13-RA'D SÛRESİ

43 ayettir.

İniş sebebi

İnişinde iki görüş halinde ihtilaf etmişlerdir:

Birincisi: O, Mekki’dir, bunu da Ali b. Ebi Talha, İbn Abbâs tan rivayet etmiş; Hasen, Said b. Cübeyr, Atâ’ ve Katâde böyle demişlerdir. Ebû Salih, İbn Abbâs’tan, onun Mekki olduğunu söylediğini rivayet etmiştir, ancak şu iki âyet hariç:

"Vela yezalüllezine keferu tusibühüm bima sanau kariatün...” (Ra’d: 31);

"ve yekulüllezine kefem leşte mürsela” (Ra’d: 43).

İkincisi: Medeni’dir, bunu da Atâ’ el - Horasani, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Cabir b. Zeyd de böyle demiştir. İbn Abbâs’tan, onun Medeni olduğu, ancak iki âyetinin Mekki olduğu rivayet edilmiştir; onlar da şu ikisidir:

"Velev enne Kur’ânen süyyiret bihil cibalu...” (Rad: 31);

"hüvellezi yürikümül berka... lehu davetül hak” (Ra’d: 14).

Bismillahirrahmanirrahim

1

Elif. Lâm. Mîm. Ra. Bunlar kitabın âyetleridir. Rabbinden sana indirilen gerçektir. Ancak insanların çoğu iman etmezler.

"Elif. Lâm. Mîm. Ra": Bakara suresinde bu harflerin manaları hakkında bir miktar söz etmiş bulunuyoruz. İbn Abbâs’tan özellikle bu harflerin manaları hakkında üç görüş rivayet edilmiştir:

Birincisi: Manası şöyledir: Ben bilen ve gören Allah’ım. Bunu Ebudduha ondan rivayet etmiştir.

İkincisi: Ben gören Allah’ım. Bunu da ondan Said b. Cübeyr rivayet etmiştir.

İkincisi: Ben mülk sahibi ve Rahman olan Allah'ım. Bunu da ondan Atâ’ rivayet etmiştir.

"Tilke ayatül kitab":

"Tilke” hakkında iki görüş ve "kitap” hakkında da iki görüş vardır ki, onlar da Yûnus suresinin başında geçmiştir.

"Rabbinden sana indirilen o şey haktır": Yani Kur’ân ve diğer vahiyler haktır, demektir.

"Ancak insanların çoğu iman etmezler":

İbn Abbâs: Mekke halkı, demiştir.

Zeccâc da şöyle demiştir: Onların iman etmeyeceklerini söyleyince, Yaratan’ı tasdik etmeyi gerektiren delili tarif edip şöyle dedi:

"Allah O’dur ki, gökleri direksiz yarattı” (Allahüllezi refaasemavati biğayri amedin terevneha):

Ebû Ubeyde şöyle demiştir: Amed, harfleri fetha ile harekelidir, bazıları da zamme ile harekelidir, demiştir. Çünkü o, amud’un çoğuludur, kıyas da böyledir. Zira dört harfli bir kelimenin üçüncüsü elif yahut ye veyahut vav olursa, bütün harfleri mazmum olarak cemi yapılır. Meselâ, resul gibi ki, çoğulu: Rüsüldür, himar gibi ki, çoğulu: Humurdur. Ancak bazı isimler vardır ki, onların çoğullarını hareke ve fetha ile kullanmışlardır; meselâ; amud, edim ve ihab gibi ki: Edem ve üheb, demişlerdir.

"Amed"in manası: Sütunlar, destekler ve payandalar, demektir. Ebû Hayve ise aynın ve mimin zammesi ile:

"Biğayri umudin” okumuştur.

2

Allah O’dur ki, gökleri gördüğünüz gibi direksiz yarattı. Sonra da Arş’e hükümran oldu. Güneşi ve ayı boyun eğdirdi. Her biri bir süreye kadar akar. İşi idare eder, âyetleri açıklar. Belki Rabbinize kavuşacağınıza kesin inanırsınız.

"Onları görüyorsunuz":

Bunun üzerinde de iki görüş vardır:

Birincisi: Ha zamiri, göklere râcîdir,

Mana da şöyledir: Onları direksiz görüyorsunuz. Bunu Ebû Salih, İbn Abbâs'tan rivayet etmiş; Hasen, Katâde ve cumhûr da böyle demişlerdir.

İbn Enbari de şöyle demiştir:

"Terevneha": Yeni bir haberdir,

Mana da şöyledir: Gökleri onları tutan bir dayanak olmadan yükseltti. Sonra da şöyle dedi:

"Onları görüyorsunuz": Yani bu müşahede ettiğiniz büyük olay, sizi delil getirme külfetinden kurtarır.

İkincisi: O, amed’e râcîdir,

Mana da şöyledir: Onları görmediğiniz direklerle yükseltti. Bunu Atâ’ ile Dahhâk, İbn Abbâs’tan rivayet etmişlerdir. Ve şöyle demiştir: Onların Kaf dağının üzerinde direkleri vardır, ancak sizler o direkleri göremezsiniz. Mücâhid ile İkrime de bu görüşe katılmışlardır. Birincisi daha doğrudur.

"Güneşi ve ayı boyun eğdirdi": Yani o ikisini onlardan murat edilen yaratılış gayesine baş eğdirdi, demektir.

"Her biri belli bir süreye kadar akar": Yani belli bir vakte kadar ki, o da dünyanın yok olmasıdır.

"İşi idare eder": Yani onu hikmeti ile evirip çevirir.

"Âyetleri açıklar": Yani öldükten sonra diriltmeye gücü yettiğini gösteren âyetleri gözler önüne serer ki, buna kesin olarak inanasınız. Ebû Rezin, Katâde ve Nehaî, ikisinde de nun ile: "Nüdebbirül emre ve nüfassilül ayati” okumuşlardır.

3

O ki, yeri döşedi, onda sabit dağlar ve ırmaklar koydu. Orada meyvelerin hepsinden ikişer çift yarattı. Geceyi gündüze bürür. Şüphesiz bunda düşünen bir topluluk için deliller vardır.

"O ki, yeri döşedi":

İbn Abbâs: Suyun üzerine serdi, demiştir.

"Onda sabit dağlar koydu":

Zeccâc: Sabit ve yüce dağlar, demiştir. Reseşşey ü yersu rüsüvven denir ki: Sabit ve sağlam olmaktır.

"Ve ceale fiha zevceynisneyni (onları ikişer çift kıldı)": Yani ikişer nevi yarattı. Zevç: Kendi cinsinden eşi olan tek şeydir.

Müfessirler: Çift; şirin ve ekşi, tatlı ve tuzlu, beyaz ve siyah gibidir, demişlerdir.

"Geceyi gündüze bürür": Bunu da A’raf: 54’te şerh etmiş bulunuyoruz.

4

Yerde komşu kıtalar, üzüm bağları, ekinler, çatallı ve çatalsız hurmalıklar vardır ki, hepsi bir su ile sulanır. Meyvelerinde bazısını bazısına üstün kılıyoruz. Şüphesiz bunda aklını çalıştıran bir topluluk için elbette deliller vardır.

"Yerde komşu kıtalar vardır": Bunda iki görüş belirtilmiştir:

Birincisi: O; çorak yer ile bitek yerdir. Bu, ot bitirdiği halde, hemen yanı başındaki ot bitirmez. Bu da İbn Abbâs, Ebû’l - Âliyye, Mücâhid ve Dahhâk’in görüşleridir.

İkincisi: O, komşu köylerdir; bunu da Katâde ile İbn Kuteybe, demişlerdir. Bu da birinci manaya yakındır.

"Ve zer'un ve nahilün": İbn Kesir, Ebû Amr ve Hafs da Âsım’dan rivayetle, "ve zer’un ve nahilün sınvanun ve ğayrü sınvanın", hepsini ref ile okumuşlardır. Nâfi, İbn Âmir, Hamze, Kisâi, Ebû Bekir de Âsım’dan rivayet ederek, "ve zer’in ve nahilin sınvanin ve gayri sınanin” şeklinde kesr ile okumuşlardır.

Ebû Ali şöyle yorumlamıştır: Kim ref ile okursa,

Mana şöyledir: Yerde komşu kıtalar, bahçeler vardır ve yerde ekinler vardır. Kim de kesr ile okursa, onu a’nab’a atfeder,

Mana da şöyle olur: Yerde üzüm bağları, ekinler ve hurmalıklar vardır.

"Çatallı ve çatalsız (sınvanun ve ğayru sınvanin)Bu, hurma ağacının sıfatıdır.

Zeccâc şöyle demiştir: Sıvan: Sınv ve sunv’ün çoğuludur. Manası da tek kök üzerinde iki, üç ve dört ağaç olmaktır.

Müfessirler şöyle demişlerdir: Sınvan: Kökü bir toplu ağaçtır; ğayru sınvan da: Ayrı ağaçlardır.

Ferrâ’ şöyle demiştir: Hicazlılar, sad’ın kesri ile "sınvanin” derler. Temim ile Kaysliler de sad’ı zamme ile telaffuz ederler.

"Tüska bimain vahid": İbn Kesir, Nâfi ve Ebû Amr, te ile

"tüska” ve nun ile, "nüfaddilu” okumuşlardır. Hamze ile Kisâi de, yine te ile tüska okumuşlar, ancak o ikisi, kafi imale etmişlerdir. Hasen de ye ile "ve yufaddılu” okumuştur. Âsım ile İbn Âmir, ye ile

"yuslca", ve nun ile "nufaddılu” okumuşlar; hepsi de dadı kesrelemişlerdir. Halebi de Abdülvaris’ten

"yufaddalu"yu yenin zammesi ve dadın fethası ile

"baduha"yı da dadın ref'i ile okuduğunu rivayet etmiştir.

Ferrâ’ şöyle yorumlamıştır: Kim te ile:

"Tüska” okursa, zer’, cennat ve nahifi müennes kabul etmiş, kim de kesre ile okursa nebt (bitki) manasını dikkate almıştır. Bütün bunlar bir su ile sulanır, yemişleri ise ekşi ve tatlı olmak üzere farklıdır; bunda da ibret vardır.

Müfessirler şöyle demişler: Bir su: Yağmur suyudur, ükül ise: Meyvedir; bazısı bazısından büyüktür, bazısı bazısından üstündür, bazısı ekşi, bazısı tatlı... dır. Bunda da tabiatçıların görüşlerinin bâtıll olduğuna delil vardır. Çünkü eğer meyve toprağın, havanın ve suyun tabiatına göre olsa idi, sebep bir olduğu için sonucun da bir olması gerekirdi. Farklı olunca, kudret sahibi bir idarecinin varlığına delalet eder.

"Şüphesiz bunda akıllarını çalıştıran bir topluluk için deliller vardır": O da buna gücü yetmeyene ibadet etmenin câiz olmayacağıdır.

5

Eğer şaşıyorsan, şaşılacak şey, onların:

"Toprak olduğumuz zaman mı, gerçekten biz mi yeniden yaratılacağız?” sözleridir. İşte onlar Rablerini inkâr edenlerdir. İşte onların boyunlarında demirden halkalar vardır. İşte onlar ateşin yaranıdır. Onlar orada ebedi kalıcılar.

"Eğer şaşıyorsan": Yani onların yalanlamalarından ve aziz ve celil olan Allah’ın eşyayı yaratmadaki tesirli kudretini gördükten sonra fayda ve zarar vermeyen şeylere ibadetlerinden şaşıyorsan, onların öldükten sonra dirilmeyi inkâr etmeleri, asıl şaşılacak şeydir. Mana şöyledir diyenler de olmuştur: Eğer bitişik toprak parçalarından ve Rabbinin bunlardaki kudretinden vakıf olduğun şeylere şaşıyorsan, onların öldükten sonra dirilmeyi inkâr etmeleri de şaşılacak şeydir. Çünkü göklerin ve yerin yaratılması ile öldükten sonra dirilmenin Allah’ın kudreti için daha kolay olduğu meydana çıkmıştır.

