10-YUNUS SÛRESİMekke'de inmiştir. 109 ayettir. İniş sebebi Atıyye ile İbn Ebi Talha, İbn Abbâs’tan onun Mekke’de indiğini rivayet etmişler; Hasen ile İkrime de öyle demişlerdir. Ebû Salih, İbn Abbâs’tan, onda: "Ve minhüm men yü'minü bihi ve minhüm men lâ yü’minü bih” (Yûnus: 40) âyetinin Medeni olduğunu rivayet etmiştir. İbn Abbâs’tan gelen bir rivayette de, ondan üç âyetin Medeni olduğu rivayet edilmiştir ki, başı: "Fein künte fi şekkin” kavlidir (Yûnus: 94). Katâde de böyle demiştir. Mukâtil de onun: "Fein künte fi şekkin” ile arkasındaki âyetin (Yûnus: 94, 95) dışındakilerin Mekki olduğunu söylemiştir. Bazıları da Onun Mekki olup ancak iki âyetinin Medeni olduğunu söylemişlerdir. Onlar da: "Kul bifadlillahi ve birahmetihi” ile arkasındaki ayettir (Yûnus: 58, 59). Bismillahirrahmanirrahim 1Elif. Lâm. Ra. İşte bunlar hikmetli kitabın âyetleridir. "Elif. Lâm. Ra": İbn Kesir: Ra’nın fethası ile okumuştur. Ebû Amr, İbn Âmir, Hamze ve Kisâi de hece halinde, kesre ile: Elif. Lâm, Rı okumuşlardır. Biz de Bakara suresinin başında bu cinsten olanları izah etmiştik. Özel olarak bu harflere gelince, bunda da altı görüş vardır: Birincisi: Manası: Ben Allah’ım, her şeyi görürüm, demektir. Bunu da Dahhâk, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. İkincisi: Ben Rahman olan Allah’ım. Bunu da Atâ’, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Üçüncüsü: Bu, Allah'ın bir isminin kısaltmasıdır. İkrime, İbn Abbâs’tan: Elif lâm ra, ha mîm ve nun’un Rahman'ın harfleri olduğunu rivayet etmiştir. Dördüncüsü: O, Allahü teâlâ’nın kasem ettiği bir yemindir. Bunu da İbn Ebi Talha, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Beşincisi: O, Kur’ân'ın isimlerinden biridir. Bunu da Mücâhid ile Katâde, demişlerdir. Altıncısı: O, sûrenin ismidir, bunu da İbn Zeyd, demiştir. "Tilke": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: "Hazihi (yakına işaret) manasınadır. Bunu Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş, Ebû Ubeyde de bunu tercih etmiştir. İkincisi: O esas manasındadır (uzağa işarettir). Sonra bunda da üç görüş vardır. Birincisi: O; Tevrat ve İncil gibi eski kitaplara işarettir. Bunu da Mücâhid ile Katâde, demişlerdir. Bu durumda mana şöyle olur: Dinlediğiniz bu kıssalar, Tevrat ve İncil’de nitelenen o âyetlerdir. İkincisi: İşaret, daha önce Kur’ân’dan zikredilen âyetleredir. Bunu da Zeccâc, demiştir. Üçüncüsü: "Tilke” Elif. Lâm. Ra ve onlar gibi huruf-ı mukaffalara işarettir: Yani surelerin başındaki bu harfler, "kitabın âyetleridir” demektir. Çünkü kitaplar bunlarla okunur. Lâfızları bunlarla teşkil edilir. Bunu da İbn Enbari zikretmiştir. Ebû Ubeyde de: "el - Hakim": Muhkem, açık ve net manasınadır, demiştir. Araplar fail veznini muf’al vezni yerine kullanırlar. Allahü teâlâ: "Ma ledeyye atîd” (Kaf: 18) buyurmuştur ki, muad, (yanımda hazırdır) demektir. 2İçlerinden bir adama, "insanları uyar ve iman edenlere, kendileri için Rablerinin katında yüksek makam olduğunu müjdele” diye vahyetmemiz, insanlar için şaşılacak bir şey mi oldu. Kâfirler: "Şüphesiz bu, elbette apaçık bir sihirbazdır” dediler. "İnsanlar için şaşılacak bir şey mi oldu?” İniş sebebi şöyledir: Allahü teâlâ Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’i gönderince, kâfirler bunu inkâr ettiler ve: Allah Muhammed gibi bir insanı göndermeyecek kadar büyüktür, dediler. Bunun üzerine bu âyet indi. Burada insanlardan maksat Mekke halkıdır. Adamdan maksat da Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’dir. "İçlerinden": Soyunu biliyorlar, demektir. Bunu da İbn Abbâs, demiştir. İstifham hemzesi azarlama ve ret içindir. İbn Enbari şöyle demiştir: Muhammed’in gönderilmesine şaşmalarına verilen cevap burada atılmış, o; "geçimlerini aralarında biz taksim ettik” (Zuhruf: 32) kavlinde açıklanmıştır. Yani, Bu geçim üstünlüğü gözle görülür şekilde açık olduğu gibi, Allah’ın dilediğini peygamberlikle üstün kılmasını da inkâr etmeyin, demektir. Bunu söylemeyip atması başka yerde açıklamasına binaendir. İbn Enbari devamla diyor ki: Şöyle de denilmiştir: Ölümden sonra dirilme ve mahşere sürülmeden şaşmaları uyarma ile müjdelemenin bunlarla ilgili olmasındandır. Onlara birçok yerlerde cevap vermesi de bunu gösterir. Meselâ şu âyetlerde olduğu gibi: "Yeniden yaratma Allah'a daha kolaydır” (Rum: 27). "Ölü kemiği onu ilk defa meydana getiren diriltir” (Yasin: 79). "Kademe sıdkın (yüksek makam)": Bundan ne murat edildiği hususunda da yedi görüş vardır: Birincisi: O daha önce yaptıkları amellerin güzel karşılığıdır. Bunu da el - Avfi, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Ebû Salih de ondan: Varacakları iyi ameldir, diye rivayet etmiştir. İkincisi: İlk zikirde (kalu belâ’da) onlar için geçmiş olan bahtiyarlıktır. Bunu da İbn Ebi Talha, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Ebû Ubeyde de: Geçmiş iyiliktir, demiştir. Üçüncüsü: Doğru şefaatçidir ki, bu da kıyamet gününde şefaat edecek olan Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’dir. Bunu da Hasen, demiştir. Dördüncüsü: İmanla geçmiş olan selef-i salihindir. Bunu da Mücâhid ile Katâde, demişlerdir. Beşincisi: Zevale ermeyen doğru bir makamdır, bunu da Atâ’, demiştir. Altıncısı: Kadem-i sıdk, yüksek derecedir. Bunu da Zeccâc, demiştir. Yedincisi: Burada kadem (ayak); Müslümanların Peygamberlerini ve onu kaybetmelerine üzülerek, onu görmelerine sevinerek elde ettikleri sevabın gitmesi ile başlarına gelen musibettir. Bunu da İbn Enbari zikretmiştir. Eğer: "Burada niçin ayağı (kademi) ele tercih etmiştir, hâlbuki Araplar eli iyilik yerinde kullanırlar?” denilirse, cevap şöyledir: Burada ayak ilerlemek için zikredilmiştir. Çünkü adet koşan kimsenin ayakları üzerinde ilerlemesi ile sürer gider. Araplar ayağı hep ileri giden ve içinde gerileme olmayan işi kinaye yollu anlatmada kullanır. Nitekim Şair Zürrimme şöyle demiştir: Sizin öyle bir ayağınız vardır ki, insanlar onun Köklü soyla birlikte denizi kapladığını inkâr etmezler. Eğer: Ayak neden sadakate (sıdka) izafe edilmiştir?” denilirse. Cevap şöyledir: Bu, ayak için övgüdür, sadakate nispet edilen her şeyi methetmiş olursun, meselâ şuralarda olduğu gibi: "Beni doğrulukla girdir ve doğrulukla çıkar” (İsra: 80); "sadakat koltuğunda” (Kamer: 55). Kelâmda zikredilmeyen kısım vardır, takdiri şöyledir: Biz onlardan bir adama vahyettik, onlara vahiy gelince, "kâfirler: Bu, apaçık bir sihirdir” dediler. İbn Kesir, Âsım, Hamze ve Kisâi, elifle "lesâhirün” okumuşlardır; Nâfi, Ebû Amr ve İbn Âmir de, elifsiz olarak "lesihrün” okumuşlardır. Ebû Ali de şöyle demiştir: "Biz içlerinden bir adama vahyettik” sözü daha önce geçmiştir. Buna göre kim: Sahir (sihirbaz) okursa, adamı kastetmiş olur. Kim de sihrün derse, vahyedilen şeyin, yani sizin vahiy dediğiniz şeyin sihir olduğunu kastetmiş olur. Zeccâc da şöyle demiştir: Onları yeniden diriltme ve mahşere sürülme ile korkutunca, onlar: Bu sihirdir, dediler. Allahü teâlâ da onlara 3Şüphesiz Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan Allah’tır. Sonra da Arş’e hükümran oldu. İşi idare eder. O’nun izni olmadan hiçbir şefaatçi yoktur. İşte Rabbiniz Allah budur; O’na ibadet edin. Hâlâ ibret almıyor musunuz? "Rabbiniz Allah’tır” diyerek gökleri ve yeri yaratanın onları öldükten sonra diriltmeye de kadir olduğunu bildirdi. Bunun tefsiri de A'raf: 54’te geçmiştir. "İşi idare eder": Mücâhid: İşi görür, demiştir. Başkası da: Onu emreder ve yürütür, demiştir. "O’nun izni olmadan hiçbir şefaatçi yoktur": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: O izin vermeden kimse şefaat edemez. Bunu da İbn Abbâs, demiştir. Zeccâc da şöyle demiştir: Şefaat daha önce zikredilmedi, ancak kendilerine hitap edilenler: Putlar şefaatçilerdir, dedikleri için böyle demiştir. İkincisi: Mana şöyledir: O’nun ikincisi yoktur. Şefî kelimesi şef (çift)ten alınmıştır, çünkü O’nun yanında kimse yoktu, O eşyayı daha sonra yarattı. "Ancak izninden sonra": Bu da halkı var etmek için emrinden sonra demektir ki, hemen var olur. "O’na ibadet edin": Mukâtil: O’nu birleyin, demiştir: Zeccâc da, mana: Bir tek O’na ibadet edin, demiştir. "İbret almıyor musunuz?": Bu da "öğüt almıyor musunuz?” demektir. 4Dönüşünüz yalnız O’nadır. (Bu), Allah’ın gerçek bir va’di olarak. Şüphesiz O, yaratmaya başlar, sonra da onu tekrar eder ki, iman edip iyi ameller işleyenleri adaletle mükafatlandırsın. Kâfirler için ise kaynar sudan bir içecek ve inkârlarına karşılık da acıklı bir azap vardır. "Dönüşünüz yalnız O’nadır": Yani kıyamet gününde dönüşünüz O’nadır, demektir. "Va’dallahi hakka": Zeccâc şöyle demiştir: "Va’dallah” mana itibarı ile mensubtur, o da: Vaadekümullahu va’den” demektir. Çünkü "ileyhi merciüküm” kavlinin manası, dönüş va’didir. "Hakkan” ise: Ahakka zalike hakka mülahazasıyla mensubtur. "İnnehu yebdeül halka": Çoğunluk hemzenin kesri ile (innehu) okumuşlardır. Hazret-i Âişe, Ebû Rezin, İkrime, Ebû’l - Âliyye ve Ameş de, fethi ile (ennehu) okumuşlardır. Zeccâc da şöyle yorumlamıştır: Kim kesre ile okursa yeni cümle başı yapmıştır. Kim de fetha ile okursa, Mana şöyledir: ileyhi merci’uküm liennehu yebdeül halka. Mukâtil de şöyle demiştir: Şeyi yoktan var eder, sonra da onu ölümden sonra tekrar eder. Kist ise, adalet demektir. Eğer: "Nasıl mü’minlerin mükafatını adaletle verir dedi, hâlbuki kâfirlerin cezasını da adaletle verir?” denilirse. Cevap şöyledir: Eğer her iki grup için de adaleti zikretseydi, birleştikleri zaman kâfirlerin başına gelecek olan acıklı azap ve kaynar su içme gibi şeyler belli olmazdı. İşte onları mü’minlerden ayırdı ki, onlara verdiği cezanın da adalet olduğu meydana çıksın. Bunu da İbn Enbari zikretmiştir. Hamîm ise: Sıcak (kaynar) sudur. Ebû Ubeyde de: Bütün sıcak şeyler hamîm’dir, demiştir. 5O ki, güneşi ziya, ayı da nûr yaptı. Ona menziller (evreler) takdir etti ki, yılların sayısını ve hesabı bilesiniz. Allah bunu ancak hak ile yarattı. Bilen bir topluluk için âyetlerini açıklıyor. "Hüvellezi cealeşşemse dıyaen": Çoğunluk, tek hemze ile: "Dıyaen” okumuşlardır; İbn Kesir ise, Kur’ân’ın her yerinde iki hemze ile: "Dıaen” okumuştur, yani ziyalı, ışıklı demektir. "Ayı da nûr yaptı": Yani nurlu kıldı. "Ona menziller takdir etti (ve kadderehu menazile)": Yani kaddere lehu demektir ki, cer harfini atmıştır. Mana da: Ona duraklar hazırladı ve ona menziller tayin etti, demektir. Zeccâc da: Hu zamirinin aya râci olduğunu söylemiştir, çünkü yılları ve hesabı bilmek için takdir edilen odur. Güneş ile aya râci olması da câizdir; o zaman kısaltmak için birini atmıştır. Ferrâ’ da şöyle demiştir: Eğer istersen menzil takdirini yalnız aya verirsin, çünkü aylar onunla bilinir, istersen ikisine birden verirsin, o zaman biri ile yetinilmiş olur. Meselâ: "Vallühu ve resuluhu ahakku enyurduhu” (Tevbe: 62) âyetinde olduğu gibi. İbn Kuteybe de şöyle demiştir: ayın menzilleri yirmi sekizdir, ayın başından yirmi sekizinci geceye kadar devam eder, sonra bir gece gizlenir. Bu menziller Arapların yağmuru onların yağdırdığına inandıkları yıldızlardır, isimleri şöyledir: Şirtan, Butayn, Süreyya, Deberan, Hak’a, Hen’a, Zira, Nesre, Tarf, Cebhe, Zübre, Sarfe, Avva, Simak, Ğafr, Zübana, îklil, Kalb, Şevle, Naim, Belde, Sa’düzzabih, Sa’dü Bula’, Sa’düssuud, Sa’dülahbiye, Ferğuddelvil mukaddem, Ferğuddelvil muahhar ve Rişa’dır ki, ikinci adı Hut (Balık burcu) dur. 6Şüphesiz gece ile gündüzün arka arkaya gelmesinde ve Allah'ın göklerde ve yerde yarattığı şeylerde, sakınan bir topluluk için elbette âyetler vardır. "Allah bunları ancak hak ile yarattı": Yani hak için, sanat ve kudretini göstermek ve birliğine delil olmak için yarattı. "Yufassilül ayati": İbn Kesir ve Hafs da Âsım’dan rivayet ederek, ye ile: "yufassilü” okumuşlardır. Nâfi, İbn Âmir, Hamze, Kisâi ve Ebû Bekir de Âsım’dan rivayeten nun ile "nufassilül ayati” okumuşlardır. Mana da: Âyetleri açıklıyoruz, demektir. "Bilen bir toplum için": işaretlerle kudretini anlayacak toplum için, demektir. "Sakınan bir topluluk için": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Şirkten sakınan. İkincisi: Allah’ın azabından sakınan. O zaman mana şöyle olur: Âyetler nefsi arzuları kendisini görünen hakkın tersine götürmeyenler içindir. 7Şüphesiz bize kavuşmayı ummayıp dünya hayatına razı olanlar ve onda huzur bulup da âyetlerimizden gafil olanlar var ya, "Bize kavuşmayı ummazlar": İbn Abbâs: öldükten sonra dirilmekten korkmazlar, demiştir. "Dünya hayatına razı oldular": Ondaki şeyleri ahirete tercih ettiler. "Onda huzur buldular": Onu yeğlediler. Başkası da şöyle demiştir: Ona meylettiler, çünkü onlar ahirete inanmazlar. "Onlar âyetlerimizden gafildirler": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Onlar Kur’ân âyetleriyle Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’dir. Bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Sûrenin başında zikrettiği eserleridir. Bunu da Mukâtil, demiştir. "Gafiller": İbn Abbâs: Âyetleri yalanlayanlardır, demiştir. Başkası da: Yüz çevirenlerdir, demiştir. İbn Zeyd de: Onlar kâfirlerdir, demiştir. 8İşte onların varacakları yer, kazandıkları şeyler yüzünden ateştir. "Kazandıkları şeyler yüzünden": Mukâtil: İnkar ve yalanmaları yüzünden, demiştir. 9Şüphesiz iman edip iyi şeyler yapanları Rableri imanları ile doğru yola iletir. Nimet cennetlerinde altlarından ırmaklar akar. "Rableri onları imanlarıyla iletir": Bunda da dört görüş vardır: Birincisi: Onları imanlarının sevabı ile cennete iletir. İkincisi: Onlara nûr verir, imanlarıyla onun aydınlığında yürürler. Üçüncüsü: İmanları sebebiyle hidâyetlerini artırır. Dördüncüsü: İmanları sebebiyle onlara sevap verir. Hidayet ise onlar için ezelde takdir edilmiştir. "Altlarından ırmaklar akar": Yani önlerinden akar, onlarsa onu yukarıdan görürler. 10Orada duaları: "Ya Allah, seni tenzih ederiz "dir. Orada sağlık dilekleri de, selamdır. Dualarının sonu da: "Âlemlerin Rabbi Allah'a hamdolsun” (demektir). "Orada duaları": Bunu da A’raf’ın başında 5. âyette şerh etmiş bulunuyoruz. Duadan ne murat edildiği hususunda da iki görüş vardır: Birincisi: Gönüllerin çektiğini istemeleridir. İbn Abbâs şöyle demiştir: Cennet halkı ne zaman gönülleri bir şey çekerse, "sübhakellahümme” (Allah’ım, seni tenzih ederiz)” derler. Gönüllerinden geçen hemen önlerine gelir. Yemek yedikleri zaman da: Elhamdü lillahi rabbil alemin (bütün övgüler âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur) derler. Bu da dualarının sonudur. İbn Cüreyc şöyle demiştir: Yanlarından içlerinin çektiği bir kuş geçerse, "sübhanekallahümme” derler. Melek o gönüllerinin çektiği şeyi onlara getirir ve onlara selam verir, onlar da selamını alırlar. İşte "orada sağlık dilekleri selamdır” dediği budur. Yedikleri zaman da Rablerine hamd ederler, işte: "Dualarının sonu da ‘Âlemlerin Rabbi Allah’a hamd olsun” sözü de budur. İkincisi: Onlar ettikleri bir duada Allah'a rağbet ettikleri zaman: "Sübhanekallahümme” derler. Bunu da Katâde, demiştir. "Sağlık dilekleri de selamdır (tahiyyetühüm)” Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: Onların birbirlerine ve meleklerin onlara selamı budur. Bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Allahü teâlâ onları selam ile karşılar. Üçüncüsü: Tahiyye mülk demektir, bu durumda Mana şöyledir: Oradaki mülkleri emniyettedir. Bu ikisini Maverdi zikretmiştir. "Ve ahirü da’vahum": Dualarının sonu demektir. "Enilhamdü lillahi rabbil alemin": Ebû Miclez, İkrime, Mücâhid, İbn Yamur, Katâde ve Ya’kûb , nunun şeddesi ve dalın nasbi ile: "Ennel hamde lillahi” okumuşlardır. Zeccâc da şöyle demiştir: Allahü teâlâ onların sözlerine Allah’ı tazim ve tenzih ile başlayıp şükür ve sena ile bitirdiklerini bildirmiştir. İbn Keysan da şöyle demiştir: Onlar sözlerini tevhid ile başlatır ve tevhid ile bitirirler. 