30-RUM SÛRESİ

Mekke'de inmiştir. 60 ayettir.

Tamamı ittifakla Mekki’dir.

Bismillahirrahmanirrahim

1

Elif. Lâm. Mîm.

2

Rumlar mağlup oldu.

"Rumlar mağlup oldu": Tefsirciler şöyle demişlerdir: Rumlarla İranlılar arasında savaş vardı; İranlılar Rumları mağlup ettiler. Bu da Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ile ashabına ulaştı, onlara zor geldi. Bundan da müşrikler sevindiler. Çünkü İranlıların kitabı yoktu, öldükten sonra dirilmeyi inkâr eder ve putlara taparlardı. Rumların ise kitabı vardı. Müşrikler, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabına: Sizlerin kitabı var, Hıristiyanların da var; biz ise ümmiyiz. İranlı kardeşlerimiz sizin Rum kardeşlerinizi yendiler; eğer siz de bizimle harp ederseniz mutlaka biz de sizi yeneriz, dediler. Bu âyet bunun üzerine indi. Ebû Bekir de bunu müşriklere götürdü. Onlar da: Bu, senin arkadaşının sözüdür, dediler. O da: Bunu Allah indirdi, dedi. Ebû Bekir’e: Rumların İranlıları mağlup edemeyeceklerine dair seninle bahse gireriz, dediler; o da: Âyette geçen bıd‘ kelimesi üç ilâ on yıldır, dedi. Onlar da: Ortalaması altı yıldır, dediler ve ortaya ödül koydular. Bu da bahis haram edilmeden önce idi. Ebû Bekir, arkadaşlarına döndü; onlara haber verdi, onlar da onu kınadılar: Onu Allah'ın ortaya koyduğu gibi koysaydın"! Eğer Allah istese idi, altı, derdi, dediler. Altı yıl geçince Rumlar İranlıları yenemediler. Yedinci yılda Rumlar İranlıları yendiler. İbn Abbâs rivayet edip şöyle demiştir:

"Elif. Lâm. Mîm. Rumlar mağlup oldu” âyeti inince, Ebû Bekir, Kureyşle bahse girdi, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ona: İhtiyatlı davransa idin, zira âyette geçen bıd’ı yedi - dokuz arasıdır, dedi. Bazıları onların beş yıl tespit ettiklerini demişlerdir. Bazıları da: Üç yıldır, dediler; Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem de: Bıd' ancak üç ile dokuz arasıdır, dedi. 1 Bunun üzerine Ebû Bekir çıktı: Ödülü artırıyor, süreyi de dokuz yıla çıkarıyorum, dedi. Öyle yaptılar; Ebû Bekir onları yendi ve bahislerini aldı.

1 - Aynısını Tirmizî, Tefsirü suretir Rum, bab, 1 ve 3'te İbn Abbâs'tan rivayet etmiştir.

Müşriklerden bahis işini idare edenin kimliği hakkında iki görüş vardır:

Birincisi: Übey b. Haleftir, bunu da Katâde, demiştir.

İkincisi: Ebû Sül'yan b. Harp’tir, bunu da Süddi, demiştir.

3

En yakın yerde. Oysa onlar mağlubiyetlerinin ardından galip geleceklerdir.

"Fi ednel ard": Übey b. ka’b, Dahhâk, Ebû Recâ’ ve İbn Semeyfa, meftuh hemze ve dal ile

"edanil ardı” okumuşlardır ki, Rum toprağının İran toprağına en yakın yerlerinde demek olur.

İbn Abbâs da: O, Şam tarafıdır, demiştir.

Bu yerin adında da üç görüş vardır:

Birincisi: Cezire’dir, orası Rum toprağının İran toprağına en yakın kısmıdır, bunu da Mücâhid, demiştir.

İkincisi: Ezruat ve Kesker'dir, bunu da İkrime, demiştir.

Üçüncüsü: Ürdün ve Filistin’dir, bunu da Süddi, demiştir.

"Onlar": Yani Rumlar,

"min ba'di ğalebihim": Ebudderda, Ebû Recâ’, İkrime ve A’meş “Lâm” ın sükunu ile "ğalbihiın” okumuşlardır ki, İranlıların onları mağlup etmesinden sonra demektir. Ğaleb ve galebe ikisi de iyi lügattir.

"Galip geleceklerdir": İranlılar

4

Birkaç yıl içerisinde. Emir önünde de sonunda da Allah'ındır. O gün mü'minler sevinecekler.

"fi bid’ı “sîn” in": Bıd’ hususunda dokuz görüş vardır, onları da Yûsuf: 42’de zikretmiştik.

Müfessirler şöyle demişlerdir: O, burada yedi yıl manasında kullanılmıştır. Bu da Kur’ân'ın hak olduğunu gösteren gayb ilmindendir.

