29-ANKEBUT SÛRESİMekke’de inmiştir. 69 ayettir. NEREDE İNDİĞİ El - Avfı, İbn Abbâs’tan onun Mekki olduğunu rivayet etmiş; Hasen, Katâde, Atâ’, Cabir b. Zeyd ve Mukâtil de böyle demişlerdir. İbn Abbâs rivâyetinde de o, Medenidir. Müfessir Hibetullah İbn Selame şöyle demiştir: Onun başından onuncu ayete kadar olanlar Mekki’dir, kalanı da Medeni’dir. Başkası da bunun tersini söylemiş: On âyet Medine’de, kalanı da Mekke’de indi, demiştir. Bismillahirrahmanirrahim 1Elif. Lâm. Mîm. 2İnsanlar: "İman ettik” demekle imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı zannettiler? İnsanlar bırakılacaklarını mı zannettiler?": İniş sebebinde üç görüş vardır: Birincisi: Hicret emredilince Müslümanlar Mekke’deki kardeşlerine, hicret etmedikçe islamiyetiniz kabul olunmayacaktır, diye yazdılar. Onlar da Medine’ye doğru çıktılar; Kureyş onlara yetişip onları geri döndürdüler. Bunun üzerine aziz ve celil olan Allah bu sûrenin başından on âyet indirdi. Onlar da bu inen âyetleri onlara yazdılar; onlar da: Biz de çıkarız, eğer bir kimse bizi takip ederse, onunla savaşırız, dediler ve çıktılar. Müşrikler de onları takip edip onlarla savaştılar. İçlerinden kimi öldürüldü, kimi de kurtuldu. Bunun üzerine aziz ve celil olan Allah onların hakkında: "Sonra Rabbin fitneye uğradıktan sonra hicret edenler içindir” (Nahl: 110) âyetini indirdi. Bu da Hasen ile Şa’bî’nin görüşüdür. İkincisi: O, Ammar b. Yasir hakkında indi, çünkü o, aziz ve celil olan Allah uğrunda işkence ediliyordu. Bunu da Ubeydullah b. Ubeyd b. Umeyr, demiştir. Üçüncüsü: O, Hazret-i Ömer’in Bedir’de öldürülen azatlısı Mihce’ hakkında indi, Anası ile babası ona feryat ettiler; Allahü teâlâ da ebeveyni ve karısı hakkında bu âyeti indirdi. "İnsanlar zan mı etti?": İbn Abbâs: İnsanlardan Mekke’de iman eden Ayyaş b. Ebi Rebia, Ammar b. Yasir, Seleme b. Hişam vb. murat edildi, demiştir. Zeccâc da şöyle demiştir: Âyetin lâfzı haber, manası ise onaylama ve azarlamadır, tevili de şöyledir. İnsanlar, iman ettik demekle bırakılacaklarını mı zannettiler, yani yalnız iman ettik demelerine kanaat edileceğini ve imanlarını gerçek şekilde açığa çıkaracak şeyle imtihan edilmeyeceklerini mi zannettiler? "İmtihan edilmeden": Yani imanlarının sadık veya yalan olduğunu bildirecek şeyle denenmeden, demektir. Müfessirlerin bunda da iki görüşleri vardır: Birincisi: öldürülmek ve işkence edilmekle can denemesine tabi tutulmak. Bunu da Mücâhid, demiştir. İkincisi: Emir ve yasaklarla sınavdan geçmek. 3Yemin olsun, gerçekten kendilerinden öncekileri imtihan ettik. Allah sadık olanları da mutlaka bilecek ve yalancı olanları da mutlaka bilecektir. "Yemin olsun, gerçekten kendilerinden öncekileri denedik": Yani onları denedik ve imtihan ettik. "Allah mutlaka bilecektir": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: Allah imtihan sırasında kazasına sabrettikleri takdirde imanlarında samimi olanları gösterecektir. Belâ anında şikayet etmekle de imanlarında yalancı olanları da gösterecektir. Bunu da Mukâtil, demiştir. İkincisi: Ayıracaktır, çünkü O, bunu daha önce de bilmişti. Bunu da Ebû Ubeyde, demiştir. Üçüncüsü: Bunu açığa çıkaracaktır, öyleki bilinir hale gelecektir, bunu da Sa’lebi nakletmiştir. Ali b. Ebû Talib ile Cafer b. Muhammed, yenin zammı ve “Lâm” ın kesri ile "feleyu’limen nallahu” "veleyu’limennel kazibin” "veleyu’limen nallahul lezine amenu veleyu’limen nel münafikin” (Ankebut: 11) okumuşlardır. 4Kötülükleri yapanlar bizi geçeceklerini mi zannettiler? Ne kötü hükmediyorlar! "Em hasibe": Zan mı eder, demektir. "Kötülükleri yapanlar": Şirk işleyenler, "bizi geçeceklerini": Yani elimizden kurtulup bizi çaresiz bırakacaklarını mı, demektir. "Ne kötü hükmediyorlar": Yani bunu zannetmekle nefisleri için verdikleri hüküm ne kötüdür, demektir. İbn Abbâs şöyle demiştir: Bundan Velid b. Muğire, Ebû Cehil, As b. Hişam vd. kastedilmiştir. 5Kim Allah'a kavuşmayı umarsa, şüphesiz Allah'ın eceli (tayin ettiği vakit) elbette gelecektir. O, her şeyi işiten ve bilendir. "Kim Allah’a kavuşmayı umarsa": Bunu da Kehf’in sonunda şerh etmiştik. "Şüphesiz Allah’ın eceli elbette gelecektir": Yani yeniden diriltme için belirlediği vakit, demektir, Mana da şöyledir: O gün için amel etsin. "O, her şeyi işiten": dediğini duyan "ve bilendir” yaptığım bilendir. 6Kim cihad ederse, ancak kendisi için cihad eder. Şüphesiz Allah elbette âlemlerden müstağnidir. "Kim cihad ederse ancak kendisi için cihad eder": Yani sevabı ona döner, demektir. 7İman edip iyi şeyler yapacakların kötülüklerini mutlaka örteceğiz ve onları yaptıklarının en güzeli ile mükafatlandıracağız. "Kötülüklerini mutlaka örteceğiz": Yani onları iptal edeceğiz, öyleki yapılmamış gibi olur. "Onları yaptıklarının en güzeli ile mükafatlandıracağız": Yani amellerinin en güzeli ile ki, o da taattir; onları kötü amelleriyle cezalandırmayacağız. 8İnsana ana babasına iyilik etmesini tavsiye ettik. Eğer o ikisi bilgin olmadığı şeyi bana şirk koşman için seninle uğraşırlarsa, onlara itâat etme. Dönüşünüz yalnız banadır. Yaptıklarınızı size haber vereceğim. "Ve vassaynel insane bivalideyhi hüsna": Übey b. Ka’b, Ebû Miclez ve Âsım el - Cahderi, elifle "ihsanen” okumuşlar; İbn Mes’ûd ile Ebû Recâ’ da ha’nın ve sin'in fethi ile "hasenen” okumuşlardır. Ebû Osman en - Nehdi, Sa’d b. Ebi Vakkas’tan şöyle dediğini rivayet etmiştir: Bu âyet benim hakkımda indi; ben anneme çok muti bir adamdım, ben Müslüman olunca: Ey Sa'd: Bu icat ettiğin din de nedir? Ya bu dinini bırakırsın ya da ölünceye kadar yemem, içmem, seni de bu yüzden kınarlar, anasının katili, derler, dedi. Ben de: Anne, bunu yapma, ben hiçbir şey için dinimi bırakmam, dedim. Birkaç gün yemedi, sonunda bitkin düştü. Sonra bir gün daha yemedi, bunu görünce: Anne, şunu bil ki, eğer senin yüz canın olsa da teker teker çıksa, ben dinimi hiçbir şey için bırakmam; ister ye ister yeme, dedim. Bunu görünce yedi; bunun üzerine de bu âyet indi. Şöyle de denilmiştir: Bu âyet Ayyaş b. Ebi Rebia hakkında indi, onun da annesiyle böyle bir macerası olmuştur. Bazı müfessirler de bu, Lokman 15 ve Ahkaf 15 âyetlerinin Sa’d kıssasında indi, demişlerdir. Zeccâc şöyle demiştir: Kim "hüsnen” okursa, manası şöyledir: Biz insana ana babasına güzel şey yapmasını tavsiye ettik. Kim de "ihsanen” okursa, manası: insana ana babasına iyilik etmesini tavsiye ettik, olur. "Hüsnen” iyilik bakımından daha geneldir. "O ikisi seninle uğraşırlarsa": Ebû Ubeyde şöyle demiştir: Burada mecaz yoluyla zamir hazfedilerek kısaltma cihetine gidilmiştir, mana da: Ona dedik: Eğer seninle uğraşırlarsa, demektir. "Bana şirk koşman için": Manası şöyledir: Bilmediğin ve kimsenin de o hususta bilgisi olmadığı bir şeyi Bana şirk koşman için uğraşırlarsa, "onlara itâat etme". 