11Eğer Allah, insanlara şerri de hayrı acele istemeleri gibi verseydi, elbette onlara ecelleri hükmedilirdi. Biz, bize kavuşmayı ummayanları taşkınlıkları içinde bocalamaya bırakırız. "Eğer Allah, insanlara şerri de acele verseydi": Bazıları bunun Nadr b. el - Haris hakkında indiğini söylemişlerdir. O: "Allah’ım, eğer o senin kendi katından bir hak ise, üzerimize gökten taş yağdır” (Enfal: 32) demişti. Acele etmek: Bir şeyi vaktinden önce istemektir. Âyette bundan ne murat edildiği hususunda iki görüş vardır: Birincisi: Eğer Allah insanlara kendilerine veya ailelerine kızıp da beddua ettikleri ve acele istedikleri zaman hayrı acele verdiği gibi şerri de verseydi, helak olurlardı. Bu İbn Abbâs, Mücâhid ve Katâde’nin görüşüdür. İkincisi: Eğer kâfirlere dünya malı ve evlat gibi hayırları acele verdiği gibi küfürlerine karşı azabı da acele verseydi, ahiret azabının gerçekleşmesi için ecelleri bitirilirdi. Bunu da Maverdi hikaye etmiştir. Bunu da âyetin devamı ve İniş sebebi destekler. Cumhûr, kafin zammesi ile "lekudıye", “Lâm” ın zammesi ile de "ecelühüm” okumuştur. İbn Âmir ise kafin fethi ile "lekada", “Lâm” ın nasbi ile de "ecelehüm” okumuştur. Tuğyan ve ameh lâfızlarının manasını da Bakara suresinin başında 15. âyette zikretmiş bulunuyoruz. 12İnsana sıkıntı dokunduğu zaman bize yanı üstü yahut oturarak veyahut ayakta dua eder. Ondan sıkıntısını açtığımız zaman, kendine dokunan sıkıntıya bizi çağırmamış gibi çeker gider. İşte israfçılara yaptıkları şeyler böyle süslenmiştir. "İnsana sıkıntı dokunduğu zaman": Kimin hakkında indiğinde iki görüş belirterek ihtilaf etmişlerdir: Birincisi: Ebû Huzeyfe hakkında inmiştir. Onun adı Haşim b. Muğire b. Abdullah el - Mahzumi’dir. Bunu da İbn Abbâs ile Mukâtil, demişlerdir. İkincisi: O, Utbe b. Rebia ile Velid b. Muğire hakkında inmiştir. Bunu da Atâ’, demiştir. Sıkıntı: Zorluk ve meşakkat, demektir. "Licenbihi"deki lâm “alâ” manasınadır. Âyetin manasında da iki görüş vardır: Birincisi: Ona sıkıntı dokunduğu zaman yanı üstü yahut oturarak veyahut ayakta dua eder. Bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Bu hallerde ona sıkıntı dokunduğu zaman dua eder. Bunu da Maverdi zikretmiştir. "Sıkıntısını açtığımız zaman çeker gider": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: Duadan vazgeçer, bunu da Mukâtil, demiştir. İkincisi: Belâya maruz kalmadan önceki gibi çeker gider ve başına gelen şeyden öğüt almaz. Bunu da Zeccâc, demiştir. Üçüncüsü: Şükrü terk etmekle taşkınlık içinde çeker gider. "Keen lem yed’una": Zeccâc şöyle demiştir: Bu "keen” sakileden (keenne’den) tahfif edilmiştir. Mana da: Keennehu leyeduna (sanki bize dua etmemiş gibi)dir. Kadın şaire Hansa da şöyle demiştir: Sanki hiç çekinilen kimseler olmadılar, Çünkü o zaman insanlar: Hak güçlünün, derlerdi. "Böylece israfçılara süslendi": Mana şöyledir: Bu kafire belâ anında dua ve rahatlık halinde yüz çevirme süslü gösterildiği gibi israfçılara da yaptıkları süslü gösterilmiştir. Onlar da küfür ve isyanda amelleri haddini aşan kimselerdir. 13Yemin olsun ki, sizden önceki nesilleri zulmettikleri ve peygamberleri mucizelerle geldikleri zaman iman etmeyecekleri için helak ettik. Günahkarlar toplumunu işte böyle cezalandırırız. "Yemin olsun ki, sizden önceki nesilleri helak ettik": Mukâtil: Bu, Mekke kâfirleri için korkutmadır, demiştir. Burada zulüm şirk manasınadır. "İman edecek değillerdi": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Bunlar Mekke halkıdır, bunu da Mukâtil, demiştir. İkincisi: Geçmiş nesillerdir, bunu da Ebû Süleyman, demiştir. İbn Enbari de şöyle demiştir: Allahü teâlâ onlara hakka karşı inatlarından ve batılı tercihlerinden dolayı imanı nasip etmemiştir. Zeccâc da şöyle demiştir: Amellerinin karşılığım kalplerinin mühürlenmesi olarak göstermek de câizdir, onlardan bildiğini yine onlara bildirmiş olması da câizdir. "Böyle cezalandırırız": Yani azap ve helak ederiz, demektir. "Günahkarlar toplumunu": Yani kavminin müşriklerini. 14Sonra sizi onların ardından yeryüzünde halifeler kıldık ki, nasıl yaptığınıza bakalım. "Sonra sizi halifeler kıldık": İbn Abbâs: Ey ümmet-i Muhammed, sizi yeryüzüne halifeler atadık, demiştir. Katâde de şöyle demiştir: Allah’ın bizi halife kılması sırf amellerimize bakmak içindir. Öyleyse gece gündüz Allah’a hayır amellerinizi gösterin. 15Onlara âyetlerimiz açık olarak okunduğu zaman, bize kavuşmayı ummayanlar: "Bundan başka bir Kur’ân getir yahut onu değiştir” derler. De ki: "Ben onu kendiliğimden değiştiremem. Ben ancak bana vahyolunana tabi olurum. Şüphesiz ben, eğer Rabbime asi olursam, büyük bir günün azabından korkarım". "Onlara âyetlerimiz okunduğu zaman": Kimler hakkında indiğinde iki görüş halinde ihtilaf etmişlerdir: Birincisi: Kur’ânla alay eden Mekke halkı hakkında inmiştir. Bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan demiştir. İkincisi: O Mekke müşrikleri hakkında inmiştir. Bunu da Mücâhid ile Katâde, demişlerdir. Âyetlerden kastedilen de Kur’ân’dır. "Umarlar": Korkarlar, demektir. Bu Kur’ân’dan başkasını veya değiştirilmesini istemelerindeki sebep hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: Onlar azap âyetini rahmet ve rahmet âyetini de azapla değiştirmek istediler. Bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Onlar ondaki ölümden sonra dirilme ve mahşere sevk edilmeden hoşlanmadılar; çünkü buna inanmazlardı. İlâhlarının kötülenmesinden de hoşlanmadılar, içinde böyle şey olmayanını istediler. Bunu da Zeccâc, demiştir. Değiştirmekle başkasını getirmek arasında şu fark vardır: Bir şey değiştirilirken yanında eskisi olmaz, ama başkasını getirirken yanında başkası olabilir. "Ma yekunu li": İbn Kesir, Nâfi ve Ebû Amr ye’yi harekeli (liye) okumuşlar; kalanlar ise sakin okumuşlardır. "Min tilkai nefsi” Bunu da Nâfi ile Ebû Amr harekeli (nefsiye), diğerleri ise sakin okumuşlardır. Mana da kendiliğimden demektir. Daha açıkçası şöyledir: Benim getirdiğim şey, Allah katındandır, benim tarafımdan değildir ki, onu değiştireyim. "Inni ehafü": İbn Kesir, Nâfi ve Ebû Amr bu yeyi fethe ile harekelemişlerdir. "Eğer Rabbime isyan edersem": Onu değiştirmede veya başkasını getirmede. "Büyük bir günün azabı": Yani kıyamette demektir. Nasih ve mensuh Âlimleri bu âyet üzerinde de benzeri olan En’am: 15’te açıkladığımız gibi konuşmuşlardır. Her iki Âyetten maksat, muhalifleri tehdit etmektir. Bunun Resûlüllah’a nispet edilmesi, işin zorluğunu göstermek içindir. 16De ki: Eğer Allah dilese idi, onu size okumazdım ve onu size bildirmezdi de. Gerçekten bundan önce aranızda bir ömür kaldım; düşünmüyor musunuz? "De ki: Eğer Allah dileseydi, onu size okumazdım": Yani Kur’ân’ı. Zira onu bana indirmez ve onu size okumamı emretmezdi. "Vela edraküm bih (onu size bildirmezdi de)": İbn Kesir, tekit lamı ile elifsiz olarak "veleedraküm” okumuş, lamı "edraküm"ün başına getirmiştir. Ebû Arar, Hamze, Kisâi ve Ebû Bekir de Âsım’dan rivayetle imale ederek: "Edreyküm” okumuşlardır. Hasen, İbn Ebi Able ve Şeybe b. Nisah da, elifle kâf arasında te ile: "Vela edre’tüküm” okumuşlardır. "Fekad lebistü fiküm umüren": Hasen ile A’meş, mimin sükunu ile "umren” okumuşlardır. Ebû Ubeyde de şöyle demiştir: Umr’de üç lügat vardır: Umr, umur ve amr. İbn Abbâs da şöyle demiştir: Aranızda kırk sene kaldım, size Kur’ân’dan bir şey söylemiyordum. "Düşünmüyor musunuz?": Yani benim tarafımdan olmadığını. 17Allah’a yalan uydurandan yahut âyetlerini yalanlayandan daha zalim kimdir? Şüphesiz günahkarlar iflah olmazlar. "Allah’a yalan uydurandan daha zalim kimdir?": Yani, ben Allah’a karşı bir şey uydurmadım ve O’na yalan da söylemedim. O’nun ortağı olduğunu iddia etmekle bunu siz yaptınız. Burada günahkarlar da: Müşriklerdir. 18Allah’tan başka, kendilerine ne zarar ne de fayda vermeyen şeylere tapıyorlar ve: "Bunlar bizim Allah katında şefaatçilerimiz” diyorlar. De ki: "Allah’a göklerde ve yerde bilmediği şeyleri mi haber veriyorsunuz?” O’nu tenzih ederiz. O, onların şirk koştukları şeylerden yücedir. "Allah’tan başka, kendilerine zarar vermeyen şeylere tapıyorlar": Yani ibadet etmedikleri takdirde kendilerine zarar vermeyen ve ibadet ettikleri takdirde de fayda vermeyen şeylere. Bunu da Mukâtil ile Zeccâc, demişlerdir. "Diyorlar": Yani müşrikler, "şunlar": Yani putlar. Ebû Ubeyde: Onlara insanlar gibi hitap edilmiştir, demiştir. Biz de bu manayı A’raf: 19’da "onlar yaratılmışlardır” kavlinde zikretmiş bulunuyoruz. "Allah katında şefaatçilerimizdir": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Ahirette şefaatçilerimizdir. Bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs ile Mukâtil’den demiştir. İkincisi: Dünyada geçimlerimizi düzeltmede şefaatçilerimizdir, çünkü onlar öldükten sonra dirilmeye inanmazlardı. Bunu da Hasen, demiştir. "De ki: Allah'a bilmediği şeyi mi haber veriyorsunuz?": Dahhâk şöyle demiştir: Allah’ın ortağı olduğunu ve göklerde ve yerde ortağı olduğunu bilmediğini mi haber veriyorsunuz? 19İnsanlar ancak tek bir ümmet idilerdi; fakat ihtilafa düştüler. Eğer Rabbinden bir kelime geçmese idi, mutlaka ihtilaf ettikleri şeylerde aralarında hüküm verilirdi. "İnsanlar ancak tek bir ümmet idilerdi": Bunu Bakara suresi âyet 213’te şerh etmiş bulunuyoruz. Görüşlerin en güzeli şudur: Onlar tek din üzerinde muvahhit idiler, ihtilafa düşüp putlara taptılar. Onlara ilk gönderilen Peygamber de Nûh aleyhisselam idi. "Eğer Rabbinden bir kelime geçmese idi": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: Eğer bu ümmetin kendinden öncekiler gibi helak edilmeyeceğine dair bir söz geçmiş olmasa idi, aralarına azabın inmesiyle hükmedilirdi, bu da ihtilaf ettikleri din hususunda kesin bir hüküm olurdu. İkincisi: Geçen söz şudur: Her ümmetin bir eceli vardır, dünyanın da vaktinden önce gelmeyecek bir eceli vardır. Üçüncüsü: Geçen kelime şudur: Hiç kimse aleyhine delil sabit olmadıkça sorumlu tutulmaz. "Aralarında hüküm verilirdi": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Kıyametin onların başına kopacağına hüküm verilirdi. İkincisi: İnanmayanlara azabın ineceğine hüküm verilirdi. 20"Ona Rabbinden bir mucize indirilmeli değil miydi?” derler. Sen de de ki: "Gayb ancak Allah’a aittir. Siz bekleyin. Şüphesiz ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim. "Derler": Yani müşrikler, derler. "Levla": Değil miydi? "Ona Rabbinden bir mucize indirilmeli": Meselâ Mûsa’nın asa ve beyaz el mucizesi ve diğer peygamberlerin mucizeleri gibi. "De ki: Gayb ancak Allah’a aittir": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Sizin: "Niçin mucize inmedi?” sözünüz gaybtir, niçin inmediğini de ancak Allah bilir. İkincisi: Mucizenin ne zaman ineceği gaybtir, onu da ancak Allah bilir. "Bekleyin": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Mucizenin inmesini bekleyin. İkincisi: Allah’ın aramızda kimin haklı kimin haksız olduğuna dair hükmünü bekleyin. 21Eğer insanlara kendilerine dokunan sıkıntıdan sonra bir rahmet tattırırsak, birden âyetlerimizde bir hileleri (vardır). De ki: "Allah hilece daha hızlıdır". Şüphesiz elçilerimiz yaptığınız hileleri yazıyorlar. "İnsanlara bir rahmet tattırırsak": İniş sebebi şöyledir: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Mekkelilere kıtlıkla beddua edince yedi yıl kıtlık oldu. Ebû Süfyan ona geldi: Bize bolluk için dua et; eğer bolluk olursa seni tasdik ederiz, dedi. O da onlar için dua etti; yağmurlar yağdı, yine inanmadılar. Bunu Maverdi, zikretmiştir. Müfessirler şöyle demişlerdir: Burada insanlardan murat: Kâfirlerdir. Rahmet ve sıkıntı ile ne murat edildiğine dair üç görüş vardır: Birincisi: Rahmet: Afiyet ve sevinçtir, sıkıntı da: Fakirlik ve beladır. Bunu İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Rahmet: İslâm, sıkıntı da: Küfürdür. Bu da münafıkların hakkındadır. Bunu da Hasen, demiştir. Üçüncüsü: Rahmet: Bolluk, darlık da: Kıtlıktır. Bunu da Dahhâk, demiştir. Hileden de ne murat edildiğine dair dört görüş vardır: Birincisi: O; alay etme ve yalanlamadır. Bunu da Mücâhid ile Mukâtil, demişlerdir. İkincisi: O, inkâr ve rettir, bunu da Ebû Ubeyde, demiştir. Üçüncüsü: O, nimeti Allah’tan başkasına nispet etmektir. Onlar: Filanca yıldızdan dolayı bize yağmur yağdı, derlerdi. Bunu da Mukâtil b. Hayyan, demiştir. Dördüncüsü: Hile: Münafıklıktır, çünkü o, imanı açıklayıp küfrü gizlemektir. Bunu da Maverdi zikretmiştir. "De ki: Allah hilece daha hızlıdır": Yani hileye ceza vermede en hızlıdır. "Şüphesiz elçilerimiz": Yani hafaza melekleri. "Yaptığınız hileleri yazıyorlar": Yani sizi onlara göre cezalandırmak için hilelerinizi muhafaza ediyorlar. Ya’kûb - Rüveys ve Ebû Hatim rivâyetleri dışında - Eban da Âsım’dan, ye ile: "Yemkurun” okumuşlardır. 22O (Allah) ki, sizi karada ve denizde yürütüyor. Nihayet gemilerde olduğunuz zaman onları (yolcuları) hoş bir rüzgarla yüzdürüp de buna sevindikleri zaman, onlara şiddetli bir rüzgar gelir ve dalgalar onlara her taraftan hücum eder. Onlar da iyice kuşatıldıklarını sanırlar. İşte o zaman dini O’na has kılarak: "Yemin olsun, eğer bizi bundan kurtarırsan, mutlaka şükredenlerden oluruz!” diye dua ederler. "O ki, sizi yürütüyor": Yani o hilesi en hızlı olan Allah sizi yürütüyor. "Karada": Hayvanların üzerinde, denizde gemilerde. Eğer dilerse sizden karada veya denizde intikam alır. İbn Âmir ile Ebû Cafer, nun ve şin ile neşr kökünden "yenşürüküm” okurlar. O da mana itibarı ile: "O ikisinden birçok erkekler ve kadınlar türetti” (Nisa: 2) âyetiyle aynı manayadır. Fülk: Gemiler demektir. Ferrâ’ da şöyle demiştir: Fülk müzekker de olur, müennes de olur; tekil de olur, çoğul da olur. Allahü teâlâ (burada): "Caetha” diyerek müennes etmiştir. Yasin 41’de de "filfülkil meşhun” diyerek müzekker etmiştir. "Ve cereyne bihim": Hitap sigasından gaip sigasına dönmüştür. Zeccâc şöyle demiştir: Her kim gaibi muhatap yerine koyarsa, onu gaibe çevirmesi câizdir. Şair şöyle demiştir: (Sevgilim) aşıkların mezarından uzaktadır, Ey Mahrem'in kızı, seni arayıp bulmak bana zordur. "Hoş bir rüzgarla": Yani yumuşak bir rüzgarla, demektir. "Ona sevinirler": Yumuşaklığına ve hoşluğuna sevinirler. "Onlara gelir": Yani gemilere gelir. Ferrâ’ şöyle demiştir: İstersen zamiri rüzgara gönderirsin, sanki: O hoş rüzgara bir fırtına gelir, demiş gibi olursun. Araplar fırtınaya: Asıf ve asıfa, derler. Asafetirrihü ve a’asafat de derler. Hemzeli şekli Esed oğulları lehçesidir. İbn Abbâs şöyle demiştir: Asıf: Şiddetli demektir. Zeccâc da şöyle demiştir: Asaftirrihü, fehiye asıfün ve asıfetün, fehiye mu’sifün ve mu'sifetün (üçlü ve dörtlü kullanılır demek istiyor. Mütercim). "Dalga ona her taraftan gelir": Yani dalgaların olduğu taraflardan demektir. "Zannu": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Yakîn (kesin bilgi) manasınadır. İkincisi: Vehim (zan) manasınadır. "Kuşatılırlar": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Helake yaklaşırlar, bunu da İbn Kuteybe, demiştir. Bunun aslı şudur: Düşmanlar bir memleketi kuşatınca halkı için helak (ölüm) yaklaşmış demektir. Zeccâc da şöyle demiştir: Belâya maruz kalan herkese: Kuşatıldı, denir ki, belâ onu kuşattı, demektir. İkincisi: Melekler onları kuşatır, etraflarını sarar, demektir. Bunu da Zeccâc zikretmiştir. "Dini Allah’a has kılarak O’na dua ederler": Putlarına değil. İbn Abbâs şöyle demiştir: Şirki terk eder, Rabliği yalnız Allah’a tanırlar ve derler ki: "Eğer bizi bundan kurtarırsan": Bu fırtınadan. "Mutlaka şükredenlerden oluruz": Yani Allah’ı birleyenlerden oluruz. 