22-HAC SÛRESİMekke’de inmiştir. 78 ayettir. Bismillahirrahmanirrahim 1Ey iman edenler, Rabbinizden korkun. Şüphesiz kıyametin depremi büyük bir şeydir. Nerede indiği Ebû Salih, İbn Abbâs’tan onun tümünün Mekki olduğunu rivayet etmiştir, ancak şu ve arkasındaki âyet hariç: "Ve minennasi men yabudullaha alâ harf” (Hac: 12,13). İbn Abbâs'tan gelen bir rivayette de o, Medeni'dir ancak şu dört âyet hariç demiştir: "Vema erselna min kablike min resulin"... Dördüncü âyetin sonuna kadar (Hac: 53 - 57). Atâ’ b. Yesar da şöyle demiştir: Mekke'de inmiştir, ancak şu üç âyet hariç: "Hazani hasmani” ve arkasındaki iki âyet (Hac: 20 -22). Ebû Süleyman Dımeşki de şöyle demiştir: Baştan ve "ve beşşiril muhsinin "e kadar (Hac: 38) Medeni, diğeri de Mekki’dir. Sa’lebi de şöyle demiştir: Altı âyet hariç, Mekki’dir, onlar da şunlardır: "Hazani hasmanı... hamîd” (Hac: 20 - 25). Hibetullah b. Selame de şöyle demiştir: Bu sûre Kur’ân'ın acayip surelerindendir; çünkü onda Mekki ve Medeni, hazari ve seferi, harbi ve silmi, leyli ve nehari, nasih ve mensuh olanlar vardır. Mekki olanlar: Otuzun başından sonuna kadar olanlardır. Medeni olanlar: Yirmi beşin başından otuzun sonunu kadar olanlardır. Leyli olanlar (gece inenler): Başından beşinci âyetin sonuna kadar olanlardır. Nehari olanlar (gündüz inenler): Beşin başından dokuzun başına kadar olanlar. Seferi olanlar: Dokuzun başından on ikiye kadar olanlar. Hazari olanlar: Yirminin başına kadar olanlardır. Medine’ye nisbet edilmesi, süre bakımında ona yakın olmasındandır. "Rabbinizden korkun": Yani O’nun azabından korkun, demektir. "İnne zelzeletes saati": Zelzele: korkunç şekilde sarsılmaktır (deprem). Bu zelzelenin vaktinde de iki görüş vardır: Birincisi: O, kıyamet gününde kabirlerden kalktıktan sonradır. İmran b. Husayn'dan: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem: "Şüphesiz kıyametin depremi büyük bir şeydir” âyetini okudu, sonra da: "Bunun hangi gün olacağını biliyor musunuz?” dedi. Aziz ve celil olan Rab, Âdem aleyhisselam’ı kaldırır: Cenennemlikleri gönder, der. 1 Ebû Said el - Hudri de şöyle rivayet etmiştir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: Allahü teâlâ kıyamet gününde Âdem’e: Kalk, cehennemlikleri gönder, der. O da: "Ya Rabbi, cehennemlikler nedir (kaçta kaç)?” der. O da: Her binden dokuz doksan dokuzunu cehenneme gönder, der. İşte o zaman çocukların saçları ağarır ve her gebe düşük yapar. Sonra da bu âyeti okudu. 2 İbn Abbâs da: Kıyametin depremi, onun kopmasıdır, yani yaklaşır ve onunla beraber gerçekleşir, demiştir. Hasen ile Süddi de: Bu zelzele kıyamet gününde olacaktır, demişlerdir. 1 - İmam Ahmed, Müsned, 4/432, 435; Tirmizî, Tefsirü sûre, 22, bab, 1, 2. 2 - Buhârî, Tefsirü sûre, 22, bab, 1; Müslim, iman, hadis no, 379. İkincisi: O, kıyametten önce dünyada olur, o kıyamet alâmetlerindendir. Bunu da Alkame, Şa’bî ve İbn Cüreyc, demişlerdir. Ebû’l - Âliyye de Übey b. Ka’b’ten şöyle dediğini rivayet etmiştir: Kıyametten önce altı alâmet vardır; insanlar sokaklarında iken birden güneşin ışığı gider, o halde iken yıldızlar dökülür; o halde iken dağlar yerin üzerine düşer; yer hareket eder ve sarsılır. Cinler insanlara, insanlar da cinlere sığınır. Hayvanlar, kuşlar ve vahşiler birbirine karışır; birbirinin içine girer. O zaman cinler, insanlara: Biz size haber getiririz, derler. Bakarlar ki, ateşler tutuşmuş. O halde iken yer, yedi kat yerin altına, gök de yedi kat göğün üstüne kadar parçalanır. O halde iken onlara bir rüzgar gelir, hepsi ölürler. Mukâtil de şöyle demiştir: Bu zelzele sura ilk üfürmeden öncedir. Şöyleki gökten bir ünleyici seslenir: Ey insanlar, Allah’ın emri geldi, der. Onlar da öyle bir korkarlar ki, o zaman küçükler ihtiyarlar, gebeler hamlini vaz eder (düşürür). "Büyük bir şeydir": Yani anlatılamayacak kadar büyüktür, demektir. 2Onu gördüğünüz gün her emzikli kadın emzirdiğinden gaflet eder ve her yüklü yükünü bırakır. İnsanları sarhoşlar görürsün, hâlbuki onlar sarhoşlar değil. Ancak Allah'ın azabı pek çetindir. "Onu gördüğünüz gün": Yani o depremi, "her emzikli kadın emzirdiğinden gaflet eder": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Çocuğunu unutur ve terk eder, bunu İbn Kuteybe, demiştir. İkincisi: Onunla ilgilenmez, bunu da Kutrub, demiştir. İbn Revaha’nın şu sözü bundandır: Dost dostu ile ilgilenmez. Ebû İmran el - Cevni ile İbn Ebi Able, tenin ref'i ve henin kesri ile "tüzhilü", “Lâm” ın nasbi ile de "külle” okumuşlardır. Ahfeş de şöyle demiştir: "Niçin "murdıaten” dedi? Allah bilir ya, O, fi’li (eylemi) irade etmiştir; eğer sıfatı irade etse idi, "murdıun” derdi. Hasen de şöyle demiştir: Emzikli kadın sütten kesmediği çocuğunu unutur, gebe kadın da günü dolmadan doğumunu gerçekleştirir. Bu da depremin dünyada olacağını gösterir. Zira kabirden kalktıktan sonra gebe olmaz. "Ve terennase sükâra": İkrime, Dahhâk ve İbn Ya’mur, tenin zammı ile "ve türa” okumuşlardır. "Sarhoşlar"ın manası da şiddetli korkudan demektir. "Onlar sarhoşlar değiller": Şaraptan değiller. Mana da şöyledir: İnsanları başlarına gelen şeyin şiddetinden dolayı akılları gittiği için sarhoşlar gibi görürsün, şarap içmiş sarhoş gibi yalpalarlar. Elamze, Kisâi ve Halef: "Sekra vema hüm bisekra” okumuşlardır ki, İbn Mes’ûd’un okuyuşu da böyledir. Ferrâ’: Bu, güzel bir yorumdur, demiştir; çünkü o, helkâ ve cerha babından olur. İkrime, Dahhâk ve İbn Semeyfa da, “sîn” in ve ranın fethi ve elif ile: "Sekâra ve mahüm bisekâra” okumuşlardır. "Ancak Allah'ın azabı pek çetindir": Bunda da sarhoşluklarının azap korkusundan olacağına delil vardır. 3İnsanlardan kimi Allah hakkında bilgisizce mücadele eder ve her azgın şeytana uyar. "İnsanlardan kimi Allah hakkında mücadele eder": Müfessirler şöyle demişlerdir: Bu, Nadr b. Haris hakkında inmiştir. Mücadele ettiği şey hakkında da üç görüş vardır: Birincisi: O, Kur’ân’dan inen her şeyi inkâr ederdi, bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: O, meleklerin Allah’ın kızları olduğunu iddia etmişti. Bunu da Mukâtil, demiştir. Üçüncüsü: O, Allah ölüleri diriltmeye kadir değildir, demişti. Bunu da Ebû Süleyman Dımeşki, demiştir. "Bilgisizce": Yani bunu şeytanın yoldan çıkarması ile der, bilgiden değil. "Uyar": Şeytanın süslediği şeylere. "Külle şeytanin merid": "Merid "in manasını da Nisa suresi, âyet: 117’de zikretmiş bulunuyoruz. 4Onun üzerine şöyle yazıldı: Gerçekten kim onu dost edinirse, şüphesiz o, onu saptırır ve onu alevli ateşin azabına götürür. "Kütibe aleyhi ennehu men tevellahu": "Kütibe"nin manası, karar verildi, demektir. "Aleyhi"deki ve "tevellahu"daki “He” zamiri şeytana râcîdir. Âyetin manası da şöyledir: Şeytana kendisine uyanı saptıracağı kararı verildi. Ebû İmran el - Cevni, kâfin fethi ile "ketebe", hemzenin fethi ile "ennehu” ve hemzenin kesri ile "feinnehu” okumuştur. Ebû Miclez, Ebû’l - Âliyye, İbn Ebi Leyla, Dahhâk ve İbn Yamur, "innehu” "feinnehu” diyerek ikisinde de hemzenin kesri ile okumuşlardır. Biz de "sair"in manasını Nisa suresi, âyet: 10’da beyan etmiştik. 5Ey insanlar, eğer öldükten sonra dirilmeden bir şüphe içinde iseniz, şüphesiz biz sizi topraktan, sonra meniden, sonra kan pıhtısından, sonra da yaratılışı belli belirsiz bir çiğnem etten yarattık ki, size (üstün kudretimizi) açıklayalım, diye. Dilediğimiz şeyi rahimlerde belli bir süreye kadar durduruyoruz. Sonra da sizi bir çocuk olarak çıkarıyoruz. Sonra da kuvvetinize ulaşmanız için (sizi yaşatıyoruz). İçinizden kimi öldürülüyor, içinizden kimi de ömrün en reziline döndürülüyor ki, bilginin ardından hiçbir şey bilmesin. Yeryüzünü kupkuru görürsün. Üzerine suyu indirdiğimiz zaman hareteke geçer kabarır ve her göz alıcı çiftten bitirir. "Ey insanlar": Yani, ey Mekke halkı, demektir. "Eğer öldükten sonra dirilmeden bir şüphe içinde iseniz": Yani kıyametten şüphe içinde iseniz, demektir. "Biz sizi topraktan yarattık": Yani Âdem’i, "sonra meniden": Yani Onun evlatlarını, Mana da şöyledir: Eğer öldükten sonra dirilmenizde şüphe içinde iseniz, ilk yaratılışınızı ve işinizin başını düşünün; o zaman kudretimizde başlamakla tekrar etmek arasında bir fark olmadığını görürsünüz. Nutfte ise: Meni demektir. Alaka da: Taze kan pıhtısıdır. Ona alaka denilmesi, yanındaki şeye yapışmasındandır. Kuruduğu zaman artık alaka değildir. Mudga ise: Küçük et parçasıdır. İbn Kuteybe şöyle demiştir: Ona böyle denilmesi, bir çiğnem kadar olmasındandır. Nitekim: Gurfe de: Bir avuç, demektir. "Yaratılışı belli belirsiz (muhallekatin ve gayra muhallekatin)": Bunda da beş görüş vardır: Birincisi: Muhalleka: Tam yaratılmış, gayri muhallaka ise: Rahmin dışarı attığı menidir. O da yaratılmadan önceki kandır. Bunu da İbn Mes’ûd, demiştir. İkincisi: Muhalleka: Ruh üfürülmekle yaratılışı tam olandır, o da gününde doğandır. Gayri muhalleka ise: Ruh üfürülmekle tamamlanan düşüktür. Bu da İbn Abbâs’ın görüşünün manasıdır. Üçüncüsü: Muhalleka: Suret verilmiş gayri muhalleka da: Suret verilmemiş, demektir. Bunu da Hasen, demiştir. Dördüncüsü: Muhalleka ve gayri muhalleka: Bir defa meni ve alaka olarak düşen, bir defa kısmen suret verilmiş, bir defa da tam suret verilmiş olarak düşendir. Bunu da Süddi, demiştir. Beşincisi: Muhalleka: Tam, gayri muhalleka da: Düşük demektir. Bunu da Ferrâ’ ile İbn Kuteybe, demişlerdir. "Size açıklayalım diye": Bunda da dört görüş vardır: Birincisi: Sizi yarattık ki, ne yapıp ne yapmadığınızı bilelim diye. İkincisi: Size Kur’ân’da ilk yaratılmanızı ve değişik evrelerden geçmenizi açıklayalım diye. Üçüncüsü: Yaratılma evrelerinizdeki kemal-i hikmet ve kudretimizi açıklayalım diye. Dördüncüsü: Öldükten sönra dirilmenin hak olduğunu size açıklayalım diye. Ebû İmran el - Cevni, ye ile "liyübeyyine leküm” okumuştur. "Ve nukırru filerhami": İbn Mes’ûd ile Ebû Recâ’, merfu ye, meftuh kaf ve merfu ra ile "ve yukarru” okumuşlar; Ebû’l - Cevza ile Ebû İshak es - Sebii de merfu ye, meksur kaf ve mensûb ra ile "ve yukırra” okumuşlardır. Rahimlerde durdurulan da düşük olmayandır. "Belli bir süreye kadar": O da doğum süresidir. "Sümme nuhricüküm tıflen": Ebû Ubeyde: O, etfal yerinde kullanılmıştır, demiştir. Araplar bazen tekili cemi manasında kullanır. Allahü teâlâ: "Velmelaiketü bade zalike zahir” (Tahrim: 4) demiştir, zuherae demektir. Ebû Ubeyde şu beyti misal getirmiştir: Müslüman olun, biz kardeşiz, dedik, Kalplerde kin diye bir şey kalmamıştır. Şunu da misal getirmiştir: Yaratılışınızda büyüklük vardır, biz de üzüldük. Başkası da şöyle demiştir: Tekil olarak "tıflen” demesi, "nuhricüküm” kavlini cemi olarak demesindendir; o zaman etfalen demeye ihtiyaç kalmamıştır. "Sümme litebluğu": Bunda izmar (gizleme) vardır, takdiri şöyledir: Sümme nuammirüküm litebluğu eşüddeküm. "Eşüdd"ün manası da yukarıda geçmiştir (En’am: 153). "İçinizden kimisi öldürülüyor": Güçlü çağa yetişmeden önce, "içinizden kimi de ömrün en reziline döndürülüyor": Biz de bunu Nahl: 70’te şerh etmiş bulunuyoruz. Sonra Allahü teâlâ yeri diriltmekle onları da dirilteceğini gösterip: "Yeryüzünü kupkuru görürsün (hamideten)” dedi. İbn Kuteybe: ölü ve kuru görürsün, demiştir. Hemedetin naru da böyledir ki: Ateş sönüp gitmektir. "Onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman": Yani yağmuru demektir. "Harekete geçer": Bitki bitirmek için demektir, şöyleki bitki göründüğü zaman o yükselir, işte "rebet "in manası budur ki, yükselmek ve kabarmaktır. Müberrid de: İhtezze nebatüha ve reba (bitkisi harekete geçer ve kabarır) demiştir ki, muzaf hazfedilmiştir. Ferrâ’ da şöyle demiştir: Ebû Cafer el - Medeni, beden sonra meftuh hemze ile "ve rebeet” okumuştur. Eğer toplumu koruyan bekçi manasına alıyorsa, yükselmek manasına olur, yoksa yanlıştır. "Ve her göz alıcı çiftten bitirir": Yani neşe veren her güzel sınıftan bitirir, demektir. O (behîc) feîl veznindedir, fail manasınadır. 