9İman edip iyi şeyler yapanları mutlaka iyilerin arasına girdireceğiz. "Onları mutlaka iyilerin arasına girdireceğiz (le-nüdhilen nehüm)": Yani onları cennette iyiler zümresine dahil edeceğiz, demektir. Mukâtil de: "fi", "maa” manasınadır, demiştir. 10İnsanlardan kimi: "Allah’a iman ettik” der. Allah uğrunda eziyet görünce, insanların işkencesini Allah’ın azabı gibi sayar. Yemin olsun, eğer Rabbinden bir yardım gelirse, elbette: "Şüphesiz biz de sizinle idik.” derler. Allah, âlemlerin göğüslerindekini daha iyi bilen değil midir? 11Allah iman edenleri de mutlaka bilir ve münafıkları da mutlaka bilir. "insanlardan kimi: Allah’a iman ettik, der": Kimler hakkında indiğinde dört görüş halinde ihtilaf etmişlerdir: Birincisi: O, Müşriklerin Bedir savaşına çıkarıp da onların da dinden döndüğü kimseler hakkında inmiştir. Bunu da İkrime, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. İkincisi: O, dilleriyle iman eden, başlarına Allah’tan bir belâ veya canlarına veyahut mallarına bir musibet geldiği zaman fitneye kapılan kimseler hakkında inmiştir. Bunu da Mücâhid, demiştir. Üçüncüsü: Mekke’deki birtakım münafıklar hakkında inmiştir; başlarına müşriklerden bir belâ geldiği zaman şirke dönerlerdi. Bunu da Dahhâk, demiştir. Dördüncüsü: Ayyaş b. Ebi Rebia hakkında inmiştir; o Müslüman olmuştu; ailesinden ve kavminden canına gelecek riskten korktu, Mekke’den kaçarak Medine’ye çıktı. Bu da Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in Medine’ye gelişinden önce idi. Annesi dayanamadı, kardeşleri Ebû Cehil ile Haris b. Hişam’a - ki, bu ikisi onun anne bir kardeşi idiler - Allah’a yemin ederim ki, onu bana getirmedikçe ne evde yatar, ne yemek yer ne de su içerim, dedi. Onlar da onu aramaya çıktılar; onu yakaladılar; onunla uğraştılar, o da arkalarına düştü, onu annesine getirdiler. Annesi de onu bağladı ve: Allah’a yemin ederim ki, Muhammed’i inkâr etmedikçe bağlarını çözmem, dedi. Sonra da onu kırbaçlamaya başladı; sonunda dayağa dayanamayıp Muhammed aleyhisselam’ı inkâr etti. Bu âyet de onun hakkında indi. Sonra hicret etti ve güzel Müslüman oldu. Bu, İbn Saib ile Mukâtil’in görüşleridir. Mukâtil’in bir rivâyeti de şöyledir: İki kardeşi yolda ona iki yüz sopa vurdular; o da Muhammed’in dininden döndü; bu âyet de bunun üzerine indi. "Allah uğrunda eziyet görünce": Yani imanı sebebiyle bir eziyet veya işkence görünce, "insanların işkencesini": Yani dünyada başına gelen azabı "Allah’ın azabı gibi sayar” ahiretteki azabı gibi sayar. Mü’mine yaraşan sevabı hatırı için Allah uğrunda çektiği eziyete sabretmektir. "Yemin olsun, eğer Rabbinden bir yardım gelirse": Yani devlet mü’minlerin olursa, "elbette şöyle derler": Yani münafıklar mü’minlere derler, "şüphesiz biz de sizinle idik” dininizde idik, derler. Allah onları yalanladı: "Allah âlemlerin göğüslerindekini bilmez mi?” dedi. Yani göğüslerindeki iman ve nifakı, demektir. Biz de bundan sonra gelen âyeti sûrenin başında tefsir etmiştik. 12Kâfirler, iman edenlere: "Yolumuza uyun; günahlarınızı taşıyalım derler. Oysa onlar onların günahlarından hiçbir şey taşıyacak değiller. Şüphesiz onlar elbette yalancılardır. "Yolumuza uyun": Yani dinimize girin, demek istiyorlar. Mücâhid şöyle demiştir: Bu, Kureyş kâfirlerinin Mekke halkından iman edenlere dedikleri sözdür. Onlara şöyle dediler: Ne biz ne siz yeniden dirilecek değiliz, siz bizi dinleyin; eğer bir şey olursa, vebali boynumuzadır. "Velnahmil hatayaküm": Zeccâc şöyle demiştir: Bu, şart veceza hükmünde emirdir, yani: Eğer bizim yolumuza gelirseniz, günahlarınızı yükleniriz, demektir. Ahfeş de şöyle demiştir: Sanki onlar bunu kendi nefislerine emretmişlerdir. Hasen de “Lâm” ın kesri ile "velinahmil” okumuştur. İbn Kuteybe de: Vav zaittir, mana da: Linahmil hatayaküm demiştir. "Şüphesiz onlar elbette yalancılardır": Yüklenecekleri günahlarda verdikleri garanti konusunda. 13Kendi yüklerini de kendi yükleri ile beraber nice yükler de taşıyacaklar. Kıyamet gününde uydurdukları şeylerden elbette sorulacaklardır. "Elbette kendi yüklerini taşıyacaklardır": Yani kendi günahlarını demektir. "Kendi yükleriyle beraber nice yükler": Yani kendi günahlarıyla beraber, demektir ki, o da saptırdıklarının günahlarıdır. Bu: "Kıyamet gününde kendi günahlarının tamamını ve bilgisizce azdırdıklarının da bazı günahlarını taşımaları için” (Nahl: 25) âyeti gibidir. "Kıyamet gününde elbette sorulacaklar": Bu da azarlama ve paylama sorusudur. "Uydurdukları şeylerden": Aziz ve celil olan Allah’a karşı uydurdukları yalandan demektir. Mukâtil de: "Allah’tan size gelecek bütün sorumluluğa kefiliz” sözlerinden, demiştir. 14Yemin olsun, Nûh'u kavmine gönderdik. Aralarında elli sene hariç bin yıl kaldı. Onlar zâlimler iken onları tufan yakaladı. "Yemin olsun, Nûh'u kavmine gönderdik": Bu kıssada Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e teselli vardır, çünkü kendinden önceki peygamberlerin denendiklerini bildirmiştir. Bunda şirkin üzerinde duranlara da ağır tehdit vardır; onlara mühlet verilse de Nûh kavmine daha çok mühlet verilmiş, sonra yakalanmışlardır. "Aralarında elli sene hariç, bin yıl kaldı": Nûh’un ömründe beş görüş halinde ihtilaf etmişlerdir: Birincisi: O, kırk yaşından sonra peygamber gönderildi, kavminin arasında elli yıl hariç, bin sene kalıp onları dine davet etti. Tufandan sonra da altmış yıl yaşadı. Bunu Yûsuf b. Mihran, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. İkincisi: Onların arasında elli yıl hariç, bin sene kaldı, ondan sonra da yetmiş yıl yaşadı. Bütün ömrü b. yirmi yıldır. Bunu da Ka’bu’l - Ahbar, demiştir. Üçüncüsü: O, üç yüz elli yaşında iken peygamber gönderildi, aralarında elli yıl hariç, bin sene kaldı. Bundan sonra da üç yüz elli yıl yaşadı. Bunu da Avn b. Ebi