25-FURKÂN SÛRESİMekke’de inmiştir. 77 ayettir. Bismillahirrahmanirrahim 1Âlemlere bir uyarıcı olması için kuluna Furkan'ı indiren Allah pek yücedir! İbn Abbâs, Hasen, Mücâhid, İkrime, Katâde ve diğerleri: Mekki’dir demişlerdir. İbn Abbâs ile Katâde’den: Ancak üç âyet Medeni’dir, dedikleri nakledilmiştir; onlar da şunlardır: "Vellezine lâ yed’une maallahi İlâhen aher... ğafurar rahima” (Furkan: 68 - 70). "Tebareke": Bunu A’raf: 54’te şerh etmiş bulunuyoruz. Furkan: Kur’ân demektir. Ona, Furkan denilmesi, hak ile batılı ayırdığı içindir. Kulundan murad edilen de Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’dir. "Liyekune (olması için)": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: O, kuluna râcîdir, bunu da cumhûr, demiştir. İkincisi: Kur’ân’a râcîdir, bunu da Maverdi nakletmiştir. "Âlemlere": Yani cinlere ve insanlara, demektir. "Bir uyarıcı": Yani Allah’ın azabından bir korkutucu, demektir. 2O ki, göklerin ve yerin mülkü O'nundur. Evlat edinmedi. Mülkte ortağı yoktur. Her şeyi yaratıp takdir etmekle (iyice) takdir etti. "Her şeyi yaratıp takdir etmekle (iyice) takdir etti": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: Onu kendine uygun şey için düzeltti ve hazırladı; artık onda arıza ve düzensizlik yoktur. İkincisi: Onu ıslah edecek ve onu doğrultacak şeyi takdir etti. Üçüncüsü: Ona ecel ve rızık gibi şeyler takdir etti. 3O’ndan başka bir şey yaratmayan, kendileri yaratılan; kendileri için ne bir zarara ne bir yarara sahip olmayan; ne öldürmeye ne diriltmeye ne de öldükten sonra diriltmeye sahip olmayan şeyleri İlâhlar edindiler. Sonra müşriklerin yaptıklarını zikrederek şöyle dedi: "O’ndan başka İlâhlar edindiler": Yani putları ilâh edindiler, demektir. "Onlar bir şey yaratamazlar, kendileri yaratılmıştır": Yani yoktan var edilmiştir. "Kendi nefisleri için bir zarara sahip değiller": Yani bir zararı def etmeye ye bir yararı celbetmeye sahip değiller; çünkü onlar cansızdır, güçleri yoktur. "Öldürmeye sahip değiller": Yani kimseyi öldüremez ve kimseyi diriltemez, ölülerden birine de hayat veremezler. Mana şöyledir: Bu sıfattaki şeylere nasıl tapıyor ve bütün bunlara gücü yetene ibadeti nasıl terk ediyorlar? 4Kâfirler: "Bu (Kur’ân), ancak onun uydurduğu ve ona başka bir kavmin yardım ettiği bir iftiradır” dediler. Böylece gerçekten bir zulüm ve haksızlık getirdiler. "Kâfirler dediler": Yani Kureyş müşrikleri, demektir. Mukâtil: O, Abdüddar oğullarından Nadr b. Haris’tir, demiştir. "Ma hâza": Bu değildir, yani Kur’ân’ı kastediyorlar, "ancak bir iftiradır": Yani yalandır. "Onu uydurdu": Yani onu kendisi icat etti, "ona başka bir kavim yardım etti": Mücâhid şöyle demiştir: Yahudileri kastediyorlar. Mukâtil de şöyle demiştir: Huveytıb’ın azatlısı Addas’a ve Amir el - Hardami’nin Yesar ve Cebr adlarında iki kölesine işaret ediyorlar. Bu üçü ehl-i kitap idiler. 5"Öncekilerin masalıdır, onu yazdırdı. O, ona sabah akşam okunuyor” dediler. "Fekad cau zulmen ve zura": Zeccâc, mana: Fekad cau bizulmin ve zurin, demiştir. Be düşünce fiil devreye girip nasbetti. Zur da: Yalandır. "Öncekilerin masallarıdır": Mana şöyledir: Onun getirdiği şey, öncekilerin masallarıdır. Biz de bunu En’am: 25’te açıklamış bulunuyoruz. Müfessirler şöyle demişlerdir: Bunu diyen de Nadr b. el - Haris’tir. "lktetebeha"nın manası da: Onu yazdırdı, yazmasını emretti, demektir. İbn Mes’ûd, İbrahim Nehaî ve Talha b. Mûsarrif, ilk te’nin ref’i ve ikincisinin kesri ile "uktutibeha” okumuşlardır. Bununla başlanırsa hemze merfu okunur. "Ona okunuyor": Yani ezberlemesi için ona okunuyor, yazması için değil. Çünkü o yazmayı bilmezdi. "Bükreten ve asilâ": Sabah akşam demektir. 6De ki: "Onu göklerde ve yerde gizliyi bilen (Allah indirdi). Şüphesiz O, çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir. "De ki,": Ey Muhammed, "onu indirdi": Yani Kur’ân’ı "gizliyi bilen": Yani O’na "göklerde ve yerde” hiçbir şey gizli kalmayan indirdi, demektir. 7Dediler: "Bu Peygamberin nesi var ki, yemek yiyor ve sokaklarda dolaşıyor? Ona yanında onunla beraber bir uyarıcı olması için bir melek indirilmeli değil miydi?" "Dediler": Yani müşrikler. "Bu Peygamberin nesi var, yemek yiyor?": Peygamberin beşer olmasını ve diğer insanlar gibi rızık aramak için sokakta yürümesini yadırgadılar. Mana da şöyledir: O, ne bir melektir ne de bir meliktir; çünkü melekler yemez, melikler (krallar) da sokaklarda sıradan hareket etmezler. İnsanlara benzeyip de ayrıcalık taşımamasına şaşırdılar. Hâlbuki Allah onu insan kılmıştı ki, gönderildiği kimselerin cinsinden olsun. Onu sokakta dolaşmaktan utanan bir kral da yapmadı; çünkü bu, zorbalık işaretidir. Sonra onları davet etmekle emrolunduğu için onların arasında dolaşmak zorunda idi. "Ona bir melek indirilmeli değil miydi?": Ona: Rabbinden iste de seni tasdik edecek bir melek göndersin ve sana bahçeler, saraylar ve hazineler versin, dediler. Bu da: 8"Yahut ona bir hazine atılmalı yahut ondan yiyeceği bir bahçesi olmalı değil miydi?” O zâlimler: "Siz ancak büyülenmiş birine tabi oluyorsunuz!” dediler. "Yahut ona bir hazine atılsın” sözlerinden anlaşılmaktadır; yani ona gökten bir hazine insin, "yahut ondan yediği bir bahçesi olsun": Yani meyvelerinden yediği bir bostanı olsun. İbn Kesir, Nâfi, Ebû Amr, Âsım ve İbn Âmir, ye ile "ye’külü minha” okumuş ve Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i kastetmişlerdir. Hamze ile Kisâi de nun ile "ne’külü minha” okumuşlardır. Ebû Ali mana şöyledir, demiştir: Onun bahçesinden yemekle bize karşı bir ayrıcalığı olsun. Âyetin kalan kısmı ise İsra: 47’de tefsir edilmiştir. 9Bak, sana nasıl misaller getirdiler; böylece sapıttılar; artık doğru bir yola güç getiremezler. "Bak": Ya Muhammed, "sana nasıl misaller getirdiler?": Çünkü onu büyülenmişe, kâhine, deliye ve şaire benzettiler. "Böylece sapıttılar” doğru yoldan. "Artık doğru bir yola güç getiremezler": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Ona verdikleri misallerden çıkamazlar, bunu da Mücâhid demiştir, Mana şöyledir: Onu inkâr ettiler, sözlerini de bir delil ve delil ile ispatlayamadılar. Ferrâ’: Senin hakkında bir çare bulamazlar, demiştir. İkincisi: Taate giden bir yol bulamazlar, bunu da Süddi, demiştir. 10O (Allah) pek yücedir ki, dilerse sana bundan daha hayırlısını, altlarından ırmaklar akan cennetler kılar ve sana saraylar kılar. Sonra dileseydi ona dünyada onların dediklerinden daha hayırlısını vereceğini haber verdi. O da: "Bundan daha hayırlısı” kavlidir. Yani eğer istersem sana dünyada onların dediklerinden daha hayırlısını veririm. Çünkü bunu ona ahirette vermeyi dilemiştir. "Ve yec’al leke kusura": İbn Kesir, İbn Âmir, Ebû Bekir de Âsım’dan rivayet ederek, merfu lâm ile "ve yec’alü leke kusura” okumuşlardır. Ebû Amr, Nâfi, Hamze, Kisâi ve Hafs da Âsım’dan rivayet ederek, meczum lâm ile "ve yec’al” okumuşlardır. Kim cezm ile okursa mana: Eğer dilerse sana bahçeler kılar ve sana saraylar kılar, demek olur. Kim de yeni söz başı olarak merfu okursa, mana: Sana ahirette saraylar verir, olur. 11Hayır, onlar kıyameti yalanladılar. Biz de kıyameti yalanlayanlara çılgın bir ateş hazırladık. "A’tedna"nın manası Nisa: 37’de, "saîr"in manası da Nisa: 10’da geçmiştir. 12Onları uzaktan gördüğü zaman onlar, onun için bir öfkelenme ve uğultu duyarlar. "Onları uzak bir yerden gördüğü zaman": Süddi, şeyhlerinden: Yüz yıllık yoldan demiştir. Eğer: "Sair müzekkerdir, nasıl "iza reethüm” dedi?” denilirse. Cevap şöyledir: O, saîr demekle nar’ı (ateşi) irade etmiştir. "Semiu leha teğayyuzan": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Öfkelenme galeyani, bunu da Zeccâc, demiştir. Müfessirler, mana şöyledir, demişlerdir: Cehennem onlara öfkelenir; onun öfkelenme ve uğultusunu işitirler, tıpkı öfkeden göğsü kaynayan kızgın insan gibi. İkincisi: Orada azap görenlerin öfkelenme ve uğultularını duyarlar, bunu da İbn Kuteybe aktarmıştır. 13Elleri kelepçeli olarak onun dar bir yerine atıldıkları zaman orada "helak / ölüm!” diye çağırırlar. "Elleri kelepçeli olarak onun dar bir yerine atıldıkları zaman orada ölümü çağırırlar": Müfessirler şöyle demişlerdir: Temrenin arkasındaki delik nasıl daraltılırsa onlara öyle daraltılır; onlar şeytanlarla beraber zincire vurulurlar. Sübur ise: Helaktir. Âsım el - Cahderi ile İbn Semeyfa, se’nin fethi ile "sebura” okumuşlardır. 