26-ŞUARA SÛRESİMekke’de inmiştir. 227 ayettir. Tamamı Mekki'dir, ancak ondan dört âyet Medine’de inmiştir. Onlar da: "Veşşuarau yettebihumul ğavun” (Şuara: 224 - 227) âyetleridir. Bunu da İbn Abbâs ile Katâde, demişlerdir. Bismillahirrahmanirrahim 1Ta. Sin. Mîm. 2Bunlar apaçık kitabın âyetleridir. "Ta. Sin. Mîm.": İbn Kesir, Nâfi, Ebû Amr ve İbn Âmir, tının fethi, ve "sin” hecesindeki nun’un mime idgamı ile (Ta. Sîm. Mîm) okumuşlar; Hamze, Kisâi, Eban ve Mufaddal da hem burada hem de Neml’de tının imalesiyle tıy, sîn, mîm okumuşlardır. Hamze de hem burada hem de Kasas’ta "sîn” hecesindeki nunu açık olarak okumuşlardır. "Ta. Sin. Mîm"in manasında da dört görüş vardır: Birincisi: Onlar bazı kelimelerin harfleridir. Sonra bunda da üç görüş vardır: Birincisi: Ali b. Ebi Talib radıyallahu anh rivayet etmiştir: "Ta. Sin. Mîm” indiği zaman Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dedi: Ta: Tûr-ı Sinadır, Sin: İskenderiye’dir, Mîm de: Mekke’dir. İkincisi: Tı: Taybe’dir, Sin: Beytü'i-Mukaddes’tir, mîm de Mekke’dir. Bunu Dahhâk, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Üçüncüsü: Tı: Tuba ağacıdır. Sin: Sidretü’l - Münteha’dır. Mîm de: Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’dir. Bunu da Cafer-i Sadık demiştir. İkincisi: O, Allah’ın yemin ettiği şeylerden bir yemindir, o Allahü teâlâ’nın isimlerindendir. Bunu da İbn Ebi Talha, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Biz de bu gibilerin nasıl Allah'ın isimlerinden olduğunu Meryem suresinin başında beyan etmiştik. Kurazi de: Allah kendi kuvvetine, senasına (nuruna) ve mülküne yemin etmiştir, demiştir. Üçüncüsü: O, sûrenin ismidir, bunu da Mücâhid, demiştir. Dördüncüsü: O, Kur’ân'ın isimlerinden bir isimdir, bunu da Katâde ile Ebû Ravk, demişlerdir. Bundan sonrasının tefsiri de Maide: 15 ve Kehf: 6’da geçmiştir. 3Belki sen, mü’min olmuyorlar diye canına kıyacaksın. "Mü’min olmuyorlar diye": Mana şöyledir: Onlar imanı terk ettikleri için belki de canına kıyacaksın. Sonra eğer onları imana zorlayacak şeyi indirmek isteseydi, bunu yapacağını haber vererek şöyle dedi. 4Eğer dilersek üzerlerine gökten bir mucize indiririz de hemen ona boyunları bükülür. "İn neşe’ nünezzil": Ebû Rezin ile Ebû’l - Mütevekkil, ikisinde de ye ile "in yeşe’ yünezzil” okumuşlardır. "Eğer dileseydik üzerlerine gökten bir mucize indiririz de hemen ona boyunları bükülürdü": Fiili önce boyunlara verdi, sonra da "hâdı’în” diyerek erkeklere verdi. Çünkü boyunlar bükülürse sahipleri de eğilir. Şöyle de denilmiştir: Boyunları ademoğullarının sıfatlarından olan bükülme ile niteleyince, fiili de o kalıpta çıkardı. Nitekim durum şu âyette de böyledir: "Veşşemse velkamere raeytühüm li sacidin” (Yûsuf: 4). Bu, Ebû Ubeyde’nin tercihidir. Zeccâc da şöyle demiştir: "Fezallet"in manası: Fetezallü"dür, çünkü ceza mazi kalıbıyla gelirse müstakbel manasına kullanılır, şurada olduğu gibi: İn te’tini ekremtüke (eğer bana gelirsen sana ikram ederim). Yani ükrimke, demektir. "Hâdı’în” demesi, boyunların eğilmesinin sahiplerinin de eğilmesi olmasındandır. Şöyle ki, boyun eğmek ancak boyunların eğilmesiyle olacağından ona izafe edilen şeyle haber vermek câiz olmuştur. Nitekim şair de şöyle demiştir: Yılların geçmesi benden aldılar, Tıpkı son gecede gizlenen hilalin aydan aldığı gibi. Yıllar ancak geçmekle olacağı için yıllardan haber vermiş ve geçmeyi ona izafe etmiştir. Zeccâc şöyle demiştir: Tefsirde geldiğine göre a’nak büyükler ve reisler demektir. Lügatte a’nak ceaat manasına gelmiştir. Caeni unukun minen nas denir ki: Bana bir bölük insan geldi demektir. Bundan sonrasının tefsiri de: Enbiya: 2’de geçmiştir. 5Onlara ne zaman Rahman’dan yeni bir zikir gelse, mutlaka ondan yüz çevirirler. 6Gerçekten yalanladılar; onlara alay ettikleri şeyin haberleri gelecektir. 7Yere bakmadılar mı, onda değerli / güzel her çiftten ne kadar bitirdik! "Yere bakmadılar mı?": Yani yeniden dirilmeyi inkâr edenler, demektir "onda nice bitki bitirdik": Onda bitki yokken, "her güzel çiftten": İbn Kuteybe: Her güzel cinsten, demiştir. Zeccâc da şöyle demiştir: Zevç: Nevi, tür, manasınadır, kerîm de: Övülen, demektir. 8Şüphesiz bunda gerçekten bir ibret vardır. Onların çoğu iman edecek değiller. "Şüphesiz bunda vardır": Yani bitki bitirmede vardır, "gerçek bir ibret": Allah’ın birlik ve kudretini gösteren gerçek bir ibret vardır. "Onların çoğu iman edecek değiller": Yani onların çoğu Allah’ın ilminde iman edecek değiller, demektir. 9Gerçekten Rabbin, elbette O, mutlak galiptir, çok merhamet edendir. "Şüphesiz Rabbin mutlak galiptir": Düşmanlarından intikam alır, "çok merhamet edendir": Dostlarını. 10Hatırla o zamanı ki, Rabbin, Mûsa'ya: "O zâlimler kavmine git” diye seslendi. "Ve iz nada": Manası: Bu kıssayı kavmine anlat, demektir. 11"Fir’avn kavmine. Artık korkup sakınmayacaklar mı?" 12(Mûsa) dedi: "Rabbim, şüphesiz ben, onların beni yalanlamalarından korkuyorum" "En yükezzibuni": "Yükezzibüni"nin ye’si atılmıştır, şunlar da öyledir: "En yaktüluni” (Şura: 14), "seyehdini” (Şuara: 62), "fehüve yehdini” (Şuara: 78), "ve yeskıyni” (Şuara: 79), "fehüve yeşfini” (Şuara: 80), "sümmeyuhyini": (Şuara: 81); "kezzebuni” (Şuara: 117), "ve etıyuni” (Şuara: 108). Bu sekiz âyette Ya’kûb her iki halde de ye ile okumuştur. 13"Göğsüm daralıyor, dilim dönmüyor; Harun'a (peygamberlik) gönder". "Göğsüm daralıyor": Beni yalanmalarından, "dilim dönmüyor": Dilindeki bir tutukluk sebebiyle. Ya’kûb ikisinde de kafin nasbi ile "ve yediyka", "vela yentalıka” okumuştur. "Feersil ilâ Harun": Mana şöyledir: Liyuiyneni (bana yardım etmesi için), bu atılmıştır; çünkü kelâmda ona işaret vardır. 14"Onların benim üzerimde bir suç (davaları) var; beni öldürmelerinden korkuyorum!" "Onların bende bir suç davaları vardır": O da Mûsa’nın yumruk vurup öldürdüğü maktuldür. Mana da şöyledir: Onların bende bir suç davaları vardır. "Beni öldürmelerinden korkuyorum": O suç sebebiyle. 15Dedi: "Hayır, ikiniz âyetlerimle gidin. Şüphesiz biz sizinleyiz, dinleyenleriz". "Hayır, dedi": Bu, o zan üzerinde durmayı ret ve engellemedir. Mana da: Seni öldüremeyeceklerdir, onlara bu fırsatı vermeyeceğim. "İkiniz gidin": Yani sen ve kardeşin, "âyetlerimizle": Onlar da o ikisine verdiği mucizelerdir. "Şüphesiz biz": Aziz ve celil olan Allah kendini murat etmiştir, "sizinleyiz": İkisini de çoğul yerinde kullanmıştır. "Dinleyenleriz": Ne diyeceğinizi ve onların ne cevap vereceklerini. 16"Fir’avn’e gidin: "Gerçekten biz, âlemlerin Rabbinin elçisiyiz” deyin. "Gerçekten biz âlemlerin Rabbinin elçisiyiz": İbn Kuteybe: Elçi, çoğul (elçiler) manasınadır, demiştir, şuralarda olduğu gibi: "Haulai dayfî” (Hicr: 68), "sümme yuhricüküm üfla” (Hac: 5). Zeccâc, mana şöyledir, demiştir: Inna risaletü rabbil alemine, ey zevu risale ti rabbil alemine (âlemlerin rabbinden mesajla gelenleriz) demektir. Şair de şöyle demiştir: Arabozanlar yalan söylemişler, ben onlara sırrımı açmadım, Onlara elçi (risalet = mesaj) da yollamadım. 