Şeddad, demiştir. Dördüncüsü: Onları dine davet etmeden önce aralarında üç yüz sene kaldı, onları üç yüz sene de davet etti. Tufandan sonra da üç yüz elli sene kaldı. Bunu da Katâde, demiştir. Vehb b. Münebbih de: Elli yaşında peygamber gönderildi, demiştir. Beşincisi: Bu âyet, onun tüm ömrünü bildirmiştir. Bunu da Maverdi nakletmiştir. Eğer: "Elli yıl hariç” demesinin ne faydası vardır? Dokuz yüz elli sene deseydi?” denilirse. Cevap şöyledir: Bundan maksat sayıyı çoğaltmak (abartmak)tır. Bin kelimesi daha abartılı ve sayısı daha çok bir lafızdır. Zeccâc da şöyle demiştir: İstisnanın manası Arap dilinde tekit etmektir; meselâ: Bana kardeşlerin geldi, ancak Zeyd hariç, sözü topluluğun geldiğini tekit eder, Zeyd’i ise çıkarır. Bir şeyin yarısını istisna etmek çok çirkindir, Arap bunu konuşmaz. Ancak eksiltmeyi konuştuğu gibi istisnayı da telaffuz eder. Yanımda bir dirhem vardır, bir kırat eksik, dersin. Eğer: Yarısı eksik, dese idin: Yanımda yarım dirhem vardır, derdin. İstisna Arap dilinde ancak çoktan azı çıkarmak için yapılır. "Onları tufan yakaladı": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: ölümdür, Hazret-i Âişe, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'den "onları tufan yakaladı” kavlinde "ölümdür” dediğini rivayet etmiştir.1 İkincisi: Yağmur, bunu da İbn Abbâs, Sa'd b. Cübeyr ve Katâde, demişlerdir. İbn Kuteybe de: O, şiddet!: yağmurdur, demiştir. Üçüncüsü: Suya boğulmadır, bunu da Dahhâk, demiştir. Zeccâc şöyle demiştir: Tufan: Her şeyden olur; meselâ bir topluluğu kuşatan her çok şeye denir, birçok şehri içine alan yağmur: Tufandır. Hızlı soykırım, ölet de tufandır. "Onlar zâlimlerdir": İbn Abbâs: Kâfirlerdir, demiştir. 15Onu da gemi arkadaşlarını da kurtardık ve bunu âlemlere bir ibret kıldık. "Bunu kıldık": Yani gemiyi, demektir. Katâde şöyle demiştir: Allah onu Cudi’nin tepesinde bir ibret kıldı. Ebû Süleyman Dımeşki de şöyle demiştir: Bundan maksat, onları suda boğma faaliyeti olması da câizdir. "Âyet": İbret demektir. "Âlemler için": Kendilerinden sonra gelenler için. 16İbrahim'i de hatırla, hani, kavmine: "Allah’a ibadet edin ve O’ndan korkun. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır” demişti. "Ve ibrahime": Bu, Nûh’un üzerine atfedilmiştir, mana da: İbrahim'i de gönderdik, demektir. "Bu"; Yani Allah’a ibadet "sizin için daha hayırlıdır": Putlara ibadetten. "Eğer bilirseniz": Sizin için hayırlı olanı şerli olandan. Mana da: Fakat siz bilmezsiniz, demektir. "İnnema ta’budune min dunillahi evsanen": Ferrâ’ şöyle demiştir: "İnnema": Burada tek bir harftir (edattır), "ellezi” manasına değildir. "Ve tahlukune ifken": Bu da "innema"ya dönüktür: İnnema tefalune keza ve innema tefalune keza (sadece şöyle yapıyorsunuz, sadece şöyle yapıyorsunuz) demek gibidir. Mukâtil de şöyle demiştir: Evsan: Putlardır. İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Onun tekili vesen’din, o da taştan veya alçıdan yapılan idoldur. 17"Siz ancak putlara tapıyorsunuz ve yalan uyduruyorsunuz. Şüphesiz Allah’tan başka ibadet ettikleriniz sizin için rızık vermeye sahip değiller. Öyleyse rızkı Allah katında arayın ve O'na ibadet edin. Yalnız O’na döndürüleceksiniz". "Ve tahlukune ifken": İbn Semeyfa ile Ebû’l - Mütevekkil, bir te ilavesiyle "ve tahtelikune” okumuşlardır. Sonra bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Sizin iddianıza göre yalan ilâhlar uyduruyorsunuz. İkincisi: Putlar yapıyorsunuz, Mana da şöyledir: Kendi yaptığınız putlara tapıyorsunuz. Sonra onların acizliklerini "size rızık vermeye sahip değiller” diyerek açıkladı, yani: Size rızık vermeye güçleri yetmez, demektir. "Rızkı Allah’ın katında arayın": Yani rızkı Allah’tan isteyin, çünkü ona gücü yeten O’dur. 18Eğer yalanlarsanız, gerçekten sizden önceki ümmetler de yalanladılar. Peygambere apaçık tebliğden başka bir şey yoktur. "Eğer yalanlarsanız": Bu, Kureyş için tehdittir, "sizden önceki ümmetler de yalanladı": Mana da: Helak edildiler, demektir. 19Görmüyorlar mı Allah, yaratmayı nasıl başlatıyor, sonra da onu tekrar ediyor. Şüphesiz bu, Allah’a kolaydır. "Evelemyerev": İbn Kesir, Ebû Amr ve İbn Âmir, ye ile "yerev” okumuşlar; Hamze ile Kisâi de, te ile okumuşlardır. Âsım’dan da iki kıraat rivayet edilmiştir. Kelâmdan da Mekke kâfirleri kastedilmiştir. "Allah yaratmayı nasıl başlatıyor": Yani onları önce meniden, sonra kan pıhtısından, sonra da bir çiğnem etten başlatıp tam bir mahluk oluncaya kadar nasıl yaratıyor? "Sonra da onu tekrar ediyor": Yani onu ahirette yeniden diriltirken tekrar ediyor, demektir. Ebû Ubeyde mana şöyledir, demiştir. Allah’ın ilk yaratmayı nasıl başlattığını, sonra onu tekrar ettiğini görmediler mi? Bunda da iki lügat vardır: Ebdee ve eade, ism- i faili mübdi’ ve müid’dir, bedee ve ade, bunun ism-i faili de badi’ ve aid’dir. "Şüphesiz bu, Allah’a kolaydır": Yani ilk yaratma ve ikinci yaratma, demektir. 20De ki: "Yeryüzünde gezin de bakın Allah yaratmayı nasıl başlatmış görün. Sonra Allah ahiret oluşumunu yaratır. Şüphesiz Allah her şeye kadirdir. "De ki: Yeryüzünde gezin": Yani yeryüzündeki mahlukata bakın, onları araştırın; Allah’tan başka yaratıcılan var mıdır? O’ndan başka yaratıcı olmadığını bildikleri zaman da yeniden diriltilme hususunda diyecekleri bir şey kalmaz. Bu da: "Sonra Allah ahiret oluşumunu yaratır” sözüdür ki, Allah yeniden diriltme anında onları ikinci kez var eder, demektir. Kurraların çoğu şinin sükunu ve medsiz olarak "enneş’ete” okumuşlardır. İbn Kesir ile Ebû Amr da, med ile "en-neşâete” okumuşlardır. 21(Allah) dilediğine azap eder, dilediğine de merhamet eder. Yalnız ona döndürüleceksiniz. "Dilediğine azap eder": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: O, ahirette onları yeniden var ettiği zamandır. İkincisi: O, dünyadadır. Sonra bunda da beş görüş vardır ki, bunları da Maverdi nakletmiştir: Birincisi: O, dilediğine hırs ile azap eder, dilediğine de kanaatle merhamet eder. İkincisi: Dilediğine kötü huy ile azap eder, dilediğine de güzel huy ile merhamet eder. Üçüncüsü: Bid’atleri izlemekle azap eder, sünnete sarılmakla da merhamet eder. Dördüncüsü: Bütün vaktini dünyaya vermekle azap eder, ondan yüz çevirmekle de merhamet eder. Beşincisi: Dilediğine insanların buğzetmesiyle azap eder, dilediğine de insanların sevmesiyle merhamet eder. "Yalnız O’na döndürüleceksiniz": Yani O’na gönderileceksiniz, demektir. 