14Bir helak / ölüm çağırmayın, çok ölüm / helâk çağırın. "Ved’u süburan kesira": Zeccâc şöyle demiştir: Sübur mastardır, aza da çoğa denilir; meselâ darabtuhu darben kesiren sözü gibi, mana da: Onlar ölümü defalarca çağırırlar, demektir. Enes b. Malik, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’den şöyle dediğini rivayet etmiştir: Cehennemliklerden ilk giydirilecek olan İblis’tir, ona ateşten bir hülle (takım) giydirilir. Onu kaşlarının (gözlerinin) üzerine koyar, onu arkasından sürükler. Zürriyeti de arkasından gelir. Kendisi: "Küller başıma!” der. Onlar da: "Küller başımıza!” derler. Sonunda ateşin üzerinde dururlar, o: "Küller başıma!” diye feryat eder. Onlar da: "Küller başımıza!” diye feryat ederler. Allahü teâlâ da "Bir ölüm çağırmayın, çok ölüm çağırın” der. 15De ki: "Bu mu daha hayırlıdır yoksa müttakilere va’dolunan ölümsüzlük cenneti mi?” O onlar için bir mükafat ve bir varış yeri oldu. "De ki: Bu mu?": Yani çılgın ateş mi "daha hayırlıdır yoksa ölümsüzlük cenneti mi?": Bu, iki derece arasında çok olduğuna dair bir uyarıdır, yoksa cehennemde de hayır olduğunu göstermez. Zeccâc şöyle demiştir: Cennetle cehennem arasında eşitlik, ikisinin de menzil olmasındandır; onun içindir ki, aralarında üstünlük söz konusu olmuştur. "Onlar için bir mükafat oldu": Yani sevap oldu, demektir. "Masiyra": Yani varış yeri oldu. 16Onlar için orada ne dilerlerse vardır. Orada ebedi kalıcılar. Bu, Rabbinin üzerine sorumlu bir va’d oldu. "Rabbinin üzerine oldu": Oldu diye işaret edilen şey de ya giriştir yahutta ölümsüzlüktür. "Va’den": Allah onu peygamberlerin dili ile va’detmiştir. "Sorumlu": Bunun manasında da iki görüş vardır: Birincisi: istenen şey. İsteyen hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: Onlar mü’minlerdir; Allah’tan kendilerine va’dettiği şeyi dünyada yerine getirmesini istemişlerdir. İkincisi: Melekler bunu onlar için istemişlerdir. O da: "Rabbimiz, onları va’dettiğin Adn cennetlerine girdir” (Ğafir: 8) kavlidir. İkincisi: Sorumlu'nun manası: Vacip olan, demektir. 17Onlar, ve Allah’tan başka taptıkları şeyleri topladığı gün: "Kullarımı siz mi saptırdınız yoksa onlar mı sapıttılar?” der. "Ve yevme yahşürühüm” İbn Kesir, Hafs da Âsım'dan rivayet ederek, ikisinde de ye ile "yahşürühüm” "feyekulu” okumuşlar; Ebû Amr, Hamze, Kisâi, Ebû Bekir de Âsım’dan rivayet ederek nun ile "nahşürühüm” ve ye ile "feyekulu” okumuşlardır. İbn Âmir, ikisinde de nun ile "nahşürühüm” "fenekulu” okumuş ve müşrikleri kastetmiştir. "Ve taptıkları şeyleri": Mücâhid: İsa, Uzeyr ve melekler kastedilmiştir, demiş; İkrime ile Dahhâk da: Putlar kastedilmiştir, demişlerdir. Allah putların konuşmasına izin verir ve onlara hitap eder: "Kullarımı siz mi saptırdınız” der. Yani, kullarıma size ibadet etmelerini siz mi emrettiniz, der? "Yoksa onlar mı yolu sapıttılar?": Yani yolu şaşırdılar? 18Onlar da: "Seni tenzih ederiz. Senden başka dostlar edinmek bizim için olmaz (yaraşmaz). Ancak sen onları ve atalarını yararlandırdın, ta ki, zikri unuttular ve helak olan bir kavim oldular” dediler. "Derler": Yani putlar, "seni tenzih ederiz": Başkasına ibadet edilmekten Allahü teâlâ’yı tenzih ederler. "Senden başka dostlar edinmek bize yaraşmaz": Onları dost bilmek, Mana da şöyledir: Bize senden başkasına ibadet etmek yaraşmaz; artık nasıl bize ibadet edilmesini isteriz? Bu cevap, ibadeti onların emretmediğini gösterir. Ebû Abdurrahman Sülemi, İbn Cübeyr, Hasen, Katâde, Ebû Cafer, İbn Ya’mur ve Âsım el - Cahderi, nunun ref'i ve hinin fethi ile "en nüttahaze” okumuşlardır. Sonra imanı terk etmelerinin sebebini zikredip: "Fakat onları sen yararlandırdın” dediler: Yani Onlara uzun ömür ve bol rızık verdin, demektir. "Ta ki, zikri unuttular": Yani Kur’ân’a imanı ve ondan öğüt almayı terk ettiler. "Helak olan bir kavim oldular": İbn Abbâs: Bur’u, helkâ ile tefsir etmiştir. Başka bir rivayette de: Bur, Ezdiuman dilinde: Bozuk manasınadır, demiştir. İbn Kuteybe de şöyle demiştir: O, bare yeburu’dan gelir ki, helak ve bâtıll olmaktır. Baret taam: Gıda satılmadı, demektir. Barel eyyim de: Evlenmemiş kadına rağbet edilmemektir. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem, kızların evlerde kalmasından Allah’a sığınırdı. Ebû Ubeyde de şöyle demiştir: Recülün burun ve kavmun burun denir ki, cemi ve tesniyesi yapılmaz. Şairin şu beytini delil getirmiştir: Ey büyük Kralın elçisi, şüphesiz dilim, Tutuktur, açılmadı, ben de helak olmuşum! Recülün bair, şeklini de işitmiş bulunuyoruz, onların bazen "fail” veznini "fu’l” şeklinde cemi ettiklerini de görmüşüzdür; meselâ: Aiz ve ûz, şarif ve şürf gibi. Müfessirler şöyle demişlerdir: O zaman kâfirlere: "Sizi yalanladılar": Yani mabutlar: Onlar ilâhlardır, sözünüzü yalanladılar, demektir. Said b. Cübeyr, Mücâhid, Muaz el - Kari ve İbn Şenbuz da Kunbul’dan rivayet ederek, ye ile "bima yekulun” okumuşlar; mana da: "Seni tenzih ederiz bize yaraşmaz... “sözleriyle sizi yalanladılar, demektir. Bu, çoğunluğun görüşüdür. İbn Zeyd de şöyle demiştir: Hitap mü’minleredir, Mana da şöyledir: Müşrikler, sizin "Muhammed Allah’ın elçisidir, demenizi yalanladılar. 19(Allahü teâlâ): "İşte gerçekten (yalancı mabutlar) sizi, dediğiniz şeyde yalanladılar. Artık ne (azabı sizden) çevirmeye ne de yardıma güç yetiremezsiniz. Sizden kim zulmederse, ona büyük bir azap tattırırız". "Fema yestetıune sarfen ve lâ nasra":Çoğunluk ye ile okumuştur, bunda iki izah yolu vardır: Birincisi: Mabutlar sizden azabı çeviremezler de size yardım edemezler de. İkincisi: Kâfirler Allah’ın azabını kendilerinden çeviremezler de kendi nefislerine yardım edemezler de. Hafs, Âsım’dan rivayet ederek, te ile "testetıune” okumuşlardır, İbn Kuteybe, Yûnus’tan şöyle dediğini aktarmıştır: Sarf: Hile ve çare manasınadır, O, tasarruf eder sözünden alınmadır. "Sizden kim zulmederse": Yani şirk ile demektir. "Ona tattırırız (nüzıkhu)": Ahirette. Âsım el - Cahderi, Dahhâk, Ebû’l - Cevza ve Katâde, ye ile "yüzıkhu” okumuşlardır. "Büyük bir azap": Şiddetli azap demektir. "Ma erselna kableke minel mürseline": Zeccâc, âyette atılan kelime vardır, takdiri de şöyledir, demiştir: Vema erselna kableke rüsülen minel mürseline. "Rüsülen” hazfedilmiştir; çünkü "minel mürseline” ona delalet etmektedir. 20Senden önce ancak gerçekten yemek yiyen ve sokaklarda gezen peygamberler gönderdik. Kiminizi kiminize fitne / imtihan kıldık; "(birbirinize) sabredecek misiniz?” diye. Rabbin hakkıyle görendir. "Ancak onlar yemek yer ve sokaklarda gezerlerdi": Yani onlar da senin gibi idiler, artık sen onlardan nasıl farklı olabilirsin? "Eğer: "İnnehüm” burada niçin meksur okundu, hâlbuki Tevbe: 54'te "en tukbele minhüm nefekatuhum illâ ennehüm” denilmişti?” denilirse, biz orada fethin illetini açıklamıştık. Bu kesreye gelince, İbn Enbari bunda iki mülahaza zikretmiştir: Birincisi: Burada gizli hal vavının olmasıdır, ondan sonra cümle başı olduğu için "inne” meksur okunur, takdir de şöyle olur: İlla ve innehüm leye’külunet taame. Bu durumda vav gizlenmiştir, tıpkı "evhüm kailun” (A’raf: 4) kavlinde olduğu gibi ki, tevili: Ev vehüm kailun, demektir. İkincisi: Ondan önce "men” gizlendiği için meksur olmuştur, o zaman takdir şöyle olur: Vema erselna kableke minel mürseline illâ men innehüm leye’külune. Şair de şöyle demiştir: Onlardan kiminin gözyaşı onu geçti, Kimininki de ağır ağır akmaktadır. Men dem’uhu, demek istemiştir. "Ve cealna ba'daküm bibadın fitneh": Fitne deneme ve imtihan demektir. Kelâmın manasında da üç görüş vardır: Birincisi: O, fakirin zenginle imtihanıdır; beni zengin kılsaydı, der. A’manın görenle imtihanı, hastanın sağlarla imtihanı da böyledir. Bunu da Hasen, demiştir. İkincisi: Eşraftan birinin sıradan biriyle, Arabın Arap olmayanla imtihanıdır. Şerefli kimse Müslüman olmak istediği zaman sıradan birinin kendini geçmiş olduğunu görür, bunu kabullenemez ve küfründe ısrar eder. Bunu da İbn Saib, demiştir. Üçüncüsü: Kureyş’ten alaycılar fakir mü’minleri gördükleri zaman: Muhammed’e uyanlara bakın, hep bizim kölelerimiz ve ayak takımlarımızdır, derler. Bunu da Mukâtil, demiştir. Birinciye göre "sabredecek misiniz?” hitabı denenen kimselere olur. İkinciye göre reislere olur. O zaman da mana şöyle olur: Kölelerin ve size uyanların sizi geçmesine sabredecek misiniz? Üçüncüye göre fakirleredir; Mana da şöyledir: Kâfirlerin eziyet ve alayına sabredecek misiniz? Mana da şöyledir: Sabredenlere ne va’dedildiğini bilmiş durumdasınız. "Rabbiniz hakkıyle görendir": Sabredenle etmeyeni. 