"önünde sonunda emir Allah'ındır": Yani Rumların mağlubiyetinden ve galip gelmelerinden sonra demektir.

Mana şöyledir: Galibin galibiyeti ve mağlubun mağlubiyeti Allah’ın emri ve takdiri iledir.

"O gün": Yani Rumlar İranlıları mağlup ettiği gün,

"mü'minler Allah’ın (Rumlara) yardımı ile sevinecekler". İki ordunun karşılaşması İranlıların onları mağlup edişinden yedi yıl sonra olmuş ve Rumlar onları yenmişti. Cebrâil gelip Rumların İranlıları yendiği haberini verdi; bu da Bedir savaşı gününe denk geldi. Hudeybiye diyenler de olmuştur.

5

Allah’ın yardımı ile. Allah dilediğine yardım eder. O, mutlak galip, çok merhamet edicidir.

6

Allah’ın va'di olarak. Allah va’dinden asla caymaz, ancak insanların çoğu bilmezler.

"Va'dallah": Yani vaadallahu zalike va’den demektir.

"Allah va’dinden caymaz": Rumların İranlıları yeneceği va’dinden.

"Fakat insanların çoğu": Yani Mekke kâfirleri

"bilmezler": Allah'ın bu hususla ettiği vaatten caymayacağını.

7

Onlar dünya hayatının dışını bilirler. Oysa onlar ahiretten gafildirler.

Sonra Mekke kâfirlerini niteleyip şöyle dedi:

"Onlar dünya hayatının dışını bilirler":

İkrime şöyle demiştir: O da geçim yollarıdır.

Dahhâk da şöyle demiştir: Saraylar yapmayı ve kanallar açmayı bilirler. Hasen de: Ne zaman ekeceklerini ve ne zaman biçeceklerini bilirler. Allah’a yemin ederim ki, bu hususta o kadar mahir idiler ki, birileri tırnağı ile dirhemi kazır; ağırlığını sana haber verirdi, fakat namaz kılmayı bilmezdi.

"Oysa onlar ahiretten gafildirler": Çünkü ona inanmazlar.

Zeccâc şöyle demiştir: Onları ikinci kez zikretmesi tekit içindir; meselâ Zeydün hüve alimün dersin ki, o, Zeydün alilinin sözünden daha kuvvetlidir.

8

Kendi içlerinde düşünmediler mi ki, Allah, gökleri, yeri ve ikisinin arasındaki şeyleri ancak hak ile ve belli bir süre ile yaratmıştır. Şüphesiz insanların çoğu Rablerine kavuşmayı mutlaka inkâr ediciler.

"Kendi içlerinde düşünmediler mi?": Zeccâc, manası şöyledir demiştir:

"Evelem yetefekkeru feyalemu", "feyalemu” lâfzı atılmıştır, çünkü kelâmda ona delalet eden şey vardır.

"Ancak hak ile": Yani hak için ve hakkı yerme getirmek için, demektir,

"belli bir süre ile": o da ceza vaktidir

"Şüphesiz, insanların çoğu Rablerine kavuşmayı mutlaka inkâr ediciler":

Mana şöyledir: Lekafirune bilikai rabbihim, be öne alınmıştır; çünkü o, kafirune’ye bağlıdır;

"inne"nin haberine bağlı olanın da lamdan önce gelmesi câizdir. “Lâm” ın haber geçtikten sonra gelmesinin câiz olmamasında ise nahivciler arasında ihtilaf yoktur. Meselâ: İnne zeyden lekafırün billah, demen câiz değildir: çünkü “Lâm” ın hakkı ya müptedanın yahut haberin başına veyahut ta müpteda ile haberin arasına gelmektir. Zira o, cümleyi teldi eder.

Mukâtil:

"belli bir süre ilekavlinde şöyle demiştir: Göklerle yerin varacağı bir eceli vardır, o da kıyamet günüdür.

"Şüphesiz insanlardan çoğu": Yani Mekke kâfirlerinin demektir,

"Rablerine kavuşmayı": Yani öldükten sonra dirilmeyi

"inkâr edicilerdir".

9

Yeryüzünde gezip bakmadılar mı, kendilerinden öncekilerin akibeti nasıl oldu? Onlar kuvvetçe kendilerinden daha çetin idiler. Yeri kazdılar ve onu kendilerinin imar ettiklerinden daha çok imar ettiler. Peygamberleri onlara açık deliller getirmişti. Allah onlara zulmedecek değildi, ancak onlar kendilerine zulmediyorlardı.

"Yeryüzünde gezip bakmadılar mı?": Yani gezip de kendilerinden önceki ümmetlerin yalanlamaları yüzünden nasıl helak edildiklerine bakıp da ibret almadılar mı?