6Sebebi şu ki, şüphesiz Allah O haktır. Şüphesiz O, ölüleri diriltir. Şüphesiz O, her şeye kadirdir. "Sebebi şu ki, (zalike)": Yani durum size anlatıldığı gibi böyledir, demektir. En iyisi "zalike"nin mahallen merfu olmasıdır, mana itibarı ile mensûb olması da câizdir: Fealellahu zalike bieennehu huvel hak (Allah bunu hak olması sebebiyle yaptı). 7Gerçekten kıyamet gelicidir, onda şüphe yoktur. Şüphesiz Allah kabirlerde olan kimseleri diriltir. "Ve gerçekten kıyametin": Yani kıyametin "gelici” olduğunu bilmeniz için, demektir. 8İnsanlardan kimi Allah hakkında bilgisizce, rehbersiz ve aydınlatıcı kitapsız mücadele eder. "İnsanlardan kimi mücadele eder": Bunun da açıklaması yukarıda geçmiştir. Bu da Nadr hakkında inenlerdendir. Hüden: Beyan ve delil demektir. "Saniye ıtfihi": Itf: Yan taraf demektir. İtferrecül: Adamın sağ ve sol iki yanıdır. O da insanın yürümek istemediği zaman eğdiği ve büktüğü yeridir. Zeccâc şöyle demiştir: "Saniye": Hâl olmak üzere mensubtur, manası tenvinle "saniyen ıtfehu” demektir. Tefsirde şöyle gelmiştir: Onun manası: Boyun kıvırandır, bu da kibirlinin sıfatıdır. Mana da şöyledir. İnsanlar içinde bilgisizce kibirlenerek mücadele eden vardır. 9(İnsanları) Allah’ın yolundan saptırmak için yanını büker. Onun için dünyada rezillik vardır ve ona kıyamette yangın azabı tattıracağız. 10Bu da iki elinin öne sürdüğü o şey sebebiyledir. Şüphesiz Allah kullara zulmedici değildir. "Saptırmak için": Yani sonu sapıklığa varmak için, sanki sapması takdir edilmese de onun sonu oraya varır, demektir. "Onun için dünyada rezillik vardır": O da Bedir savaşında başına gelendir ki, orada öldürülmüştür. Bundan sonrasının tefsiri: "İnsanlardan kimi de Allah’a bir kıyıdan ibadet eder” kavline kadar Yûnus: 70’te geçmiştir. Bunun İniş sebebinde de iki görüş vardır: Birincisi: Bazı Araplar Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e gelir: Biz senin dinindeniz, derlerdi. Eğer geçimleri bollaşır, atları yavrular ve kadınları erkek doğurursa, memnun kalır ve: Bu, gerçek dindir, derlerdi. Eğer durum böyle gitmezse: Bu, kötü bir dindir, der ve dinlerinden dönerlerdi. İşte âyet bunun üzerine indi. Bu da İbn Abbâs’ın görüşüdür; çoğunluk da böyle demişlerdir. İkincisi: Yahudilerden bir adam Müslüman oldu; gözü, malı ve evladı gitti; bunu İslâm'ın uğursuzluğundan bilip Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'e geldi: Benimle yaptığın antlaşmayı boz, dedi. O da. İslâm akdi bozulmaz, dedi. O da: Ben bu dinde bir hayır görmedim, gözümü, malımı ve evladımı aldı, dedi. Efendimiz de: Ey Yahudi, ateş nasıl demirin, gümüşün ve altının kirini alırsa, İslâm da insanların kirini öyle alır, dedi. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu Atıyye, Ebû Said el - Hudri’den rivayet etmiştir. 11İnsanlardan kimi de Allah'a bir kıyıdan ibadet eder. Eğer ona bir hayır dokunursa, onunla huzur bulur. Eğer ona bir fitne dokunursa, yüzü üstü döner. Dünyayı da ahireti de ziyan etti. İşte o apaçık ziyandadır. "Alâ harf": Mücâhid ile Katâde: Şüphe üzere, demişlerdir. Ebû Ubeyde de: Bir şeyde bütün şüphe edenler, bir kıyıdadır, sebat ve devam etmez, demiştir. Bunun açıklaması da şudur: Bir şeyin kıyısında duran, oraya tam yerleşemez; işte şüphe eden ona benzetilmiştir. Çünkü o, dininde endişelidir, sabit değildir. "Eğer ona bir hayır dokunursa” sözü de bunu izah eder: Yani bolluk ve afiyet görürse, "onda huzura erer": Allah’a ibadette huzurlu olur. "Eğer ona bir fitne dokunursa": Kıtlık ve mal azalmasıyla "yüzü üstü döner": Yani dininden küfre döner, Mana da şöyledir: Eski haline döner ki, o da küfürdür. "Dünyayı ziyan etti": Çünkü istediğini elde edemedi. "Ahireti de": Ziyan etti; dininden dönmekle. Ebû Rezin el - Ukayli, Ebû Miclez, Mücâhid, Talha b. Mûsarrif, İbn Ebi Able ve Zeyd de Ya’kûb ’tan rivayet ederek, sin’den önce elifle "hâsireddünya", ranın nasbi ve tenin cerri ile "velahireti” okumuşlardır. 12Allah'tan başka, kendisine ne zarar ne de fayda vermeyen şeye ibadet eder. İşte o derin sapıklıktır. "İbadet eder": Bu döner, "kendisine zarar vermeyene", ibadet etmediği takdirde, "fayda vermeyene de” itâat ettiği takdirde. "Bu", yani yaptığı şey, haktan "uzak bir bir sapıklıktır". 13Zararı yararından daha çok olana ibadet eder. Ne kötü yardımcı ve ne kötü arkadaş! 14Şüphesiz Allah; iman edip iyi şeyler yapanları altlarından ırmaklar akan cennetlere girdirir. Şüphesiz Allah istediğini yapar. "Yed’u lemen darruhu": Bazıları şöyle demiştir: Lâm, zaittir, mana da: Yed’u men darruhu, demektir. Zeccâc da Basralılar ve Kufelilerden “Lâm” ın tehir manasına olduğunu, anlamın da: Yed’u men ledarruhu (zararı) "yararından daha yakın” olana ibadet eder olduğunu nakletmiş ve şöyle demiştir: Bunun açıklaması da şöyledir: Lâm yemin ve tekit içindir, onun hakkı sözün başında olmaktır; o nedenle hakkı olan baş tarafa geçirilmiştir. Süddi de şöyle demiştir: Onun ahiretteki zararı, dünyada ona taptığı için, yararından daha yakındır (çoktur). Eğer: "Puta tapmanın herhangi bir şekilde yararı olur mu?” denilirse. Cevap şöyledir: Onun aslında hiçbir yararı yoktur, ancak bu, Arap diline göre gelmiştir, onlar, olmayacak bir şeye: Bu uzaktır, derler. "Ne kötü yardımcı ve ne kötü arkadaş! (lebi’sel mevla velebi’sel aşir)": İbn Kuteybe şöyle demiştir: Mevla: Veli, demektir, aşir de: Arkadaş ve dost, demektir. 15Kim Allah’ın kendisine dünya ve ahirette asla yardım etmeyeceğini zannediyorsa, göğe bir ip uzatsın, sonra da kessin de hilesi kendini kızdıran şeyi giderecek mi, baksın? "Kim Allah’ın kendisine dünya ve ahirette asla yardım etmeyeceğini zannediyorsa": Mukâtil şöyle demiştir: Bu âyet, Esed ve Gatafan kabilelerinden bazı kimseler hakkında indi. Onlar: Biz, Muhammed’in yardım görmeyeceğinden korkuyoruz. O zaman Yahudilerle yaptığımız antlaşmalar kesilir, dediler. Ebû Hamze es - Sümali ile Süddi de aynı kanaate sahiptirler. Ebû Süleyman Dımeşki de şöyle nakletmiştir: Bu âyette rızıkları bollaşmadı diye İslâm’dan dönenlere işaret edilmektedir. Biz de kıssayı "ve minennası men ya’budullahe alâ harf’ âyetinde şerh etmiş bulunuyoruz. "Yansuruhu "daki “He” zamirinde de iki görüş vardır: Birincisi: O, "men"e râcîdir, nasr ise: Rızık manasınadır. Bu da Atâ’ rivâyetinde İbn Abbâs’ın görüşüdür; Mücâhid de böyle demiştir. Ebû Ubeyde şöyle demiştir: Kapımıza Bekr oğullarından bir dilenci dikildi: Men yansuruni nasarahullah, dedi, yani: Bana verene Allah da versin, demek istedi. Nasaral mataru arda keza: Yağmur falanca yere cömert davrandı ve orayı ihya etti, demektir. Şair Rai de şöyle demiştir: Amir toprağını canlandır. İkincisi: O zamir, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e râcîdir, Mana da şöyledir: Kim Allah’ın Muhammed’e yardım etmeyeceğini zannediyorsa. Bunu Temimi, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Atâ’ ile Katâde de böyle demişlerdir. İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Bu, daha önce zikri geçmeyen kimselere râcîdir. Bazı Müslümanlar müşriklere aşırı kin beslediklerinden dolayı Allah’ın Resul'üne ettiği va’din geciktiğini zannettiler. Diğerleri de ona tabi olmak istiyorlar, ancak işi bitiremeyeceğinden endişe ediyorlardı. O da bu âyeti iki grup için söyledi. Sonra bu yardımın manasında da iki görüş vardır: Birincisi: O, galibiyettir, bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs ile cumhûrdan demiştir. İkincisi: O, rızıktır, bunu da Ebû Süleyman Dımeşki nakletmiştir. "Göğe bir ip atsın": Gökten ne murat edildiği hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: O, evinin tavanıdır, Mana da şöyledir: Evinin tavanına bir ip atsın ve onunla kendini boğsun. "Sonra kessin": İpi, boğularak ölmek için. Bu da çoğunluğun görüşüdür. Âyetin manası da: Bu durumu tasavvur etsin, yoksa, yapsın, değildir. Çünkü boğulduğu zaman bakmak ve bilmek mümkün olmaz. İkincisi: O, bilinen göktür, mana da: Eğer gücü yeterse Resûlüllah’ın vahyini kessin, demektir. Bunu da İbn Zeyd, demiştir. "Sümmel yakta’": Ebû Amr ile İbn Âmir, “Lâm” ın kesri ile "sümme Uyakta” okumuşlardır. İbn Âmir de buna şunları ilâve etmiştir: "Ve liyufu” (Hac: 29); "ve liyetufu” (Hac: 29) İbn Kesir ise sadece "sümme liyakdu "yu “Lâm” ın kesri ile okumuştur. Âsım, Hamze ve Kisâi de, bu lamları sakin okumuştur. Kur’ân’nın her yerinde, eğer ondan (lamdan) önce vav veya fe olursa böyledir. Sonra Ferrâ’ şöyle demiştir: Her emir lamı vava veyahut feye bitişirse, Arapların çoğu onu sakin okurlar. Bazıları da meksur okurlar. Ebû Ali şöyle demiştir: Aslolan meksur okumaktır, çünkü sen söze onunla başlarsan: Liyekum zeydün, dersin. "Hilesi gerçekten giderecek mi?": İbn Kuteybe, mana: Elinden gelen gayreti göstersin, demiştir. 16Bunun gibi onu da ancak âyetler olarak indirdik. Şüphesiz Allah dilediği kimseye hidayet eder. "Bunun gibi": Yani geçen Kur’ân âyetleri gibi, "onu indirdik": Yani Kur’ân’ı demektir. Bundan sonrası: "Şüphesiz Allah onların arasında hüküm verecektir” kavline kadar olan kısmı açıktır. 17Şüphesiz iman edenler, Yahudiler, Sabiiler, Hıristiyanlar, Mecusiler ve müşrikler, şüphesiz Allah kıyamet gününde aralarında hüküm verecektir. Şüphesiz Allah her şeye şahittir. "Kıyamet gününde” aralarında hüküm verecektir; mü’minleri cennete, ötekileri de cehenneme girdirmekle. "Şüphesiz Allah her şeye": Amellerinden her şeye "şahittir". 18Görmedin mi göklerde ve yerde kim varsa, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insandan birçoğu şüphesiz Allah’a secde ederler. Çoğuna da azap hak oldu. Allah kimi hor ederse, onun için bir şereflendiren yoktur. Şüphesiz Allah dilediğini yapar. "Görmedin mi göklerde ve yerde kim varsa, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar ve hayvanlardan... varsa": Görmedin mi, bilmedin mi, demektir. Biz de aklı olan ve olmayanın secde etmesinin manasını Nahl suresi, âyet: 49’da beyan etmiş bulunuyoruz. "İnsanlardan birçoğu": Allah’a secde eden muvahhitler kastediliyor. "Çoğuna da azap hak oldu": Bunda iki görüş vardır: Birincisi: Onlar kâfirlerdir; onlar da secde ederler, onların secdesi gölgelerinin secde etmesidir. Bunu da Mukâtil, demiştir. İkincisi: Onlar secde etmezler, Mana da şöyledir: İnsanlardan çokları secdeden kaçındılar, onlara da secdeyi terk etmelerinden dolayı azap hak oldu. Bu da Ferrâ’’nın görüşüdür. "Allah kimi hor ederse": Yani Allah kimi bedbaht ederse, onu mutlu edecek yoktur. "Şüphesiz Allah dilediğini yapar": Mahlukuna şeref verme ve onu hor etme gibi ne dilerse onu yapar. 