21Bize kavuşmayı ummayanlar: "Üzerimize melekler indirilmeli yahut Rabbimizi görmeli değil miydik?” dediler. Yemin olsun, gerçekten içlerinde kibir tasladılar ve büyük bir azgınlıkla azdılar. "Bize kavuşmayı ummayanlar": Yani yeniden dirilmekten korkanlar, demektir. "Levla (değil miydi?): "Üzerimize melekler indirilmeli": Bize elçiler olsalar da senin doğruluğunu haber verselerdi. "Yahut Rabbimizi görseydik": Bize senin Peygamber olduğunu haber verirdi. "Yemin olsun gerçekten içlerinde kibir tasladılar": Yani bu mucizeleri isterken kendilerini çok büyük gördüler. "Ve atev utuvven kebira": Zeccâc şöyle demiştir: Utuv lügatte: Haksızlıkta sınırı aşmaktır. 22Melekleri görecekleri gün, o gün günahkarlar için müjde yoktur. "Yasaklanmıştır, yasak!” derler. "Melekleri görecekleri gün (yevme yerevnel melaikete)": Bunda da - iki görüş vardır: Birincisi: Ölüm anında. İkincisi: Kıyamet gününde. Zeccâc şöyle demiştir: Yevme’nin mensûb olması şu manaya göredir: Lâ Büşra lilmücrimine yevme yerevnel melaikete (günahkarlara melekleri gördükleri gün müjde yoktur). "Yevmeizin” ise "yevme yerevnel melaikete"yi tekit etmektedir, Mana da şöyledir: Onlar o gün müjdeden men edilirler. "Yevme"nin şu mana ile mensûb olması da câizdir: Üzkür yevme yerevnel melaikete (melekleri görecekleri gün zikret). Sonra da haber verip: "Müjde yoktur” dedi. Günahkarlardan murat edilen de: Kâfirlerdir. "Ve yekulune hicren mahcura": Katâde, Dahhâk ve Muaz el - Kari ha’nın zammesiyle "hücren” okumuşlardır. Zeccâc şöyle demiştir: Hucrun aslı lügatte: Engellediğin yani ulaşılmasına mani olduğun şeydir. Kadı’nın yetimlere kısıtlama getirmesi de bundandır. Bu sözü söyleyenler hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: Melekler kâfirlere: Hicren mahcura derler ki, haram ve yasaktır, demektir. Onlara haram edilen şey hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: Müjdedir, Mana da şöyledir: Onlara müjde olması haramdır. Bunu da Dahhâk, Ferrâ’, İbn Kuteybe ve Zeccâc, demişlerdir. İkincisi: Cennete girmeniz haramdır, bunu da Mücâhid, demiştir. İkincisi: Bu, müşriklerin azabı gördükleri zaman dedikleri bir sözdür, manası da: Meleklerden sığınmaktır. Bu da Mücâhid’ten rivayet edilmiştir. İbn Fâris şöyle demiştir: Hicren: Bana eziyet etmek sana haramdır, demektir. Müşrikler kıyamet gününde melekleri gördükleri zaman: Hicren mahcura, derler; bunun dünyada olduğu gibi onlara fayda sağlayacağını zannederler. 23Onların yaptıkları amele vardık, onu saçılmış / dağılmış toz yaptık. "Vardık": Kastettik ve niyet ettik, demektir. Aslı şudur: Bir yere varmak, ona gitmeyi niyet etmekle olur. "Yaptıkları amele": Yani hayır amellerine demektir. "Onu toz kıldık": Çünkü şirkten sakınılmayan amel kabul olunmaz. "Heba” üzerinde de beş görüş vardır: Birincisi: Güneşte pencereden toz gibi görünen uçuşan şeylerdir, bunu Hazret-i Ali, Hasen, Mücâhid, Said b. Cübeyr, İkrime ve dilciler demişlerdir. Mana şöyledir: Allah onların amellerini boşa çıkardı, toz duman etti. İkincisi: O, dökülen sudur, bunu da İbn Ebi Talha, İbn Abbâs'tan rivayet etmiştir. Üçüncüsü: O, rüzgarın savurduğu toprak ve ağaç kırıntıları gibi şeylerdir. Bunu da Atâ’ el-Horasani, İbn Abbâs’tan, demiştir. Dördüncüsü: O, ateş alevlendiği zaman uçuşan kıvılcımlardır, düştüğü zaman yok olup gider. Bunu da Atıyye, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Beşincisi: O, hayvanların tırnağından yükselen şeylerdir, bunu da Mukâtil, demiştir. Mensur da: Dağılan, demektir. 24Cennet yaranları o gün kalacak yer bakımından daha hayırlı ve dinlenecek yer bakımından daha güzeldir. "Cennet yaranları o gün": Yani kıyamet gününde "kalacak yer bakımından daha hayırlıdır": Yerleri müşriklerinkinden daha üstündür. "Ve ahsenü makıyla": Makiyi; Kaylule vaktinde durulan yerdir. O da gündüzün ortasında uyumaktır. Ezheri şöyle demiştir: Araplara göre kaylule: Gündüzün ortasında sıcak kızdığı zaman dinlenmektir, ister ki, uyku olmasın. İbn Mes’ûd ile İbn Abbâs şöyle demişlerdir: Kıyamet gününde gün yarı olmaz ki, cennet veya cehennem halkı kaylule yapsınlar. 25Hatırla o günü ki, gök bulutla yarılır ve melekler bir indirilmekle indirilir. "Hatırla o günü ki, gök bulutla yarılır ve melekler bir indirilmekle indirilir": Bu, "yevme yerevnel melaikete” kavline ma’tûftur. İbn Kesir, Nâfi ve İbn Âmir, teşdid ile "teşşeakkaku” okumuş, teyi şine idgam etmişlerdir. Çünkü aslı: Teteşakkaku"dur. Ferrâ’, mana şöyledir, demiştir: Gök bulutla yarılır ve ondan melekler iner. “alâ” , "an” ve "be” burada aynı manayadır. Çünkü Araplar şöyle derler: Remeytü anil kavsi ve bilkavsi ve alel kavsi, hepsi bir manayadır. Ebû Ali el - Farisi şöyle demiştir: Gök yarılır, üzerinde bulutla, tıpkı: Emir sİlâhıyla bindi, elbiseleriyle çıktı, gibi. Gök de ancak meleklerin inmesi için yarılır. İbn Abbâs şöyle demiştir: Gök bulutla yarılır, o da beyaz buluttur, melekler bulutun içinde inerler. Mukâtil de: Gökten maksat göklerdir, bulutla yarılması da sis gibi beyaz buluttur. Yarıldığı zaman melekler iner, demiştir. İbn Kesir, ilki mazmum, İkincisi sakin ve lâm da merfu olmak üzere "ve nünezzilü", "melaikete"yi de nasb ile okumuştur. Âsım el - Cahderi ile Ebû İmran el - Cevni, tek ve meftuh nun, mensûb ve şeddeli ze ve “Lâm” ın fethi ile "ve nezzele", nasb ile de: elmelaikete” okumuşlardır. İbn Ya’mur, nunun, “Lâm” ın , zenin fethi ve şeddesiz olarak "nezele” ve ref ile de "elmelaiketü” okumuştur. 26O gün gerçek mülk Rahman’ındır. O gün kâfirlere zor bir gündür. "O gün gerçek mülk Rahman'ındır": Zeccâc, mana şöyledir, demiştir: Hak yani gerçek mülk Rahman'ındır. Asir ise: Kâfirlere zor, mü’minlere farz namaz kadar kolay gelen demektir. 27O günde zalim, ellerini ısırır ve: "Keşke ben Peygamber’le beraber bir yol tutsa idim!” der. "O günde zalim ellerini ısırır": İniş sebebinde üç görüş vardır: Birincisi: Übey b. Halef, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in meclisinde oturur, ona iman etmezdi. Ukbe b. Mu’yat onu bundan men etti; bunun üzerine bu âyet indi. Bunu Atâ’ el - Horasani, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. İkincisi: Ukbe, bir ziyafet verdi, insanları davet etti, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem de aralarında idi. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem yemedi ve: Lailâhe illallah ve enni Resûlüllah kelime- i şehadetini söylemedikçe yemem, dedi. Ukbe de bunun üzerine şehadet getirdi. Bu, Übey b. Halefe ulaşü, onun dostu idi: Ey Ukbe, sapıttın, dedi. Bunu da Mücâhid demiştir. Üçüncüsü: Ukbe, Ümeyye b. Halefin dostu idi, Ukbe Müslüman oldu, Ümefye: Eğer Muhammed’in arkasına düşersen, bir daha yüzüne bakmam, dedi; o da Ümeyye’nin hatırı için kâfir oldu ve dinden döndü. Bu âyet de bunun üzerine indi. Bunu da Şa’bî, demiştir. Burada zikredilen zalim ise: Kâfirdir, onda da iki görüş vardır: Birincisi: O, Übey b. Haleftir, bunu el - Avfi, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. İkincisi: Ukbe b. Ebi Mu’yat’tır, bunu da Mücâhid, Said b. Cübeyr ve Katâde, demişlerdir. Atâ’ da şöyle demiştir: Ellerini yer, ta dirseklere varır, sonra yeniden biterler. Yeniden çıktıkça onu yer, yaptığına pişmanlığının cezasını böyle çeker. "Ya leytenit tehaztü": Çoğunluk "ya leyteni"nin ya’sını sakin okumuşlardır; Ebû Amr ise harekeli okurdu (ya leyteniye). Ebû Ali: Aslı harekelidir, demiştir. Çünkü o, hitap kâfinin yerindedir, ancak lîn harfinde hareke hoş değildir. Sakin okuyanlar onun için sakin okumuşlardır. Mana da şöyledir: Keşke ona tabi olsaydım da onunla beraber hidayete giden bir yol tutsaydım. 28"Eyvah bana, keşke ben falancayı dost edinmese idim!" "Keşke ben falancayı dost edinmeseydim": İşaret edilen kimse hakkında dört görüş vardır: Birincisi: Ondan Übey b. Halef kastedilmiştir, bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Ukbe b. Ebi Mu’yat’tır, bunu da Ebû Mâlik, demiştir. Üçüncüsü: Şeytandır, bunu da Mücâhid, demiştir. Dördüncüsü: Ümeyye b. Haleftir, bunu da Süddi, demiştir. Eğer: "Kinaye ancak açık konuşmaktan korkulduğu veya iki yüzlülük edildiği zaman yapılır, burada kinaye’nin gerekçesi nedir?” denilirse; cevap şöyledir: Zalim, demekle bütün zâlimleri murat etmiş, falan demekle de Allah’a isyan hususunda emri dinlenen ve Allah’ın kızdığı şeyle razı kılınan kimseleri murat etmiştir. Âyet her ne kadar belli bir şahıs hakkında inmişse de durum böyledir. Bunu da İbn Kuteybe, demiştir. 