17"İsrâil oğullarını bizimle gönder” diye (elçileriz). "Gönder diye": Mana, göndermen için, "İsrâil oğullarını bizimle beraber": Yani onları kölelik bağından salıver. Onlar da Fir’avn’e mesajla geldiler 18Dedi: "Seni çocukken içimizde büyütmedik mi? Aramızda ömründen yıllarca kalmadın mı?” "o da: Seni çocukken içimizde büyütmedik mi, dedi?": Âyette geçen veliden: Sabiyyen sağiran demektir ki, küçük çocukken manasınadır. "Aramızda ömründen yıllarca kalmadın mı?": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: On sekiz yıl, bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Kırk yıl, bunu da İbn Saib, demiştir. Üçüncüsü: Otuz yıl, bunu da Mukâtil, demiştir. Mana da şöyledir: Seni büyütmemize karşı sen de nimetimize nankörlük ettin, içimizden birini öldürdün. "O fiilini de yaptın": O da adam öldürmektir. Ferrâ’ şöyle demiştir: Fe’nin mensûb olması mastar bina-i merre olmasındandır. Eğer ondan çilse ve mişye gibi (nevi mastarı) kastedilse idi, meksur okunması câiz olurdu. 19"O yaptığın fiilini de yaptın. Sen nakörlerdensin". "Sen nankörlerdensin": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Nimetimi inkâr edenlerdensin, bunu da İbn Abbâs, Said b. Cübeyr, Atâ’, Dahhâk ve İbn Zeyd, demişlerdir. İkincisi: İlâhnı inkâr edenlerdensin, sen bizimle iken şimdi ayıpladığın dinimizin üzerinde idin. Bunu da Hasen ile Süddi, demişlerdir. Birinciye göre mana: Sen şimdi kâfirlerdensin, demektir. İkinciye göre de: Kâfirlerden idin, demektir. 20(Mûsa) dedi: "Ben onu yaptım; ben o zaman bilmiyordum". "Ben o zaman bilmiyordum": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: Cahil idim, bunu da İbn Abbâs, Mücâhid, Said b. Cübeyr ve Katâde, demişlerdir. Bazı müfessirler de şöyle demişlerdir: Ben cahildim, bana Allah’tan bir şey gelmemişti. İkincisi: Hata edenlerden idim, Mana da şöyledir: Ben o adamı yanlışlıkla öldürdüm. Bunu da İbn Zeyd, demiştir. Üçüncüsü: Unutanlardan idim, şu âyet de öyledir: "En tedılle ihdahüma” (iki kadından biri unutursa) (Bakara: 282). Bunu da Ebû Ubeyde, demiştir. 21"Sizden korkunca kaçtım; Rabbim bana hüküm / ilim verdi ve beni mürsellerden kıldı". "Sizden kaçtım": Yani aranızdan ayrıldım "sizden korktuğum zaman": Kendim için korkup Medyen’e kaçtım. Âsım el - Cahderi, Dahhâk ve İbn Ya’mur, “Lâm” ın kesri ve mîm de şeddesiz olarak "lima” okumuşlardır. "Rabbim bana hüküm bahşetti": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Peygamberlik, bunu da İbn Saib, demiştir. İkincisi: İlim ve anlayış, bunu da Mukâtil, demiştir. 22"O başıma kaktığın nimet, İsrâil oğullarını köle yapmandır". "O bir nimettir, başıma kakıyorsun": Yani büyütmeyi kastediyor, "o da İsrâil oğullarını köle yapmandır": Yani onları köle ettin. Abbettü fiilanen ve a’bettuhu vesta’bettuhu denir ki: Birini köle edinmektir. "En"de de iki mülahaza vardır: Birincisi: "Nimetün"den bedel olmak üzere mahallen merfu olmasıdır. İkincisi: Harf-i çerin atılmasıyla mahallen mensûb olmasıdır, takdiri de şöyledir: Lien abbette ev ta’biydike (köle ettiğin için). Âlimler âyetin tefsirinde ihtilaf etmişlerdir; bir grup onu inkâr (ret), bir grup da onu ikrar (kabul) olmak üzere tefsir etmişlerdir. Kim onu inkâr olmak üzere tefsir ederse, mana şöyle olur: O bir nimet midir? (soru tarzında). Şunlar da böyledir: "O, Rabbim midir?” (En’am: 76), "Onlar ölümsüz müdürler?” (Enbiya: 34). Şu beyiti de delil getirmişlerdir: Yolculuk günü onun duruşunu Ve göz kapağının yaşlara boğulmasını, Kervan yürürken şöyle deyişini unutmadım: "Bizi böyle bırakıp gidiyor musun?" Bu, bir grup alimin görüşüdür. Sonra onların Kelâmın manasında ve yorumunda da dört görüşleri vardır: Birincisi: Fir'avn İsrâil oğullarının mallarını aldı, onları köle etti ve ondan da Mûsa’ya harcadı. Mûsa da o nimeti hükümsüz saydı, çünkü o, İsrâil oğullarının malları idi. Bunu da Hasen, demiştir. İkincisi: Mana şöyledir: Eğer sen İsrâil oğullarını öldürmese idin, bakımımı ailem yapardı, annem de beni Nil’e atmak zorunda kalmazdı. Baskının sebep olduğu bir şeyi mi bana nimet sayıyorsun?! Bu da Müberrid, Zeccâc ve Ezheri’nin görüşleridir. Üçüncüsü: Mana şöyledir: özellikle bana ihsanını sayıyor, İsrâil oğullarını köle etme kötülüğünü unutuyorsun?! Bunu da Mukâtil, demiştir. Dördüncüsü: Mana şöyledir: Kavmimi köle etmişken beni büyütmeni nasıl bir nimet sayarsın? Kimin kavmi aşağılanmışsa, kendisi de hor olmuştur. Kavmimi köle etmenle iyiliğin boşa gitmiştir. Bunu da Sa’lebî nakletmiştir. Kim de onu kabul tarzında tefsir ederse şöyle demiş olur: Mûsa onu nimet saydı, çünkü Fir’avn onu büyüttü, köle de etmedi. Mana da şöyledir: Hayatıma yemin ederim ki, o bir nimettir, çünkü beni büyüttün, beni İsrâil oğullarını köle ettiğin gibi köle etmedin. Bu durumda "en” atılan bir söze delalet eder, bu da şuna benzer: Sen kölelerinden birini döver, ötekini bırakırsın. O bırakılan: Filancayı dövüp de beni bırakman bana bir ikramdır, der. Sonra "beni bırakman” sözünü atar, çünkü mana bellidir. Bu da Ferrâ’’nın görüşüdür. 23Fir’avn dedi: "Âlemlerin Rabbi de nedir? "Firavn dedi: Âlemlerin Rabbi de nedir?": Mahiyeti olmayanın mahiyetinden sordu, o da ona eserlerinden ona delalet edenlerle cevap verdi. 24Dedi: Göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbidir, eğer kesin bilgiye sahip iseniz". "Eğer kesin bilgiye sahip iseniz": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: O, gökleri ve yeri yarattı. İkincisi: Eğer gördüğünüz şeylerin gördüğünüz gibi olduğuna kesin inanıyorsanız, O’nun âlemlerin Rabbi ve göklerin ve yerin Rabbi olduğuna da kesin inanın. 25(Fir’avn) etrafındakilere: "Duymuyor musunuz?” dedi. "Dedi": Yani Fir’avn dedi. "Etrafındakilere": Kavminin eşrafına. "Duymuyor musunuz?": Bunu da şaştığını bildirmek için söylüyor. Eğer: "Cevap nerede?” denilirse; cevap şöyledir: O, "Mûsa’nın dediğini duymuyor musunuz?” dedi. Mûsa da cevap verdi, çünkü cevaptan kastedilen bu idi. Sonra daha çok açıklama yapıp: 26(Mûsa) dedi: "O, sizin de Rabbiniz ve ilk atalarınızın da Rabbidir". "Sizin de Rabbiniz ve ilk atalarınızın da Rabbidir” dedi. Fir’avn ona cevap vermekten yüz çevirdi, onu delilikle itham etti. Mûsa, Fir’avn’in sözüne aldırmadı, delili pekiştirmekle meşgul oldu, 27(Fir'avn) dedi: "Şüphesiz size gönderilen elçiniz, gerçekten delidir". 28(Mûsa) dedi: O, doğunun, batının ve ikisi arasındakilerin Rabbidir, eğer aklınızı çalıştırıyorsanız". "doğunun, batının ve ikisinin arasındakilerin Rabbidir, eğer aklınızı çalıştınyorsanız, dedi": Eğer aklınız varsa, dediğimi anlamakta zorluk çekmezsiniz. 29(Fir’avn) dedi: "Yemin olsun, eğer benden başka bir ilâh edinirsen, mutlaka seni zindana atılanlardan kılarım". 30(Mûsa) dedi: "Sana apaçık bir şey (bir delil) getirsem de mi?" "Sana apaçık bir şey getirsem de mi?": Yani benim doğruluğumu bileceğin açık bir şey getirsem de mi beni zindana atacaksın? Bundan sonrasının tefsiri A’raf: 107’de geçmiştir. 31Dedi: "Getir onu, eğer doğru söyleyenlerden isen". 32(Mûsa) asasını attı; bir de baktılar ki, o, apaçık bir ejderha! 33Elini (koltuğunun altından çekti); bir de baktılar ki, o, görenler için bembeyaz! 34(Fir’avn) çevresindekilere: "Şüphesiz bu, elbette çok bilgili bir sihirbazdır” dedi. 35"Büyüsü ile sizi toprağınızdan çıkarmak istiyor, ne emredersiniz?" 36Dediler: "Onu ve kardeşini beklet, şehirlere toplayıcılar gönder". 37"Sana çok bilgili sihirbazları getirsinler", 38Sihirbazlar belli bir günün belli vaktinde toplatıldı. "Sihirbazlar belli bir günün belli bir vaktinde toplatıldı": Bu da neşe ve bayram günüdür. 39İnsanlara / halka: "Toplandınız mı?” denildi. "İnsanlara denildi": Yani Mısır halkına, İbn Zeyd, bu toplantının İskenderiye’de olduğuna kani olmuştur. 40"Belki biz sihirbazlara tabi oluruz, eğer onlar galip olurlarsa". "Umulur ki, biz sihirbazlara tabi oluruz": Müfessirlerin çoğu, bunlardan Fir’avn’in sihirbazları kastedilmiştir, demişlerdir, mana da: Belki biz onların işine tabi oluruz, demektir. Bazıları da: Mûsa ile Harun kastedilmiştir, demişlerdir. Bunu da ancak alay yollu demişlerdir. İbn Cerir de, burada "lealle", "key = için” manasınadır, demiştir. 