de azap ederiz": Yani Ced ile Vedia’ya. Bu, Ebû Salih’in İbn Abbâs’tan naklettiği görüşüdür. İkincisi: Münafıklardan biri: Bizim bu Âlimlerimiz gibisini, bunlar gibi karnı büyükleri, bunlar gibi yalancıları ve bunlar gibi düşmanla karşılaşıldığı zaman korkağını görmedim, dedi. Bununla Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ile ashabını kastediyordu. Avf b. Malik ona: Yalan söyledin, sen münafıksın, seni mutlaka Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e haber vereceğim, dedi; Kur’ân'ın kendisini geçtiğini gördü. O adam gelip: Ya Resûlallah, biz söze dalmıştık, oynayıp eğleniyorduk, dedi. Bu da İbn Ömer, Zeyd b. Eslem ve Kurazi’nin görüşüdür. Üçüncüsü: Münafıklardan bir grup Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ile yürüyordu: Eğer bunun dediği doğru ise biz eşekten de kötüyüz, dedi. Allahü teâlâ da dediklerini Peygamberine bildirdi ve "eğer onlara sorsan” âyeti indi. Bunu da Said b. Cübeyr, demiştir. Dördüncüsü: Münafıklardan biri: "Muhammed bize, filancanın dişi devesinin filan vadide olduğunu söylüyor, o gaybi mi biliyor?” dedi. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu da Mücâhid, demiştir. Beşincisi: Münafıklardan bazıları: Bu adam Şam’ın saraylarını ve kalelerini fethedeceğini umut ediyor, heyhat, dediler. Allah da Nebisini bundan haberdar etti. Allah’ın Nebisi: Alayı (birliği) durdurun, dedi. Onlara geldi: Siz şöyle şöyle söylediniz, dedi. Onlar da: Biz dalmış konuşuyor ve eğleniyorduk, dediler. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu da Katâde, demiştir. Altıncısı: Abdullah b. Übey ile yanındaki topluluk Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ile ashabı hakkında yakışıksız şeyler söylerlerdi. Bu da Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e ulaşınca: Biz sadece dalmış konuşuyor ve eğleniyorduk, dediler. Allahü teâlâ da: "De ki,": Yani onlara söyle ki, "Allah, âyetleri ve Peygamberi ile mi alay ediyorsunuz?” Bunu Dahhâk, demiştir. "Yemin olsun, eğer onlara sorsan": Alay ettikleri şeyi, "mutlaka biz konuşmaya dalmış eğleniyorduk diyeceklerdir": Yani konuşarak oyalanıyorduk, derler. "Kâfir oldunuz": Yani imanınızı açıkladıktan sonra küfrünüzü açıkladınız. Bu da küfür kelimesini söylemede ciddi ile şakanın bir olduğunu gösterir. "İn yu’fe an taifetin minküm": Çoğunluk ye ile "in yu’fe", te ile de "tüazzeb” okumuştur. Âsım ise, Eban rivâyeti dışından, "in nafü", "nüazzib” nasb ile de "taifeten” okumuştur. Mana da şöyledir: İçinizden bir bölüğü Tevbeye muvaffak kılmakla affedersek, bir bölüğe de Tevbeyi terk etmeleriyle azap ederiz. Şöyle denilmiştir: Burada üç bölük (taife) vardır: İkisi alay etti, biri güldü. Sonra Allah dinledikleri şeyi kabul etmedi. İbn Abbâs'tan o üç kişinin ismini zikretmiştik. Gülenin ismi ise Cüheyr’dir. Başkası da: Mahşi b. Humeyr’dir, demiştir. İbn Abbâs ile Mücâhid şöyle demişlerdir: Taife: Bir ve üstündekilere denir. Zeccâc da şöyle demiştir: Taife lügatte cemaattir. Teke de taife demek câizdir ki, ondan da taifenin kendisi kastedilir. İbn Enbari şöyle demiştir: Eğer taifeden tek kişi kastedilirse, aslı taif olur, kaid ve kaim gibi. Sıfatta mübalağa için de ona he dahil olur, meselâ raviye, allame ve nessabe gibi. Ömer b. Hattab radıyallahu anh şöyle demiştir: Beraet suresinin inmesi bitinceye kadar hepimiz kendi hakkında bir şeyler ineceğinden korktuk. 67Münafık erkeklerle münafık kadınlar birbirlerindendir. Kötülüğü emreder, iyilikten men eder ve ellerini (cimrilikle) sıkarlar. Kendileri Allah’ı unuttular; Allah da kendilerini unuttu. Şüphesiz münafıklar fasıkların ta kendileridir. "Münafık erkeklerle münafık kadınlar birbirlerindendir": İbn Abbâs: Birbirlerinin dinindendir, demiştir. Mukâtil de: Birbirlerinin dostlarıdır, demiştir. "Kötülüğü emrederler": O da küfürdür, "iyilikten men ederler": O da imandır. "Ellerini sıkı tutarlar": Bunda da dört görüş vardır: Birincisi: Allah yolunda harcamaktan. Bunu da İbn Abbâs, Hasen ve Mücâhid, demişlerdir. İkincisi: Bütün hayırlardan, bunu da Katâde, demiştir. Üçüncüsü: Allah yolunda cihattan. Dördüncüsü: Duada ellerini Allah’a kaldırmaktan. Bu ikisini Maverdi, zikretmiştir. "Allah’ı unuttular, Allah da onları unuttu": Zeccâc şöyle demiştir: O’nun emrini terk ettiler, O da onları rahmet ve tevfikinden terk etti. 68Allah; erkek münafıklara, kadın münafıklara ve kâfirlere içinde ebedi kalacakları cehennem ateşini va’detti. O, onlara yeter. Allah onlara lânet etti ve onlar için sürekli bir azap vardır. "Hiye hasbuhum": O, günahlarına yeter demektir. Meselâ: Sana fi’line göre azap ettim, filana başına gelen yeter sözün gibidir ki, o, tam fi’li kadardır, demektir. "Kellezine minkablihim"deki kâf mahallen mensubtur: Vaadekümullahu alel küfri bihi kema vaadellezine min kabliküm, demektir. Başkası da şöyle demiştir: Allah gaip sigasından hitaba geçti, onları emrinden sapmada geçmiş eski milletlere benzetti. 69(Ey münafıklar) siz de tıpkı sizden öncekiler gibisiniz. Oysa onlar sizden daha kuvvetli; mal ve evlatları daha çok idi. Onlar nasiplerinden istifade ettiler. Sizden öncekiler nasiplerinden istifade ettikleri gibi siz de nasibinizden istifade ettiniz. Onların (bâtılla) daldıkları gibi siz de daldınız. İşte onların amelleri dünya ve ahirette boşa gitmiştir. İşte onlar ziyan edenlerin ta kendileridir. "Nasiplerinden istifade ettiler": İbn Abbâs: Ahiretteki nasiplerinin yerine dünyada istifade ettiler, demiştir. Zeccâc da: Dünyadaki hisselerinden istifade ettiler, demiştir. "Daldınız": Yani dine dil uzatmaya ve Peygamberinizi yalanlamaya onlar gibi daldınız demektir, "işte onların amelleri dünyada boşa gitmiştir": Çünkü onlardan kabul edilmemiştir. "Ahirette de": Zira onun sevabını alamamışlardır, "işte onlar ziyan edenlerin ta kendileridir": Sevabı kaçırmak ve azaba duçar olmakla. 70Onlara kendilerinden öncekilerin; Nûh, Ad, Semud kavimlerinin; İbrahim kavminin; Medyen sahiplerinin ve Mü’tefîke’nin (Lût kavminin alt üst olan kasabaları) haberi onlara gelmedi mi? Elçileri onlara mucizeler getirdiler. Allah onlara zulmedecek değildi; ancak onlar kendilerine zulmediyorlardı. "İbrahim kavmi": İbn Abbâs: Nemrut b. Kenan kastedilmiştir, demiştir. "Medyen sahipleri": Bunlar da Şuayb kavmidir. "Mü'tefikat": Lût’un kasabalarıdır. Zeccâc şöyle demiştir: Tekili: Mü’tefike’dir, yer alt üst olmak manasınadır. Onların hepsinin helak oldukları söylenmiştir. Nitekim helak olana da: Dünya başına ters döndü denir. "Onlara geldi": Yani bu ümmetlere geldi, "elçileri mucizelerle": Onlar da inanmadılar. "Allah onlara zulmedecek değildi": İbn Abbâs: Onları uyaracak bir peygamber göndermedikçe onları helak edecek değildi, demiştir. Mana da: Helaki hak ettiler, demektir. 71Mü'min erkeklerle mü’min kadınların kimileri kimilerinin dostlarıdır. İyiliği emreder, kötülükten men ederler. Namazı dosdoğru kılar, zekâtı verir ve Allah’a ve Resul’üne itâat ederler. İşte Allah onlara merhamet edecektir. Şüphesiz Allah mutlak galiptir, hikmet sahibidir. "Mü’min erkeklerle mü’min kadınlar kimileri kimilerinin dostlarıdır": Yani birbirlerinin velileridir; onlar tekeldirler, imanı emreder, küfürden men ederler. 72Allah mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara içlerinde ebedi kalmak üzere altlarından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetinde güzel meskenler va’detmiştir. Allah’ın rızası ise en büyüktür. İşte büyük kurtuluş budur. "Adn cennetlerinde": Ebû Ubeyde: Huld (ölümsüzlük) cennetlerinde demiştir. Adene fülanün biardı keza denir ki, bir yerde ikamet etmektir. Maden de oradan gelir; vehüve fi madeni sıdk, onun kökü sağlam, aslı temiz demektir. Şair A’şa da şöyle demiştir: Eğer onun hilmine sığınırsanız, Sağlam ve ağırbaşlı birine sığınmış olursunuz (adn). Yani dengeli, hafif olmayan, oturaklı birine demektir. İbn Abbâs da şöyle demiştir: Adn cennetleri, cennetin ortasıdır, o da cennette en yüksek derecedir. O aziz ve celil olan Rahman’ın yurdudur. Arş onun tavanıdır. Allah onu eliyle yaratmıştır. Tesnim ırmağı onun içindedir. Cennetler dışarıdan onu kuşatmıştır. "Allah’ın rızası ise en büyüktür": İbn Abbâs: Tarif edilemeyecek kadar büyüktür, demiştir. Zeccâc da: İçinde bulundukları nimetlerin en büyüğüdür, demiştir. Eğer: "Rıza neden nimetlerin en büyüğü oldu?” denilirse, buna iki türlü cevap verilir: Birincisi: Rabbin razı olmasıyla kalbin sevinmesi, kalbe özgü bir nimettir. Bu da yeme ve içme nimetinden daha büyüktür. Ebû Said el - Hudri’den rivayet edilen hadiste Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle demiştir: Aziz ve celil olan Allah cennet halkına: "Ey cennet halkı, razı oldunuz mu?” der. Onlar da: Ey Rabbimiz, niye razı olmayalım ki, bize yarattıklarına vermediğin şeyleri verdin, derler. O da: "Size bundan daha faziletlisini vereyim mi?” der. Onlar da: "Bundan daha faziletlisi var mıdır?” derler. O da: Evet, sizden razı olacağım ve size bir daha kızmayacağım, der. İkincisi: Nimeti kazandıran rızadır, nimet ise rızanın sonucudur. Binaenaleyh aslolan odur. 73Ey o Peygamber, kâfirler ve münafıklarla cihad et ve onlara sert davran. Onların yeri cehennemdir. Orası ne kötü dönüş yeridir! "Kâfirler ve münafıklarla cihad et": Kâfirlerle cihad kılıç iledir. Münafıklarla cihad hususunda da iki görüş vardır: Birincisi: O da dil iledir, bunu da İbn Abbâs, Hasen Basri, Dahhâk ve Rebi’ b. Enes, demişlerdir. İkincisi: Onlarla cihad, onlara haddi tatbik etmektir. Bu da Hasen ile Katâde’den rivayet edilmiştir. Eğer: "Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem onlarla cihad etmekle emrolundu, hâlbuki onları bizzat (şahsen) biliyordu; öyleyse onları nasıl ashabının arasında bıraktı da onları öldürmedi?” denilirse. Cevap şöyledir: O, ancak küfrünü açıklayıp onun üzerinde duranla savaşmakla emrolundu. Küfrünü bildiği halde inkâr eder ve: Ben müslümanın diye yemin ederse, onu da olduğu gibi bırakmak ve içini araştırmamakla emrolundu. "Onlara sert davran": İbn Abbâs: Onları şiddetle azarlaması, onlara sertçe bakması ve kızması kastedilmiştir, demiştir. "Hüm” zamirinin mercii hakkında da iki görüş vardır' Birincisi: O iki gruba râcîdir, bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Yalnız münafıklara râcîdir, bunu da Mukâtil, demiştir. 74(O kötü sözü) demediklerine dair yemin ederler. Yemin olsun ki, o küfr kelimesini demişlerdir. İslâmlarından sonra kâfir oldular. Elde edemedikleri şeye yeltendiler. Onlardan (mü'minlerden) hoşlanmamaları sırf Allah ve Resul’ünün kendilerini (münafıkları) lütfü ile zengin etmelerindendir. Eğer Tevbe ederlerse, kendileri için hayırlı olur. Eğer yüz çevirirlerse, Allah onlara dünya ve ahirette acıklı bir azap ile azap eder. Yeryüzünde onlar için de ne bir dost ne de bir yardımcı yoktur. "Demediklerine dair yemin ederler": İniş sebebi için üç görüş vardır: Birincisi: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem münafıkları zikredip onları ayıpladı; Cülas b. Süveyd: Eğer kardeşlerimizin dedikleri doğru ise, biz muhakkak eşekten daha kötüyüz, dedi. Amir b. Kays de: Allah’a yemin ederim ki, o doğrudur ve siz eşekten daha kötüsünüz, dedi ve bunu Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e haber verdi. Cülas da gelip: Ben bir şey söylemedim, dedi. Minberin yanında yemin ettiler; bunun üzerine bu âyet indi. Bunu Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Hasen, Mücâhid ve İbn Sîrin de böyle demişlerdir. İkincisi: Abdullah b. Übey: Allah’a yemin ederim ki, eğer Medine’ye dönersek şerefliler şerefsizleri oradan çıkaracaktır, dedi. Bunu da Müslümanlardan biri duydu; Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e haber verdi; o da onu çağırttı, o da demediğine dair yemin etmeye başladı. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu da Katâde, demiştir. Üçüncüsü: Münafıklar yalnız kaldıklarında Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ile ashabına söver, dine dil uzatırlardı. Huzeyfe de bunların bir kısmını Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e götürdü; onlar da bir şey demediklerine dair yemin ettiler; işte âyet bunun üzerine indi. Bunu da Dahhâk, demiştir. Küfr kelimesi; Resûlüllah sallallahu aleyhi ye sellem’e sövmeleri ve dine dil uzatmalarıdır. "Elde edemedikleri şeye yeltendiler": Bu hususta da dört görüş vardır: Birincisi: O, Übey’in: Eğer Medine’ye dönersek şöyle yaparız, demesi üzerine indi. Bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş ve Katâde de böyle demiştir. İkincisi: Bu, onlar Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’i öldürmeyi kurdukları zaman indi. Bunu da Mücâhid, İbn Abbâs’tan demiştir. Bunu kuran kişi de Esved adında biridir. Mukâtil de: Onların on beş kişi olduklarını, Akabe biatinde onu öldürmeyi planladıklarını söylemiştir. Üçüncüsü: Bir münafık: Eğer Muhammed’in dediği doğru ise biz eşekten daha kötüyüz, dediği zaman, mü’minlerden biri: Siz gerçekten eşekten daha kötüsünüz, deyince, münafık onu öldürmeye kastetti. İşte: "Elde edemedikleri şeye yeltendiler” kavli budur. Bu da Mücâhid’in görüşüdür. Dördüncüsü: Onlar Tebuk gazasında: Medine’ye vardığımız zaman Abdullah b. Übey’in başına bir taç geçirir ve onunla Muhammed’e karşı övünürüz, dediler. Yeltendikleri şeyi elde edemediler. "Onlardan hoşlanmamaları sırf Allah ve Resul’ünün onları zengin etmelerindedir": İbn Kuteybe şöyle demiştir: Hoşlanmayacakları bir şey yoktu, Allah’ın ikramından başka bir şey de bilmiyorlardı. Şairin şu sözü de öyledir: Halkın Ümeyye oğullarından hoşlanmamaları, Sırf onların kızdıkları zaman cahillik etmemelerinden başka bir şey değildir. Onlar Kralların ulularıdır, Araplar da onlardan başkasının üzerinde birlik olmazlar. Bu da kızılacak ve hoşlanmayacak bir şey değildir. İnsanlar onlardan hoşlanmayacak bir şey bulamazlar demek istemiştir. Şair Nabiğa’nın şu sözü de böyledir: Onların kusurları yoktur ancak kılıçları, Düşmanları kırmaktan dolayı körelmiştir. Yani onlarada kusur yoktur, demek istemiştir. İbn Abbâs da şöyle demiştir: Onlar Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Medine’ye gelmeden önce geçim sıkıntısı çekerlerdi; o gelince ganimet elde ettiler ve malları oldu. Buna göre kelâm geneldir. Katâde ise: Bu Abdullah b. Übey hakkında inmiştir, demiştir. Urve de şöyle demiştir: O, Cülas b. Süveyd’dir, bir adamı öldürüldü, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem diyetinin verilmesini buyurdu; böylece zengin oldu. "Eğer Tevbe ederlerse, kendileri için hayırlı olur” âyeti inince Cülas: Ben Allah’a Tevbe ediyorum, dedi. "Eğer yüz çevirilerse": Yani imandan yan çizerlerse, demektir. İbn Abbâs: Abdullah b. Übey yan çizdiği gibi, demiştir. "Allah onlara dünyada acıklı bir azap ile azap eder": öldürülmekle, ahirette de ateşle. 75Onlardan kimi: "Eğer Allah bize lütfundan verirse, mutlaka sadaka vereceğiz ve mutlaka iyilerden olacağız” diye Allah’a söz vermişti. "Onlardan kimi Allah’a söz vermişti": İniş sebebi için dört görüş vardır: Birincisi: Salebe b. Hatıb el - Ensari, Resûlallah sallallahu aleyhi ve sellem’e geldi: Ya Resûlallah, Allah’a dua et de bana mal versin, dedi. O da: Vay sana ey Salebe, şükrünü eda ettiğin az mal, altından kalkamadığın çok maldan daha hayırlıdır, dedi. Sonra bir defa daha dedi, Efendimiz de: Allah’ın Peygamberi gibi olmak istemez misin? Ruhumu elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, eğer şu dağların altın ve gümüş olarak benimle beraber yürümesini istesem, yürürdü, dedi. Salebe de: Seni hak Peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki, eğer bana mal vermesi için Allah’a dua edersen, her hak sahibinin hakkını mutlaka öderim, dedi. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem de: Allah’ım, Salebe’ye mal ver, diye dua etti. O da birkaç tane koyun edindi, onlar da çoğaldı, Medine dar gelmeye başladı. Oradan uzaklaştı, vadilerinden birine indi. Ancak öğle ile ikindiyi cemaatle kılmaya, diğerlerini terk etmeye başladı. Sonra koyunlar daha da arttı, Cuma dışında cemaate gelmez oldu. Sonra koyunlar daha da çoğaldı, Cuma’yı da terk etti. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem onu sordu, haberini alınca: Eyvah Salebe’ye, eyvah Salebe’ye, eyvah Salebe’ye, dedi ve Allahü teâlâ: "Onların mallarından sadaka "zekât al” (Tevbe: 9) âyetini indirdi. Zekatın miktarını bildirdi. Bunun üzerine Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem zekât toplamak üzere iki memur gönderdi, onlara zekât almaları için bir yazı verdi ve: Salebe’ye ve Süleym oğullarından filancaya uğrayın, dedi. Onlar da çıktılar, Salebe’ye geldiler, ondan zekatını istediler ve Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in yazısını gösterdiler. O da: Bu cizyeden ve cizyenin kız kardeşinden başka bir şey değildir. Bunun ne olduğunu bilmiyorum. Siz gidin, işinizi bitirin, sonra bana gelin, dedi. Onlar da gittiler, Süleym’den olan o kişiye haber gönderdiler, o da onları malının en iyileri ile karşıladı. Onlar da: Bunu vermen gerekmez (orta hallisini ver) dediler. O da: Siz bunu alın, ben bunu gönül rızası ile veriyorum, dedi. Onlar da aldılar. Diğer işlerini de bitirince Salebe’ye uğradılar. O da: Bana yazınızı gösterin, dedi. Onlar da gösterince: Bu, cizyeden başka bir şey değildir, gidin ben bir düşüneyim, dedi. Onlar da olup biteni Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e haber verdiler. Bunun üzerine bu âyet indi, "bi-ma kanu yekzibûne” kadar devam etti (âyet: 77). Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında Salebe’nin akrabalarından biri vardı, Salebe’ye koştu, ona durumu haber verdi, o da Resûlallah’a geldi, sadakasını kabul etmesini istedi. O da: Allah beni senin sadakanı kabul etmekten men etti, dedi. Salebe başına toprak savurmaya başladı. Efendimiz de: Bunu sen yaptın, sana emrettim, bana itâat etmedin, dedi. Salebe yurduna döndü. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ruhunu teslim etti, ondan bir şey kabul etmedi. Ebû Bekir başa geçince ondan kabul etmesini istedi, o da etmedi. Ömer Halife olunca ondan kabul etmesini istedi, o da: Resûlüllah ile Ebû Bekir kabul etmediler, Ömer de kabul etmez, dedi. Salebe Osman radıyallahu anh zamanında öldü. Bu hadisi Kasım, Ebû Umame el - Bahili’den rivayet etmiştir. İbn Abbâs da şöyle demiştir: Salebe bir meclise uğradı: Eğer Allah bana lutfundan mal verirse her hak sahibinin hakkını eda edeceğine ve gerekli şeyleri yerine getireceğine dair onları şahit tuttu. Allah da ona lutfundan mal verdi, o da va’dinde durmadı. Allah da bize onun durumunu anlattı. İkincisi: Amr b. Avf oğullarından bir adamın Şam’da malı vardı, gecikti, buna çok sıkıldı; eğer Allah bana lutfundan yani o maldan verirse sadakasanı vereceğine ve akrabalarına bakacağına yemin etti. Allah da o malı ona verdi, o da dediklerini yapmadı. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu da İbn Saib, Ebû Salih’ten, o da İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. İbn Saib: Adamın Hatıb b. Ebi Beltea olduğunu söylemiştir. Üçüncüsü: Salebe ile Muattib b. Kuşeyr, halkın huzuruna çıktılar: Eğer Allah bize mal verirse biz de mutlaka sadakasını veririz, dediler. Allah da onlara mal nasip edince cimrilik ettiler. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu da Hasen ile Mücâhid, demişlerdir. Dördüncüsü: Nebtel b. Haris, Ced b. Kays, Salebe b. Hatıb ve Muattib b. Kuşeyr: Allah’a yemin ederiz ki, eğer Allah bize lutfundan mal verirse, biz de sadakasını veririz, dediler. Allah da onlara lutfundan mal verince onlar da onda cimrilik ettiler. Bu âyet de bunun üzerine indi. Bunu da Dahhâk, demiştir. Tefsiri ise şöyledir: "Onlardan": Yani münafıklardan, "kimileri Allah’a söz verdi":.Yani Allah’a yemin ederim ki, dedi. "Lenessaddekanne": Aslı lenetesaddekannedir, mahreçleri yakın olduğu için te şada idgam oldu. "Ve mutlaka iyilerden olacağız": Yani iyi kimselerin mallarında yaptığı sıla-i rahim ve hayır yollarında harcama gibi şeyleri biz de yapacağız, dediler. Kehmes, Mabed b. Sabit’ten şöyle dediğini rivayet etmiştir: Onların söz vermesi, böyle şeyleri içlerinden geçirmeleridir, yoksa bir şeyler demiş değillerdir. Baksanıza Allahü teâlâ: "Bilmediler mi ki, Allah onların sırlarını da fısıltılarını da bilir?” demiştir. 76Allah da onlara lutfundan verince, onda cimrilik ettiler ve yüz çevirerek arkalarını döndüler. "Allah da onlara lutfundan verince": Yani istedikleri malı verince, "onda cimrilik ettiler", verdikleri sözü yerine getirmediler. "Yüz çevirerek arkalarını döndüler": Yani sözlerinden yüz çevirerek, demektir. 77O da; Allah’a karşı ettikleri va’di tutmamaları ve yalan söylemeleri yüzünden O’nun huzuruna çıkacakları güne kadar bunu kalplerinde bir nifak yaptı. "Feakabehüm": Yani işlerinin sonucunu nifak yaptı, demektir. "Akabehüm"deki zamir hususunda ise iki görüş vardır: Birincisi: O, Allah’a râcîdir, Mana da şöyledir: Allah onları nifak (münafıklık) ile cezalandırdı. Bu da İbn Abbâs ile Mücâhid’in görüşüdür. İkincisi: O, cimriliğe râcîdir, Mana da şöyledir: Adak ettikleri şeye karşı cimrilikleri nifak sonucunu getirdi. Bunu da Hasen, demiştir. 78Bilmediler mi ki, Allah onların sırlarını da fısıltılarını da bilir. Şüphesiz Allah gaypleri çok iyi bilendir. "Bilmediler mi?": Yani münafıklar, "ki, Allah onların sırlarını da bilir” ki, o da içlerindeki şeylerdir, "fısıltılarını da bilir": O da kendi aralarındaki konuşmalarıdır. 79Onlar ki, mü’minlerden gönüllü sadaka verenlerle güçlerinin yeteceğinden fazlasını bulamayanlara dil uzatır ve onlarla alay ederler; işte Allah da onlarla alay etmiştir ve onlar için acıklı bir azap vardır. "Onlar ki, gönüllü sadaka verenlerle alay ederler": İniş sebebi için iki görüş vardır: Birincisi: Sadaka âyeti indiği zaman bir adam bir ölçek gıda maddesi getirip sadaka etti, onlar: Allah’ın bu adamın bir ölçeğine ihtiyacı yoktur, dediler. Bunun üzerine bu âyet indi. 18 18 - Buhârî, Zekât, bab, 1. Bunu da Ebû Mes’ud, demiştir. İkincisi: Abdurrahman b. Avf, kırk okka altın getirdi, ensardan bir adam da bir ölçek buğday getirdi, bazı münafıklar: Abdurrahman sırf gösteriş için getirdi, Allah ve Resul’ünün de o bir ölçek buğdaya ihtiyacı yoktur, dediler. Bunu da İbn Abbâs, demiştir. O ensari hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: O Ebû Hayseme’dir, bunu da Ka’b b. Malik, demiştir. İkincisi: Ebû Akîl’dir. Ebû Akîl’in ismi hakkında da üç görüş vardır: Birincisi: Abdurrahman b. Bican’dır, bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. İbn Bihan veya Sihan diyenler de olmuştur. Mukâtil de: O Ebû Akîl b. Kays’tir, demiştir. İkincisi: Adı Habhab’tır, bunu da Katâde, demiştir. Üçüncüsü: Hubab’tır. Katâde şöyle demiştir: Abdurrahman (b. Avf) dört b. dirhem, Âsım b. Adiy b. Açlan da yüz yük kum hurma getirdi. "Yelmizune": Dil uzatırlar, demektir. "Muttavviîn"in de aslı mütetavviindir. Ferrâ’ şöyle demiştir: Te tıya idgam edildi, böylece tı şeddelenmiş oldu. Cühd Hicazlıların lügatidir, başkalarının lügati ise cehddir. Ebû Ubeyde: Feth ve zam ile cehd ve cühd birdir, mecazi manası da gücünün yettiğidir, demiştir. İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Cühd güçtür, cehd de meşakkattir. Müfessirler şöyle demişlerdir: Gönüllülerden Abdurrahman b. Avf ile Âsım, güçleri yetenlerden de Ebû Akîl kastedilmiştir. "Allah onlarla alay etti": Yani onları o fiillerinden dolayı cezalandırdı, demektir. Bu mana da yukarıda geçmiştir. 80Onlar için ister bağışlanma dile, ister onlar için bağışlanma dileme. Onlar için yetmiş defa bağışlanma dilesen, Allah onları asla bağışlamaz. Çünkü onlar Allah ve Resul’ünü inkâr ettiler. Allah fasıklar topluluğuna hidayet etmez. "Onlar için ister bağışlanma dile, onlar için ister bağışlanma dileme": İniş sebebi şöyledir: Dil uzatanlar hakkında tehdit âyetleri inince: Ya Resûlallah, bizim için istiğfar et, dediler. Bunun üzerine bu âyet indi. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem de: Onlar için yetmişten daha çok istiğfar edeceğim, belki Allah onları bağışlar, dedi. Bunun üzerine: "Onlar için istiğfar etsen de istiğfar etmesen de birdir” (Münafikun: 6) âyeti indi. Bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan demiştir. "Onlar için istiğfar et” kavlinin dış manası emirdir, öyle değildir, asıl Mana şöyledir: İstiğfar etsen de istiğfar etmesen de onlar bağışlanmaz. Bu: "İsteyerek veyahut istemeyerek infak edin” (Tevbe: 53) kavli gibidir. Bu mananın şerhi de orada geçmiştir. Bu, araştırmacı müfessirlerin görüşüdür. Bir topluluk da dış manadan şu çıkar demişlerdir: Onlar için yetmişten fazla istiğfar edilirse, bağışlanma umutları vardır. Sonra da bu, "onlar için istiğfar etsen de etmesen de birdir” âyetiyle neshedildi. Eğer: "Onlar için istiğfar etmesi nasıl câiz olur ki, onların kâfir olduğu haber verilmiştir?” denilirse. Cevap şöyledir: Onların İslâm'dan çıktıklarını araştırmadan ancak dış görünüşlerine göre onlar için istiğfar etti. Kâfir olduklarını bildi, sonra da onlar için istiğfar etti, demek câiz değildir. Eğer: "Sayıyı yetmişle sınırlamanın manası nedir?” denilirse. Cevap şöyledir: Araplar birlerde yediyi, onluklarda da yetmişi çok kabul ederler. 