29"Yemin olsun, gerçekten zikir bana geldikten sonra beni (ondan) şaşırttı. Şeytan insanı yardımcısız bırakandır". "Yemin olsun, gerçekten beni zikirden şaşırttı": Yani beni Kur’ân’dan ve ona imandan çevirdi, demektir, "bana geldikten sonra": Yani Peygamber’le beraber demektir. Söz burada bitti. Sonra Allahü teâlâ: "Şeytan insan için oldu": Yani kâfir, "yardımsız bırakan": Ahirette ondan kaçan, ilişiğini kesen. 30Peygamber: "Ya Rabbi, şüphesiz kavmim bu Kur’ân'ı terk edilmiş bir şey edindiler” dedi. "Peygamber dedi": Yani Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem, ulemanın çoğunluğuna göre bunu kıyamet gününde diyecektir, Mana da şöyledir: Peygamber o gün diyecektir. İçlerinde Mukâtil de olmak üzere diğerleri ise şu görüşe sahip olmuşlardır: Peygamber kendini yalanladıkları zaman kavminden Allah’a şikayet ederek dedi ki, İbn Kesir, Nâfi ve Ebû Amr, harekeli ye ile "inne kavmiye” okumuşlar; Âsım, İbn Âmir, Hamze ve Kisâi de sakin okumuşlardır (inne kavmiy). "Terk edilmiş"ten murat edilen şey hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: Terk edilmiş, ona iltifat etmez ve ona inanmazlar. Bu mana İbn Abbâs ile Mukâtil’in görüşlerinden alınmıştır. İkincisi: Onda saçmaladılar, fülanünyehcürü fi menamihi denir ki, uykusunda sayıklıyor, demektir. Bunu da İbn Kuteybe, demiştir. Zeccâc da: Hücr: Faydasız sözdür, demiştir. Müfessirler şöyle demişlerdir: Allahü teâlâ onu teselli edip: 31İşte böyle, her peygamber için günahkarlardan bir düşman kıldık. Yol gösterici ve yardım edici olarak Rabbin yeter! "İşte böyle, her peygamber için bir düşman kıldık” dedi. Yani sana kavminin müşriklerinden düşmanlar kıldığımız gibi, her peygamber için de kavminin kâfirlerinden bir düşman kıldık, demektir. Mana şöyledir: Bu sana ağır gelmesin, peygamberler senin için birer örnektir. "Rabbin yol gösterici ve yardım edici olarak yeter": Seni düşmanlarından korur. Zeccâc şöyle demiştir: "Birabbike"deki ba zaittir, mana da: Kefa rabbüke hadiyen ve nasira, demektir. 32Kâfirler: "Kur’ân ona bir seferde toptan indirilmeli değil miydi? dediler. İşte böyle (yaptık ki,) onunla gönlünü kuvvetlendirelim, diye. Ve onu tane tane okumakla okuduk. "Kur’ân ona bir seferde toptan indirilmeli değil miydi?": Yani Tevrat, İncil ve Zebur indirildiği gibi. Allahü teâlâ şöyle dedi: "İşte böyle yaptık": Yani onu parça parça indirdik; çünkü "niçin parça parça indirildi” sözlerinin manası: Böyle indirdik ki, "onunla gönlünü kuvvetlendirelim” demektir: Yani kalbini takviye edelim de basiretin artsın. Şöyleki ona her durum ve olay hakkında vahiy inerdi; bu da kalbini daha çok kuvvetlendirir, basiretini daha çok açar ve yalnızlığını daha çok giderirdi. "Onu tane tane okuduk": Yani onu tertil üzere indirdik ki, o da ağır ağır indirip acele etmemektir. 33Sana bir misal getirmezler ki, ancak biz sana hakkı ve tefsirce en güzelini getiririz. "Sana getirmezler": Yani müşrikler, "bir misal": Seninle tartışırken ve işini iptal etmek için, "ancak biz sana hakkı getiririz": Yani onların hilelerini bozman için hak ile getiririz "tefsirce onlarınkinden daha güzelini getiririz": Yani onların misalinden. Tefsir de: Açıklamak ve keşfetmektir. Mukâtil şöyle demiştir: Sonra ahirette karar kılacakları yeri haber verip şöyle dedi: 34Onlar ki, yüzleri üstü haşrolunurlar, işte onlar yerce daha kötü ve yolca daha sapıktır. "Onlar yüzleri üstü haşrolunurlar": Şöyleki Mekke kâfirleri: Muhammed ve ashabı Allah’ın yarattıklarının en kötüsüdürler, dediler. Bu âyet de bunun üzerine indi. "İşte onlar yerce daha kötüdürler": Yani menzil ve durak bakımından, "yolca da daha sapıktırlar": Yani din ve gidişat bakımından mü’minlerden çok geridedirler. 35Yemin olsun, Mûsa'ya o kitabı verdik ve kardeşi Harun'u da yanında vezir kıldık. 36"Âyetlerimizi yalanlayan kavme gidin” dedik. Onları helak etmekle helak ettik. "Âyetlerimizi yalanlayan kavme gidin": Eğer: Onlar âyetleri ancak Mûsa’nın mesajından sonra gördüler, âyetler meydana gelmeden önce nasıl yalanlamış olurlar?” denilirse. Cevap şöyledir: Onlar Allah’ın eski peygamber ve kitaplarını yalanlıyorlardı, kim de bir peygamberi yalanlarsa, diğer peygamberleri de yalanlamış olur. Bunun içindir ki: "Daha önce peygamberleri yalanlayan Nûh kavmini de” demiştir. Zeccâc şöyle demiştir: Bundan tek başına Nûh’un murat edilmiş olması câizdir, cins lâfzı ile zikredilmiştir, meselâ: Filanca hayvanlara biner, denir ki, aslında bir hayvana binmiştir. Biz de bunu Hûd: 59’da "peygamberlere karşı geldiler” âyetinde şerh etmiştik. Tedmir’in manası yukarıda geçmiştir (Araf: 137). 37Nûh kavmini de hatırla. Peygamberleri yalanladıkları zaman onları suda boğduk ve onları insanlar için bir ibret kıldık. Zâlimler için acıklı bir azap hazırladık. 38Ad'i, Semud’i, Res halkını ve bunların arasındaki birçok nesilleri de hatırla. "Res halkını da": Res hakkında da üç görüş vardır. Birincisi: O, Res denen bir kuyudur, bunu da el - Avfi rivâyetinde İbn Abbâs, demiştir. İkrime rivâyetinde de: O, Azerbeycan'da bir kuyudur. İbn Saib, onun Yemame yakınlarında bir kuyu olduğunu iddia etmiştir. Süddi de: Antakya’da bir kuyudur, demiştir. İkincisi: Res, Yemame köylerinden bir köydür, bunu da Katâde, demiştir. Üçüncüsü: O, madendir, bunu da Ebû Ubeyde ile İbn Kuteybe, demişlerdir. Ona Res denilmesinde de iki görüş vardır: Birincisi: Onlar, peygamberlerini kuyuya attılar, bunu da İkrime, demiştir. Zeccâc da şöyle demiştir: Ressehu, dessehu demektir ki, gömmek manasınadır. İkincisi: Taş örülmemiş her kuyuya res denir, bunu da İbn Kuteybe, demiştir. Res halkı hakkında da beş görüş belirterek ihtilaf etmişlerdir: Birincisi: Onlar bir ağaca taparlardı, Allah onlara Yahuda b. Ya’kûb oğullarından bir peygamber gönderdi, onun için bir kuyu kazıp içine attılar, bu yüzden helak oldular (Yûsuf'un kuyuya atılmasını hatırlayın. Mütercim). Bunu da Hazret-i Ali demiştir. İkincisi: Onlar bir kavimdir, peygamberlerine Hanzale b. Safvan diyorlardı. Peygamberlerini öldürdüler, Allah da onları helak etti. Bunu da Said b. Cübeyr, demiştir. Üçüncüsü: Onlar bir kuyu başına inerlerdi, davarları vardı, putlara taparlardı. Allah onlara Şuayb’i gönderdi; onlar da taşkınlıklarında ileri gittiler; kuyu çöktü; onları ve evlerini de götürdü. Bunu da Vehb b. Münebbih, demiştir. Dördüncüsü: Onlar Habib Neccar’ı öldürenlerdir, onu da kuyularında öldürdüler. "Ey kavmim, gönderilen elçilere uyun” (Yasin: 20) diyen odur. Bunu da Süddi, demiştir. Beşincisi: Onlar bir kavimdir ki, peygamberlerini öldürüp yediler, ilk büyü yapanlar da onların kadınlarıdır. Bunu da İbn Saib, demiştir. "Ve nesiller": Yani nesiller helak ettik, demektir. "Bunun arasında, çok nesiller": Yani Ad ile Res halkı arasında. Kam’in manası da En’am: 6’da geçmiştir. Bu kıssalarda Kureyş’e tehdit vardır. 39Her birine misaller getirdik ve her birini kırıp geçirmekle kırıp geçirdik. "Her birine misaller getirdik": Yani öğüt vermek ve delil sunmakla mazuruz, demektir. "Her birini kırıp geçirdik (tebberna)": Zeccâc şöyle demiştir: Tibr, helak etmektir. Kırdığın ve ufalttığın her şeyi helak etmişsindir. Bundan ötürü cam kırığına ve altın kırığına tibr denilmiştir. 40Yemin olsun, gerçekten (Mekkeliler) kötü yağmura, taş yağmuruna tutulan o kente geldiler. Onu görmediler miydi? Hayır, onlar dirilmeyi ummuyorlar idi. "Yemin olsun onlar geldiler": Yani Mekke halkı, demektir. "Kötü yağmura tutulan o kente": Yani taş yağmuruna tutulan Lût kavminin kentine demektir. "Onu görmediler miydi?": Yolculuklarında ki, ibret alırlardı!? Sonra onları yalanlamaya cesaretlendiren şeyi haber verip şöyle dedi: "Hayır, onlar dirilmeyi ummuyorlar": Yani yeniden dirilmekten korkmuyorlar. Bu, müfessirlerin görüşleridir. Zeccâc da şöyle demiştir: Dilcilerin ittifak ettiği bir şey vardır ki, o da reca korku manasına değildir. Asıl mana: Onlar hayır amele sevap ummuyorlar, o yüzden de isyan ediyorlar, demektir. 41“Seni gördükleri zaman seni ancak bir eğlence edinirler: Allah'ın peygamber olarak gönderdiği bu mu?” (derler). "Seni gördükleri zaman seni edinmezler, ancak bir eğlence edinirler": Yani eğlenilen şey edinirler, demektir. Sonra da eğlence yollu ne dediklerini zikredip şöyle dedi: "Allah’ın peygamber olarak gönderdiği bu mudur? 