41Sihirbazlar gelince, Fir’avn’e: "Gerçekten bize bir ücret var mı, eğer biz galip olursak?” dediler. 42Dedi: "Evet, şüphesiz sizler, o takdirde gerçekten yaklaştırılmış olanlardansınız". 43Mûsa onlara: "Atâ’cağınızı atın” dedi. 44Onlar da iplerini ve sopalarını attılar ve "Fir’avn’in şerefine, gerçekten biz, elbette galipleriz” dediler. "Fir’avn’in şerefine": Onun büyüklüğüne, demektir. 45Mûsa da asasını attı; bir de ne görsünler, o, onların uydurdukları şeyleri yutuyor! 46Bunun üzerine sihirbazlar secdeye atıldılar / kapandılar. 47"Biz, âlemlerin Rabbine iman ettik” dediler. 48"Mûsa ile Harun"un Rabbine". 49(Fir’avn) dedi: "Ben size izin vermeden ona iman ettiniz. Şüphesiz o, size büyücülüğü öğreten büyüğünüzdür; o halde yakında bileceksiniz. Elbette ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazdan keseceğim ve hepinizi elbette asacağım!" "Fele sevfe ta’lemun": Zeccâc: Lâm tekit için dahil olmuştur, demiştir. 50Onlar da: "Zararı yok, şüphesiz biz, Rabbimize döneceğiz” dediler. "Lâ dayra": Yani zararı yok, demektir. İbn Kuteybe şöyle demiştir: Bu: Dârahu yeduruhu ve yediruhu’dan gelir, o da zarar vermek manasınadır. Anlam da şöyledir: Dünyada başımıza gelecek şeylerden dolayı bize zarar yoktur, çünkü biz ahirette bağışlamasını ümit ederek Rabbimize döneceğiz. 51Şüphesiz biz, müminlerin ilki olduğumuz için Rabbimizin, günahlarımızı bağışlamasını umuyoruz". "En künna": "Lien künna” demektir (olduğumuz için). " Müminlerin ilki": Şu anda Mûsa’nın mucizelerine inananların ilki olduğumuz için. 52Mûsa’ya: "Kullarımı gece yürüt; şüphesiz siz takip edileceksiniz” diye vahyettik. 53Fir’avn şehirlere toplayıcılar gönderdi. "Şüphesiz siz takip olunacaksınız": Yani Fir’avn ve kavmi sizi takip edecektir. 54"Şüphesiz bunlar, az bir topluluktur". "Şüphesiz bunlar": Mana şöyledir: Fir’avn, İsrâil oğullarını kastederek: Şüphesiz bunlar dedi. "Leşirzimetün": İbn Kuteybe: Bir taifedir, demiştir. Zeccâc da şöyle demiştir: Şirzime Arap dilinde: Az, demektir. Müfessirler, onların altı yüz b. olduklarını söylemişlerdir. Onları askerlerine nispetle az görmüştür. Askerinin ise sayısı yoktu. 55"Şüphesiz onlar bizi kızdırıyorlar". "Ve innehüm lena leğaizun": Ğazaniş şey’ü dersin ki: Seni kızdırdı, demektir. İbn Cerir şöyle demiştir: Onların kızmaları meleklerin onların ilk doğan çocuklarını öldürmesindendir. Şöyle de demiştir: Muhtemeldir ki, kızmaları onların ödünç aldıkları ziynet eşyalarını yanlarında götürmelerindendir. Onların Mısır toprağından izinsiz ayrılıp çıkmalarından olması da ihtimal dahilindedir. 56Şüphesiz biz, elbette müteyakkız (uyanık) bir topluluğuz". "Ve inna lecemiün hâzirun": İbn Kesir, Nâfi ve Ebû Amr, elifsiz olarak "hâzirun” okumuşlar; kalanlar da elifle "hâzirun” okumuşlardır. Aralarında fark var mıdır? Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Hâzir, hazırlıklı, hazir de, uyanık demektir. Tefsirde şöyle gelmiştir: Hâzirun’un manası: Mu’dun demektir ki, alet ve edavat sahibi, yani sİlâhlı demektir, o da savaş araç ve gerecidir. İkincisi: Onların ikisi aynı manayadır. Ebû Ubeyde şöyle demiştir: Recülün hazirün ve hazürün ve hâzirün, denir. Şerefli makam da: Güzel menzil demektir. 57Böylece onları bahçelerden ve pınarlardan çıkardık. "Böylece": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Bana isyan edene böyle yaparım, demektir. Bunu da İbn Saib, demiştir. İkincisi: Durum böyledir, yani anlattığımız gibidir, demektir. Bunu da Zeccâc, demiştir. 58Hâzinelerden ve şerefli makamlardan. 59İşte böyle. Onları İsrâil oğullarına miras kıldık. "Onları İsrâil oğullarına miras bıraktık": Şöyle ki, Allahü teâlâ Fir’avn’i denizde boğduktan sonra geri Mısır’a döndürdü, Fir’avn'e ve kavmine ait olan mesken ve malları onlara verdi, İbn Cerir de şöyle demiştir: Sadece Fir’avn’in yurdu İsrâil oğullarına miras kılındı, onları Mısır’a döndürmedi, fakat onların yurdu Şam idi. 60Onları sabaha girerlerken takip ettiler. "Fe-etbe’uhüm": İbn Kuteybe: Onlara, yetiştiler, demiştir. "Müşrikıyn": Güneş parlarken, yani doğarken, demektir. Eşrakna: Güneşin doğmasına girdik / şahit olduk; emseyna (sabaha girdik) ve asbahna da (sabaha çıktık) demektir. Hasen ile Eyyub Sahtiyani, şedde ile "fettebeuhum” okumuşlardır. 61İki topluluk birbirini görünce, Mûsa’nın adamları: "Gerçekten bize yetiştiler” dediler. "Fe-lemma tearel cem’ani"; Ebû Recâ’, Nehaî ve A’meş, ranın kesri ve hemzenin fethi ile "teriaye” okumuşlardır ki, her iki fırka birbirini görecek şekilde karşılaşınca, demektir. 62(Mûsa): "Hayır, şüphesiz Rabbim benimledir; bana doğru yolu gösterecektir” dedi. "Hayır": Yani bize asla yetişemezler "şüphesiz Rabbim benimledir, bana doğru yolu gösterecektir": Bana kurtuluş yolunu gösterecektir, demektir. 63Mûsa’ya: "Asanı denize vur” diye vahyettik. Deniz birden ayrıldı; her parçası büyük bir dağ gibi oldu. "Fenfeleka": Bunda gizli kelime vardır: "Fedarabe fenfelaka” demektir, yani asasını vurdu; su on iki yerden fışkırdı "her parçası oldu": Yani onun her parçası oldu, demektir. Ebû’l - Mütevekkil, Ebû’l - Cevza ve Âsım el - Cahderi, lâm ile "küllü fiîkın” okumuşlardır. "Kettavd": Tavd da dağdır. 64Ötekilerini de oraya yaklaştırdık. "Ötekilerini de oraya yaklaştırdık": Yani ötekilerini boğulmaya yaklaştırdık demektir ki, onlar da Fir'avn’in adamlarıdır. Ebû Ubeyde: "Ezlefna": Topladık, demiştir. Zeccâc da: Her iki görüş de güzeldir; çünkü onları toplamak birbirine yaklaştırmaktır, demiştir. Arap dilinde zülfa’nın aslı: Yakınlıktır. İbn Mes’ûd, Übey b. Ka’b, Ebû Recâ’, Dahhâk ve İbn Ya’mur, kafile "ezlakna” okumuşlardır. "Üzlifet” (Şuara: 90) âyetini de kaf ile (üzlikat) okumuşlardır. 65Mûsa’yı da yanındakilerin hepsini de kurtardık. 66Sonra ötekilerini boğduk. 67Şüphesiz bunda elbette bir ibret vardır. Onların çokları mü'minler olmadı. "Şüphesiz bunda elbette bir ibret vardır": Yani Firavn ile kavminin helakinde onlardan sonrakiler için bir ibret vardır, demektir. "Onların çokları mü'minler olmadı": Yani Mısır halkının çoğu mü’minler değildi; sadece Asiye, Fir’avn ailesinin mü’mini Hırbîl, Asiye’nin hizmetkârı ve Mûsa’ya Yûsuf’un kemiklerini gösteren Meryem hatun iman etmişlerdi. Bu kıssada tefsirini vermediğimiz kelimelerin açıklaması da yukarıda geçmiştir. Aynı şekilde bir yerde zikredilmeyenin açıklaması da ya yukarıda geçmiştir yahutta açık olduğu için üzerinde durulmamıştır. Bunun unutulmaması gerekir. 68Şüphesiz Rabbin gerçekten mutlak galip, çok rahmet edendir. 69Onlara İbrahim’in haberini oku. 70Hani, babasına ve kavmine: "Neye tapıyorsunuz?” demişti. 71Onlar da: "Putlara tapıyor; onlara ibadete devam ediyoruz” dediler. 72Dedi: "Çağırdığınız zaman sizi duyuyorlar mı?" "Sizi duyuyorlar mı?": Yani çağırmanızı duyuyorlar mı? Said b. Cübeyr, İbn Ya’mur ve Âsım el - Cahderi, ye’nin zammı ve mîm’in kesri ile "hel yüsmiuneküm” okumuşlardır. Zeccâc şöyle demiştir: İstersen zal’ı açık okursun, istersen de te’ye idgam edersin; Arapça’da bu daha güzeldir, çünkü zal ile te’nin mahreçleri yakındır. 73"Yahut size zarar veya yarar verebiliyorlar mı?" "Yahut size fayda veriyorlar mı?": Yani onlara ibadet ettiğiniz takdirde, "yahut zarar veriyorlar mı?": Onlara ibadet etmediğiniz takdirde. Onlar da atalarını taklit ettiklerinden haber verdiler. 