19İşte bu ikisi, Rableri hususunda dava ettiler: Kâfirler için onlara ateşten elbiseler kesilmiştir. Başlarının üzerinden kaynar su dökülür. "İşte bu ikisi dava ettiler": Kimin hakkında indiğinde dört görüş halinde ihtilaf etmişlerdir: Birincisi: O, Bedir savaşında birbirleriyle düello eden kimseler, yani Hamza, Ali, Ubeyde b. Haris, Rebia’nın oğulları Utbe ve Şeyhe ve Velid b. Utbe hakkında indi. Bu da Ebû Zer’in görüşüdür. İkincisi: O, Ehl-i kitap hakkında indi; onlar, mü’minlere: Biz Allah’a sizden daha yakın ve kitap bakımından sizden daha eskiyiz, peygamberimiz de sizin peygamberinizden öncedir, dediler. Mü’minler de: Biz Allah’a sizden daha haklıyız, Muhammed’e iman ettik, sizin peygamberinize iman ettik, Allah’ın indirdiği kitaplara iman ettik, siz ise bizim peygamberimizi biliyorsunuz, sonra hasedinizden onu inkâr ettiniz, dediler. İşte âyet bunun üzerine indi. Bunu da İbn Abbâs ile Katâde, demişlerdir. Üçüncüsü: O, bütün mü’minler ve kâfirler hakkında inmiştir; Hasen, Atâ’ ve Mücâhid de bu manaya kail olmuşlardır. Dördüncüsü: O, cennet ile cehennemin çekişmesi hakkında indi; cehennem: Allah beni azabı için yarattı, dedi; cennet de: Allah beni de rahmeti için yarattı, dedi. Bunu da İkrime, demiştir. "Hazani": İbn Abbâs, İbn Cübeyr, Mücâhid, İkrime ve İbn Kesir, nunun şeddesiyle "hazanni hasmani” okumuşlardır, manası da: İki topluluktur, iki adam değildir. Bunun içindir ki, "ihtesamu” dedi; ihtesama, demedi. Kaldı ki, İbn Mes’ûd ile İbn Ebi Able, "ihtesama” okumuşlardır. Davaları hakkında üç görüş vardır: Birincisi: O, Rablerinin dini hakkındadır, bu da ilk iki görüşe göredir. İkincisi: Öldükten sonra dirilme hakkındadır, bunu da Mücâhid, demiştir. Üçüncüsü: Bu, İkrime’nin görüşüne göre övünme davası (iddiası) dır. "Onlara elbiseler kesildi": Yani düzenlendi ve biçildi., demektir. İbn Abbâs şöyle demiştir: Ateşten gömlekler biçildi. Said b. Cübeyr de: Burada ateşten maksat, bakırdır, demiştir. "Hamim” ise: Kaynar sudur. "Yusharu bihi": Onunla eritilir, demektir. Sahartüş şahme binnari, içyağını ateşle erittim, demektir. Müfessirler: Sıcak su ile eritilir, demişlerdir. 20Onunla karınlarındaki şeyler ve derileri eritilir. "Karınlarındakiler": Yani içyağları veyahut bağırsaklar, öyleki arkalarından çıkar. Derileri pişer, sıcağından düşer. 21Onlar için demirden topuzlar vardır. "Onlar için kamçılar vardır": Dahhâk: Onlar çekiçler, tokmaklardır, demiştir. Hasen de şöyle demiştir: Ateş onları alevi ile atar, en üstüne geldikleri zaman, tokmaklarla vurulurlar, yetmiş yıllık ateş çukuruna yuvarlanırlar. En dibine vardıkları zaman, alevinin uğultusu onları vurur, bir saat dahi kalamazlar. Mukâtil de şöyle demiştir: Cehennem kaynadığı zaman onları yukarıya atar, onlar da çıkmak isterler. Cehennemin hazinleri onları tokmaklarla karşılayıp vururlar, her biri o vuruştan cehennemin çukurunu boylar. Başkası da şöyle demiştir: Ateş onları ittiği zaman, dışarıya atacak sanırlar; zebaniler onları demir topuzlarla geri iterler. 22Her ne zaman ızdıraptan oradan çıkmak isterlerse, oraya iade edilirler ve onlara: "Yangın azabı tadın” denilir. 23Şüphesiz Allah iman edip iyi ameller işleyenleri altlarından ırmaklar akan cennetlere girdirir. Orada altından bilezikler ve incilerle bezenirler. Orada elbiseleri de ipektir. "Ve lü’lüa": İbn Kesir, Ebû Amr, Hamze ve Kisâi, cer ile: "Ve lü'lüin” okumuşlar; Nâfi, Ebû Bekir de Âsım'dan rivayet ederek, nasb ile "ve lü’lüa” okumuşlardır. Ebû Ali de şöyle demiştir. Kim cer ederse, Mana şöyledir: Altın ve inciden bileziklerle bezenirler. Kim de nasb ederse: incilerle bezenirler. 24Sözden en güzele iletilirler ve övülen (Allah’ın) yoluna iletilirler. "Ve hüdu": Dünyada irşat edilirler, demektir. "En güzel söze": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: O, "lâilâhe illallah, velhamdülillah "tır. Bunu İbn Abbâs, demiştir, İbn Zeyd de buna, "vallahu ekber” ilâve etmiştir. İkincisi: Kur’ân’dır, bunu da Süddi, demiştir. Üçüncüsü: iyiliği emir ve kötülüğü mendir, bunu da Maverdi nakletmiştir. "övülen yol": İbn Abbâs, o İslâm yoludur, demiştir. 25Şüphesiz kâfir olup da insanları Allah'ın yolundan ve kendisini yerli ve taşralı insanlar için eşit kıldığımız Mescid i Haram’dan çevirenler (Allah’ın azabına duçar olacaklardır). Kim orada zulüm ile doğrudan sapmak isterse, ona acıklı azaptan tattırırız. "Allah’ın yolundan çevirirler": Yani insanları İslâm’a girmekten men ederler. Zeccâc şöyle demiştir: "Ve yesuddune” lâfzı, muzaridir, mazinin üzerine atfedilmiştir. Çünkü "kâfir oldular"ın manası: Kâfir olanlar demektir. Sanki: İnnel kâfirin ves saddin, demiş gibidir. "İnne"in haberi ise mahzuftur; o zaman mana şöyle olur: Sıfatları bu olanlar helak edildiler. Mescid-i Haram üzerinde de iki görüş vardır: Birincisi: Bütün harem bölgesidir, Said b. Cübeyr, İbn Abbâs’tan şöyle dediğini rivayet etmiştir: Onlar haremin tamamını mescit kabul ederlerdi. İkincisi: Bizzat mescittir, bunu da Maverdi nakletmiştir. "Ellezi cealnahu linnas": Burada kıraat ilminde vakf-ı tam vardır (durulacaktır). Manasında da iki görüş vardır: Birincisi: Onu bütün insanlar için kıldık, bazılarını çıkarıp da bazılarına has kılmadık. Bu da onun bütün harem olmasına göredir. İkincisi: Onu namazlarına kıble, haclarına da ibadet mahalli kıldı. Bu da bizzat mescit olmasına göredir. İbrahim Nehaî, İbn Ebi Able ve Hafs da Âsım’dan rivayet ederek nasb ile "sevaen” okumuşlardır. O zaman "sevaen” üzerinde durmak gerektir. Bazı kurralar böyle vakfetmişlerdir. Ebû Ali el - Farisi de şöyle demiştir: Akif lâfzı, nas’tan bedeldir, şöyleki o ikisi bütün insanları kaplamış gibidir; bu durumda mana şöyle olur: Onu yerli ve yabancı için eşit kıldık. Akif: Mukim (yerli)dir, badi de: Oralı olmayıp taşradan gelendir. Bu da: Bedel kavmu sözünden gelir ki, hazardan (meskun mahalden) kıra çıktı, demektir. İbn Kesir ile Ebû Amr ye ile "badiy” okumuşlar; ancak İbn Kesir ye ile vakfetmiş; Ebû Amr ise yesiz vakfetmiştir. Âsım, İbn Âmir, Hamze, Kisâi ve Müseyyebi de Nâfi’den rivayet ederek, iki durumda da yesiz okumuşlardır. Sonra Kelâmın manasında iki görüş vardır: Birincisi: Yerli de yabancı da Mekke’de oturmada ve orada konaklamada eşittirler; konaklama hususunda birinin diğerinden daha fazla hakkı yoktur. Ancak hiç kimse evinden çıkarılmaz. Bu da İbn Abbâs, Said b. Cübeyr ve Katâde’nin görüşüdür. Ebû Hanife ile imam Ahmed’in mezhebi de böyledir. Bunlar Mekke evlerini kiralama ve satmanın haram olduğu görüşündeler. Bu da Mescid’in bütün harem manasına gelmesi esasına dayanır. İkincisi: Onlar onu üstün göstermede, hürmet etmede ve ibadetlerini orada yapmada eşittirler. Bu da Hasen ile Mücâhid’in görüşüdür. Onlardan kimisi Mekke evlerini satmayı câiz görürler; Şâfiî de buna kaildir. Buna göre mescitten haremi anlamak da câizdir, bizzat mescidi anlamak da câizdir. "Ve men yürid biilhadin": İlhad: Doğruluktan sapmaktır, be zaittir; "tenbütü biddühni” (Mü’minun: 20) kavlinde olduğu gibi. Şu şiiri delil getirmişlerdir: Yemen vadisinde ki, yukarısı yaban cevizi bitirir, Aşağısı da merh ve şebehan (marsama gibi bir ot) bitirir. Mana şöyledir: Ve esfeluhu yünbitül merhe. Bir başkası da şöyle demiştir: O kadınlar hürdürler; başörtülü değildirler, Kara gözlüdürler, Kur’ân sureleri okumazlar. Bir başkası da şöyle demiştir: Biz Ca’de oğullarıyız, ırmakların sahipleri, Kılıçla vurur, aydınlığı umarız. Bu, genel dilcilerin görüşleridir. İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Be, kelâmda ziyade edilir, meselâ şuralarda olduğu gibi: "İkra’ bismi rabbik” (Alak: 1); "ve hüzzi ileyki bicizin nahleti” (Meryem: 24); "bieyyikümül meftun” (Kalem: 6); "tulkune iliyhim belmeveddeti” (Mümtehine: 1); "aynen yeşrebu biha” (İnsan: 6), yeşrebuha, demektir. Bazen "min” de zait kılınır, şurada olduğu gibi: "Maüridü minhüm min rızkın” (Zariyat: 57). Bazen de "lâm” zait kılınır, meselâ "vellezine hüm lirabbihim yerhebun” (A’raf: 154) gibi. Kaf zait kılınır: "Leyse kemislihi şey'ün” (Şura: 11) gibi. "An” zait kılınır, "yuhalifune an emrihi” (Nûr: 63) gibi. "İnne” zait kılınır, "Feinnehu mülakîküm” (Cumua: 8) gibi. Muhaffef "in” zait olur, "fima in mekkennaküm fih” (Ahkaf: 26) gibi. "Ma” zait olur, "amma kalilin leyusbihünne nadimin": (Mü’minun: 40) gibi. "Vav zait olur, "ve tellehu lilcebin ve nadeynahu” (Saffat: 103,104) gibi. Bu ilhad’dan ne murat edildiği hususunda da beş görüş vardır: Birincisi: O zulümdür, bunu da el - Avfi, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Mücâhid de şöyle demiştir: O kötü ameldir, buna göre onun içine bütün günahlar girer. Ömer b. Hattab radıyallahu anh’ten şöyle dediği rivayet edilmiştir: Mekke’de gıda karaborsacılığı yapmayın; zira Mekke’de gıda karaborsacılığı yapmak, zulüm ile sapmadır. İkincisi: O şirktir, bunu da İbn Ebi Talha, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Hasen ile Katâde de böyle demişlerdir. Üçüncüsü: Şirk ve adam öldürmedir, bunu da Atâ’, demiştir. Dördüncüsü: İhram yasaklarını helâl saymadır, bu mana da yine Atâ’’dan nakledilmiştir. Beşincisi: Haramı kasden helâl saymaktır, bunu da İbn Cüreyc, demiştir. Eğer: "İnsan yapmadığı halde Mekke’de zulmü aklından geçirmekle sorumlu tutulur mu?” denilirse. Cevap iki türlüdür: Birincisi: O, özel olarak haremde böyle şey düşünürse, ceza çeker. Bu da İbn Mes’ûd’un görüşüdür. Çünkü o şöyle demiştir: Eğer bir adam bir kötülük düşünürse onu yapmadıkça ona günah yazılmaz. Eğer bir adam Beytullah’ın yanında bir mü’mini öldürmeyi düşünürse, "Aden -i Ebyen” de olsa bile Allah ona dünyada acıklı bir azap tattırır. Dahhâk da şöyle demiştir: Bir adam başka bir toprakta olduğu halde Mekke’de bir hata düşünürse, yapmasa da ona günah yazılır. Mücâhid de: Mekke’de iyilikler kat kat olduğu gibi kötülükler de kat kat olur, demiştir. İmam Ahmed’e: "Bir kötülük birden fazla yazılır mı? diye sordular, o da şöyle dedi: Hayır, ancak Mekke hariçtir, çünkü o beldeye hürmet etmek lazımdır. Bu nedenle İmam Ahmed, Mekke’de mücaveretin faziletine inanırdı. Cabir b. Abdullah mücaveret etmişti. İbn Ömer de orada ikamet ederdi. İkincisi. Yürid (isteme)nin manası: Yapmak demektir. Ebû Süleyman Dımeşki de şöyle demiştir: Bu, diğerlerinden aktardıklarımıza muhaliftir. 