"Eiza künna türaben": İbn Kesir ile Ebû Amr

"Ayiza künna türaben âyinna” şeklinde hepsini istifhamla okumuşlardır. Ancak Ebû Amr hemzeyi med eder, sonra da sakin bir ye getirir. İbn Kesir ise metsiz hemzeden sonra sakin bir ye getirir. Nâfi de, Ebû Amr gibi

"Ayza” okumuş, med hususunda ondan ayrılmış ve haber tarzında (istifhamsız) olarak kesre ile

"inna lefî halkın” okumuştur. Âsım ile Hamze de ikisinde de iki hemze ile

"eiza künna", "einna” okumuşlardır. İbn Âmir de meksur hemze ile istifhamsız olarak

"iza künna türaben” okumuştur. Hemze, sonra med, sonra yine hemze ile (ayınla) "’âinna” vezninde, hemze ile "âinna” okumuştur. Yine İbn Âmir’den de iki hemze ile aralarında elif olmaksızın

"eiza” okuduğu rivayet edilmiştir.

Ağlal: Ğull’un çoğuludur, onda da iki görüş vardır:

Birincisi: Onlar kıyamet günündeki demir halkalardır. Bunu da çoğunluk demiştir.

İkincisi: Onlar demir halkalar gibi boyunlara geçen amellerdir, bunu da Zeccâc, demiştir.

6

Senden kötülüğü iyilikten önce istiyorlar. Hâlbuki kendilerinden önce ibretli cezalar geçmiştir. Şüphesiz Rabbin zulümlerine karşılık insanlar için mağfiret sahibidir. Şüphesiz Rabbin gerçekten cezası çetin olandır.

"Senden kötülüğü iyilikten önce isterler": Kimler hakkında indiğinde üç görüş halinde ihtilaf etmişlerdir:

Birincisi: O, Mekke kâfirleri hakkında inmiştir; Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’den alay ederek azap getirmesini istediler. Bunu da İbn Abbâs, demiştir.

İkincisi: Arap müşrikleri hakkında inmiştir, bunu da Katâde, demiştir.

Üçüncüsü: Nadir b. Haris:

"Allah’ım, eğer bu, senin katından bir hak ise” dediği zaman inmiştir. Bunu da Mukâtil, demiştir.

Kötülük ve iyilik hakkında da iki görüş vardır:

Birincisi: Afiyetten önce azap isterler. Bunu da İbn Abbâs ile Mukâtil, demişlerdir.

İkincisi: Hayırdan önce şer isterler, bunu da Katâde, demiştir.

"Mesulat": Cumhûr mimin fethi okumuştur; Osman, Ebû Rezin, Ebû Miclez, Said b. Cübeyr, Katâde, Hasen ve İbn Ebi Able, mimin zammı ile (müsülat) okumuşlardır.

Sonra onun manasında da iki görüş vardır:

Birincisi: O, cezalardır, bunu da İbn Abbâs, demiştir:

Zeccâc da, mana şöyledir demiştir: önceden onun gibi gözdağı veren azap geçmiştir, eğer öğüt alsalardı.

İbn Enbari de şöyle demiştir: Müsle: Ceza çeken üzerinde kötü iz bırakan cezadır. Messele fülanün bifülanin kavlinden gelir ki, burnunu veya kulağını keserek veyahut gözüne mil çekerek beden üzerinde tahribat (işkence) yapmaktır.

İkincisi: Mesulat: Allahü teâlâ’nın onlara verdiği misallerdir. Bunu da Mücâhid ile Ebû Ubeyde, demişlerdir.

"Şüphesiz Rabbin zulümlerine karşılık insanlar için mağfiret sahibidir":

İbn Abbâs şöyle demiştir: İman ettikleri takdirde müşriklerin suçunu bağışlayandır, şirk üzerinde ısrar edenler için azabı çetin olandır.

Mukâtil de şöyle demiştir: Azabı tehir etmede onların şirkinden geçendir ve azap ettiği takdirde şiddetli azap edendir.

Bazı müfessirler, bu âyetin:

"Allah kendine şirk koşulmasını bağışlamaz” (Nisa: 48) kavli ile mensuh olduğunu söylemişlerdir ki, araştırmacı Âlimler, onun muhkem (mensuh olmadığını) söylemişlerdir.

7

Kâfirler:

"Ona Rabbinden bir mucize indirilmeli değil miydi?” derler. Sen ancak bir uyarıcısın. Her kavim için bir yol gösterici vardır.

"Levla ünzile aleyhi ayetün min rabbih": "Levla": Hella (olmalı değil miydi) manasınadır, istedikleri âyet de gördükleri ile ikna olmayarak Mûsa'nın asası ve Salih’in devesi gibi mucizelerdir. Allahü teâlâ da şöyle dedi: "Sen ancak bir uyarıcısın": Yani Allah’ın azabından korkutucusun, senin mucizelerle bir ilişkin yoktur (Allah isterse onları indirir).

"Her kavim için bir yol gösterici (hidayet eden) vardır":

Bunda da altı görüş vardır:

Birincisi: Hidayet edenden maksat, aziz ve celil olan Allah’tır. Bunu el - Avfi, İbn Abbâs'tan rivayet etmiş; Said b. Cübeyr, İkrime, Mücâhid, Dahhâk ve Nehaî de böyle demişlerdir. O zaman mana şöyle olur: Senin görevin uyarmaktır, asıl hidayet eden Allah’tır.

İkincisi: Hidayet eden: Davet eden, demektir, bunu da Ali b. Ebi Talha, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir.

Üçüncüsü: Her kavmin uyarıcı bir peygamberi vardır.

Dördüncüsü: Hidayet eden yine Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’dir. Bunu da İkrime ile Ebudduha demişlerdir.

Mana da şöyledir: Sen uyarıcısın, hidayet eden Allah’tır.

Beşincisi: Hidayet eden. Ameldir, bunu da Ebû’l - Âliyye, demiştir.

Altıncısı: Hidayet eden; hayra ve şerre götüren önderdir, bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan, demiştir.

Müfessirler sabit olmayan yoldan Said b. Cübeyr kanalıyla

İbn Abbâs’tan şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: Bu âyet indiği zaman Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem elini göğsüne koydu:

"Ben uyarıcıyım, dedi ve diğer eliyle de Hazret-i Ali’nin omzuna işaret ederek:

"Ya Ali, sen de hidayet edensin. Benden sonra seninle hidayete erişilir” dedi. Mûsannif der ki: Bu, Rafızîlerin uydurmalarındandır.

8

Allah; her dişinin taşıdığını, rahimlerin neyi eksilttiğini ve neyi artırdığım bilir. Her şey O'nun yanında bir ölçü iledir.

Sonra Allahü teâlâ öldükten sonra dirilmeyi kabul etmeyenleri reddederek kudretinden haber verdi ve:

"Allah her dişinin ne taşıdığını bilir” dedi. Yani kan pıhtısı veya bir çiğnem et, yahut artık veya eksik, veyahut erkek ve dişi, veyahut tek, ikiz ve üçüz olduğunu bilir.

"Rahimlerin neyi eksilttiğini ve artırdığını bilir": bunda da dört görüş vardır:

Birincisi: Eksilttiği: Dokuz aydan eksik doğum yapması, artırdığı da dokuz aydan daha uzun sürede doğum yapmasıdır. Bunu da Dahhâk, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Said b. Cübeyr, Dahhâk, Mukâtil, İbn Kuteybe ve Zeccâc böyle demişlerdir.

İkincisi: Eksilttiği: Erken düşük, artırdığı da normal doğumdur. Bunu da el - Avfi, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Hasen’den de iki görüşün benzeri rivayet edilmiştir.

Üçüncüsü: Eksilttiği: Hamilelikte kan kaybetmektir ki, çocuk zayıf düşer, artırdığı da kan kaybetmemektir ki, çocuk iri olur. Bunu da Mücâhid, demiştir.

Dördüncüsü: Rahimlerin eksilttiği: önceden doğurduğudur, artırdığı da sonradan doğuracağıdır. Bu da Katâde ile Süddi’den rivayet edilmiştir.

"Her şey O’nun yanında bir ölçü iledir": Yani bir kader ve tayin iledir.

Ebû Ubeyde: Şöyle demiştir: Mikdar, kader kökünden gelir ve mif al veznindedir.

İbn Abbâs da: Allah her şeyi bildi ve onu inceden inceye takdir etti, demiştir.

9

Görünmeyeni ve görüneni bilendir, büyüktür, yücedir.

"Görünmeyeni ve görüneni bilendir": Bunu En’am: 6’da şerh etmiş bulunuyoruz,

"el - Kebir": Azîm (ulu) manasınadır. Manası da: Bu büyüklük O’nun kadrinin yüceliğinden ve yükseklik sıfatlarını hak etmesinden kaynaklanır. Binaenaleyh O, bütün büyüklerden daha büyüktür; çünkü her büyük O’nun azameti karşısında küçük kalır. Şöyle de denilmiştir:

"el - Kebir": Mahluklara benzemekten yüce olan demektir.

"el - Müteâl": İbn Kesir vasılda da vakıfta da ye ile

"el - müteali” okumuştur. Abdülvaris de Ebû Amr’dan aynı şekilde rivayet etmiştir. İbn Şenbuz da, Kunbul’dan onun vakıfta ye ile okuduğunu rivayet etmiştir. Diğerleri de iki halde de ye’siz okumuşlardır. El - Müteâli, mahlukların sıfatlarından münezzeh olan demektir. Hattâbî de: Bu, bazen de halkının üstünde yüce olan manasına gelir, demiştir.

10

İçinizden sözü gizleyen de onu açıklayan da, gece gizlenen de gündüz yoluna giden de (O’nca) birdir.

"Sevaen minküm":

İbn Enbari şöyle demiştir: "Sevaün", müstevin yerine kullanılmıştır, mana da: İçinizden bunu yapanlar birdir, eşittir, demektir.

"Sözü gizleyen": Yani onu gizleyip saklayan,

"onu açıklayan": Yani ilan edip duyuran, demektir.

Mana da şöyledir: Hiç şüphesiz gizli ve açık O’nun yanında birdir.

"Vemen hüve müstahfin billeyli ve saribün binnehar":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Müstahfi: Gecenin karanlığına bürünendir, saribün binnehar da: Meydana çıkıp ihtiyaçları ile uğraşan demektir. Seribetil ibilü tesribü denir ki: Deve açık arazide çekip gitti, demektir. Şu beyti delil getirmişlerdir:

Bütün topluluğu damızlık hayvanlarının yanında görüyorum,

Biz ise onun yularını çözdük, o ise istediği yere gitmektedir.

Kelâmın (ayetteki cümlenin) manası şöyledir: Açık ve gizli O’nun yanında birdir. Bu, çoğunluğun görüşüdür. El - Avfi, İbn Abbâs’tan:

"Vemen hüve müstahfin": Gece şüpheli kişi, gündüz çıkarsa, insanlara suçsuz olduğunu gösterir, dediğini rivayet etmiştir.

İkincisi: Müstahfin billeyl: Meydana çıkan, sarib binnehar da: Gizlenen demektir. Çünkü inserebel vahşü denir ki: Vahşi hayvan inine girdi, demektir. Bu, Ahfeş’in görüşüdür. Kutrub da böyle demiştir. Cerir de buna şu sözü delil getirmiştir: Hafeytüşşey’e: Bir şeyi açığa çıkarmaktır.