74Dediler: "Hayır, biz atalarımızı böyle yaparlarken bulduk". 75Dedi: "İbadet ettiğiniz şeyleri gördünüz mü? 76Siz ve önceki atalarınız" 77"Şüphesiz onlar benim düşmanımdır; ancak âlemlerin Rabbi hariç". "Şüphesiz onlar benim düşmanımdır (feinnehüm adüvvün lî) ": Bunda da iki düşünce vardır: Birincisi: Onun lâfzı tekil ise de manası çoğuldur, Mana da şöyledir: Onlar benim düşmanlarımdır. İkincisi: Sizin bütün mabutlarınız benim düşmanımdır. Eğer: "Cansız şeylerin düşman olmasının anlamı nedir?” denilirse; cevap iki açıdandır: Birincisi: Onun manası şöyledir: Onlara ibadet ettiğiniz için onlar kıyamet gününde benim düşmanımdır. İkincisi: O, ters çevrilmiş bir cümledir, Mana da şöyledir: Feinni adüvvün lehüm (ben onların düşmanıyım). Çünkü senin düşmanlık ettiğin de sana düşmanlık eder. Bunu da İbn Kuteybe, demiştir. "Ancak âlemlerin Rabbi hariç": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: O, cinsten istisnadır, çünkü onların ilâhlarıyla beraber Allah’a da taptıklarını biliyordu. Bunu da İbn Zeyd, demiştir. İkincisi: Cinsten istisna değildir, Mana da şöyledir: Ancak âlemlerin Rabbi öyle değildir. Bunu da nahivcilerin çoğu söylemiştir. 78"O ki, beni yarattı; beni doğru yola O iletir". "O ki, beni yarattı; beni doğru yola iletir": Yani sırat-ı müstakime, demektir. Sizin taptıklarınız ise edemez. 79"O ki, bana O yedirir ve içirir". "O ki, bana yedirir ve içirir": Yani bana yeme ve içme rızkını veren O’dur. 80"Hasta olduğum zaman bana O şifa verir". Eğer: "Neden hasta olduğum zaman” dedi de, "beni hasta ettiği zaman” demedi?” denilirse? Cevap şöyledir: O, Rabbini övmek istedi, o nedenle mahz-ı hayrı (katışıksız hayrı) O’na isnat etti. Çünkü eğer: "Beni hasta eden” dese idi, kavmi bunu onun için ayıp sayarlardı; o da edepçe güzel olanı kullandı. Bunun benzeri Hızır kıssasında geçmiştir, o, gemiyi arızalandırma hususunda: "Ben istedim” (Kehf: 79) dedi. Mahz-i hayır hususunda da: "Rabbin istedi” (Kehf: 82) dedi. 81"O ki, beni öldürür, sonra da beni diriltir". Eğer: "O ki, beni öldürür” kavli bunu reddeder, denilirse. Cevap şöyledir: O kavim ölümü inkâr etmiyorlar, sadece ona aziz ve celil olan Allah’tan başka sebep gösteriyorlardı. İbrahim de onu aziz ve celil olan Allah’a izafe etti. "Sonra beni diriltir": Yani öldükten sonra diriltir, demektir. Bu da onların kabul ettikleri bir durum idi. Bunu da ancak onları susturmak için dedi, Mana da şöyledir: Bana katıldığınız şey bana muhalefet ettiğiniz şeyde sözümün doğruluğunu gösterir. 82"O ki, ceza gününde günahımı bağışlamasını umuyorum". "O ki, günahımı bağışlamasını dilerim": Yani benim gibilerden sadır olan zellelerde, demektir. Müfessirler, İbrahim bu sözü ile Enbiya suresi, âyet: 63’te geçen üç kelimeyi kastetmiştir, demişlerdir. "Ceza gününde": Yani mahşerde hesap için toplanma gününde, demektir. Bu da ilâhlığa ancak bunları yapan layıktır, diyerek bir protestodur. 83"Rabbim, bana hüküm bağışla ve beni iyilere kavuştur!" "Bana hüküm bağışla": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: Peygamberliktir, bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs'tan, demiştir. İkincisi: Saf akıldır, bunu da İkrime, demiştir. Üçüncüsü: Anlayış ve ilimdir, bunu da Mukâtil, demiştir. "Beni iyilere kavuştur” sözünü de Yûsuf: 101’de, 84"Bana sonrakiler arasında doğru dil / (iyi şöhret) ver". "doğru dil” kavlini de Meryem: 50’de açıklamış bulunuyoruz. Sonrakilerden maksat da, kendisinden sonra kıyamet gününe kadar gelecek olanlardır. 85"Beni Naim cennetinin mirasçılarından kıl!" 86"Babamı bağışla; çünkü o, yolunu şaşıranlardandır". "Babamı bağışla": Hasen şöyle demiştir: Bana ulaştığına göre annesi onun dinine girip Müslüman olmuştu. Bunun için onu zikretmedi. Eğer: "Anamı ve babamı bağışla demişti” (İbrahim: 41) denilirse?" Şöyle cevap verilmiştir: Babası daha çok zikredildiği için böyle demiştir. Mü’min olan annesi için de bağış dilemesi câizdir. Babasının küfründe ise şüphe yoktur. Babasına istiğfar etme sebebini de Tevbe: 113’te, hizy'in manasını da Al-i İmran: 192’de beyan etmiştik. 87"İnsanların diriltilecekleri günde beni rüsva eyleme". 88"O günde mal da oğullar da fayda vermez". "Diriltilecekleri günde": Yani mahlukatın diriltilecekleri günde, demektir. 89"Ancak Allah’a selim kalp ile gelen (hariç)". "Ancak Allah'a selim kalp ile gelen (hariç)": Bunda da altı görüş vardır: Birincisi: Şirkten salim olan, demektir, bunu da Hasen ile İbn Zeyd, demişlerdir. İkincisi: Şüpheden salim demektir, bunu da Mücâhid, demiştir. Üçüncüsü: Selim, yani sağlam, demektir ki, o da mü'minin kalbidir; çünkü kâfir ile münafığın kalbi hastadır. Bunu da Said b. Müseyyeb , demiştir. Dördüncüsü: Selim lügatte: Yılan sokmuş demektir, buna göre Mana şöyledir: Allah korkusundan yılan sokmuş kalp ile kıvranarak gelen hariç, demektir. Bunu da Cüneyd, demiştir. Beşincisi: Mal ve oğullardan selim, demektir, bunu da Hüseyn b. Fadl, demiştir. Altıncısı: Bid’atten selim, sünnetle mutmain, demektir, bunu da Sa’lebî nakletrmştir. 90Cennet müttakilere yaklaştırıldı. "Cennet müttakilere yaklaştırıldı": Yani ona bakmaları için onlara yaklaştırıldı, demektir. 91Cehennem azgınlar için açığa çıkarıldı. "Cehennem çıkarıldı": Yani açığa çıkarıldı, demektir. "Azgınlar için": Onlar da sapıklardır. 92Onlara: "İbadet ettikleriniz nerede?” denildi. "Onlara denildi": Azarlama tarzında, 93"Allah’tan başka. Size yardım ediyorlar mı yahut kendilerine yardım ediyorlar mı?" "Allah’tan başka ibadet ettikleriniz nerede? Size yardım ediyorlar mı?": Yani azabınıza engel olabiliyorlar mı veyahut kendileri de ondan uzak kalabiliyorlar mı? 94Artık onlar da onun içine yüzleri koyun atılmışlardır. "Artık yüzleri koyun atılmışlardır (kübkibu)": Süddi: Onlar müşriklerdir, demiştir. İbn Kuteybe de: Tepeleri üstü atılmışlardır, demiştir. Maddenin aslı "Kübbibu "dur, kebebtül inae (kabı ters çevirdim) sözünden gelir. Bu durumda ortadaki kâfi beye çevirmiştir, çünkü üç benin arka arkaya gelişi dile ağır gelir. Nitekim "kümkimu” demişlerdir ki, bu da "küme "den gelir, aslı "kümmimu "dur (kümelendiler). Zeccâc, manası: Birbirlerinin üzerine atıldılar, demiştir. Bunun da aslı, o şekilde atılmanın tekrar edilmesidir. Sanki atıldığı zaman birkaç kere yalpa yapar, sonra yerleşir. "Azgınlar": Bu hususta da üç görüş vardır: Birincisi: Müşriklerdir, bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Şeytanlardır, bunu da Katâde ile Mukâtil, demişlerdir. Üçüncüsü: İlâhlardır, bunu da Süddi, demiştir. 95İblis’in bütün orduları da. "İblis’in orduları da": Onun ardına düşen cin ve insanlardır. 96Orada çekişirlerken dediler: "Onlar orada çekişirlerken dediler": Yani onlar ve ilâhları, demektir. 97"Allah’a yemin ederiz ki, gerçekten biz apaçık bir sapıklık içinde idik’. "Tallahi in künna": Ferrâ’: Lekad künna (gerçekten biz idik) demiştir. Zeccâc da: Biz başka değil ancak sapıklıkta idik, demiştir. 98"Çünkü sizi âlemlerin Rabbi ile eşit tutardık". "Çünkü sizi eşit tutardık": Yani ibadette Allah’a denk tutardık, demektir. 99"Bizi ancak o günahkârlar saptırdı". "Bizi ancak o günahkarlar saptırdı": Bunlar hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: Şeytanlardır. İkincisi: Onlara uydukları ilkleridir. İkrime de: İblis ile Âdem’in katil oğludur, demiştir. 100"Artık bizim için şefaatçiler yok". 