81(Savaştan) geri kalanlar; Resûlüllah’a muhalefet etmek için sevindiler ve mallarıyla canlarıyla Allah yolunda cihad etmekten hoşlanmadılar. "Sıcakta harbe çıkmayın” dediler. De ki: "Cehennem ateşi daha sıcaktır". Bir anlasalardı! "Savaştan geri kalanlar oturmalarıyla sevindiler": Yani Tebuk savaşında Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’den geri kalanlar, demektir. Muhallef: Giden birinin arkasında terk edilendir. "Bimak’adihim": Yani oturmalarıyla. "Hilafe Resulillah” kavlinde de iki görüş vardır: Birincisi: Bunun manası: Resûlüllah’ın ardından, ondan sonra, demektir. Bunu da Ebû Ubeyde, demiştir. İkincisi: Bunun manası: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e muhalefet etmek için, demektir. O da mef'ulun leh olmakla mensubtur. Mana da: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e muhalefet etmek için oturdular, demektir. Bunu da Zeccâc demiştir. İbn Mes’ûd, İbn Yamur, A’meş ve İbn Ebi Able: "Halfe Resulillah” okumuşlardır ki, manası: Onlar cihattan geri kaldılar, demektir. "Sıcakta harbe çıkmayın": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Bunu birbirlerine dediler. Bunu da İbn İshak ile Mukâtil, demişlerdir. İkincisi: Bunu mü’minlere dediler, bunu da Maverdi zikretmiştir. Bunun demelerinin sebebi şudur; çünkü zaman o mevsim çok sıcak idi. "De ki: Cehennem ateşi daha sıcaktır": Allah’ın emrine karşı gelenlere böyle de. "Yefkahun": Bunun manası bilirler, demektir. İbn Fâris şöyle demiştir: Fıkh: Bir şeyi bilmektir. Fekıhtül hadise efkahuhu denir, her şeyi bilmeye fıkh, denir. Sonra bu özellikle şeriat ilmi için kullanıldı; Onu bilen herkese: Fakih, denildi. Mûsannif de şöyle der: Şeyhimiz Ali b. Ubeydullah şöyle dedi: Fıkh lügatte anlamak demektir. Şeriat terminolojisinde ise mükelleflerin fiilleriyle ilgili şeyleri bilmekten ibarettir; meselâ helâl, haram, vacip, câiz, sahih, fasit, ceza, tazmin vs. gibi. Bazıları: Fıkh bir şeyi anlamaktır, demeyi tercih ederler, bazıları da: Bir şeyi bilmektir, demeyi tercih ederler. 82Kazandıklarına ceza olarak az gülsün;, çok ağlasınlar. "Az gülsünler": Bunun lâfzı emir ise de manası tehdittir. Az gülmelerinde iki mülahaza vardır: Birincisi: Dünyada gülmek sıkıntı ve kederi çok olduğu için azdır, orada gülmeleri daha azdır, çünkü tehdit edilmektedirler. İkincisi: Onlar dünyada gülüyorlar ama, dünyanın ömrü kısadır. "Çok ağlasınlar": Ahirette. Ebû Mûsa’l - Eş'ari şöyle demiştir: Cehennemdekiler ateşin içinde gözyaşı dökerler, öyle ki, gözyaşlarında gemiler yüzdürülse yüzerdi. Sonra onlar gözyaşının ardından kan ağlarlar, işte ağlayan bunun için ağlasın. "Kazandıklarına ceza olarak": Yani münafıklık ve isyanlarına ceza olarak. 83Eğer Allah seni onlardan bir gruba döndürür de (savaşa) çıkmak için senden izin isterlerse, "benimle asla çıkmayacaksınız ve benimle beraber hiçbir zaman bir düşmanla savaşmayacaksınız. Çünkü siz ilk seferinde oturmaya razı oldunuz, öyleyse oturanlarla beraber oturun” de. "Eğer Allah seni döndürürse": Yani Tebuk gazasından Medine’ye, demektir. "Bir gruba": Münafıklardan mazeretsiz geri kalan gruba. Neden: "Bir gruba” dedi? Çünkü Tebuk’ten geri kalanların hepsi münafık değildi. "Senden izin isterlerse": Seninle beraber savaşmak için. "Benimle asla çıkmayacaksınız, de": Yani savaşa. "Siz ilk seferinde oturmaya razı oldunuz": Tebuk seferine çıkmadınız. Maverdi: "İlk sefer” kavlinde iki görüş zikretmiştir: Birincisi: İlk davet edildiğinizde. İkincisi: izin istemenizden önce. Geri kalanlar ifadesine gelince: Ebû Ubeyde şöyle demiştir: Geri kalan: Bir şahıstan sonra kalandır ki, evinde oturandır, yani topluluktan geri kalan demektir. Geri kalanların kimler olduğunda da iki görüş vardır: Birincisi: Onlar mazeretleri dolayısıyla geri kalan erkeklerdir, bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Onlar kadınlar ve çocuklardır, bunu da Hasen ile Katâde, demişlerdir. 84İçlerinden ölen herhangi birine hiçbir zaman namaz kılma ve kabrinin başında durma. Çünkü onlar Allah’ı ve Resul'ünü inkâr ettiler. Ve onlar fasık olarak öldüler. "Onlardan ölen birine namaz kılma": İniş sebebi şöyledir: Abdullah b. Übey ölünce, oğlu Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e geldi: Bana gömleğini ver, babama kefen yapayım. Namazını kıl ve ona istiğfar et, dedi. O da ona gömleğini verdi ve: Hazır olunca bana bildir, namazını kılayım, dedi. O da haber verdi. Namazını kılmak isteyince, Ömer b. Hattab, onu çekti: "Allah münafıkların namazını kılmaktan seni men etmedi mi?” dedi. O da: Beni: "İster bağışlama dile ister dileme” (Tevbe: 81) diye serbest bıraktı, dedi ve namazını kıldırdı. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu Nâfi, İbn Ömer’den rivayet etmiştir. Katâde de şöyle demiştir: Bize anlatıldığına göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle demiştir: Benim gömleğim onu Allahü teâlâ’nın azabından kurtarmaz. O sayede Allah’ın onun kavminden b. kişiyi Müslüman edeceğini umarım. Zeccâc da şöyle demiştir: Rivayete göre onun Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in elbisesinden şifa istediğini ve üzerine namaz kılmasını arzu ettiğini görünce Hazrec’ten b. kişi Müslüman olmuştur. "Onlardan": Kavli, münafıklardan demektir. "Kabrinin üzerinde durma": Müfessirler şöyle demişlerdir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem, ölü defnedildiği zaman kabrinin başında durur ve ona dua ederdi. Münafıklar hakkında bundan men edildi. İbn Cerir Taberî de şöyle demiştir: Bunun manası: Defin işini üstlenme, bu da: Karne fülanün biemri fülanin kavlinden gelir ki, birinin işini görmektir. Bunun tefsiri de yukarıda geçmiştir. 85Ne malları ne de evlatları seni imrendirmesini. Ancak Allah bunların yüzünden onlara dünyada azap etmeyi ve canlarının da kâfirler olarak çıkmasını diler. "Malları seni imrendirmesin": Bunun tefsiri, Tevbe: 55’te geçmiştir. 86"Allah’a iman edin ve Resul’ü ile beraber cihad edin” diye bir sûre indiği zaman içlerinden servet sahipleri senden izin isterler ve "bırak bizi, oturanlarla beraber olalım” derler. "Bir sûre indirildiği zaman": Bu, bütün sûreler için geneldir. Mukâtil de: Maksat Beraet suresidir, demiştir. "îman edin diye": Bunda da üç yorum vardır: Birincisi: İmanı devam ettirin. İkincisi: İman eden gibi işler yapın. Üçüncüsü: Dillerinizle iman ettiğiniz gibi kalplerinizle de iman edin. Buna göre bu, münafıklara hitaptır. "Senden izin ister": Savaşa gitmemek için. "Ülüttavl": Servet sahipleri, yani zenginler demektir. Bunlar da geri kalmak için mazeretleri olmayanlardır. 87Geride kalanlarla beraber olmaya razı oldular. Kalpleri mühürlendi; artık anlamazlar. "Havalif” (geri kalanlar): Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Onlar kadınlardır, bunu da İbn Abbâs, Mücâhid, Katâde, Şimr b. Atıyye, İbn Zeyd ve Ferrâ’, demişlerdir. Ebû Ubeyde de şöyle demiştir: Burada havalif in kadınlar olması câizdir. Çünkü Araplar erkekleri fevail vezninde çoğul yapmazlar, ancak faris ve fevarisi, halik ve hevaliki bundan istisna etmişlerdir. İbn Enbari de şöyle demiştir: Havalif ancak kadınlara denir, çünkü Araplar faile veznini fevail vezninde cemi yapar ve daribe ve davarib, şatime ve şevatim, derler. Fail’i, fevail şeklinde cemi etmezler. Ancak fevaris ve hevalik olarak iki kelime müstesnadır. Geride kalanların, evlerde kalanlar olması da câizdir; muhalefet ve isyan edenler olması da câizdir; kendilerini savunan kadınlarla beraber olmaları da câizdir. İkinci görüş: Havalif: Adi ve aşağılık kimselerdir. Fülanün hâlifetü ehlihi derler ki, ailesinin en düşüğüdür, demektir. Bunu da İbn Kuteybe zikretmiştir. "Tabaa” kelimesine gelince, Ebû Ubeyde: Manası: Mühürledi demektir, demiştir. 88Ancak Peygamber ve onunla beraber iman edenler; mallarıyla canlarıyla cihad ettiler. İşte hayırlar onlar içindir ve işte onlar felaha erenlerin ta kendileridir. "Hayırlar"dan ne murat edildiği hususunda da üç görüş vardır: Birincisi: Onlar her şeyin üstünleridir, bunu da Ebû Ubeyde, demiştir. İkincisi: Üstün nitelikli cariyelerdir, bunu da Müberrid, demiştir. Üçüncüsü: Dünyanın ganimetleri ve cihadın menfaatleridir. Bunu da Maverdi zikretmiştir. 89Allah onlara, altlarından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetler hazırlamıştır. İşte büyük kurtuluş budur. 90Bedevilerden özür dileyenler, kendilerine izin verilmesi için geldiler. Allah'a ve Resul’üne yalan söyleyenler ise (savaşa gitmeyip) oturdular. İçlerinden kâfirleri acıklı bir azap çarpacaktır. "Ve cael muazzirune": İbn Mes’ûd: el - Mutezirune” okumuştur. İbn Abbâs, Mücâhid, Katâde, İbn Yamur ve Ya’kûb da, aynın sükunu ve zal da şeddesiz olarak, "el - mu’zirune” okumuşlardır. İbn Semeyfa’ da, elifle "el - muazirune” okumuştur. Ebû Ubeyde şöyle demiştir: Muazzirun, özür beyan edip de ciddi olmayanlardır. O yapmadığı şeyi ortaya atar veya içinde olmayanı açıklar. İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Azzertü fîlemri denir ki, kusur etmektir. A’zertü ise ciddi mazeret beyan etmektir. Zeccâc da şöyle demiştir: Zalin şeddesiyle "el - muazzirun” okuyanlar şöyle tevil etmişlerdir: Mutezir gerçek özrü olana da almayana da denir. Burada ise gerçek özürleri var gibi görünüyor, şu şi’ri de örnek göstermişlerdir: Bana bir yıl ağlayın, sonra size Allah selamet versin. Kim bir yıl ağlarsa, mazur sayılır (i’tezer). Yani gerçek özür beyan etmiş olur, "el - Muazzirun"un mazeretleri olmadığı halde yalandan özür beyan ediyormuş gibi olmaları da câizdir. Nahiv ilmi açısından aynın kesri ile, el - muizzirun ve aynın zammı ile el - muuzzirun demek câiz ise de ancak bu ikisi kıraat olarak kabul edilmemiştir. Çünkü bunlar dile ağırdır. Kim aynın sükunu ile "el - mu’zirun” okursa, tevili: gerçek özür beyan edenler olur. İbn Enbari şöyle demiştir: Burada el - muazzirun geçerli mazeretleri olanlardır. Nahiv Âlimlerine göre aslı el - mutezirun’dur, tenin fethası ayne verilmiş, zal da te olmuş ve kendisinden sonraki zala idgam edilmiştir. Böylece zal şeddelenmiştir. Arap dilinde: I’tezere, gerçek özür beyan edene de hiç mazereti olmayana da denir. Allahü teâlâ: "Kul lâ tateziru demiştir ki, özürlerinin geçersiz olduğunu göstermektedir. Şair Lebid de şöyle demiştir: Kim ölüsüne bir yıl ağlarsa, gerçek mazeret beyan etmiş olur (i'tezer). Yani özrü geçerlidir, demiştir. İbn Abbâs da: "el - Muazzirun” okur, Allah bu muazzirlere lânet etsin, derdi ki, mazeretleri geçerli olmayan münafıklan ve diğerlerini kastederdi. El - Muzirun ise, gerçek özür beyan edenlerdir. Bu kelâmdan anlaşılmıştır ki, şeddesiz okuyanlara göre mazeretleri doğrudur. Şeddeli okuyanlara göre ise mazeretleri geçerli midir? Bunda da iki görüş vardır. Müfessirler şöyle demiştir: Bunlar Tebuk seferine katılmamak için izin istemek üzere geldiler; Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem de onlara izin verdi. Diğer münafıklar da Allah’a karşı cesaret göstererek özürleri olmadığı halde yalandan özür beyan ederek oturup kaldılar. 91Ne zayıflara ne hastalara ne de harcayacak bir şey bulamayanlara, Allah ve Resul’ü için nasihat ettikleri takdirde, zorluk yoktur. İyilere karşı da bir yol yoktur. Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir. "Zayıflara yol yoktur": Âyetin kimler hakkında indiğinde iki görüş halinde ihtilaf etmişlerdir: Birincisi: O, Aiz b. Amr ve diğer mazeret sahipleri hakkında inmiştir. Bunu da Katâde, demiştir. İkincisi: İbn Mektum hakkında inmiştir, bunu da Dahhâk, demiştir. Zayıflardan da kimlerin murat edildiği hususunda üç görüş vardır: Birincisi: Onlar müzmin hastalar ve yaşlı ihtiyarlardır. Bunu da İbn Abbâs ile Mukâtil, demişlerdir. İkincisi: Onlar küçük çocuklardır. Üçüncüsü: Delilerdir, çünkü akılları zayıftır. Bu iki görüşü Maverdi zikretmiştir. Doğrusu onların müzmin hastalık veya körlük veya yaşlılık veyahut vücutlarında bir zafiyet dolayısıyla zayıf olanlardır. Hastalar da savaşa çıkmalarına engel bir illetleri olanlardır. "Bulamayanlar” da: Yoksullardır. Harec ise savaşa çıkmak için sıkıntıları olanlardır ki, Allah ve Resul’ü için nasihat ettikleri takdirde mazurdurlar. Bunda da iki yorum vardır: Birincisi: Mana şöyledir: Münafıklıktan uzak oldukları takdirde. İkincisi: Çoluk çocuğu muhafaza ettikleri takdirde. Eğer birinci yorum alınırsa bu, zikredilenlerin hepsi için geçerlidir. Eğer ikincisi alınırsa bu da ancak yoksulları içine alır. Neden nasihat şart kılınmıştır; çünkü bozgunculuk maksadıyla geri kalmak kötüdür. Allah için nasihat etme de: Müslümanları cihada teşvik etmek, aralarını düzeltmek ve dini doğrultmakla ilgili diğer şeylerdir. "İyilere yol yoktur": Yani cezalandırmaya giden yol demektir. Çünkü iyi kimse iyiliği ile ceza yolunu kapatmış demektir. 92Ne kendilerini bindirmen (binek sağlaman) için sana geldikleri zaman: "Sizi bindirecek bir şey bulamıyorum” deyip de harcayacak bir şey bulamadıkları için gözleri yaş dökerek geri dönenler için de yol yoktur. "Binek istemek için gelenlere de yol (diyecek bir şey) yoktur": Bu da gelip de ağlayanlar için inmiştir, bunların sayılarında ve isimlerinde ihtilaf edilmiştir. Ebû Salih, İbn Abbâs’tan: Onların şu altı kişi olduğunu rivayet etmiştir: Abdullah b. Muğaffel, Sahr b. Selman, Abdullah b. Ka’b el - Ensari, Uleyye b. Zeyd el - Ensari, Salim b. Amr ve Salebe b. Aneme’dir. Bunlar binek istemek için Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'e geldiler: "Sizi bindirecek bir şey bulamıyorum” dedi. Onlar da ağlayarak geri döndüler. 