22Siz ne yeryüzünde ne de gökte (bizi) aciz bırakacak değilsiniz. Sizin için Allah’tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı yoktur. "Yeryüzünde aciz bırakacak değilsiniz": Bunda da Zeccâc’ın naklettiği iki görüş vardır: Birincisi: Siz yeryüzünde aciz bırakamazsınız, göktekiler de gökte aciz bırakamazlar. İkincisi: Siz, yeryüzünde aciz bırakamazsınız, gökte olsanız da bırakamazsınız. Kutrub şöyle demiştir: Bu: Filanca elimden kurtulamaz, ne burada ne de Basra’da sözüne benzer ki, Basra’da olsa da orada da kurtulamaz, demektir. Mukâtil şöyle demiştir: Hitap Mekke kâfirlerinedir, Mana da şöyledir: Allah’ın önüne geçemezsiniz, sonunda sizi kötü amellerinizle cezalandırır. "Sizin için Allah’tan başka ne bir dost": Yani size menfaati dokunacak bir yakın, "ne de bir yardımcı yoktur": Yani Allah’tan gelecek şeye mani olacak, demektir. 23Allah'ın âyetlerini ve O’na kavuşmayı inkâr edenler, işte onlar rahmetimden ümit kesmişlerdir. İşte onlar için acıklı bir azap vardır. "Allah’ın âyetlerini ve O’na kavuşmayı inkâr edenler": Yani Kur’ân’ı ve yeniden dirilmeyi inkâr edenler, "işte onlar rahmetimden ümit kestiler": Rahmette de iki görüş vardır: Birincisi: Cennettir, bunu da Mukâtil, demiştir. İkincisi: Af ve mağfirettir, bunu da Ebû Süleyman, demiştir. İbn Cerir de: Bu, ahirette azap görüldüğü an olacaktır, demiştir. 24Kavminin cevabı ancak: "Onu öldürün yahut yakın” demeleri oldu. Allah da onu ateşten kurtardı. Şüphesiz bunda inanan bir kavım için elbette ibretler vardır. Sonra İbrahim kıssasına döndü, o da: "Kavminin cevabı ancak şu oldu” sözüdür: Yani onları Allah’a davet edip de putlardan men edince, "onu öldürün yahut yakın, demeleri oldu": Bu da onun deliline böyle karşılık vermekle ne kadar akılsız olduklarını göstermektedir. "Allah da onu kurtardı": Mana şöyledir: Onu ateşe attılar, Allah da onu kurtardı "ateşten". "Şüphesiz bunda vardır": İbrahim’i kurtarmasına işaret etmektedir. 25(İbrahim) dedi: "Siz ancak dünya hayatında aranızda sevgi için Allah'tan başka birtakım putlar edindiniz. Sonra kıyamet gününde kiminiz kiminizi inkâr edecek ve kiminiz kiminize lânet edecek. Barınacağınız yer cehennemdir. Ve sizin için yardımcılar yoktur". "Dedi": Yani İbrahim dedi, "innemet tehaztüm min dunillahi evsanen meveddete beyniküm": İbn Kesir ile Ebû Amr, ref ve izafetle "meveddetü beyniküm” okumuşlardır. Zeccâc şöyle demiştir: "Meveddetü” gizli "hiye” zamiri ile merfudür, sanki: Tikle mevedetü beyniküm demiş gibidir, yani putlar üzerinde uzlaşmanız ve birleşmeniz aranızda sevgi oluşturdu, demektir. Bunun da manası şudur: Bu putları edinmeniz, dünya hayatında sevişmeniz içindir. "Ma"nın ellezi manasına olması da câizdir. İbn Abbâs, Said b. Müseyyeb , İkrime ve İbn Ebi Able, ref ile "meveddetü” ve nasb ile de "beyneküm” okumuşlardır. Nafî, İbn Âmir, Ebû Bekir de Âsım’dan rivayet ederek, "meveddeten beyneküm” okumuşlardır. Mana da: Putları sevişmek için edindiniz, demektir. "Beyneküm” de zarf olarak mensubtur, âmili de el-meveddetü’dür. Hamze, Hafs da Âsım’dan rivayet ederek, "meveddete "yi nasb ve izafetle meveddete beyniküm” okumuşlardır. Bu da zarfın kendisine muzaf edilen şeye isim yapılmasını câiz görme esasına dayanır. Müfessirler, Kelâmın manası şöyledir, demişlerdir: Siz bunları ancak aranızda sevgiyi sürdürmek ve onların yanında buluşmak ve toplanmak için edindiniz; bunların zarar ve yarar vermediğini bilirsiniz. "Sonra kıyamet gününde kiminiz kiminizi inkâr eder": Yani liderler, arkalarına düşenlerden alakalarını keser "ve kiminiz kiminize lânet eder". Arkalarına düşenler liderlere lânet ederler; çünkü onlara küfrü onlar süslemişlerdir. 26Ona Lût iman etti. (İbrahim): "Ben Rabbime hicret ediyorum. Şüphesiz O, mutlak galip, hikmet sahibidir” dedi. "Ona Lût iman etti": Yani İbrahim’i tasdik etti, "ve dedi": Yani İbrahim "ben Rabbime hicret ediyorum": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Rabbimin rızasına gidiyorum. İkincisi: Rabbimin emrettiği yere gidiyorum. Böylece Irak düzlüğünden Şam’a hicret etti, müşrik olan kavmini terk etti. 27Ona İshak’ı ve Yakub’u bağışladık. Onun soyuna peygamberlik ve kitap tahsis ettik. Ona mükafatını dünyada verdik. Şüphesiz o, ahirette elbette iyilerdendir. "Ona İshak’ı bağışladık” İsmail'den sonra. "Yakub’u da” İshak’tan. "Onun soyuna peygamberlik verdik": Bu da şöyledir: Allahü teâlâ ne zaman İbrahim’den sonra bir peygamber gönderdiyse mutlaka onun sulbünden göndermiştir. "Ona mükafatını dünyada verdik": Bunda da dört görüş vardır: Birincisi: Güzel addır, bunu da İbn Ebi Talha, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. İkincisi: Güzel övgü ve salih evlattır, bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs'tan rivayet etmiştir. Üçüncüsü: Afiyet, güzel amel ve övgüdür; dünyada hangi milletten biri ile karşılaşsan, mutlaka ona sahip çıkar. Bunu da Katâde, demiştir. Dördüncüsü: Ona cennetteki yeri gösterilmiştir. "Şüphesiz o ahirette elbette iyilerdendir": Bunun da açıklaması Bakara: 130’da geçmiştir, İbn Cerir şöyle demiştir: Orada ona iyilerin mükafatı verilecektir; dünyada verilenden dolayı da ahiretteki mükafatı eksilmeyecektir. Bundan sonrasının açıklaması da 28Lût’u da hatırla. Hani kavmine: "Şüphesiz siz elbette o çirkinliğe geliyorsunuz ki, onda sizi âlemlerden hiçbir kimse geçmemiştir. 29"Gerçekten siz mi erkeklere geliyor, yol kesiyor ve meclisinizde o kötüye geliyorsunuz?” Kavminin cevabı ancak: "Eğer doğru söyleyenlerden isen bize Allah'ın azabını getir” demeleri oldu. "yol kesiyorsunuz” kavline kadar A’raf: 80’de geçmiştir. Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: Onlar o kötü işlerinden dolayı yanlarından geçenlerin yolunu keserlerdi, bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan demiştir. İkincisi: Onlar meclislerine oturduklan zaman yoldan geçenlere taş atar ve yolcunun yolunu keserlerdi. Bunu da Mukâtil, demiştir. Üçüncüsü: Bu, kadınları bırakıp erkeklere yanaşmalarından dolayı nesli (zürriyeti) kesmektir. Bunu da Maverdi nakletmiştir. "Meclislerinizde o kötü harekete geliyorsunuz": İbn Kuteybe şöyle demiştir: Nâdiy: Meclistir, münker de söz ve davranış olarak çirkinlikleri içine alan şeydir. Müfessirlerin bu münkerden murat edilen şey üzerinde de dört görüşleri vardır: Birincisi: Onlar yoldan geçenlere fiske taşı atar ve onlarla alay ederlerdi; işte münker dediği budur. Bunu Ümmü Hani bint Ebû Talib, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’den rivayet etmiştir. İkrime ile Süddi de: Yanlarından geçen herkese fiske taşı atarlardı, demişlerdir. İkincisi: Gömleği ele dolamak, düğmeleri açık bırakmak, eteği sürümek, fiske taşı atmak, güvercin uçurtmak, ıslık çalmak vb. dir. Bunu da Meymun b. Mihran, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Üçüncüsü: O, yellenmedir, bunu da Urve, Hazret-i Âişe’den rivayet etmiştir. Kasım b. Muhammed de böyle tefsir etmiştir. Dördüncüsü: Meclislerde erkeklere yanaşmaktır, bunu da Mücâhid, Katâde ve İbn Zeyd, demişlerdir. Bu âyet; toplanan kimselerin ancak aziz ve celil olan Allah’a yaklaştıracak şey üzerinde birlik olmalarını; alay ve oyun üzerine toplanmamalarını bildirmektedir. 30(Lût) dedi: "Rabbim, bozguncular topluluğuna karşı bana yardım et". "Rabbim, bana yardım et": Yani Azap hakkındaki sözümü tasdik etmekle. 31Elçilerimiz İbrahim’e müjde ile geldikleri zaman: "Şüphesiz biz şu kent halkını helak edeceğiz. Şüphesiz onun halkı zâlimler idiler” dediler. 32(İbrahim) dedi: "Gerçekten orada Lût vardır". Onlar da: "Orada kimlerin olduğunu biz daha iyi biliriz. Onu ve ailesini mutlaka kurtaracağız, ancak karısı hariç. O, geride (azapta) kalanlardan oldu” dediler. 33Elçilerimiz Lût’a gelince: Onlar için tasalandı ve onlar için göğsü daraldı: "Korkma, üzülme; gerçekten biz seni ve aileni kurtaracağız, ancak karın hariç. O, geride (azapta) kalanlardan oldu” dediler. 34"Şüphesiz biz, bu kent halkının üzerine, ettikleri fasıklık yüzünden gökten bir azap indireceğiz". "Şüphesiz biz, şu kent halkını helak edeceğiz": Lût'un kentini kastediyorlar. "Lenünecciyennehu": Nâfi, Ebû Amr, İbn Âmir ve Âsım, iki kelimeyi de şeddeli okuyarak "lenünecciyennehu” ve "ve inna müneccuke” okumuşlardır. Hamze ile Kisâi de şeddesiz okumuşlardır. Ebû Bekir, Âsım’dan rivayet ederek, şedde ile "lenünecciyennehu” ve sakin nun ile de "ve inna müncuke” okumuşlardır. Burada zikretmediklerimizin tefsiri de "biz bu kent halkının üzerine, ettikleri fasıklık yüzünden bir azap indireceğiz” kavline kadar, Hûd: 77’da geçmiştir. Âyette geçen ricz de taşlama ve yere batırmadır. 35Yemin olsun, ondan geriye, aklını çalıştıracak topluluk için apaçık bir ibret bıraktık. "Yemin olsun ondan bıraktık": kinaye yollu söylenen şey hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: O, onlara yaptığı iştir. Buna göre âyette üç görüş vardır: Birincisi: O, bu ümmetin ilklerinin üzerine atılan taşlardır, bunu da Katâde, demiştir. İkincisi: Yeryüzeyindeki kara sudur, bunu da Mücâhid, demiştir. Üçüncüsü: Onlara yapılanı haber vermedir. İkincisi: O, kenttir, buna göre âyetten murad edilen şey hakkında da üç görüş vardır: Birincisi: O, onların harap olan yurtlarıdır, bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Kentlerinde şu ana kadar duran ibret; altının üstüne gelmesi ve çatılarının yere çökmesidir. Bunu da Ebû Süleyman Dımeşki, nakletmiştir. Üçüncüsü: Mana şöyledir: Onu bir ibret olarak bıraktık, meselâ: Gökte ibret vardır, dersin ki, onun kendisi ibrettir, demektir. Bunu da Ferrâ’, söylemiştir. 36Medyen halkına da kardeşleri Şuayb’i (gönderdik). "Ey kaminı, Allah'a ibadet edin, ahiret gününü umun ve yeryüzünde fesatçılar olarak bozgunculuk etmeyin” dedi. "Ahiret gününü umun": Müfessirler şöyle demişlerdir: Amellerinizin karşılığım göreceğiniz yeniden dirilmekten korkun. 37Derken onu yalanladılar; onları sarsıntı tuttu; yurtlarında diz çökerek kaldılar (öldüler). 38Ad ve Semud (kavimlerini) de (helak ettik). Sizin için onların meskenleri meydana çıkmıştır. Şeytan onlara amellerini süsledi; onları yoldan çevirdi, oysa onlar bakıp görenler (basiretli kimseler) idiler. "Ad ve Semud’u da": Zeccâc, mana şöyledir, demiştir: Ad ve Semud’u da helak ettik; çünkü daha önce "onları sarsıntı tuttu” demiştir. "Onların meskenleri sizin için meydana çıkmıştır": Yani ey Mekke halkı, onların Hicaz ve Yemen’de helak ettiğimiz yurtları size görünmüştür. "Onlar bakıp görenler idiler": Yani basiretli kimseler idiler, demektir. Zeccâc da şöyle demiştir: Onlar yaptıklarını yaptılar; bunun sonunun azap olduğu da onlara göründü. Başkası da şöyle demiştir: Onlar kendilerini basiretli ve haklı zannediyorlardı. 39Karun’u, Fir’avn’i ve Haman’ı da (helak ettik). Yemin olsun, gerçekten Mûsa onlara mucizelerle geldi; onlarsa yeryüzünde büyüklük tasladılar ve bizi geçenler (azabımızdan kurtulanlar) olmadılar. "Onlar geçenler olmadılar": Yani Allah’ın onlara yapmak istediğinden kurtulamadılar, demektir. 40İşte onlardan her birini günahı ile yakaladık. Onlardan kiminin üzerine taş (yağmuru) gönderdik, kimilerini korkunç ses yakaladı, onlardan kimilerini yere geçirdik ve onlardan kimilerini suda boğduk. Allah onlara zulmedecek değildi, ancak onlar kendilerine zulmediyorlardı. "İşte her birini günahıyla yakaladık": Yani inanmadığı için cezalandırdık, demektir. "Onlardan kimisine taş gönderdik": Lût kavmini kastediyor. "Onlardan kimisini korkunç ses tuttu": Semud ile Şuayb kavmini kastediyor. "Onlardan kimisini yere geçirdik": Karun ve adamlarını kastediyor. "Onlardan kimini de suda boğduk": Nûh kavmini ve Fir’avn’i kastediyor. "Allah onlara zulmedecek olmadı": Onlara günahsız azap edecek değildi. "Ancak kendilerine zulmediyorlardı": Günahların üzerinde durmakla. 41Allah’tan başka dostlar edinenlerin misali, bir ev (ağ) edinen örümceğin misali gibidir. Şüphesiz evlerin en çürüğü elbette örümceğin evidir, eğer biliyor olsalardı. "Allah’tan başka dostlar edinenlerin misali": Yani yarar ve yardımını umarak putlar edinen müşrikleri demek istiyor. Onların çaresizliklerinin misali "bir ev edinen örümceğin misali gibidir": Sa’leb şöyle demiştir: Ankebut dişidir, bazı Araplar onu erkek kabul ederler. Şair şöyle demiştir: (Hattal dağlarında evleri vardır), Sanki onları örümcekler yapmıştır. 