23Onları kurtarınca, hemen yeryüzünde haksız yere taşkınlık ederler. Ey o insanlar, taşkınlığınız ancak kendinizedir. (Bu da) dünya menfaati gibi (geçicidir). Sonra dönüşünüz bizedir; biz de size yaptıklarınızı haber veririz. "Yebğune fil’ardı (yeryüzünde taşkınlık ederler)": Bağy: Bozgunculukta ileri gitmektir. Esmaî şöyle demiştir: Beğal cürhü derler ki, yara azdı, demektir. İbn Abbâs da şöyle demiştir: Allah’tan başkasına dua etmek ve günah ve fesat işlemekle yeryüzünde taşkınlık ederler. "Ey o insanlar": Yani, ey Mekke halkı. "Taşkınlığınız ancak kendinizedir": Yani haksızlığınızın ceremesi kendi nefsin izedir. Zeccâc da şöyle demiştir: Yaptığınız haksızlık sonunda size döner. "Metaal hayatid dünya": İbn Abbâs, Ebû Rezin, Ebû Abdurrahman es - Sülemi, Hafs ve Eban da Âsım’dan, metaın nasbi ile: Metaal hayatid dünya” okumuşlardır. Zeccâc da şöyle demiştir: Kim ref ile metau okursa, Mana şöyledir: Bu taşkınlıkla elde ettiğiniz şey ancak dünya menfaatidir. Kim de nasb ile metaa okursa, mastar kabul eder ve Mana da şöyle olur: Dünya metaı gibi yararlanırsınız. Ebû'l - Mütevekkil, Yezidi de kendi tercihi olarak ve Harun el - Ateki de Âsım’dan rivayet ederek aynın kesresiyle: "Metail hayati” okumuşlardır. İbn Abbâs da şöyle demiştir: "Dünya hayatının metaı": Dünya menfaatidir. 24Dünya hayatının hali gökten indirdiğimiz bir su gibidir ki, onunla insanların ve hayvanların yediğinden bitkiler birbirine karışır. Nihayet yeryüzü ziynetini alıp da süslendiği ve sahiplerinin de buna muktedir olacaklarını zannettikleri zaman, ona emrimiz gece yahut gündüz gelir; biz de onu hiç olmamış gibi biçilmiş kılarız. Biz, âyetleri düşünen bir topluluk için işte böyle açıklıyoruz. "Dünya hayatının hali gökten indirdiğimiz bir su gibidir": Bu, Allahü teâlâ’nın fani dünya için getirdiği bir misaldir. Onu gökten inen yağmura benzetmiştir. "Onunla yerin bitkisi karıştı": Yani bitki yağmurla karıştı, demektir ve çoğaldı "insanların yediği": hububat vs. "ve hayvanların” çayırlığı. "Hatta iza ahazetil ardu zuhrüfeha (nihayet yeryüzü ziynetini alınca)": İbn Kuteybe şöyle demiştir: Bitki süsünü takınınca. Zuhrüf, aslında altın demektir. Sonra nakış, çiçek, süsleme ve her türlü süslü şeye zuhruf denildi. Zeccâc da: Zuhruf: Güzellikte kemale eren şeye denir, demiştir. "Vezzeyyenet": Cumhûr şedde ile: "Vezzeyyenet” okumuştur. Sa’d b. Ebi Vakkas, Ebû Abdurrahman, Hasen ve İbn Yamur, meftuh hemze-i katı’ ve sakin ze ile ef’alet vezninde: "Ve ezyenet” okumuşlardır. Zeccâc şöyle demiştir: Kim şedde ile "vezzeyyenet” okursa, mana tezeyyenet ile aynıdır; te zeye idgam edilmiş, ze de sakin kılındığı için başına hemze-i vasi getirilmiştir. Kim de ef alet vezninde "ve ezyenet” okursa, mana: Ziynet getirdi olur. Übey ile İbn Mes’ûd da: "Ve tezeyyenet” okumuşlardır. "Onun sahipleri zannetti": Yanın o yerin sahipleri demektir. "Buna muktedir olduklarını": Yani yerin bitirdiğine. Yer’i zikretmişse de maksat bitkidir, çünkü mana anlaşılmaktadır. "Ona emrimiz geldi": Yani helakine verdiğimiz hüküm. "Biz de onu biçilmiş kıldık": Yani biçilmiş, üzerinde bir şey kalmamış kıldık. Hasîd: Kökünden kazılmış, demektir. "Keen lem tağne bilems": Zeccâc: İmar edilmemiş gibi, demiştir. Mağani (tağne): İnsanların konarak imar ettikleri yerlerdir. Ganiyna bilmekan denir ki: Bir yere konmaktır. Hasen ye ile: "Keenlem yağne” okumuştur, yani o biçilen şey, hiç olmamış gibi oldu, demektir. Bazı müfessirler de âyetin tevili şöyledir demişlerdir: Dünya hayatı; malın ve dünyanın dikkat çekip hoşa giden şeylerinin toplanmasına sebeptir. Nihayet bu, sahibinin yanında tamamlanıp da ondan yararlanacağını zannettiği zaman ölümü veya tehlikeli bir hadise ile elinden çekilip alınır. Nitekim su da bitkilerin birbirine dolaşmasına sebeptir, yeryüzü onunla süslenip de insanlar ondan yararlanacaklarını düşündükleri zaman Allah onu helak eder. O da hiç olmamış gibi olur. 25Allah selamet yurduna çağırır ve dilediğini doğru yola iletir. "Allah selamet yurduna çağırır": Yani cennete. Ona niçin bu adın verildiğini: "Onlar için Rableri katında selamet yurdu vardır” (En’am: 127) âyetinde zikretmiştik. Bil ki, Allahü teâlâ daveti herkese yapmış, ancak dilediğini özel olarak hidayet etmiştir. Çünkü yaratıkları üzerinde hüküm yalnız kendinindir. Doğru yoldan ne murat edildiği hususunda dört görüş vardır: Birincisi: Allah’ın kitabıdır. Bunu da Hazret-i Ali, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den rivayet etmiştir. İkincisi: İslâm’dır, bunu da Nevvas b. Sem’an, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den rivayet etmiştir. Üçüncüsü: Haktır, bunu da Mücâhid ile Katâde, demişlerdir. Dördüncüsü: Sapıklık ve şüphelerden çıkaran şeydir. Bunu da Ebû’l - Âliyye, demiştir. 26İyilik edenler için daha güzeli ve fazlası vardır. Yüzlerini ne toz ne de horluk kaplamaz. İşte onlar cennet yaranıdırlar. Onlar orada ebedi kalıcıdırlar. "İyilik edenler için": İbn Abbâs: Lailâhe illallah diyenler için, demiştir. İbn Enbari de şöyle demiştir: el - Hüsna kelimesini anlatıp nitelemeye gerek yoktur, çünkü Araplar istenen ve sevilen her haslete hüsna (güzellik) derler. Arapların bildiği bir şeyi anlatmaya gerek yoktur. Fazlası da onun manasına göredir ve onun tarafından bilinmektedir. Ünlü şair İmruulkays’in şu sözü de bunu gösterir: (Sevgili ile) karşılıklı konuşup da o uysallaştığı zaman, Ben (ona) çöpleri olan eğri bir dal (bir salkım üzüm) uzattım. Öyle haz duyduk ki, güzelliğe (hüsna'ya) vardık ve sözlerimiz inceldi. Böylece onu uysallaştırdım, o da dik başlığı bırakıp uysallaştı, hem de nasıl uysallaştı! Müfessirler güzellikten ne murat edildiği hususunda beş görüş beyan etmişlerdir: Birincisi: O cennettir ve Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’den rivayet edilmiştir. Çoğunluk da böyle demiştir. İkincisi: O güzel bir amele güzel bir karşılıktır, bunu da İbn Abbâs, demiştir. Üçüncüsü: Yardımdır, bunu da Abdurrahman b. Sabit, demiştir. Dördüncüsü: Ahirette mükafattır, bunu da İbn Zeyd, demiştir. Beşincisi: Emniyettir, bunu da İbn Enbari demiştir. Fazlası üzerinde de altı görüş vardır; Birincisi: O, aziz ve celil olan Allah’ın cemalini seyretmektir. Müslim, Sahih’inde Suheyb hadisinde Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'den şöyle dediğini rivayet etmiştir: Fazlası, aziz ve celil olan Allah’ın cemaline bakmaktır. 1 1 - Müslim, îman, hadis no, 297; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 4/333, 6/16. Ebû Bekir es - Sıddik, Ebû Mûsa’l - Eş’ari, Huzeyfe, İkrime, Katâde, Dahhâk, Abdurrahman İbn Ebi Leyla, Süddi ve Mukâtil de böyle demişlerdir. İkincisi: Fazlası: İnciden bir odadır ki, dört kapısı vardır. Bunu da Hakem, Hazret-i Ali’den rivayet etmiştir, sahih değildir. Üçüncüsü: Fazlası: İyiliğin on kat (ve daha çok) artırılmasıdır. Bunu da İbn Abbâs ile Hasen demişlerdir. Dördüncüsü: Fazlası: Allah’ın bağışı ve rızasıdır. Bunu da Mücâhid, demiştir. Beşincisi: Fazlası: Onlara dünyada verip de ahirette hesabını sormayacağı şeylerdir. Bunu da İbn Zeyd, demiştir. Altıncısı: Fazlası: Gönüllerinin çektiği şeylerdir. Bunu da Maverdi zikretmiştir. "Velayerhaku": Kaplamaz, "vücuhehüm katerün (yüzlerini toz)": Hasen, Katâde ve A’meş, tenin sükunu ile "katrün” okumuşlardır. Bunun manasında da dört görüş vardır: Birincisi: O, siyahlıktır. İbn Abbâs: Moral bozukluğundan neticelenen yüzlerdeki siyahlıktır, demiştir. Zeccâc da: Kater, siyahlıkla beraber tozdur, demiştir. İkincisi: O cehennem dumanıdır, bunu da Atâ’, demiştir. Üçüncüsü: Rezillik ve utançtır, bunu da Mücâhid, demiştir. Dördüncüsü: Tozdur, bunu da Ebû Ubeyde, demiştir. Horluk (zillet) hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: Moral bozukluğudur, bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Değersizliktir, bunu da Ebû Süleyman, demiştir. 27Kötülükler kazananların cezası misliyle kötülüktür ve onları bir aşağılık (kompleksi) kaplar. Onlar için Allah’tan bir koruyucu yoktur. Yüzleri sanki karanlık gece parçaları ile kaplanmıştır. İşte onlar ateşin yaranlarıdır. Onlar orada ebedi kalıcıdırlar. "Kötülükler kazananlar": İbn Abbâs: Şirk işleyen, demiştir. Âyette atılan (söylenmeyen) kelime vardır, takdirinde iki görüş vardır: Birincisi: "Lehüm (onlara) “sözcüğü gizlenmiştir, Mana da şöyledir: Onlar için misliyle kötülük vardır. Sa’leb şöyle bir delil getirmiştir: Eğer muhbirler onu sorarlarsa, Ki, bu onlar için büyük bir ikramdır, Leyla’yı kısa bir ziyaret edip de Sonra da ondan ayrılan, uzun kalmış demektir. O (hüve) uzun kalmış, demek istemiştir. İkincisi: "Minhüm (onlardan)” sözcüğü gizlenmiştir, Mana da şöyledir: Onların kötülüğü misli iledir. Araplar: Raeytül kavme saimün ve kaimün derler ki: Minhüm saimün ve kaimün demektir (kavmi ziyaret ettim, kimi oruçlu idi, kimi de namaz kılıyordu). Ferrâ’ şahit için şöyle bir şiir getirmiştir: Alaca karanlıkta sabah ağarıp da bakla tarlası terk edilince, Kimisi eğilmiş, kimisi de biçilmiş idi. Yani minhü (ondan) kimisi eğilmiş demektir. Bu İbn Enbari’nin görüşüdür. Bazıları da: Burada "bimisliha"daki be ile "min asım"daki "min” zaittir, demiştir. Âsım da koruyucu, demektir. "Sanki yüzleri kaplanmıştır": Yani yüzlerine geçirilmiştir, demektir. "Kıtaan": Nâfi, Âsım, İbn Âmir, Ebû Amr ve Hamze, tının fethası ile "kıtaan” okumuşlardır. O da kıt’a’nın çoğuludur. İbn Kesir, Kisâi ve Ya’kûb da, tının sükunu ile: "Kıt’an” okumuşlardır. İbn Kuteybe şöyle demiştir: Kıtaan, kesilen şeye denir. İbn Cerir de şöyle demiştir: "Muzlimen” deyip de, "muzlimeten” dememesi şunun içindir; çünkü mana: Kıtan minelleylil muzlimi demektir. Sonra "el - muzlumden” elif lâm takısı atıldı, nekire olunca - ki, o, leyl’in sıfatıdır - hal olarak mensûb oldu. Dilcilerden kimi bu duruma hal, derler, kimileri kat’, derler. 28O gün onların hepsini toplarız, sonra da şirk koşanlara: "Siz ve ortaklarınız yerinizden ayrılmayın” deriz. Böylece aralarını ayırdık. Ortakları: "Siz, bize ibadet etmiyordunuz” derler. "O gün onların hepsini toplarız": İbn Abbâs şöyle demiştir: Kâfirlerle ilâhları toplanır. "Sonra şirk koşanlara: "Siz ve ortaklarınız yerinizden ayrılmayın” deriz": Ortaklarınız: İlâhlarınız, demektir. Zeccâc şöyle demiştir: "Mekâneküm” hal olarak mensubtur, sanki onlara şöyle denilmiştir: întezıru mekâneküm hatta nefsıle beyneküm (aranızda karar verinceye kadar yerinizden ayrılmayın). Araplar tehdit mahiyetinde: Mekâneke, derler ki, yerinde bekle, demektir. Bu tehdit tarzında söylenen bir kelimedir. "Fezeyyelna beynehüm": İbn Ebi Able, elifle: "Fezâyelna” okumuştur. İbn Abbâs da: Onlarla ilâhlarının arasını açtık, demiştir. İbn Kuteybe de şöyle demiştir: O, zale yezulu ve zeltuhu'dan gelir (yerinden kaydırmaktır). İbn Cerir de şöyle demiştir: "Fezeyyelna” deyip de "fezilna” demesi, fiili tekrar etmek ve çoğaltmak içindir. Eğer: "Onlar nasıl ayrılabilirler ki, onlar da ateşin içindedir; çünkü "şüphesiz siz de Allah’tan başka ibadet ettikleriniz de cehennem odunusunuz” (Enbiya: 98) denilmiştir?” denilirse. Cevabı şöyledir: Ayrılık her tapılanın tapandan elini çekmesiyledir. Bu da: "Ortakları dedi ki,” kavli ile ifade edilmiştir. İbn Abbâs şöyle demiştir: Ortakları ilâhlarıdır. Allah putları konuşturur. Putlar: "Siz bize ibadet etmiyordunuz” der: Yani bize taptığınızı bilmiyorduk, çünkü bizim ruhumuz yoktu, derler. Tapanlar da: Hayır, biz size taptık, derler. İlâhlar da: 29"Allah sizinle bizim aramızda şahit olarak yeter. Şüphesiz biz, sizin ibadetinizden gafiller idik (haberimiz yoktu)". "Aramızda şahit olarak Allah yeter. Şüphesiz biz, sizin ibadetinizden gafildik": Yani onu bilmiyorduk, derler. Zeccâc da şöyle demiştir: "în künna"nın manası: Biz başka değil gafildik demektir. Eğer: "Fekefa billahi şehida” kavline be’nin girmesinin gerekçesi nedir?” denilirse, buna iki türlü cevap verilir: Birincisi: O, daha fazla övmek için girmiştir, nitekim: Azrif biabdillahi (Abdullah ne kibardır!), enbil biabdirrahman (Abdurrahman ne asildir!), nahike biahina (kardeşimiz sana yeter!” ve hasbüke bisadikına (arkadaşımız sana yeter!) derler. Bu, Ferrâ’ ile arkadaşlarının görüşüdür. İkincisi: O, sözü pekiştirmek için girmiştir, çünkü düşmesi mümkündür, meselâ: Huz bilhitami ve huzil hitame denir ki, (yuları tut) demektir. Bunu da İbn Enbari, demiştir. 30Orada her nefis önceden yaptığı şeyin imtihanını verir. Mevlaları olan Allah’a döndürüldüler. Uydurdukları şeyler de onlardan kayboldu. "Hunalike teblu": İbn Kesir, Nâfi, Ebû Amr, Âsım ve İbn Âmir, be ile: "Teblu” okumuşlardır. Hamze, Kisâi, Halef ve Zeyd b. Ya’kûb da te ile: "Tetlu” okumuşlardır. Zeccâc şöyle demiştir: "Hunalike": Zarftır, mana da: O vakitte imtihan verir, demektir. O, teblu ile mensubtur, ancak zarf-ı lağvdir. Lâm da fazladır, aslı: Hunake'dir, Lâm kendisi sakin, elif de sakin olduğu için ictima-i sakineynden dolayı meksur kılınmıştır. Kâf da hitap içindir. "Teblu": Dener, yani bilir demektir. Kim iki te ile "tetlu” okursa, Ahfeş ve diğerleri onu tilavetten gelmekle tefsir etmişlerdir ki, okumak manasınadır. Yine onu: Her nefis önceden yaptığı ameli takip eder diye de yorumlamışlardır: Şair de o kelimeyi aynı manaya kullanmıştır: Kovam o kadar dolu idi ki, beni kuyuya çekiyordu. Yani ardına düşmemi istiyordu, demektir. "Döndürüldüler": Yani ahirette, "gerçek Mevlaları olan Allah’a": O ki, onların gerçek durumlarına hakimdir, O’na ortak koştuklan şeyler ise öyle değildirler. "Onlardan kayboldu": Yani zail ve bâtıll oldu, "uydurdukları": İlâhları yok olup gitti. 31De ki: "Size gökten ve yerden rızık veren kimdir? Yahut kulaklara ve gözlere sahip olan kimdir? Ölüden diriyi çıkaran ve diriden ölüyü çıkaran kimdir? İşi kim çeviriyor?” "Allah” diyecekler. De ki: "Korkmuyor musunuz?" "De ki: Size gökten rızık veren kimdir?": Yani yağmur indiren ve yerden ot bitiren. "Kulaklara sahip olan kimdir?": Yani kulakları ve gözleri yaratan kimdir? Ölüden diri ve diriden ölü çıkarmanın manası da Âl-i İmran: 27’de geçmiş bulunuyor. "İşi kim çeviriyor?": Yani dünya ve ahiret işini. "Allah, diyecekler": Çünkü onlara öyle şeyler sorulmuştur ki, cevabını ancak Allah verebilir. Bunda da O’nun birliğine delil vardır. "Korkmuyor musunuz?": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Öğüt almıyor musunuz? Bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Şirkten korkmuyor musunuz? Bunu da Mukâtil, demiştir. 32İşte hak Rabbiniz Allah’tır. Haktan sonra da sapıklıktan başka bir şey yoktur. Nasıl da (imandan) döndürülüyorsunuz? "İşte hak Rabbiniz Allah’tır": Hattâbî şöyle demiştir: Hak varlığı gerçek olandır. Sahiden var ve mevcut olan haktır. "Nasıl da döndürülüyorsunuz?": İbn Abbâs şöyle demiştir: Aklınız rızık vermeyen, diriltmeyen ve öldürmeyene ibadete nasıl da çevriliyor! 