42Eğer onların üzerinde sabretmeseydik, neredeyse bizi ilâhlarımızdan saptıracaktı". İleride azabı gördükleri zaman yolca kimin daha sapık olduğunu bilecekler. "Eğer ona sabretmeseydik": Yani onlara ibadet etmeye. Neredeyse bizi ilâhlarımızdan saptıracaktı": Yani ilâhlarımıza ibadet etmekten demektir. Allahü teâlâ şöyle buyurdu: "ileride azabı gördükleri zaman bileceklerdir": Ahirette. "Kim daha sapıktır": Doğru yolu kim şaşırmış, onlar mı yoksa mü’minler mi? 43Arzusunu ilâhsı edineni gördün mü? Onun üzerine sen mi vekil olacaksın? Sonra arzularının davet ettiği şeye ibadet etmekle peygamberlerinin dikkatini çekerek şöyle dedi: "Arzusunu ilâhsı edineni gördün mü?": İbn Abbâs şöyle demiştir: Onlardan kimisi taşa tapardı, ondan daha güzelini görünce, onu atar ötekisine tapardı. Katâde de şöyle demiştir: O kâfir aklına ne eserse onu yapardı. İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Keyfine uyar ve hakkı terk eder, böylece o şey ilâhsı gibi olur. "Ona sen mi vekil olacaksın?": Yani onu keyfine uymaktan alıkoyacak muhafız, demektir. Kelbî, bu âyetin savaş âyetiyle mensuh olduğunu iddia etmiştir. 44Yoksa gerçekten çoklarının işiteceklerini yahut akıllarını çalıştıracaklarını mı sanıyorsun? Onlar ancak hayvanlar gibiler, hatta onlar yolca daha sapıktırlar. "Yoksa gerçekten çoklarının işiteceklerini mi sanıyorsun?": Yani Mekke halkının, Maksat: Anlamak isteyen gibi dinleyeceklerini mi sanıyorsun, demektir. "Yahut akıllarını çalıştıracaklarını": Ki, o zaman çeşitli deliller ve alâmetle görürler. "Onlar ancak hayvanlar gibidirler": Hayvanlara benzetilmelerinde de iki görüş vardır: Birincisi: Hayvanlar sesi işitir, sözü anlamaz. İkincisi: Onların yemek ve içmekten başka bir derdi yoktur. "Hatta onlar yolca daha sapıktır": Çünkü hayvanlar, odağın yolunu bilir, sahibinin arkasına düşer ve kendine iyilik edene yaklaşır. Onlarsa bunu yapmazlar. 45Rabbıne bakmadın mı, gölgeyi nasıl uzattı? Eğer dileseydi onu elbette durgun kılardı. Sonra güneşi ona delil kıldık. "Rabbine bakmadın mı?": Yani Rabbinin yaptığına demektir. Zeccâc da: Manası, bilmedin mi, demiştir. Bu da kalp görüşüdür. Göz görüşü olması da câizdir, Mana da şöyle olur: Gölgeye bakmadın mı, Rabbin onu nasıl uzattı? Gölge şafağın sökmesinden güneşin batmasına kadardır. "Eğer dileseydi onu elbette durgun kılardı": Yani yerinden oynamayan devamlı kılardı, demektir. "Sonra güneşi ona delil kıldık": Güneş gölgenin delilidir; eğer güneş olmasa idi, onun bir şey olduğu bilinmezdi. Nitekim nûr olmasaydı, karanlık bilinmezdi. Her şey zıddı ile bilinir (kaimdir). 46Sonra onu azar azar kendimize çektik. "Sonra onu kendimize çektik": Yani gölgeyi, "azar azar çekmekle": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Hızla, demektir, bunu da İbn Abbâs demiştir. İkincisi: Gizlice demektir, bunu da Mücâhid, demiştir. Gölgeyi çekme zamanında da iki görüş vardır: Birincisi: Güneş doğarken gölge çekilir, yayılmış parçaları güneşin vurması ile toplanır, sonunda yavaş yavaş silinir. İkincisi: Güneş batarken gölgenin parçaları çekilir, onun her parçasının yerine karanlık gelir. 47O ki, geceyi size örtü, uykuyu dinlenme ve gündüzü de dağılma zamanı kıldı. "O ki, geceyi size örtü kıldı": Yani karanlığı ile kapatıcı kıldı, çünkü onun karanlığı şahısları bürür, üzerlerine elbise gibi geçer. "Uykuyu da dinlenme (sübat)": İbn Kuteybe: Rahatlık, demiştir. Sebt günü de ondandır, çünkü mahlukat cuma günü yaratıldı, cumartesi günü iş yapılmadı. İsrâil oğullarına: O gün istirahat edin, onda hiçbir şey yapmayın, denildi. O nedenle ona sebt, yani dinlenme günü, denildi. Sebt’in aslı uzanmadır, kim uzanırsa rahat eder. İbn Enbari de şöyle demiştir: Sebtin aslı kesmektir, Mana da şöyledir: Uykuyu işleriniz için bir kesme kıldık. "Gündüzü de dağılma zamanı kıldı": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Onda rızık aramak için dağılırlar, bunu da İbn Abbâs demiştir. İkincisi: Uyanmakla ruhlar dağılır, tıpkı dirilen cesetlere dağıldığı gibi. Bunu da Maverdi nakletmiştir. 48O ki, rüzgarı rahmetinin önünde müjdeciler kıldı. Gökten de temizleyici su indirdik. "O ki, rüzgarları gönderdi": Bunu da A’raf: 57’de "gökten temizleyici su (tahur) indirdik” kavline kadar şerh etmiştik, o da yağmurdur. Ezheri şöyle demiştir: Tahur, lügatte: Temizleyici ve temizlik maddesi demektir. Meselâ vadu’ gibi ki, o da abdest alman sudur, fatur da iftar edilen şeydir. 49Onunla ölü bir beldeyi diriltmemiz ve yarattığımız hayvanlara ve birçok insanlara içirtmemiz için. "Linühyiye beldeten meyta": Ebû’l - Mütevekkil, Ebû’l - Cevza ve Ebû Cafer, şedde ile "meyyita” okumuşlardır. Zeccâc da şöyle demiştir: Belde lâfzı müennestir, "meyta” denilmesi, beldenin beled manasına olmasındandır. Başkası da şöyle demiştir: "Meyta” demesi, beldeden mekân kastedildiği içindir. Beldenin ölümle sıfatlanmasının manası A’raf: 57’de, "nüskıyhi"nin manası da Hicr: 24’te geçmiştir. Ebû Miclez, Dahhâk, A’meş ve İbn Ebi Able, nun ile "ve neskıyehu” okumuşlardır. Enasiy lâfzına gelince, Zeccâc şöyle demiştir: O, insiy’nin çoğuludur, meselâ kürsiy ve kerasiy gibi. İnsanın çoğulu olması da câizdir, o zaman ye nun’dan bedel olur. Aslı. Enasiyn’dir, serahiyn gibi. Ebû Miclez, Dahhâk, Ebû’l - Âliyye ve Âsım el - Cahderi, şeddesiz olarak "ve enasiy” okumuşlardır. 50Yemin olsun, gerçekten onu (suyu) ibret almaları için aralarında çevirdik. Fakat insanların pek çoğu nankörlükten başka bir şeyi kabul etmedi. "Yemin olsun gerçekten onu çevirdik": Yani yağmuru "aralarında": Bir defa bu memlekete, bir defa da o memlekete. "İbret almaları için": Yani Allah'ın nimetlerini düşünüp de O’na şükretmeleri için, demektir. Hamze ile Kisâi, zal şeddesiz olarak "liyezküru” okumuşlardır. Ebû Ali de şöyle demiştir: Yezzekkere, yetezekkere manasınadır. "İnsanların pek çoğu nankörlükten başka bir şeyi kabul etmediler": Onlar da: Şu şu burçlardan bize yağmur yağdı demeleridir. Böylece Allah’ın nimetini inkâr ettiler. 51Eğer dileseydik her kente elbette bir uyarıcı gönderirdik. "Eğer dileseydik her kente elbette bir uyarıcı gönderirdik": Mana şöyledir: Sen bizim yanımızda çok kıymetli olduğun için seni bütün kentlere gönderdik. 52Öyleyse kâfirlere itâat etme ve onunla (Kur’ân’lâ) onlara karşı büyük bir cihatla cihad et. "Öyleyse kâfirlere itâat etme": Çünkü Mekke kâfirleri onu atalarının dinine davet etmişlerdi. "Ve onunla onlara karşı büyük bir cihatla cihad et": Yani Kur’ân’lâ demektir. "Büyük cihad": Eksiksiz ve şiddetli demektir. 53O ki, iki denizi salıverdi; bu tatlıdır, bu da tuzlu acıdır. Aralarına bir engel ve yasaklanmış bir yasak kıldı. "O ki, iki denizi salıverdi": Zeccâc: Serbest bıraktı, demiştir. Merectüd dabbete ve emrectüha denir ki: Hayvanı otlağa salmaktır. "Mericet uhuduhum ve emanetuhum” hadisi de bundandır ki, söz ve emanetleri birbirine karıştı, demektir. Mana da şöyledir: Allah onları kendi mecralarına saldı, birbirinin içine girmezler. Ne tuzlu tatlıya karışır ne de tatlı tuzluya karışır. O da "bu” sözüdür ki: İki denizden biridir. "tatlıdır": hoştur. Azübel mau yazübü uzubeten fehüve azbün denir. Zeccâc da şöyle demiştir: Furat, azb'in sıfatıdır, o da çok tatlı su demektir. Ücac da milh’in sıfatıdır, o da çok tuzlu demektir. İbn Kuteybe de şöyle demiştir: O, çok tuzlu sudur. Acımtırak sudur, diyenler de olmuştur. Maün milh denir de, malih, denilmez. Berzah ise: Engeldir. Bu engelde de iki görüş vardır: Birincisi: O, Allahü teâlâ’nın kudretinden oluşmuş bir manidir, bunu da çoğunluk, demiştir. Zeccâc şöyle demiştir: O iki gözle bakıldığı zaman karışıktır, Allah’ın kudretinde ise ayrıdırlar, biri diğerine karışmaz. Ebû Süleyman Dımeşki şöyle demiştir: Ben Basra ovasında Abbadan’nın yanında Dicle’de denize dökülen tatlı su gördüm, denizden de med geliyordu; karşılaştılar; birinin suyu diğerine karışmadı. Denizin suyu yemyeşil, Dicle'nin suyu da hafif kırmızı olarak görünüyordu. Su almak isteyen, Dicle’nin tatlı suyundan alıyordu, ona da bir şey karışmıyordu, yanında da aynı yerde deniz suyu vardı. İkincisi: Engel; toprak ve kuruluktur, bu da Hasen'in görüşüdür. Birincisi daha doğrudur. "Yasaklanmış bir yasak": Ferrâ’ şöyle demiştir: Birinin diğerini mağlup etmesi tamamen yasaklanmıştır. 