42Şüphesiz Allah, kendisinden başka taptıkları şeyleri bilir. O, mutlak galip, hikmet sahibidir. "Şüphesiz Allah kendisinden başka taptıkları şeyleri bilir": Yani O, kendisinden başka taptıkları şeyleri bilir; ona bu hususta gizli kalmaz, demektir. Mana da şöyledir: Onları küfürlerine karşı cezalandırır. 43İşte bu misalleri insanlara veriyoruz. Onları ancak Âlimler anlarlar. "Bu misaller": Yani Kâfirlerin hallerini benzettiği bu misallar, demektir. "Tilke"nin "hazihi” manasına olduğu da söylenmiştir. "Âlimler": Yani aziz ve celil olan Allah’ı düşünenler anlar, demektir. 44Allah gökleri ve yeri hak ile yarattı. Şüphesiz bunda müminler için gerçekten bir ibret vardır. "Allah gökleri ve yeri hak ile yarattı": Yani hak için ve hakkı açıklamak için demektir. 45Sana kitaptan vahyedileni oku ve namazı dosdoğru kıl. Şüphesiz namaz edepsizlikten ve kötülükten alıkoyar. Elbette Allah’ı zikretmek en büyüktür. Allah yaptıklarınızı bilir. "Şüphesiz namaz edepsizlikten ve kötü şeyden alıkoyar": Namazdan murat edilen şey hakkında iki görüş vardır: Birincisi: O, bilinen namazdır, bunu da çoğunluk, demiştir. Enes b. Malik, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’den şöyle dediğini rivayet etmiştir: Kimi namazı çirkin ve kötü şeylerden men etmezse, o gittikçe Allah'tan uzaklaşır. İkincisi: Namazdan maksat: Kur’ân’dır, bunu da İbn Ömer demiştir, delili de: "Vela techer bisalatike” (İsra: 110) âyetidir. Biz de fahşa ile münkerin manasını yukarıda Bakara: 168 ve Nahl: 90’da şerh etmiştik. Âlimlerin bu âyetin manasında üç görüşleri vardır: Birincisi: İnsan namazı gerektiği gibi ve onda okuduklarını iyice düşünerek eda ederse, namazı onu çirkin ve kötü şeylerden men eder. Bunun gereği ve sonucu budur. İkincisi: O, namazda olduğu sürece onu bunlardan men eder. Üçüncüsü: Mana şöyledir: Namaz çirkin ve kötü şeylerden men etmelidir. "Allah’ı zikretmek en büyüktür": Bunda da dört görüş vardır: Birincisi: Allah’ın sizi zikretmesi, sizin O’nu zikretmenizden daha büyüktür. Bunu İbn Ömer, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’den rivayet etmiş; İbn Abbâs, İkrime, Said b. Cübeyr, Mücâhid vd. de böyle demişlerdir. İkincisi: Allah’ın zikri ondan başka her şeyden daha üstündür, bu da Ebudderda, Selman ve Katâde’nin görüşleridir. Üçüncüsü: Allah’ı namazda zikretmek, seni çirkinlikten ve kötülükten men ettiği şeylerden daha büyüktür. Bunu da Abdullah b. Avn, demiştir. Dördüncüsü: Kul namazda olduğu sürece Allah’ın onu zikretmesi, kulun Allah’ı zikretmesinden daha büyüktür. Bunu da İbn Kuteybe, demiştir. 46Kitap ehli ile ancak en güzel şeyle mücadele edin. Ancak onlardan zâlimler hariç. "Biz, bize indirilene ve size indirilene iman ettik. Bizim İlâhımız ve sizin İlâhınız bir tektir. Biz O’na teslim olanlarız” deyin. "Kitap ehli ile ancak en güzeli ile mücadele edin": En güzeli hakkında da üç görüş vardır: Birincisi: O, lâilâhe illallah'tır. Bunu da Dahhâk, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. İkincisi: O, cizye verdikleri takdirde onlardan vazgeçmektir; eğer kabul etmezlerse, onlarla savaşılır. Bunu da Mücâhid, demiştir. Üçüncüsü: O; Kur’ândır, âyet ve delillerle Allah’a davet etmektir. "Ancak onlardan zâlimler hariç": Onlar da savaş ilan edip cizye vermek istemeyenlerdir ki, onlarla Müslüman oluncaya veya cizye verinceye kadar mücadele edin. "Ve deyin": Onlardan cizye verip de size kitaplarında olanlardan haber verdikleri zaman "biz bize indirilene ve size indirilene iman ettik... “ Ebû Hureyre şöyle demiştir: Ehl-i kitap Tevrat’ı Ibranice okur ve onu Müslümanlara Arapça açıklarlardı; bunun üzerine Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dedi: Bu âyetin neshi üzerinde iki görüş vardır: Birincisi: O, "Allah’aiman etmeyenlerle savaşın.. “(Tevbe: 29) âyetiyle neshedilmiştir. Bunu da Katâde ile Kelbî, demişlerdir. İkincisi: Onun hükmü sabittir (mensuh değildir) bu da İbn Zevd’in kanaatidir. 47İşte böyle, sana da bu kitabı indirdik. Kendilerine kitap verdiklerimiz buna iman ederler. Bunlardan da ona iman eden vardır. Âyetlerimizi ancak kâfirler inkâr ederler. "İşte böyle": Yani onlara kitap indirdiğimiz gibi "sana da bu kitabı indirdik. Kendilerine kitap verdiklerimiz buna iman ederler": Ehl- i kitabın mü’minleri kastediliyor. "Bunlardan": Yani Mekke halkından "kimi ona iman eder": Onlar da Müslüman olanlardır. "Âyetlerimizi ancak kâfirler inkâr ederler": Katâde. İnkar ancak tanıdıktan sonra olur, demiştir. Mukâtil de: Onların Yahudiler olduğunu söylemiştir. 48Sen bundan önce kitaptan okumaz ve onu sağ elinle de yazmazdın. Eğer öyle olsa idi, elbette batılcılar şüphe ederlerdi. "Sen bundan önce kitap okumazdın": Ebû Ubeyde: Manası: Makünte takrau kablehu kitaben (sen bundan önce kitap okumazdın), "min” zaitir, demiştir. "Kablehu "daki he de Kur’ân'a râcîdir, mana da: 3 - Buhârî, Şahadat, bab, 29. Sen vahiyden önce okuryazar değildin, demektir. Onun Tevrat ve İncil’deki sıfatı ümmi olduğu ve okuryazar olmadığı şeklinde idi. Bu da onun getirdiği şeyin Allah katından olduğunu gösterir. "Eğer öyle olsa idi, elbette batılcılar şüphe ederlerdi": Yani eğer okuryazar olsa idin, Yahudiler senden şüphe eder ve: Bizim kitabımızdaki sıfatı böyle değildir, derlerdi. Batılcılar ise: Batılı getirenlerdir ki, burada o hususta iki görüş vardır: Birincisi: Kureyş kâfirleridir, bunu da Mücâhid, demiştir. İkincisi: Yahudilerin kâfirleridir. Bunu da Mukâtil, demiştir. 49Hayır, o (Kur’ân), kendilerine ilim verilenlerin sinelerinde apaçık âyetlerdir. Âyetlerimizi de ancak zâlimler inkâr ederler. "Hayır, o apaçık âyetlerdir": Kapalı şekilde söylenen şey hususunda da iki görüş vardır: Birincisi: O, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’dir. Sonra Kelâmın manasında da iki görüş vardır: Birincisi: Mana şöyledir: Hayır, ehl-i kitabın kendi kitaplarında, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem okuryazar değildir, o ümmidir, diye bulmaları, onların ezberlerinde apaçık âyetlerdir. Bu, İbn Abbâs, Dahhâk ve İbn Cüreyc’in görüşlerdir. Mana şöyledir: Hayır, Muhammed kendilerine ilim verilen ehl-i kitabın göğüslerinde apaçık âyetlerin sahibidir; çünkü onu sıfat ve özellikleriyle buluyorlar. İkincisi: O Kur’ândır, ilim verilenler de: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem zamanında Kur’ân’ı ezberleyenler ve onu sonraki nesillere aktaranlardır. Ezber ancak bu ümmete verilmiştir, onlardan öncekiler ancak bakarak okurlardı. Kitabı kapattıkları zaman ezberlerinde kalmazdı, ancak peygamberler bundan müstesna idiler. Bu da Hasen’in görüşüdür. Burada zâlimlerden murat edilenler hususunda da iki görüş vardır: Birincisi: Müşriklerdir, bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Yahudilerin kâfirleridir, bunu da Mukâtil, demiştir. 