"Yeri kazdılar": Yani ziraat için altını üstüne getirdiler. Bundan dolayıdır ki, ineğe: Müsiyre (saban çeken) denilmiştir. Übey b. Ka’b, Muaz el - Kari ve Ebû Hayve, medli hemze, meftuh se ve merfu ra ile "âserııl arda” okumuşlardır.

"Onu kendilerininkinden daha çok imar ettiler": Yani Mekke halkının imarından daha çok, demektir. Çünkü onların ömürleri daha uzun ve kuvvetleri daha fazla idi. "Peygamberleri onlara açık deliller getirmişti. Allah onlara zulmedecek değildi": Günahsız yere onlara azap etmekle. "Fakat kendilerine zulmediyorlardı": Küfür ve inkâr sebebiyle. Bu da onların inanmadıkları için helak edildiklerini gösterir.

10

Sonra kötülük edenlerin akibeti, Allah’ın âyetlerini yalandıkları ve onlarla alay ettikleri için pek fena oldu.

Sonra akibellerini bildirip:

"Sonra kötülük edenlerin akibeti pek fena oldu” dedi.

Pek fenada da iki görüş vardır:

Birincisi: O, azaptır, bunu da Hasen, demiştir.

İkincisi: Cehennemdir, bunu da Süddi, demiştir.

"En kezzebu":

Ferrâ’: Lien kezzebu demiştir; lâm atılınca mensûb oldu.

Zeccâc da: Allah’ın âyetlerini yalanlamaları ve onlarla alay etmeleri için, demiştir. Sûa’nın isaet gibi mastar olduğu da söylenmiştir,

Mana da şöyledir: Sonra işlerinin sonu yalanlama oldu, yani bunun üzerine öldüler, demektir. Sanki Allahü teâlâ o kötülüklerine karşılık olarak onları cezalandırmış; kalplerini mühürlemiştir. Sonunda da kendileri için bir azap olmakla o yalanlama üzerinde öldüler, Nahivci Mekki b. Ebi Talib şöyle demiştir: "âkıbelü” lâfzı, kâne’nin ismidir, sûa da haberidir,

"en kezzebu” da mefulunleh’tir. "Sûa"nın

"esau"nun mefulu,

"en kezzebu"nun da kâne’nin haberi olması da câizdir. Kim "âkıbete

"yi mensûb okursa, onu "kâne"nin haberi, "sûa

"yı da ismi yapar.

"En kezzebu"nun kâne’nin ismi olması da câizdir. A’meş de "sûu

"yu merfu okuyarak

"esaus suu” okumuştur.

11

Allah yaratmaya başlar, sonra da onu tekrar eder. Sonra yalnız O’na döndürüleceksiniz.

"Allah yaratmaya başlar, sonra da onu tekrar eder": Yani onları (ince yaratır, sonra da onu ölümün ardından eskisi gibi diriltir.

"Sümme ileyhi türceun": İbn Kesir, İbn Âmir, Hamze, Kisâi ve Hafs da Âsım'dan rivayet ederek, te ile

"turceun” okumuşlardır. Buna göre kelâm (üslup) haberden hitaba dönmüş olur. Ebû Bekir de Âsım’dan rivayet ederek, ye ile okumuştur çünkü daha önce gaip sığası geçmiştir. O'na dönmeden murat edilen de amellerin karşılığıdır. Halk ise mahlukat manasınadır.

"Yuiduhu” demesi, halk lâfzı itibariyledir.

12

Kıyamet kopacağı gün suçlular ümitsizlikten susacaklar.

"Yüblisül mücrimim": İblas kelimesini En’am: 44’te şerh etmiş bulunuyoruz.

13

Onların Allah’tan başka ortaklarından şefaatçileri olmadı. Onlar ortaklarını inkâr ediciler oldular.

"Onlar için ortaklarından olmadı": Yani ibadet ettikleri putlarından

"şefaatçiler” kıyamet gününde.

"Onlar ortaklarını inkâr ediciler oldular": Onlar onlardan uzak dururlar, onlar da onlardan uzak dururlar.

14

Kıyametin kopacağı gün, o gün ayrılırlar.

"O gün ayrılırlar": Bu da hesaptan sonradır ki, bir topluluk cennete, bir topluluk da cehenneme dönerler.

15

İman edip iyi şeyler yapanlara gelince, işte onlar, bir bahçede mesrur olurlar.

"Onlar bir bahçede mesrur olurlar": Havda: Yeşil bitkilerle donanmış yer demektir, Özellikle ravzadan (bahçe'den) bahsedilmesi, Arapların en hoşlandıkları şey olmasındandır.