"Ekâdu uhfiha” (Taha: 15) da böyledir ki, ben onu (kıyameti açığa çıkarmak üzereyim) demektir. Şöyle demiştir: Gizlenene sarib denilmesi, sereb'e yani yer altına, deliğe girmesindendir.

11

Onun önünden ve arkasından takipçileri vardır. Onu Allah’ın emrinden korurlar. Şüphesiz Allah, bir kavimdeki iyi şeyi (nimeti) kendilerindeki şeyi (güzel hali) değiştirinceye kadar değiştirmez. Allah bir topluma bir kötülük istediği zaman, onu geri çevirme yoktur. Onların O’ndan başka bir yardımcısı yoktur.

"Lehu muakkibatün":

"Lehu"daki hu zamirinde dört görüş vardır:

Birincisi: O, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e râcîdir, bunu Ebû’l - Cevza, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir.

İkincisi: Dünya krallarından bir krala râcîdir, bunu da Said b. Cübeyr, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir.

Üçüncüsü: İnsana râcîdir, bunu da Zeccâc, demiştir.

Dördüncüsü: Allahü teâlâ’ya râcîdir, bunu da İbn Cerir ile Ebû Süleyman Dımeşki, zikretmiştir.

"Takipçiler"de de iki görüş vardır:

Birincisi: Onlar meleklerdir, bunu İkrime, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Mücâhid, Hasen, Katâde vd. de böyle demişlerdir. Zeccâc, mana şöyledir, demiştir: İnsanı takip eden, biri gidince diğeri gelen melekler vardır.

Müfessirlerin çoğu şöyle demişlerdir: Onlar hafaza melekleridir; ikisi gündüz, ikisi de gece beklerler. Birtakım gittiği zaman arkasından başka bir takım gelir. Akşam ve sabah namazında birleşirler. İçlerinde İbn Zeyd’in de olduğu bir grup şöyle demiştir: Bu âyet özellikle Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem hakkındadır; Amir b. Tufeyl ile Erbed b. Kays onu öldürmeye karar verdiler; Allah da onu ikisinden korudu ve bu âyeti indirdi.

İkinci görüş: Takipçiler kralların nöbetle bekleyen korumalarıdır. Bu da İbn Abbâs ile İkrime’den rivayet edilmiştir.

Dahhâk da şöyle demiştir: Onlar kendilerini Allah’tan koruyan müşrik hükümdarlardır.

"Onu Allah’ın emrinden korurlar":

Bunda da yedi görüş vardır:

Birincisi: Onu Allah’ın emrinden korurlar, (fakat) buna güç yetiremezler. Bu: Onlar kendilerini Allah’ın emrinden korumaya çalışan müşrik krallardır, diyenlere göredir.

İkincisi:

Mana şöyledir: Onların onu korumaları Allah’ın ermindendir. Bunu da İbn Abbâs ile İbn Cübeyr, demişlerdir. Buna göre Kelâmın takdiri şöyle olur: Bu koruma, Allah’ın onlara emrettiği şeylerdendir.

Üçüncüsü: Onu Allah’ın emri ile korurlar; bunu da Hasen, Mücâhid ve İkrime, demişlerdir. Lügatçiler şöyle demişlerdir:

"Min” be yerine geçer; sıfat harfleri birbirinin yerine kullanılır.

Dördüncüsü: Onu cinlerden korurlar, bunu Mücâhid ile Nehaî demişlerdir. Ka’b de şöyle demiştir: Eğer Allahü teâlâ sizleri yemenizde, içmenizde ve çıplak anlarınızda müvekkel (görevli) meleklerle korumasa idi, cinler sizi kuş gibi kapardı.

Mücâhid de şöyle demiştir: Hiçbir insan yoktur ki, onu uykusunda ve uyanık iken cinlerden, insanlardan ve haşarattan koruyan görevli bir melek olmasın. Ona bir şey yapmak isterse: Geri çekil, geri çekil der; ancak kaza ve kader bunun haricindedir. Ebû Miclez de şöyle demiştir: Hazret-i Ali’ye Murad kabilesinden bir adam geldi: Kendini kolla, çünkü Murad’dan bazı adamlar seni öldürmek istiyorlar, dedi. O da: Her adamın yanında iki melek vardır; onu takdir edilmeyen şeylerden korurlar. Kader geldiği zaman o ikisi geriye çekilir onu o şeyle baş başa bırakırlar ve ecel, sağlam bir kalkandır, dedi.

Beşincisi: Kelâmda takdim ve tehir vardır,

Mana şöyledir: Onu Allah’ın emrinden koruyan takipçiler vardır. Bunu Ebû Salih ile Ferrâ’, demişlerdir.

Altıncısı: Onu Allah’ın emri için muhafaza ederler, sonunda onu takdir edilen ne ise ona teslim ederler. Bunu Ebû Süleyman Dımeşki zikretmiş ve İkrime’nin İbn Abbâs’tan rivayet ettiği şeyi delil getirmiştir: Melekler onu Allah’ın emrinden komrlar, kader geldiği zaman aradan çekilirler.

İkrime de: Onu Allah’ın emri için muhafaza ederler, demiştir.

Yedincisi: Ona iyiliklerini ve kötülüklerini tespit ederler, bunu da İbn Cüreyc, demiştir.

Ahfeş de şöyle uemiştir: Muakkibat diye müennes getirmesi, onların çokluğundan dolayıdır; meselâ: Nessabe (çok iyi soy bilgini), Allame (çok alim) gibi. Sonra

"yahfazunehu” diyerek müzekker yapması da mananın müzekker olmasından dolayıdır.

"Şüphesiz Allah bir kavimdeki şeyi değiştirmez": Yani onlardaki nimeti çekip almaz, "kendilerindeki şeyi değiştirinceye kadar": isyanlarla amel edinceye kadar.

Mukâtil: Bununla Mekke kâfirlerini kastetmiştir, demiştir.

"Allah bir topluma bir kötülük istediği zaman":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: O azaptır.

İkincisi: Beladır.

"Onu geri çevirme yoktur": Yani hiçbir şey onu geri çeviremez ve takipçiler ona fayda vermez.

"Onlar için O'ndan başka bir yardımcı yoktur": Yani Allah’tan başka onlardan azap ve belayı savacak bir dost yoktur, demektir.

12

O (Allah) ki, size şimşeği korku ve ümit vermek için gösterir ve ağır bulutlar peyda eder.

"O ki, size şimşeği korku ve ümit vermek için gösterir":

Bunda da dört görüş vardır:

Birincisi: O, yolcuyu korkutmak ve yerliyi ümitlendirmek içindir. Bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs'tan demiştir.

Katâde de şöyle demiştir: Yolcu onun eziyet ve meşakkatinden korkar, yerli de onun faydasını umar.

İkincisi: Yıldırımlardan korkmak ve yağmuru ümit etmek için. Bunu da Atâ’, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir; Hasen de böyle demiştir.

Üçüncüsü: Yağmurun zararından korkan memleketi sindirmek ve ondan yararlanmayı umanlar için gönderir. Bunu da Zeccâc, demiştir.

Dördüncüsü: Azaptan korkmak ve sevap ümit etmek için Bunu da Maverdi zikretmiştir. İbn Zübeyr, gök gürültüsünü işittiği zaman: Şüphesiz bu, dünya halkı için büyük bir tehdittir, derdi.

"Ağır bulutlar peyda eder": Yani su ile ağırlaşmış bulutlar yaratır.

Ferrâ’ şöyle demiştir: Sehab: Her ne kadar lafzan tekil ise de o, çoğuldur, tekili de sehabedir. O nedenle sıfatı (olan sikal) çoğul olarak gelmiştir. Nitekim:

"Müttekiine alâ refrefin hudrin ve abkariyyin hisan” (Rahman: 76) demiş, ne ahdar ne de hasenin, dememiştir.

13

Gök gürültüsü O'nun Hamdi ile tesbih eder, melekler de O’nun korkusundan. Yıldırımlar gönderir de onunla dilediği kimseyi çarpar. Onlar Allah hakkında mücadele ediyorlar. Oysa O, kuvveti çetin olandır.

"Gök gürültüsü O’nun Hamdi ile tesbih eder":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: O, bulutları süren meleğin adıdır, sesi de tesbihidir. Bunu Mukâtil, demiştir.

İkincisi: O, işitilen sestir, özelikle gök gürültüsünün tesbih ettiği söylenmesi, seslerin en büyüğü olmasındandır.

İbn Enbari şöyle demiştir: O’nun sesten tesbih diye haber vermesi mecazdır, nitekim biri şöyle der: Sözün beni üzdü, der (o da buna benzer).

"Melekler de O’nun korkusundan (velmelaiketü min hifetihi)":

Bu zamirde de iki görüş vardır:

Birincisi: O, aziz ve celil olan Allah'a râcîdir, bu da çok açıktır.

İbn Abbâs şöyle demiştir: Onlar Allah'tan korkarlar, onların korkusu insanın korkusu gibi değildir; onlar sağındaki ve solundakini bilmezler, Allah’a ibadetten başka bir şeyle meşgul olmazlar.

İkincisi: O, gök gürültüsüne râcîdir, bunu da Maverdi zikretmiştir.

"Yıldırımlar gönderir de onunla dilediği kimseyi çarpar": Kimler hakkında indiğinde üç görüş halinde ihtilaf etmişlerdir:

Birincisi: O, Erbed b. Kays ile Amir b. Tufeyl hakkında inmiştir. Bu ikisi Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e geldiler, onu öldürmek istiyorlardı. Efendimiz:

"Allah'ım, ne ile istersen beni onların şerrinden koru” dedi. Erbed’e Allahü teâlâ güneşli bir günde bir yıldırım gönderip onu yaktı. Amir’in de boğazından deve bezesi gibi bir şey çıktı, o da öyle helak oldu. Allahü teâlâ da bu âyeti indirdi. Bu, çoğunluğun görüşüdür; İbn Cüreyc de onlara dahildir. Erbed ise Lebid b. Rebia’nın ana bir kardeşidir.

İkincisi: O, Bir adam hakkında indi, o, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e geldi:

"Ya Muhammed, bana ilâhnı anlat; yakuttan mıdır? Altından mıdır?” dedi. O soruyu soranın üzerine bir yıldırım düşüp onu yaktı ve bu âyet de bunun üzerine indi. Bunu Hazret-i Ai radıyallahu anh, demiştir.

Mücâhid de, onun bir Yahudi olduğunu söylemiştir. Enes b. Malik şöyle demiştir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem, Arap Fir’avnlerinden birine onu Allah’a davet etmek üzere bir elçi gönderdi; o da elçiye:

"Allah nedir? O, altından mıdır yoksa gümüşten midir veya bakırdan mıdır?” dedi. Elçi, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e dönüp durumu haber verdi. O da:

"Ona dön; onu davet et” dedi. Döndü, onunla yeniden konuştu, nihayet ona üç kere gidip geldi. Onlar birbirlerine söz atarlarken Allahü teâlâ tepesinin üzerinden bir bulut gönderdi; gök gürledi, ondan bir yıldırım çıktı, adamın tepesine düştü, yakıp götürdü. Bu âyet de bunun üzerine indi.

Üçüncüsü: O, Kur’ân’ı inkâr eden ve Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’i yalanlayan bir adam hakkında indi; Allah da ona bir yıldırım gönderip onu helak etti. Bu âyet de bunun üzerine indi. Bunu Katâde, demiştir.

"Onlar Allah hakkında mücadele ediyorlar":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Allah’ın büyüklüğüne inanmıyorlar, bunu da İbn Abbâs, demiştir.

İkincisi: Allah hakkında tartışıyorlar, çünkü sözcüleri, yukarıda geçtiği gibi.