21 21 - İbn Hişam, Siret, 2/518. Vakıdi’nin katibi Muhammed b. Sa’d ise Sahr b. Selman’ın yerine Seleme b. Sahr; Salebe b. Aneme’nin yerine de Amr b. Aneme, demiştir. Makıl b. Yesar’ın da onlardan olduğu söylenmiştir. Ebû İshak da şeyhlerinden bu ağlayanların şu yedi kimse olduğunu rivayet etmiştir: Salim b. Umeyr, Uleyye b. Zeyd, Ebû Leyla Abdurrahman b. Ka’b, Amr b. Humam b. el - Cemuh ve Abdullah b. Muğaffel. Bazı kimseler de: Hayır, Abdullah b. Amr el - Müzeni, Irbad b. Sariye ve Vakıf oğullarından Heremi b. Abdullah, demişlerdir. Mücâhid de şöyle demiştir: Âyet Mukarrin oğulları hakkında inmiştir ki, bunlar yedi kardeştirler. Ebû Hayseme isimlerini şöyle vermiştir: Numan b. Mukarrin, Süveyd b. Mukarrin, Makıl b. Mukarrin, Sinan b. Mukarrin, Akil b. Mukarrin, Abdurrahman b. Mukarrin, Abdurrahman b. Akil b. Mukarrin. Hasen Basri de: Ebû Mûsa ve arkadaşları hakkında inmiştir, demiştir. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’den ne istedikleri hakkında da üç görüş halinde ihtilaf edilmiştir: Birincisi: Binek istemişlerdir, bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Azık istemişlerdir, bunu da Enes b. Malik demiştir. Üçüncüsü: Ayakkabı istemişlerdir, bunu da Hasen Basri, demiştir. 93Yol ancak şunlara karşıdır ki, zengin oldukları halde senden izin isterler. Onlar geride kalanlarla beraber olmaya razı oldular. Allah da onların kalplerine mühür bastı. Artık onlar bilmezler. 94Onlara döndüğünüz zaman sizden özür dilerler. De ki: "Benden özür dilemeyin. Size asla inanmayacağız. Durumlarınızdan bazılarını gerçekten Allah bize haber verdi. Amelinizi Allah ve Resul’ü görecek, sonra da gaybı ve görüneni bilene döndürüleceksiniz. O da size yaptıklarınızı haber verecek. "Sizden özür dilerler": İbn Abbâs şöyle demiştir: Âyet, münafıklar hakkında inmiştir. Tebuk gazasından döndüğünüz zaman sizden özür dilerler; onların özürlerini kabul etmeyin, onların mazeretleri yoktur. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem dönünce ona özür dilemeye geldiler; Allahü teâlâ da: "özürlerini kabul etmeyin", sizi asla tasdik etmeyeceğiz, dedi. Allah bize mazeretiniz olmadığını haber verdi. "Allah ve Resul’ü amelinizi görecektir” eğer hayır işler ve geri kaldığınız için Tevbe ederseniz. "Sonra da döndürüleceksiniz” ölümden sonra "gaybi ve görüneni bilene” o da size gizli ve açık yaptıklarınızı haber verecektir. 95Onlara döndüğünüz zaman kendilerinden vazgeçmeniz için Allah'a yemin edecekler. Onlardan yüz çevirin. Çünkü onlar pisliktir. Yerleri de kazandıkları şeye karşılık olarak cehennemdir. "Allah'a yemin edecekler": Mukâtil şöyle derftiştir: İçlerinden seksen küsur insan yemin etti; Ced b. Kays ile Muattib b. Kuşeyr de onlardandır. "Onlardan vazgeçmeniz için": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Kusurlarını görmemeniz için. İkincisi:, Onlardan yüz çevirmeniz için. Pislik (rics) kelimesinin manasını da Maide: 90’da şerh etmiş bulunuyoruz. 96Onlardan razı olmanız için size yemin ederler. Eğer onlardan siz razı olsanız bile, şüphesiz Allah fasıklar topluluğundan razı olmaz. "Onlardan razı olmanız için size yemin ederler": Mukâtil şöyle demiştir: Abdullah b. Übey, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e: Senden geri kalmayacağım, düşmanına karşı seninle olacağım diye yemin etti ve kendisinden razı olmasını istedi. Abdullah b. Sa’d b. Ebi Şerh de Ömer b. Hattab'a yemin etti; Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile ashabını razı etmeye çalıştılar. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem Medine’ye gelince: Onlarla oturmayın ve onlarla konuşmayın, derdi. 22 22 - Suyuti, ed - Dürrü'l - Mensur, İbn Hatim ve Ebuşşeyh'ten. 97Bedeviler inkâr ve nifakça daha beter ve Allah’ın, Resul’üne indirdiği şeylerin sınırlarını tanımamaya daha layıktırlar. Allah çok iyi bilendir, hikmet sahibidir. "Bedeviler inkârca daha beterdirler": İbn Abbâs şöyle demiştir: Âyet Medine’nin çevresindeki Esed ve Gatafan bedevileri hakkında indi. Allah onların küfür ve nifaklarının Medine halkından daha beter olduğunu haber verdi; çünkü onlar şehir halkından daha katı ve daha kaba idiler. "Ve ecderü ella yalemu": Zeccâc, "en” mahallen mensubtur, demiştir, çünkü "en"den be edatı atılmıştır, Mana da şöyledir: Ecderü biterkil ilmi. Cedirün en tefale ve cedirün bien tefale dersin, tıpkı: Ente halikun bien tefale sözün gibi ki: Sen bu işi kolay yaparsın, demektir. Be'yi atarsan ancak "en” kullanman gerekir. Eğer be getirirsen "en” de başkası da olur: Ente cedirün bien tekume ve cedirün bilkıyami dersin. Ente cedirün elkıyame dersen, yanlış olur. Ancak "en” kullanırsan doğru olur. Çünkü "en” istikbale delalet eder; sanki atılanın yerine geçmiş gibi olur. "Allah’ın indirdiğinin sınırları” ise: Helâl, haram ve farzlardır. Âyetin ana fikri, bu karakterlerin bedevilerde yaygın olduğudur. 98Bedevilerden kimi (hak yolunda) harcadığı şeyi bir ceza edinir (sayar) ve size belalar(ın gelmesini) bekler. Kötü belalar onların üzerine olsun Allah hakkıyle işiten, çok iyi bilendir. "Bedevilerden kimi harcadığını bir ceza sayar": Savaşa çıktığı zaman ettiği masrafı. Verdiği sadakayı diyenler de olmuştur, "mağrem” (para cezası): Çünkü sevabını ummaz. İbn Kuteybe şöyle demiştir: Mağrem: Zarar ve ziyandır. İbn Fâris de şöyle demiştir: Ğurm: Ödenmesi gereken şeydir, ğaram da insanı bırakmayan nesnedir. Alacaklıya ğarim denilmesi, ısrarından dolayıdır. Başkası da şöyle demiştir: Gurm: Haksız ödemedir. "Veyeterabbesu": Yani bekler, demektir. "Size belalar": Yani zamanın getireceği ölüm, öldürülme veya yenilgi gibi kötü şeylerdir. Şöyle de denilmiştir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in ölmesini ve müşriklerin galip gelmesini bekler. "Aleyhim dairetüssev’": İbn Kesir ile Ebû Amr “sîn” in zammı ile (su') okumuşlar; Nâfi, Âsım, İbn Âmir, Hamze ve Kisâi de “sîn” in fethi ile "sev’” okumuşlardır. Feth: 16'da da böyle okumuşlardır. Mana da: Bekledikleri belâ başlarına dönsün, demektir. Ferrâ’ da şöyle demiştir: Burada sev’ okumak daha uygundur. Kim sev’ okursa: Su’tuhu sev’en ve mesaeten’den getirerek mastar yapar. Kim de su’ okursa, onu isim kabul eder, meselâ: Aleyhim dairetül belai velazab gibi. Ne "makâne ebukimree sev’in” (Meryem: 28), ne de "ve zanentüm zannessev’” (Feth: 12) âyetlerinde su’ okumak câiz değildir. Çünkü bu, recülü sıdk (doğru adam) sözünün tersidir ki, burada sev’ kelimesinin ne azap ne de belâ ile alakası yoktur. Onun için su’ okunamaz. 99Bedevilerden kimi de Allah’a ve ahiret gününe iman eder ve harcadığını Allah katında yakınlıklara ve Peygamberin dualarına (vesile) edinir. Bilin ki, onlar kendileri için bir yakınlıktır. Allah onları rahmetine girdirecektir. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir. "Bedevilerden kimi de Allah'a iman eder": İbn Abbâs şöyle demiştir: Bunlar Cüheyne, Eşlem ve Gıfar bedevileridir. "Harcadığını vesile edinir": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Cihatta harcadığını. İkincisi sadaka harcadığını. Kurubat ise: Kurbet kelimesinin çoğuludur; o da kulu Allah’ın rıza ve sevgisine yaklaştıran şeydir. Zeccâc da şöyle demiştir: Kurubat’ta üç okuyuş vardır: Ranın zammı, fethi ve sükunu. Resul’ün salâvatlarından ne murat edildiğinde de iki görüş vardır: Birincisi: İstiğfarıdır, bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Duasıdır, bunu da Katâde, İbn Kuteybe ve Zeccâc demişlerdir. Zeccâc şu beyti delil getirmiştir: Ettiğin duanın bir misli de sana olsun, rahat uyu, Çünkü adamın yanını koyacağı bir yatağı vardır. Zeccâc şöyle demiştir: İstersen beyitte geçen kelimeyi: Mislellezi de mislüllezi de okursun. Birincisi ona duadır, sanki, duan gibi bana da dua et demiş olur. İkincisinin manası da: Sana da o duanın bir misli olsun demektir. "Ela inneha kurbetün lehüm": İbn Kesir, Ebû Amr, Âsım, Hamze ve Kisâi, sükun ile "kurbetün lehüm” okumuşlardır. Verş, İsmail b. Cafer de Nâfi'den, Mufaddal da Âsım’dan ranın zammesiyle "kurubetün lehüm” rivayet etmişlerdir. "İnneha” zamiri ile işaret edilen şeyde de iki yorum vardır: Birincisi: Ha zamiri onların nafaka ve imanlarına râcîdir. İkincisi: Peygamberin dualarına râcîdir. "Allah onları rahmetine girdirecektir": İbn Abbâs: Cennetine demiştir. 100Muhacirlerden ve ensardan ilk geçenler (öncüler) ve güzelce onlara tabi olanlar var ya, Allah onlardan razı olmuş, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. Onlara içlerinde ebedi kalmak üzere altlarından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte büyük kurtuluş budur. "İlk öncüler": Bunlarda altı görüş vardır: Birincisi: Onlar Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ile iki kıbleye dönerek namaz kılanlardır. Bunu da Ebû Mûsa’l - Eş’ari, Said b. Müseyyeb , İbn Sîrin ve Katâde, demişlerdir. İkincisi: Onlar Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e Hudeybiye’de Rıdvan biatini edenlerdir. Bunu da Şa’bî, demiştir. Üçüncüsü: Onlar Bedir savaşma katılan gazi ve şehitlerdir. Bunu da Atâ’ b. Ebi Rebah, demiştir. Dördüncüsü: Onlar Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in bütün ashabıdır, onlar sohbet bereketiyle öncülük kazanmışlardır. Muhammed b. Ka'b el - Kurazi şöyle demiştir: Allahü teâlâ Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in bütün ashabını bağışlamıştır, "ilk öncüler” diyerek iyilerine de kötülerine cenneti vacip kılmıştır. Beşincisi: Onlar ölüm ve şehitlikle öncülerdir, Allahü teâlâ’nın sevabına koşmuşlardır. Bunu da Maverdi zikretmiştir. Altıncısı: Onlar hicretten önce Müslüman olanlardır, bunu da Kadı Ebû Ya’lâ zikretmiştir. "Minelmuhacirine velensar": Ya’kûb ranın zammı ile "elensaru” okumuştur. "Onlara güzelce tabi olanlar": Kim: öncüler bütün ashaptır, derse bunları ashaba tabi kılar, onlar da Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ile sohbet etmeyenlerdir. İbn Abbâs’tan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Onlar kıyamet kopuncaya kadar onlara güzelce tabi olanlardır. Kim de: Onlar ashabın öncüleridir, derse, bunlar da onların yolunu izleyenler ve fiillerinde onlara uyanlar olur. Hepsi sohbete nail olmuşlarsa da onlar öncülükle faziletli kılınmışlardır. Atâ’ da şöyle demiştir: Onlara güzelce tabi olmaları: Onların iyiliklerini zikredip onlara rahmet okumalarıdır. "Tecri tahtehel enharu": İbn Kesir: "Min tatiha” okuyarak "min” ilâve etmiş ve ikinci te’yi meksur kılmıştır. "Allah onlardan razı olmuştur": Bu da hepsini kapsar. Zeccâc: Allah onların yaptıklarından razı olmuş, onlar da Allah’ın verdiği mükafattan razı olmuşlardır, demiştir. 101Çevrenizdeki bedevilerden münafıklar vardır. Medinelilerden de nifak üzerinde idman yapanlar vardır. Sen onları bilmezsin. Biz onları biliriz. Onlara iki defa azap edeceğiz. Sonra da büyük azaba döndürülürler. "Çevrenizdeki bedevilerden münafıklar vardır": İbn Abbâs şöyle demiştir: Bunlar Müzeyne, Cüheyne, Eşlem, Ğıfar ve Eşca kabileleridir. Onlarda Müslüman olduktan sonra münafıklar vardı. Mukâtil de: Yurtları Medine’nin çevresinde idi, demiştir. "Ve min ehlil medineti meredu alennifaki": İbn Abbâs: Onlar münafıklığın eğitimini almış ve onda sebat etmişlerdir, demiştir. Abdullah b. Übey, Ced b. Kays, Cülas, Muattib, Vahvah ve Ebû Amir er - Rahib de bunlardandır. Ebû Ubeyde şöyle demiştir: İnat edip nifak üzerinde alıştırma yaptılar. Bu: Temerrede fülanün kavlinden gelir. Şeytanün merid de bundandır ki, inatçı ve azgın demektir. Eğer: Nasıl "vemin ehlil medineti meredu” dedi, hâlbuki konuşurken: Minelkavmi meredu denilmez?” diye itiraz edilecek olursa, buna üç türlü cevap verilir: Birincisi: ikinci "min"in birinciye dönük olmasıdır, takdir de şöyle olur: Ve mimmen havleküm minelarbai ve min ehlil medineti münafikun. Daha sonra da "meredu” diyerek yeni cümle başlatmıştır. İkincisi: Kelâmda söylenmeyen söz vardır, takdiri şöyledir: Ve min ehlil medineti men meredu. Bu durumda "min” ona delalet ettiği için "men” gizlenmiştir. Meselâ: "Vema minna illâ lehu makamün malum” (Saffat: 164) kavlinde olduğu gibi ki: illâ men lehu makamun malum demek istemiştir. Buna göre söz "münafikun” lâfzında biter. Üçüncüsü: "Meredu” münafikun’e bağlıdır, takdiri de şöyledir: Ve min ehlil medineti münafikune meredu. Bu cevapları İbn Enbari zikretmiştir. "Sen onları bilmezsin": Bunda da iki yorum vardır: Birincisi: Onları biz sana bildirinceye kadar sen onları bilmezsin. İkincisi: Akibetlerini bilmezsin. "Onlara iki kere azap edeceğiz": Bunda da on görüş vardır: Birincisi: ilk azap dünyadadır, o da münafıklıkla rezil olmalarıdır, ikinci azap da kabir azabıdır. Bunu da İbn Abbâs demiş ve şu rivayette bulunmuştur: Bir gün Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem hutbe okumaya kalktı: Ey filan, sen çık, sen münafıksın ve ey filan, sen de çık, sen de münafıksın, dedi ve onları rezil etti.23 İkincisi: Birinci azap onlara had cezası tatbik etmektir, İkincisi kabir azabıdır. Bu da yine İbn Abbâs’tan rivayet edilmiştir. Üçüncüsü: iki azaptan biri onlardan alman zekattır. Ötekisi de kendilerine emredilen cihattır. Bunu da Hasen, demiştir. Dördüncüsü: Açlık ile kabir azabıdır. Bunu da Şibl, Ebû Necih aracılığı ile Mücâhid’ten rivayet etmiştir. Ebû Mâlik de böyle demiştir. Beşincisi: Açlık ve öldürülmedir, bunu da Süfyan, İbn Ebi Necih aracılığı ile Mücâhid’ten rivayet etmiştir. Altıncısı: Öldürme ve esir edilmedir, bunu da Ma’mer, İbn Ebi Necih kanalı ile Mücâhid’ten rivayet etmiştir. Katâde de: Öldürülme ve tutsaklıktır, demiştir. Yedincisi: Onlara açlıkla iki kere azap edildi. Bunu da Husayf, Mücâhid’ten rivayet etmiştir. Sekizincisi: Onların dünyadaki azabı mal ve evlatlardaki musibetlerle ahiretteki de ateş iledir. Bunu da İbn Zeyd, demiştir. Dokuzuncusu: Birincisi ölüm anındadır; melekler onların yüzlerine ve sırtlarına vurur. İkincisi kabirde münker ve nekir iledir, bunu da Mukâtil b. Süleyman, demiştir. Onuncusu: Birincisi kılıç iledir, İkincisi de ölüm anındadır. Bunu da Mukâtil b. Hayyan, demiştir. "Sonra büyük bir azaba döndürülürler": Yani cehennem azabına. 