33İşte böylece Rabbinin, fasıklara: "Şüphesiz onlar iman etmezler” sözü hak oldu. "Kezalike hakkat kelimetü rabbike": İbn Kesir, Âsım, Ebû Amr, Hamze ve Kisâi, "kelimetü rabbike” okumuşlardır. Sûrenin sonunda da böyle okumuşlardır. Nâfi ile İbn Âmir de her ikisini de cemi sigası ile "kelimâtü” okumuşlardır. Zeccâc şöyle demiştir: Kâf mahallen mensubtur. Yani misle efâlihim cazahüm rabbüke (Rabbin onları fiilleri gibi cezalandırdı) şeklindedir ki, manası: îman etmemek onlara hak oldu demektir. "Ennehüm layu'minun” kavli de "kelimetü rabbike"den bedeldir, îman etmeyecekleri için onlara söz hak oldu demek de câizdir. Kileme de onlara va’dedilen azap olur. İbn Enbari "kezalike” üzerinde iki görüş zikretmiştir: Birincisi: Bu, "tusr afim Maki masdara işarettir, Mana da şöyledir: O çevirme gibi Rabbinin kelimesi onlara hak oldu. İkincisi: O, böylece, demektir. "Hak oldu"nun manasında da iki görüş vardır: Birincisi: Vacip oldu. İkincisi: Geçti. O’nun kelimesinin ne olduğunda da iki görüş vardır: Birincisi: O, va’di manasınadır. İkincisi: Hükmü manasınadır. Kim "Kelimâtü” şeklinde okursa, onlara va'dedilen kelimelerden her birini bir kelime kabul etmiş olur. Biz de kelimenin manasını A’raf: 137 ve 158’de şerh etmiş bulunuyoruz. 34De ki: "Ortaklarınızdan yaratmayı başlatan, sonra da onu tekrarlayan var mıdır? De ki: "Allah yaratmayı başlatır, sonra da onu tekrarlar. Nasıl da (doğru yoldan) çevriliyorsunuz? "Kulillahü yehdi lilhakkı": Yani ilel hakkı demektir ki, lâm ilâ manasınadır, mana aynıdır. 35De ki: "Ortaklarınızdan hakka ileten var mı? De ki: "Hakka Allah iletir. Hakka ileten kimse mi uyulmaya daha layıktır yoksa doğru yola götürülmedikçe doğru yolu bulamayan mı? Size ne oluyor? Nasıl karar veriyorsunuz? "Emmen lâ yehiddi": İbn Kesir, İbn Âmir, Verş de Nâfi’den, yenin ve henin fethi ve şeddeli dal ile: "Yaheddi” okumuşlardır. Zeccâc şöyle demiştir: Aslı: Yehtedi’dir; te dala idgam edildi, fethası heye atıldı. Nâfi de Verş kıraati dışında ve Ebû Amr, yenin fethi, henin sükunu ve daim şeddesiyle: "Yehddi” okumuşlardır. Ancak Ebû Amr heye biraz fetha koklatırdı. Elamze ile Kisâi de, yenin fethi, henin sükunu ve şeddesiz dal ile: "Yehdi” okumuşlardır. Ebû Ali de mana şöyledir demiştir: Kendisi hidayete erdirilmedikçe başkasını hidayet edemez. Eğer sağır hidayet edilse doğru yolu bulamaz. Ancak onları akıllı yerine koydukları için öyle muamele edilmiştir. Yahya b. Âdem de Ebû Bekir, o da Âsım'dan rivayet ederek, yenin ve henin kesresi ve dalın şeddesi ile: "Yihiddi” rivayet etmiştir. Eban ile Cebele, Mufaddal ile Abdülvaris’ten böyle rivayet etmişlerdir. Zeccâc şöyle demiştir: Arka arkaya iki kesre getirmişlerdir ki, bu, yenin kesresinden dolayı adi bir lügattir. Hafs, Âsım’dan, Kisâi de Ebû Bekir’den onun, yenin fethası, henin kesresi ve dalın şeddesiyle: "Yehiddi” okuduğunu rivayet etmişlerdir. Zeccâc: Bu kalitede henin fethalısı gibidir, ancak iki sakin bir araya geldiği için he meksur kılınmıştır, demiştir. İbn Semeyfa’ da, te ziyadesiyle: "Yehtedi” okumuştur. "Doğru yolu bulamaz olan mı?"dan maksat, sağırdır. "Meğer ki, hidayet edile": Kavlinin zahiri de putların hidayet edildiği takdirde hidayete ereceğini göstermektedir, hâlbuki öyle değildir, çünkü onlar taştır, doğru yolu bulamaz. Fakat onları ilâh edindikleri için onlardan akıllı gibi bahsedilmiş ve gerçekte öyle olmasa da akıllı gibi nitelenmiştir. Bu manadan dolayıdır ki, onların sıfatında: "Emmen” demiştir; çünkü onları akıllı gibi kabul etmiştir. Onlara esas konumlarındaki hakkını verince de: "Ya ebeti lime tabudu malayesmau” (Meryem: 42) demiştir (akılsıza hitaben ma kullanmıştır. Mütercim). Ferrâ’ da şöyle demiştir: "Emmen layehiddi": Yerinden değiştirilmedikçe kımıldamayan şeylere mi tapıyorsunuz? Bazıları bunu onların başkan ve saptırıcılarına sarf etmişlerse de birincisi daha doğrudur (o zaman akıllı olur ve kullanılan edatlar da yerinde olur. Mütercim). "Size ne oluyor?": Zeccâc: Bu, tam cümledir, demiştir. Sanki onlara: "Putlara tapmada neyiniz var?” denilmiştir. Sonra da onlara: "Nasıl karar veriyorsunuz?” demiştir: Yani "neye göre hüküm veriyorsunuz?” demektir. İbn Abbâs da: "Kendi nefisleriniz için nasıl hüküm veriyorsunuz?” demiştir. Mukâtil de: "Nasıl haksız karar veriyorsunuz?” demiştir. 36Onların çoğu zandan başka bir şeye tabi olmaz. Şüphesiz zan, haktan hiçbir şeyi kurtarmaz. Şüphesiz Allah onların yaptıklarını pekiyi bilendir. "Onların çoğu zandan başka bir şeye tabi olmaz": Yani onların ilâhlar olduklarını kesin bilmiyorlar, bilakis bir şeyler zannedip ona uyuyorlar, demektir. "Şüphesiz zan, haktan hiçbir şeyi kurtarmaz": Yani. O, yakîn (kesin bilgi) gibi değildir, hakkın yerine geçmez. Mukâtil de şöyle demiştir: Onları ilâh zannetmeleri onlardan hiçbir azabı savmaz. Başkası da şöyle demiştir: Onların, kendilerine şefaat edeceği zanları, onların hiçbir işine yaramaz. 37Bu Kur’ân, Allah’tan başka biri tarafından uydurulacak bir şey değildir. Ancak o, önündekinin tasdiki ve o kitabın açıklamasıdır. Onda şüphe yoktur. Âlemlerin Rabb’indendir. "Bu Kur’ân, Allah’tan başka biri tarafından uydurulacak bir şey değildir": Zeccâc şöyle demiştir: Bu, onların "bundan başka bir Kur’ân getir yahut onu değiştir” (Yûnus: 15) ve "Onu kendisi uydurdu” (Furkan: 4) sözlerinin cevabıdır. Ferrâ’ da şöyle demiştir: Âyetin manası şudur: Bu Kur’ân’a Allah’tan başkası tarafından uydurulmuş olması yaraşmaz. "En” edatı yaraşmak manasına gelmiştir. İbn Enbari de şöyle demiştir: En yüftera’nın müevvel masdar olması da câizdir ki, o zaman mana: Bu Kur’ân, uydurma değildir, olur. "Kâne"nin tamme olması da câizdir ki, o zaman mana: Ma nezelel Kur’ânu ve ma zahara hazel Kur’ânu ben yüftera ve bien yüftera (bu Kur’ân uydurulmak için meydana çıkmadı) olur. "En” de Ferrâ’'nın görüşüne göre harfi çerin olmaması ile Kisâi’nin görüşüne göre de harfi çerin gizlenmesiyle mahallen mecrur olur. İbn Kuteybe de şöyle demiştir: "Uydurulmanın” manası, Allah’tan başkasına nispet edilip tasarlanmasıdır. "Ancak o, önündekinin tasdikidir": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: O, önceki kitapların tasdikidir. Bunu da İbn Abbâs, demiştir. Buna göre "ellezi” demesi, vahyi kastetmiş olmasındandır. İkincisi: Önündeki dirilme ve mahşere sürülmenin tasdikidir. Bunu da Zeccâc, demiştir. Üçüncüsü: Kur’ân'ın önündeki Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in tasdikidir. Çünkü onlar Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'i Kur’ân’ı işitmelerinden önce de görmüşlerdi. Bunu da İbn Enbari zikretmiştir. "Kitabın açıklamasıdır": Yani Allah’ın Muhammed ümmetine içinde farzları yazdığı kitabın izahıdır. 38Yoksa, "onu kendisi mi uydurdu?” diyorlar. De ki: "Siz de onunki gibi bir sûre getirin ve eğer doğru söylüyorsanız, Allah’tan başka gücünüzün yettiğini çağırın". "Em yelculunefterahu": "Em” edatı üzerinde iki görüş vardır: Birincisi: O, vav manasınadır, bunu da Ebû Ubeyde, demiştir. İkincisi: "Bel” edatı manasınadır, bunu da Zeccâc, demiştir. "Siz de onun gibi bir sûre getirin": Zeccâc, mana şöyledir, demiştir: Onun suresi gibi bir sûre getirin. Misi (gibi) demiştir, çünkü benzer cinsten bir şey istemiştir. "Gücünüzün yettiği kimseleri çağırın": Sizin gibi yalanlayıp inanmayanlardan. "Eğer doğru söyleyenler iseniz": Onu kendisi uydurdu, demenizde. 39Hayır, onlar bilgisini kavrayamadıkları ve kendilerine tevili henüz gelmeyen şeyi yalanladılar. Kendilerinden öncekiler de böyle yalanladılar. Bak, o zâlimlerin sonu nasıl oldu? "Hayır, onlar bilgisini kavrayamadıkları şeyi yalanladılar": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Mana şöyledir: İçinde cennet, cehennem ve ceza zikri geçen şeyin ilmini kavrayamadılar. İkincisi: Onu yalanlama ilmini kavrayamadılar, çünkü onlar o hususta şüphecidirler. "Tevili onlara henüz gelmedi": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Kendilerine va’dedilen tehdidin tasdiki. Tevil: Bir şeyin sonucu demektir. İkincisi: Onlarda onun sonuç bilgisi yoktur. Bunu da Zeccâc, demiştir. Süfyan b. Uyeyne’ye: Halk: İnsan bilmediğinin düşmanıdır, diyorlar, dediler. O da: Bu, Allah’ın kitabında vardır, dedi. "Nerede?” dediler. O da: "Hayır, onlar ilmini kavrayamadıkları şeyi inkâr ettiler” âyeti, dedi. Hüseyn b. Fadl’a: Kur’ânda: insan bilmediği şeyin düşmanıdır, diye bir söz görüyor musun?” dediler. O da: Evet, hem de iki yerde dedi: "Hayır onlar ilmini kavrayamadıkları şeyi inkâr ettiler” ve "onunla doğru yola girmek istemedikleri için, "bu eski bir yalandır” dediler (Ahkaf: 11). 40Onlardan kimi ona iman eder, onlardan kimi de ona iman etmez. Rabbin bozguncuları pekiyi bilendir. "Onlardan kimi ona iman eder": Onlar diye işaret edilen kimseler hakkında iki görüş vardır: Birincisi: Onlar Yahudilerdir, bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan demiştir. İkincisi: Onlar Kureyşlilerdir, bunu da Mukâtil b. Süleyman, demiştir. "Ona (bibi)” zamirinin mercii hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: O, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem ile dinine râcîdir. Bunu da Mukâtil, demiştir. İkincisi: Kur’ân’a râcîdir, bunu da Ebû Süleyman Dımeşki, demiştir. Bu âyet, Allah’ın ilminde geçen şeyleri içine almaktadır, Mana da şöyledir: Onlardan kimi ona iman edecektir. Zeccâc da şöyle demiştir: Onlardan kimi onun hak olduğunu ve tasdik etmesi gerektiğini bilir, fakat inat eder küfrünü meydana koyar. "Onlardan kimi de ona iman etmez": Yani şüphe eder, onaylamaz. "Rabbin bozguncuları pekiyi bilendir": Atâ’, inanmayanları irade etmiştir, bu da onlar için tehdittir, demiştir. 41Eğer seni yalancı çıkarırlarsa, de ki: "Benim amelim bana, sizin ameliniz de size. Siz benim yaptığımdan berisiniz, ben de sizin yaptığınızdan beriyim". "Eğer seni yalancı çıkarırlarsa... “Ebû Salih, İbn Abbâs’tan naklen bu âyetin kılıç âyetiyle neshedildiğini söylemiştir. Bu, doğru değildir, çünkü iki âyet arasında çelişki yoktur. 42Onlardan kimi seni dinlerler. Sağırlara sen mi duyuracaksın? Akıllarını çalıştırmasalar da! "Onlardan kimi seni dinlerler": Kimler hakkında indiğinde üç görüş halinde ihtilaf etmişlerdir: Birincisi: Onlar Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e gelir, hayran kalır ve onu arzu ederlerdi, fakat bedbahtlıklarına mağlup olurlardı. Bunun üzerine bu âyet indi. İkincisi: O, alay edenlerle hakkında inmiştir; onlar Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e sırf onunla alay etmek ve onunla dalga geçmek için gelirlerdi; bu yüzden yararlanamadılar. Bunun üzerine bu âyet indi. Bu iki görüş İbn Abbâs’tan rivayet edilmiştir. Üçüncüsü: O, Kureyş müşrikleri hakkında inmiştir, bunu da Mukâtil, demiştir. Zeccâc da şöyle demiştir: Onlar dıştan bakınca dinler gibi görünürlerdi, fakat aşırı düşmanlıklarından ötürü sağırlar gibi idiler. "Akıllarını çalıştırmasalar da mı!” Yani bununla beraber cahil olsalarda mı, demektir. İbn Abbâs şöyle demiştir: Onlar sağırlardan daha kötüdürler, çünkü sağırların kalpleri ve akılları vardır, bunların ise Allah kalplerini sağır etmiştir. 43Onlardan kimi sana bakar. Körlere sen mi yol göstereceksin? Görmüyor olsalar da! "Onlardan kimi sana bakar": İbn Abbâs şöyle demiştir: Sana şaşkınlıkla bakar, demek istiyor. "Körlere sen mi yol göstereceksin": Demek istiyor ki: Allah onların gözlerini kör etmiştir, artık onlar görmezler. Zeccâc da şöyle demiştir: Kimi karşına geçer sana bakar, aslında sana nefretinden ve senden gördüğü âyetlerden tiksinmesinden kör gibidir. İbn Cerir Taberî de şöyle demiştir: Fakat Allah onlardan tevfiki (muvaffakiyeti) çekip almıştır. Mukâtil de: iki âyette de "lev” edatı "iza” manasınadır, demiştir (aralarında pek fark yoktur. Mütercim). 44Allah insanlara hiçbir şeyle zulmetmez. Ancak insanlar kendilerine zulmederler. "Allah insanlara hiçbir şeyle zulmetmez": Bedbaht oldukları yazılanların zikri geçince, bunun onlara bir haksızlık olmadığını haber verdi. Çünkü O, mülkünde nasıl isterse öyle tasarruf eder. Onlar da günah işlemekle nefislerine zulmederler. Çünkü o fiil, her ne kadar Allah’ın kaza ve kaderiyle olmuşsa da kendilerine nispet edilmiştir (faili kendileridir). "Velakinnennase": Hamze, Kisâi ve Halef, nunu şeddesiz ve kesre ile: "Velakin", arkasındaki ismi de merfu olarak okumuşlardır "velakininnasü". 45O gün Allah onları toplar. Sanki gündüzden bir saat kalmışlar gibi. Kendi aralarında tanışırlar. Allah’lâ karşılaşmayı yalanlayan ve doğru yolu bulamayanlar gerçekten ziyan etmişlerdir. "Ve yevme yahşürühüm": Hamze, ye ile: yahşürühüm” okumuştur. Ebû Süleyman da: Onlar müşriklerdir, demiştir. "Sanki gündüzden bir saat kalmışlar gibi": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Kabirlerinde bir saat kalmışlar gibi. Bunu İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Dünyada bir saat kalmışlar gibi. Bunu da Mukâtil, demiştir. Dahhâk şöyle demiştir: ölümle yeniden dirilmeleri arasındaki vakit onlara kısa gelmiş, gündüzün bir saati gibi olmuştur, çünkü önlerindeki kıyamet daha korkunçtur. "Aralarında tanışırlar": İbn Abbâs şöyle demiştir: Kabirlerinden kalktıkları zaman tanışırlar, sonra tanışma kesilir. Zeccâc da şöyle demiştir: Birbirlerini tanımada ve birbirlerini saptırdıklarını bilmede onlar için tekdir ve aleyhlerine delil vardır. Şöyle de denilmiştir: Tanıştıkları zaman birbirlerini kınar ve: Beni sen saptırdın ve beni cehenneme sen girdirdin, derler. "Yalanlayanlar ziyan etmişlerdir": Bu, Allahü teâlâ’nın sözündendir, onların sözünden değildir. Mana da şöyledir: Yeniden dirilmeyi inkâr etmekle cennet sevabını kaçırmışlardır. "Doğru yolu da bulamadılar": Sapıklıktan çıkarak. 46Eğer onlara va’dettiğimizin bir kısmını sana gösterir yahut seni öldürürsek, yalnız bizedir onların dönüşü. Sonra Allah onların yaptıkları şeylere şahittir. "Eğer sana va’dettiğimizin bir kısmını gösterirsek": Müfessirler şöyle demişlerdir: Bedir savaşı Allah’ın ona hayatında onların azabından gösterdiği şeylerdendi. "Yahut seni öldürürsek": Sana göstermeden önce. "Yalnız bizedir onların dönüşü": Ölümden sonra, Mana da şöyledir: Eğer onlardan acilen intikam almazsak, sonra intikam alırız. "Sonra Allah onların yaptıkları şeylere şahittir": İnkar ve yalanlamalarına şahittir. Ferrâ’ şöyle demiştir: "Sümme” edatı burada atıftır. Eğer: Manası: Allah orada şahittir, denirse, bu da câizdir. Başkası da şöyle demiştir: Burada "sümme” vav (bağlaç) manasınadır. İbn Ebi Able de, se’nin fethası ile: Semmallahu şehidiün” okumuştur. Maksat: Allah orada şahittir, demektir. 47Her ümmetin bir peygamberi vardır. Peygamberleri onlara geldiği zaman aralarında adaletle hükmolunur ve onlara zulmedilmez. "Peygamberleri onlara geldiği zaman aralarında adaletle hükmolunur": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: Peygamber onlara beddua etmeye izin verildikten sonra gelirse, aralarında acil intikam ile hükmolunur. Bunu da Hasen, demiştir. Başkası da şöyle demiştir: Peygamber dünyada onlara geldiği zaman ona tabi olanlar hakkında itâat, muhalefet edenler hakkında da isyan ile hükmolunur. İkincisi: Peygamber kıyamet gününde geldiği zaman, bunu da Mücâhid, demiştir. Başkası da şöyle demiştir: Onlara şahit olarak geldiği zaman. Üçüncüsü: Dünyada onu yalancılıkla itham ettikten sonra kıyamette geldiği zaman demektir. Bunu da İbn Saib, demiştir. "Aralarında adaletle hükmolunur": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Ümmet arasında; iyilik edene sevapla kötülük edene de azapla hükmedilir. İkincisi: Kendileriyle peygamberleri arasında hükmedilir. 