26Hatırla o zamanı ki, İbrahim’e Beyt’in yerini hazırlamıştık, bana hiçbir şeyi şirk koşma ve Ev’imi tavaf edenler, kıyam edenler, rukû’ edenler ve secde edenler için temizle diye. "Ve iz bevve’na liibrahime": İbn Abbâs: Kıldık, demiştir. Mukâtil de: Ona delil olup gösterdik, demiştir: Saleb de şöyle demiştir: Lâm’ın gelmesi, "bevve’na"nın, "cealna” manasına olmasındandır. O zaman "redife leküm” (Neml: 72) gibi, redifeküm manasına lâm zait olur. Biz de Beyt’in nasıl yapıldığını Bakara: 129’da şerh etmiştik. "Bana hiçbir şeyi şirk koşma diye": Mana: Ona bunu vahyettik, demektir. "Tahhir beytiye": Nâfi, Hafs’tan yaptığı rivayette bu ye’yi harekeli okumuştur. Biz de âyeti Bakara: 125’te şerh etmiştik. "Kıyam edenler"den murat edilenler hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: Namazda kıyam edenlerdir, bunu da Atâ’ ile cumhûr, demiştir. İkincisi: Mekke’de ikamet edenlerdir, bu da Katâde’den aktarılmıştır. 27Haccı insanlara ilan et; yaya olarak ve her uzak yoldan gelen her arık develer üzerinde sana gelirler. "İnsanlara haccı ilan et": Müfessirler şöyle demişlerdir: İbrahim Beytullah’ı yapma işini bitirince, Allahü teâlâ ona haccı insanlara ilan etmesini buyurdu. İbrahim: "Ya Rabbi, benim sesim nereye yetişir?” dedi. O da: Sen ilan et; duyurmak banadır, dedi. O da: Ebû Kubeys dağının başına çıktı: Ey insanlar, Rabbiniz bir Ev yaptı, onu haccedin, dedi. Allah’ın ezeli ilminde haccetmesi yazılanlardan erkeklerin bellerinde ve kadınların rahimlerinde olanlar duydular. Lebbeyk Allahümme lebbeyk, diyerek cevap verdiler. Ezan: Çağırmak ve bildirmektir. Bu ezanla emredilen de cumhûra göre İbrahim’dir. Ancak Hasen bir rivayete göre onunla emredilen Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’dir, demiştir. Burada insanlar da cumhûra göre bütün âdemoğullarıdır, ancak el - Avfi’nin rivâyetinde İbn Abbâs: İnsanlardan ehl-i kıble kastedilmiştir, demiştir. Bil ki: İbrahim’in davet ettiği Beyt’e gelen herkes İbrahim’e gelmiş gibidir. Çünkü onun çağrısına cevap vermiştir. Burada rical’in tekili racildir; sahib ve sıhab gibi. Mana da: Sana yaya olarak gelirler, demektir. Rivayete göre İbrahim ile İsmail yaya olarak haccetmişlerdir. Has en b. Ali de yirmi beş kere Medine’den Mekke’ye yaya olarak haccetmiştir, yanında da asil develer çekilirdi. İmam Ahmed de iki veya üç kere yaya olarak haccetmiştir. "Her arık develer üzerinde": Yani uzun yollarda arık develere binerek, demektir. Ferrâ’ da şöyle demiştir: "Ye’tine” (gelmek) develerin işidir. Zeccâc da: Develerin üzerinde demiştir. İbn Mes’ûd ile İbn Ebi Able vav ile "ye’tune” okumuşlardır. "Min külli feccin amik": Uzak yerlerden demektir. Biz de fecc’in tefsirini "ve cealna fiha ficacen” kavlinde zikretmiştik (Enbiya: 31). 28Kendi yararlarına şahit olsunlar ve belli günlerde Allah’ın ismini kendilerine rızık ettiği dilsiz hayvanların üzerine ansınlar. Onlardan yiyin, fakir yoksula da yedirin. "Şahit olsunlar": Hazır olsunlar diye. "Kendi yararlarına": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: Ticarettir, bunu da İbn Abbâs ile Süddi, demişlerdir. İkincisi: Ahiret menfaatleridir, bunu da Said b. Müseyyeb , Zeccâc ve diğerleri demişlerdir. Üçüncüsü: Her ki, dünyanın yararlarıdır, bunu da Mücâhid, demiştir. Bu da en doğrusudur, çünkü maksat tek başına ticaret olamaz, asıl maksat haccı kastetmektir. Ticaret ona bağlıdır. Belli günlerde de altı görüş vardır: Birincisi: Onlar zilhicce’nin on günleridir, bunu da Mücâhid, İbn Ömer’den; Said b. Cübeyr de İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Hasen, Atâ’, İkrime, Mücâhid, Katâde ve Şâfiî de böyle demişlerdir. İkincisi: On günün dokuzudur, bunu da Ebû Mûsa’l - Eş’ari, demiştir. Üçüncüsü: Kurban bayramı ile ondan sonraki üç gündür, bunu da Nâfi, İbn Ömer'den, Mukassim de İbn Abbâs’tan rivayet etmişlerdir. Dördüncüsü: Onlar teşrik günleridir, bunu da el - Avfi, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Atâ’ el - Horasani, Nehaî ve Dahhâk da böyle demişlerdir. Beşincisi: Onlar beş gündür, ilki de tevriye günüdür, bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Altıncısı: Üç gündür, ilki de Arafe günüdür. Bunu da Malik b. Enes, demiştir. "Belli” demesi, hac vaktinin sonunda hesaba özen gösterilmesi içindir, denilmiştir. Burada zikir, kesilecek hayvana besmele çekmeyi gösterir; çünkü Allahü teâlâ: "Allah’ın kendilerine rızık ettiği dilsiz hayvanlara” demiştir. Kadı Ebû Ya’lâ da şöyle demiştir: Burada zikredilen zikrin vacip kan akıtmak, temettü’e ve kıran için vacip olan kurbanlara olma ihtimali de vardır, şeytan taşlarken ve teşrik tekbiri getirirken edilen zikre de ihtimali vardır; çünkü âyet bunlar için geneldir. "Onlardan yiyin": Yani kesilen hayvanlardan, demektir. Bu da mubah emirdir. Cahiliye halkı kestikleri kurbandan yemeyi helâl görmezlerdi, aziz ve celil olan Allah bunun câiz olduğunu bildirdi. Ancak bu, nafile kurbandadır. Temettü ve kıran kurbanlarından yemek bizde (yani Hanbelilerde) câizdir, Şâfiî ise: Câiz değildir, demiştir. Atâ’, İbn Abbâs’tan, onun her kurbandan yenir, ancak fidye veya ceza veyahut adak kurbanı hariçtir, dediğini rivayet etmiştir. "Âyette geçen "bais": düşkün demektir ki, aşırı fakir manasınadır. 29Sonra kirlerini gidersinler, adaklarını yerine getirsinler ve Eski Ev'i (Kabe’yi) tavaf etsinler. "Sonra kirlerini gidersinler": Bunda da dört görüş vardır: Birincisi: O, başı tıraş etmek, bıyığı kırpmak, koltuk altı kılını yolmak, etek tıraşı olmak, tırnak kesmek, yanaklardan almak, şeytan taşlamak ve Arafat’ta durmaktır. Bunu Atâ’, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. İkincisi: Hac ibadetleridir, bunu da İkrime, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir, İbn Ömer de bu görüştedir. Üçüncüsü: Başı tıraş etmektir, bunu da Mücâhid, demiştir. Dördüncüsü: Saç ve tırnaklardır, bunu da İkrime, demiştir. Birinci görüş daha doğrudur, çünkü tefes: Saçın ve tırnakların uzamasından ve dağınıklıktan doğan kirdir. Onu kaza etmek de onu bozmak ve gidermektir. Hacı ise toza toprağa belenmiş, koku sürmemiş ve ustura kullanmamıştır. İbadetlerini bitirip de tıraş olarak veya saçını kısaltarak, tırnaklarını keserek, elbiselerini giyerek ve benzeri şeyleri yaparak ihramdan çıkarsa, işte kirlerini gidermiş olur. Zeccâc da şöyle demiştir: Dilciler tefes’i ancak tefsirden öğrendiler, sanki o, ihram yasağından helale çıkmaktır. "Velyufu nuzurehüm": Ebû Bekir, Âsım’dan “Lâm” ın sükunu ve fe’nin şeddesiyle "velyuveffu” rivayet etmiştir. İbn Abbâs da: O, iribaş hayvan adaklarını kesmektir, demiştir. Başkası da: O, hac günlerinde adak ettikleri hayır işleridir, demiştir. Çünkü insan bazen eğer Allah rızık verirse sadaka vermeyi ve Ka’be’yi görmeyi adak eder. Bazen de üzerinde mutlak adaklar olur; en iyisi bunları Mekke’de eda etmektir. "Eski Ev’i tavaf etsinler": Bu da vacip olan tavaftır; çünkü bunu boğazlamadan sonra yapması emredilmiştir ki, boğazlama ancak kurban gününde olur. Bu da bunun farz tavaf olduğunu gösterir. Beyt’e atik / eski denme sebebinde de dört görüş vardır: Birincisi: Çünkü Allahü teâlâ onu zorbalardan azat etmiştir. Abdullah b. Zübeyr, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'den şöyle dediğini rivayet etmiştir: Allah Beyt’e şunun için atik demiştir; çünkü Allahü teâlâ onu zorbalardan azat etmiş; hiçbir zorba onu ele geçirememiştir. İkincisi: Atik: Eski demektir, bunu da Hasen ile İbn Zeyd, demişlerdir. Üçüncüsü: Çünkü o, ele geçirilmemiştir, bunu da bir rivayette Mücâhid ve Süfyan b. Uyeyne demişlerdir. Dördüncüsü: Çünkü onu Nûh tufanında sulara gömülmekten halas etmiştir, bunu da İbn Saib, demiştir. Biz de bu surede "liyakdu", "velyufu” ve "velyattavvafu” üzerinde yeterince konuşmuş bulunuyoruz. 30İşte böyle. Kim Allah’ın yasaklarına saygı gösterirse, o Rabbinin yanında onun için daha hayırlıdır. Hayvanlar size helâl kılındı, ancak size okunanlar hariç. Pislikten yani putlardan sakının ve yalan sözden çekinin. "İşte böyle": Yani zikredilen hac ibadetleri böyledir. "Kim Allah’ın yasaklarına saygı gösterirse": Allah’ın emrine tazim ederek Allah'ın ihramda haram kıldıklarından sakınırsa, demektir. Leys de: Hürmet, çiğnenmesi helâl olmayan şeydir, demiştir. Zeccâc da: Hürmet: Yerine getirilmesi vacip olan ve hakkında kusur etmek haram olan şeydir, demiştir. "O": Yani saygı göstermek” ahirette "onun için Rabbi katında daha hayırlıdır". "Hayvanlar size helâl kılındı": Bunun açıklaması da Maide: 1 ’de geçmiştir. "Ancak okunanlar hariç": Yani Maide: 3’te haram oldukları bildirilen boğulmuş vb. hariç, demektir. Şöyle de denilmiştir: İhramda hayvanlar size helâl kılındı, ancak size okunan av hariçtir, çünkü o, haramdır. "Fectenibur ricse": Pislikten sakının, yani onu bir tarafa bırakın, demektir. Burada "min” bir cinsi cinslerin içinden çıkarmak içindir. Mana: Put demek olan pislikten sakının olur. Biz de ricsin manasını Maide: 90’da şerh etmiş bulunuyoruz. "Yalan sözden": Bundan da ne murat edildiği hususunda dört görüş vardır: Birincisi: Yalancı şahitliğidir, bunu da İbn Mes’ûd, demiştir. İkincisi: Yalandır, bunu da Mücâhid, demiştir. Üçüncüsü: Şirktir, bunu da Ebû Mâlik, demiştir. Dördüncüsü: Müşriklerin hayvanlar hakkında: Bu, helaldir, bu da haramdır, demeleridir. Bunu da Zeccâc, demiştir. 31Allah’a şirk koşmayan muvahhitler olarak. Kim Allah’a şirk koşarsa, sanki gökten düşmüş de onu kuş kapmış yahut rüzgar onu uzak bir yere atmış gibi olur. "Hunefae lillâh": Hal olmak üzere mensubtur, tevili de: Müslimine lâ yünsebune ilâ dinin ğayril islami (İslâm’dan başka bir dine intisap etmeyen Müslümanlar olarak) demektir. Sonra Allahü teâlâ müşrik için bir misal getirdi ve: "Ve men yüşrik billahi... sahîk” dedi. Sahîk de: Uzak manasınadır. "Fetahtafuhu": Kurralar bunun okunuşunda ihtilaf etmişlerdir; cumhûr, hinin sükunu, tı da şeddesiz olarak "fetahtafuhu” okumuştur. Nâfi ise, tı’nın şeddesi ile okumuştur. Ebû’l - Mütevekkil ile Muaz el - Kari de, tenin ve hinin fethi, tının şeddesi ve fenin nasbi ile okumuşlardır. Ebû Rezin, Ebû’l - Cevza ve Ebû İmran el - Cevni, tenin ve hinin kesri, tının şeddesi ve fenin de ref'i ile okumuşlardır. Hasen ile A’meş de, tenin fethi, hinin kesri, tının şeddesi ve fenin ref’i ile okumuşlardır. Hepsi de tiyi fethali okumuşlardır. Misalden kastedilen şey hususunda da iki görüş vardır: Birincisi: Allah’a şirk koşan, hidâyetten uzaklık ve helakte gökten düşene benzetilmiştir. Bunu da Katâde, demiştir. İkincisi: Müşrikin kıyamet gününde nefsine yarar sağlamama ve bir zararı def etmemedeki hali gökten düşene benzetilmiştir. Bunu da Sa’lebi hikâye etmiştir. 