50(Kâfirler): "Ona Rabbinden mucizeler indirilmeli değil miydi?” dediler. De ki: "Ancak mucizeler Allah katındadır. Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım". "Dediler": Yani Mekke kâfirleri "levla ünzile aleyhi ayatün min rabbih": Nâfi, Ebû Amr, İbn Âmir ve Hafs da Âsım’dan rivayet ederek, cemi sığasıyla "ayatün” okumuşlardır. İbn Kesir, Hamze, Kisâi ve Ebû Bekir de Âsım’dan rivayet ederek tekil olarak "ayetün” okumuşlardır. Bundan da: Peygamberlerin mucizeleri gibi şeyleri kastetmişlerdir. "De ki: Ancak mucizeler Allah katındandır": Yani onları göndermeye O’nun gücü yeter, onlar benim elimde değildir. Bazı tefsir Âlimleri de: "Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım": kavlinin kılıç âyetiyle mensuh olduğunu iddia etmişlerdir. 51Gerçekten onlara okunan o kitabı sana indirmemiz onlara yetmedi mi? Şüphesiz bunda inanan bir toplum için elbette bir rahmet ve bir öğüt vardır. Sonra aziz ve celil olan Allah: "Sana bu kitabı indirmemiz onlara yetmedi mi?” diyerek istedikleri mucizeler içinden Kur’ân’ın yeteceğini beyan etmiştir. Yahya b. Ca’de şöyle demiştir: Müslümanlardan bazı kimseler Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e yazdıkları yazıları getirdiler; onların içinde de Yahudilerin dedikleri bazı şeyler vardı. Onlara bakınca, onları attı ve şöyle dedi: Bir topluluğun, peygamberlerinin getirdiği şeylerden yüz çevirip de başkalarının getirdiği şeylere rağbet etmeleri onlar için ahmaklık veya sapıklık olarak yeter. Bunun üzerine: "Onlara yetmedi mi?..” âyeti indi. 52De ki: "Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. O göklerde ve yerde olanı bilir. Bâtılla iman edenler, işte onlar ziyan edenlerin ta kendileridir". "De ki: Allah yeter": Müfessirler şöyle demişlerdir: Onlar Kur’ân’a inanmayınca: "De ki: Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter” âyeti indi. Yani benim O’nun Resûlü olduğuma şahitlik etmesi, sizin de yalanladığınıza dair şahitlik etmesi yeter, demektir. Allah'ın ona şahitliği de ona kitap indirmekle mucizesini tespit etmesidir. "Bâtılla iman edenler": İbn Abbâs: Allah’tan başkasına iman edenler, demiştir. Mukâtil de: Şeytana ibadete iman edenler, demiştir. 53Senden azabı acele isliyorlar. Eğer belli bir süre olmasaydı, azap onlara mutlaka gelirdi. Onlar farkında olmadan azap onlara elbette ansızın gelecektir, "Senden azabı acele istiyorlar": Mukâtil şöyle demiştir: Âyet, Nadr b. el - Haris hakkında indi, çünkü o, "üzerimize gökten taş yağdır” (Enfal: 32) demişti. Belli süre hakkında da dört görüş vardır: Birincisi: O, kıyamet günüdür, bunu da Said b. Cübeyr, demiştir. İkincisi: Ölüm anma kadar hayat süresi ve yeniden dirilme anma kadar da ölüm süresidir. Bunu da Katâde, demiştir. Üçüncüsü: Ömürlerinin süresidir, bunu da Dahhâk, demiştir. Dördüncüsü: Bedir savaşı günüdür, bunu da Sa’lebî nakletmiştir. "Veleye’tiyennehüm (onlara elbette gelecektir)": Yani azap gelecektir. Muaz el - Kari, Ebû Nehik ve İbn Ebi Able, te ile "velete’tiyennehüm” okumuşlardır. "Ansızın, onlar farkında olmadan": Onun geldiğinden. 54Senden azabı acele istiyorlar. Şüphesiz cehennem kâfirleri elbette kuşatıcıdır. "Şüphesiz cehennem kâfirleri kuşatıcıdır": Yani onları toplayacaktır. 55O günde ki, azap onları üstlerinden ve ayaklarının altından kaplayacak. (Azap meleği): "Yaptıklarınızı tadın” diyecek. "Veyekulu zuku": İbn Kesir nun ile (venekulu) okumuştur; Nâfi de ye ile okumuştur. Kim ye ile okursa, onların azabı ile görevli melek der ki, olur. Kim de nun ile okursa, Allah’ın emri ile olduğu için O’na nisbet edilmesi câiz olmuştur. "Yaptıklarınızı” kavlinin manası da: İşlediğiniz küfür ve yalanlamanın cezasını tadın, demek olur. 56Ey iman eden kullarım, şüphesiz arzım geniştir; öyleyse sadece bana ibadet edin. "Ya ibadiyellezine amenu": İbn Kesir, Nâfi, Âsım ve İbn Âmir, harekeli ye ile "ya ibadiye” okumuşlardır; Ebû Amr, Hamze ve Kisâi de sakin ye ile (ya ibadiy) okumuşlardır. "İnne ardi vasiatün": Yalnız İbn Âmir ye’nin fethi ile "ardiye” okumuştur. Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: O, Mekke halkından iman edenlere hitaptır, onlara "benim arzım", yani Medine "geniştir” denildi: Artık Mekke toprağında zâlimlere komşu olmayın. Bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan demiştir. Mukâtil de bu şekilde: Âyet Mekke Müslümanlarının zayıfları hakkında indi, demiştir. Yani, eğer Mekke’de imanınızı açıklamada darlık içinde iseniz, Medine toprağı geniştir, demektir. İkincisi: Mana şöyledir: Bir yerde günahlar işleniyorsa, oradan çıkın. Bunu da Said b. Cübeyr, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Atâ’ da böyle demiştir. Üçüncüsü: Sizin için rızkım geniştir, bunu da Mutarrif b. Abdullah, demiştir. "Feiyyaye fa’buduni": Ya’kûb her iki halde de ye ile okumuş; diğerleri ise ye’yi atmışlardır. Zeccâc şöyle demiştir. Onlara Allah'a ibadetin mümkün olmadığı yerden ibadetin mümkün olduğu yere hicret etmelerini emretti; sonra da onları 57Her nefis ölümü tadıcıdır. Sonra da yalnız bize döndürüleceksiniz. "her nefis ölümü tadacaktır” diyerek ölümle korkuttu ki, hicret onlara kolay gelsin. Mana da şöyledir: ölümden korkup da şirk yurdunda ikamet etmeyin. "Sonra bize döndürüleceksiniz": Ölümden sonra, biz de sizi amellerinizle cezalandıracağız. Çoğunluk, hitap te’si ile "turceun” okumuşlar; Ebû Bekir ise Âsım’dan rivayet ederek ye ile okumuştur. 58İman edip iyi şeyler yapanları, mutlaka altlarından ırmaklar akan, içinde ebedi kalıcılar olarak cennetlere yerleştireceğiz. Çalışanların mükafatı ne güzeldir! “Lenübevviennehüm ": İbn Kesir, Nâfi', Âsım, Ebû Amr ve İbn Âmir, be ile "lenübevviennehüm” okumuşlardır ki, manası: Onları indireceğiz, demektir. Hamze, Kisâi ve Halef de, peltek se ile "lenüsviyennehüm” okumuşlardır ki, o da seveytü bilmekâni: Bir yerde ikamet etmekten gelir. Zeccâc şöyle demiştir: Severrecülü: İkamet etmektir. Esveytuhu ise birini ikamet edeceği bir yere indirmektir. 