"O, altından mıdır, yoksa gümüşten midir?” demişti.

"O, kuvveti çetin (acı) olandır":

Bunda da beş görüş vardır:

Birincisi: Yakalaması çetindir, bunu da Hazret-i Ali radıyallahu anh, demiştir.

İkincisi: Hilesi çetindir, düşmanlığı zordur, bunu da Dahhâk, İbn Abbâs’tan, demiştir.

Üçüncüsü: Azabı çetindir, bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan demiştir. Mücâhid de bir rivayette: İntikamı çetindir, demiştir.

Ebû Ubeyde de: Azabı, tuzağı ve ibretlik cezası çetindir, demiş ve Şair A’şa’nın şu beytini delil getirmiştir:

O, kayın ağacının şeref gövdesinden ayrılan bir dalıdır,

İhsanı boldur, tuzağı çetindir.

Eğer ceza verirse, çok acı olur ve eğer

Bol bol ikram ederse, hiç aldırmaz.

İbn Kuteybe: Hilesi çetin ve eli ağırdır, demiştir. Mihal’in esas manası hiledir.

Dördüncüsü: Kuvveti çetin olandır, bunu da Mücâhid, demiştir.

Zeccâc da şöyle demiştir: Mâhaltuhu mihâlen denir ki, hangimizin daha güçlü olduğu meydana çıksın diye ona karşı koydum demektir. Mahl: Lügatte şiddet manasınadır.

Beşincisi: Kini derin olan demektir, bunu da Hasen Basri, ondan işittiğimiz çeşitli yollardan demiştir, içlerinde İbn Enbari ile Nakkaş’ın da bulunduğu bir grup müfessir rivayet etmiştir. Bu,

Allah’ın sıfatları arasında câiz değildir. Nakkaş da şöyle demiştir: Bu, nakil ve dil bilen kimselere göre kabul edilemez bir görüştür, bunun aziz ve celil olan Allah’ın sıfatlarından bir sıfat olması câiz değildir. Bu hususta benim tercih ettiğim, Hazret-i Ali’den rivayet edilen: Yakalaması çetindir manasıdır. Yani O, kâfiri ve zalimi yakaladığı zaman hiçbiri O’nun azabından kaçıp kurtulamaz, demektir.

14

Hak davet (makbul olan dua) O'nundur (Allah’a yapılandır). O’ndan (Allah’tan) başka ibadet ettikleri şeyler (putlar), onlara hiçbir şeyle cevap vermezler. Ancak (kuyu başında) suyun, ağzına ulaşması için (uzaktan) iki avucunu açana suyun cevap vermesi gibi cevap verirler ki, o (su) ona asla ulaşmaz. Kâfirlerin duası, ancak sapıklık içindedir.

"Hak davet O’nundur":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: O, kelime-i Tevhidtir, o da: Lailâhe illallah’tır. Bunu Hazret-i Ali, İbn Abbâs ve cumhûr, demişlerdir.

Mana da şöyledir: Halkından hak davet O’nundur. Davet hakka muzaf kılınmıştır, çünkü lâfızlar farklıdır.

İkincisi: Aziz ve celil olan Allah haktır; kim O’na davet ederse, hakka davet etmiş olur. Bunu da Hasen Basri, demiştir.

"O’ndan başka ibadet ettikleri şeyler": Yani ilâhlar diye dua ettikleri putlar, demektir. Ebû Ubeyde, mana şöyledir, demiştir: O’ndan başka dua ettikleri şeyler.

"Lâ yestecibune lehüm": Yani onlara cevap vermezler, demektir.

"Ancak ellerini suya uzatana suyun cevap verdiği gibi cevap verirler":

Bunda da beş görüş vardır:

Birincisi: O, susuz kimsedir, su eline gelsin diye elini kuyuya uzatandır ki, su ona asla ulaşmaz. Bunu Hazret-i Ali ile Atâ’, demişlerdir.

İkincisi: O susuz kimsedir ki, ellerini suyun içine koymuştur, onları kaldırmamaktadır. Bunu da el - Avfi, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir.

Üçüncüsü: O, susuz kimsedir ki, hayalini uzaktan suyun içinde görmekte ve ona yetişmek istemektedir ki, ona ulaşamayacaktır. Bunu da İbn Ebi Talha, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir.

Dördüncüsü: O, dili ile suya yalvaran ve eliyle ona işaret eden kimsedir ki, su ona asla gelmeyecektir. Bunu da Mücâhid, demiştir.

Beşincisi: O, suyu alıp ağzına götürmek için avuçlarını açan kimsedir, bu hiçbir zaman olmayacaktır. Araplar: Bulamayacağı bir şeyi arayan, uzaktan elini suya uzatan gibidir, derler. Şu beyti delil getirmişlerdir:

Ben ve siz ve size duyduğum şevk,

Elini parmak uçlarının taşımadığı suya uzatan gibidir.

Burada geçen: Lem tesikhu: Taşımadığı demektir. Vesk: Yüktür.

Bir başkası da şöyle demiştir:

Sabahleyin kalktım ki, benimle onun arasındaki sevgi,

Uzaktan elini suya uzatan gibidir.

Bu, Ebû Ubeyde ile İbn Kuteybe’nin görüşüdür.

"Kâfirlerin duası ancak sapıklık içindedir":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Kâfirlerin Rablerine ettiği dua ancak sapıklık içindedir, çünkü sesleri perdeyi delip de Allah’a yetişemez. Bunu Dahhâk, İbn Abbâs’tan demiştir.

İkincisi: Kâfirlerin putlara ibadeti ancak hüsran içindedir ve bâtılldır. Bunu da Mukâtil, demiştir.

15

Göklerde ve yerde kim varsa (onlar) ve gölgeleri, ister istemez O’na sabah akşam secde eder.

"Göklerde kim varsa": Göklerdekiler melekler, yerdekiler de mü’minler, demektir.

"Tav’an ve kerhen": İster istemez, demektir.

İstemeyerek secde etmelerinin manasında da üç görüş vardır:

Birincisi: O, İslâm’a kılıç korkusuyla girenin secdesidir. Bunu da İbn Zeyd, demiştir.

İkincisi: O, kâfirin gölgesinin secdesidir, bunu da Mukâtil, demiştir.

Üçüncüsü: İstemeyenin secde etmesi; zillet gösterip Allah’ın ona irade buyurduğu afiyet, hastalık, zenginlik ve fakirlik gibi şeylere boyun bükmesidir.

"Gölgeleri de": Yani isteyerek ve istemeyerek secde edenlerin gölgesi de secde eder, demektir. Gölgenin secde etmesi: Bir taraftan bir tarafa hareket edip uzayıp kısalarak emrine boyun eğmesidir.

İbn Enbari şöyle demiştir: Dilciler şöyle derler: Zil (gölge), sabahları güneşin yayılması ile uzayan gölgedir. Fey' ise: Güneş yukarı çekildikten sonra kısalandır. Ona fey’ denilmesi, güneş yayılmadan önceki duruma dönmesindendir. Bundan başkasına zil denir; meselâ insanın gölgesi, duvarın gölgesi, elbisenin gölgesi ve ağacın gölgesi gibi.

Şair Humeyd b. Sevr de şöyle demiştir:

Ne kuşluk vakti serin bir gölge elde edebilirsin

Ne de akşam üzeri güneşli bir yer bulabilirsin.

Şair Lebid de şöyle demiştir:

Koyu gölge hoşuna gittiği sırada,

Birden üzerine güneş doğup onu sildi.

Bir başkası da şöyle demiştir:

Ey Tudıh vadisindeki üç ovalar,

Sizin gölgelerinizi çok özledim.

Şöyle de denilmiştir: Kâfir Allah'tan başkasına secde eder, gölgesi ise Allah'a secde eder. Guduv ve âsâl kelimelerinin manasını ise A’raf: 7'de şerh etmiş bulunuyoruz.

16

De ki: "Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?”

"Allah” de. De ki: ‘O’ndan başka kendi nefislerine ne yarar ne de zarar verme imkanına sahip olmayan dostlar mı edindiniz? De ki: "Körle gören bir olur mu? Yahut karanlıklarla nûr bir olur mu?” Yoksa Allah’a O’nun yaratması gibi yaratan ortaklar koştular da yaratma onlara benzer mi geldi? De ki:

"Allah her şeyin yaratıcısıdır. O, tektir, kahhardır.

"De ki: "Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?”

"Allah” de": Neden soru da cevap da aynı merkezden geldi? Çünkü müşrikler her şeyi yaratanın Allah olduğunu inkâr etmezlerdi. İnkar etmeyince, sanki kendileri cevap vermiş gibi oldular. Sonra onları:

"De ki: O’ndan başka dostlar mı?” edindiniz kavli ile susturdu, yani onları dostlar edinip onlara ibadet ettiniz; hâlbuki onların kendi nefislerine ne bir faydaları ne de bir zararları vardır: Artık başkalarına nasıl bunu yapacaklar? Sonra putlara tapanla Allah’a tapan için bir misal getirip şöyle dedi:

"De ki: Hiç körle gören bir olur mu?": Yani müşrikle mü’min bir olur mu?

"Yahut karanlıklarla nûr bir olur mu (em hel testevizzulumatu vennur)?":

İbn Kesir, Nâfi, Ebû Amr, İbn Âmir ve Hafs da Âsım’dan rivayet ederek te ile:

"Testevi” okumuşlardır. Hamze, Kisâi ve Ebû Bekir de Âsım’dan rivayet ederek, ye ile:

"Yestevi” okumuşlardır.

Ebû Ali şöyle demiştir: Müennes okumak güzeldir, çünkü fail müennestir. Müzekker de câizdir, çünkü onun müennesliği hakiki değildir. Zulumat ve nûrdan maksat: Şirk ile imandır.

"Yoksa Allah’a ortaklar mı kıldılar?": İbn Enbari, mana şöyledir, demiştir: Allah'a ortaklar mı koştular? Onlar da O’nun gibi yarattılar da Allah’ın yaratması ile onların yaratması birbirine mi kanştı? Bu, ret manasında bir sorudur,

Mana da şöyledir: Vaziyet öyle değildir, bilakis iyi düşünürlerse, tek Yaratıcının Allah olduğunu ve diğerlerinin hiçbir şey yaratmadığını bilirler.

"De ki: Her şeyin Yaratıcısı Allah’tır":

Zeccâc şöyle demiştir: Bunu de ve bu surede sana haber verilen şeylerle gerçek yaratanın O olduğunu gösteren delillerle açıkla. Vahid ve Kahhar’ın manası da Yûsuf 39'da zikretmiş bulunuyoruz.

17

(Allah) gökten su indirdi de dereler onun kadar aktı. Sel üste çıkan bir köpük yüklendi. Süs yahut eşya yapmak için ateş yakarak erittikleri şeyde de onun gibi bir köpük vardır. İşte Allah hakkı ve batılı böyle örneklendirir. Köpüğe gelince, atılarak gider. İnsanlara fayda veren şeye gelince, yerde kalır. Allah misalleri böyle açıklar.

"Allah gökten su indirdi": Yani yağmur indirdi, demektir.

"Fesalet evdiyetün": Evdiye, vadi’nin çoğuludur, o da iki dağ arasında suyun birikip sel olduğu açık yerdir.

"Onun kadar": Yani taşıdığı kadar demektir; eğer vadi küçük ise su az olur, eğer geniş ise çok olur. Hasen, İbn Cübeyr, Ebû’l - Âliyye, Eyyub, İbn Yamur ve

Ebû Hatim de, Ya’kûb ’tan rivayet ederek, sakin dal ile

"bikadriha” okumuşlardır.

"Dereler aktı” sözünde ise mecaz (tolerans) vardır; mana: Suları aktı (salet miyahüha) demektir. Bu durumda muzaf hazfedilmiştir.