32İşte böyle. Kim Allah’ın işâretlerine saygı gösterirse, şüphesiz bu, kalplerin takvasındandır. "İşte böyle": Yani durum dediğimiz gibidir. "Kim Allah’ın işâretlerine (şeair’e) saygı gösterirse": Biz de şeair’in manasını Bakara: 158’de şerh etmiş bulunuyoruz. Burada ondan ne murat edildiği hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: Onlar develerdir, onlara saygı göstermek de onları güzelleştirip şişmanlatmaktır. "Sizin için onlarda menfaatler vardır": onlara kurbanlık ismini vermeden veya onları işaretleyip ve vacip kılmadan önce demektir. Eğer bunları yaparsa, onda hiçbir menfaati olmaz. Bu manayı Mukassim, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Mücâhid, Katâde ve Dahhâk da böyle demişlerdir. Atâ’ b. Ebi Rebah da şöyle demiştir: Sizin fçin bu kurbanlıklarda onları vacip kılıp ve kurbanlık diye isimlendirdikten sonra bunlardan bir şeye ihtiyaç duyar ve sütlerini içmeye mecbur kalırsanız size menfaatler vardır, demiştir. "Belli bir süreye kadar": O da kesilmeleridir. İkincisi: Şeair: Hac ibadetleri ve Mekke’nin ziyaret edilecek yerleridir, Mana da şöyledir: Sizin için bunlarda belli bir süreye yani Mekke’den çıkıncaya kadar menfaatler vardır. Bunu da Ebû Rezin, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Şöyle de denilmiştir: Sizin için bunlarda belli bir süreye yani hac günlerinin bitimine kadar hac ibadetlerini yerine getirmede ecir ve sevap menfaatleri vardır. "Şüphesiz bu": Yani bu pislikten ve yalan sözden uzak durma, işâretlere saygı gösterme gibi zikredilen işler, demektir. Ferrâ’ da: "Şüphesiz bu": Yani faaliyet, demiştir. "Kalplerin takvasındandır", takvanın kalplere izafe edilmesi, gerçek takvanın kalplerin takvası olmasındandır. "Sümme mehillüha": Yani onların kesilecek yeri "Eski Ev’e’dir": Yani kesilecek yeri Beytullah’ın yanıdır, maksat haremin tamamıdır. Çünkü bildiğimiz gibi ne Beyt’in yanında ne de mescidin içinde kurban kesilmez. Bu, birinci görüşe göredir. İkinciye göre de mana şöyle olur: Sonra insanların ihram yasağından çıkmaları, Beyte’dir, o da bütün ibadetleri yaptıktan sonra onu tavaf etmeleridir. 33Onlarda sizin için belli bir süreye kadar menfaatler vardır. Sonra kesilecekleri yer Eski Ev’e (Ka’be’ye)dir. 34Her ümmete kurban ibadeti kıldık ki, Allah’ın ismini kendilerine rızık ettiğimiz dilsiz hayvanların üzerine ansınlar. İşte İlâhınız bir tek İlâhtır; O’na teslim olun. Mütevazı olanları müjdele. "Ve likülli ümmetin cealna mensekâ": Hamze, Kisâi ve Ebû Amr’in bazı arkadaşları “sîn” in kesri ile (mensikâ) okumuşlar; kalanlar da fethi ile (mensekâ) okumuşlardır. Kim fethi ile okursa, mastar kastetmiştir, kim de kesri ile okursa, meclis ve matli’ gibi kesim yerini kastetmiştir. Âyetin manası da şöyledir: Geçmiş her iman eden ümmet için kurban kesmeyi meşru kıldık. "Kendilerine rızık ettiği şeylere (behimetül en’am) Allah’ın ismini anmaları için": Neden özellikle behime tahsis edilmiştir; çünkü kurbanda meşru olan onlardır. Âyetten murat edilen de şudur: Kurban kesmek bu ümmetin özelliğinden değildir; Allah’ın ismini anarak kurban kesmek, bu ümmetten önce de meşru idi. "İşte İlâhınız bir tek İlâhtır": Yani kestiklerinizin üzerine O’ndan başkasını anmanız uygun değildir. "O’na teslim olun": Yani O’na tabi olun ve O’na boyun eğin. İhbat’ın manasını da Hûd: 23’te zikretmiştik. Bundan sonra gelecek ayetteki lâfızları anlatmıştık. 35(O mütevazı olanlar) onlar ki, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir. Başlarına gelen musibetlere sabredenleri, namazı dosdoğru kılanları ve kendilerine rızık ettiklerimizden (Allah yolunda) harcayanları da müjdele. 36Develeri de sizin için Allah’ın işâretlerinden kıldı. Onlarda sizin için hayır vardır. Onlar üç ayakları üzerinde dururken Allah’ın ismini onlara anın. Yanları (yere) düştüğü zaman onlardan yiyin ve kanaatkâr fakire, aç gözlü dilenciye de yedirin. Onları size böyle ram ettik ki, şükredesiniz diye. "Vel-büdne": Hasen ile İbn Yamur, dalın ref'i ile (velbüdüne) okumuşlardır. Ferrâ’ şöyle demiştir: Büdn ve büdün denir, sükun daha güzel ve daha çoktur. Çünkü "faale” vezninde olup da cem’inin başı mazmum olursa sükun yapılabilir, meselâ ekeme ve ükm, ahame ve ahm, haşebe ve huşb gibi. Zeccâc da şöyle demiştir: "velbünde” zahir fi'lin tefsir ettiği zamir fiille mensubtur, mana da: Ve caalnel büdne demektir. İstersen onu söz başı olmak üzere merfu edersin, fakat nasb daha güzeldir. Büdn ve büdün ve bedene denir, tıpkı sümr ve sümür ve semere gibi. Bedene denmesi şişmanlamasından dolayıdır. Müfessirlerin bedene hakkında üç görüşleri vardır: Birincisi: Onlar, develer ve sığırlardır, bunu da Atâ’, demiştir. İkincisi: özellikle devedir, bunu da Zeccâc nakletmiş ve birincisi merkez fakihlerinin çoğunluğunun görüşüdür, demiştir. Kadı Ebû Ya’lâ da şöyle demiştir: Bedene lügatte özellikle deveye denir, sığır da hükümde onun yerine geçer. Çünkü Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bedeneyi yedi kişiye ve sığırı da yedi kişiye kurban kılmıştır. "Onları sizin için Allah'ın işâretlerinden kıldık": Yani size onlarda Allah’a ibadet sayılan şeyler kıldık, demektir, meselâ Beytullah’a sürülmesi, gerdanlık takılması, işaretlenmesi, kesilmesi ve etinden yedirilmesi gibi. "Sizin için onlarda hayır vardır": O da dünyada fayda ve ahirette de sevaptır. "Onların üzerine Allah’ın ismini anın": Yani keserken, demektir. İbn Mes’ûd, İbn Abbâs ve Katâde, nun ile "savafine” okumuşlar; Hasen, Ebû Miclez, Ebû’l - Âliyye, Dahhâk ve İbn Yamur, ye ile "savafiye” okumuşlardır. "Savaffe” hal olmak üzere mensubtur, ancak gayri munsarif olduğu için tenvin almaz. Anlamı: Ayakları bir hizaya gelmiş, demektir. Mana şöyledir: Kesilirken üzerlerine Allah’ın ismini anın. Deve ayakta kesilir. Bu âyet de bunu gösterir. Kim de "savafine” okursa, sâfın: Üç ayağı üzerinde duran, demektir. Deveyi kesmek istedikleri zaman ön ayaklarından biri bağlanır, o zaman sâfin olmuş olur. Cem’i de: Savafin’dir. Bu, meftuh ye ile tenvinsiz okuyanlara göredir. Tefsiri de: Halis olarak demektir ki, Allah için halis olarak, onu keserken başkasının ismini karıştırmadan demektir. "Yanları düştüğü zaman (vecebet)": Yere düştüğü zaman demektir. Vecebel haitü vecbeten, duvar birden düşmek, göçmek manasınadır. Vecebel kalbu veciben ise: Kalbin korkudan titremesidir. Bil ki, deveyi ayakta kesmek sünnettir, yere düşmesinden maksat da ölmesidir. Ondan yeme emri ise, ibahadır, serbesttir. Bu da kurbanlardadır. "Ve etimul kania vel mu’ter": Hasen, ranın kesri ile şeddesiz olarak okumuştur. Kani ve mu’ter hakkında da altı görüş vardır: Birincisi: Kani, isteyendir, mu’ter de sokulup da istemeyendir. Bunu Ebû Bekir b. Abdullah, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Said b. Cübeyr de böyle demiş ve Ferrâ’ da bunu tercih etmiştir. İkincisi: Kani, tok gönüllüdür, mu’ter de dilencidir, bunu Ali b. Ebi Talha, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Katâde ile Nehaî de böyle demişlerdir. Hasen’den de iki görüş de nakledilmiştir. Üçüncüsü: Kani, evinde oturduğu halde kendisine verilene kanaat edendir, mu’ter ise, sana sokulur, yaklaşır, fakat istemez. Bunu da el - Avfi, İbn Abbâs’dan rivayet etmiştir. Mücâhid de şöyle demiştir: Kani: Verdiğinle kanaat eden komşundur, mu’ter ise, sokulup fakat istemeyendir. Bu da Kurazi’nin görüşüdür. Buna göre kaniin manası: Verilene kanaat eden olur. Kim: O iffetini koruyandır, derse, kendi yanındaki ile kanaat eden manasına alır. Dördüncüsü: Kani, Mekke halkıdır, mu’ter ise Mekke dışından gelip bastırandır. Bunu da Husayf, Mücâhid'ten rivayet etmiştir. Beşincisi: Kani, zengin de olsa komşudur, mu’ter ise, sokulandır. Bunu da Leys, Mücâhid’ten rivayet etmiştir. Altıncısı: Kani, dilenen yoksuldur, mu’ter de, ziyaret eden dosttur, bunu da Zeyd b. Eslem, demiştir. Kanaa yaknau kunuan denir ki: Dilenmektir. Kania yaknau kanaaten ise, haline razı olbıaktır. Mu’ter için: İ'terreni va’terani ve arani, denir. Zeccâc şöyle demiştir: Lügatçiler şu kanaattadırlar ki, kani: Dilencidir, meselâ kanaa, yaknau kunuan derler ki: Dilenmektir, ism-i faili de kani’ gelir. Şair Şemmah şöyle demiştir: İnsanın halini düzeltip ihtiyacını görerek Fakirlikten kurtulması, dilenmekten daha onurludur. Beyitte geçen kunu’: Dilenmek demektir. Kania kanaaten haline razı olmaktır. Mu’ter ile mu’teri, birdir. "Böylece": Yani onların ayakta kesilmelerini anlattığımız gibi, "onları size ram ettik": Bizden size bir nimet olarak, ta ki, onları sünnet üzere kesmeniz mümkün olsun diye. “ki, şükredesiniz": Yani şükretmeniz için, demektir. 37Onların ne etleri ne de kanları Allah’a asla ulaşmaz; fakat O’na sizden takva ulaşır. Onları size böyle ram etti ki, size gösterdiği şeye karşı Allah’ı tekbir edesiniz. İyilik edenleri müjdele. "Len yenalallahe luhumuha": Âsım el - Cahderi, İbn Ya’mur, İbn Ebi Able ve Ya’kûb , te ile "len tenalallahe luhumuha” okumuşlardır. "Velakin tenaluhut takva"yı da te ile okumuşlardır. İniş sebebi şöyledir: Müşrikler kurban kestikleri zaman kanı kıbleye akıtır ve Kabe tarafına saçarlardı. Müslümanlar da bunu yapmak istediler, bunun üzerine bu âyet indi. Bunu Ebû Salih, İbn Abbâs’tan, demiştir. Müfessirler, âyetin manası şöyledir, demişlerdir: Onların ne etleri ne de kanları Allah’a yükselmez, ancak ona takva yükselir. O da sizden istenen rızasıdır. Kim te ile "tenaluhut takva” okursa, takva lâfzından dolayı müennes etmiş olur, kim de ye ile "yenaluhu” okursa, takvanın tuka manasına olmasındandır. Bu âyette eğer etler ve kanlar Allah’ın takvasından sadır olmazsa, kabul edilmeyeceğine işaret vardır. O ancak takvayı kabul eder. Bu da amellerin doğru niyetle yapılmadığı takdirde kabul edilmeyeceğine bir uyarıdır. "Böylece onları size ram etti": Bunun tefsiri de Hac: 37’de geçmiştir. "Size hidayet ettiği şeyden dolayı Allah'ı tekbir etmeniz için": Yani size beyan edip sizi dininin alâmetlerine ve haccının ibadetlerine irşat ettiği için, demektir. Bu da Allahu ekber alâ ma hedana demekle olur. "İyilik edenleri müjdele": İbn Abbâs: Allah’ı bir bilenleri, demiştir. 38Şüphesiz Allah iman edenleri savunur. Şüphesiz Allah her çok haini, çok nankörü sevmez. "İnnallahe yüdafiu anillezine amenu": İbn Kesir ile Ebû Amr, elifsiz olarak "yedfeu” "velevla def ullahi” okumuşlardır. Bu da "defea"nın mastarıdır. Âsım, İbn Kesir, Hamze ve Kisâi de elifle "inallahe yüdafiu” "velevla def u” okumuşlardır. Bu da "Dafea"nın mastarıdır, Mana da şöyledir: Allah, onları korumak ve onlara yardım etmekle iman edenlerden müşriklerin gailesini uzaklaştım. Zeccâc, mana şöyledir, demiştir: Bunu yapar da cahillerin kurban kesme ve şirklerinde yaptıkları şeylere muhalefet ederseniz, şüphesiz Allah kendi taraftarlarını müdafaa eder. "Havvan". Hiyanetten fa’al veznindedir, Mana da şöyledir: Kim Allah’tan başkasının ismini anar ve putlara kurban keserse, o çok haindir. 