102Diğerleri de günahlarını itiraf ettiler; iyi ameli başka bir kötü ile karıştırdılar. Umulur ki (tevbe ettikleri takdirde şüphesiz), Allah tevbelerini kabul eder. Yüce Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir. "Diğerleri de günahlarını itiraf ettiler": Kimler hakkında indiğinde iki görüş halinde ihtilaf etmişlerdir: Birincisi: Onlar on kişilik bir gruptur, Tebuk seferine katılmayıp Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’den geri kaldılar. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in dönüşü yaklaşınca içlerinden yedisi kendilerini mescidin sütunlarına bağladılar. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem onları görünce. "Bunlar kim?” dedi. Bu Ebû Lübabe ile senden geri kalan arkadaşlarıdır, kendilerini sen çözüp de özürlerini kabul edinceye kadar kendilerini çözmeyeceklerine yemin ettiler, dediler. O da: Ben de Allah’a yemin ederim ki, ne onları çözerim de ne de özürlerini kabul ederim, onların bağını Allah çözsün. Onlar bana katılmadılar, Müslümanlarla birlik olup düşmanla savaşmadılar, dedi. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunun üzerine onlara haber gönderdi, onları salıverdi ve özürlerini kabul etti. Bunu Ali b. Ebi Talha, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. El-Avfi de İbn Abbâs’tan şöyle rivayet etmiştir: Savaşa katılmayanlar altı kişi idiler, Ebû Lübabe ile iki adam kendilerini bağladılar. Üçü ise bağlamadılar. Bu âyet inince Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem bağlarını çözdü ve özürlerini kabul etti. Ebû Salih de, İbn Abbâs’tan şöyle rivayet etmiştir: Onlar üç kişi idiler: Ebû Lübabe b. Abdülmünzir, Üveys b. Salebe ve Vedia b. Hizem el - Ensari. Said b. Cübeyr, Mücâhid ve Zeyd b. Eslem de sekiz kişi olduklarını söylemişlerdir. Katâde de: Bize onların yedi kişi oldukları anlatıldı, demiştir. İkincisi: O Yalnız Ebû Lübabe hakkında inmiştir. Onun günahı hususunda iki görüş belirterek ihtilaf etmişlerdir: Birincisi: O, Kurayza oğulları, Sa’din hakemliğine razı olmaları hususunda onunla müşavere edince elini boğazına götürüp, bu ölümdür, demişti. Bu da Mücâhid'in görüşüdür. 26 26- Taberi, Tefsiri, 14/451. Biz de bunu Enfal: 27’de açıklamış bulunuyoruz. İkincisi: Onun Tebuk seferine katılmamasıdır, bunu da Zührî, demiştir, itiraf, bir şeyi bilerek ikrar etmektir. Suçu itiraf etmek Tevbenin doğruluk ve kabulünü daha çok gösterir. "Haletu amelen salihan ve ahara seyyia": İbn Cerir şöyle demiştir: Be'nin yerine vav konulmuştur. Mana da: Biahara seyyiin demektir. Tıpkı: Halattül mae vellebene gibi (yani bunlar birbirinin yerine kullanılır demek istiyor. Mütercim). O amel hususunda iki görüş vardır: Birincisi: iyi amel: Daha önce yaptıkları cihattır. Kötüsü de: Cihattan geri kalmalarıdır. Bunu da Süddi, demiştir. İkincisi: iyi amel: Tevbeleridir, kötüsü de: Savaştan geri kalmalarıdır. Bunu da Ferrâ’ zikretmiştir. "Asâ (Umulur ki)": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: O, Allahü teâlâ’dan vaciptir, bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Onların ümitle korku arasında gelip gidişleridir, bu da insanı eğlence ve ihmalden alıkoyar. 103Onların mallarından sadaka al ki, onları onunla tem izleyip arındırasın. Onlara dua et. Çünkü senin duan onlar için bir sükunettir. Allah hakkıyle işiten, çok iyi bilendir. "Onların mallarından sadaka al": Müfessirler şöyle demişlerdir: Aziz ve celil olan Allah, Ebû Lübabe ile arkadaşlarının Tevbesini kabul edince: Ya Resûlallah, işte mallarımız, onları bizim adımıza sadaka et, dediler. O da: Ben mallarınızdan bir şey almakla emrolunmadım, dedi. Bunun üzerine bu âyet indi. Bu "sadaka” hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: O nafile olarak verdikleri sadakadır, bunu da İbn Zeyd -ile cumhûr, demişlerdir. İkincisi: Zekattır, bunu da İkrime, demiştir. "Tutahhirühüm": Hasen ranın cezmi ile "tutahhirhüm” okumuştur. Zeccâc da şöyle demiştir: Sadakanın sıfatı olarak "tutahhirühüm” okumak da câizdir. Sanki: Mallarından onları temizleyecek sadaka al demiş gibi olur. En iyisi Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in sıfatı olmasıdır. Mana da şöyledir: Sen onları o sadaka ile temizlersin. Bu durumda emrin cevabı olarak cezm ile "tutahhirhüm” okunur. Mana da şöyle olur: Eğer onların mallarını alırsan, onları temizlersin. "Tüzekkihim” de ise Kur’ân hattının korunması için medli ye’den başkası câiz değildir. İbn Abbâs: Onları günahlardan "temizlersin” demiştir. "Tüzekkihim” de: Onları ıslah eder hallerini düzeltirsin, demektir. "Salli aleyhim"de de iki görüş vardır: Birincisi: Onlar için istiğfar et. Bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Onlara dua et. Bunu da Süddi, demiştir. "İnne salâvatike": İbn Kesir, Ebû Amr, Nâfi, İbn Âmir ve Ebû Bekir de Âsım’dan rivayetle çoğul şeklinde "inne salâvatike” okumuşlardır. Hamze, Kisâi ve Hafs da Âsım’dan rivayetle tekil olarak "inne salateke” okumuşlardır. "Sekenim lehüm"de ise beş görüş vardır: Birincisi: Allahü teâlâ’nın onlardan kabul etmesiyle senin duan onlar için huzurdur. Bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan demiştir. Ebû Ubeyde de: Takviye ve sükunettir, demiştir. İkincisi: Onlar için rahmettir. Bunu da İbn Ebi Talha, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Üçüncüsü: Onlar için Allah’a yakınlık vesilesidir, bunu da Dahhâk, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Dördüncüsü: Onlar için vakardır, bunu da Katâde, demiştir. Beşincisi: Onlar için tezkiye ve temize çıkmadır, bunu da Sa’lebî nakletmiştir. Hasen ile Katâde de: Bunlar seferden geri kalan o üç kişiden başkadır, demişlerdir. 104Allah’ın şüphesiz kullarından Tevbeyi kabul edeceğini ve sadakaları alacağını bilmediler mi? Şüphesiz Allah Tevbeleri çok kabul eden, çok merhamet edendir. "Allah’ın Tevbeyi kabul edeceğini bilmediler mi (elem ya’lemu ennallahe huve yakbulüttevbete)": Cumhûr ye ile "yalemu” okumuştur. Abdülvaris de te ile "talemu” rivayet etmiştir. "Yakbelüttevbete an ibadihi": Ebû Ubeyde: Min abidihi, demiştir. Ahaztühu minke ve ahaztühu anke dersin (ikisi de senden aldım demektir). "Allah sadakaları alır": İbn Kuteybe: Kabul eder, demiştir. "Affı al” (A’raf: 199) da böyledir ki, onu kabul et, demektir. "De ki: Amel edin": İbn Zeyd: Bu, Tevbe edenlere hitaptır, demiştir. 105De ki: Amelinizi Allah, Resul’ü ve mü'minler görecektir. Gaybi ve görüneni bilene döndürüleceksiniz de size yaptıklarınızı haber verecektir. 106Diğerleri de Allah’ın emrine bırakılmışlardır; ya onlara azap eder yahut Tevbelerini kabul eder. Allah çok iyi bilendir, hikmet sahibidir. "Ve aharune murceune": Nâfi, Hamze ve Kisâi, hemzesiz olarak "mürcevne” okumuşlardır. Âyet Ka’b b. Malik, Mürare b. Rebi’ ve Hilal b. Ümeyye hakkında inmiştir. Bunlar Tebuk seferine mazeretsiz olarak katılmayanlar arasında idi. Sonra Ebû Lübabe ve arkadaşları gibi ciddi özür dilemediler ve kendilerini sütunlara bağlamadılar. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem de bunların durumunu erteledi, insanları onlarla konuşmaktan ve onlarla oturup kalkmaktan men etti. Sonunda: "Geri bırakılan üç kişi” (Tevbe: 118) âyeti indi. Zeccâc: "Ve aharune", "ve min ehlil medineti” kavli üzerine ma’tûftur, Mana da şöyledir, demiştir: Onlardan "başkaları da vardır bırakılmışlardır": Yani durumları ertelenmiştir. "Imma” edatı iki şeyden birinin olması içindir. Allahü teâlâ durumlarının nereye varacağını biliyordu, ancak kullarına bildikleri şeyle hitap etti. Mana da şöyledir: Onlar umutla korku arasında beklesinler. "Allah çok iyi bilendir, hikmet sahibidir": Yani durumlarının nereye varacağını bilendir, onlara yaptığında da hikmet sahibidir. 107Bir de şöyleleri vardır: Bunlar; zarar vermek, inkâr etmek, mü’minlerin arasını açmak ve daha önce Allah ve Resul’ü ile savaşanı beklemek için bir mescit edindiler. Biz, iyilikten başka bir şey istemedik, diye muhakkak yemin edecekler. Allah şahitlik eder ki, onlar elbette yalancılardır. "Vellezinet tehazu mesciden": İbn Kesir, Ebû Amr, Âsım, Hamze ve Kisâi, vav ile: "Vellezine” okumuşlardır. Mushaflarında da böyledir. Nâfi ile İbn Âmir de vavsız olarak: "Ellezine” okumuşlardır. Medine ve Şam halkının Mushaflarında da böyledir. Ebû Ali şöyle demiştir: Kim vavla okursa, o, makabline ma’tûftur, meselâ: "Ve minhüm men âhedallahe” (Tevbe: 75), "ve minhüm men yelmizüke” (Tevbe: 58) ve "ve minhüm ellezine yu’zunennebiyye” (Tevbe: 61) gibi. Mana da: Böyle bir mescit edinenler de onlardandır, demektir. Kim de “vav” ı atarsa, o da iki mülahaza iledir: Birincisi: Bazı kelimeyi gizler, veminhüm ellezinet tehazu gibi. Ekefertüm kavli de öyledir ki: Feyukalu lehüm: Ekefertüm, demektir. İkincisi: Arkasında haber gizlemektir, meselâ: "innellezine keferu ve yesuddune an sebilillahi velmescidil harami” (Hac: 25) gibi ki, Mana da şöyledir: Yüntekamu minhüm ve yuazzebune. Tefsirciler şöyle demişlerdir: Amr b. Avf oğulları Küba mescidini edinip Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e haber gönderip de o da gelip içinde namaz kılınca, kardeşleri Ganem b. Avf oğulları onları kıskandılar. Bunlar ensarın münafıklarından idiler: Biz de bir mescit edinir, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e haber göndeririz, o da içinde namaz kılar, Ebû Amir er - Rahip de Şam’dan döndüğü zaman içinde namaz kılar, dediler. Ebû Amir cahiliyede rahip olmuş ve Hıristiyan dinine girmişti. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem Medine’ye gelince ona düşman oldu ve Şam’a kaçtı. Münafıklara haber gönderdi: Elinizden geldiği kadar kuvvet ve sİlâh hazırlayın, benim için bir mescit yapın, ben Sezar’a gidiyorum, Rum askerlerini getirip Muhammed ile ashabını çıkartırım, dedi. Onlar da Küba mescininin yanına bu mescidi yaptılar. Onu yapanlar on iki kişi idiler: Hizam b. Halit - ki, mescit onun evinin avlusuna yapıldı - Nebtel b. Haris, Bicad b. Osman, Salebe b. Hatıb, Muattib b. Kuşeyr, Abbad b. Huneyf, Vedia b. Sabit, Ebû Habibe b. Ezar, Cariye b. Amir, iki oğlu Yezid ile Mücemmi. Mücemmi mescitte imamları idi. Sonradan hali düzeldi ve Bahdec b. Abdullah b. Huneyf. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in: "Bu gördüğüm şeyle ne kastediyorsun?” dediği odur. O da: Allah’a yemin ederim ki, ben iyilikten başka bir şey kastetmedim, dedi, hâlbuki yalan söylüyordu. Mukâtil de şöyle demiştir: Yemin eden, Mücemmi idi. Onların on yedi kişi oldukları da söylenmiştir. Mescidi yapmayı bitirince Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e geldiler: Biz hastalar, ihtiyaç sahipleri ve yağmurlu geceler için bir mescit yaptık, gelip içinde namaz kılmanı istiyoruz, dediler. O da giymek için gömleğini istetti. Üzerine Kur’ân indi, Allah onların haberini bildirdi. O da Ma'n b. Adiy, Malik b. Duhşum ve diğerlerini çağırdı: Şu, halkı zalim mescide gidin, onu yıkın ve ateşe verin, dedi. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem orasının leşlerin atıldığı çöplük yapılmasını emretti. Ebû Amir de Şam’da gurbette tek başına öldü. Âyetin tefsiri: Zeccâc şöyle demiştir: "Ellezine” mahallen merfudur, Mana da şöyledir: Onlardan kimi de sırf zarar vermek için bir mescit edindiler. "Dıraren": Mefulunleh olarak mensubtur, Mana da şöyledir: İttehazuhu liddırari velküfri vettefriki velirsadi (zarar vermek, inkâr etmek, ayrılık çıkarmak ve mü’minleri gözetlemek için bir mescit edindiler). Lâm hazfedilince fiil devreye girip mefulü nasbetti. Müfessirler şöyle demişlerdir: Dırar: Küba mescidine zarar vermektir. "Küffen": Allah’ı ve Peygamberini inkâr etmek, "ve tefrikan beynel mü'minin” mü’minlerin arasını açmak için, demektir, çünkü onlar Küba mescidinde hep birlikte namaz kılıyorlardı. Onların birliğini dağıtmak istediler. İrsad ise: Beklemektir, bununla Ebû Amir’in gelmesini beklediler. Allah ve Resul’ü ile mescid-i dırarın yapımından önce savaşan o idi. "Biz iyilikten başka bir şey kastetmedik” kavlindeki iyilikte de üç mülahaza vardır: Birincisi: Allah’a itâattir. İkincisi: Cennettir. Üçüncüsü: Dinin emrini yerine getirmek ve namaz için toplanmak gibi en güzel şeyleri yapmaktır. Yemin edenin ismini da vermiştik. 