"Bikaderiha” kavli de öyledir ki, suyu kadar demektir.

"Sel üste çıkan bir köpük yüklendi": Bu, aziz ve celil olan Allah’ın getirdiği bir misaldir. Sonra başka bir misal getirip:

"Ve mimma tukıdune aleyhi finnar (ateşte erittiğiniz şeyde de köpük vardır)” dedi. İbn Kesir, Nâfi, Ebû Amr, İbn Âmir ve Ebû Bekir de Âsım’dan rivayet ederek, te ile:

"Tukıdune” okumuşlardır. Hamze, Kisâi ve Hafs da Âsım’dan rivayet ederek, ye ile okumuşlardır.

Ebû Ali şöyle demiştir: Kim te ile okursa, yukarıda hitap sigası geçmiş olmasındandır, o da: "Kul efettehaztüm” kavlidir. Herkese dönük bir hitap olması da câizdir. Kim de ye ile okursa yukarıda:

"Em cealu lillahi şürekae” kavlinin gaip sigası ile geçmesindendir.

"Üzerine ateş yaktıkları şeyden": Bu da ateşe girip eritilen madenlerdir.

"Süs aramak için": Yani altın ve gümüş gibi süs aramak için demektir.

"Yahut eşya": Bundan da demir, tunç, bakır ve kurşun gibi istifade edilen kap kacak ve eşya yapılan madenler kastedilmiştir.

"Onun gibi bir köpük": Yani onun da selinki gibi bir köpüğü vardır, bu da başka bir misaldir.

Kendine misal getirilen şey hakkında da iki görüş vardır:

Birincisi: O, Kur’ân’dır, onun gökten indirilmesi suya benzetilmiş, kulların kalpleri de derelere benzetilmiştir. Onlar da yakîn ile şüphe, akıl ile cehalet gibi şeyler taşır. Yerin sudan istifade ettiği gibi mü’min de kalbindeki şeyden istifade eder. Kâfir ise Kur’ân’dan yararlanamaz, çünkü şüphe ve küfür içindedir. O zaman onun Kur’ân’dan elde ettiği şey, köpük gibi ve demirin kiri gibi olur ki, ondan istifade edemez.

İkincisi: O, hak ile bâtılldır; hak yerde kalan temiz suya benzetilmiştir. Bâtıll da atılıp giden köpüğe benzetilmiştir. O, her ne kadar suyun üzerine çıkarsa da, eriyip gider. Bâtıll da öyledir; her ne kadar bazı durumlarda hakkın üzerine çıksa da Allah sonunda onu siler götürür.

Üçüncüsü: O, Allah’ın mü’min ve kâfir için getirdiği misaldir: mü’minin itikadı ve ameli, istifade edilen su gibidir. Kâfirin misali, itikadı ve ameli de köpük gibidir.

"İşte böyle": Yani bu anlatılan gibi, Allah hakka ve bâtılla misal getirir.

Ebû Ubeyde de şöyle demiştir: Böylece Allah hakka misal getirir ve bâtılla misal getirir.

Cüfa ise:

İbn Kuteybe şöyle demiştir: O, vadinin kıyıya attığı şeylerdir: Ecfetilkıdrü bizebediha denir ki: Tencere köpük atmaktır.

İbn Fâris de şöyle demiştir: Cüfa: Selintidir. Cefa da o kökten gelir.

İbn Enbari de: Cüfa, eski ve dağınık şeydir, demiştir.

İbn Abbâs da şöyle demiştir: Köpüğe el vurulursa, hiçbir şey olmadığı görülür.

"İnsanlara fayda veren şeye gelince": O da köpüğü atılmış su ve madenlerdir.

"Yerde kalır": Ondan istifade edilir.

"Kezalik” (onun gibi)": Hak da sahibine kalır.

18

Rablerine icabet eden kimseler için en güzeli vardır. O'na icabet etmeyenler de, eğer yeryüzündeki şeyler ve bir o kadarı kendilerinin olsa, (azaptan kurtulmak için) onu feda ederlerdi. İşte onlar için hesabın kötüsü vardır. Onların barınakları cehennemdir. O ne kötü yataktır!

"Rablerine icabet edenler için vardır": Yani mü’minler için vardır.

"O’na icabet etmeyenler de": Yani kâfirler de, demektir.

Ebû Ubeyde şöyle demiştir: Istecebtü leke ve ecebtüke aynı manayadır, o da icabet etmektir.

"En güzeli” hakkında da üç görüş vardır:

Birincisi: O, cennettir, bunu da İbn Abbâs ile cumhûr demişlerdir.

İkincisi: Hayat ve rızıktır, bunu da Mücâhid, demiştir.

Üçüncüsü: Cennet ve ondan aşağı bütün hayırlardır. Bunu da Ebû Ubeyde, demiştir.

"Onu feda ederlerdi": Yani kendilerini azaptan kurtarmak için fidye verirlerdi, fakat onlardan kabul olunmaz.

Hesabın kötüsü hakkında üç görüş vardır:

Birincisi: O, amellerin tartışılmasıdır. Bunu Ebû’l - Cevza, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Nehaî de şöyle demiştir: O, bütün günahtan hesaba çekilip ondan hiçbir şeyin bağışlanmamasıdır.

İkincisi: İyiliklerinin kabul edilmeyip kötülüklerinden vazgeçilmemesidir.

Üçüncüsü: Hesap anında azarlanıp paylanmaktır.

19

Rabbinden sana indirilenin hak olduğunu bilen kimse, kör gibi midir? Ancak akl-ı selim sahipleri öğüt alırlar.

"Rabbinden sana indirilenin hak olduğunu bilen kimse, kör gibi midir?":

İbn Abbâs şöyle demiştir: Bu âyet, Hamza ile Ebû Cehil hakkında inmiştir.

"İnnema yetezekkerü": Yani ancak akıl sahipleri öğüt alır, demektir. Tezekkür: Öğüt almaktır.

20

(Akl-ı selim sahipleri) o kimselerdir ki, Allah’ın sözünü yerine getirirler ve antlaşmayı bozmazlar.

21

Onlar Allah’ın ulaştırılmasını emrettiği şeyi ulaştırırlar, Rablerinden korkarlar ve kötü hesaptan endişe ederler.

"Onlar Allah’ın sözünü yerine getirirler":

Bu sözde de iki görüş vardır:

Birincisi: O, insanları Âdem’in belinden çıkardığı zaman onlardan aldığı sözdür.

İkincisi: Onlara emrettiği ve farz kıldığı şeylerdir. Aziz ve celil olan Allah’ın ulaştırılmasını emrettiği şeyde de üç görüş vardır ki, bunların sahiplerini Bakara: 27’de belirtmiş bulunuyoruz. Kötü hesabı da az önce zikrettik.

22

Onlar Rablerinin yüzünü / rızasını isteyerek sabrettiler. Namazı dosdoğru kıldılar ve kendilerine rızık ettiğimiz şeylerden gizli ve açık harcadılar. Onlar kötülüğü iyilikle savarlar. İşte onlar için bu yurdun (iyi bir) sonucu vardır.

"Onlar sabrettiler": Yani emredildikleri şeylere sabrettiler,

"Rablerinin yüzünü isteyerek": Yani rızasını arayarak.

"Namazı dosdoğru kıldılar": Tam yaptılar,

"kendilerine rızık ettiğimiz şeylerden harcadılar": Rızık ettiğimiz malları Allah’a itâatte kullandılar.

İbn Abbâs: Namazdan maksat: Beş vakit namazdır, harcamaktan maksat da: Zekattır, demiştir.

"Kötülüğü iyilikle savarlar":

Bunlardan ne murat edildiği hususunda da beş görüş vardır:

Birincisi: Kötü ameli iyi amelle def ederler. Bunu İbn Abbâs, demiştir.

İkincisi: Kötülüğü iyilikle savarlar, bunu da Said b. Cübeyr, demiştir.

Üçüncüsü: Zulmü af ile savarlar, bunu da Cüveybir, demiştir.

Dördüncüsü: Beyinsizliği akılla savarlar; birileri kendilerine cahilce davrandığı zaman ona karşı halim selim davranırlar. Bunu da İbn Kuteybe, demiştir.

Beşincisi: Günahı Tevbe ile savarlar, bunu da İbn Keysan, demiştir.

"Onlar için bu yurdun iyi bir sonucu vardır":

İbn Abbâs: Sonunda onlar için cennet vardır, yani akibetleri cennettir, demiştir.

23

(Yani) Adn cennetleri. Onlar da atalarından, zevcelerinden ve zürriyetlerinden salih olanlar da girerler. Melekler yanlarına her kapıdan girerler.

"Vemen salaha": İbn Ebi Able, “Lâm” ın zammesiyle "saluha” okumuştur. Saluha’nın manası da iman etmektir. Zira Allahü teâlâ mü’mine ikram ve göz aydınlığı olarak iman eden ailesini de ona katar.

"Melekler yanlarına her kapıdan girerler":

İbn Abbâs: Allah’tan selam, armağan ve hediyelerle girerler, demiştir.

24

"Sabrettiğiniz şeylerden dolayı selam size! Yurdun sonu ne güzel!” derler.

"Selam size!":

Zeccâc şöyle demiştir: Burada

"derler” sözü söylenmemiştir, çünkü sözün akışından anlaşılmaktadır.

Bu selamda da iki görüş vardır:

Birincisi: O, bilinen selamdır, melek girer, selam verip çekilir.

İbn Enbari şöyle demiştir: Selam verenin:

Selamün aleyküm sözünde iki görüş vardır:

Birincisi: Selam aziz ve celil olan Allah’tır.

Mana da: Allah sizin üzerinizdedir, yani sizi muhafaza etmektedir, demektir.

İkincisi: Mana şöyledir: Selam (esenlik) sizin üzerinize olsun. Bu durumda selam, selamet kelimesinin çoğuludur.

İkincisi: Bunun manası şöyledir: Allahü teâlâ sizi kıyamet korkularından ancak dünyadaki sabrınızla selamete çıkardı.

Sabrettikleri şey hakkında da beş görüş vardır:

Birincisi: O, Allah’ın emridir, bunu da Said b. Cübeyr, demiştir.

İkincisi: Dünya halleridir, bunu da Hasen, demiştir.

Üçüncüsü: Dindir.

Dördüncüsü: Fakirliktir, bu ikisi Ebû İmran el - Cevni’den rivayet edilmiştir.

Beşincisi: O, sevgiliyi kaybetmektir, bunu da İbn Zeyd, demiştir.

25

Onlar ki, Allah’ın sözünü kesinleştikten sonra bozarlar, Allah’ın ulaştırmasını emrettiği şeyi koparırlar ve yeryüzünde bozgunculuk ederler, işte onlar, onlar için lânet vardır ve yurdun kötüsü vardır.

"Onlar ki, Allah’ın sözünü bozarlar": Tefsiri Bakara: 27’de geçmiş bulunuyor.

Mukâtil: Ehl-i kitabın kâfirleri hakkında inmiştir, demiştir.

"İşte onlar, onlar için lânet vardır": Yani lânet onların üzerinedir, demektir (lâm, alâ manasına kullanılmıştır. Mütercim).

26

Allah dilediği kimse için rızkı genişletir ve daraltır. Onlar dünya hayatı ile sevindiler. Hâlbuki dünya hayatı ahirete nisbetle ancak bir geçimliktir.

"Allah dilediği kimse için rızkı genişletir": Yani dilediği kimseye bol verir, demektir. "Ve daraltır": Yani kıt verir, demektir,

"Onlar dünya hayatı ile sevindiler":

İbn Abbâs şöyle demiştir: Allah Mekke müşriklerini murat etmiştir; onlar dünyalığa nail olunca taşkınlık edip peygamberlere inanmadılar.