48"Eğer doğru söylüyorsanız bu va’d ne zamandır?” derler. "Bu va’d ne zamandır?” derler: Bunu diyenler hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: Geçmiş ümmetlerdir. Peygamberlerinden aceleyle azap istediklerini haber vermektedir. Bunu İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Onlar Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in uyardığı müşriklerdir. Bunu da Ebû Süleyman, demiştir. Va’dten ne kastedildiği hususunda da iki görüş vardır: Birincisi: Azaptır, bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Kıyametin kopmasıdır. "Eğer doğru söylüyorsanız": Sen ve sana uyanlar. 49De ki: "Ben Allah’ın dediğinin haricinde nefsim için ne bir zarara ne de bir yarara sahip değilim. Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri geldiği zaman ne bir saat geri kalırlar ne de bir saat öne geçerler. 50De ki: "Bana söyleyin; eğer size O’nun azabı geceleyin yahut gündüzün gelirse, günahkarlar bundan ne acele ediyor? "De ki: Ben nefsim için bir zarara sahip değilim...” Bu iki âyetin tefsiri A’raf suresi: 34 ve 188 âyetlerinde zikredilmiştir. "în etaküm azabuhu beyaten": Zeccâc şöyle demiştir: Beyat: Gece meydana gelen her şeydir (ekmek ve yemek bayatlamak deyimini hatırlayın. Mütercim). "Maza": Bu iki açıdan mahallen merfudur: Birincisi: "Za"nın ellezi manasına olmasıdır ki, Mana da şöyle olur: Günahkarların acele istedikleri şey nedir? "Maza"nın bir isim olması da câizdir, Mana da şöyle olur: Günahkarlar hangi şeyi acele ile istiyorlar? "Minhu"deki hu zamiri azaba râcîdir. Allahü teâlâ’ya râci olması da câizdir, o zaman mana şöyle olur: Günahkarlar Allahü teâlâ’dan acele ile hangi şeyi istiyorlar? En iyisi azaba râci olmasıdır, çünkü: "O meydana geldikten sonra mı iman ettiniz” denilmiştir. Bazı müfessirler de: Günahkarlardan maksat, müşriklerdir, demişlerdir. Onlar: Biz azabı inkâr eder ve onu acele ile isteriz; sonra da meydana gelince ona iman ederiz, derlerdi. 51(Bu azap) meydana geldikten sonra mı ona iman ettiniz? Hâlbuki onu gerçekten acele ediyordunuz! Allahü teâlâ da onları azarlayarak: "Meydana geldikten sonra mı ona iman ettiniz?” dedi. Yani orada mı iman ediyorsunuz, o iman sizden kabul olunmaz. Size: "Şimdi mi iman ediyorsunuz?” denir. Ona (azaba) şimdi mi iman ediyorsunuz sözünü gizlemiştir. "Hâlbuki onu acele istiyordunuz": Alay ederek. O (azap) da şu sözüdür 52Sonra o zâlimlere: "Sonsuzluk azabını tadın. Kazandığınız şeyden başkası ile mi cezalandırılacaksınız?"denir. "Sonra zâlimlere denir": Yani kâfirlere denir, azap indiği zaman, "sonsuzluk azabını tadın": Çünkü onlara azap indiği zaman ondan, sürekli olan ahiret azabına geçerler. 53"O (azap) gerçek mi” diye senden haber isterler. De ki: "Evet, Rabbine yemin ederim ki, şüphesiz o, mutlak bir gerçektir ve siz (Allah’ı) aciz bırakamazsınız". "Ve yestenbiuneke": Yani senden haber sorarlar, "gerçek mi” diye. Yeniden dirilmeyi ve azabı kastediyorlar. "Ve rabbi": Nâfi ile Ebû Amr bu ye’yi fetha ile okumuşlardır (ve rabbiye). Haber vermekle beraber yemin etmesi pekiştirme içindir. İbn Kuteybe de şöyle demiştir: "İy” "bel” manasınadır, ancak yeminden önce sıla olarak gelir. "Siz (Allah’ı) aciz bırakamazsınız": İbn Abbâs: Allah’tan kaçamazsınız, demiştir. Zeccâc da: Küfrünüzün karşılığım çekmekten kurtulamazsınız, demiştir. 54Eğer zulmeden her nefis yeryüzündeki şeylere sahip olsaydı, (azaptan kurtulmak için) onu mutlaka feda ederdi. Azabı gördükleri zaman pişmanlığı gizlediler. Aralarında adaletle hükmolunur ve onlara zulmedilmez. "Eğer zulmeden her nefis": İbn Abbâs: Şirk koşan her nefis, demiştir. "Yeryüzündeki her şeyi feda ederdi": Azap indiği zaman. "Pişmanlığı gizlediler": Yani reisler, kendilerine tabi olanlardan gizlediler, demektir. "Aralarında hükmolundu": Yani iki tarafın. İçlerinde Ebû Ubeyde ile Mufaddal’ın bulunduğu bir gurp ulema da: "Eserrunnedamete": Pişmanlığı açıkladılar, demişlerdir. Çünkü o gün yapmacıklık ve yalandan sabır gösterme yoktur. İsrar kelimesi zıt anlama gelen kelimelerdendir: Esrertüşşey’e: Gizlemek manasına da açıklamak manasına da kullanılır. Şair Ferezdak şöyle demiştir: Haccac’ın kılıcını sıyırdığını görünce, Haruri (anarşist) içinde sakladığı şeyi açıkladı. Burada "eserre” açıkladı manasına kullanılmıştır. Bu görüşe göre şöyle demek olur: Ateş onları yaktığı zaman pişmanlıklarını açıkladılar, çünkü ateş onların yapmacık hareket etmelerine ve gizlemelerine fırsat vermez. Birinci görüşe göre de mana şöyle olur: Ateş onları yakmadan önce pişmanlıklarını gizlediler. 55Bilin ki, göklerde ve yerde ne varsa, Allah’ındır. Bilin ki, Allah’ın va’di haktır. Ancak onların çoğu bilmiyorlar. "Bilin ki, Allah’ın va’di haktır": İbn Abbâs: Dostlarına va’dettiği sevap ve düşmanlarına va’dettiği azap haktır, demiştir. "Ancak onların çoğu bilmezler": Yani müşrikler bilmezler. 56O, diriltir ve öldürür ve yalnız O’na döndürüleceksiniz. 57Ey o insanlar, size Rabbinizden bir öğüt, göğüslerdekine bir şifa ve mü’minler için bir hidayet ve rahmet gelmiştir. "Ey o insanlar": İbn Abbâs: Ey Kureyş, demiştir. "Size bir öğüt geldi": Yani Kur’ân geldi. "Göğüslerdekine şifa": Yani cahilliğe deva geldi. "Bir hidayet": Yani sapıklığın ne olduğunu bildiren şey geldi. 58De ki: "Allah’ın lütfü ve rahmeti ile, işte bununla sevinsinler. Bu, onların topladıklarından daha hayırlıdır. "De ki: Allah’ın lütfü ve rahmeti ile": Bunda da sekiz görüş vardır: Birincisi: Allah’ın lütfü: İslâm, rahmeti de: Kur’ân’dır. Bunu İbn Ebi Talha, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Katâde ile Hilal b. Yesaf da böyle demişlerdir. Bir rivayette de Hasen ile Mücâhid de böyle demişlerdir. Bu, İbn Kuteybe’nin görüşüdür. İkincisi: Allah’ın lütfü: Kur’ândır, rahmeti de: Onları Kur’ân ehli kılmasıdır. Bunu el-Avfi, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş, Ebû Said el-Hudri de böyle demiştir. Bir rivayette Hasen de böyle demiştir. Üçüncüsü: Allah’ın lütfü: İlimdir, rahmeti de: Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’dir. Bunu da Dahhâk, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Dördüncüsü: Allah’ın lütfü: Islamdır, rahmeti de: Kalpleri süslemesidir. Bunu da İbn Ömer, demiştir. Beşincisi: Allah’ın lütfü: Kur’ândır, rahmeti de: İslâm’dır. Bunu da Dahhâk, Zeyd b. Eslem, oğlu ve Mukâtil, demişlerdir. Altıncısı: Allah’ın lütfü ve rahmeti: Kur’ân’dır, bunu da İbn Ebi Necih, Mücâhid’ten rivayet etmiş, Zeccâc da bunu tercih etmiştir. Yedincisi: Allah’ın lütfü: Kur’ân’dır, rahmeti de: Sünnettir. Bunu da Halid b. Ma'dan, demiştir. Sekizincisi: Allah’ın lütfü: Tevfikidir, rahmeti de: Korumasıdır. Bunu da İbn Uyeyne, demiştir. "Febizalike felyefrahu": Übey b. Ka’b, Ebû Miclez, Katâde, Ebû’l - Âliyye ve Rüveys de Ya’kûb ’tan rivayeten te ile: "Feltefrahu” okumuşlardır. Hasen, Muaz el - Kari ve Ebû’l - Mütevekkil de böyle okumuşlardır. Ancak onlar lamı meksur kılmışlardır. İbn Mes’ûd ile Ebû İmran da, "febizalike fefrahu” (buna sevinin) okumuşlardır. İbn Abbâs da: O lütuf ve rahmetle sevinin, demiştir. "O, kendilerinin topladıklarından daha hayırlıdır": Yani kâfirlerin topladıkları mallardan. Ebû Cafer, İbn Âmir ve Rüveys, te ile "tecmeun” okumuşlardır. İbn Enbari de, "bifadlillahi"deki be’nin gizli bir ismin haberi olduğunu hikaye etmiştir. Tevili şöyledir: Bu şifa ve bu öğüt, Allah’ın lütfü ve rahmeti iledir. Allah’ın bu ihsanına sevinsinler (hazeşşifa bifalillahi...). 59De ki: "Allah’ın size indirip de sizin de ondan helâl ve haram yaptığınız rızıktan haber verin". De ki: "Buna Allah mı izin verdi yoksa Allah’a iftira mı ediyorlar?" "De ki: Allah’ın size indirdiği rızıktan haber verin": Müfessirler şöyle demişlerdir: Bu, Kureyş kâfirlerine hitaptır, onlar istedikleri şeyi haram eder ve istedikleri şeyi de helâl ederlerdi. "İndirdi": Kelimesi, yarattı, manasınadır. Biz de onların bahire, şaibe vs. hakkındaki inançlarını Maide: 103 ve En'am: 139’da şerh etmiş bulunuyoruz. "De ki: Size Allah mı izin verdi?": Yani bu helâl ve haram kılmada. 60Allah’a yalan iftira edenlerin kıyamet günü (hakkında)ki, zannı nedir? Şüphesiz Allah insanlara lütuf sahibidir. Ancak onların çoğu şükretmezler. "Allah’a yalan iftira edenlerin zannı nedir?": Bu sözde söylenmeyen kısım vardır, takdiri şöyledir: Yalanlamaları dolayısıyla Allah’ın kıyamet gününde onlara ne yapacağı hakkındaki zanları nedir (bu hususta ne düşünüyorlar)? "Şüphesiz Allah insanlara lütuf sahibidir": Çünkü onlara acele ile azap etmedi. "Ancak onların çoğu şükretmezler": Onlardan azabı ertelemesine. 61Hangi durumda olursan, Kur’ân’dan ne okursan, ne amel yaparsan, mutlaka siz ona giriştiğiniz zaman biz üzerinizde şahit idik. Ne yerde ne gökte zerre ağırlığında bir şey Rabbinden gizli kalmaz. Bundan daha küçük ve daha büyük ne varsa, mutlaka apaçık bir kitaptadır. "Vema tekunu fi şe’nin (hangi durumda olursan)": Hangi işte olursan, demektir. Şen’in çoğulu da şuun’dur. "Vema tetlu minhu (ondan ne okursan)": “Hu” zamirinde de iki görüş vardır: Birincisi: Şe’ne (işe) râcîdir. Zeccâc, âyetin manası şöyledir, demiştir: Allah’a hangi ibadette olursan ve hangi durumda Kur’ân okursan. İkincisi: O, Allahü teâlâ’ya râcîdir, Mana da şöyledir: Allah’tan ne okursan, yani Kur’ân’dan inenden ne okursan. Bunu da bir grup ulema, demiştir. Hitap Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’edir, ümmeti de ona dahildir, çünkü arkasından: "Ne amel ederseniz” demiştir. İbn Enbari de şöyle demiştir: Burada cemi sigası getirmesi, onların da ilk iki fiile dahil olmalarındandır. "îz tüfidune fihi": “He” zamiri işe râcîdir. İbn Kuteybe: Tüfidune, başlamak manasınadır, demiştir. Zeccâc da: Yayılmak ve dağılmak manasınadır, demiştir. Efadal kavmu filhadis: Konuşmaya dalmaktır. "Ma ya’zübü": Uzak kalmaz, demektir. İbn Kuteybe de: Uzak ve gizli kalmaz, demiştir. Kisâi, burada ve Sebe’: 3’te, zenin kesresi ile: "Yazibü” okumuştur. Zerre ağırlığını da Sebe’ suresi, âyet: 40’ta açıklamış bulunuyoruz. "Vela asğara minzalike vela ekbere": Cumhûr ikisinde de rayı fetha ile okumuştur. Hamze, Halef ve Ya’kûb da, ikisinde de rayı zamme ile okumuşlardır. Zeccâc şöyle demiştir: Kim fetha ile okursa, Mana şöyledir: Zerre ağırlığınca bir şey, ondan daha küçük ve daha büyük bir şey Rabbinin gözünden kaçmaz. Asğar ve ekber mecrur olmak lâzım gelirken, gayri munsarif olduğu için cer kabul etmemiştir. Kim de merfu okursa, Mana şöyledir: Zerre ağırlığı, daha küçüğü ve daha büyüğü Rabbine gizli kalmaz. Mübteda olarak merfu olması da câizdir, o zaman da mana şöyle olur: Ondan daha küçük ve daha büyük ne varsa, "hepsi apaçık bir kitaptadır". İbn Abbâs: O, Levh-i Mahfuz’dur, demiştir. 62Haberiniz olsun ki, Allah’ın veli kullarına korku yoktur. Onlar üzülmezler de. "Haberiniz olsun ki,": Rivayet edildiğine göre bir adam: "Ya Resûlallah, Allah’ın veli kulları kimlerdir?” dedi. O da: Onlar görüldüğü zaman Allah hatırlanır, dedi. 2 2- Suyuti, ed - Dürrü'l - Mensur, İbn Mübarek, Taberi, Hakîm Tirmizî, İbn Münzir, İbn Ebi Hatim, Ebüşşeyh ve İbn Merduye'den nakletmiştir. Ömer b. Hattab da Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den şöyle dediğini rivayet etmiştir: Allah’ın öyle kulları vardır ki, onlar ne peygamberlerdir, ne de şehitlerdir. Peygamberler ve şehitler kıyamet gününde onlara imrenirler. Çünkü Allah katında o kadar yüksek dereceleri olacaktır. "Ya Resûlallah, onlar kimlerdir, amelleri nedir? Belki onları severiz?” dediler. O da: Onlar birbirlerini Allah’ın ruhu ile severler, akrabalık ve mal kaygısı ile değil. Allah’a yemin ederim ki, onların yüzleri nurdur ve onlar nûrdan kürsüler üzerindedirler. İnsanlar korktuğu zaman onlar korkmazlar. 3 3- Ebû Dâvud, Buyu', bab, 78. Sonra da şu âyeti okudu: "Bilin ki, Allah’ın veli kullarına korku yoktur, onlar üzülmezler de". 63Onlar ki, iman ettiler ve korkuyorlardı. 64Onlar için dünya hayatında da ahirette de müjde vardır. Allah’ın kelimeleri için değişme yoktur. İşte büyük kurtuluş budur. "Onlar için dünya hayatında müjde vardır": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: O, iyi kimsenin gördüğü veya kendisi hakkında görülen iyi rüyadır. Bunu Ubade b. Samit, Ebudderda, Cabir b. Abdullah ve Ebû Hureyre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den rivayet etmişlerdir. İkincisi: O, meleklerin ölüm anında onlara verdiği müjdedir. Bunu da Dahhâk, Katâde ve Zührî, demiştir. Üçüncüsü: O, Allah’ın kitabında cennet ve, sevapla ilgili olarak verdiği müjdedir, meselâ şunlar gibi: "İman edenleri müjdele” (Bakara: 25), "Cennetle sevinin” (Fussilet: 30), "Rableri onları müjdeler” (Tevbe: 21). Bu Hasen'in görüşüdür; Ferrâ’ ile Zeccâc da bunu tercih etmiş ve: "Allah’ın kelimeleri için değişiklik yoktur” sözünü delil getirmişlerdir. İbn Abbâs da şöyle demiştir: Allah sözünde durmazlık etmez, şöyle ki, O’nun sözü kelimeleri iledir. Kelimeleri de değişmeyince, vaatleri de değişmez. Ahiretteki müjdelerine gelince, onda da üç görüş vardır: Birincisi: O, cennettir, bunu Ebû Hureyre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den rivayet etmiş, İbn Kuteybe de onu tercih etmiştir. İkincisi: O, Ruh çıkarken Allah’ın rızası ile müjdelenmesidir, bunu da İbn Abbâs, demiştir. Üçüncüsü: O, kabirlerinden çıktıkları andadır. Bunu da Mukâtil, demiştir. 65Onların sözleri seni üzmesin. Şüphesiz bütün izzet / kuvvet Allah'ındır. O, hakkıyle işiten, kemaliyle bilendir. "Onların sözleri seni üzmesin": İbn Abbâs: Yalanlamaları seni üzmesin, demiştir. Başkası da sana düşmanlıkta birleşmeleri, inkârları ve eziyetleri, demiştir. Söz burada bitti (burası cümle sonudur). Sonra yeni bir söze başlayıp şöyle dedi: "Şüphesiz bütün izzet Allah’ındır": Yani galibiyet O'nundur. O, senin ve dininin yardımcısıdır. "O hakkıyle işitendir": Onların dediklerini. "Kemaliyle bilendir": Kalplerinde sakladıklarını; onları ona göre cezalandırır. 66Bilin ki, göklerde ve yerde kim varsa, Allah’ındır. Allah'tan başkasına ibadet edenler de ortaklara (putlara) tabi olmuyorlar. Onlar ancak zanna tabi oluyorlar ve onlar ancak yalan söylüyorlar. "Ela inne lillahi men fissemavati ve men filardı": Zeccâc şöyle demiştir: "Elâ” edatı söze başlama ve tembih içindir: Yani bir kimse ki, onlar O’na aittirler, onların üzerinde istediğini yapar, demektir. "Allah’tan başkasına ibadet edenler ortaklara tabi olmuyorlar": Yani gerçekte putlara tabi olmuyorlar, çünkü onları Allah’ın ortakları ve kendileri için de şefaatçi sayıyorlar, hâlbuki zannettikleri gibi değildir. "Ancak zanna tabi oluyorlar": Bu hususta. "Ve onlar ancak yalan söylüyorlar": İbn Abbâs: Hilaf-ı hakikat konuşuyorlar, demiştir. İbn Kuteybe de: Tahmin ve varsayım yürütüyorlar, demiştir. 67O (Allah) ki, geceyi dinlenmeniz için karanlık, gündüzü de (çalışmanız için) aydınlık kıldı. Şüphesiz bunda dinleyen bir toplum için elbette deliller vardır. "O ki, geceyi dinlenmeniz için kıldı": Mana şöyledir: Sizin Rabliğine inanmanız gereken Rabbiniz, geceyi dinlenmeniz için kıldı. Gece dinlenmekle gündüzün yorgunluk ve bitkinliği sona erer. Gündüzü de aydınlık kıldı, eşyayı göreceğiniz vaziyete getirdi. Âyette geçen mubsır, gösteren demektir, gündüze gösterici demesi, dinleyicinin maksadı anlamasındandır, çünkü gündüz göstermez, o sadece başkasının onda çalışması için zarftır (gösteren Allah’tır). Tıpkı: "Memnun hayat tarzı” (Hakka: 21) âyetinde olduğu gibi. Hayat memnun olmaz, onu yaşayan insan memnun olur. Aynı şekilde uyuyan gece, sözü de böyledir (gece uyumaz, insan uyur). Şair Cerir de bu manada şöyle demiştir: Ey Gaylan’ın anası, bizi gece yolculuğunda kınadın ve sen uyudun, Ama binekteki insanın gecesi uyumaz. "Şüphesiz bunda dinleyen bir toplum için elbette ibretler vardır": İbretle dinleyen için demektir. O zaman buna ancak her şeye kadir Allah’ın gücünün yettiğini anlarlar. 