54O ki, sudan bir insan yarattı; onu bir soy sop kıldı. Rabbin her şeye kadirdir. "O ki, sudan bir insan yarattı": Yani meniden beşer, yani insan yarattı, demektir. "Fecealehu neseben ve sıhra": Yani za nesebin ve sihrin, demektir. Hazret-i Ali radıyallahu anh: Nesep: Nikahı helâl olmayandır, sıhr da: Nikahı helâl olandır, demiştir. Dahhâk da: Nesep yedidir, o da: "Size analarınız... haram kılındı... ve kızkardeş kızları” kavlidir. Sıhr da: Beştir: O da: "Ve ümmehatüküm ellati erda'neküm... min aslabiküm” (Nûr: 23) kavlidir. Tâvûs da şöyle demiştir: Emişme sıhrdır. İbn Kuteybe de: "Neseben: Soy yakınlığı, "sıhran” da nikah yakınlığıdır, demiştir. Baba ve kardeş gibi koca tarafından olan yakınlara ahma (hısım) denir. Tekili hamen’dir, kafen gibi, hamüvdür, ebüv gibi ve ham’ündür, hemzeli ve mîm sakindir va hamündür ebün gibi. Hamatül mer’e de kayın ata gibi akrabalardır. Onun bundan başka lügati yoktur. Bu gibi şeylerden kadın tarafından olanlara ahtan, denir. Sahr da hepsini içine alır. İbn Fâris , Halil’den şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ev sahibi erkeğin ahtanı (damatları) olur, ev sahibi kadının da asharı olur. Sahr bir şeyi eritmektir. Maverdi şöyle demiştir: Evlenme işlerine eshar denilmesi eriyen şeyin birbirine karışması gibi olmasındandır. 55Allah’tan başka, kendilerine fayda vermeyen, zarar da vermeyen şeylere tapıyorlar. Kâfir Rabbinin aleyhine yardımcı oldu. "Kâfir, Rabbinin aleyhine yardımcı oldu": Bunda da dört görüş vardır: Birincisi: Rabbine karşı şeytana yardımcı oldu, çünkü onun putlara tapması şeytana yardımdır. İkincisi: Allahü teâlâ’yı birlememede müşriklere yardımcı oldu. Üçüncüsü: Rabbinin velilerinin aleyhine yardımcı oldu. Dördüncüsü: Kâfir Rabbine karşı değersiz ve hor oldu. Bu da: Zahertü bifülanin kavlinden gelir ki, birini arkaya atıp da ona bakmamaktır. Burada kafirden Ebû Cehil’in murat edildiği de söylenmiştir. 56Seni ancak müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik. 57De ki: "Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum, ancak Rabbine karşı bir yol edinmek isteyen müstesnadır". 58Ölmeyen gerçek hayat sahibine tevekkül et ve onun hamdi ile tesbih et. O’nun kullarının günahlarından haberdar olması yeter. "Buna karşılık sizden istemiyorum": Yani Kur’ân’a ve vahyi tebliğe karşı, demektir, "bir ücret": Bu, onun doğruluğunu tekit etmektedir; çünkü eğer onlardan mal isteseydi, onu suçlarlardı. "Ancak dilediği kimse hariç": Manası şöyledir: Ancak bir kimse "Rabbine bir yol dilerse” malını O’nun rızasına harcama gibi, bunu yapar. Sanki şöyle demek istiyor: Sizden kendim için bir şey istemiyorum. Sizin Allah rızası için bir şey harcamak istemeniz hariç. Bundan sonraki kelimelerin tefsiri Al-i İmran: 159, Bakara: 30 ve A’raf: 54'te geçmiştir. 59O ki, gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri altı gün(ler)de yarattı, sonra da Arş’e hükümran oldu. Rahman’dır. Bunu bir bilene sor. "Fes’el bihi habira": "Bihi” "anhu” manasınadır. Şair Alkame şöyle demiştir: Eğer bana kadınlardan sorarsan, şüphesiz ben, Kadınların hastalıklarını bilirim, ben kadın doktoruyum. "Bihi"nin he’sinde de üç görüş vardır: Birincisi: O, Aziz ve celil olan Allah’a râcîdir. İkincisi: Rahman ismine râcîdir; çünkü onlar: Biz Rahman’ı bilmeyiz, demişlerdi. Üçüncüsü: Göklerin, yerin ve diğer şeylerin yaratılması gibi zikredilen şeylere râcîdir. "Habîr” (bilen)de de dört görüş vardır: Birincisi: O, Cebrâil'dir, bunu da İbn Abbâs demiştir. İkincisi: O, aziz ve celil olan Allah’tır, mana da: Ben haberdarım, demektir. Üçüncüsü: O, Kur’ân’dır, bunu da Şimr, demiştir. Dördüncüsü: Ehl-i kitaptan Müslüman olanlardır, bunu da Ebû Süleyman, demiştir. Bu da onların: Biz Rahman’ı bilmeyiz, demelerine karşılık: Ehl-i kitabın Müslümanlarına sorun, denilmiştir. Çünkü Allahü teâlâ Mûsa’ya Tevrat’ta Rahman ismi ile hitap etti. Buna göre, hitap Peygambere’dir, maksad da ondan başkasıdır. 60Onlara: "Rahman’a secde edin” denildiği zaman: "Rahman nedir? Bize emrettiğine secde mi edeceğiz?” derler. Bu da onların kaçmalarını artırır. "Onlara denildiği zaman": Yani Mekke kâfirlerine, "Rahman’a secde edin; "Rahman nedir?” derler": Müfessirler şöyle demişlerdir: Onlar: Biz Yemame’nin Rahmanı Müseyleme’den başkasını bilmeyiz, deyip Allah’ın isimlerinden olmasını inkâr ettiler. "Enescüdü lima te’müruna": Hamze ile Kisâi, ye ile: Lima ye’müruna Muhammed (Muhammed’in dediğine mi secde edeceğiz?). Bu da ret manasına bir istifhamdır ki, manası: Bize secde etmeyi emrettiğin Rahman'a secde etmeyiz, demektir. "Onların artırdı” Rahman’ı zikretmek "kaçmalarını": Yani imandan uzaklaşmalarını demektir. 61Gökte burçlar kılan ve onda bir kandil, bir de nûr saçan ay kılan (Allah) pek yücedir! "Gökte burçlar kılan ve onda nûr saçan bir ay kılan Allah pek yücedir": Bunu Hicr: 16’de şerh etmiştik. Siraç’tan maksat: Güneştir. Hamze ile Kisâi, “sîn” in ve ra’nın zammesi ile elifsiz olarak "sürücen” okumuşlardır. Zeccâc: Güneşi ve büyük yıldızları murat etmiştir, demiştir. Ra’nın sükunu ile "sürçen” okumak da câizdir, rüsl ve rüsül gibi. Maverdi de şöyle demiştir: Güneşin sıcaklığında yakıcılık da olduğu için onu ısısından dolayı kandil kılmıştır. Ayda bu olmadığı için de onu nûr kılmıştır. 62O ki, iyice düşünmek isteyen yahut şükretmek isteyen için geceyi ve gündüzü art arda kıldı. "O ki, geceyi ve gündüzü art arda kıldı": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Her birinin rengi diğerine uymaz, bu beyaz, o ise siyahtır. Bu manayı İbn Abbâs, Dahhâk'tan, İbn Ebi Necih de Mücâhid'ten rivayet etmiş; Katâde de böyle demiştir. İkincisi: Onlardan her biri diğerini takip eder, bunu da Amr b. Kays el - Mulai, Mücâhid’ten rivayet etmiş; İbn Zeyd ile dilciler de böyle demişlerdir. Züheyr’in şu beyitini misal getirmişlerdir: Orada antiloplar (ceylanlar) ve ak geyikler arka arkaya yürürler, Yavrulan da ağıllarda sıçrarlar. Hilfetin: Arka arkaya gruplar halinde gelmektir. "iyice düşünmek isteyen için": Yani onların farklı oluşundan öğüt ve ibret almak isteyen için, demektir. Hamze, şeddesiz zal ve mazmum kâfile "yezküre” okumuştur. Bu da: Yetezekkerü manasınadır. "Yahut şükretmek isteyen": Yani bu ikisinde Allah’a şükretmek isteyen için, demektir. 63Rahman’ın kulları o kimselerdir ki, yeryüzünde vakarla yürürler ve cahiller onlara hitap ettiği zaman: "Selam!” derler. "Ve ibadur rahmani yemşune": Ali, Ebû Abdurrahman es - Sülemi ve İbn Semeyfa, ye’nin ref'i, mimin ve şinin fethi ve şinin şeddesi ile "yümeşşune” okumuşlardır. İbn Kuteybe de şöyle demiştir: O kulları kendine nisbet etmesi, onları seçmesinden dolayıdır, meselâ: "Allah’ın dişi devesi” (A’raf: 73) gibi. "Hevnen"in manası: Ağır yürümektir. Ahbib habibeke hevnen ma (dostunu aşırı sevme) de öyledir. Mücâhid de: Vakar ve sükunetle yürürler, demiştir. "Cahiller onlara hitap ettiği zaman: "Selam!” derler", yani doğru konuşurlar. Hasen de: Kimseye karşı cahillik etmezler; kendilerine cahillik edilirse, halim selim davranırlar, demiştir. Mukâtil de. "Selamen": Günaha düşmeyecek söz söylerler, demiştir. Bu âyet çoklarına göre muhkemdir (mensuh değil)dir. Bazıları da şöyle iddia etmişlerdir: Bunlar kâfirlere: Bizimle sizin aranızda selamdan başka bir şey yoktur, derler. Sonra bu, kılıç âyetiyle neshedilmiştir. 64(Onlar) o kimselerdir ki, Rablerine secde ederek ve ayakta durarak gecelerler. "Vellezine yebitune lirabbihim": Zeccâc şöyle demiştir: Kim geceye kavuşur da uyusa da uyumasa da: Bate, derler. Bate fülanün kalikan (geceyi endişeyle geçirdi) denir ki, mebiyt: Geceye kavuşmaktır. 65(Onlar) o kimselerdir ki: "Rabbimiz, cehennem azabını bizden çevir. Şüphesiz onun azabı ayrılmaz” derler. "Kane garama": Bunda birbirine yakın beş görüş vardır: Birincisi: Devamlı, demektir, bunu da Ebû Said, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’den rivayet etmiştir. İkincisi: İncitici, demektir, bunu da Dahhâk, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Üçüncüsü: Israrcıdır, bunu da İbn Saib, demiştir. İbn Cüreyc de: Ayrılmaz, demiştir. Dördüncüsü: Helâktir, bunu da Ebû Ubeyde, demiştir. Beşincisi: Garam lügatte: Şiddetli azap demektir. Şair şöyle demiştir: Nisar ve Cifar savaşları azap idi, Hem de şiddetli azap idi. Bunu da Zeccâc, demiştir. 66"Şüphesiz o, karargah olarak da ikametgah olarak da ne kötü yerdir!" "Karargah olarak ne kötüdür!” Yani istikrar ve ikamet yeri olarak, demektir. 67(Onlar) o kimselerdir ki, harcadıkları zaman israf da etmezler, sıkmazlar da. Bunun arasında ortalama olur. "Vellezine iza enfeku lem yüsrifu ve lem yaktüru": İbn Kesir ile Ebû Amr, meftuh ye ve meksur te ile "yaktiru” okumuşlardır. Âsım, Hamze ve Kisâi de, meftuh ye ve mazmum te ile "yaktüru” okumuşlardır. Nâfi ile İbn Âmir de, mazmum ye ve meksur te ile "yuktiru” okumuşlardır. Kelâmın manasında da iki görüş vardır: Birincisi: İsraf, harcamada haddi aşmak, iktar da: Lüzumlu şeyde kusur etmektir. Hazret-i Ömer b. Hattab’ın şu sözü de bunu gösterir: Bir insanın her istediğini yemesi israf olarak yeter. İkincisi: İsraf, az da olsa Allah’a isyan hususunda harcamaktır, iktar da: Allah’ın hakkını vermemektir. Bunu İbn Abbâs, Mücâhid, Katâde, İbn Cüreyc ve diğerleri demişlerdir. "Oldu": Yani harcama, "bunun arasında": Yani israf ile tutuculuk arasında, "ortalama": Yani adil ve mutedil oldu, demektir. Sa’leb: Kavam, kafin fethi ile: Doğru ve adil demektir, kafin kesri ile de: Bir şeyin devam ve istikrarını sağlayan şey demektir. 