"Dünya hayatı ahirete nisbetle değildir": Yani ona kıyas edildiği zaman değildir,

"ancak bir geçimliktir": Yani istifade edilip de sonra yok olan şey gibidir.

27

Kâfirler:

"Ona Rabbinden bir âyet / mucize indirilmeli değil miydi?” derler. De ki: Şüphesiz Allah dilediği kimseyi saptırır ve döneni de kendine hidayet eder.

"Kâfirler” derler: Bu âyet, Mekke müşrikleri, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’den eski peygamberlerin mucizeleri gibi şeyler istedikleri zaman inmiştir.

"De ki: Şüphesiz Allah dilediği kimseyi saptırır": Yani âyetler indirip de sizi onlardan delil çıkarmaktan alıkoyduğu gibi onu da hidâyetten çevirir.

"Döneni de kendine hidayet eder": Yani hakka döneni hidayet eder, demektir. Hakka da ancak Allah’ın dönmesini dilediği kimse döner. Sanki: Dilediğine hidayet eder, demiş gibidir.

28

Onlar iman edenler ve kalpleri Allah’ın zikri ile huzur bulanlardır. Bilin ki, kalpler Allah’ın zikri ile huzur bulur.

"Onlar iman edenlerdir": Bu

"döndü” kavlinden bedeldir,

Mana da şöyledir: Allah iman edenleri hidayete eriştirir.

"Kalpleri Allah’ın zikri ile huzur bulanlardır":

Bu zikirde de iki görüş vardır:

Birincisi: O, Kur’ân’dır.

İkincisi: Genel olarak Allah’ın zikridir.

Huzur bulmada da iki görüş vardır:

Birincisi: O’nu sevmek ve O’nunla ünsiyet etmektir (yakınlığından memnun olmaktır).

İkincisi: O’na ısınıp O’ndan şüphe etmemektir. Allah zikredildiği zaman kalpleri iğrenenler ise öyle değildir.

"Elâ bizikrillahi (bilin ki, Allah’ın zikri)":

"Elâ” ikaz ve başla ”Ma” edatıdır,

Mana da şöyledir: Tatmin olan kalpler mü’minlerin kalpleridir, çünkü kâfirin kalbi tatmin olmaz (huzur bulmaz).

29

Onlar o kimselerdir ki, iman ettiler ve iyi şeyler yaptılar. Hoşluk ve gidilecek güzel yer onların!

"Tuba lehüm (onlar için hoşluk vardır)":

Tuba kelimesinde de sekiz görüş vardır:

Birincisi: O, cennette bir ağacın adıdır. Ebû Said el - Hudri, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’den şöyle dediğini rivayet etmiştir: Bir adam:

"Ya Resûlallah, tuba nedir?” dedi. O da şöyle dedi: O cennette bir ağaçtır ki, kapladığı alan yüz seneliktir. Cennet halkının libasları onun meyve çanaklarından çıkar. 2

2 - imam Ahmed, Müsned, Ebû Said el - Hudri'den, 3/71.

Ebû Hureyre de şöyle demiştir: Tuba cennette bir ağaçtır. Allahü teâlâ ona: Kulum ne isterse ona çıkar, der. O da ona eyer ve gemi ile atlar çıkarır, yuları ile deve çıkarır. Giysilerden de ne isterse onu çıkarır. Şehr b. Havşeb de şöyle demiştir: Tuba cennette bir ağaçtır, her ağaçta ondan bir dal vardır. Cennet surunun içindedir. Bu; Atıyye, Şimr b. Atıyye, Muğis b. Sümey ve Ebû Salih’in görüşleridir.

İkincisi: O, Habeş dilinde cennetin ismidir. Bunu Said b. Cübeyr, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Mûsannif şöyle demiştir: Ben Şeyhimiz Ebû Mansur’dan okudum, o da Said b. Mescuh’tan şöyle dediğini rivayet etti: Tuba: Hint dilinde cennet demektir. Onun, cennetin ismi olduğuna kail olanlardan biri de İkrime’dir. Mücâhid’ten de iki görüşün benzeri rivayet edilmiştir.

Üçüncüsü: Onlar için tuba vardır, demek: Sevinç ve göz aydınlığı vardır, demektir. Bunu da Ali b. Ebi Talha, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir.

Dördüncüsü: Manası: Onlar için nimetler vardır, demektir. Bunu da bir rivayette İkrime demiştir. O, başka bir rivayette de: Onlara ait olan şeyler ne güzeldir, demiştir.

Beşincisi: Onlara gıpta ve neşe vardır, bunu da Said b. Cübeyr ile Dahhâk demişlerdir.

Altıncısı: Onun manası: Onlar için hayır vardır, demektir. Bunu da bir rivayette Nehaî demiştir. O,

başka bir rivayette de: O, Allah’ın onlara verdiği hayır ve ikramlardır, demiştir. Ma’mer de, Katâde’den şöyle dediğini rivayet etmiştir: Bir adam bir adama: Tuba leke derse: Hayır kazandın, demektir. Bu da Arapça bir kelimedir.

Yedincisi: Onlar için güzellik vardır, demektir. Bunu da Said, Katâde’den, o da Hasen’den rivayet etmiştir.

Sekizincisi:

Mana şöyledir: Onlar için hoş bir yaşam vardır.

"Tuba” dil bilginlerine göre: Tayyib kökünden fu’lâ veznindedir, bu da Zeccâc’ın görüşüdür. İbn Enbari de tevili şöyledir, demiştir: İyi hal, zevkli vaziyet onlarındır. Aslı

"tuyba"dır, ye sakin, makabli de mazmum olduğu için vava dönüşmüştür, nitekim

"mukm"da da durum aynıdır; çünkü onun da aslı

"muykut’dır. Zira o da yakîn’den alınmıştır. Zamma yeye ağır geldiğinden vava çevrilmiştir.

"Ve hüsnü meab (gidilecek güzel yer de onların)": Meab: Dönülüp gelinecek yer, demektir.

30

Bunun gibi seni de kendilerinden önce nice ümmetlerin geçtiği bir ümmete gönderdik ki, sana vahyettiğimizi onlara okuyasın. Onlarsa Rahman'ı inkâr ediyorlar. De ki:

"O, benim Rabbimdir. O’ndan başka ilâh yoktur. Yalnız O’na tevekkül ettim ve yalnız O’nadır dönüşüm".

"Bunun gibi": Yani senden önce peygamberler gönderdiğimiz gibi, demektir.

"Onlar Rahman’ı inkâr ediyorlar":

İniş sebebi hakkında üç görüş vardır:

Birincisi: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Kureyş kâfirlerine: Rahman’a secde edin, dediği zaman: "Rahman da nedir?” dediler, bunun üzerine bu âyet indi. Onlara: Sizin inkâr ettiğiniz Rahman, benim Rabbim’dir, denildi. Bu, Dahhâk’in, İbn Abbâs’tan rivayet ettiği görüşüdür.

İkincisi: Onlar Hudeybiye barışında antlaşma yazmak istedikleri zaman, Hazret-i Ali: Bismillahirrahmanirrahim, yazdı; Sehl b. Amr:

Biz Müseyleme’den başka Rahman bilmiyoruz, dedi. Âyet de bunun üzerine indi. Bunu Katâde, İbn Cüreyc ve Mukâtil, demişlerdir.

Üçüncüsü: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem bir gün Hicr’de dua ediyordu, Ebû Cehil de onu dinliyordu: Peygamberimiz: Ya Rahman, diyordu. Ebû Cehil dönüp müşriklere koştu: Muhammed bizi ilâhlara dua etmekten men ediyor, o ise iki ilâhya dua ediyor, dedi. Âyet bunun üzerine indi. Bunu Ali b. Ahmed Nisaburi zikretmiştir.

"Ve ileyhi metab":

Ebû Ubeyde: Bu, tübtü ileyhi'nin mastarıdır, demiştir.

31

Eğer gerçekten bir Kur’ân ki, onunla dağlar yürütülse yahut onunla yer parçalansa yahut onunla ölüler konuşturulsa idi, (yine de iman etmezlerdi). Hayır, bütün emir Allah’ındır. İman edenler bilmediler mi ki, eğer Allah dileseydi, bütün insanlara mutlaka hidayet ederdi. Kâfirlere (gelince), hep yaptıkları şeylerden dolayı Allah’ın va’di gelinceye kadar ya başlarına bir belâ gelecek yahutta yurtlarının yakınına konacaktır. Şüphesiz Allah va’dinden caymaz.

32

Yemin olsun, senden önceki peygamberlerle alay edildi; ben de kâfirlere mühlet verdim, sonra da onları yakaladım. Cezam nasıl oldu?

"Eğer gerçekten bir Kur’ân ki, onunla dağlar yürütülse idi":

İniş sebebi şöyledir: Kureyş müşrikleri Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e: Mekke’nin derelerini bize Kur’ân’lâ genişletsen, dağlarını uzaklaştırsan da yerine ekin eksek ve ölülerimizi diriltsen, dediler; bunun üzerine bu âyet indi. Bunu el - Avfi, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Zübeyr b. Avvam da şöyle demiştir: Kureyş, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e: Allah’a dua et de, şu dağları yürütüp bizden uzaklaştırsın ve yerden bize nehirler fışkırtsın da biz de ekelim, veyahut ölülerimizi diriltsin de onlarla konuşalım, veyahut şu kayayı altın etsin de yaz kış yolculuk etmekten kurtulalım; peygamberlerin böyle mucizeleri vardı, dediler. İşte âyet bunun üzerine indi. Ve:

"Bizi mucize göndermekten men eden şey, sırf öncekilerin inanmamış olmasıdır” (İsra: 59) kavli indi.

"Evkuttıat bihil cibalü” kavlinin manası da: Yer yarılsın da nehirler fışkırsın, demektir.

"Ev küllime bihil mevta": Bu da, ölüler diriltilsinler de konuşsunlar, demektir.

"Lev"in cevabında iki görüş belirterek ihtilaf etmişlerdir:

Birincisi: O, atılmıştır,

Kelâmın takdirinde de iki görüş vardır:

Birincisi: Takdiri şöyledir: O, bu Kur’ân olurdu, demektir. Bunu da Ferrâ’ ile İbn Kuteybe, demişlerdir.

Katâde de şöyle demiştir: Eğer bu, Kur’ân’ınızdan başka bir Kur’ân’lâ yapılsa idi, sizin Kur’ân’ınızla yapılırdı, demektir.

İkincisi: Takdiri şöyledir: Eğer bütün bunlar olsa idi, yine de iman etmezlerdi. Delili de şudur:

"Eğer onlara melekler indirse idik...” (En’am: 111) Bunu da Zeccâc, demiştir.

İkincisi: "Lev"in cevabı başa alınmıştır,

Mana da şöyledir: Onlar Rahman’ı inkâr ediyorlar, ister ki, biz onlara istemiş oldukları şeyleri indirelim. Bunu da yine Ferrâ’ zikretmiştir.

"Hayır, bütün emir Allah’ındır": Yani Eğer iman etmelerini dileseydi, elbette iman ederlerdi, dilemediği için de teklif ettikleri mucizeler onlara yarar sağlamaz. Sonra da bunu tekit ederek:

"İman edenler bilmediler mi (efelem yey’es)?” dedi.

Bunda da dört görüş vardır:

Birincisi:

"Efelem yey’es", (efelem yetebeyyen) meydana çıkmadı mı, demektir? Bunu el - Avfi, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. İkrime de ondan, böyle okuduğunu ve: Zannederim katip bunu uykulu iken yazmıştır, dediğini rivayet etmiştir. Bu da Mücâhid, İkrime, Ebû Mâlik ve Mukâtil’in görüşleridir.