108Orada asla durma. İlk gününden takva üzerine kurulan mescit, içinde durmana daha layıktır. Orada iyice temizlenmelerini seven birtakım adamlar vardır. Allah iyice temizlenenleri sever. "Orada durma": Yani orada asla namaz kılma. "Takva üzerine kurulan mescit": Yani taat üzerine kurulan ve takva sahiplerinin yaptığı mescit "ilk gününden": Yani ilk gününden itibaren, demektir. Zeccâc şöyle demiştir: "Min” edatı zaman içindir, aslında müz ve münzü kullanılır, bunlar daha çok kullanılır. "Min"in gelmesi de câizdir, çünkü o da sürenin başını gösterir ve parçalara ayırma için kullanılır. Şair Züheyr’in şu sözü de böyledir: Hicr dağının zirvesindeki yurtlar kimindir? Onlar aylar ve yıllardır boş durmaktadır (min). Manasının: Ayların ve yılların geçmesinden boş kaldığı da söylenmiştir. Bu mescit hakkında da üç görüş vardır: Birincisi: O, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in Medine’deki mescididir ki, içinde minberi ve kabri vardır. Sehl b. Sa’d şöyle rivayet etmiştir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem zamanında iki adam, takva üzerine kurulan mescit üzerinde ihtilaf ettiler; biri: O, Peygamber’in mescididir, dedi. Diğeri de: O, Küba mescididir, dedi. Bu, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e anlatılınca: O, bu mescidimdir, dedi.29 29 - Müslim, Kitabu’l - Hac, bab, lâ tüşeddürrihalu; Ahmed, Müsned, 5/331. İbn Ömer, Zeyd b. Sabit, Ebû Said el - Hudri ve Said b. Müseyyeb de böyle demişlerdir. İkincisi: O, Küba mescididir, bunu da Ali b. Ebi Talha, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş ve Said b. Cübeyr, Katâde, Urve, Ebû Seleme b. Abdurrahman, Dahhâk ve Mukâtil de böyle demişlerdir. Üçüncüsü: O, Medine’deki bütün mescitlerdir, bunu da Muhammed b. Ka’b, demiştir. "Onda temizlenmeyi seven adamlar vardır": İniş sebebi şöyledir: Küba halkından bazı kimseler su ile taharet ederlerdi, âyet bunun üzerine indi. Bunu da Şa’bî, demiştir. İbn Abbâs da şöyle demiştir: Bu âyet inince, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem onlara geldi: "Allahü teâlâ sizi ne için methetti?” dedi. Onlar da: Biz su ile taharet ederiz, dediler.30 30 - Suyuti, ed - Dürrü’l - Mensur; Tabarani, Ebuşşeyh, Halcim ve İbn Merduye’den nakletmiştir. Buna göre, bundan (temizlenmeden) maksat, su ile temizlik yapmaktır. Ebû’l - Âliyye de: Günahtan temizlenmedir, demiştir. 109Yapısını Allah’ın takva ve rızası üzerine kuran mı yoksa yapısını yıkılacak uçurumun kenarına kurup da onunla cehennem ateşine sürüklenen kimse mi daha hayırlıdır? Allah zâlimler topluluğuna hidayet etmez. "Efemen essese bünyanehu": İbn Kesir, Ebû Amr, Âsım, Hamze ve Kisâi, iki yerde de meftuh hemze ve meftuh nun ile "essesse bünyanehu” okumuşlardır. Nâfi ile İbn Âmir de mazmum hemze ile "üssise” ve merfu nun ile "bünyanuhu” okumuşlardır. Bünyan mastardır, bina manasınadır. Tesis de: Binanın temelini sağlam atmadır, temel binanın aslıdır, Mana da şöyledir: Binasını Allah’tan korkup rızasını umarak kuran mı daha hayırlıdır, yoksa onu korkmadan kuran mı daha hayırlıdır? Zeccâc şöyle demiştir: Şefa: Bir şeyin kenarı ve sınırıdır. Şefa elifle yazılır ve kısa hece ile okunur, tesniyesi: Şefevani’dir. "Cüruf": İbn Kesir, Nâfi, Ebû Amr ve Kisâi, zamme ile "cürufin” okumuşlar; İbn Âmir, Hamze ve Ebû Bekir de Âsım’dan rivayetle ra sakin olarak "cürfin” okumuşlardır. Ebû Ali şöyle demiştir: Zamme asildir, sükun da hafiftir, meselâ şuğul ve şuğl gibi. İbn Kuteybe şöyle demiştir: Mana: Kayan uçurum demektir. Cüruf: Sellerin vadilerden getirdiği şeylerdir. Hair de: Kayan, düşen demektir. Tehevverel binau venhare de bundandır ki, bina çöktü, demektir. İbn Kesir ile Hamze henin fethası ile "harin” okumuşlardır. Nâfi ile Ebû Amr da he’yi imale (ey sesi) ile okumuşlardır. Âsım'dan da her iki kıraat nakledilmiştir. "Fenhare bihi": Binayı yapanı da sürükleyip götürdü, demektir. "Cehennem ateşine": Zeccâc bu temsildir demiştir, Mana da şöyledir: Bu mescidin binası, cehennemin kıyısına yapılıp da sahibiyle beraber içine yuvarlanan bina gibidir. Katâde de şöyle demiştir: Bize anlatıldığına göre onlar orada bir çukur kazmışlar, içinde duman görülmüştür. Cabir de: Ben dırar mescidinden dumanın çıktığını gördüm, demiştir. 110Kurdukları yapı hep kalplerinde bir şüphe olarak kalacaktır; meğerki kalpleri parçalana. Allah çok iyi bilendir, hikmet sahibidir. "Kurdukları yapı hep öyle kalacaktır": Yani dırar mescidi. Rîbeten’de üç görüş vardır: Birincisi: Şüphe ve nifak olarak kalacaktır, çünkü onlar onu yapmakla iyilik ettiklerini sanıyorlardı. Bunu İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Üzüntü ve pişmanlık olarak kalacaktır, çünkü onu yaptıklarına pişman oldular. Bunu da İbn Saib ile Mukâtil, demişlerdir. Üçüncüsü: Mana şöyledir: Binalarını yıkma onların kalplerinde kin ve nefret olarak kalacaktır. Bunu da Süddi ile Müberrid, demişlerdir. "İlla en takattaa kulubuhum": Çoğunluk "illâ” okumuşlardır ki, o da istisna edatıdır. Ya’kûb ise "ilâ en” okumuş, onu harfi cer kabul etmiştir. İbn Kesir, Nâfi, Ebû Amr, Kisâi ve Ebû Bekir de Âsım’dan rivayet ederek mazmum te ile "tukattaa” okumuşlardır. İbn Âmir, Hamze ve Hafs da Âsım’dan rivayet ederek tenin fethası ile "tekattaa” okumuşlardır. Sonra manada iki görüş vardır: Birincisi: Meğerki öleler, demektir. Bunu da İbn Abbâs, Mücâhid, Katâde ve diğerleri, demişlerdir. İkincisi: Ancak kusurlarına karşı duydukları pişmanlık ve üzüntüden kalplerinin parça parça olması hariç. Bunu da Zeccâc demiştir. 111Hiç şüphesiz Allah, cennet kendilerinin olmak üzere mü'minlerden canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar; öldürür ve öldürülürler. Bu; Tevrat'ta, İncil’de ve Kur’ân’da kendi üzerine aldığı bir vaattir. Sözünü Allah'tan daha çok yerine getiren kinidir? Öyleyle yaptığınız alışverişten dolayı sevinin. İşte en büyük kurtuluş budur. "Allah mü’minlerden canlarını satın aldı": İniş sebebi şöyledir: Ensar Akabe gecesinde Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e biat ettikleri zaman ki, yetmiş kişi idiler, Abdullah b. Revaha: Ya Resûlallah, Rabbin ve nefsin için istediğin şartı ileri sür, dedi. O da: Rabbim için O’na ibadet edip hiçbir şeyi O’na ortak koşmamanızı şart ediyorum; Nefsim için de kendinizi koruduğunuz gibi beni de korumanızı şart ediyorum, dedi. Onlar da: "Bunu yaparsak bizim için ne var?” dediler. O da: Cennet, dedi. Onlar da: Kârlı alışveriş, ne feshederiz, ne de feshedilmesini isteriz, dediler. Bunun üzeni bu âyet indi. Bunu da Muhammed b. Ka’b el - Kurazi, demiştir. Canın satın alınması cihad iledir. Malların satın alınması da iki türlüdür: Birincisi: Cihada sarf etmek ile. İkincisi: Sadakalarla. Burada satın alma mecaz yoluyla zikredilmiştir; çünkü gerçekte satın alan satın aldığı şeye sahip değildir. Meselâ: "Allah’a kim ödünç verir?” (Bakara: 245) kavlinde olduğu gibi. Kelâmdan murat edilen şudur: Allah onlara canlarıyla mallarıyla cihadı emretmiştir ki, karşılığında onlara cenneti versin. Buna satın alma demiştir, çünkü bunda da karşılık ve bedel vardır. Hasen de şöyle derdi. Hayır vallahi, dünyada biati alınmamış bir tek mü’min yoktur. Katâde de şöyle demiştir: Allah onlara bedelini verdi, hem de fazlasıyla. "Feyaktülun ve yuktelun": İbn Kesir, Nâfi, Ebû Amr, İbn Âmir ve Âsım, malum ve meçhul kalıbıyla "feyaktülun ve yuktelun” okumuşlardır. Hamze ile Kisâi de, meçhul ve malum kalıbıyla "feyuktelun ve yaktulun” okumuşlardır. Ebû Ali de şöyle demiştir: Birinci kıraat şu manayadır: Onlar önce öldürürler sonra da öldürülürler. Ötekinin manasının da birinci gibi olması câizdir, çünkü vavla atıfta takdim câizdir (sıra önemli değildir), eğer takdim varsa bile Mana şöyledir: Öldürülenlerden kalanlar da düşmanları öldürürler, meselâ "başlarına gelen şeyden dolayı gevşemediler” (Al-i İmran: 146) kavli gibi ki, öldürülenlerden kalanlar gevşemediler, demektir. Kelâmın manası da şöyledir: Öldürseler de veyahut öldürülseler de cihatlarının karşılığı cennettir. Zeccâc şöyle demiştir: "va’den” mana itibarı ile mensubtur, çünkü "bienne lehümül cenneh” kavlinin manası, "va’den aleyhi hakka” demektir. "Tevrat’ta ve İncil’de” kavli de her milletin savaşla emredildiği ve ona karşı cennetle va’dolunduğudur. "Sözünü kim daha çok yerine getirir?": Yani kimse sözünü Allah’tan daha çok yerine getiremez, demektir. "Sevinin": Yani bu alışverişle neşelenin, demektir. 112Tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, seyahat edenler, rukû’ edenler, secde edenler, iyiliği emredenler, kötülükten men edenler ve Allah’ın sınırlarını koruyanlar (yok mu), işte o mü'minleri müjdele. Tevbe edenler İniş sebebi şöyledir: Bundan önceki âyet inince bir adam: Ya Resûlallah, hırsızlık yapsa, zina etse, içki içse de mi?” dedi. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu İbn Abbâs, demiştir. Zeccâc da şöyle demiştir: Burada ref (ettaibun şekli) birkaç bakımdan câizdir: Birincisi: Medih içindir, sanki: Haulai ettaibun (onlar Tevbe edenlerdir), demiştir. İkincisi: Bedel olması da câizdir, mana da: Yukatilüttabine (Tevbe edenler savaşırlar) demektir. Bu da dilcilerin görüşüdür. Bence merfu olması mübteda olduğu içindir, haberi de gizlidir, mana da da şöyledir: Ettaibun ve men zükire maahüm lehümül cennetü eydan (Tevbe edenler ve onlarla beraber zikredilenler için cihad etmeseler de cennet vardır, yeter ki, cihadı terk etmeyi akıllarından geçirmesinler ve inat etmesinler). Çünkü bazı Müslümanların cihad etmeleri onların da cihadı yerine geçer (farz-ı kifaye). Müfessirlerin: "Tevbe edenler” hususunda da iki görüşleri vardır: Birincisi: Şirkten, nifaktan ve isyanlardan dönenlerdir. İkincisi: Emredileni yapmada ve yasak edileni terk etmede Allah’a rucu edenlerdir. "ibadet edenler” hakkında üç görüşleri vardır: Birincisi: Allah’a ibadetle itâat edenler. Bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. İkincisi: Namazı kılanlar. Bunu da Dahhâk, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Üçüncüsü: Allah’ı birleyenler. Bunu da Said b. Cübeyr demiştir. "Hamd edenler": Katâde: Her hâl u kârda Allah’a hamd edenler, demiştir. Seyahat edenler hususunda dört görüş vardır: Birincisi: Oruç tutanlardır, bunu İbn Mes’ûd, İbn Abbâs, Hasen, Said in Cübeyr, Katâde ve diğerleri demişlerdir. Ferrâ’ da şöyle demiştir: Görüş sahipleri şöyle derler: Oruçluya seyahat eden denilmesi, gezgine benzetildiği içindir; çünkü seyahat edenin yanında azık olmaz. Araplar bir at ayakta durur da önünde yem olmazsa, ona: Saim (oruçlu) derler. Çünkü onun (atın) sabah akşam olmak üzere iki beslenme vakti vardır. İnsanın tuttuğu oruç da sahur ve iftardan dolayı ona benzetilmiştir. İkincisi: Onlar gazilerdir, bunu da Atâ’, demiştir. Üçüncüsü: İlim öğrenenlerdir, bunu da İkrime, demiştir. Dördüncüsü: Hicret edenlerdir, bunu da İbn Zeyd, demiştir. "Rukû’ edenler ve secde edenler": Yani namazda. "İyiliği emredenler": O da (iyilik de) Allah’a itâattir. "Kötülükten men edenler": O da (kötülük de) Allah’a isyandır. Eğer: "Vennahune"de vav gelmesinin gerekçesi nedir?” denilirse, buna iki cevap verilir: Birincisi: Burada vav, sekizinci sıfat için gelmiştir, Araplar yedinin üzerine atıf yapacak olurlarsa bunu vavla yaparlar. Meselâ: "Vesaminühüm kelbühüm” (Kehf: 22) kavli ve cennetin sıfatında: "Ve fütihat ebvabuha” (Zümer: 73) gibi. Bunu da bir grup müfessirler, demişlerdir. İkincisi: Vav şunun için gelmiştir, çünkü iyiliği emreden aynı zamanda kötülükten de men etmektedir. Bu durumda vavın gelmesi, kötülükten men etmeden iyiliği emretme olmaz demektir. Hâlbuki seyahat etmeden hamd etmek, hamdetme olmadan da seyahat etmek bazı hal ve vakitlerde mümkündür. "Allah’ın sınırlarını koruyanlar": Hasen: Allah’ın emrini yerine getirenler, demiştir. 