101"Ne de sıcak bir dost". "Bizim için şefaatçiler yoktur": Bunu Peygamberler, melekler ve mü’minler şefaat ettikleri zaman, derler. Cabir b. Abdullah, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’den şöyle dediğini rivayet etmiştir: Cennette bir adam, "Acaba arkadaşım filan ne yaptı?” der. Arkadaşı da cehennemdedir, bunun üzerine Allahü teâlâ: Onun arkadaşını cennete çıkarın, der. O zaman ateşte kalanlar: Bizim için şefaatçiler de sıcak bir dost da yoktur, derler. Hamim: Senin sevdiğin, onun da seni sevdiği yakındır. Mana da şöyledir: Bizim için bizimle ilgilenecek bir yakın yoktur. 102"Keşke bizim için dünyaya bir dönüş olsa da biz de mü’minlerden olsa idik!" "Keşke bizim için bir dönüş olsa": Yani dünyaya bir dönüş olsa, demektir. "Biz de mü’minlerden olsaydık": Allah’ı bir bilenler şefaate nail oldukları gibi biz de nail olsaydık derler. 103Şüphesiz bunda elbette bir ibret vardır. Onların çoğu mü’minler olmadı. 104Şüphesiz Rabbin elbette O, mutlak galip, çok merhamet edendir. 105Nûh kavmi de peygamberleri yalanladı. "Kezzebet kavmü Nûh’ın": Zeccâc şöyle demiştir: Kavm müzekkerdir, mana ise şöyledir: Kezzebet cemaatü kavmi Nûh (Nûh kavmi topluluğu peygamberleri yalanladı). 106Hani, onlara kardeşleri Nûh, "korkmaz mısınız?” demişti. "Hani, onlara kardeşleri Nûh, demişti": Bu kardeşlik soy kardeşliği idi, din kardeşliği değildi. "Korkmaz mısınız?": O’nu birleyerek ve O’na itâat ederek azabından korkmaz mısınız, demektir. 107"Şüphesiz ben sizin için güvenilir bir Rasûlüm". "Şüphesiz ben sizin için güvenilir bir Rasûlüm ": Benimle Rabbim arasındaki elçilikte güvenilir biriyim. 108"Allah’tan korkun ve bana itâat edin". 109"Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbinin üzerinedir". "Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum": Yani tevhide davete karşı demektir. 110"Allah’tan korkun ve bana itâat edin". 111Onlar da: "Sana bayağılar tabi olmuşken sana iman mı edelim?” dediler. "Ve-ttebe’ake’l-erzelûn": Ya’kûb , hemzenin fethi, tenin sükunu ve aynın zammı ile "veetbaükel erzelun” okumuştur. Onlarda da üç görüş vardır: Birincisi: Dokumacılardır, bunu da Dahhâk, İbn Abbâs’tan, demiştir. İkincisi: Dokumacılar ve ayakkabıcılardır, bunu da İkrime, demiştir. Üçüncüsü: Malları ve itibarları olmayan yoksullardır, bunu da Atâ’, demiştir. Bu da onların cahilliğini gösterir, çünkü sanatlar din işlerine zarar vermez. 112Dedi: "Onların ne yaptıkları hakkında bilgim yoktur". "Onların ne yaptıkları hakkında bilgim yoktur": Yani ben onların işlerini ve sanatlarını bilmem, bununla mükellef değilim, ben ancak onları davet etmekle mükellefim. 113"Onların hesabı ancak Rabbimin üzerinedir, eğer bilirseniz". "Hesapları değildir": Yaptıkları şeylerde, "ancak Rabbimin üzerinedir, eğer bilirseniz": Eğer bunu bilirseniz, sanatları hakkında beni ayıplamazsınız. 114"Ben mü’minleri kovacak değilim". "Ben mü’minleri kovacak değilim": Yani ben sizin iddianıza göre onlar sefiller diye imanlarını kabul etmeyecek değilim. 115"Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım". 116Dediler: "Ey Nûh, eğer vazgeçmezsen, mutlaka taşlananlardan olursun". "Mutlaka taşlananlardan olursun": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: Sövülenlerden, bunu da Dahhâk, demiştir. İkincisi: Taşla vurulanlardan, bunu da Katâde, demiştir. Üçüncüsü: Taşla öldürülenlerden, bunu da Mukâtil, demiştir. 117Dedi: "Rabbim, şüphesiz kavmim beni yalanladılar". 118"Artık benimle onların arasını bir açma ile aç; beni de benimle beraber olan mü'minleri de kurtar". "Artık benimle onların arasını bir açma ile aç": Yani benimle onların arasında azapla bir hüküm ver, demektir. "Beni ve benimle beraber olanları kurtar": O azaptan. 119Biz de onu da onunla beraber yüklü gemide olanları da kurtardık. Fülk’ün açıklaması da Bakara: 164’te geçmiştir. Meşhûn da, dolu demektir. Şehantül inae: Kabı doldurmaktır. Nûh'un gemisi de insanlar, kuşlar ve bütün canlılarla dolmuştu. 120Sonra da kalanları boğduk. "Sonra onların ardından suda boğduk": Nûh ve kavminin kurtuluşundan sonra, "kalanları". 121Şüphesiz bunda elbette bir ibret vardır. Onların çoğu mü’minler olmadı. 122Şüphesiz Rabbim elbette O, mutlak galip, çok merhamet edendir. 123Ad (kavmi) elçileri yalanladı. 124Hani, kardeşleri Hûd onlara: "Korkmaz mısınız?” demişti. 125"Şüphesiz ben sizin için güvenilir bir elçiyim". 126"Allah’tan korkun ve bana itâat edin". 127"Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbinin üzerinedir". 128"Her yüksek tepeye bir işaret / alâmet yapıyor eğleniyor musunuz?" "E-tebnûne bi-külli rî’ın": Âsım el - Cahderi, Ebû Hayve ve İbn Ebi Abla, ranın fethi ile "bi-külli rey’in” okumuşlardır. Ferrâ’ da şöyle demiştir: Onların ikisi de lügattir. Sonra onda da üç görüş vardır: Birincisi: O, yüksek mekandır. İbn Ebi Talha, İbn Abbâs’tan şöyle dediğini rivayet etmiştir: Bikülli şerefin (her yüksek yere). Zeccâc da: O, zeminden yüksek yerdir, demiştir. İkincisi: O yoldur, bunu da Dahhâk, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Katâde de öyle demiştir. Üçüncüsü: İki dağ arasındaki geniş yoldur, bunu da mücahit, demiştir. Âyet ise: Alâmet, işaret, demektir. Bu yapı ile neyi kastettiğinde ise üç görüş vardır: Birincisi: Oturmayacağınız meskenler mi yapıyorsunuz, demek istemiştir. Bunu da Atâ’, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Mana da: Yaptıkları lüzumsuz binaları boş saymıştır. İkincisi: Güvercinliklerdir, bunu da Said b. Cübeyr ile Mücâhid, demişlerdir. Üçüncüsü: Onlar geleni geçeni seyretmek üzere yüksek yerlere kuleler yaparlar, onlarla eğlenir ve oynarlardı. Bu mana da Dahhâk’ın görüşünden çıkarılmıştır. 129"Sanki ölmeyecek gibi yapılar yapıyorsunuz". "Yapılar ediniyorsunuz": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: Yüksek saraylardır, bunu da Mücâhid, demiştir. İkincisi: Yer altında su depolarıdır, bunu da Katâde, demiştir. Üçüncüsü: Güvercinliklerdir, bunu da Süddi, demiştir. "Sanki ölmeyeceksiniz gibi": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Ebedi kalacaksınız gibi, bunu da İbn Abbâs ile Ebû Mâlik, demişlerdir. İkincisi: Ebedi yaşamanız için, bunu da Ferrâ’ ile İbn Kuteybe, demişlerdir. İkrime, Nehaî, Katâde ve İbn Ya’mur, tenin refi, hinin sükunu ve şeddesiz “Lâm” ın fethi ile "tuhledun” okumuşlar; Âsım el- Cahderi ile Ebû Hasıyn da, hinin fethi ve “Lâm” ın şeddesi ile "tuhalledun” okumuşlardır. 130"Yakaladığınız zaman zorbalar olarak (zorbaca) yakalıyorsunuz". "Yakaladığınız zaman zorbaca tutuyorsunuz": Mana şöyledir: Kırbaçlarla vurduğunuz zaman zorbalar gibi vuruyorsunuz, ceza verdiğiniz zaman da öldürüyorsunuz. Bunu niçin kabul etmemiştir; çünkü bunu zulüm olarak yapıyorlardı. Zira eğer kılıç veya kırbaç haklı olarak vursalardı, kınanmazlardı. 131"Allah’tan korkun ve bana itâat edin". 132"Size bildiğiniz o şeyle yardım edenden korkun". 133"Size hayvanlarla ve oğullarla yardım etti". 134"Bahçeler ve pınarlarla". 135"Şüphesiz ben sizin için büyük bir günün azabından korkuyorum". "Büyük bir günün azabından": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Dünyada azap edilmezlerdi. İkincisi: Cehennem azabıdır. 136(Kavmi) dediler; "Bize va’z etsen (öğüt versen) de va’z edenlerden olmasan da birdir". 