İkincisi:

"Bilmediler mi?” demektir. Bunu da Ebû Talha, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Hasen, Katâde ve İbn Zeyd böyle demişlerdir.

İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Bu Naha’ kabilesinin lügatidir, onlar yey’es’i, bilme manasında kullanırlar. Şair de şöyle demiştir:

Onlar beni dağ yolunda esir aldıkları zaman onlara dedim ki,.

Beni bilmiyor musunuz, ben Zehdem atının binicisinin oğluyum?!

Neden yey’es, (ümit kesmek) bilmek yerinde kullanılmıştır? Çünkü bir şeyi bilen ve onun hakkında yakine sahip olan, başka şeyden ümidini (alakasını) keser.

Üçüncüsü:

Mana şöyledir: İman edenler bir tek kişiye hidayet etmekten ümitlerini kesmişlerdir; eğer Allah dileseydi bütün insanları hidayet ederdi. Bunu da Ebû’l - Âliyye demiştir.

Dördüncüsü: İman edenler, bu müşriklerin iman edeceklerinden ümit kesmediler mi? Bunu da Kisâi, demiştir.

Zeccâc da şöyle demiştir: Bence

Mana şöyledir: İman edenler, Allah’ın iman etmezler diye nitelediklerinin iman etmeyeceğinden ümit kesmediler mi?

"Kâfirler sürüp gidecek":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Onlar bütün kâfirlerdir, bunu da İbn Saib, demiştir.

İkincisi: Mekke kâfirleridir, bunu da Mukâtil, demiştir.

Kaira’ya gelince,

Zeccâc şöyle demiştir: O, büyük bir işle inen şiddetli beladır.

Bundan da ne murat edildiği hususunda iki görüş vardır:

Birincisi: O, gökten inen bir azaptır, bunu el - Avfi, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir.

İkincisi: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in gönderdiği birlikler ve öncülerdir. Bunu da İkrime demiştir.

"Yahut yurtlarının yakınına konar":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: O, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’dir,

Mana da şöyledir: Yahutta sen yurtlarının yakınına konarsın, ya Muhammed. Bunu Said b. Cübeyr, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Mücâhid, İkrime ve Katâde böyle demişlerdir.

İkincisi: O inecek olan, karia (gürültülü azap)tır. Bunu da Hasen Basri, demiştir.

"Allah’ın va’di gelinceye kadar":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Mekke’nin fethidir, bunu da İbn Abbâs ile Mukâtil, demişlerdir.

İkincisi: Kıyamettir, bunu da Hasen Basri, demiştir.

33

Kazandığı şeyle her nefsin üzerinde duran (Allah, böyle olmayan putlar) gibi midir? Onlar Allah’a ortak kıldılar / koştular. De ki:

"Onların adlarını verin". Yoksa yerde bilmediğini O’na haber mi veriyorsunuz? Hayır, siz dış sözle (bâtıll zan ile onlara ortaklar diyorsunuz). Hayır, kâfirlere tuzakları süslü gösterildi ve yoldan çevrildiler. Allah kimi saptırırsa, onun için bir yol gösterici yoktur.

"Kazandığı şeyle her nefsin üzerinde duran": Bu, aziz ve celil olan Allah’tır. Burada durmanın manası da şudur: Halkının işlerini yürütmek, rızık ve ecellerini tespit etmek ve ceza için amellerini kaydetmektir.

Mana da şöyledir. Herkese, iyiliğine karşı sevap vererek ve kötülüğü ile onu yakalayarak yaptığının karşılığını veren (Allah), bu sıfatta olmayan putlar gibi midir?

Ferrâ’ şöyle demiştir: Cevap verilmemiştir; çünkü mana bellidir. Bunu da:

"Allah’a ortaklar koştular” sözü ne belirtmiştir. Sanki:

"Böyle yapan Allah, onların ortakları gibi midir?” demiştir?

"De ki: Onların adlarını verin": Yani Eğer onlar Allah'ın ortakları iseler, Allah’a rızık veren, öldüren ve dirilten denildiği gibi onlara da hak ettikleri sıfatları ve kendilerine nispet edilen şeyleri verin. Eğer onlara bu isimler verilirse, yalan olduğu görülür.

"Yoksa O’na yeryüzünde bilmediği şeyi mi haber veriyorsunuz?": Bu öncesiyle ilişkisi olmayan bir sorudur,

Mana da şöyledir: Eğer onlara da Allah’ın sıfatlarını verirlerse, onlara de ki: O’na yeryüzünde ortağı olduğunu, O’nunsa ortağını bilmediğini mi haber veriyorsunuz? Eğer olsa idi bilirdi?

"Yoksa dış (zahiri) sözle mi?":

Bunda da üç görüş vardır:

Birincisi: Zanla ilgili sözle mi? Bunu Mücâhid, demiştir.

İkincisi: Batılla mı? Bunu da Katâde, demiştir.

Üçüncüsü: Aslı ve esası olmayan sözle mi?

"Kâfirlere tuzakları süslü gösterildi":

İbn Abbâs: Şeytan onlara küfrü süslemiştir, demiştir.

"Ve saddu anissebil": İbn Kesir, Nâfi, Ebû Amr ve İbn Âmir, şadın fethi ele:

"Ve saddu” okumuşlardır. Hamim Mü’min de de (Ğafir: 37) böyle okumuşlardır. Âsım, Hamze ve Kisâi de, ikisinde de zamme ile: "Ve suddu” okumuşlardır. Kim fetha ile okursa: Müslümanları çevirdiler, ya imandan ya da Beytullahil Haram'dan demek ister. Kim de zamme ile okursa: Allah onları doğru yoldan çevirdi, demek ister.

34

Onlar için dünya hayatında bir azap vardır. Gerçekten ahiretin azabı daha çetindir. Onlar için Allah’tan bir koruyucu da yoktur.

"Onlar için dünya hayatında bir azap vardır": O da öldürülme, esir edilme ve hastalıktır. Bunlar onlar için dünyada azaptır, mü’minler için kefarettir.

"Gerçekten ahiretin azabı daha çetindir": Yani daha çok eziyetlidir.

"Onlar için Allah’tan bir koruyucu yoktur": Yani azaplarına mani olacak bir şey yoktur.

35

Müttakilere va’dolunan cennetin hali şudur: Altlarından ırmaklar akar. Yemişleri ve gölgesi devamlıdır. İşte sakınanların akibeti budur. Kâfirlerin akibeti ise ateştir.

"Cennetin hali": Yani sıfatı şudur; altlarından ırmaklar akar. Bu, cumhûrun görüşüdür. Saleb şöyle demiştir: Mesel’in haberi kendinden önce gizlidir,

Mana da şöyledir: Size anlattığımız şeyde cennetin misali vardır, size hikaye ettiğimiz şeyde de cennetin haberi vardır.

"Yemişleri devamlıdır":

Hasen şöyle demiştir: Demek istiyor ki, onun meyveleri dünya meyveleri gibi kesilmez.

"Gölgesi de": Çünkü o da zail olmaz, güneş onu silmez.

"İşte sakınanların akibeti budur": Yani işlerinin varacağı sonuç budur, demektir.

36

Kendilerine kitap verdiklerimiz sana indirilen şeyle sevinirler. Hiziplerden kimi de onun bir kısmını inkâr eder. De ki:

"Ben ancak Allah’a ibadet edip O'na şirk koşmamakla emrolundum. Yalnız O’na dua ederim. Dönüşüm de yalnız O'nadır.

"Kendilerine kitap verdiklerimiz":

Bunda da üç görüş vardır:

Birincisi: Onlar, Yahudilerden Müslüman olanlardır, bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan demiştir.

Mukâtil de: Onlar Abdullah b. Selam ile arkadaşlarıdır, demiştir.

İkincisi: Onlar, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabıdır. Bunu da Katâde, demiştir.

Üçüncüsü: Yahudi ve Hıristiyanlardan ehbi kitabın mü’minleridir. Bunu da Maverdi zikretmiştir. Ona indirilen de: Kur’ân’dır. Müslümanlar buna sevinip onu tasdik ettiler. Ehl-i kitabın mü’minleri de buna sevindiler. Çünkü o, kendi yanlarındakini tasdik etti. Şöyle de denilmiştir: Abdullah b. Selam ile onunla beraber Müslüman olanlar, Rahman’ın Tevrat’ta çok zikredilip de Kur’ân’da az zikredilmesinden üzüldüler; Rahman’ın zikri inince sevindiler, müşrikler de onu inkâr ettiler. Bu âyet de bunun üzerine indi.

Hizipler ise: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e düşmanlıkta birlik olan kâfirlerdir.

Onların hakkında dört görüş vardır:

Birincisi: Onlar Yahudilerle Hıristiyanlardır, bunu Katâde, demiştir.

İkincisi: Onlar Yahudiler, Hıristiyanlar ve Mecusilerdir, bunu da İbn Zeyd, demiştir.

Üçüncüsü: Ümeyye oğulları, Müğire oğulları ve Talha b. Abdüluzza ailesidir. Bunu da Mukâtil, demiştir.

Dördüncüsü: Kureyş kâfirleridir. Bunu da Maverdi zikretmiştir.

İnkar ettikleri o kısım hakkında da üç görüş vardır:

Birincisi: O, Rahman’ın, öldükten sonra dirilmenin ve Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in zikredilmesidir. Bunu da Mukâtil, demiştir.

İkincisi: Onlar Resul’ün gönderilmesini kitaplarında gördüler, peygamberliğini ise inkâr ettiler.

Üçüncüsü: Onlar, onun doğruluğunu bildiler, tasdikini kabul etmediler. Bu ikisini Maverdi, zikretmiştir.

37

Böylece onu Arapça bir hüküm olarak indirdik. Yemin olsun, eğer sana ilim geldikten sonra onların keyiflerine uyarsan, senin için Allah'tan ne bir dost ne de bir koruyucu yoktur.

"Böylece onu indirdik": Yani peygamberlere kendi dilleriyle kitaplar indirdiğimiz gibi sana da Kur’ân’ı indirdik.

"Arapça bir hüküm olarak":

İbn Abbâs: Ondaki farzları irade etmiştir, demiştir.

Ebû Ubeyde de: Arapça bir din olarak, demiştir.

"Eğer onların keyiflerine uyarsan":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Beytülmukaddes’e yönelerek kıldığın namazında,

"sana ilim geldikten sonra": Kıblenin Kâbe olduğuna dair. Bunu da İbn Saib, demiştir.

İkincisi: Atâ’n İbrahim’in dini ile ilgili olarak seni davet ettikleri şeyi kabulde. Bunu da Mukâtil, demiştir.

"Senin için Allah’tan ne bir dost yoktur": Yani seni Allah’ın azabından koruyacak bir yakın yoktur.

"Ne bir koruyucu yoktur": Seni himaye edecek biri yoktur.

38

Yemin olsun senden önce de peygamberler gönderdik ve onlar için zevceler ve zürriyetler kıldık. Bir peygamber için Allah’ın izni olmadan bir mucize getirmek olmaz. Her ecelin bir yazgısı vardır.

"Yemin olsun senden önce de peygamberler gönderdik":

Âyetin iniş sebebi şudur: Yahudiler, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’i çok evlenmekle ayıpladılar ve: Eğer peygamber olsa idi peygamberlik onu çok evlilikten alıkoyardı, dediler. Bu âyet bunun üzerine indi. Bunu Ebû Salih, İbn Abbâs’tan demiştir. Âyetin manası şöyledir: Senden önceki peygamberler de insan idiler, onların da eşleri ve zürriyetleri, yani evlatları vardı.

"Bir peygamber için Allah’ın izni olmadan bir mucize getirmek olmaz": Yani emri olmadan, demektir. Bu, ona mucize getirmesi için teklif ettikleri şeye cevaptır.