39Kendileri ile savaşılanlara uğradıkları zulüm yüzünden (düşmanla savaşma) izni verildi. Şüphesiz Allah elbette onlara yardıma kadirdir. "Üzine lillezine yukatelune biennehüm zulimu": İbn Kesir, İbn Âmir, Hamze ve Kisâi, meftuh hemze ile "ezine” okumuşlar; Nâfi', Ebû Amr, Ebû Bekir ve Hafs da Âsım’dan rivayet ederek hemzenin zammı ile "üzine” okumuşlardır. "Lillezine yukatelune": İbn Kesir, Ebû Amr, Hamze, Kisâi ve Ebû Bekir de Âsım’dan rivayet ederek tenin kesresiyle (yukatilune) okumuşlar; Nâfi, İbn Âmir, Hafs da Âsım'dan rivayet ederek, te’nin fethi ile okumuşlardır. İbn Abbâs şöyle demiştir: Mekke halkının müşrikleri Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabına eziyet ederlerdi. O da onlara: "Sabredin, ben henüz savaşmakla emrolunmadım” derdi. Sonunda Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem hicret etti; Allah da ona bu âyeti indirdi. Bu, savaş hakkında inen ilk ayettir. Mücâhid de şöyle demiştir: Onlar hicret etmek üzere Mekke’den çıkan birtakım insanlardır, Kureyş müşrikleri onlara yetiştiler; onlara savaş için izin verildi. Zeccâc da, âyetin manası şöyledir, demiştir: Kendileriyle savaşılanlara savaşmaları izni verildi. "Zulmedilmeleriyle": Yani kendilerine zulüm edilmesi sebebiyle demektir. Sonra da onlara: "İnnallahe alâ nasrihim lekadîr” diyerek zafer va'detti. Bu "inne"nin enne okunması câiz değildir, bunda da lügatçiler arasında ihtilaf yoktur. Çünkü "inne"den sonra lâm gelirse, asla meftuh okunmaz. 40Onlar ki, yurtlarından sadece, "Rabbimiz Allah'tır” demelerinden ötürü haksız yere çıkarıldılar. Eğer Allah’ın bazı insanları bazıları ile savması olmasa idi, mutlaka manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah’ın isminin çokça zikredildiği mescitler yıkılırdı. Allah kendine yardım edenlere mutlaka yardım edecektir. Şüphesiz Allah gerçekten çok güçlüdür, mutlak galiptir. "Rabbimiz Allah’tır demeleriyle çıkarıldılar": Manası: Tevhitlerinden (Allah’ı birlemelerinden) dolayı çıkarıldılar, demektir. "Allah’ın savması olmasaydı": Biz de bunu Bakara: 251’de tefsir etmiş bulunuyoruz. "Lehuddimet": İbn Kesir ile Nâfi, şeddesiz olarak "lehudimet” okumuşlar; diğerleri ise dal’ın şeddisiyle okumuşlardır. Savami’de ise iki görüş vardır: Birincisi: O, rahiplerin manastırlarıdır, bunu da İbn Abbâs, Ebû’l Âliyye, Mücâhid ve İbn Zeyd, demişlerdir. İkincisi: Onlar Sabiilerin mabetleridir, bunu da Katâde ile İbn Kuteybe demişlerdir. Biye’ ise: Bia’nın cem’idir, o da Hıristiyanların kiliseleridir. Salâvat’tan kastedilen şey üzerinde de iki görüş vardır: Birincisi: Namaz yerleridir. Sonra bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Yahudilerin havralarıdır, bunu da Katâde ile Dahhâk demişlerdir. Ben şeyhimiz Ebû Mansur Lügavi’den: "Salâvat’ın” Yahudilerin havraları olduğunu okudum. O İbranice’de "Salusa"dır. İkincisi: Onlar Sabiilerin mescitleridir. Bunu da Ebû’l - Âliyye demiştir. İkincisi: Onlar gerçek namazlardır, Mana da şöyledir: Eğer Allah Müslümanları müdafaa etmese idi, mescitlerde namazlar kesilirdi. Bunu da İbn Zeyd, demiştir. Mesacitler ise: Müslümanların camileridir. Zeccâc, âyetin manası şöyledir, demiştir: Eğer Allah bazı insanları müdafaa etmeseydi, Mûsa zamanında havralar, İsa zamanında kilise ve manastırlar, Muhammed zamanında da mescitler yıkılırdı. "Oralarda Allah’ın adı zikredilir": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Zamir adı geçen ibadet mekanlarına râcîdir, bunu da Dahhâk, demiştir. İkincisi: Özellikle mescitlere râcîdir, çünkü adı geçen mabetlerin çoğunda genellikle şirk galiptir, bunu da Ebû Süleyman Dımeşki, demiştir. "Elbette Allah kendine yardım edene yardım edecektir": Yani dinine ve şeriatına demektir. 41Onlar ki, yeryüzünde kendilerine imkân verirsek, namazı dosdoğru kılar, zekâtı verir ve iyiliği emreder, kötülükten men ederler. İşlerin sonu Allah’ındır. "Onlar ki, kendilerine yeryüzünde imkan verirsek": Zeccâc: Bu, O na yardım edenlerin sıfatlarıdır, demiştir. Müfessirler de şöyle demişlerdir. Yeryüzünde imkan vermek; onları düşmanlarına galip kılmaktır, iyilik ise. Lailâhe illallah, kötülük ise: Şirktir. Çoğunluk- Onlar Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabıdır, demişlerdir. Ka’b el - Kurazi de: Onlar idarecilerdir, demiştir. 42Eğer seni yalanlıyorlarsa gerçekten onlardan önce Nûh, Ad ve Semud kavimleri de yalanlamışlardı. 43İbrahim kavmi de, Lût kavmi de. 44Medyen halkıda. Mûsa da yalanlanmıştı. Ben de kâfirlere süre vermiş, sonra da onları yakalamıştım, İnkarım nasıl oldu? 45Nice zalim kentleri helak ettik. Onlar şimdi tavanlarının üzerine düşmüştür. Nice terk edilmiş kuyuları ve nice yüksek sarayları da (bomboş bıraktık). 46Yeryüzünde dolaşmadılar mı ki, onlarla düşünecekleri kalpleri olsun yahut onlarla dinleyecekleri kulakları olsun. Gerçek şu ki, gözler kör olmaz, fakat göğüslerdeki kalpler kör olur. "Dolaşmadılar mı?": Müfessirler şöyle demişlerdir: Senin kavmin Yemen ve Şam topraklarında gezmediler mi? "Onlarla düşünecekleri kalpleri olsun": Helak olanların kalıntılarına baktıkları zaman. Yahut onlarla dinleyecekleri kulakları olsun: İnanmayan milletlerin haberlerini. "Gerçekten gözler kör olmaz (feinneha)": Ferrâ’ şöyle demiştir: Ha zamiri kıssaya râcîdir, mana da: Onların gözleri kör olmaz, ancak kalpleri kör olur, demektir. "Göğüslerdeki": Kavli de tekittir, çünkü kalp ancak göğüslerde olur. Şuralarda da öyledir: "Tilke aşeretün kamileh” (Bakara: 196), "yatıyru bicenahayhi” (En’am: 38), "yekulune biefvahihim” (Al-ilmran: 167). 47Senden azabı acele isterler. Allah va’dinden asla caymaz. Şüphesiz Rabbinin yanında bir gün, sizin saydıklarınızdan bin yıl gibidir. "Senden azabı acele isterler": Mukâtil: Nadr b. Haris el - Kureşi hakkında inmiştir, demiştir. Başkası da: Azap dedikleri "bu va’d ne zamandır?” (Mülk: 25) vb. sözleridir, demiştir. "Allah va’dinden asla caymaz": Dünyada onlara azabı indirmede; nitekim onlara Bedir’de indirdi. "Şüphesiz Rabbinin kaünda bir gün": Yani ahir et günlerinden demektir. "Sizin saydıklarınızdan bin sene gibidir": Dünya günlerinden. Âsım, Ebû Amr ve İbn Âmir, te ile "teuddun” okumuşlar; İbn Kesir, Hamze ve Kisâi de ye ile "yeuddun” okumuşlardır. Eğer: "Söz nasıl azaptan "Allah katında bir gün bin yıl gibidir” kavline döndü?” denilirse, bunun iki cevabı vardır: Birincisi: Onlar azabı dünyada acele ile istediler; onlara şöyle denildi: Allah dünyada azap indirme va’dinden asla caymaz. Sizin ahiretteki azap günlerinizden bir gün, dünya senelerinden bin yıl gibidir; artık azabı nasıl istiyorsunuz? Âyet onlara dünya ve ahiret azabını içine almıştır. Bu da Ferrâ’'nın görüşüdür. İkincisi: Allah katında bir gün ile bin sene onun azaba kadir olmasında birdir; kudret bakımından acele istedikleri şey ile onun tehiri bakımından fark yoktur, meğerki Allah onlara süre vermekle lütfede. Bu da Zeccâc’ın görüşüdür. 48Nice zalim kentlere süre tanıdım, sonra da onları yakaladım. Dönüş yalnız banadır. 49De ki: "Ey insanlar, ben ancak sizin için apaçık bir uyarıcıyım". 50İman edip iyi şeyler yapanlar var ya, onlar için bir bağışlanma ve tükenmez bir rızık vardır. "Tükenmez rızık": Bundan cennetteki güzel rızık kastedilmiştir. 51Bizi âyetlerimizde aciz bırakmak için koşanlar var ya, işte onlar da cehennemin yaranlarıdır. "Âyetlerimizde koşanlar": Yani onları iptal etmeye çalışanlar, demektir. "Muâcizin": Âsım, İbn Âmir, Hamze ve Kisâi, elifsiz olarak. "Mu’cizin” okumuşlar; İbn Kesir ile Ebû Amr da, elifle: "Mu’cizin” okumuşlardır. Zeccâc da, "muâcizin": Bizi aciz bırakacaklarını zannederek koşanlar, demiştir. Çünkü onlar öldükten sonra dirilmeyeceklerini zannettiler. Ve şöyle demiştir: Tefsirde, mucizin, inat ederek de, denilmiştir. Bu da birinci görüşün dışında değildir. "Mu’cizin"in tevili de şöyledir: Onlar Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e tabi olanları taciz edip onları geri çevirmeye çalışırlardı. 52Senden önce ne bir elçi ne de bir peygamber göndermedik, ancak bir şey temenni ettiği zaman şeytan onun temennisinin içine (bir fitne) atar. Allah da şeytanın attığını iptal eder, sonra da Allah âyetlerini sağlamlaştırır. Allah pekiyi bilen, hikmet sahibidir. "Senden önce ne bir elçi ne de bir peygamber göndermedik...": Müfessirler şöyle demişlerdir: İniş sebebi şöyledir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem, kendisine Necm suresi inip de onu "eferaeytül late veluzza ve menates salisetel uhra” (Necm: 20) kavline kadar okuyunca, şeytan onun diline: Tilkel ğarinukul ula ve inne şefaatehünne letürteca (bunlar yüksek turnalardır ve şüphesiz bunların şefaatleri umulur), kavlini getirdi. Kureyş de bunu duyunca sevindiler. Hemen Cebrâil geldi: "Ne yaptın? İnsanlara Allah’ın sana indirmediğini okudun!” dedi. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem de buna çok üzüldü. Bunun üzerine onun kalbini hoş etmek ve peygamberlerin de başlarına böyle şeyler geldiğini bildirmek üzere bu âyet indi. Araştırmacı Âlimler şöyle demişlerdir: Bunun aslı yoktur, çünkü Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem bu gibi şeylerden masumdur. Eğer doğru olsa bile mana şöyle olur: Bazı insan şeytanları bu kelimeleri demiştir. Çünkü onlar Efendimiz okuduğu zaman gürültü yaparlardı. Nitekim Allahü teâlâ şöyle buyurur: "Kâfirler: Bu Kur’ân’ı dinlemeyin; gürültü yapın derler” (Fussilet: 26). Ve şöyle demiştir: "Temenna"nın manısında da iki görüş vardır: Birincisi: O, okumaktır, bunu da çoğunluk, demişler ve şu beyti şahit getirmişlerdir: İlk gece Allah’ın kitabını okudu (temenna), Sonunda da emr-i hak yerini buldu (öldü). Başkası da şöyle demiştir: (Osman) son gecesinde Allah’ın kitabını ağır ağır okudu, Dâvud’un Zebur’u ağır ağır okuduğu gibi. İkincisi: Temennidendir, şöyleki Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem, bir gün kendisine kavmini nefret ettirecek bir şeyin gelmemesini temenni etti; şeytan da onun diline temenni ettiği (etmediği) şeyi düşürdü. Bunu da Muhammed b. Ka’b el - Kurazi, demiştir. "Allah şeytanın attığını iptal eder": Yani onu hükümsüz kılar ve götürür, demektir. "Sonra Allah kendi âyetlerini sağlamlaştırır": Mukâtil: Onu bâtılla karşı muhkem hale getirir, demiştir. 53(Allah bunu) şeytanın attığını, kalplerinde hastalık bulunanlar ve kalpleri katı olanlar için bir fitne kılması için (yapar). Şüphesiz zâlimler gerçekten, uzak / derin bir muhalefettedirler. "Li-yec’ale": Bu, "elka’ş-şeytan” (âyet 53) kavlinin üzerine ma’tûftur. Burada fitne belâ ve mihnet manasınadır. "Hastalık” ise: Şüphe ve münafıklıktır. "Kalpleri katı olanlar için": Yani imanı kuruyanlar için, demektir. Sonra onların zalim ve sürekli şikak içinde olduklarını bildirdi. Şikak da: Aşırı düşmanlıktır. 54(Bir de) kendilerine kitap verilenler, şüphesiz bunun Rabbinden (gelen) hak olduğunu bilsinler de ona iman etsinler ve kalpleri ona yatsın. Şüphesiz Allah iman edenleri elbette doğru yola iletecektir. "Kendilerine ilim verilenler bilsinler diye": O ilim de tevhid ve Kur’ân’dır, onlar da mü’minlerdir. Süddi: (îlim) Allah’ın neshini tasdik etmektir, demiştir. "Şüphesiz o haktır": Şeytanın attığı şeye işarettir, Mana da şöyledir: Onun neshinin ve iptalinin Allah tarafından hak olduğunu bilmeleri için. "İman etsinler": Neshe. "Ona kalpleri yatışsın": Yani boyun eğsin ve zillet göstersin, demektir. Sonra âyetin kalan kısmında iman ve ihbatın (kalp huzurunun) sadece Allah’ın lütuf ve hidâyeti ile olacağını açıklamıştır. 