68Allah çocuk edindi” dediler. O’nu tenzih ederiz. O zengindir. Göklerde ve yerde ne varsa O'nundur. Yanınızda buna bir delil yoktur. Siz Allah’a karşı bilmediğiniz şeyi mi söylüyorsunuz? "Allah çocuk edindi, dediler": İbn Abbâs: Yani Mekke halkı demiştir. Onlar melekleri Allah’ın kızları kabul ederlerdi. "Sübhanehu": Allah’ı onların dediklerinden tenzih ederiz. "O zengindir": Eşe ve çocuğa ihtiyacı yoktur. "İn indeküm min sultan": Yanınızda dediklerinize bir delil yoktur, demektir. 69De ki: Şüphesiz Allah’a yalan uyduranlar iflah olmazlar". "İflah olmazlar": Bunda üç görüş vardır: Birincisi: Dünyada ebedi kalmazlar. İkincisi: Sonunda mutlu olmazlar. Üçüncüsü: Başarılı olmazlar. 70(Bu yalanları) dünyada bir yararlanmadır. Sonra da dönüşleri yalnız bizedir. Sonra onlara inkârları yüzünden çetin azabı tattıracağız. Zeccâc şöyle demiştir. Burada vakf-ı tam vardır (okurken durulması lazımdır). "Metaun fiddünya": Zalike metaun fiddünya manasında merfudur (bu dünyada bir yararlanmadır). 71Onlara Nûh’un haberini oku. Hani kavmine: "Ey kavmim, eğer konumum ve Allah’ın âyetlerini hatırlatmam size ağır oldu (geldi) ise, ben ancak Allah’a güvendim. Siz de işinizi ve ortaklarınızı toplayın; sonra işiniz gizli kalmasın; sonra da bana hükmünüzü verin ve beni (hiç) bekletmeyin". "Onlara Nûh’un haberini oku": Bunda onun peygamberliğine delil vardır, çünkü kitap okumadığı halde peygamber kıssalarından haber vermiştir. Bunda sabra özendirme ve Nûh kavmini yalanlamaları sebebiyle başlarına gelen azabı hatırlatma ile kendi kavmine öğüt vardır. "Eğer size ağır geldiyse": Yani zor geldiyse, demektir. "Mukami": Yani aranızda uzun süre kalmam zor geldiyse. Ebû Miclez, Ebû Recâ’ ve Ebû’l - Cevza, mimin zammı ile: "Mukami” okumuşlardır. "Tezkiri": Vaaz ve öğüdüm, demektir. "Yalnız Allah’a güvendim": Bana yardımında ve şerrinizi benden def etmesinde. "Feecmiu emreküm": Cumhûr, hemze ve meksur mîm ile "ecma’tü” babından getirerek: "Feecmiu” okumuştur. Esmaî de Nâfi’den, "cema’tü"den getirerek mimin fethi ile: "Fecmau” rivayet etmiştir. "Ecmiu emreküm": İşinizi sağlam tutun ve karar verin, demektir. Müerric de: "Ecma’tül emre", "ecma’tü aleyhi"den daha fasihtir, demiş ve şu delili getirmiştir: Keşke bilseydim - ki, temenni hiç fayda vermiyor - Bir gün sabah erkenden işime karar verecek miyim? Esmaî’nin rivâyeti de şöyledir: Ebû Ali şöyle demiştir: Mananın şöyle olması da câizdir: Emir verme yetkisi olanları, yani reislerinizi toplayın, işlerini, kurdukları tuzak olarak kabul etmek de mümkündür, meselâ şu âyette olduğu gibi: "Hilenizi kurun, sonra sıra halinde gelin” (Taha: 64). “Ve şürekaeküm (ortaklarınızı)": Ferrâ’ ile İbn Kuteybe şöyle demişlerdir: Ortaklarınızı çağırın. Zeccâc şöyle demiştir: Burada vav "maa = beraber” manasınadır. Mana da: Maa şürekaiküm demektir. Lev türiketünnaktü ve fasileha leredaaha (eğer potuk/deve yavrusu annesiyle beraber bırakılırsa onu emer) denir ki, maa fasiliha, demektir. Yakub da ref' ile "şürekaüküm” okumuştur. "Sümme layekün emrüküm aleyküm gummeten": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: İşiniz gizli kalmasın, demektir, bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Size gam olmasın, demektir. Nitekim aynı vezinde kerb ve kürbe vardır. Bunu da İbn Kuteybe, demiştir. Her iki görüşü de Zeccâc zikretmiştir. "Sümmakdu ileyye": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Bana düşündüğünüz hükmü verin, demektir. Bunu da Mücâhid, demiştir. İkincisi: İstediğinizi yapın, demektir, bunu da Zeccâc ile İbn Kuteybe, demişlerdir. İbn Enbari de, mana şöyledir, demiştir: Kötülüğünüzü ve tehdidinizi bana icra edin (işimi bitirin). Nitekim Araplar: Kad kada fülanün derler ki, ölüp gitti, demektir. 72Eğer yüz çevirirseniz, ben sizden bir ücret istemedim. Benim ücretim ancak Allah’ın üzerinedir. Ve ben, Müslümanların ilki olmakla emrolundum. "Eğer yüz çevirirseniz": Yani imandan yan çizerseniz, "ben sizden bir ücret istemedim": Benim sizi davet etmem, mallarınıza göz koyduğum için değildir. "İn ecriye": İbn Âmir, Ebû Amr, Nâfi' ve Hafs da Âsım’dan rivayetle, bu ye’yi harekeli okumuşlardır. Diğerleri ise sükunlu okumuşlardır. 73Onu yalanladılar; biz de onu ve gemide onunla beraber olanları kurtardık. Onları halifeler kıldık. Âyetlerimizi yalanlayanları da (suda) boğduk. Bak, uyarılanların sonucu nasıl oldu? "Onları halifeler kıldık": Yani gemide Nûh ile kurtulanları helak olanların yerine geçirdik. 74Sonra onun ardından kavimlerine peygamberler gönderdik. Onlara mucizeler getirdiler. Önceden yalanladıklarına iman edecek değillerdi. İşte haddi aşanların kalplerine böyle mühürler basarız. "Sonra onun ardından gönderdik": Yani Nûh'tan sonra, demektir. "Kavimlerine peygamberler": İbn Abbâs: İbrahim, Hûd, Lût ve Şuayb kastedilmiştir, demiştir. "Onlara mucizeler getirdiler": Yani onların Allah’ın elçileri olduğu açığa çıktı. "Değillerdi": Yani o kavimler", "yalanladıkları şeye iman edecek değillerdi": Yani kendilerinden öncekilerin. Maksat şudur: Sonrakiler peygamberleri yalanlamada eskilerin yollarından gittiler. Mukâtil de şöyle demiştir: Azaba inmeden önce iman edecek değillerdi. "İşte böyle mühür basarız": Yani onların kalplerini mühürlediğimiz gibi, "haddi aşanların kalplerini de öyle mühürleriz": Emredildikleri şeylerde haddi aşanların demektir. 75Sonra onların ardından Mûsa ile Harun’u Fir’avn ve adamlarına mucizelerimizle gönderdik. Onlar da büyüklük tasladılar ve günahkar bir toplum oldular. "Sonra onların ardından gönderdik": Yani Nûh’tan sonra gönderilen peygamberlerden sonra demektir. 76Onlara katımızdan hak gelince: "Şüphesiz bu, elbette apaçık bir büyüdür” dediler. "Onlara hak katımızdan gelince": O da Mûsa’nın getirdiği mucizelerdir. "Bu sihir mi?” Zeccâc, mana şöyledir, demiştir: Size gelen hak için böyle mi diyorsunuz? O da: "Şüphesiz bu apaçık bir sihirdir” sözleridir. Sonra da onlara ikrar ettirip: 77Mûsa: "Size hak geldiği zaman böyle mi diyorsunuz? Bu bir sihir mi? Hâlbuki sihirbazlar iflah olmazlar” dedi. "Bu sihir midir?” dedi. İbn Enbari şöyle demiştir: Soru hemzesi getirmeleri, işin fecaatini göstermek içindir. Nitekim bir adam, lüks bir elbise gördüğü zaman: "Bu elbise mi?” der. Bu soru ile onu gözünde büyütmek ister. Bir adama bir ödül gelir: "Gördüğüm gerçek mi (yoksa rüya mı görüyorum)?” der. O gelen şeyi büyütmek ister. Başkası da şöyle demiştir: Kelâmın takdiri şöyledir: Size gelen hak için: "Bu, sihir midir, diyorsunuz? Bu sihir midir?” Sözün siyak ve sibakından anlaşıldığı için birinci sihri söylememiştir. Meselâ şu âyette olduğu gibi: "Feiza cae va’dül ahireti liyesuu vücuheküm” (İsra: 7), Mana şöyledir: Baasnahüm liyesuu vücuheküm (daha önce geçtiği için birinci baasnahüm kelimesini atmıştır. Mütercim). 78Onlar da: "Bizi atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeyden çevirmen ve bu yerde ululuk ikinizin olması için mi geldin? Biz, ikinize de inanacak değiliz” dediler. "Eci’tena litelfitena": İbn Kuteybe: Bizi çevirmen için mi geldin, demiştir. Lefettü fülanen an keza denir ki, onu o şeyden çevirdim, demektir. İltifat da bundandır ki, dönüp bakmaktır. "Vetekune lekümel kibriyau filardı": Eban ile Zeyd, Ya’kûb 'tan, ye ile "ve yekune lekümel kibriyau” rivayet etmişlerdir. Kibriyadan ne murat edildiği hususunda da üç görüş vardır: Birincisi: Mülk ve şereftir. Bunu İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: İtâattir, bunu da Dahhâk, demiştir. Üçüncüsü: Büyüklüktür, bunu da İbn Zeyd, demiştir. İbn Abbâs: "Bu yerden” maksat, Mısır toprağıdır, demiştir. 79Fir’avn: "Bütün bilgili sihirbazları bana getirin” dedi. "Bi-külli sâhirin": Hamze, Kisâi ve Halef, ha’nın şeddesi ve arkasından elif ile "bikülli sehharin” okumuşlardır. 80Sihirbazlar gelince Mûsa onlara: "Atâcaklarınızı atın” dedi. 81Onlar da atınca Mûsa: "Sizin getirdiğiniz şey sihirdir. Şüphesiz Allah onu iptal edecektir. Şüphesiz Allah bozguncuların işini düzeltmez” dedi. "Ma-ci'tüm bihi’s-sihr": Çoğunluk, medsiz olarak haber tarzında "essihr” okumuştur, Mana da şöyledir: Sizin getirdiğiniz ipler ve sopalar sihirdir. Bu da onların hakkı kabul etmemek için: "Bu sihirdir” sözlerine reddiyedir. Takdiri de şöyledir: Ellezi ci’tüm bihissihr, elif lâm takısı gelmiştir; çünkü nekire tekrar edilirse, marife olarak döner. Nitekim şöyle dersin: Raeytü recülen, fekale liyercülü (ikinci recül marife olarak gelmiştir. Mütercim). Mücâhid, Ebû Amr, Ebû Cafer, Eban da Âsım’dan, Ebû Hatim de Ya’kûb ’tan rivayet ederek elif-i memdude ile "âssihr” okumuşlardır. Zeccâc da, mana şöyledir demiştir: Getirdiğiniz şey nedir? Sihir mi? Bunu da onları azarlamak için demiştir. İbn Enbari de şöyle demiştir: Bu istifhamın manası sihri büyütmek (önemsetmek) içindir; yoksa bilinmeyen bir şeyi sormak için değildir. Bu, birinin yaptığı hata için: "Bu hata mı?” diyen insanın sözüne benzer. Bu, hatadan daha büyük bir şey demek istemiştir. Araplar kendilerince bilinen şeyden sorarlar. Şair İmruulkays şöyle demiştir: Seni aldatan, sevginin benim katilim olması Ve emrettiğin her şeyi kalbimin kabul etmesi midir? Şair Kays b. Zerih de şöyle demiştir: Ey Lübne (kadın), Zittalh’daki günlerimiz geri gelir mi? Yoksa onlar için dönme imkanı yok mu? Onların geri dönmeyeceğini bildiği halde sormuştur. "Şüphesiz Allah onları iptal edecektir": Yani helak edecek ve rezaletinizi açığa çıkaracaktır. "Şüphesiz Allah bozguncuların işini düzeltmez": Onu kendileri için yararlı hale getirmez. 82"Allah hakkı kendi sözleri ile gerçekleştirecek, günahkarlar hoşlanmasa da!" "Allah hakkı gerçekleştirecektir": Yani açığa çıkaracak ve ona imkan verecektir. "Kelimeleriyle": Bu hususta ezeli ilminde ettiği vaatle. 83Mûsa'ya kendi kavminden ancak genç bir grup Fir'avn’den ve ileri gelenlerinden kendilerine azap etmelerinden korkarak iman etti. Şüphesiz Fir'avn o yerde pek üstündü. Ve şüphesiz o, gerçekten aşırı gidenlerdendi. "Mûsa'ya ancak genç bir grup (bir zürriyet) iman etti": Burada zürriyetten murat edilen şey üzerinde üç görüş vardır: Birincisi: Zürriyetten maksat: Az kimse, demektir. Bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Onlar kendilerine Mûsa’nın gönderildiği kimselerin çocuklarıdır, aradan uzun zaman geçtiği için babaları öldü, onlar ise iman ettiler. Bunu da Mücâhid, demiştir. İbn Zeyd de şöyle demiştir: Onlar Fir’avn oğlan çocuklarını boğazlamaktan vazgeçince Mûsa ile beraber yetişenlerdir. İbn Enbari şöyle demiştir: Onlara ergin kimseler oldukları halde "zürriyet” denilmesi, onların Mûsa’nın gönderildiği kimselerden (ikinci nesil) olmalarındandır. Üçüncüsü: Onlar anaları Yahudi, babaları Kıpti olan bir gruptur. Bunu da Mukâtil, demiş, Ferrâ’ da tercih etmiştir. Onlara zürriyet denilmesi, Fürs (Pers) çocuklarına "ebna = oğullar” denilmesi gibidir. Çünkü onların anaları başka ırktandır. "Kavmihi"deki zamir hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: O, Mûsa’ya râcîdir, bunu da İbn Ebi Talha, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. İkincisi: Fir’avn’e râcîdir, bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Birinci görüşe göre "alâ havfin min fir’avne ve meleihim"deki zamir Fir’avn’e râci olur. Ferrâ’ şöyle demiştir: Neden cemi siygası ile "meleihim” dedi? Hâlbuki Fir’avn tektir? Çünkü kral anıldığı zaman etrafı ile beraber akla gelir. Halife geldi, insanlar çoğaldı, dersin, yanındakilerle beraber demek istersin. Fir’avn’den, hanedanını kastetmek de câizdir, meselâ: "Ves’elil karyete (köye sor)” (Yûsuf: 82) gibi (köy halkına sor, demektir. Mütercim), ikinci görüşe göre de mele’ (adamlar)dan maksat, zürriyettir. İbn Cerir şöyle demiştir: Bu daha doğrudur, çünkü o zürriyetin içinde babası Kıbti, anası Yahudi olanlar vardı. Bunlar Fir’avn’den taraf olup Mûsa’ya karşı çıkmışlardı. "Enyeftinehüm": Yani Fir’avn’in işkencesinden korkuyorlardı, demektir. Yeftinuhm demedi, çünkü kavmi de onunla hemfikir idi (özdeşleşmişlerdi). Bu fitne hususunda da iki görüş vardır: Birincisi: O, öldürülmedir, bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Azap etmedir, bunu da İbn Cerir, demiştir. "Fir’avn o yerde pek üstündü": İbn Abbâs: Mısır toprağında üstünlük kurmuştu, demiştir. "Şüphesiz o, aşırı gidenlerdendi": Bir kul olduğu halde ilâhlık iddia etmişti. 84Mûsa: "Ey kavmim, eğer Allah’a iman ettiyseniz, yalnız O’na tevekkül edin, eğer Müslümanlar iseniz” dedi. "Eğer Allah’a iman etti iseniz, yalnız O’na tevekkül edin": İsrâil oğulları Fir’avn’in erkek çocuklarını boğazlama ve kızlarını diri bırakma gibi tehdidinden şikayet edince, Mûsa onlara bunu dedi. 85Onlar da: "Yalnız Allah’a tevekkül ettik. Rabbimiz, bizi zâlimler güruhuna fitne konusu etme!” dediler. "Bizi fitne konusu yapma": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: Bizi Fir’avn kavminin eliyle de kendi katından azapla da helak etme; yoksa Fir’avn kavmi, eğer hak dinde olsalardı azap edilmezler ve biz de onlara Mûsallat olmazdık, derler. İkincisi: Onları bize Mûsallat etme ki, bize işkence etmesinler. Bu iki görüş Mücâhid’ten rivayet edilmiştir. Üçüncüsü: Onları bize Mûsallat etme ki, bizi dinimizden döndürmesinler, çünkü kendilerinin haklı olduklarını zannederler. Bunu da Ebudduha ile Ebû Miclez, demişlerdir. 86"Bizi rahmetinle kâfirler topluluğundan kurtar". 87Mûsa’ya ve kardeşine: "Kavminiz için Mısır’da evler edinin ve evlerinizi kıble yapın. Namaz kılın. (Ey Mûsa), müminleri müjdele!” diye vahyettik. "Kavminiz için Mısır’da evler edinin": Müfessirler şöyle demişlerdir: Fir’avn emir verdi, İsrâil oğullarının bütün mescitleri yıkıldı, namaz kılmaları engellendi, çünkü onlar yalnız havralarda ibadet ederlerdi. Böylece evlerinde mescitler edinmeleri ve Fir’avn’in korkusundan oralarda namaz kılmaları emredildi. "Tebevveâ": Edinin demektir. Biz de bunu A’raf: 74'te şerh etmiş bulunuyoruz. Mısır’dan ne murat edildiğinde de iki görüş vardır: Birincisi: Bilinen ülkedir, bunu Dahhâk, demiştir. İkincisi: O, İskenderiye’dir. Bunu da Mücâhid, demiştir. Evler konusunda da iki görüş vardır: Birincisi: onlar mescitlerdir, bunu Dahhâk, demiştir. İkincisi: Köşklerdir, bunu da Mücâhid, demiştir. "Evlerinizi kıble yapın": Bunun üzerinde de dört görüş vardır: Birincisi: Onları mescit yapın. Bunu Mücâhid, İkrime ve Dahhâk, İbn Abbâs’tan rivayet etmişler; Nehaî ile İbn Zeyd de böyle demişlerdir. Biz de Fir’avn’in mescitlerin yıkılmasını emrettiğini zikretmiştik. Onlara; mescitlerin yerine evlerinizi kıble edinin denildi. İkincisi: Onları kıble tarafına yapın, bunu da el - Avfi, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Dahhâk da İbn Abbâs’tan: Mekke istikametine, dediğini rivayet etmiştir. Mücâhid de şöyle demiştir: Evlerini Ka’be istikametine çevirmeleri emredildi. Mukâtil, Katâde ve Ferrâ’ da böyle demişlerdir. Üçüncüsü: Onları birbirine karşı yapın, bu da yine İbn Abbâs’tan rivayet edilmiş, Said b. Cübeyr de böyle demiştir. Dördüncüsü: Şam’daki evlerinizi namazda kıble edinin. Onlar günümüzde de kıbledir. Bunu da İbn Cerir, demiştir. Eğer: "Buyut” cemidir, nasıl tekil olarak "kıbleten” denildi diye sorulursa, buna İbn Enbari şöyle cevap vermiştir: Kim: Kıbleden maksat Kabe’dir, derse, Ka’be tekil olduğu için kıbleyi de tekil yapmıştır. Ve şu da câizdir, demiştir: Evlerinizi kıbleler yapın demek istemiş de, çoğul yerine tekille yetinmiştir. Nitekim Abbas b. Mirdas şöyle demiştir: Müslüman olun, biz sizin kardeşininiz, Göğüslerde kin diye bir şey kalmasın. Biz sizin kardeşlerininiz demek istemiştir. Şöyle demek de mümkündür: "Kıbleten” diye tekil söylemesi, onu mastar yerine koymasındandır; o zaman mana şöyle olur: Evlerinizi Allah’a dönmek ve onları mescit yerine kullanmak için yapın. Şu maksatla tekil yapmıştır da denilebilir: Evlerinizi bir şey, yani kıble yapın, kıble mekânı yapın, kıble mahalli yapın (böylece kıbleyi çoğul gibi yapmış oluyor. Mütercim). "Namazı kılın": Yani namazı tam yapın. "Mü’minleri müjdele": Sen ya Muhammed. Said b. Cübeyr şöyle demiştir: Onları dünyada zafer ve ahirette de cennetle müjdele. 