"Her ecelin bir yazgısı vardır":

Bunda da üç görüş vardır:

Birincisi: Mahlukatın ecellerinden her ecel için Allah katında bir yazı vardır. Bunu Hasen, demiştir.

İkincisi: Bu ada takdim ve tehir vardır,

Mana şöyledir: Gökten inen her kitap için bir ecel (süre) vardır. Bunu da Dahhâk ile Ferrâ’, demişlerdir.

Üçüncüsü: Aziz ve celil olan Allah’ın takdir ettiği her ecel ve hükme bağladığı her durum için bir yazı vardır; bunu onda tespit etmiştir; bir mucize olsun veya başka bir şey olsun, ancak Allah’ın bir kitapta hükme bağladığı ecelle olur. Bu mana İbn Cerir’in görüşünden çıkarılmıştır.

39

Allah dilediği şeyi siler de yerinde bırakır da. Ana kitap O’nun yanındadır.

"Yemhullahu ma yeşau ve yüsbit": İbn Kesir, Ebû Amr ve Âsım, sakin se ve şeddesiz be ile

"yüsbitü” okumuşlar; İbn Âmir, Hamze ve Kisâi de, şeddeli be ve meftuh se ile: "Ve yüsebbitü” okumuşlardır. Ebû Ali de, mana: Veyüsebbituhu"dur, demiştir. Birinci fiil geçişli olduğu için ikinci fi’lin ta’diyesine (mef’ul almasına) gerek kalmamıştır.

Müfessirler, siler ve yerinde bırakır ifadesinden ne murat edildiği hususunda sekiz görüş bildirerek ihtilaf etmişlerdir:

Birincisi: Bu; rızık, ecel, mutluluk ve bedbahtlık için geneldir. Bu; Hazret-i Ömer, İbn Mes’ûd, Ebû Vâil , Dahhâk ve İbn Cüreyc’in görüşleridir.

İkincisi: O; nasih ve mensuhtur; mensuhu siler, nasihi yerinde bırakır. Ali b. Ebi Talha, bu manayı İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Said b. Cübeyr, Katâde, Kurazi ve İbn Zeyd de böyle demişlerdir.

İbn Kuteybe de:

"Allah dilediğini siler": Yani Kur’ân istediğini nesh eder",

"tespit eder": Yani istediğini de nesh etmeden yerinde bırakır ki, onlar da muhkemdir, demiştir.

Üçüncüsü: O; dilediği şeyi siler, dilediği şeyi de yerinde bırakır, ancak bedbahtlık, mutluluk, hayat ve ölüm bunun dışındadır. Bunu Said b. Cübeyr, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Delili de, Müslim’in, "Sahih"inde Huzeyfe b. Esid’den rivayet ettiği şu hadistir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’den şöyle dediğini işittim: Ana rahminde meninin üzerinden kırk beş gün geçtikten sonra görevli melek:

"Erkek mi, yoksa dişi mi?” der. Allahü teâlâ da hükme bağlar, melek de onu yazar. Sonra:

"Bahtiyar mı, yoksa bedbaht mı?” der. Allahü teâlâ da bunu hükme bağlar, melek de onu yazar. Ve:

"Ameli ve eceli nasıl?” der; Allahü teâlâ da, onu da hükme bağlar, melek de onu yazar. Sonra defter dürülür; artık ne artırılır ne de eksiltilir. 3

3 - Müslim, Kitabu'l- Kader, hadis no, 2.

Dördüncüsü: Allah dilediğini siler, dilediğini tespit eder, ancak bedbahtlık ile mutluluk değiştirilmez. Bunu da Mücâhid, demiştir.

Beşincisi: Eceli geleni siler, eceli gelmeyeni de yerinde bırakır. Bunu da Hasen, demiştir.

Altıncısı: Kullarının günahlarından dilediğini silip bağışlar, dilediğini de yerinde bırakır, bağışlamaz. Bu da Said b. Cübeyr’den rivayet edilmiştir.

Yedincisi: Dilediğini Tevbe ile siler, yerine iyilikler tespit eder. Bunu da İkrime, demiştir.

Sekizincisi: İçinde ne sevap ne de azap olmayan şeyi hafaza meleklerinin divanından (kütüğünden) siler; içinde sevap ve azap olan şeyi kaydeder. Bunu da Dahhâk ile Ebû Salih, demişlerdir.

İbn Saib de şöyle demiştir: Bütün sözler yazılır, Perşembe günü olunca içinde sevap ve azap olmayanlar atılır, meselâ: Yedim, içtim, girdim, çıktım gibi, ancak doğru olmak şartı ile. İçinde sevap ve azap olan şeyler ise tespit edilir.

"Ana kitap O’nun yanındadır":

Zeccâc şöyle demiştir: Asıl kitaptır.

Müfessirler: O da olmuş ve olacak şeylerin tespit edildiği Levh-i Mahfuzdur, demişlerdir. Ebudderda, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den şöyle dediğini rivayet etmiştir: Allahü teâlâ gecenin son üç saati kalınca bir kitaba bakar, ki, kendisinden başka kimse ona bakamaz, dilediği şeyi siler, dilediği şeyi de tespit eder. İkrime, İbn Abbâs'tan şöyle dediğini rivayet etmiştir: Onlar iki kitaptır, biri ana kitap değildir ki, ondan dilediğini siler de tespit eder de. Ana kitap ise O’nun yanındadır; ondan hiçbir şey değiştirilmez.

40

Onları tehdit ettiğimiz şeyin bazısını sana gösterirsek yahut seni öldürürsek, ancak sana tebliğ düşer, bize de hesap düşer.

"Onları tehdit ettiğimiz şeyin bazısını sana gösterirsek": Yani sen hayatta iken azabın bir kısmını demek istiyor.

"Yahut seni öldürürsek": Onu sana göstermeden önce, sana ancak tebliğ etmek düşer,

"bize de hesap düşer": Mukâtil, ceza vermek, demiştir. İbn Ebi Talha, İbn Abbâs'tan:

"Sana ancak tebliğ düşer” kavlinin kılıç âyeti ve cihadın farz kılınması ile neshedildiğini rivayet etmiştir.

Katâde de böyle demiştir.

41

O toprağa gelip de onu uçlarından eksilttiğimizi görmediler mi? Allah hükmeder, hükmünün takipçisi yoktur. O, hesabı çabuk görendir.

"O toprağa gelip de onu uçlarından eksilttiğimizi görmediler mi?":

Bunda da beş görüş vardır:

Birincisi: Allah’ın o yerden peygamberine fethettiği kısımlardır. Bunu da el - Avfi, İbn Abbâs’tan demiş; Hasen ile Dahhâk da böyle demişlerdir.

Mukâtil de şöyle demiştir:

"Görmediler mi?": Yani Mekke kâfirleri.

"Bizim o toprağa geldiğimizi": Yani Mekke toprağına geldiğimizi,

"onu etrafından eksilttiğimizi": Yani çevresinden eksilttiğimizi, demektir.

İkincisi: O, kentin harap olup etrafındaki evlerin kalmasıdır. Bunu da İkrime İbn Abbâs’tan demiş ve buna da katılmıştır.

Üçüncüsü: O, halkının ve bereketinin azalmasıdır. Bunu da İbn Ebi Talha, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir.

Şa’bî de: Canların ve ürünlerin azalmasıdır, demiştir.

Dördüncüsü: İlim adamlarının ve seçkin halkının gitmesidir, bunu da Atâ’, İbn Abbâs’tan demiştir.

Beşincisi: O, halkının ölmesidir, bunu da Mücâhid, Atâ’ ve Katâde, demişlerdir.

"Allah hükmeder, hükmün takipçisi yoktur":

İbn Kuteybe şöyle demiştir: Hiç kimse onu bozmak veya eksiltmekle eleştiremez. Biz de, hesabı çabuk görmenin manasını Bakara: 202’de şerh etmiş bulunuyoruz.

42

Kendilerinden öncekiler de tuzak kurdular. Bütün tuzak Allah’ındır. Her nefsin ne kazandığını bilir. Kâfirler de yurdun sonu kimindir yakında bilecek.

"Kendilerinden öncekiler de tuzak kurdular": Yani geçmiş milletlerin kâfirleri, peygamberlerini öldürmek için tuzak kurdular, Kureyş’in Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’i öldürmek için tuzak kurması gibi.

"Bütün tuzak Allah’ındır": Yani tuzak kuranların tuzağı onun yarattığı bir şeydir, O’nun dilemesi olmadıkça zarar vermez. Bunda Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’i teselli ve teskin etme vardır.

"Her nefsin ne kazandığını bilir": Hayır ve şerden, O’nun izni olmadan hiçbir zarar meydana gelmez.

"Veseya’lemül kafirü": İbn Kesir, Nâfi ve Ebû Amr: "Vese ya’lemülkafîrü” okumuşlardır.

İbn Abbâs da: Yani Ebû Cehil, bilecektir, demiştir.

Zeccâc da: Kâfir burada cins ismidir, demiştir. Âsım, İbn Âmir, Hamze ve Kisâi de, cemi kalıbı ile: "el - küffar” okumuşlardır.

"Yurdun sonu kimindir": Yani işin sonunda cennet kimindir, demektir.

43

Kâfirler: "Sen gönderilmiş peygamber değilsin” derler. De ki: Sizinle benim aramda şahit olarak Allah ile kendisinde kitap bilgisi olan kimse yeter".

"Kâfirler derler":

Bunlar hakkında da iki görüş vardır:

Birincisi: Onlar Yahudilerle Hıristiyanlardır.

İkincisi: Kureyş kâfirleridir.

"De ki: Şahit olarak Allah yeter": Burada şehîd, şahit manasınadır.

"Benimle sizin aranızda": Açıkladığı âyetler ve benim peygamberliğimi gösteren delillerle.

"Kendisinde kitap bilgisi olan":

Bunda da yedi görüş vardır:

Birincisi: Onlar Yahudi ve Hıristiyan Âlimleridir. Bunu da el - Avfi, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir.

İkincisi: O, Abdullah b. Selam’dır. Bunu da Hasen, Mücâhid, İkrime, İbn Zeyd, İbn Saib ve Mukâtil, demişlerdir.

Üçüncüsü: Onlar ehl-i kitaptan hakka şahitlik eden bir cemaattir; Abdullah b. Selam, Selman Farisi ve Temim Dari bunlardandır.

Dördüncüsü: O, Cebrâil aleyhisselam’dır, bunu da Said b. Cübeyr, demiştir.

Beşincisi: Ali b. Ebi Talib’tir, bunu da (oğlu) Muhammed b. el - Hanefiyye, demiştir.

Altıncısı: O, Bünyamin'dir, bunu da Şimr demiştir.

Yedincisi: O, Allahü teâlâ’dır, Hasen ile Mücâhid’ten rivayet edilmiş; Zeccâc da bunu tercih etmiş ve: "Vemin indihi ulimel kitabu” okuyanların kıraatini delil getirmiştir ki, bu da İbn Semeyfa, İbn Ebi Able, Mücâhid ve Ebû Hayve’nin kıraatidir. İbn Ebi Süreyc’in, Kisâi’den rivâyeti de, mimin kesri ile "ve min", daim kesri ile

"indihi", aynın zammı, “Lâm” ın kesri ve mimin fethi ile "ulime", ve ref ile

"el - kitabu” şeklindedir. Hasen de, mimin kesri ile "ve min", dalın kesri ile

"indihi", aynın kesri ve mimin zammı ile

"ilmul” ve muzafun ileyh olarak

"el - kitabi” şeklinde okumuştur. Sanki: Aziz ve celil olan Allah’tan indirildi, demiş gibidir.

0 ﴿