55Kâfirler ise kıyamet kendilerine ansızın gelinceye kadar yahut kısır bir günün azabı kendilerine gelinceye kadar hep ondan bir şüphe içinde kalırlar. "Ondan bir şüphe içindedir": Yani şek ve tereddüt içinde, demektir. "Minhü"deki zamirde de dört görüş vardır: Birincisi: O, "tilkel ğaranikul ula” kavline râcîdir. İkincisi: Necm suresindeki secdesine râcîdir. İki görüş de Said b. Cübeyr’ dendir. O zaman mana şöyle olur: Onlar: Neden önce ilâhlarımızı andı da sonra onlardan döndü? Üçüncüsü: O, Kur’ân’a râcîdir, bunu da İbn Cüreyc demiştir. Dördüncüsü: Dine râcîdir, bunu da Sa’lebi nakletmiştir. "Onlara kıyamet gelinceye kadar": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Müşriklerin başına kopacak kıyamet gelinceye kadar, bunu da Hasen, demiştir. İkincisi: Ölüm saatleri demektir, bunu da Vahidi, demiştir. "Yahut onlara kısır bir günün azabı gelinceye kadar": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: O, Bedir savaşıdır, bu da İbn Abbâs, Mücâhid, Katâde ve Süddi’den rivayet edilmiştir. İkincisi: O, kıyamet günüdür, bunu da İkrime ile Dahhâk, demişlerdir. Ukm’un aslı, doğum kısırlığıdır, imreetün akım, denir ki: Doğurmayan kadındır. Recülün akim de: Çocuğu olmayan erkektir. Misal için şu şiiri okumuşlardır: Kadınlar kısır oldu, onun gibisini doğurmazlar, Şüphesiz kadınlar onun gibisine kısırdırlar. Rüzgara da böyle denir, çünkü o da yağmur bulutunu getirmez. Ona: Kısır gün denilmesi, hayır getirmediği içindir. O, Bedir savaşıdır, diyenlere göre ona kısır denilmesinde üç görüş vardır: Birincisi: Onda kâfirler için hayır ve bereket yoktu, bunu da Dahhâk, demiştir. İkincisi: Çünkü onlara geceye kadar süre tanınmadı, bilakis akşamdan önce öldürüldüler. Bunu da İbn Cüreyc, demiştir. Üçüncüsü: Onun gibi büyük ve önemli bir gün yoktur, çünkü onda melekler savaştılar. Bunu da Yahya b. Selam, demiştir. O, kıyamet günüdür, diyenlere göre de ona böyle denmesinde iki görüş vardır: Birincisi: Çünkü onun gecesi yoktur, bunu da İkrime, demiştir. İkincisi: Çünkü o, müşriklere ne hayır ne de ferahlık getirir. Bunu da bazı müfessirler demişlerdir. 56O gün mülk Allah’ındır. Onların aralarında hükmeder. İman edip iyi şeyler yapanlar, Naîm cennetlerindedir. "O gün mülk": Yani kıyamet gününde, demektir. "Allah’ındır": Bunda itiraz ve iddia eden yoktur. "Aralarında hüküm verir": Yani Müslümanlarla müşriklerin aralarında. Hükmü de bu âyetle arkasındakinde gösterilmiştir. Sonra hicret edenlerin faziletlerini zikredip şöyle dedi: 57Kâfir olup âyetlerimizi yalanlayanlar ise, işte onlar için hor edici bir azap vardır. 58Allah yolunda hicret edip sonra öldürülen yahut ölenlere Allah elbette güzel bir rızık verecektir. Şüphesiz Allah gerçekten O, rızık verenlerin en hayırlısıdır. "Allah yolunda hicret edenler": Yani Mekke’den Medine’ye hicret edenler, demektir. Güzel rızık hususunda da iki görüş vardır: Birincisi: O, helâl rızıktır, bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Cennet rızkıdır, bunu da Süddi, demiştir. "Sümme kutilu ev matu": İbn Âmir, şeddele ile: "Kuttilu” okumuştur. 59Onları elbette razı olacakları bir yere girdirecektir. Şüphesiz Allah hakkıyle bilendir, pek yumuşaktır. "Leyudhilennehüm müdhalen": Nâfi, mîm’in fethi (medhalen) okumuştur. "Razı olacakları": Yani cennet, demektir. Müdhal’in mastar olması da câizdir, o zaman da mana şöyle olur: "Leyüdhilennehüm idhalen yükremune bihi feyerdavnehu (onları cennete öyle bir girdirir ki, ikram görür ve razı olurlar). îsm-i mekân olması da câizdir. Medhal de mimin fethi iledir, takdir de: Feyedhulune medhalen demektir. "Şüphesiz Allah hakkıyle bilendir” niyetlerini, "pek yumuşaktır” onlara karşı. 60Durum böyle. Kim cezalandığı şey kadar ceza verir de sonra üzerine saldırılırsa, Allah ona mutlaka yardım edecektir. Şüphesiz Allah elbette affedici, çok bağışlayıcıdır. "Durum böyledir": Zeccâc şöyle demiştir: Durum, yani size anlattıklarımız böyledir. "Vemen âkabe bimisli ma ukıbe bihi": Ukubet: Ceza (karşılık) demektir. Birincisi ceza değildir; fakat ukubet (ceza) denilmesi, iki fiilin de kötülük bakımından eşit olmasındandır, meselâ: "Ve cezau seyyietin seyyietün mislüha” (Şura: 40) kavli de böyledir. Karşılık, kötü bir şeye karşılık olduğu için kötülük diye isimlendirilmiştir. "Allahu yestehziü bihim” (Bakara: 15) de böyledir. Bunu Hasen demiştir. Âyetin manası da şöyledir: Kim müşriklerle savaşır da "sonra üzerine saldırılırsa": Yani yurdundan çıkarılmakla zulme uğrarsa, demektir. Mukâtil âyetin şu sebeple indiğini iddia etmiştir: Müşrikler Muharrem’den bir gece kala Müslümanlarla karşılaştılar, onlarla savaştılar. Müslümanlar da: Allah için olsun, haram ayda bizimle savaşmayın, dediler. Onlarsa, savaşmakta ısrar ettiler; Müslümanlar da sebat gösterdiler, Allah da müşriklere karşı onlara yardım etti. Müslümanların içinde haram ayda savaşmaktan bir kuşku kaldı. Bunun üzerine bu âyet indi ve şöyle dedi: "Şüphesiz Allah elbette pek affedicidir” onları, "çok bağışlayıcıdır” haram aydaki savaşlarını. 61Bu böyledir; çünkü Allah geceyi gündüzün içine sokar, gündüzü de gecenin içine sokar ve şüphesiz Allah hakkıyle işiten, hakkıyle görendir. "Bu böyledir": Yani bu yardım ve zafer, demektir. "Çünkü Allah” dilediğini yapmaya kadirdir. O’nun kudretinin nişanelerinden biri de şudur: "Geceyi gündüzün içine sokar, gündüzü de gecenin içine sokar ve şüphesiz Allah hakkıyle işitendir": Mü'minlerin duasını, "hakkıyle görendir” onları, çünkü onlara iman ve takva vermiştir. 62Bu böyledir; çünkü Allah hakkın ta kendisidir ve O’ndan başka ibadet ettikleri şeyler de batılın ta kendisidir. Şüphesiz Allah pek yücedir, pek büyüktür. "Bu böyledir": Yani mü’minlere yaptığı yardım böyledir, "çünkü Allah hakkın ta kendisidir": Yani O, hak mabuttur. "Ve enne mayed'une": İbn Kesir, Ebû Amr, Hamze. Kisâi, Hafs da Âsım’dan rivayet ederek, ye ile "yed’une” okumuşlar; Nâfi, İbn Âmir, Ebû Bekir de Âsım’dan rivayet ederek, te ile okumuşlardır. Mana da şöyledir. "O’ndan başka ibadet ettikleri bâtılldır. 63Görmedin mi, Allah gökten su indirdi de yeryüzü onunla yemyeşil oluyor. Şüphesiz Allah çok latiftir, her şeyden haberdardır. 64Göklerdeki ve yerdeki şeyler O’nundur. Şüphesiz Allah gerçekten zengindir, övgüye layıktır. "Görmedin mi Allah gökten su indirdi": Yani yağmur indirdi, demektir. "Yeryüzü yemyeşil oluyor": Bitki ile. Zeccâc, Halil’den şöyle dediğini nakletmiştir: Kelâmın manası tembihtir, sanki şöyle demiştir: İşitmedin mi Allah gökten bir su indirdi de şöyle şöyle oldu. Saleb de şöyle demiştir: Âyetin manası Ferrâ’'ya göre haberdir, sanki şöyle demiştir: Bil ki, Allah gökten su indirir de yeryüzü şöyle şöyle olur. Eğer istifham olsa, fe de şart edatı olsa idi, fiili nasb ederdi. "Şüphesiz Allah çok latiftir": Yerden kullara rızık için bitki çıkarmakla. "Haberdardır": Yağmuru geciktirdiği zaman onların kalplerinde olanlardan. Ğaniyyül hamid’in manası da Bakara: 267’de geçmiştir. 65Görmedin mi, şüphesiz Allah yerde olan şeyleri ve denizde emri ile akan gemileri size ram etti. İzni ile olması hariç, göğü yerin üzerine düşmekten O tutar. Şüphesiz Allah elbette çok şefkatli, çok merhametlidir. "Görmedin mi, şüphesiz Allah yerde olan şeyleri size ram etti": Binilen hayvanları murat ediyor. "İzni ile olması hariç, göğü yerin üzerine düşmekten O tutar": Zeccâc: Düşmesini istemediği için, demiştir. Başkası da: Düşmesin, diye demiştir. "Şüphesiz Allah insanlara elbette çok şefkatli, çok merhametlidir": Onlara ram ettiği şeylerde ve göğün üzerlerine düşmesi gibi onlardan durdurduğu şeylerde. 66O ki, sizi diriltti. Sonra da sizi öldürür, sonra (yine) diriltir. Şüphesiz insan gerçekten çok nankördür. "O ki, sizi diriltti": Ölü meniler olduktan sonra, "sonra sizi öldürecek” ecelleriniz geldiği zaman, "sonra sizi diriltecek” hesap vermeniz için. "Şüphesiz insan": Yani müşrik "gerçekten çok nankördür": Allah'ın nimetlerine karşı, çünkü O’nu bir bilmemektedir. 67Her ümmet için onunla amel edecekleri bir şeriat kıldık. Artık sakın seninle bu işte çekişmesinler. Rabbine davet et. Şüphesiz sen, gerçekten doğru bir hidayet üzerindesin. "Her ümmet için bir şeriat kıldık": Bunun açıklaması bu surede geçmiştir (Hac: 34). "Artık seninle sakın çekişmesinler": Yani boğazlanan hayvanlar hakkında. Şöyleki Kureyş ve Huzaa kâfirleri boğazlanan hayvanlar hakkında Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ile tartıştılar: "Nasıl kendi öldürdüklerinizi yiyorsunuz da Allah’ın öldürdüğünü yemiyorsunuz?” dediler, bundan da ölüyü kastediyorlardı. Eğer: "Onunla onlar çekişiyorlarsa, nasıl "seninle sakın çekişmesinler” dedi?” denilirse. Buna Zeccâc cevap vermiş ve şöyle demiştir: Maksat, onun onlarla tartışmasını men etmektir, mana da: Onlarla asla tartışma, demektir. Nitekim sen bir adama: Filanca bu işte seninle asla tartışmasın, dersin. Bu, ancak iki kişi arasında yapılan işlerde câizdir. Çünkü mücadele ve tartışma, ancak iki kişi arasında olur. Filan seninle tartışmasın, dediğin zaman bu: Sen onunla tartışma, demektir. Bu, "falan sana vurmasın” deyip de: Sen ona vurma demeyi kastettiğin zaman câiz olmaz, Fakat: "Falanca seninle dövüşmesin” dersen, onunla dövüşme demiş gibi olursun. Bu cevabı: "Eğer seninle tartışırlarsa” kavli de gösterir (yani işteşli fiilde câizdir demek istiyor. Mütercim). "Sen Rabbine davet et": Yani O’nun dinine ve O’na imana davet et, demektir. 68Eğer seninle mücadele ederlerse, de ki: "Allah yaptıklarınızı daha iyi bilendir". "Seninle mücadele ederlerse": Kesilen hayvanlar hakkında seninle tartışırlarsa, demektir. "De ki: Allah yaptıklarınızı daha iyi bilendir": Yani yalanlamanızı, ona göre size ceza verir. 69Allah ihtilaf ettiğiniz şeylerde kıyamet gününde aranızda hüküm verecek. "Allah aranızda kıyamet gününde hüküm verecek": Yani karar verecektir, "ihtilaf ettiğiniz şeylerde": Yani dinde, mana: Mü’minlere muhalefet ettiğiniz şeylerde demektir. Bu da Allah’ın, kullarına kendileriyle inatla tartışanları reddetmede, onlara cevap vermemede ve onlarla münakaşa etmemede öğrettiği güzel bir edeptir. Hüküm: Müfessirlerin çoğunluğu şöyle demişlerdir: Bu, savaş emrinden önce indi, sonra da kılıç âyetiyle neshedildi. Bazıları da şöyle demişlerdir: Bu, münafıklar hakkında indi, onların söz ve davranışlarında şirklerini gösteren kaçamaklar görünürdü, sonra da bunun üzerinde mücadele ederlerdi; işte onların işini Allahü teâlâ’ya havale etti. Âyet buna göre muhkemdir (mensuh değildir). 70Bildin mi ki, şüphesiz Allah gökte ve yerde olanları bilir. Şüphesiz bu, bir kitaptadır. Şüphesiz bu, Allah’a çok kolaydır. "Bilmedin mi ki, şüphesiz Allah gökte ve yerde olanları bilir": Bu, onaylanması istenen bir sorudur, mana da: Gerçekten bildin, demektir. "Şüphesiz bu": Yani göklerde ve yerde cereyan eden şeyler, "bir kitaptadır": Yani Levh-i Mahfuz’dadır. "Şüphesiz bu": Yani Allah’ın bütün bunları bilmesi, "Allah’a kolaydır": önemsizdir, onları bilmek ona imkansız değildir. 