88Mûsa: Rabbimiz, sen Fir’avn’e ve adamlarına (insanları) senin yolundan saptırsınlar diye dünya hayatında süs ve mallar verdin. Rabbimiz, mallarını silip süpür ve kalplerini sık ki, acıklı azabı görünceye kadar iman etmesinler. "Rabbimiz, sen Fir’avn’e ve adamlarına (insanlan) senin yolundan saptırsınlar diye mallar verdin": İbn Abbâs şöyle demiştir: Onların Mısır’ın Fustat bölgesinden Habeş toprağına kadar içinde altın, gümüş, zebercet ve yakut madenleri olan dağları vardı. "Yolundan saptırsınlar diye (liyudıllu)": "Liyudıllu"nun lamı üzerinde de dört görüş vardır: Birincisi: O, "key = için, diye” manasına gelen lamdır, Mana da şöyledir: Sen onlara insanları saptırmaları için mallar verdin. Bu, Ferrâ’’nın görüşüdür. İkincisi: Sonuç lâmıdır, Mana da şöyledir: Sen onlara bunu verdin, bu da onları sapıklığa götürdü. Şu âyette de öyledir: "Liyekune lehüm adüvven ve hazena” (Kasas: 8), yani durumları onları Mûsa’nın onlara düşman olmasına götürdü. Yoksa onlar bunu istemiş değillerdi. Bu, mal kazanıp da o da onu helake götüren insan için: Innema kesebe fülanün lihatfihi (filanca ölmek için mal kazandı). Aslında o, malı ölüm için kazanmadı, durum ona götürdü. Şöyle bir şiir getirmişlerdir: Her anne çocuğunu ölüm için büyütür, İnsanlar da harap olmak için imar ederler. Bir başkası da şöyle demiştir: Anneler kuzularını ölmek için doğururlar, Nitekim yurtlar da harap olmak fişin kurulur. Bir başkası da şöyle demiştir: Eğer ölüm onları bitirdiyse, (Zaten) anne çocuğunu ölüm için doğurur. Demek istiyor ki: İşin sonu ve akibeti oraya götürür. Bu, Zeccâc’ın görüşüdür. Üçüncüsü: Bu, dua lâmıdır, Mana da şöyledir: Rabbimiz, senin yolundan saptırdıkları için onları derde mübtela kıl. Bunu da İbn Enbari zikretmiştir. Dördüncüsü: Bu, "için” manasına gelen lamdır, Mana da şöyledir: Sen kendinden onlara bir ceza olarak onları saptırmak için bu malları verdin. Şu âyet de öyledir: "Seyahlifune billahi leküm izenkalebtüm ileyhim litu’ridu anhüm (onlardan vazgeçmeniz için gelip size yemin edecekler)” (Tevbe: 59). Bunu da bazı müfessirler nakletmişlerdir. Kufeliler - Mufaddal’ın dışında - Ebû Hatim de Ya’kûb ’tan rivayeten yenin zammasiyle: "Liyudıllu” okumuşlardır ki, başkalarını saptırmak için, demektir. "Rabbenatmis (Rabbimiz mallarını sil süpür)": Halebi, Abdülvaris’ten, mimin zammesiyle "utmuş” rivayet etmiştir. "Mallarını sil süpür": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Malları taş oldu, bunu Mücâhid, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Katâde, Dahhâk, Ebû Salih ve Ferrâ’ da böyle demişlerdir. Kurazi de: Şekerleri taşa döndü demiştir. İbn Zeyd de: Altınları, gümüşleri ve mercimekleri taş oldu, demiştir. Mücâhid de: Allah hurmalarını, meyvelerini ve gıdalarını taşa çevirdi; dokuz mucizeden biri oldu, demiştir. Zeccâc da şöyle demiştir: Tams, bir şeyi yararlanılacak ilk hal ve suretinden çıkarmaktır. İkincisi: O (tams) helak manasınadır, mana da: Mallarını helak et, demektir. Bunu da el - Avfi, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Mücâhid, Ebû Ubeyde ve İbn Kuteybe de böyle demişlerdir. Tumiset aynuhu da bundandır ki, gözü gitmektir. Tumisetittarik de: Yolun silinip kaybolmasıdır. "Kalplerini sık": Bunda da dört görüş vardır: Birincisi: Onları mühürle, bunu da el - Avfi, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Mukâtil, Ferrâ’ ve Zeccâc da böyle demişlerdir. İkincisi: Onları kâfirler olarak helak et. Bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Dahhâk da böyle demiştir. Üçüncüsü: Kalplerini sapıklıkla sıkıştır, bunu da Mücâhid, demiştir. Dördüncüsü: Bunun manası: Kalplerini katılaştır, demektir. Bunu da İbn Kuteybe, demiştir. "îman etmesinler": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Bu da onlara bedduadır, sanki: Allah’ım, iman etmesinler, demiştir. Bunu Ferrâ’, Ebû Ubeyde ve Zeccâc demiştir. İbn Enbari de, mana: İman etmediler, demiştir. Şair A’şa da şöyle demiştir: Beni gördüğün zaman kaşlarının çatıklığı gitmedi, Benimle karşılaştığın zaman hep isteksiz davrandın. Şiirde geçen layenbesit, vela telkani: Lenbseta vela lekıyteni manasına kullanılmıştır (muzarilere mazi manası verilmiştir. Mütercim). İkincisi: O, "Yolundan saptırmaları için” kavlinin üzerine ma’tûftur, Mana da şöyledir: Sen onlara mal verdin ki, yoldan sapsınlar da iman etmesinler. Bunu da Zeccâc, Müberrid’den nakletmiştir. "Acıklı azabı görünceye dek": İbn Abbâs: O, suda boğulmadır, demiştir. Mûsa dua eder, Harun da amin, derdi. Allahü teâlâ da: "Dualarınız kabul olundu” buyurdu. Dua ile kabul olunması arasında kırk yıl vardır. Eğer: "Nasıl (tekil olarak) "davetüküma” dedi, hâlbuki iki dua vardır?” denilirse, buna üç cevap vardır: Birincisi: Davet (dua) iki duaya da denilir, çok duaya da denilir, uzun söze de denilir. Nitekim bunu A’raf: 158’da açıklamış bulunuyoruz. Kelime de birçok kelimelere denir. Şair şöyle demiştir: Kavmine bir davette bulundu, Kesinleşmiş işe gelin, dedi. "Davet” kelimesini beytinin sonundaki lâfızlara kullanmıştır. İkincisi: Mananın şöyle olmasıdır: Dualarınız kabul olunmuştur. Birini söyleyerek diğerlerini terk etmiştir. Bu iki cevabı İbn Enbari zikretmiştir. Hammad b. Seleme de, Âsım’dan, onun elifle ayın da meftuh olarak çoğul halinde "daavatüküma” okuduğunu rivayet etmiştir. Üçüncüsü: Dua eden, Mûsa aleyhisselam idi, binaenaleyh dua onundur, ancak Harun da amin dediği için o da katılmıştır. Çünkü amin de duadandır. 89(Allah) dedi: "Gerçekten ikinizin duası kabul olundu. Siz de doğru olun ve bilmeyenlerin yoluna sakın uymayın". "Siz doğru olun": Bunda da dört görüş vardır: Birincisi: Elçilikte ve ikinize emrettiğim şeylerde doğru olun. Bunu Ebû Salih, İbn Abbâs’tan demiştir. İkincisi: Fir’avn ve kavmini Allah’a itâate çağırmada doğru olun, bunu da İbn Cerir, demiştir. Üçüncüsü: Fir’avn ve kavmine bedduada doğru olun. Dördüncüsü: Dinimde doğru olun. Bu ikisini Ebû Süleyman Dımeşki zikretmiştir. "Vela tettebiânni": Çoğunluk "tettebiânni"nin te’sini şedde ile okumuştur. İbn Âmir de "tettebiânni"nin nun’unu şeddelemede onlara katılmakla beraber şeddesiz okumuştur. Ancak şeddeli nun yasağı tekit için gelmiştir. Kendisi sakin ve kendisinden önceki harf de sakin olduğu için meksur kılınmıştır. Ona kesrenin tercih edilmesi de elifden sonra olmasından; tesniye nununa benzemesindendir. Ebû Ali de şöyle demiştir: Kim nunu meksur okursa, nun-ı sakileyi şeddesiz yapması mümkündür. İstersen haber tarzında olmakla beraber emir manasında olur; "yeterebbasne bienfüsihenne” (Bakara: 228, 234); "lâ tudârra validetün” (Bakara: 233) âyetlerinde olduğu gibi. İstersen onu: "Festekima” kavlinden hal yaparsın, takdiri de şöyledir: İstekime gayra müttebiîne. "Bilmeyenler"den kimlerin murat edildiğine dair iki görüş vardır: Birincisi: Onlar Fir’avn ile kavmidir. Bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan demiştir. İkincisi: Acele ile azap isteyenlerdir. Bunu da Ebû Süleyman Dımeşki zikretmiştir. Eğer: "Mûsa’nın, kavmine beddua etmesi nasıl câiz olur?” denilirse. Cevap şöyledir: Bazı Âlimler şöyle demişlerdir: Bu vahiy ile idi, bu da doğru bir görüştür. Çünkü bir peygamberin aziz ve celil olan Allah’tan izin almadan böyle bir şeye girişmesi düşünülemez. Zira onun duası onlardan intikam almaya sebeptir. 90İsrâil oğullarını denizden geçirdik; Fir’avn ve askerleri zulmetmek ve saldırmak için arkalarına düştü. Nihayet ona boğulma yetişince: "İman ettim, gerçekten İsrâil oğullarının iman ettiğinden başka İlâh yoktur ve ben Müslümanlardanım” dedi. "Feetbeahüm firavnu ve cunuduh": Ebû Ubeyde şöyle demiştir: Etbeahüm ile tebiahüm aynıdır, İbn Kuteybe de: Etbeahüm: Onlara yetişti, demiştir. "Bağyen ve adva": Zulmetmek için. Hasen, şedde ile "fettebeahüm” okumuştur. "Uduvven"i de aynın zammesi ile şeddeli okumuşlardır. "Hatta iza edrekehül ğaraku": İbn Kesir, Nâfi, Âsım, Ebû Amr ve İbn Âmir, hemzenin fethi ile "ennehu” okumuşlardır. Mana da: Amentü biennehu, demektir. Cer harfi atılınca fiil "enne"ye bitişmiş ve onu nasb etmiştir. Hamze ile Kisâi de hemzenin kesri ile "innehu” okumuşlardır. Orada kavi maddesini gizlemişlerdir, sanki Fir’avn şöyle demiştir: Amentü, fekultu: İnnehu. İbn Abbâs da: Allah, Fir’avn’in azabı gördüğü zaman iman etmesini kabul etmemiştir. İbn Enbari şöyle demiştir: Fir’avn boğulacağı zaman ölüm geldiği ve melekleri de gördüğü için Tevbe etmeye yeltenince, kendisine: 91"Şimdi mi (iman ediyorsun?) Hâlbuki önceden isyan etmiş ve bozgunculardan olmuştun!" "Şimdi mi?” denildi. Yani şimdi mi Tevbe ediyorsun, hâlbuki Tevbeyi vaktinde kaçırdın ve aziz ve celil olan Allah’tan başkasına dua etmekle bozgunculardan oldun. Bu hitabı eden Cebrâil idi. Hadiste şöyle gelmiştir: Cebrâil, iman eder endişesiyle Fir’avn’in ağzına çamur tıkadı. Dahhâk b. Kays de şöyle demiştir: Allah’ı bollukta zikredin ki, O da sizi darlıkta zikretsin. Zira Yûnus aleyhisselam iyi kul idi, Allah’ı zikrederdi. Balığın karnına düşünce Allah’tan kurtuluş istedi, Allah da: "Eğer tespih edenlerden olmasa idi balığın karnında kıyamete kadar kalırdı” (Saffat: 143) buyurdu. Fir’avn ise azgın bir kul idi, Allah’ın zikrini unutmuş idi, suya boğulacağı zaman: İman ettim, dedi; Allah da: "Şimdi mi, hâlbuki daha önce isyan etmiştin!” dedi. "Felyevme nüneccike": Ya’kûb şeddesiz olarak "nüncike” okumuştur. Dilciler, içlerinde Yûnus ve Ebû Ubeyde olmak üzere şöyle demişlerdir: Seni yüksek bir yere atacağız ki, suya boğulduğunu cümle âlem görsün. İbn Semeyfa da, ha harfi ile "nünahhike” okumuştur. Suya boğulduktan sonra denizden çıkarılma sebebinde de üç görüş vardır: Birincisi: Mûsa ile ashabı denizden çıkınca, Fir’avn kavminden şehirlerde kalanlar: Fir’avn boğulmadı, ancak o ve arkadaşları denizin adalarında avlanıyorlar, dediler. Allahü teâlâ denize Fir’avn’i çıplak olarak dışarı atması için vahyetti; bu itibarla Fir’avn’in dışarı atılması ibret mahiyetinde idi. Allahü teâlâ denize: İçindekini dışarı at, dedi. O da onları sahile attı, daha önce hiçbir boğulanı dışarı atmazdı. Ondan sonra kıyamete kadar boğulanı kabul etmeyip dışan attı. Bunu da Dahhâk, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. İkincisi: Mûsa’nın ashabı: Biz Fir’avn’nin boğulmuş olmamasından korkuyoruz, onun öldüğünden emin değiliz, dediler. Mûsa da Rabbine dua etti, O da onu çıkardı; helak olduğunu yakînen gördüler. Bunu da Said b. Cübeyr, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Aynı görüşü Kays b. Ubad, Abdullah b. Şeddad, Süddi ve Mukâtil de benimsemişlerdir. Süddi de şöyle demiştir: İsrâil oğulları: Fir’avn boğulmadı deyince, Mûsa dua etti, Fir’avn de altı yüz yirmi b. zırhlı askeriyle denizden çıktı. İsrâil oğulları onu alıp işkence ettiler. Başkası da şöyle demiştir: O denizden yalnız çıkmıştır, yanında adamları yoktu. İbn Cüreyc de şöyle demiştir: Bazı İsrâil oğulları onun boğulduğuna inanmadılar, deniz onu kıyıya attı, İsrâil oğulları da onu kısa boylu, kırmızı bir öküz gibi gördüler. Ebû Süleyman da şöyle demiştir: İsrâil oğulları onu inci zırhından tanıdılar, hiç kimsenin öyle bir zırhı yoktu. Yüzüne gelince, Allahü teâlâ gazabından onu değiştirdi. Üçüncüsü: O ilâh olduğunu iddia ederdi, kavmi de ona tapardı. Allahü teâlâ onun durumunu açığa çıkardı; onu ve arkadaşlarını suda boğdu, sonra da onu aralarından çıkardı. Bunu da Zeccâc, demiştir. "Bibedenike": Bunda da dört görüş vardır: Birincisi: Ruhsuz cesedinle demektir. Bunu da Mücâhid, demiştir. Beden (ceset) denmesi ruhsuz olduğunu gösterir. İkincisi: Zırhınla, demektir, bunu da Ebû Sahr, demiştir. Onun inciden bir zırhı olduğunu az önce söylemiştik. Zırhının altından olduğu da söylenmiştir, zırhından tanınmıştır. Üçüncüsü: Seni çıplak olarak dışarı atacağız, bunu da Zeccâc, demiştir. Dördüncüsü: Seni tek başına atacağız. Bunu da İbn Kuteybe, demiştir. 92Arkadakilere bir ibret olman için bugün cesedini kurtaracağız. Gerçekten insanlardan çoğu âyetlerimizden elbette gafillerdir. "Arkandakilere ibret olman için": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: Senden sonrakilerin senin gibi dememeleri için onlara ibretlik bir ceza olman için. Çünkü sen ilâh olsaydın, boğulmazdın. Bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs'tan demiştir. Ebû Ubeyde de: "Halfeke” senden sonra demektir, demiştir. Âyet de ibrettir. İkincisi: İsrâil oğullarına bir ibret olman için. Bunu da Süddi, demiştir. Üçüncüsü: Geride kalan kavmine ibret olması için, çünkü onlar, âyetin başında dediğimiz gibi, boğulduğunu kabul etmediler. Bu durumda âyetin manasında iki görüş ortaya çıkar: Birincisi: insanlara ibret için. İkincisi: Boğulduğuna işaret olmak için. Zeccâc şöyle demiştir: İbret olması, şöyledir, o ilâh olduğunu iddia ederdi, böylece durumu ortaya çıktı. Boğulan arkadaşlarının arasından kendisi çıkarıldı. İbn Semeyfa, Ebû'l - Mütevekkil ve Ebû’l- Cevza, kafile "limen halekake” (seni Yaratan’a) okumuşlardır. 93Yemin olsun, İsrâil oğullarını doğru bir yere yerleştirdik ve onlara temiz şeylerden rızık verdik. Kendilerine ilim gelinceye kadar ayrılığa düşmediler. Şüphesiz Rabbin ihtilaf ettikleri şeyde onların aralarında kıyamet gününde hüküm verecektir. "İsrâil oğullarını yerleştirdik": Yani onları doğru bir yere, kıymetli bir yere indirdik. İsrâil oğullarından kimlerin kastedildiği hususunda iki görüş vardır: Birincisi: Mûsa’nın ashabıdır. İkincisi: Kurayza ve Nadiyr oğullarıdır. İndirildikleri yer hakkında da beş görüş vardır: Birincisi: O Ürdün ile Filistin’dir, bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan, demiştir. İkincisi: Şam ile Beytülmukaddes’tir, bunu da Dahhâk ile Katâde, demişlerdir. Üçüncüsü: Mısır’dır, yine bu da Dahhâk’tan rivayet edilmiştir. Dördüncüsü: Beytülmukaddes’tir, bunu da Mukâtil, demiştir. Beşincisi: Yesrib toprağından Medine ile Şam arasıdır. Bunu da Ali b. Ahmed Nisaburi zikretmiştir. "Temiz şeylerden": Bundan maksat da kendilerine helâl edilen hoş şeylerdir. "İhtilaf etmediler": Yani İsrâil oğulları. İbn Abbâs: Muhammed’de ihtilaf etmediler, onu hep tasdik ettiler, demiştir. "Onlara ilim gelinceye kadar": Yani Kur’ân. Ondan şöyle dediği de rivayet edilmiştir: Onlar ilim, yani Muhammed gelinceye kadar. Buna göre burada ilim, bilinen şeyden ibaret olur. Bunun açıklaması da şöyledir: Onlara gelince, onu tasdikte ihtilaf ettiler; çokları kin ve ihtiraslarından onu inkâr ettiler, hâlbuki ortaya çıkmadan önce onu tasdik etmede birlik idiler. 