137"Bu, ancak öncekilerin ahlakıdır". "In hâza illâ hulüku’l evvelin": İbn Kesir, Ebû Amr ve Kisâi, hinin fethi ve “Lâm” ın sükunu ile "halku” okumuşlardır. İbn Kuteybe de: Uydurmalarını ve yalan söylemelerini kastetmişlerdir, demiştir. Halaktüll hadise vahtelaktuhu: Sözü uydurdum, demektir. Ferrâ’ da şöyle demiştir: Araplar hurafe için: Ehadisül halk, derler. Âsım, Ebû Amr, Hamze, Halef ve Nâfi, hinin ve “Lâm” ın zammı ile "hulukul evvelin” okumuşlar; İbn Abbâs, İkrime ve Âsım el - Cahderi, hinin ref'i ve “Lâm” ın sükunu ile "hulku” okumuşlardır. Mana da şöyledir: Onların adet ve halleridir. Katâde de şöyle demiştir: Onlar Hûd peygambere: İnsanlar yaşadıkları kadar yaşar, sonra da ölürler; ne dirilme ne de hesap vardır, dediler. 138"Biz azap görecek değiliz". "Biz azap görecekler değiliz": Yani dünyada yaptıklarımızdan dolayı, demektir. 139Böylece onu yalanladılar; biz de onları helak ettik. Şüphesiz bunda gerçekten bir ibret vardır. Onların çoğu müminler olmadı. 140Şüphesiz Rabbin elbette O, mutlak galip, çok merhamet edicidir. 141Semud (kavmi) elçileri yalanladı. 142Hani, kardeşleri Salih onlara: "Korkmaz mısınız?” demişti. 143"Şüphesiz ben, sizin için güvenilir bir elçiyim". 144"Allah’tan korkun ve bana itâat edin". 145"Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbinin üzerinedir". 146"Burada güven içinde bırakılacak mısınız?" "Burada bırakılacak mısınız?": Yani Allah’ın size dünyada verdiği şeylerin içinde, demektir. "Güvende olarak": Ölümden ve azaptan. 147"Bahçelerde ve pınarlarda". 148"Ekinlerde ve tomurcukları yumuşak hurmalıklarda". "Tomurcukları yumuşak (tal’uha hadıym)": Tal’: Meyve demektir. Hedıymde de yedi görüş vardır: Birincisi: O, olgunlaşmış ve yetişmiş, demektir. Bunu da el - Avfi, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. İkincisi: O, iyice kırılan demektir, bunu da Mücâhid, demiştir. Üçüncüsü: Çekirdeği olmayan, demektir. Bunu da Hasen, demiştir. Dördüncüsü: Dibinden kızarmaya başlayan hurma koruğudur, bunu da Said b. Cübeyr, demiştir. Beşincisi: Yumuşak demektir, bunu da Katâde ile Ferrâ’, demişlerdir. Altıncısı: O, birbirinin üstüne binmiş meyve salkımıdır, bunu da Dahhâk, demiştir. Yedincisi: Kabuğu çatlamamış ve açılmamış hurma tomurcuğudur, yani sıkışık ve sert, demektir. Recülün ehdamul keşhayn de bundandır ki, böğür kasları sert olan adamdır. Bunu da İbn Kuteybe, demiştir. 149"Dağlardan şımararak evler yontuyorsunuz". "Ve tenhıtûne mine’l cibâli büyüten fârihîn": İbn Kesir, Nâfi' ve Ebû Amr, "ferihin” okumuşlar, kalanlar da elifle "fârihin” okumuşlardır. İbn Kuteybe: "Ferihin” şımarık ve arsız demiştir. Bunda he’nin ha’dan dönüştüğü de söylenmiştir, yani sevinerek, demektir. "Ferah” bazen sevinçten, bazen de şımarıklıktan olur. "Innallahe layuhibbül ferihin” (Kasas: 76) kavli de bundandır ki, Allah şımaranları sevmez, demektir. Kim de "fârihin” okursa, o da başka bir lügattir; ferih ve fârih denir, ferih ve farih gibi. "Fârihîn": Usta manasınadır diyenler de vardır. İkrime, taş yontmada usta kimseler, demiştir. 150"Allah’tan korkun ve bana itâat edin". 151"Aşırıların emrine itâat etmeyin". "Aşırıların emrine itâat etmeyin": İbn Abbâs: Müşriklerin, demiştir. Mukâtil de: Onlar deveyi kesen dokuz kişidir, demiştir. 152"Onlar ki, yeryüzünde bozgunculuk ediyorlar, ıslahat yapmıyorlar". 153Dediler: "Sen ancak büyülenmişlerdensin". "innema ente mine’l müsahharîn": Zeccâc şöyle demiştir: Sen sehari yani akciğeri olan birisin, mana da: Sen bizim gibi insansın, demiştir. Bunun sihirden etkilenen manasına gelmesi de câizdir ki, anlamı: Sen defalarca büyülenmişsin, demektir. 154Sen ancak bizim gibi bir insansın. Eğer doğru söyleyenlerden isen bir mucize getir". 155Dedi: "İşte bu bir dişi deve; onun bir su içme nöbeti var, sizin de belli bir günün su içme nöbeti var". "Onun bir su içme nöbeti vardır": Yani sudan hissesi vardır, demektir. İbn Abbâs şöyle demiştir: Onun belli bir içmesi vardır, onun yanında bulunmayın, sizin de bir içmeniz vardır, o da sizin yanınızda bulunmasın. Onların günü olduğu zaman suyun başında bulunur, bölüşürlerdi. Devenin günü olduğu zaman bütün suyu içerdi. Katâde şöyle demiştir. Onun içme günü olduğu zaman sularını gündüzün başında içer. Sonunda onlara o kadar süt verirdi. Übey b. Ka’b, Ebû’l - Mütevekkil, Ebû'l - Cevza ve İbn Ebi Able, şinin zammı ile "leha şürbün” okumuşlardır. 156"Ona kötülükle dokunmayın; sonra sizi büyük bir günün azabı yakalar". 157Derken onu kestiler; pişman oldular. "Pişman oldular": İbn Abbâs şöyle demiştir: Deveyi kestikleri için azabı görünce pişman oldular. Azapları da ses ile idi. 158Onları o azap tuttu. Şüphesiz bunda gerçekten bir ibret vardır. Onların çoğu müminler olmadı. 159Şüphesiz Rabbin, elbette O, mutlak galip, çok merhamet edendir. 160Lût kavmi elçileri yalanladı. 161Hani, onlara kardeşleri Lût: "Korkmaz mısınız?" 162"Şüphesiz ben sizin için güvenilir bir elçiyim". 163"Allah’tan korkun ve bana itâat edin". 164Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbinin üzerinedir". 165"Âlemlerden erkeklere mi geliyorsunuz?". "Ete’tûne’z zükrane": O, zeker’in çoğuludur. "Âlemlerden": Yani âdemoğullarından, demektir. 166"Rabbinizin sizin için yarattığı eşlerinizi bırakıyorsunuz. Hayır, siz haddi aşan bir kavimsiniz". "Ve-tezerûne ma-halaka leküm rabbukum min ezvâciküm": İbn Mes’ûd: "Ma aslaha leküm rabbüküm min ezvaciküm” okumuş, bundan da dişi üreme organlarını kastetmiştir. Mücâhid de: Kadınların önünü bırakıp erkeklerin arkalarına yöneldiniz, demiştir. "Hayır, siz haddi aşan bir kavimsiniz": Yani zalim ve mütecavizsiniz, demektir. 167Dediler: "Yemin olsun, ey Lût, eğer vazgeçmezsen, mutlaka çıkarılanlardan olacaksın". "Dediler: Yemin olsun, ey Lût, eğer vazgeçmezsen mutlaka çıkarılanlardan olursun": Yani beldemizden, demektir. 168Dedi: "Şüphesiz ben sizin yaptığınıza kızanlardanım". "Dedi: Şüphesiz ben sizin yaptığınıza kızanlardanım": Yani erkeklere yanaşmanızdan, demektir. "Kaim": İbn Kuteybe: Nefret edenlerdenim, demiştir. Kaleytür recüle: Birinden nefret etmektir. 169"Rabbim, beni ve ailemi onların yaptıkları şeyden kurtar". "Rabbim, beni ve ailemi onların yaptıklarından kurtar": Amellerinin akibetinden, demektir. 170Biz de onu ve tüm ailesini kurtardık. "Biz de onu ve ailesini kurtardık": Bunu da Hûd: 80’de zikretmiş bulunuyoruz. 171Ancak geride kalanlardan yaşlı bir kadın hariç. "Ancak yaşlı bir kadın hariç": O da Lût’un karısıdır. "Geride kalanların içinde": Yani azapta kalanların içinde, demektir. 172Sonra diğerlerini helak ettik. "Sonra diğerlerini helak ettik": Onları yere batırmak ve üzerlerine taş yağdırmakla helak ettik. Bunu da: 173Üzerlerine bir yağmur yağdırdık. Uyarılanların yağmuru ne kötüdür! "Üzerlerine taş yağdırdık” kavli göstermektedir. 174Şüphesiz bunda gerçekten bir ibret vardır. Onların çoğu müminler olmadı. 175Şüphesiz Rabbin, elbette O, mutlak galip, çok merhamet edendir. 176Eyke halkı da elçileri yalanladı. "Kezze ashabul eyketi": İbn Kesir ile İbn Âmir, burada ve Sad: 13’te hemzesiz olarak meftuh te ile "ashabu leykete” okumuşlar; diğerleri ise ikisinde de hemze ve elif ile "eleyketi” okumuşlardır. Bu maddenin izahı da Hicr: 78’te geçmiştir. 177"Hani, onlara kardeşleri Şuayb: "Korkmaz mısınız?” demişti. "İz-kâle lehüm Şuaybün": Eğer: "Niçin, ehuhum” demedi? Hâlbuki A’raf: 85’te, demişti” denilirse, cevap şöyledir: Şuayb, Eyke halkının soyundan değildi; onun için, kardeşleri, demedi. Onlara Medyen’e gönderildikten sonra gelmişti. O, Medyen halkmdandır. Bunun için orada: Kardeşleri, demişti. Bu da Mukâtil b. Süleyman’ın görüşüdür. Biz de Hûd suresi, âyet: 94’te Muhammed b. Ka’b el - Kurazi’den şöyle zikretmiştik: Medyen halkı gölgelik azabı ile azap edildiler. Eğer Mukâtil’in iddia ettiği gibi Eyke halkından değilse de azapta onlara eşit olmuşlardır. Eğer Medyen halkı ile Eyke halkı aynı iseler - ki, bu da İbn Cerir Taberî’nin kanaatidir - kardeş kelimesi akıcılıktan dolayı hazfedilmiş olur. Allah daha iyi bilir. 