71Onlar, Allah’tan başka ona bir delil indirmediği ve o hususta onların bilgisi olmadığı şeylere tapıyorlar. Zâlimler için hiçbir yardımcı yoktur. "Tapıyorlar": Yani Mekke kâfirleri tapıyorlar, "ona bir delil indirmediği şeye": Yani delil indirmediği şeye demektir. "Bilgileri olmadığı şeye": Yani onun İlâh olduğuna dair. "Zâlimler için yoktur": Yani müşrikler için yoktur, "hiçbir yardımcı": Yani azaba mani olacak biri, demektir. 72Onlara âyetlerimiz açıkça okunduğu zaman kâfirlerin yüzlerinde hoşnutsuzluk bilirsin / görürsün. Neredeyse onlara âyetlerimizi okuyanların üzerine saldıracaklar. De ki: "Size bundan daha kötüsünü haber vereyim mi? Ateş! Allah onu kâfirlere va’detti. Ne kötü dönüş yeridir. "Onlara âyetlerimiz okunduğu zaman": Yani Kur’ân. Burada münker de hoşnutsuzluk demektir, Mana da şöyledir. Yani inkâr hoşnutsuzluğu ve surat asma onlarca bilinen bir şeydir, demektir. "Neredeyse saldıracaklar": Yani şiddet uygulayacak ve kendilerine Kur’ân okuyanlara kötü şey yapacaklar. Seta aleyhi ve seta bihi: Birine şiddet uygulamaktır. "De ki:": Ey Muhammed, "size bundan daha kötüsünü haber vereyim mi?": Yani size Kur’ân okumadan daha zorunu ve daha sevmediğinizi haber vereyim mi? Sonra bunu zikredip: ‘Âteş” dedi. Yani o da ateştir, demektir. 73Ey insanlar, bir misal getirildi; onu dinleyin: Şüphesiz Allah’tan başka ibadet ettikleriniz, asla bir sinek (bile) yaratamazlar, bunun için toplansalar da. Eğer sinek onlardan bir şey kaparsa, onu ondan kurtaramazlar. İsteyen de zayıf, istenen de. "Ey insanlar bir misal getirildi": Ahfeş şöyle demiştir: Eğer: "Misal nerede?” denirse. Cevap şöyledir: Burada misal yoktur, mana ancak şöyledir: Ey insanlar bana bir misal verildi, yani putlara bir benzetme getirildi, "onu dinleyin", bu misali dinleyin. Âyetin tevili (yorumu) şöyledir: Müşrikler putları bana ortak koşup benimle beraber onlara ibadet ettiler; onların halini dinleyin. Sonra da bunu: "Şüphesiz Allah’tan başka ibadet ettikleriniz” "ted’une” kavli ile beyan etti, yani taptıklarınız, demektir. İbn Abbâs, Ebû Rezin ve İbn Ebi Able, meftuh ye ile "yed’une” okumuşlar; İbn Semeyfa, Ebû Recâ’ ve Âsım el - Cahderi de mazmum ye ve meftuh ayınla "yüd’avne” okumuşlardır. Bunlardan da putlar kastedilmektedir. "Len yahluku zübaben": Zübab (sinek) tekildir, cemi kılleti: Ezibbe, cemi kesreti de: Zibbandır, tıpkı ğurab, eğribe ve ğirban gibi. Şöyle de denilmiştir: Özellikle sineğin zikredilmesi, horluğundan pisliğinden ve çokluğundan dolayıdır. "Toplansalar da": Yani putlar "bunun için": Yani sineği yaratmak için. "Eğer sinek onlardan kaparsa": Yani putlardan kaparsa demektir, İbn Abbâs şöyle demiştir: Onlar putlarına safran sürerlerdi, o da kururdu. Sinek gelir onu kapardı. İbn Cüreyc de şöyle demiştir: Putlarına koku sürdükleri zaman içine bal vb. gibi tatlı bir şey katarlardı; ona da sinek konar ve onu çalardı. Mabutlar da onlara tapanlar da buna mani olamazlardı. Süddi de şöyle demiştir: İlâhlarına yemek verirlerdi, sinek de üzerine konar ve ondan yerdi. Sa’leb şöyle demiştir: "Layestenkızuhu minhü” deyip onu insanların fiili gibi kabul etmesi, onların putlara saygı göstermelerinden, onlar için kurbanlar kesip onlarla konuşmalarındandır. Meselâ: "Ya eyyühen nemlüd hulu mesakineküm” (Neml: 18) (ey karıncalar yuvalarınıza girin) gibi, onlara da insan gibi hitap etmiştir. Şu da öyledir "Raeytühüm li sacidin” "ayın ve yıldızların bana secde ettiklerini gördüm” (Yûsuf: 4). Biz de bu manayı A’raf suresi "vehüm yuhlekun” kavlinde beyan etmiştik. "İsteyen de aciz, istenen de": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: İsteyen: Puttur, istenen de: Sinektir. Bunu da Atâ’, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. İkincisi: İsteyen: Sinektir, putun üzerinden kaptığı kokulu maddeyi istemektedir, istenen de: Puttur ki, o da kendisinden kapılanı istemektedir. Yine bu da İbn Abbâs’tan rivayet edilmiştir. Üçüncüsü: İsteyen putlara tapanlardır, onlara ibadet etmekle onlara yaklaşmak istemektedirler. İstenen de: Puttur. Bu mana da Dahhâk ile Süddi’nin görüşlerinden çıkarılmıştır. 74Allah’ı hakkı ile takdir edemediler. Şüphesiz Allah elbette çok güçlüdür, mutlak galiptir. "Allah’ı hakkı ile takdir edemediler": Yani O’nalayıkı veçhile tazim edemediler demektir. Çünkü putları O’na ortak koştular. "Şüphesiz Allah elbette çok güçlüdür": Mağlup edilmez, "mutlak galiptir": Yanına yaklaşılmaz. 75Allah, meleklerden ve insanlardan elçiler seçer. Şüphesiz Allah hakkıyle işiten, kemaliyle bilendir. "Allah, meleklerden elçiler seçer": Meselâ Cebrâil, Mikâil, İsrafil ve ölüm meleği gibi. "İnsanlardan da": Meselâ gönderilen peygamberler gibi. "Şüphesiz Allah hakkıyle işitendir” kullarının sözlerini, "kemaliyle görendir": Elçi edindiğini. Mukâtil bu âyet: "Aramızdan zikir ona mı indirildi?” (Sad: 8) demeleri üzerine indirildi, demiştir. 76Onların önlerindekini ve arkalarındakini bilir. İşler yalnız Allah’a döndürülür. "Onların önlerindekini ve arkalarındakini bilir": Seçtiği kimselere işaret edilmektedir. Biz de bu manayı Ayetel Kürsi'de beyan etmiş bulunuyoruz (Bakara: 255). 77Ey o iman edenler, rukû’ edin, secde edin ve Rabbinize ibadet edin. Hayır işleyin ki, muradınıza eresiniz. "Rukû’ edin, secde edin": Müfessirler maksat: Namaz kılın, demişlerdir; çünkü namaz rukusuz ve secdesiz olmaz. "Rabbinize ibadet edin": Yani O’nu birleyin. "Hayır işleyin": İyiliklerin çeşitleri kastediliyor. "ki, muradınıza eresiniz": Yani mutlu olur, cennette ebedi kalırsınız. Hüküm: İlim adamları Hac suresinin ilk secdesinde ihtilaf etmemiş, bu sonuncusunda etmişlerdir. Hazret-i Ömer, İbn Ömer, Ammar, Ebudderda, Ebû Mûsa ve İbn Abbâs’tan: Hac suresinde iki secde vardır; bu sûre diğerlerine iki secde ile üstün kılınmıştır, demişlerdir. Bizim arkadaşlarımız da böyle demişlerdir. Şâfiî radıyallahu anh’in mezhebi de böyledir. İbn Abbâs’tan: Hac suresinde bir secde vardır, dediği de rivayet edilmiştir; Said b. Müseyyeb , Said b. Cübeyr, İbrahim, Cabir b. Zeyd, Ebû Hanife ve arkadaşları, imam Malik de böyle demişlerdir. Ukbe b. Amir'den rivayet edilen şu şey de, birinci görüşü desteklemektedir: "Ya Resûlallah, Hac suresinde iki secde mi var?” dedim. O da: Evet, kim onlarda secde etmezse onları okumasın, dedi. 4 4 - Tirmizî, Cumua, bab, 54; Ahmed, Müsned, 4 /151, 154. Âlimler Kur’ân secdelerinin sayısında ihtilaf etmişlerdir: İmam Ahmed’ten iki rivayet vardır: Birincisi: Onlar on dörttür, Şâfiî de böyle demiştir. İkincisi: Onlar on beştir, Sad 24’teki secdeyi ilâve etmiştir. Ebû Hanife de: Onlar on dörttür, demiş; Sad’ın sonundakini çıkarmış, onun yerine Sad 24’tekini koymuştur. Hüküm: Tilavet secdesi sünnettir, Ebû Hanife: Vaciptir, demiştir. Tilavet secdesi ancak iftitah tekbiri ve selamla sahih olur. Ebû Hanife’nin arkadaşları ile Şâfiî’nin bazı arkadaşları buna muhalefet ederler. Rukû’ tilavet secdesinin yerine geçmez. Ebû Hanife ise: Geçer, der. Eğer okuyan secde etmezse, işiten de etmez; imam Ahmed radıyallahu anh bunu açıkça ifade etmiştir. Gizli okunan namazlarda secde âyetini okumak mekruhtur, Şâfiî’de mekruh değildir. 78Allah uğrunda hakkı ile cihad edin. Sizi O seçti. Dinde üzerinize bir zorluk kılmadı. Atâ’nız İbrahim’in dini gibi. Size önceden o Müslümanlar ismini verdi. Bunda da Peygamber size şahit olsun; siz de insanlara şahit olasınız, diye. Öyleyse namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin ve Allah’a sarılın. O, sizin Mevla’nızdır. Ne güzel Mevla ve ne güzel yardımcı! "Allah yolunda cihad edin": Bu cihatta da üç görüş vardır: Birincisi: O, bütün taatleri yapmaktır, bu da çoğunluğun görüşüdür. İkincisi: O, kâfirlerle yapılan cihattır, bunu da Dahhâk, demiştir. Üçüncüsü: Nefis ve arzu ile cihad etmektir, bunu da Abdullah b. Mübarek demiştir. Hakkı ile cihatta ise üç görüş vardır: Birincisi: O, cihatta ciddiyet gösterip bütün imkanları kullanmaktır. İkincisi: O, aziz ve celil olan Allah’a karşı temiz niyet beslemektir. Üçüncüsü: Aziz ve celil olan Allah’ın hakkını yerine getirmek için gerekenleri yapmaktır. Hüküm: Bazıları bu âyetin mensuh olduğunu iddia etmişlerdir, nesh eden hakkında da iki görüş belirtmişlerdir: Birincisi: O, "lâ yükelli fullahu nefsen illâ vüs’aha” (Bakara: 286) âyetidir. İkincisi: "Fettekullahe mesteta’tüm” (Teğabün: 16) âyetidir. Diğerleri de: Hayır, o muhkemdir, demişlerdir. Hakkı ile cihadı açıklayan ilk iki görüş de bunu tekit eder ki, doğrusu da budur. Çünkü Allahü teâlâ hiç kimseye gücünün yetmediği şeyi teklif etmez. "Sizi O seçti": Yani sizi dini için o seçip tercih etti. Harec: Darlıktır; binaenaleyh insan böyle bir şeyin içine düşerse mutlaka ondan Tevbe veya kefaret veya ruhsata geçiş vs. ile mutlaka bir çıkış yolu bulur. İbn Abbâs’tan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Harec: İsrâil oğullarına yüklenen ağır yük ve zorluklardır; Allah onu bu ümmetin üzerinden attı. "Babanız İbrahim’in dini gibi": Ferrâ’, mana şöyledir, demiştir: Vesseallahu aleyküm kemilleti ebiküm (Allah atanız İbrahim’in dini gibi size genişlik verdi). Kâfi attığın zaman mensûb okursun. Emir olmak üzere mensûb olması da câizdir; çünkü Kelâmın başı emirdir; o da "irkau vescudu"dur. Mana: Velzemu millete ebiküm (atanızın dininden ayrılmayın) demektir. Eğer: "Bu, Müslümanlara hitaptır, İbrahim de hepsinin babası değildir?” denilirse. Cevap şöyledir: O, bütün Müslümanlara hitaptır; o da onların atası gibidir, onlarda baba gibi hakkı vardır. Eğer hitap özellikle Araplara olursa, İbrahim bütün Arapların atasıdır. Bu da müfessirlerin görüşüdür. Bana göre ise hitap Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’edir; çünkü İbrahim onun atası idi. Ümmet-i Muhammed de Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e hitap edilen şeye dahildir. "Size o Müslümanlar ismini verdi": İşaret edilen zat hakkında iki görüş vardır: Birincisi: O, aziz ve celil olan Allah’tır, bunu da İbn Abbâs, Mücâhid ve cumhûr, demişlerdir. Buna göre "önceden” kavlinde iki görüş vardır: Birincisi: Kur’ân inmeden önce indirdiği kitaplarda size bu ismi verdi. İkincisi: "önceden” yani ana kitapta demektir. "Bunda da” kavli ise, Kur’ân’dır. İkincisi: O, İbrahim aleyhisselam’dır, çünkü "zürriyetimizden Müslüman bir ümmet çıkar” demişti. Mana da şöyledir: Bu vakitten önce, o da İbrahim aleyhisselam’ın zamanıdır. Bu vakitte dediği de: "Zürriyetimizden Müslüman bir ümmet çıkar” dediğidir. Bu da İbn Zeyd’in görüşüdür. "Peygamber olsun diye": Mana şöyledir: Sizi seçti ve size Müslümanlar ismini verdi ki, Peygamber yani Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem "size şahit olsun": Size tebliğ ettiğine dair kıyamet gününde şahit olsun. Biz de bu manayı Bakara: 143’te "ve atuz zekate” kavline kadar şerh etmiştik. "Allah’a sarılın": İbn Abbâs: Sizi bütün kızacak ve nefret edecek şeylerden korumasını isteyin, demiştir. Hasen de: Allah’ın dinine sarılın, demiştir. Bundan sonrası da Enfal: 40’ta şerh edilmiştir. |
﴾ 0 ﴿