113Peygamber ve iman edenler için, müşriklerin, cehennem yaranı oldukları kendilerine belli olduktan sonra, akraba da olsalar, onlar için istiğfar etmeleri yoktur. "Peygamber ve iman edenler için, müşriklere istiğfar etmeleri yoktur": İniş sebebi hakkında dört görüş vardır: Birincisi: Ebû Talib öleceği zaman Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem onun yanına girdi, orada Ebû Cehil ile Abdullah b. Ebi Ümeyye vardı. Amca, Lailâhe illallah, de Allah katında seni müdafaa edeyim, dedi. Ebû Cehil ile İbn Ebi Ümeyye: "Ey Ebû Talib, Abdülmuttalib’in dininden yüz mü çeviriyorsun?” dediler. Onunla durmadan konuştular, sonunda o: Ben Abdülmuttalib’in dini üzerindeyim, dedi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de: "Yasaklanmadığım sürece senin için istiğfar edeceğim, dedi. Bunun üzerine bu âyet ile: "Şüphesiz sen istediğini hidayete erdiremezsin” (Kasas: 56) âyeti indi. Bunu Buhârî ile Müslim, Sahih’lerinde rivayet etmişledir. Hadisi Said b. Müseyyeb , babasından nakletmiştir. Şöyle de denilmiştir: Ebû Talib ölünce Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ona istiğfar etmeye başladı, Müslümanlar da: Biz niçin babalarımıza ve akrabalarımıza istiğfar etmeyelim; İbrahim de babasına istiğfar etti, işte Muhammed de amcasına istiğfar ediyor, dediler ve müşrikler için istiğfar ettiler. Bunun üzerine bu âyet indi. Ebû’l - Hüseyn b. el - Münadi şöyle demiştir: Bu doğru değildir, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem sadece ölmeden önce amcası için: Yasaklanmadığım sürece senin için istiğfar edeceğim, dedi. Zaten siyak ve sibak da bunu göstermektedir. Ölümünden sonra istiğfar etmesi ise böyle bir şey yoktur. Raviler bunu ters anladılar, bu da devam edip gitti. İkincisi: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem annesi Amine’nin kabrine uğradı, abdest alıp iki rekat namaz kıldı, sonra da ağladı; onun ağlamasıyla insanlar da ağladılar. Sonra yanlarına geldi, onlar da: "Niçin ağladın?” dediler. Kendisi de: Annemin kabrine uğradım, iki rekat namaz kıldım, sonra ona istiğfar etmem için Rabbimden izin istedim, bundan da men edildim. İşte ona ağladım. Sonra dönüp iki rekat namaz kıldım, ona istiğfar etmek için Rabbimden izin istedim, yine men edildim, bu da beni ağlattı, dedi. Sonra da bineğini istedi, ona bindi. Az gitmişti ki, vahyin ağırlığından deve durdu; bu ve bundan sonraki âyet indi. Bunu da Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'den Büreyde rivayet etmiştir. Üçüncüsü: Bir adam müşrik olan ebeveynine istiğfar etti, Ali b. Ebû Talib ona: "O müşriklere mi istiğfar ediyorsun?” dedi. O da: "İbrahim, babasına istiğfar etmedi mi?” dedi. Ali de bunu Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e anlattı, bunun üzerine bu âyet indi. Bunu da Halil, Hazret-i Ali radıyallahu anh’ten rivayet etmiştir. Dördüncüsü: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabından birkaç kişi: "Ey Allah’ın Nebisi, babalarımız güzel komşuluk eder, akrabalarına bakar, esirleri salıverir ve sorumluluklarını yerine getirirlerdi; onlar için istiğfar edelim mi?” dediler. O da: Evet, Allah’a yemin ederim ki, ben de İbrahim’in babasına istiğfar ettiği gibi babama istiğfar edeceğim, dedi. Bunun üzerine bu âyet indi ve İbrahim’in mazeretini beyan etti. Bunu da Katâde, demiştir. "Onların cehennemlik oldukları belli olduktan sonra": Yani kâfir olarak öldükleri belli olduktan sonra demektir. 114İbrahim'in, babasına istiğfar etmesi, sadece ona ettiği bir vaatten dolayı idi. Onun, Allah’ın düşmanı olduğu kendine belli olunca, ondan uzaklaştı. Gerçekten İbrahim, çok niyaz eden, çok uysaldır. "Ancak ona ettiği bir vaatten dolayı idi": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: İbrahim babasına istiğfar edeceğini vaad etti, bu da: "Senin için Rabbime istiğfar edeceğim” (Meryem: 47) âyetinde belirtilmektir. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, müşrikler için istiğfar etmenin yasak olduğunu bilmiyordu, nihayet Allahü teâlâ ona haber verdi. İkincisi: Babası, istiğfar ettiği takdirde iman edeceğini vaad etmişti; İbrahim de babasının küfür üzere ölmekle Allah’ın düşmanı olduğunu anlayınca ona dua etmeyi bıraktı. Birinciye göre "iyyahu"daki ha zamiri Azer’e râcîdir. İkinciye göre de İbrahim’e râcîdir. İbn Semeyfa, Muaz el - Kari ve Ebû Nehik, be ile "ebahu” okumuşlardır. "Evvah” kelimesi üzerinde de sekiz görüş vardır: Birincisi: O mütevazı, çok dua eden ve yalvarandır. Bunu da Abdullah b. Şeddad b. el - Hâd, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den rivayet etmiştir. İkincisi: O, çok dua edendir. Bunu da Zir, Abdullah’tan rivayet etmiş ve Ubeyd b. Umeyr de böyle demiştir. Üçüncüsü: O, çok merhametlidir. Bunu da Ebû’l - Abid b. el - Amiri, İbn Mes’ûd’dan rivayet etmiş; Hasen, Katâde ve Ebû’l - Meysere de böyle demişlerdir. Dördüncüsü: O, yakin sahibidir, bunu da Ebû Zabyan, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Mücâhid, Atâ’, İkrime ve Dahhâk da böyle demişlerdir. Beşincisi: O iman edendir, bunu da el - Avfı, Mücâhid ve İbn Ebi Talha, İbn Abbâs’tan rivayet etmişlerdir. Altıncısı: O tesbih edendir, bunu da Ebû İshak, Ebû Meysere’den rivayet etmiştir. Said b. Müseyyeb ile İbn Cübeyr de böyle demişlerdir. Yedincisi: O, Allah'ın azabını hatırladığı zaman ah edendir, bunu da Şa’bî, demiştir. Ebû Ubeyde de şöyle demiştir: Evvah teevüh kökünden mübalağa kalıbıdır, manası da: Korkusundan ve Rabbinin taatine karşı titizliğinden dolayı yalvarıp yakaran, demektir. Müsakkab de şöyle demiştir: Ben gece kalkıp da o deveye semer vurduğum zaman, Üzgün bir adam gibi ahedip iniler. Sekizincisi: O fakihtir, bunu da İbn Cüreyc, Mücâhid'ten rivayet etmiştir. Halim ise, günahtan yüz çevirendir. 115Allah bir kavmi hidayet ettikten sonra sakınacakları şeyi kendilerine açıklayana kadar onları saptıracak değildir. Şüphesiz Allah her şeyi gayet iyi bilir. "Allah bir kavmi saptıracak değildir": Âyetin sebeb-i nüzulü şudur: Farzlar inip de bazıları da nesh edilince, bazı kimseler orada yok idiler, onlar sadece ilk emri biliyorlardı, meselâ kıblenin durumu ve içki gibi. Bazıları da bunun üzerine öldüler, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e bunu sordular; bunun üzerine bu âyet indi. Bunu Ebû Salih, İbn Abbâs’tan, demiştir. Bazıları da mana şöyledir, demişlerdir: Allah yasaklamadan önce müşriklere istiğfar edenleri sorumlu tutmayacağını bildirdi. Artık onu haram ettiği halde ondan çekinmezlerse sapmış olurlar. Âyette atma ve kısaltma vardır, yorumu şöyledir: Sakınacakları şeyleri onlara açıklar da ondan kaçınmazlarsa, işte o zaman sapıklığı hak ederler. Bunlar manası belli olduğu için atılmıştır. Nitekim Araplar: Emertüke bitticareti fekesebtel emvale (ticaret yapmanı söyledim, sen de mal kazandın) derler; ticaret ettin, mal kazandın demek isterler. 116Şüphesiz göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. Diriltir ve öldürür. Sizin için Allah’tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı yoktur. 117Şüphesiz Allah; Peygambere ve içlerinden birtakımının neredeyse kalplerinin eğrilmesinden sonra zorluk saatinde ona tabi olan muhacirlerle ensara da Tevbe bahş etti. Sonra da Tevbelerini kabul etti. Çünkü O, çok şefkatli, çok merhametlidir. "Allah Peygamberin Tevbesini kabul etti": Müfessirler şöyle demişlerdir: Münafıklara savaşa katılmamaları için izin verdiği için Tevbesini kabul etti. Maani ehli Âlimler de: Bu söze giriştir, demişlerdir, şöyle ki, Tevbe edenlerin Tevbesine o sebep olduğu için zikredilmiştir (yoksa günah işlediği için değil. Mütercim); meselâ "feenne lillahi humusehu” (Enfal: 41) âyeti böyledir. "Onlar ki, ona zorluk saatinde tabi oldular": Zeccâc şöyle demiştir: Onlar Peygambere Tebuk gazasında tabi olanlardır. Zorluk saatinden maksat, zorluk zamanıdır, çünkü saat, zamana denir. Bu da çok sıcak bir vakitte idi, insanlar çok darlıkta idiler. Bir deveye nöbetleşe biniyorlardı. Fakirlik diz boyu idi. Bazen bir hurmayı iki kişi bölüşüyorlardı. Bazen de üzerine su içmek için bir hurmayı bir bölük somuruyordu. Zaman olurdu develeri keser, işkembesindeki suyu içerlerdi. Ömer b. Hattab’a: Bize o zorluk anını anlat, dediler, o da şöyle dedi: Tebuk’e çok sıcak bir mevsimde çıktık, bir yere konakladık, o kadar susadık ki, boyunlarımızın kopacağını zannettik, öyleki bir adam su aramak için giderdi, bulamadan döner, boynunun kopacağını zannederdi. Bazen bir adam devesini keser, fışkısını sıkar suyunu içerdi. Kalanı da ciğerinin üzerine koyardı. Bunun üzerine Ebû Bekir: Ya Resûlallah, Allah senin hayır duanı geri çevirmez, bize dua et, dedi. O da: "Bunu istiyor musun?” dedi. O da: Evet, deyince, ellerini kaldırdı, henüz indirmeden bulutlar göründü. Kaplarını doldurdular. Sonra bakmak üzere gittik, yağmurun askeri geçmediğini gördük. "Min badi ma kâde yeziğu kulubi ferikin minhüm": Hamze, Hafs da Âsım’dan rivayet ederek ye ile "kâde yeziğu” okumuşlardır. Diğerleri de te ile (teziğu) okumuşlardır. Kelâmın manasında da üç görüş vardır: Birincisi: Kalpleri savaşa katılmamaya meyletti. Bunlar Müslümanlardan bazı kimseler idiler, akıllarından bunu geçirdiler. Sonra da Peygambere yetiştiler. Bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan, demiştir. İkincisi: Karşılaştıkları şiddetten dolayı kalplerinden yoldan dönme geçti, fakat imandan kaymadı. Bunu da Zeccâc, demiştir. Üçüncüsü: Şiddet ve zorluktan dolayı kalpler neredeyse telef olup kayacaktı. Bunu da Maverdi zikretmiştir. "Sonra Tevbelerini kabul etti": Tevbeyi tekrar etti, çünkü âyetin başında günahları zikredilmedi. Bir lütuf olarak önce Tevbeyi zikretti, ardından da günahlarını dile getirdi, daha sonra da Tevbeyi tekrar etti. 118(Savaştan) geri bırakılan üç kişinin de (Tevbesini kabul etti). Nihayet yeryüzü (bütün) genişliği ile başlarına dargeldi, vicdanları da kendilerini sıkıştırdı ve Allah’tan yine kendisinden başka sığınak olmadığını iyice bildiler. Sonra Tevbe etmeleri için onlara Tevbe nasip etti. Şüphesiz Allah, O, Tevbeleri çok kabul eden, çok merhamet edendir. "Ve ales selasetil lezine hullifu": Ebû Rezin, Ebû Miclez, Şa’bî ve İbn Yamur, elifle: "Hâlefu” okudular, Muaz el - Kari, İkrime ve Humeyd de hinin fethi ve lâm da şeddesiz olarak: "Halefu” okudular. Ebû’l - Cevza ile Ebû’l - Âliyye de, hinin fethi ve “Lâm” ın şeddesi ile "hallefu” okudular. Bu üç kişi, "ötekiler de bırakılmışlardır” kavli ile murat edilenlerdir. Onların isimleri de Tevbe: 106’da geçmiş bulunuyor. "Geri bırakılan” tabirinde iki görüş vardır: Birincisi: Tevbeden geri bırakılandır, bunu da İbn Abbâs ile Mücâhid demişlerdir. O zaman mana şöyle olur: Ebû Lübabe ile arkadaşlarının Tevbesinden geri bırakılan üç kişi, çünkü bunlar ötekiler gibi boyun eğmediler. İkincisi: Tebuk savaşından geri bırakılandır, bunu da Katâde demiştir. Hadisleri de Ka’b b. Malik’in Tevbesinde zikredilmiştir. Ben de onu "el - Hadaik” kitabında rivayet ettim. "Yeryüzü bütün genişliği ile onlara dar geldi": Şöyle ki, Müslümanlar onlarla muamele etmekten ve onlarla konuşmaktan men edildiler. Eşlerinden ayrılmaları emredildi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem onlara yüz vermedi. "Vicdanları da onları sıktı": Gam ve kedere boğuldular. "Zannu": Kesin bildiler, demektir. "Sığınacak yer yoktur": Yani Allah’tan ve azabından yine O’ndan başka sığınacak yoktur. "Sonra Tevbelerini kabul etti": Tevbeyi tekrar etmesi, pekiştirmek ve önemini vurgulamak içindir. "Tevbe etmeleri için": İbn Abbâs: kendilerini düzeltmeleri için, demiştir. Başkası da: Onları Tevbeye muvaffak kıldı ki, devam etsinler ve onu iptal edecek şeye başvurmasınlar. Birilerine: Tevbe-i nasuh nedir, dediler? O da: Ka’b b. Malik ve arkadaşlarında olduğu gibi yeryüzü Tevbe edene dar gelmek ve vicdanı da onu sıkmaktır, dedi. 119Ey o iman edenler, Allah’tan korkun ve doğrularla beraber olun. "Ey o iman edenler, Allah’tan korkun ve doğrularla beraber olun": İniş sebebi hakkında iki görüş vardır: Birincisi: O, savaştan geri kalan üç kişi hakkında inmiştir. İkincisi: O, ehl-i kitap hakkında inmiştir. Mana da şöyledir: Ey Mûsa’ya ve İsa’ya iman edenler, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e iman etmenizde Allah’tan korkun ve doğrularla beraber olun. Doğrulardan kimlerin murat edildiği hususunda da beş görüş vardır: Birincisi: O, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile ashabıdır, bunu da İbn Ömer, demiştir. İkincisi: Ebû Bekir ile Ömer’dir, bunu da Said b. Cübeyr ile Dahhâk, demişlerdir. İbn Semeyfa, Ebû’l - Mütevekkil ve Muaz el - Kari, kafin fethası ve nunun kesresi ile tesniye olarak "maassadikayni” okumuşlardır. Üçüncüsü: Onlar savaştan geri bırakılan üç kişidir ki, geri kalmalarında gerçekten mazur idiler. Bunu da Süddi, demiştir. Dördüncüsü: Onlar muhacirlerdir, çünkü onlar cihatta Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’den geri kalmadılar. Ebû Süleyman Dımeşki şöyle demiştir: Ebû Bekir, bu âyeti Sakife olayında (Halife seçiminde) delil olarak kullanmış ve şöyle demiştir: El ensar, şüphesiz ki, Allah kitabında: "Yurtlarından çıkarılan muhacirler için... İşte gerçek doğrular da onlardır” (Haşr: 8) dedi. Onlar kimlerdir? Ensar da: Onlar sizlersiniz, dediler. O: Şüphesiz Allahü teâlâ: Allah tan korkun ve doğrularla beraber olun” diyor, size bizimle beraber olmanızı buyurdu, bize sizinle beraber olmamızı buyurmadı. Binaenaleyh bizler Emiriz, sizler de vezirsiniz, dedi. Beşincisi: O, geneldir, bunu da Katâde, demiştir. "Maa", "min” manasınadır. İbn Mes’ûd kıraatinde de: "Vekunu minessadikin” şeklindedir. 