178"Şüphesiz ben sizin için güvenilir bir elçiyim". 179"Allah’tan korkun ve bana itâat edin". 180"Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbinin üzerinedir". 181"Ölçüyü tam yapın, eksiltenlerden olmayın". "Eksiltenlerden olmayın": Yani ölçüyü eksik tutanlardan olmayın, demektir. Ahsertül keyle vel vezne: ölçüyü ve tartıyı eksik yapmaktır. Biz de kıstas’ı İsra: 35’te zikretmiştik. 182"Doğru terazi ile tartın". 183"İnsanların eşyalarını kısmayın ve yeryüzünde fesatçılar olarak bozgunculuk etmeyin". 184"Sizi de önceki nesilleri de yaratandan korkun". "Vettekullezi halekaküm velcibillete": Yani halakal cibillete, demektir. Mana: Cibi'îe’nin başına ineni hatırlayın, diyenler de olmuştur. "Önceki nesilleri de". Hasen, Ebû Miclez, Ebû Recâ’, İbn Ya’mur ve İbn Ebi Able, cimin ve benin birlikte ref'i, lâm da şeddeli olarak, "velcübüllete” okumuşlardır. Ebû Abdurrahman es - Sülemi, Dahhâk ve Âsım el - Cahderi, cimin kesri, benin sükunu ve lâm da şeddesiz olarak okumuşlardır. İbn Kuteybe şöyle demiştir: Cibille: Halk, demektir. Cübile alâ keza denir ki: Belli karakterde yaratıldı manasınadır. Şair de şöyle demiştir: Ölüm en büyük olaydır, Halkın başına gelenler içinde. 185Dediler: "Sen ancak büyülenmişlerdensin". 186"Sen ancak bizim gibi bir insansın. Gerçekten seni elbette yalancılardan zannediyoruz". 187"Eğer doğru söyleyenlerden isen üzerimize gökten bir parça düşür". "Fe-eskıt aleyna kisefen": İbn Kuteybe: Kisefen, bir parça, demiştir. "Gökten", "kisef", "kisfe’nin çoğuludur, kıta’ ve kıt’a gibi. 188Dedi: "Rabbim yaptıklarınızı pekiyi bilendir". "Rabbim yaptıklarınızı pekiyi bilendir": Yani ölçüyü ve tartıyı noksan tutmanızı, Mana da şöyledir: Dilerse size azap eder; sizin azabınız benim elimde değildir. 189Onu yalanladılar; onları gölge / kara bulut gününün azabı tuttu. Gerçekten o, büyük bir günün azabı idi. "Onu yalanladılar; onları gölge gününün azabı tuttu": Müfessirler şöyle demişlerdir: Allah onların üzerine şiddetli bir sıcak gönderdi; nefes alamadılar, evlerden kaçarak kıra çıktılar; Allah da onların üzerine bir bulut indirdi; onları güneşten gölgeledi. Onun soğukluğunu hissettiler, birbirlerine seslendiler, onlar da onun altında toplandılar. Allah da üzerlerine bir ateş gönderdi. Bu da en büyük azaplardan oldu. Zulle: Onları gölgeleyen buluttur. 190Şüphesiz bunda gerçekten bir ibret vardır. Onların çoğu mü’minler olmadı. 191Şüphesiz Rabbin, elbette O, mutlak galip, çok merhamet edicidir. 192Gerçekten o (Kur’ân) âlemlerin Rabbinin indirmesidir. "Gerçekten o": Yani Kur’ân "le-tenzilü rabbil alemine 193Onu güvenilir Ruh / Cebrâil indirdi. “nezele bi-hi’r ruhul eminü": İbn Kesir, Nâfi, Ebû Amr ve Hafs da Âsım’dan rivayetle şeddesiz olarak "nezele bihi” ref ile "ruhul eminü” okumuşlardır. İbn Âmir, Hamze, Kisâi ve Ebû Bekir de Âsım’dan rivayet ederek, şeddeli ze ile "nezzele", nasb ile de "erruhal emine” okumuşlardır. Ruhul eminden murat edilen de Cebrâil’dir. O, Allahü teâlâ’nın, peygamberlerine gönderdiği vahiy eminidir. 194Senin kalbine, uyarıcılardan olman için. "Senin kalbine": Zeccâc, manası şöyledir, demiştir: Onu sana indirdi, kalbin de onu kavradı, o da yerleşti; artık onu ebediyen unutmazsın. "Uyancılardan olman için": Yani inanmayanları Allah'ın âyetleriyle uyarman için demektir. 195Açık Arapça bir dille. "Açık Arapça bir dille": İbn Abbâs: Anlamaları için Kureyş lehçesiyle demiştir. 196Şüphesiz o, öncekilerin kitaplarındadır. "Ve innehu lefi zübüril evvelin": A’meş be’nin sükunu ile "zübri” okumuştur. İnnehu zamirinde de iki görüş vardır: Birincisi: O, Kur’ân’a râcîdir, Mana da şöyledir: Kur’ân’ın bahsi ve haberi onlardadır, bu da çoğunluğun görüşüdür. İkincisi: O, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e râcîdir. Bunu da Mukâtil, demiştir. Zübür: Kitaplar, demektir. 197Onu İsrâil oğulları bilginlerinin bilmesi onlar için bir delil olmadı mı? "Evelem yekûn ayeten en ya’lemehu ulemau beni İsrâile": İbn Kesir, Nâfi, Ebû Amr, Âsım, Hamze ve Kisâi, ye ile "evelem yekûn lehtim", nasb ile de "ayeten” okumuşlardır. İbn Âmir ile İbn Ebi Able, te ile "tekün", ref ile de "ayeten” okumuşlardır. Ebû İmran el - Cevni ile Katâde de, te ile "tekün", nasb ile de "ayeten” okumuşlardır. Zeccâc şöyle demiştir: Ye ile "yekûn” dersen, "ayeten” şeklinde nasb ile okuman tercih edilir, "en” de kâne’nin ismi, "ayeten” de haberi olur. Mana da şöyledir: İsrâil oğulları Âlimlerinin Peygamberin ve peygamberliğinin hak olduğunu bilmeleri onlar için bir delil, yani her şeyi açıklayan bir işaret olmadı mı? Çünkü İsrâil oğullarından iman eden Âlimleri, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in sıfatını yanlarındaki Tevrat ile İncil’de yazılı olarak buldular. Kim de te ile "evelem tekün", ref ile de "ayetün” okursa, "ayef’i isim kılar, "en ya’lemehu” da "tekün"ün haberi olur. Yine te ile "evelem tekün", nasb ile "ayeten” okumak da câizdir, o zaman "sümme lem tekün fitnetühüm” (En’am: 23) kavli gibi olur. Şa’bî, Dahhâk ve Âsım el - Cahderi de, te ile "en ta’lemehu” okumuşlardır. İbn Abbâs şöyle demiştir: Mekke halkı, Medine’deki Yahudilere adam gönderip Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in durumunu sordular; onlar da: Şimdi çıkma zamanıdır, biz Tevrat’ta onun sıfatım görüyoruz, dediler, Bu da onun doğruluğuna işaret oldu. 198Eğer onu Arapça bilmeyen bazılarına indirseydik de, "Alâ ba’dıl a’cemiyyin": Zeccâc şöyle demiştir: O, a’cem'in çoğuludur, dişili acmae’dir. A’cemu de: düzgün konuşamayan, demektir. A’cemi de öyledir. Acemi ise: Acem cinsinden olan yabancıdır, düzgün konuşup konuşmaması önemli değildir. 199Onu kendilerine okusaydı, yine de ona iman etmezlerdi. "Yine de ona iman etmezlerdi": Yani Kur’ân’ı onlara bir yabancı okusa idi, biz bunu anlamıyoruz der, yine iman etmezlerdi. 200Böylece onu günahkarların kalplerine soktuk. "Böylece onu günahkarların kalplerine soktuk": Bunu da Hicr: 12’de şerh etmiş bulunuyoruz. Burada günahkarlar: Müşriklerdir. 201Acıklı azabı görmedikçe ona iman etmezler. "Ona iman etmezler": Ferrâ’, mana: îman etmemeleri için, demiştir. Acıklı azap da, ölüm anındaki azaptır. 202Azap onlara farkında olmadan ansızın gelir. 203"Bize süre verilir mi?” derler. "Derler": Azap indiği zaman, "bize mühlet verilir mi?": İman ve tasdik etmemiz için bize süre tanınır mı? Mukâtil şöyle demiştir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem onları azapla tehdit edince, "o ne zaman?” dediler. Bunun üzerine Allahü teâlâ: 204Azabamızı mı acele ediyorlar? "Azabımızı mı acele ediyorlar?” dedi. 205Gördün mü, onları yıllarca yararlandırsak da, "Gördün mü, onları yıllarca yararlandırsak da": İkrime: Dünyanın ömrü kadar, demiştir. 206Onlara sonra gelseydi, yine de tehdit edildikleri şeye inanmazlardı. "Sonra da onlara tehdit edildikleri şey gelse": Yani azap gelse, demektir. 207Faydalandıkları şey onlardan ne savar? 208Bir kenti helak ettiysek, mutlaka onların uyarıcıları vardı. "Bir kenti helak ettiysek": Dünyada azapla "mutlaka onların uyarıcıları vardı": Yani onları azapla uyaran elçileri vardı. 209öğüt vermek için. Biz zâlimler olmadık. "Öğüt vermek için": Yani vaaz vermek ve hatırlatmak için, demektir. 