68(Onlar) o kimselerdir ki, Allah’lâ beraber başka bir İlâha tapmazlar. Allah’ın haram ettiği cana haksız yere kıymazlar ve zina etmezler. Kim bunu yaparsa, ceza ile karşılaşır. "Onlar o kimselerdir ki, Allah’lâ beraber başka bir İlâha tapmazlar": iniş sebebi hakkında üç görüş vardır: Birincisi: Buhârî ile Müslim, İbn Mes’ûd’dan şöyle dediğini rivayet etmiştir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e: "Hangi günah daha büyüktür?” diye sordum; şöyle dedi: "Seni yaratan Allah’a şirk koşulandır. "Sonra hangisi?” dedim, o da: Seninle beraber yemek yer korkusuyla çocuğunu öldürmendir, dedi. "Sonra hangisidir?” dedim, o da: Komşunun karısı ile zina etmendir, dedi. Allahü teâlâ da bunu tasdik etmek üzere "onlar ki, Allah’lâ beraber başka bir İlâha tapmazlar... “âyetini indirdi. İkincisi: Müşriklerden bazıları adam öldürdüler hem de çok öldürdüler, zina ettiler hem de çok ettiler, sonra Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e geldiler: Senin dediğin ve davet ettiğin şey gerçekten doğrudur; yaptıklarımızın kefareti olup olmadığını da bize haber versen, dediler. Bunun üzerine ‘gafurar rahima’ya kadar bu âyet indi. Üçüncüsü: Hamza’nın katili Vahşi, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e geldi: Ya Muhammed, gelip sana sığındım; beni himaye et, ben de Allah’ın kelâmını dinleyeyim, dedi. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem de: Seni sığınmadan başka bir şekilde görmek isterdim; mademki bana gelip sığındın, sen Allah’ın kelâmım-işitinceye kadar himayemdesin, dedi. O da: Ben Allah’a şirk koştum, Allah’ın haram kıldığı cana kıydım ve zina ettim; Allah benim Tevbemi kabul eder mi?” dedi. Bunun üzerine Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem sustu, nihayet bu âyet indi. Bunu ona okudu; o da: Bunda bir şart görüyorum; belki ben iyi bir amel etmedim; ben sana sığındım, Allah’ın kelâmını işitmek istiyorum, dedi. Bunun üzerine: "Şüphesiz Allah kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz, bundan ötesini dilediğine bağışlar” (Nisa: 48) âyeti indi, onu kendisine okudu. O da: Belki ben Allah’ın dilemediklerindenim; ben Allah’ın kelâmını işitinceye kadar senin himayendeyim, dedi. Bunun üzerine de: "Ey nefislerine karşı aşırı giden kullarım, Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin...” (Zümer: 53) âyeti indi. Vahşi: Pekiyi, şimdi bir şart göremiyorum, deyip Müslüman oldu. Bunu Atâ’, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Bu Vahşi, Hazret-i Hamza’nın katilidir. Bu zikredilen hadiste itiraz yeri vardır, pek sağlam değildir. Onun Müslüman olmasında başka bir hadis vardır o da şöyledir: O, Taif elçileriyle beraber geldi; hiçbir şart ileri sürmeksizin Müslüman oldu. "Yed’une": Ya’budune, yani ibadet ederler, demektir. Haksız yere adam öldürmenin açıklaması da En’am: 151’de geçmiştir. "Yelka esama": Said b. Cübeyr ile Ebû’l - Mütevekkil ye’nin refi, “Lâm” ın fethi ve kafin da fethi ve şeddesi ile "yulakka” okumuşlardır. İbn Abbâs da: Cezasını çeker, bedelini öder, demiştir. Mücâhid ile İkrime de: O (esam) cehennemde bir deredir, demişlerdir. İbn Kuteybe de: Azaba çarpar, demiş ve şu beyiti getirmiştir: Allah Urve oğlunu cezalandırdı, çünkü o, akşam, İsyan etti, isyanın da cezası vardır. Zeccâc da şöyle demiştir: "Yelka esama": Şartın cezası olarak meczumdur. Ebû Amr Şeybani de şöyle demiştir: Kad lekıye esame zalike, denir ki: Yaptığının cezasını çekti, demektir. Sibeveyh ile Halil de, manası: Günahın cezasını çeker, demişlerdir. Sibeveyh de şöyle demiştir: 69Ona kıyamet gününde azap katlanır ve içinde ebedi olarak kalır. "Yudaaf lehul azabu"nun cezm olması, azabın katlanması günahın karşılığı olmasındandır, bunun için cezm olmuştur, nitekim şair şöyle demiştir: Kim bize gelir de yurdumuza uğrarsa, Orada bol odun ve tutuşmuş ateş görür. Çünkü beyitte geçen ityan, ilmam manasınadır. "Tülmim” de ondan meczum olmuştur. Çünkü o da "te’ti” (gelmek) manasınadır. Hasen de "yuda’af” okumuştur ki, o da çok güzeldir. Dâaftüşşey’e ve Da’aftuhu dersin (aynı manayadır). Âsım da ref ile "yudaafu” okumuş, "yelka esama"yi tefsir etmiştir. Sanki biri: "Günahın karşdığı nedir?” demiş gibi oldu, ona da: "Yudaaf lehul azabu” (azabı kat kat edilir) denildi. Ebû’l-Mütevekkil, Katâde ve Ebû Hayve, yenin ref'i, dadın sükunu ve aynın fethi ile elifsiz olarak "yud’af' okumuşlardır. Ebû Husayn el- Esedi ile Ömeri de Ebû Cafer’den böyle okumuşlardır, ancak ayni meksur "el- azabe"yi de nasb ile okumuşlardır. "Ve yahlud": Ebû Hayve, Katâde ve A’meş, yenin ref'i, hinin sükunu, “Lâm” ın da fethi ile şeddesiz olarak "ve yuhled” okumuşlardır. Âsım el - Cahderi, İbn Ya’mur ve Ebû’l - Mütevekkil de öyle, ancak lamı şeddeli okumuşlardır. Nasih - Mensuh Âlimlerinin bu âyette iki görüşleri vardır: Birincisi: O mensuhtur, onu nesheden hakkında da üç görüş vardır: Birincisi: O, Allahü teâlâ’nın: "Kim bir mü’mini kasten öldürürse onun cezası cehennemdir” (Nisa: 93) âyetidir. Bunu İbn Abbâs, demiştir. O: Bu, Mekki’dir, Nisa’daki ise Medeni'dir, derdi. İkincisi: O "şüphesiz Allah kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz, bundan ötesini bağışlar... “(Nisa: 48) âyetidir. Üçüncüsü: Birincisi ikincisiyle neshedilmiştir, o da, "ancak Tevbe eden müstesnadır” kavlidir. İkincisi: O, muhkemdir; ebedi kalış, öldürmenin yanı sıra şirkin de olmasındandır. Birinci görüşün tutarsız olduğu açıktır; çünkü adam öldürme çoğunluğa göre cehennemde ebedi kalmayı gerektirmez. Biz de bunu Nisa: 93’te açıklamıştık. Şirk koşan kimse o hal üzere ölürse bağışlanmaz. İstisna ise nesih değildir. 70Ancak Tevbe eden, iman eden ve iyi bir amel eden (ler) müstesnadır ki, işte onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir. "Ancak Tevbe eden müstesnadır": İbn Abbâs şöyle demiştir: Biz, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem zamanında iki sene "Allah’lâ beraber başka bir İlâha dua etmezler” şekliyle okuduk; sonra "ancak Tevbe eden müstesnadır” şartı indi. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in buna ve "sana apaçık bir fetih verdik” (Feth: 1) âyetine sevindiği kadar başka bir şeye sevindiğini görmedim. "Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir": Bu çevirmenin oluş zamanında ihtilaf ettiler; İbn Abbâs şöyle demiştir: Allah onların şirklerini imana, öldürmelerini bu fiili yapmamaya, zinalarını namuslu olmaya çevirir. Bu da bunun dünyada olacağını gösterir. Bu manaya gidenlerden bazıları şunlardır: Said b. Cübeyr, Mücâhid, Katâde ve İbn Zeyd. İkincisi: Bu, ahirette olacaktır, bunu da Selman radıyallahu anh, Said b. Müseyyeb ve Ali b. Hüseyn, demişlerdir. Amr b. Meymun da şöyle demiştir: Allah mü’mini bağışladığı zaman onun kötülüklerini iyiliklere çevirir, öyleki kul, günahlarının daha çok olmasını temenni eder. Hasen’den de her iki görüşün aynısı rivayet edilmiştir. Hasen’den şöyle dediği de rivayet edilmiştir: Bir kavim kıyamet gününde günahlarının daha çok olmasını isteyecektir. "Bunlar kim?” dediler. O da: Onlar, Allahü teâlâ’nın onların hakkında: "Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir” dediği kimselerdir, dedi. Bu görüşü, Ebû Zer’in Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den rivayet ettiği şu hadis de teyit eder: Kıyamet gününde bir adam getirilir; küçük günahlarını ona gösterin, denir. Ona küçük günahları gösterilir, büyükleri ise ondan uzaklaştırılır, ona: Falanca gün şöyle ettin, denir, o da ikrar eder, inkâr etmez. Fakat o, büyük günahlardan korkar: Ona yaptığı her kötülüğün yerine bir iyilik verin, denir.6 6 - Müslim, Kitabu’l - İman, hadis no, 314. 