120Medine halkı ve çevrelerindeki bedeviler için, Resûlüllah’tan geri kalmaları ve canlarını onun canından üstün tutma hakları yoktur. Çünkü onlara ne bir susuzluk ne bir yorgunluk ne de bir açlık dokunmaz ve kâfirleri kızdıracak bir yere ayak basmaz ve düşmandan bir başarı elde etmezler ki, ona karşılık kendilerine iyi bir amel yazılmış olmasın. Şüphesiz Allah iyilik edenlerin mükafatını zayi etmez. "Medine halkı ve çevrelerindeki bedeviler için yoktur": İbn Abbâs şöyle demiştir: Müzeyne, Cüheyne, Eşca, Eşlem ve Gıfar kabileleri kastedilmiştir. "Resûlüllah’tan geri kalmaları": Yaptığı herhangi bir gazadan. "Canlarını onun canından üstün tutma hakları yoktur.": Resûlüllah sıcakta ve meşakkatte iken kendileri için rahat ve sükun aramaları. Âyette geçen rağibe anişşey': Bir şeyi istememek ve ondan kaçınmaktır. "Zalike = bu": Yani bu geri kalma yasağı şunun içindir, "ne zaman susuz kalır, yorulur ve aç kalır ve düşmana karşı bir başarı elde ederlerse": Esir alma, öldürme ve yenme gibi (bir misli de onlara yazılır). Böylece Allah kendilerine bütün bunların mükafatını vereceğini bildirmiştir. 121Küçük veya büyük bir masraf eder ve bir dereyi geçerlerse, mutlaka bu, onlar için yazılır ki, Allah onları yaptıklarının en güzeli ile mükafatlandırsın. "Küçük bir masraf yaparlarsa": İbn Abbâs bir hurma ve üstü gibi, demiştir. "Bir vadiyi kat ederlerse": Giderken veya dönerken, "mutlaka onlar için de yazılır": Yani ecri onlar için de tespit edilir. "Ta ki, Allah onları yaptıklarının en güzeli ile mükafatlandırsın". Âyette geçen "ahsene” sıfatının başından be cer edatı hazfedilmiştir. Şeyhimiz Ali b. Ubeydullah şöyle demiştir: Müfessirler bu âyette ihtilaf etmişlerdir: Bir grup şöyle demiştir: Bu, ilk zamanlarda böyleydi, Resûlüllah’tan geri kalmak câiz değildi, çünkü cihad herkes için lâzım idi. Sonra bu, "mü’minlerin topyekûn savaşa katılmaları gerekmez” (Tevbe: 122) âyetiyle neshedildi. Bir grup da şöyle demiştir: Allah Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem zamanında bütün mü’minlere onunla beraber savaşa çıkmayı şu iki şey için farz kıldı: Birincisi: Onu canlarıyla korumaları onlara vacip idi. İkincisi: Peygamber savaşa çıktığı zaman bütün din de çıkmış olur. Bunun için onu desteklemeleri emredilmiştir ki, sayı azalmasın. Bu hüküm günümüze kadar geçerlidir. Binaenaleyh eğer Mü’minlerin Emiri savaşa çıkarsa, bütün Müslümanların dediğimiz sebepten dolayı ona katılmaları vacip olur. Buna göre âyet mensuh değildir. Ebû Süleyman da şöyle demiştir: Her iki âyetin de kendine has özel durumu vardır, bu nedenle nesih söz konusu değildir. 122Mü’minlerin topyekûn savaşa çıkmaları (doğru) olmaz. Her kabileden bir grup; dinde ilim öğrenmek ve kavimlerine döndükleri zaman belki (yanlışlıklardan) kaçınırlar diye onları uyarmak için (evet o grup) çıkmalı değil miydi? "Mü’minlerin topyekûn savaşa çıkmaları (doğru) olmaz": İniş sebebi için dört görüş vardır: Birincisi: Allahü teâlâ Tebuk gazasında münafıkların ayıplarını açıklayınca mü'minler: Allah’a yemin ederiz ki, ne Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in yaptığı gazadan ne de askeri birlikten asla geri kalmayacağız, dediler. Tebuk’ten sonra birlikler gönderilince müslümanların hepsi seferber oldu, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’i tek başına bıraktılar. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu Ebû Salih, İbn Abbâs’tan, demiştir. İkincisi: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem, Mudar kabilesine beddua edince yurtlarında kıtlık oldu, kabileler zorluktan dolayı Medine’ye gelmeye başladı, yalandan Müslüman oluyorlardı; Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabını sıkıştırdılar; bunun üzerine bu âyet indi. Bunu da Ebû Talha, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Üçüncüsü: Bazı kimseler Müslüman olup kavimlerine dini öğretmek için çöle çıktılar; bunun üzerine: "Eğer seferber olmazsanız Allah size azap eder” (Tevbe: 39) âyeti indi. Münafıklardan bazı kimseler de: Çöl halkından seferber olmayanlar yandı, dediler. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu da İkrime, demiştir. Dördüncüsü: Bazı insanlar halkı eğitmek ve onlara doğru yolu göstermek için çöllere çıkülar; odun toplayıp istifade ediyorlardı. İnsanlar onlara: Bakıyoruz da arkadaşlarınızı bırakıp bize geldiniz, dediler; bunun üzerine çöldekilerin hepsi şehre geldi, âyet de bunun üzerine indi. Bunu da Mücâhid, demiştir. Zeccâc şöyle demiştir: Âyetin lâfzı haber şeklinde ise de manası emirdir, meselâ şu âyet gibi: "Peygamberin ve mü’minlerin müşriklere istiğfar etmeleri olmaz". (Tevbe: 113) Mana şöyledir: Uygun olan, bir kısmının orduya katılması, bir kısmının ise geride kalmasıdır. Ferrâ’ da şöyle demiştir: Fenin kesresi ve zammesi ile yenfirü ve yenfürü, ikisi de lügattir. Müfessirler bu gidiş hakkında da iki görüş belirterek ihtilaf etmişlerdir: Birincisi: Bu, düşmana gitmektir, Mana da şöyledir: Onların topyekûn savaşa gitmeleri doğru değildir, bilakis bir grup gidecek, bir grup da Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber kalacaktır. "Din ilmi öğrenmeleri için": Yani oturan grubun öğrenmeleri için. Kendilerinden sonra Kur’ân inmiş veya bir durum değişmişse, gelenlere bunu öğretir ve onları uyarırlar. Bu mana İbn Abbâs’tan rivayet edilmiştir. İkincisi: Bu, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e gitmektir, hepsinin ona gelmesi uygun değildir, bilakis içlerinden bir grup din ilmi öğrenmek için ona gider, geride kalan kavimlerini uyarırlar. Bu da Hasen Basri’nin görüşüdür ki, âyetin dış manasına daha uygundur. Birinci görüşe göre bu grubun gidişi bir gazaya çıktığı zaman Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e veya gönderdiği birlikleredir. İkinci görüşe göre de o grubun gidişi bilgi öğrenmek için Resûlüllah’adır. 123Ey o iman eden kimseler, yakınınızdaki kâfirlerle savaşm ve sizde bir sertlik bulsunlar (görsünler). Bilin ki, şüphesiz Allah müttakilerle beraberdir. "Yakınınızdaki kâfirlerle savaşın": Genel olarak kâfirlerle savaşı emrediyor, en yakından başlanarak savaşa devam edilir. Yakındakilerden kimlerin murat edildiğine dair beş görüş vardır: Birincisi: Onlar Rumlardır, bunu da İbn Ömer, demiştir. İkincisi: Kurayza, Nadiyr, Hayber ve Fedek Yahudileridir. Bunu da İbn Abbâs, demiştir. Üçüncüsü: Deylem'dir, bunu da Hasen, demiştir. Dördüncüsü: Araplardır, bunu da İbn Zeyd, demiştir. Beşincisi: O en yakından uzağa doğru olanlarla savaşmak için genel bir hükümdür, bunu da Katâde, demiştir. Zeccâc şöyle demiştir: Bu âyette her sınır halkının yakınlarındakilerle savaşmasına delil vardır. Şöyle de demiştir: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem daha çok korkutmak için yakmdakileri atlardı. Yakındaki ile savaşması emredilmesi sünnet olması içindir. Sertlik manasına gelen gılzat kelimesinde üç lügat vardır: Ğaynmın kesresi ile gılzatür ki, çoğunluk böyle okumuştur; ğaynın fethası ile galzattır ki, bunu da Cebele, Âsım’dan rivayet etmiştir. Gaynın zammesi ile gulzattır ki, bunu da Mufaddal, Âsım’dan rivayet etmiştir. Şu kelimeler de böyledir: Cizvet, cezvet, cüzvet; vicnet, vecnet, vücnet; riğvet, rağver, ruğvet; ribvet, rebvet, rübvet; kısvet, kasvet, kusvet; ilvet, elvet, ülvet (yeminde kullanılır); licbet, lecbet ve lücbet (bu da sütü çekilen koyunda kullanılır). İbn Abbâs da: Gılzat, şecaat ve yiğitliktir, demiştir. Mücâhid de. Şiddettir, demiştir. 124Bir sûre indirildiği zaman içlerinden kimi: "Bu, hanginizin imanını artırdı?” der. İman edenlere gelince bu, onların imanını artırdı. Ve onlar (buna) sevinirler. "İçlerinden kimi: "Bu hanginizin imanını artırdı?” der": Bunu münafıklar Allah’ın kelâmı ile alay etmek için birbirlerine derlerdi, "îman edenlere gelince bu, onların imanını artırdı": Çünkü onlar bunları tasdik edip de bunlardaki şeyleri öğrenince, imanları artar. "Ve onlar sevinirler": Bunların inmesine. 125Kalplerinde hastalık olanlara gelince, onların küfürlerine ilaveten küfürlerini artırdı. Ve onlar kâfirler olarak öldüler. "Kalplerinde hastalık olanlar": Yani şüphe ve münafıklık olanlar, demektir. Âyette geçen ricsten ne murat edildiği hususunda da üç görüş vardır: Birincisi: O, şüphedir, bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Günahtır, bunu da Mukâtil, demiştir. Üçüncüsü: Küfürdür, çünkü onlar her süreyi inkâr ettikçe küfürleri artar. Bunu da Zeccâc, demiştir. 126Onlar, şüphesiz her sene bir veya iki defa denendiklerini görmüyorlar mı? Sonra da Tevbe etmiyor ve ibret almıyorlar. "Görmüyorlar mı? (evelayerevne)” Yani münafıklar görmüyorlar mı? Hamze te ile mü’minlere hitap olarak: "Evelaterevne” okumuştur. "Yüftenun” lâfzının manasında da sekiz görüş vardır: Birincisi: Bir veya iki kere yalan söylüyor, onunla insanları saptırıyorlar. Bunu Huzeyfe b. el - Yeman, demiştir. İkincisi: Münafıklık ediyorlar, sonra iman ediyorlar, sonra yine münafıklık ediyorlar. Bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan, demiştir. Üçüncüsü: Allah yolunda gaza etmekle deneniyorlar. Bunu da Hasen ile Katâde, demişlerdir. Dördüncüsü: Kıtlık ve açlıkla deneniyorlar, bunu da Mücâhid, demiştir. Beşincisi: Ağrı ve hastalıklarla deneniyorlar. Altıncısı: Antlaşmalarını bir veya iki kere bozuyorlar. Yedincisi: İnkar ediyorlar, şöyle ki, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem yalnız kaldıkları zaman konuştuklarını haber verince onun peygamber olduğunu biliyorlardı. Sonra şeytan onlara gelip de: Bunu ancak sizden biri aracılığı ile bildi deyince de şirk koşuyorlardı. Bunu da Mukâtil b. Süleyman, demiştir. Sekizincisi: Münafıklıklarını açığa çıkarmakla rezil ediliyorlar. Bunu da Mukâtil b. Hayyan, demiştir. "Sonra da Tevbe etmiyorlar": Yani münafıklıklarından. "Öğüt almıyorlar": İbret almıyorlar, demektir. 127Bir sûre indirildiği zaman, birbirlerine bakar: "Sizi bir kimse görüyor mu?” deyip sonra da dönerler (sıvışırlar). Onlar anlamaz bir kavim oldukları için Allah da kalplerini çevirmiştir. "Bir sûre indirildiği zaman birbirlerine bakarlar": İbn Abbâs şöyle demiştir: Münafıkları kötüleyen bir sûre inip de Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem onlara hitap ederek hutbesinde onlara sataştığı zaman, bu zorlarına gider ve kaçmak için birbirlerine bakarlar: "Sizi bir kimse görüyor mu?” derler, yani kalktığınız zaman mü’minlerden. Eğer onları kimse görmüyorsa, mescitten çıkarlar. Zeccâc şöyle demiştir: Sanki onlar bunu kendilerini kimse görmesin diye ima ile derlerdi, "sonra da çekilirler": Yani o mekandan ayrılırlar. Dinledikleri şeyle amel etmekten çekilirler, demek de câizdir. Hasen de şöyle demiştir: Sonra da Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem ile getirdiği şeyleri yalanlamak kararıyla oradan ayrılırlar. "Allah da kalplerini çevirdi": İbn Abbâs: İmandan çevirdi, demiştir. Zeccâc da: Yaptıklarına karşılık olarak onları saptırdı, demiştir. 128Yemin olsun, size içinizden bir Peygamber gelmiştir. Sıkıntıya düşmeniz ona ağır gelir. Size gayet düşkündür, mü’minlere de çok şefkatli, çok merhametlidir. Cumhûr, fenin zammesiyle "enfüsiküm” okumuştur. İbn Abbâs, Ebû’l - Âliyye, Dahhâk, İbn Muhaysın ve Mahbub da Ebû Amr’dan rivayeten fenin fethasiyle (enfesiküm) okumuştur. Zammeli okunuşunda dört görüş vardır: Birincisi: Bütün Araplardan demektir, bunu İbn Abbâs demiş ve: Araplarda Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ile irtibatı olmayan bir kabile yoktur, demiştir. İkincisi: Bildiğiniz demektir, bunu da Katâde, demiştir. Üçüncüsü: Nikahtan meydana gelmiştir, cahiliye adetiyle hiç ilgisi yoktur. Bunu da Cafer-i Sadık demiştir. Dördüncüsü: O da sizin gibi bir insandır. Bu, delil yönünden daha güçlüdür. Çünkü sizler ancak sizin gibi birinden anlarsınız. Bunu da Zeccâc, demiştir. Meftuh okunuşunda da üç görüş vardır: Birincisi: Ahlakça en üstününüzden. İkincisi: Soyca en şereflinizden. Üçüncüsü: Aziz ve celil olan Allah’a en çok itâat edeninizden. "Sıkıntıya düşmeniz ona ağır gelir": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Size zor gelen şey onu çok sıkar. Bunu Dahhâk, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Zeccâc da: Sıkıntıya düşmeniz onun çetinine gider, demiştir. Anit: Şiddete maruz kalmaktır. İkincisi: Sizi günaha sokan şey ona çok zor gelir. Bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. "Size çok düşkündür": Hasen: îman etmenize çok düşkündür, demiştir. "Mü’minlere çok şefkatlidir, çok merhametlidir": İbn Abbâs şöyle demiştir: Allah ona kendi isimlerinden ikisini verdi (Raûf ve Rahim). Ebû Ubeyde şöyle demiştir: Raûf re’fet kökünden faûl veznindedir; bu, rahmetten daha ince bir duygudur. Rauf (medsiz) de denir. Şair şöyle demiştir: Mü’minlerin sende hakkı olduğunu görürsün, Rauf (şefkatli) ve merhametli babanın yaptığı gibi. İtâat edenlere şefkatli ve günahkarlara da merhametlidir de, denilmiştir. 129Eğer yüz çevirirlerse: "Allah bana yeter. O’ndan başka İlâh yoktur. Yalnız O’na güvendim. O, ulu Arş’in Rabbidir” de. "Eğer yüz çevirirlerse": Yani imandan, "Allah bana yeter, de": Bana kafidir, de. "Rabbül arşil azim": İbn Muhaysın, mimin zammı ile, "azimü” okumuştur. Neden özellikle Arş zikredildi? Çünkü o, yaratıkların en büyüğüdür. Küçükler ona dahildir. Übey de şöyle demiştir: En son inen âyet: "Lekad ceküm Resûlün...” ile arkasındaki son ayettir. |
﴾ 0 ﴿