210Onu şeytanlar indirmedi. "Onu şeytanlar indirmedi": Âyetin iniş sebebi şöyledir: Kureyş: Kur’ân’ı şeytan getirip Muhammed’in diline atıyor, dediler; bu âyet bunun üzerine indi. Bunu da Mukâtil, demiştir. 211Onlara yaraşmaz da. Buna güçleri yetmez de. "Onlara yaraşmaz da": Yani Kur’ân’ı indirmeleri, "güçleri yetmez de": Onu gökten getirmeye, çünkü onlar melekler ve alevlerle bundan engellenmiştir. 212Çünkü onlar dinlemekten elbette azledilmişlerdir. "Çünkü onlar dinlemekten": Yani gökten inen vahyi dinlemekten "elbette azledilmişlerdir". Artık onu nasıl indirebilirler? Atâ’ da şöyle demiştir: Onlar Kur’ân’ı dinlemekten men edilmişlerdir; çünkü onlar yıldızlarla taşlanırlar. 213öyleyse Allah’lâ beraber başka bir İlâha dua etme; sonra azap edilenlerden olursun. "Öyleyse Allah’lâ beraber başka bir İlâha dua etme": İbn Abbâs şöyle demiştir: Aslında bu uyarı ile başkalarını ikaz ediyor, diyor ki: Sen mahlukatım arasında en kıymetlisisin, eğer benden başka bir İlâh edinirsen sana mutlaka azap ederim. 214En yakın akrabalarını uyar. "En yakın akrabalarını uyar": Buhârî ve Müslim, Ebû Rureyre’den şöyle rivayet etmişlerdir: Allahü teâlâ "en yakın akrabalarını uyar” âyetini indirince, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem kalkıp şöyle dedi: Ey Kureyş, nefislerinizi Allah’tan satın alın, ben sizi Allah’tan gelecek bir şeyden kurtaramam. Ey Abdimenaf oğulları, ben sizi Allah’tan gelecek bir şeyden kurtaramam. Ey Abdülmuttalib oğlu Abbas, ben seni Allah’tan gelecek bir şeyden kurtaramam. Ey Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in halası Safiye, ben seni Allah'tan gelecek bir şeyden kurtaramam. Ey Muhammed'in kızı Fatıme, ben seni Allah’tan gelecek bir şeyden kurtaramam.1 Bir rivayette şöyledir: "Benden ne isterseniz isteyin".2 Bir rivayet de şöyledir: "Ancak bir akrabalığınız vardır, ben de ona göre sıla-i rahim yaparım. 3 1 - Buhârî, Tefsirü suretiş - Şuara, bab, 2; Vesaya, bab, 11; Müslim, hadis no, 348; 351. Tirmizî, Tefsirü suretiş - Şuara, bab, 2; Nesâî, Vesaya, bab, 6; Ahmed, Müsned, 2/323,360, 519. 2 - Müslim, İman, hadis no, 350, Hazret-i Âişe hadisi. 3 - Müslim, Kitabu'l - İman, hadis no, 348, Ebû Hureyre hadisi. "En yakın akrabalarını": En yakın aşiretini demektir. 215Sana tabi olan mü’minlere kanadını indir. 216Eğer sana karşı gelirlerse, "ben yaptığınız şeylerden uzağım” de. "Eğer sana karşı gelirlerse": Yani aşiret, "ben yaptığınız şeylerden uzağım, de": Yaptığınız küfürden demektir. 217Mutlak galip, çok merhamet edene tevekkül et. "Mutlak galip, çok merhamet edene tevekkül et": O’na güven ve işini ona ısmarla. O, intikam almada çok güçlüdür, çok merhametlidir, acele azap etmez. Nâfi ile İbn Âmir, fe ile "fetevekkel” okumuşlardır. Medine ve Şam halkı Mushaflarında da böyledir. 218O zat seni kalktığın zamam görür. "O zat seni kalktığın zaman görür": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: Namaza kalktığın zaman, bunu da İbn Abbâs ile Mukâtil, demişlerdir. İkincisi: Yerinden kalktığın zaman, bunu da Ebû’l - Cevza, demiştir. Üçüncüsü: Boş kaldığın zaman, demektir, bunu da Hasen, demiştir. 219Secde edenler arasında dolaşmanı da. "Dolaşmanı da": Yani senin dolaşmanı görürüz, "secde edenler arasında": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: Seni çıkardığı zaman peygamberlerin sulplerinden, demektir, bunu da İkrime, İbni Abbas’tan rivayet etmiştir. İkincisi: Cemaatle namaz kılarken rukuda secdede ve kıyamda dolaşmanı, demektir, Mana da şöyledir: Seni tek de görür, cemaat içindeyken de görür. Bu da Mukâtil’in dahil olduğu bir grubun görüşüdür. Üçüncüsü: Mü’min ashabının arasında davranışını, gidiş ve gelişini görürüz, demektir. Bunu da Hasen, demiştir. 220Şüphesiz O, hakkıyle işiten, hakkıyle bilendir. 221Şeytanların kimin üzerine indiğini size haber vereyim mi? 222Her günahkar, çok iftiracının üzerine iner. "Şeytanların kimin üzerine indiğini haber vereyim mi?": Bu da: "Kur’ân’ı ona şeytan getiriyor” demelerine reddiyedir. Effak ise: Çok yalancı, esim de: Utanmaz, rezil, demektir. Katâde: Onlar kahinlerdir, demiştir. 223(Onlar şeytanlara) kulak verirler. Onların çoğu yalancılar. "Kulak verirler": Yani Gökten işittiklerini kahinlere atarlar, demektir. "Onların çoğu yalancılar": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Onlar şeytanlardır. İkincisi: Kahinlerdir. 224Şairlere de azgınlar tabi olur. "Veşşuarau yettebiuhumul ğavun": Nâfi, tenin sükunu ile "yetbeuhum” okumuştur; her iki mülahaza da güzeldir. Tebi’tü ve vetteba’tü de denir. Avfi, İbn Abbâs’tan şöyle dediğini rivayet etmiştir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem zamanında iki adam vardı, birbirlerini hicvederlerdi, her birinin yanında da onu tutan azgın taraftarları vardı. Allahü teâlâ da: "Şairlere azgınlar tabi olur,” dedi. İbn Abbâs’tan başka bir rivayet de şöyledir: Onlar müşriklerin şairleridir. Mukâtil de: Abdullah b. Zibe’ra, Ebû Süfyan b. Harb, Hübeyre b. Vehb el - Mahzumi ve diğerleri de onlara dahildir, demiştir. Onlar: Biz de Muhammed gibi, deriz, dediler ve şiir söylediler. Azgınlar başlarına toplanıp şiirlerini dinler ve onlardan aktarırlardı. Azgınlar hakkında da üç görüş vardır: Birincisi: Şeytanlardır, bunu da Mücâhid ile Katâde, demişlerdir. İkincisi: Beyinsizlerdir, bunu da Dahhâk, demiştir. Üçüncüsü: Müşriklerdir, bunu da İbn Zeyd, demiştir. 225Görmedin mi onlar her derede başıboş dolaşırlar. "Elemtere ennehüm fi külli vadin yehimun": Bu da derelerde dolaşanlara misaldir; Mana da şöyledir: Onlar yalan ve boş ne gibi söz sanatı varsa onları kullanır; batılla metheder ve batılla yererler, bir şey yapmadıkları halde: Yaptık, derler. 226Ve gerçekten onlar, yapmadıklarını söylerler. 227Ancak iman edip iyi şeyler yapanlar, Allah’ı çokça zikredip zulme uğradıktan sonra intikam alanlar hariç. Zulmedenler hangi dönüş yerine döneceklerini bilecekler. "Ancak iman edenler hariç": İbn Abbâs şöyle demiştir: Şairleri kınayan âyetler inince, Ka’b b. Malik, Abdullah b. Revaha ve Hassan b. Sabit geldiler: Ya Resûlallah, Allahü teâlâ böyle indirdi, O da bilir ki, biz de şairiz, dediler; bunun üzerine bu âyet indi. Müfessirler: Bu istisna, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’i methedip onu hicvedenleri yeren Müslüman şairleri hakkındadır, demişlerdir. "Allah’ı çok zikredenler": Yani şiir onları Allah’ın zikrinden meşgul etmedi ve bütün düşüncelerini şiire vermediler, demektir. İbn Zeyd de: Şiirlerinde Allah’ı zikredenler, demiştir. Şöyle de denilmiştir: Zikirden maksat: Aziz ve celil olan Allah’a itâat hususunda söylenen şiirlerdir. "İntikam aldılar": Yani müşriklerden "zulme uğradıktan sonra": Çünkü hicvetmeye önce müşrikler başlamışlardı. Sonra müşrik şairleri tehdit edip şöyle dedi: "Eyye munkalebin yenkalibun": Zeccâc şöyle demiştir: "Eyye", "yenkalibun” kavli ile mensubtur, "seya’lemun” kavli ile değil. Çünkü "eyyen” ve diğer istifham edatları makablinde amel etmez, Kelâmın manası şöyledir: Onlar ateşe dönecek ve içinde ebedi kalacaklardır. İbn Mes’ûd, Mücâhid de İbn Abbâs’tan, Ebû’l - Mütevekkil ve Ebû Recâ’, iki te ve iki kaf ve ikisinde de şeddeli lâm ile "eyye mütekallebin yetekallebun” okumuşlardır. Übey b. Ka’b, İbn Abbâs, Ebû’l-Âliyye, Ebû Miclez, Ebû İmran el - Cevni ve Âsım el - Cahderi, ikisinde de fe, sakin iki nun ve iki te ile "eyye münfeletin yenfelitun” okumuşlardır. Şureyh de şöyle derdi: Zâlimler, yerdiklerinin ne kadar şanslı olduğunu bilecekler; zalim azabı bekleyecek, mazlum ise yardımı bekleyecektir. |
﴾ 0 ﴿