94Eğer sana indirdiğimiz o şeyden şüphe içinde isen, senden önce kitap okuyanlara sor. Yemin olsun ki, Rabbinden sana hak gelmiştir. Sakın şüphecilerden olma! 95Sakın Allah’ın âyetlerini yalanlayanlardan olma; sonra ziyan edenlerden olursun. "Eğer şüphe içinde isen": Âyetin tevilinde (yorumunda) üç görüş vardır: Birincisi: Hitap Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’edir, ama maksat şüphe eden başkalarıdır. Delil de sûrenin sonundaki: "Eğer dinimden şüphe içinde iseniz” (Yûnus: 105) âyetidir. "Ey O Peygamber, Allah’tan kork, kâfirlere ve münafıklara uyma. Şüphesiz Allah bilendir, hikmet sahibidir” (Ahzab: 2) âyeti de böyledir. Sonra Allahü teâlâ: "Yaptıklarınızı bilir” (Ahzab: 3) demiş; yaptığını dememiştir. Bu da çoğunluğun görüşüdüı. İkincisi: Hitap Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’edir, kastedilen de odur. Sonra manada da iki görüş vardır: Birincisi: Onun içinde şüphe olmasa da böyle denilmiştir, çünkü Arap dilinde şu çok yaygındır: Bir adam, çocuğuna: Eğer benim oğlum isen, bana itâat et; kölesine de: Eğer benim kölem isen, sözümü dinle, der. Bu da Ferrâ’’nın tercihidir. İbn Abbâs da şöyle demiştir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’de şüphe de yoktu, sormadı da. İkincisi: "İn"in "ma” manasına olmasıdır ki, bu durumda Mana şöyledir: Sen şüphe içinde değilsin. "Sor": Mana şöyledir: Biz sana şüphe içinde olduğun için sor, demiyoruz, ancak basiretin artsın diye emrediyoruz. Bunu da Zeccâc, demiştir. Üçüncüsü: Hitap müşrikleredir, Mana da şöyledir: Ey o insan, eğer Muhammed’in diline indirdiğimiz şeyden şüphe içinde isen, başkalarına sor. Bu da İbn Kuteybe’den rivayet edilmiştir. Ona indirilen şey hususunda da iki görüş vardır: Birincisi: Ona Allah’ın Resul’ü olduğu indirilmiştir. İkincisi: Onun Tevrat ve İncil’de yazılı olmasıdır. "Senden önce kitap okuyanlara sor": Onlar da Yahudilerle Hıristiyanlardır. Sorması emredilen kimseler hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: Abdullah b. Selam gibi iman edenlerdir. Bunu da İbn Abbâs, Mücâhid ve diğerleri demişlerdir. İkincisi: Onlardan doğru olanlardır, bunu da Dahhâk, demiştir. Bu da birinci görüşe göredir, çünkü ancak iman eden doğru olur. "Yemin olsun ki, sana Rabbinden hak gelmiştir": Bu, yeni söz başıdır. 96Şüphesiz kendilerine Rabbinin sözü hak olanlar iman etmezler, 97Acıklı azabı görünceye kadar, ister ki, kendilerine bütün âyetler gelsin. "Şüphesiz hak oldu": Yani vacip oldu, "kendilerine Rabbinin kelimesi (sözü)": Söz onlara ne ile hak oldu (onu ne ile hak ettiler)?: Bunda da dört görüş vardır: Birincisi: Lanetle. İkincisi: Azabın inmesiyle. Üçüncüsü: Gazapla. Dördüncüsü: Hınç ile. "Velev caethüm küllü âyetin": Ahfeş şöyle demiştir: "Küllü"nün fi'li neden müennes oldu? Çünkü o, âyet lâfzına izafe edilmiştir, o da müennestir de ondan. 98(Azabımız geldiği zaman) iman etmiş ve bu imam kendisine fayda vermiş bir tek kent olsaydı ya! Ancak Yûnus kavmi bundan müstesna. Onlar iman edince dünya hayatında onlardan rüsvalık azabını kaldırdık ve onları bir süreye kadar faydalandırdık. "Bir kent iman etseydi ya": Yani kent halkı demektir. "Levla” edatı hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: Mana şöyledir: Bir kent iman etmedi, "imanı ona fayda versin": Yani ondan kabul olunsun (böyle bir kent olmadı), "ancak Yûnus kavmi hariç". Bunu da İbn Abbâs, demiştir. Katâde de şöyle demiştir: Bu ümmet, azap indiği zamanda iman etmiş değildi, ancak Yûnus kavmi müstesna. İkincisi: O (levla) hella manasınadır, bunu da Ebû Ubeyde ile İbn Kuteybe, demişlerdir. Zeccâc da, mana şöyledir, demiştir: Bir kent böyle bir vakitte iman etseydi de imanından yararlansaydı, böyle bir şey olmamıştır, ancak Yûnus kavmi bundan müstesnadır. Burada "illâ” ilk geçenden istisna değildir, sanki: Lâkin kavmu Yûnus, demiş gibidir. Ferrâ’ da şöyle demiştir: Kavm kelimesi istisna-i munkatı olarak nesbedilmiştir. Baksanıza, olumsuz cümlede "illâ"dan sonraki "ma” makabline tabi olur. Meselâ: Makame ahadün illâ ahuke dersin. Eğer: Mafiha ahadün illâ kelben ev himaren dersen, mensûb okursun. Çünkü cinsle ilişkisi yoktur. Yûnus kavmi de böyledir, onların da kendilerinden önceki ümmetlerle ilişkisi yoktur (onlar helak edildiler). Eğer istisna onlardan bir grup üzerine olsaydı merfu olurdu. İbn Enbari de "illâ” üzerinde başka iki görüş daha ileri sürmüştür: Birincisi: O, vav manasınadır, Mana da şöyledir: Yûnus kavmi iman edince, onlara şöyle şöyle yaptık. Bu da Ebû Ubeyde’den rivayet edilmiştir. Ferrâ’ ise bunu kabul etmemiştir. İkincisi: istisna, bundan önceki Âyettendir, takdiri de şöyledir: Hatta yeravul azabel elime illâ kavme Yûnus. Buna göre istisha, muttasıldır, munkatı değildir. "Onlardan kaldırdık": Yani onlardan çevirip def ettik. "Rüsvalık azabını": Yani horluk ve aşağılık azabını. "Onları bir süreye kadar yararlandırdık": Yani ecelleri gelinceye kadar. Kıssalarına İşaret Siyer ve tefsir Âlimleri şöyle demişlerdir: Yûnus Kavmi Musul toprağından Ninova şehrinde yaşardı. Allahü teâlâ onlara Yûnus’u peygamber gönderdi, onları Allah’a davet etmek ve onlara puta tapmayı bıraktırmak üzere gönderdi. Onlarsa bunu kabul etmediler. Allah da onlara üç gün sonra sabahleyin azap geleceğini haber verdi. Azap onları sardı. İbn Abbâs ile Enes: Azap onlara ancak bir milin üçte ikisi kadar kaldı, demişlerdir. Mukâtil de: Bir mil kadar kaldı, demiştir. Ebû Salih, İbn Abbâs’tan: Azabın sıcaklığını omuzlarında (enselerinde) hissettiler, demiştir. Said b. Cübeyr de şöyle demiştir: Azap onları kabrin üzerindeki gölgelik gibi sardı. Bazıları da şöyle demişlerdir: Hava bulutlandı, içinden siyah bir bulut çıkıp şehirlerini sardı. Duvarlar karardı. Helak olacaklarını iyice anlayınca, çullar giydiler, başlarına küller savurdular. Anneyle çocuğunu, hayvanla yavrusunu ayırdılar. Gerçek Tevbe ederek yüksek sesle Allah’a yakardılar. Yûnus’un getirdiği şeylere iman ettik, dediler. Allah da dualarını kabul etti. İbn Mes’ûd da şöyle demiştir: Tevbeleri o raddeye vardı ki, en ufak şeyleri dahi birbirleriyle helalleştiler, öyle ki, adam, üzerine evinin temelini atüğı taşı bile söküp eski yerine koydu. Ebû’l - Celd de şöyle demiştir: Azap onları sarınca, Âlimlerinden kalan yaşlı birine gittiler: "Halimiz ne olacak?” dediler. O da şöyle: "Ya hayyu, hine lâ hay, ya hayyu muhyil mevta, ya hayyu lâilâhe illâ ente (ey diri yokken diri olan, ey ölüleri dirilten diri, ey kendisinden başka ilâh olmayan diri) demelerini söyledi, onlar da deyince azap kaldırıldı. Mukâtil de şöyle demiştir: Kırk gece Allah’a yakardılar, bunun üzerine onlardan azap kaldınldı. Tevbeleri aşureye rastlayan Cuma günü kabul olundu. Diyor ki: O sırada Yûnus aralarından çıkmıştı, kendisine: Onlara dön, denildi. O da: "Nasıl döneyim, beni yalancı sayarlar?” dedi. O zaman yalan söyleyeni öldürürlerdi. O da öfke ile dönünce onu balık yuttu. Ebû Salih de İbn Abbâs’tan şöyle nakletmiştir: Allah İsrâil oğullarının Şa’ya denen peygamberine vahyetti, ona: Filanca krala git, ona İsrâil oğullarına güçlü ve güvenilir bir peygamber göndermesini söyle, denildi. Onun memleketinde beş peygamber vardı. Kral, Yûnus’a: Onlara sen git, dedi. O da: Benden başkasını gönder, dedi. O da gitmesi için diretti. Bunun üzerine Yûnus, Rum denizine geldi, bir gemiye bindi. Onu balık yuttu. Balığın karnından çıkınca kavmine gitmesi emredildi, o da onları uyarmak üzere gitti. Onlar da kabul etmediler, o da onları azap ile tehdit etti ve çıktı. Onlar Tevbe edince azapları kaldırıldı. Birinci görüş ulemaca daha sağlamdır. Onu balığın yutması onları uyarmasından ve Tevbelerinden sonra idi. Onu balığın yutması hadisesi inşallah yerinde, Saffat: 143’te gelecektir. Eğer: "Yûnus kavmine gelen azap nasıl kaldırıldı, hâlbuki Fir’avn iman ettiği zaman kaldırılmadı?” denilirse. Buna üç türlü cevap verilir: Birincisi: Bu, onlara has bir durumdur, nitekim bunu âyetin başında zikretmiştik. İkincisi: Fir’avn’de azap başlamıştı, bunlarda ise başlamamıştı. Onlar; ölmekten korkan ve şifa da uman hasta gibiydiler. Ama azabı gözüyle görene Tevbe yoktur. Bunu da Zeccâc zikretmiştir. Üçüncüsü: Allahü teâlâ onların niyetlerinin iyi olduğunu bildi, daha önce helak olanlar ise değillerdi. Bunu da İbn Enbari zikretmiştir. 99Eğer Rabbin dileseydi yeryüzündekilerin hepsi iman ederlerdi. Mü’min olmaları için insanları sen mi zorlayacaksın? "Eğer Rabbin dileseydi yeryüzündekilerin hepsi iman ederlerdi": İbn Abbâs şöyle demiştir: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bütün insanların iman etmelerini candan istiyordu. Allahü teâlâ da ona ancak ezelde bahtiyar olacakları yazılanlar iman eder, dedi. Ahfeş şöyle demiştir: Hem "cemian” hem de "küll” demesi, tekit içindir, meselâ şu âyette olduğu gibi: "Latettehizu İlâheynisneyni” (Nahl: 51). "İnsanları imana sen mi zorlayacaksın?": Müfessirlerden içlerinde Mukâtil’in de bulunduğu bir grup: Bunun kılıç âyetiyle mensuh olduğunu söylemiştir. Doğrusu, bunun mensuh olmadığıdır. Çünkü imana zorlama geçerli değildir, zira o, kalp işidir. 100Allah izin vermedikçe hiçbir nefis iman edemez. (Allah) aklını çalıştırmayanların üzerine pislik atar. "Allah izin vermedikçe hiçbir nefis iman edemez": Bunda da altı görüş vardır: Birincisi: İman Allah’ın kaza ve kaderiyledir. İkincisi: Allah’ın emriyledir. Bu iki görüş İbn Abbâs’tan rivayet edilmiştir. Üçüncüsü: Allah’ın dilemesiyledir, bunu da Atâ’, demiştir. Dördüncüsü: Allah’ın buna izin vermesiyledir. Bunu da Mukâtil, demiştir. Beşincisi: Allah’ın ilmiyledir. Altıncısı: Allah’ın muvaffak kılmasıyladır. Son ikisini Zeccâc ile İbn Enbari, demişlerdir. "Pisliği atar": Yani Allah atar. Ebû Bekir, Âsım’dan nun ile "ve nec’alurricse” rivayet etmiştir. Bunda da beş görüş vardır: Birincisi: O, öfkedir, bunu da İbn Ebi Talha, İbn Abbâs'tan rivayet etmiştir. İkincisi: Günah ve düşmanlıktır, bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan, demiştir. Üçüncüsü: O, içinde hayır olmayan şeydir, bunu da Mücâhid, demiştir. Dördüncüsü: Azaptır, bunu da Hasen, Ebû Ubeyde ve Zeccâc, demişlerdir. Beşincisi: Azap ve gazaptır, bunu da Ferrâ’, demiştir. "Akıllarını çalıştırmayanların üzerine": Yani Allah’ın emir ve yasağını anlamayanların üzerine atar. Delil ve kanıtlarını anlamayanların üzerine atar, diyenler de olmuştur. 101De ki: "Göklerde ve yerde ne var, bakın". Âyetler ve uyarılar iman etmeyen bir topluluğa fayda vermez. "De ki: Göklerde ve yerde ne var, bakın": Müfessirler şöyle demişlerdir: Senden Allah’ın birliğine deliller isteyen müşriklere, göklerde ve yerde O’nun birliğini ve kudretinin büyüklüğünü gösteren âyet ve ibretlere düşünce ve tefekkürle bakın de; meselâ güneş ay, yıldızlar, dağlar ve ağaçlar gibi. Bütün bunları idare eden bir Yaratıcı’nın olmasını gerektirir (ustasız eser olmaz). "Âyetler ve uyarılar iman etmeyen bir topluluğa fayda vermez": Bu, Allah’ın ilminde böyledir. 102Hep kendilerinden önce geçenlerin günleri gibisini mi bekliyorlar? De ki: Bekleyin, ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim. "Bekliyorlar mı?” İbn Abbâs: Yani Kureyş kâfirleri, demiştir. "Ancak kendilerinden öncekilerin günleri gibisini mi?": İbn Enbari: Kendilerinden önce geçenlerin olayları gibisini mi bekliyorlar, demiştir. Araplar şer ve savaşları günler diye kinayeli söylerler. Bazen de bilindiği takdirde sevinç ve neşe anlarını da böyle ifade ederler. "De ki: Bekleyin": Yani helakimi bekleyin. "Şüphesiz ben de bekleyenlerdenim": Size azabın inmesini. 103Sonra elçilerimizi ve iman edenleri böyle kurtarırız. Üzerimize bir hak olarak mü’minleri kurtarırız. "Sonra elçilerimizi ve iman edenleri böyle kurtarırız": İnen azaptan. Ne zaman bir kavim helak olmuşsa mutlaka peygamberleri ve ona inananlar kurtulmuşlardır. "Kezalike hakkan aleyna nüncil mü'minin": Ya’kûb , Hafs ve Kisâi hem kendi kıraatinde hem de Ebû Bekir’den rivâyetinde, şeddesiz olarak: Nüncil mü’minin” okumuşlardır. Sonra bu kurtarmada da iki görüş vardır: Birincisi: Onları yalanlayanlara inen azaptan kurtarırız. Bunu da Rebi’ b. Enes, demiştir. İkincisi: Onları ahirette ateşten kurtarırız. Bunu da Mukâtil, demiştir. 104De ki: Ey insanlar, eğer benim dinimden bir şüphe içinde iseniz, ben sizin Allah’tan başka ibadet ettiklerinize ibadet etmem. Ben ancak sizin canınızı alan Allah’a ibadet ederim. Ben mü’minlerden olmakla emrolundum. "De ki: Ey o insanlar": İbn Abbâs: Yani ey Mekke halkı, demiştir. "Eğer benim dinimden bir şüphe içinde iseniz": Yani İslâm’dan. "Ben Allah’tan başka ibadet ettiklerinize ibadet etmem": Yani putlara ibadet etmem. "Ben ancak O Allah’a ibadet ederim ki,": Sizi öldürmeye gücü yeter. İbn Cerir, âyetin manası şöyledir, demiştir: Benim dinimden kuşku duymanız size yaraşmaz, çünkü ben öldüren, fayda ve zarar veren Allah’a ibadet ediyorum. Bunu yapana ibadet etmek de yadsınmaz. Ancak sizin zarar ve fayda vermeyen putlara ibadet etmenizde şüphe edip onu reddetmeniz yaraşır. Eğer: Neden: “O ki, sizi öldürür” dedi de, "sizi yarattı, demedi?” denirse. Cevap şöyledir: Bu aynı zamanda tehdit içermektedir, zira onlar için belirlenen azap zamanı ölümdür. 105(Bana şu da emrolundu): "Yüzünü tevhid dinine döndür ve sakın müşriklerden olma"! "Yüzünü döndür diye": Yani bana: Yüzünü döndür diye de vahyolundu, demektir. Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Amelini ihlasla yap, demektir. İkincisi: Emrolunduğun şeye yüzünü çevirmekle doğru ol, demektir. Hanif’ten ne murat edildiği hususunda üç görüş vardır: Birincisi: O, kendisine uyulan kimsedir, bunu da Mücâhid, demiştir. İkincisi: İhlaslı kimsedir, bunu da Atâ’, demiştir. Üçüncüsü: Doğru kimsedir, bunu de el - Kurazi, demiştir. 106Allah’tan başka, sana fayda vermeyen, zarar da vermeyen şeylere dua etme. Eğer böyle bir şey yaparsan, şüphesiz sen o takdirde zâlimlerdensin. "Allah’tan başka sana fayda vermeyen şeylere ibadet etme": Yani ibadet ettiğin takdirde fayda vermeyen şeylere. "Sana zarar da vermeyene": Ona ibadet etmediğin takdirde. "Zalim” İse: Bir şeyi yerine koymayan (başka yere koyan, yersiz iş yapan) kimsedir. 107Eğer Allah sana bir zarar dokundurursa, O’ndan başka onu kaldıracak yoktur. Eğer sana bir hayır isterse, O’nun lütfunu reddecek kimse yoktur. Onu kullarından dilediğine isabet ettirir. O, çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir. "Eğer Allah sana bir zarar dokundurursa": Yani bir zorluk ve belâ ile. "Onu ancak kendisi açar": Müşriklerin taptıkları putlar değil. Eğer sana bolluk, nimet ve sağlıkla bir hayır dokundurursa, kimse onu durduramaz. "O şeyi dokundurur": Yani her türlü hayır ve şerri dokundurur, demektir. 108De ki: Ey insanlar, muhakkak size Rabbinizden bir hak geldi. Artık kim doğru yolu bulursa, ancak kendisi için bulmuş olur. Kim de saparsa, hemen ancak kendi aleyhine sapar. Ben sizin üzerinizde bir vekil değilim. "De ki: Ey insanlar, muhakkak size Rabbinizden bir hak geldi": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: O, Kur’ân’dır. İkincisi: O, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’dir. "Kim saparsa ancak kendi aleyhine sapar": Yani sapmasının vebalini ancak kendisi çeker. "Ben sizin üzerinizde bir vekil değilim": Yani sizi bâtıll inanıştan çekip çevirecek bir vekil değilim. Mana şöyledir: Ben eşyayı helak olmaktan koruyan vekil gibi sizi helak olmaktan koruyan bekçi değilim. İbn Abbâs şöyle demiştir: Bu, savaş âyetiyle neshedilmiştir, arkasından gelen şu âyet de öyledir: 109Sana vahyolunana tabi ol. Allah hüküm verinceye kadar sabret. O, hüküm verenlerin en hayırlısıdır. "Allah hüküm verinceye kadar sabret". Çünkü Allahü teâlâ kâfirlerin öldürülmesine ve ehl-i kitabın cizye vermesine hükmetmiştir. Doğrusu: Burada nesih yoktur. Birinci ayete gelince, onun üzerinde benzeri olan En’am: 107’de, ikinci ayete de gelince, onun üzerinde de benzeri olan "Allah emrini getirinceye kadar onları affedip bağışlayın” (Bakara: 109) âyetinde konuşmuş bulunuyoruz. |
﴾ 0 ﴿