71Kim Tevbe eder iyi amel işlerse, şüphesiz o, bir dönüşle Allah'a döner. "Kim Tevbe ederse": Bu Tevbenin zahirine bakılırsa o, zikredilen günahlardan edilen Tevbedir. İbn Abbâs: Yani kim adam öldürmez ve zina etmezse, demiştir. "İyi bir amel işlerse": Ben onu, Peygamberimi öldürenin ve haramlanmı helâl sayanların önüne geçirir ve onlardan üstün kılarım. "Şüphesiz o, bir dönüşle Allah’a döner": İbn Enbari, manası: Kim Tevbe etmek ister ve onu gerçekten ararsa, onun bu hareketiyle Allah’ın rızasını istemesi ve içine onu bozacak şey karıştırmaması gerekir, demiştir. Bu şuna benzer: Bir adam: Kim ticaret yapacaksa kumaş ticareti yapsın, kim münazara edecekse nahiv ilminde etsin, der ki, kim bunu yapmak isterse, bu sanata yönelmeli demektir. İbn Enbari şöyle de demiştir: Âyetin manasının şöyle olması da câizdir: Kim Tevbe eder ve iyi bir şey yaparsa, onun sevabı ve mükafatı onun için Tevbe etmekle rızasını kazanmak istediği Rabbinin yanında büyütülür. "Şüphesiz o, bir dönüşle Allah’a döner” kavli bu manayı yerine getirdiği için, ona gerek kalmamıştır. Bu şuna benzer: Bir adam bir adama: Konuştuğun zaman bil ki, sen vezirle konuşuyorsun, der, yani konuşmanı bilen ve sana mükafat verenle konuş, demektir. Şu da öyledir: "Eğer benim konumum ve size Allah’ın âyetlerini hatırlatmam ağır geldiyse, ben Allah’a tevekkül ettim” (Yûnus: 71). Yani ben, bana yardım eden ve beni düşmana teslim etmeyene tevekkül ediyorum, demektir. Bir grup da, âyetin manası şöyledir demişler: Şüphesiz o, Allah’a öyle bir döner ki, O da onu kabul eder. 72(Onlar) o kimselerdir ki, yalancı şahitliği etmezler. Boş şeylere uğradıkları zaman onurla çeker giderler. "Onlar ki, yalancı şahitliği etmezler (zûr)": Bunda da sekiz görüş vardır: Birincisi: O, puttur, Dahhâk, İbn Abbâs'tan, onun müşriklere ait bir put olduğunu söylediğini rivayet etmiştir. İkincisi: O şarkıdır, bunu da Muhammed b. Hanefiyye ile Mekhûl, demişlerdir. Leys, Mücâhid’ten: Onlar şarkı dinlemezler, dediğini rivayet etmiştir. Üçüncüsü: O, şirktir, bunu da Dahhâk ile Ebû Miclez, demişlerdir. Dördüncüsü: Onların cahiliye döneminde bir oyunlarıdır, bunu da İkrime, demiştir. Beşincisi: Yalandır, bunu da Katâde ile İbn Cüreyc, demişlerdir. Altıncısı: Yalancı şahitliğidir, bunu da Ali b. Ebi Talha, demiştir. Yedincisi: Müşriklerin bayramlarıdır, bunu da Rebi’ b. Enes, demiştir. Sekizincisi: Müstehcen meclislerdir, bunu da Amr bir Kays, demiştir. Burada boş şeylerden ne murat edildiği hususunda da beş görüş vardır: Birincisi: Günahlardır, bunu da Hasen, demiştir. İkincisi: Müşriklerin onlara yaptıklan eziyetlerdir, bunu da Mücâhid, demiştir. Üçüncüsü: Bâtılldır, bunu da Katâde, demiştir. Dördüncüsü: Şirktir, bunu da Dahhâk, demiştir. Beşincisi: Onlar nikahtan bahsedince kinaye yollu söylerlerdi, bunu da Mücâhid, demiştir. Muhammed b. Ali de: Onlar cinsel organlardan bahsedince onu kinaye yollu ifade ederlerdi, demiştir. "Onurla geçerler": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: Akıllıca geçerler, bunu İbn Saib, demiştir. İkincisi: Ondan yüz çevirerek geçerler, bunu da Mukâtil, demiştir. Üçüncüsü: Mana şöyledir: Boş şeylere rastladıkları zaman çeker giderler, bunu da Ferrâ’, demiştir. 73(Onlar) o kimselerdir ki, kendilerine Rablerinin âyetleri okunduğu zaman üzerine sağırlar ve körler olarak kapanmazlar. "Onlara hatırlatıldığı zaman": Yani öğüt verildiği zaman, "Rablerinin âyetleriyle": Onlar da Kur’ân’dır. "Üzerine sağırlar ve körler olarak kapanmazlar": İbn Kuteybe şöyle demiştir: Onlardan gafil olmazlar; sanki sağırlar gibi duymamış ve körler gibi görmemiş olmazlar. Başka bir lügatçi de şöyle demiştir: Sanki duymamış ve görmemişler gibi ilk halleri üzere kalmazlar. Burada gerçekten yere kapanma olayı yoktur; Araplar: Filancaya sövdüm, kalktı ağladı, oturdu ağıt yaktı, gelip özür diledi, şaşırıp gitti, derler; aslında ne kalkma ne de oturma vardır. 74(Onlar) o kimselerdir ki: "Rabbimiz, bize eşlerimizden ve soylarımızdan gözler aydınlığı bağışla. Bizi müttakilere önder kıl” derler. "Heb lena min ezvacina ve zürriyyatina": İbn Kesir, Nâfi, İbn Âmir, Hafs da Âsım’dan rivayet ederek, cemi sığasıyla "zürriyyatina” okumuşlar; Ebû Amr, Hamze, Kisâi, Ebû Bekr, Hafs da Âsım’dan rivayet ederek, tekil kalıbıyla "zürriyetina” okumuşlardır. "Kurrete a’yün": İbn Mes’ûd ile Ebû Hayve "Kurrâti a’yün” okumuşlar; kim sana taatte bulunursa, sen de onunla dünyada ve ahirette gözlerimizi aydın edersin, demek istemişlerdir. Hasen Basri’ye "göz aydınlığı” dünyada mı yoksa ahirette mi?” diye sordular, o da şöyle dedi: Bir mü’minin eşini ve evladını Allah’a itâat eder görmesi kadar gözünü aydın edecek bir şey var mı? Allah’a yemin ederim ki, onlar başka değil, Allah’a itâat edilip de gözlerinin aydın olmasını istemişlerdir. Ferrâ’ da şöyle demiştir: "Aydınlık” fiildir, fiil de neredeyse çoğul yapılmaz. Baksanıza, "üd’u süburan kesiren” (Furkan: 14) demiş, onu çoğul yapmamıştır. Kurret mastardır, karret aynuhu kurreten, denir. Eğer: Kurrete aynin veya kurrati aynin denilse, yine doğru olur. Başkası da şöyle demiştir: Kurret’in aslı soğukluktur, çünkü Araplar sıcağı hazzetmezler, soğukta rahat ederler. "Bizi müttakilere önder kıl": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Bizi arkasına düşülen liderler kıl, bunu da İbn Abbâs, demiştir. Başkası da şöyle demiştir: Bu (imam) tekildir, ondan çoğul kastedilmiştir; şuralarda olduğu gibi: "İnna Resûlü rabbil alemin” (Şuara: 16), "feinnehüm adüvvün li” (Şuara: 77). İkincisi: Bizi müttakilere uyan ve onların ardına düşen kimseler kıl, bunu da Mücâhid demiştir. Buna göre kelâm ters çevrilmiştir, Mana da şöyledir: Vec’alil müttakine lena imamen (müttakileri bize lider kıl). 75İşte onlar sabrettikleri şeylere karşılık oda ile mükafatlandırılırlar ve orada esenlikle ve selamla karşılanırlar. 76Orada ebedi kalıcılar olarak. (Orası) karargah olarak da ikametgah olarak da ne güzeldir! "İşte onlar oda ile mükafatlandırılırlar": İbn Abbâs: Yani cennetle demiştir. Başkası da şöyle demiştir: Gurfe (oda): Her yüksek binadır, maksat cennet odalarıdır; onlar da zebercet, inci ve yakuttandır. "Sabrettikleri şeylere karşılık": Dinlerine ve müşriklerin eziyetlerine karşılık, demektir. "Ve yulakkavne fiha": İbn Kesir, Nâfi, Ebû Amr ve Hafs da Âsım’dan rivayet ederek, mazmum ye ve meftuh ve şeddeli lâm ile "ve yulekkavne” okumuşlar; İbn Âmir, Hamze, Kisâi ve Ebû Bekir de Âsım’dan rivayet ederek, meftuh ye, sakin ve şeddesiz mîm ile "ve yelkavna” okumuşlardır. "Esenlikle ve selamla": İbn Abbâs şöyle demiştir: Birbirlerini selamlarlar, aziz ve celil olan Rableri de onlara selam gönderir. Mukâtil şöyle demiştir: "Tehiyye” selamdır, "selamen” ise: Allah işlerini onlara teslim eder ve onlardan vazgeçer, demektir. 77De ki: "Eğer duanız olmasa Rabbim size değer vermez. Gerçekten yalanladınız; ileride (azap) gerekli olacaktır. "De ki: Rabbim size değer vermez": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: Size ne yapar, bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: O’nun yanında ne itibarınız olur? Ma abe’tü bifülanin denir ki: Onun benim yanımda değeri ve itiban yoktur, demektir. Bunu da Zeccâc, demiştir. Üçüncüsü: Size niye azap etsin, demektir, bunu da İbn Kuteybe, demiştir. "Duanız olmasa idi": Bunda da dört görüş vardır: Birincisi: İmanınız olmasa idi, bunu da İbn Ebi Talha, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. İkincisi: İbadetiniz olmasa idi, bunu da Dahhâk, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Üçüncüsü: Ona ibadet etmek için eğer duanız olması idi, bunu da Mücâhid, demiştir, maksat halkın yararlanmasıdır; çünkü Allahü teâlâ muhtaç değildir. Dördüncüsü: Eğer O’nu birlemese idiniz, bunu da Zeccâc nakletmiştir. Çoğunluğa göre âyette söylenmeyen kelimeler vardır; İbn Kuteybe de takdir şöyledir, demiştir: Ma ya’beü biazabiküm levla ma ted’unehu mineş şeriki velveled (eğer O’na ortak ve evlat isnat etmese idiniz, size azap etmezdi). Bunu da "azap ileride gerekli olacaktır” kavli açıklar. Şairin şu sözü de onun gibidir: Kim isterse kendini dar bir uçuruma atar, Fakat onu dardan kim çıkarır? Yani o dar yerden çıkarmak için kim vardır? Bu mü’minlere mi yoksa kâfirlere mi hitaptır? Bunda da iki görüş vardır. Amma: "Gerçekten yalanladınız (inanmadınız)” kavli, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’i yalanlayan Mekke halkına hitaptır. "İleride olacak": Yani yalanlamanız "gerekli": Yani kaçınılmaz bir azap olacaktır. Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: Onları Bedir savaşında öldürmesidir, o zaman öldürüldüler, ahiret azabı da arkalarından gelecektir. Bu da İbn Mes’ûd, Übey b. Ka’b, Mücâhid ve diğerlerinin görüşleridir. İkincisi: O ölümdür, bunu da İbn Abbâs, demiştir. Üçüncüsü: Lizam, savaş demektir, bunu da İbn Zeyd, demiştir. |
﴾ 0 ﴿