59Onlar ki, sabrettiler ve Rablerine tevekkül ederler. 60Nice canlı vardır ki, rızkını taşımaz; onlara da size de Allah rızık veriyor. O, hakkıyle işiten, her şeyi bilendir. "Nice canlı vardır ki, rızkını taşımaz": İbn Abbâs şöyle demiştir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem Medine’ye çıkmalarını emredince: Ya Resûlallah, Medine’ye çıkacağız, orada ne akarımız ne de malımız var? Bizi kim barındıracak ve bizi kim yedirecek, dediler. Bu âyet bunun üzerine indi. İbn Kuteybe, âyetin manası şöyledir, demiştir: Nice canlı vardır ki, yarın için hiçbir şey kaldırmaz. İbn Uyeyne de şöyle demiştir: İnsan, fare ve karıncadan başka gıda biriktiren canlı yoktur. Müfessirler şöyle demişlerdir: "Onlara Allah rızık veriyor": Yani nereye giderse, demektir. "Size de": Yani eğer Medine'ye hicret ederseniz size de rızık verir, demektir. "O hakkıyle işiten"dir: Medine'de harcayacak bir şey bulamayız, sözünüzü. "Hakkıyla bilendir": Kalplerinizdekini. 61Yemin olsun, eğer onlara: "Gökleri ve yeri kim yarattı; güneşi ve ayı size kim ram ettim?” diye sorsan, elbette, "Allah derler", öyleyse (tevhitten) nasıl da döndürülüyorlar! "Yemin olsun, eğer onlara sorsan": Yani Mekke kâfirlerine, demektir. Onlar O’nun Yaratıcı ve rızık verici olduğunu ikrar ederlerdi. 62Allah, kullarından dilediğine rızkı genişletir de kısar da. Şüphesiz Allah her şeyi hakkıyle bilendir. 63Yemin olsun, eğer onlara: "Gökten kim su indirdi de onunla ölümünden sonra yeri diriltti?” diye sorsan, mutlaka, "Allah” derler. Allah’a hamdolsun, de. Hayır, onların çoğu aklını kullanmazlar. "Allah’a hamdolsun” diye emretmesi şunun içindir; çünkü bu, onları delille ilzam eder ve Allah’ı birlemeye zorlar. "Hayır, onların çoğu aklını kullanmazlar": O’nun Yaratıcı olduğunu ikrar etmelerine rağmen bir olduğunu akıl etmezler. Çoğunluktan maksat da hepsidir. 64Bu dünya hayatı bir eğlence ve bir oyundan başka bir şey değildir. Gerçekten ahiret yurdu, elbette o, hayatın ta kendisidir, biliyor olsalardı! "Bu dünya hayatı bir eğlence ve bir oyundan başka bir şey değildir": Mana da şöyledir: Bu dünya hayatı, az sonra sona erecek bir aldanmadan başka bir şey değildir. "Gerçekten ahiret yurdu", yani cennet "elbette hayatın ta kendisidir (lehiyel hayavan)": Ebû Ubeyde: "Lehiye "deki lâm zaittir, demiştir. Hayavan ile hayat birdir, Mana da şöyledir: Elbette o, içinde ölüm olmayan ve dünyadaki gibi zehir olmayan bir hayattır. "Biliyor olsalardı": Yani eğer bilselerdi, faniden bakiye rağbet ederlerdi, fakat bilmezler. 65Gemiye bindikleri zaman, dini O’na has kılarak Allah’a yalvarırlar. Onları karaya çıkarınca, bakarsın, onlar şirk koşuyorlar. "Gemiye bindikleri zaman": Yani müşrikler "dini O’na has kılarak Allah’a yalvarırlar": Yani yalnız O’na dua ederler. Mukâtil şöyle demiştir: Din tevhid manasınadır, Mana da şöyledir: Onlar, O’na ortaktır, dedikleri şeylere dua etmezler. "Onları çıkardığı zaman": Yani onları denizin korkularından kurtarıp da karaya çıktıkları zaman, "bakarsın onlar şirk koşuyorlardır": Karada. Bu da onların inatlarını haber vermektedir. 66Kendilerine verdiklerimizi inkâr etmeleri ve zevklenmeleri için. Yakında bilirler. "Liyekfuru bima ateynahüm (kendilerine verdiğimiz o şeyi inkâr etmeleri için)": Bu, emir lâm’ıdır, manası da tehdit ve gözdağıdır, tıpkı "istediğinizi yapın” (Fussilet: 40) kavlinde olduğu gibi. Mana da şöledir: Allah’ın onları kurtarma nimetini inkâr etmeleri için. "Veliyetemetteu": İbn Kesir, Hamze ve Kisâi, sakin emir lamı ile okumuşlardır, mana da: Ömürlerinin kalan kısmından istifade etmeleri için, demektir. "Yakında bilirler": Küfürlerinin akibetini. Diğerleri de "liyetemetteu "daki lamı meksur okumuş ve iki lamı da "key” manasına almışlardır, takdiri, likey yekfuru ve liyetemetteu’dur ki, Kelâmın manası şöyle olur: Bakarsın şirk koşarlar, inkâr etmek ve zevklenmek için, yani şirklerinde onlara bir yarar yoktur, ancak küfür ve dünya hayatında zevklendikleri şeyler vardır; ahirette de nasipleri yoktur. 67Görmediler mi, kendileri için güvenilir bir harem kıldık. İnsanlar etraflarından kaçırılıyor. Bâtılla inanıp da Allah’ın nimetini mi inkâr ediyorlar? "Görmediler mi?": Yani Mekke kâfirleri, "gerçekten biz güvenli bir harem kıldık": Yani Mekke, demektir. Bu manayı Kasas: 57’de şerh etmiştik. "İnsanlar çevrelerinden kaçırılıyor": Yani Araplar birbirlerini esir ediyor, Mekke halkı ise güven içinde idiler. "Bâtılla mı inanıyorlar?” Bâtıll hususunda da üç görüş vardır: Birincisi: Şirktir, bunu da Katâde, demiştir. İkincisi: Putlardır, bunu da İbn Saib, demiştir. Üçüncüsü: Şeytandır, bunu da Mukâtil, demiştir. "Yü’minun": Ebû Abdurrahman es - Sülemi ile Âsım el - Cahderi, ikisinde de te ile "tü’minune vebinimetillahi tekfurune” okumuşlardır. "Allah’ın nimetini": Yani Muhammed ve İslâm'ı demektir. Onları yedirir ve güvenli kılarken verdiği nimeti, diyenler de olmuştur. "İnkar ediyorlar": 68Allah’a yalan uydurandan yahut kendisine gelen hakkı yalanlayandan daha zalim kimdir? Cehennemde kâfirler için barınak yok mu? "Allah’a yalan uydurandan daha zalim kimdir?” Yani O’nun şeriki olduğunu iddia eden ve çirkin şeyleri önerenden daha zalim kimdir, demektir. "Yahut kendisine gelen hakkı yalanlayandan": Yani Muhammed ile Kur’ân’ı demektir. "Cehennemde kâfirler için bannak yok mudur?": Bu da onaylama mahiyetinde bir sorudur, Şair Cerir’in şu sözü gibi: Sizler bineklere binenlerin en cömerdi değil misiniz? 69Bizim uğrumuzda cihad edenlere, elbette yollarımızı göstereceğiz. Şüphesiz Allah elbette iyilik edenlerle beraberdir. "Bizim uğrumuzda cihad edenlere": Yani bizin için düşmanlarla savaşanlara "elbette yollarımızı göstereceğiz": Yani onları doğru yolu bulmaya elbette muvaffak kılacağız, demektir. Hidâyetlerini artıracağız, diyenler de vardır. "Şüphesiz Allah elbette iyilik edenlerle beraberdir": Yardım ve desteği ile. İbn Abbâs: İyilik edenlerden kendini birleyelenleri murat etmiştir, demiştir. Başkası da: Mücâhidleri murat ediyor, demiştir. İbn Mübarek şöyle demiştir: Kim zor bir mesele karşısında kalırsa, onu sınırları bekleyenlere sorsun, çünkü Allahü teâlâ: "Onlara yollarımızı elbette göstereceğiz” demiştir. |
﴾ 0 ﴿