Ebû Ubeyde şöyle demiştir: Arapların nazarında yeşil bahçeden daha güzel ve ondan daha hoş kokan şey yoktur. Şair A'şa şöyle demiştir:

Yayladaki yeşil ve üzerine şiddetli yağmurun yağdığı

Bahçe kadar akşamüzeri ondan daha güzel ve

Ondan daha hoş kokan bir şey yoktur.

Müfessirler: Bahçeden maksat, cennet bahçeleridir, demişlerdir.

"Mesrur olurlar":

Bunda da dört görüş vardır:

Birincisi: İkram edilirler, bunu da İbn Ebi Talha, İbn Abbâs'tan rivayet etmiştir.

İkincisi: Nimet görürler, bunu da Mücâhid ile Katâde, demişlerdir.

Zeccâc da şöyle demiştir: Habre lügatte: Hoş nağme demektir.

Üçüncüsü: Neşelenirler, bunu da Süddi, demiştir.

İbn Kuteybe de: Yuhberun, sevinirler, demiştir ki, habre: Neşe demektir.

Dördüncüsü: Habr: Cennette musiki dinlemektir, cennet halkı musiki dinlemeye başladıkları zaman ne kadar ağaç varsa çiçek açar. Bunu da Yahya b. Ebi Kesir, demiştir. Yahya b. Muaz’a en güzel hangisidir, dediler; o da şöyle dedi: Ünsiyet çalgılarıyla, kudsiyet kamaralarında, hamd nağmeleriyle, övgü bahçelerinde

"sadakat koltuğunda, güçlü padişahın yanında” (Kamer: 55) demiştir.

16

Kâfir olup âyetlerimizi ve ahirete kavuşmayı yalanlayanlara gelince, işte onlar da azapta hazır edilmişlerdir.

"İşte onlar azapta hazır edilmişlerdir": Yani onlar ebedi olarak azaba hazır edilmişlerdir, onlardan hafifletilmez.

17

Akşamladığınız ve sabahladığınız zaman Allah'ı tesbih edin.

Sonra cennetin ne ile elde edileceği ve cehennemden ne ile uzaklaşılacağım zikredip

"Allah’ı akşamladığınız ve sabahladığınız zaman tesbih edin” dedi.

Müfessirler, mana şöyledir, demişlerdir: Akşamladığınız yani akşama girdiğiniz zaman Allah için namaz kılın, "sabahladığınız zaman da": Yani sabaha girdiğiniz zaman da namaz kılın, demektir, "öğleye girdiğiniz zaman da": Zahiyre: Zeval vaktidir.

"Aşiyyen": Yani O’nu gündüzün sonunda da tesbih edin, demektir. Bu âyet beş vakit namazı toplamıştır:

"Akşamladığınız” kavli akşamla yatsıyı;

"sabahladığınız zaman” sabah namazını,

"aşiyyen” ikindiyi

"öğleye girdiğiniz zaman da” öğleyi hatırlatmaktadır.

18

Göklerde ve yerde hamd O'nundur, Gündüzün sonunda ve öğleye girdiğiniz zaman da (O'nu tesbih edin).

"Göklerde ve yerde hamd O'nundur": İbn Abbâs söyle demiştir: Gök ve yer halkı O’na hamd eder ve O'nun için namaz kılarlar, demiştir.

19

Ölüden diriyi çıkartır. Yeri ölümünden sonra diriltir, (siz de böyle kabirlerden) çıkarılırsınız.

"Ölüden diriyi çıkarır": Bunda da bazı görüşler vardır ki, bunları Al-i İmran: 27’de zikretmiştik.

"Yeri ölümünden sonra diriltir": Yani onu üzerinde bitki yokken bitirecek hale getirir. İşte onun dirilmesi budur. "Ve kezalike tuhrecun": İbn Kesir. Nâfi, Âsım, Ebû Amr ve İbn Âmir, tenin zammı ile

"tuhracun” okumuşlardır. Hamze ile Kisâi de fetha ile okumuşlardır. Maksat: Kıyamet gününde yerden çıkarılırsınız demektir, yani yeri bitki ile dirilttiği gibi sizi de ölümden sonra can vermekle diriltir.

20

Sizi topraktan yaratması O’nun delillerindendir. Sonra birden siz (yeryüzüne dağılan) beşersiniz.

"O'nun delillerinden biri de"; Yani kudretinin delillerinden, demektir. "Sizi topraktan yaratması": Yani Âdem’i yaratmasıdır, çünkü o, beşerin aslıdır. "Sonra beşersiniz": Yani etten ve kandan oluşmuş beşersiniz ki, onun zürriyetini kastediyor.

"Dağılan": Yani yeryüzüne dağılan, demektir.

21

O'nun delillerinden (biri de) size kendilerine ısınasınız diye kendinizden eşler yaratması ve aranıza sevgi ve merhamet koymasıdır. Şüphesiz bunda iyice düşünen bir toplum için gerçekten ibretler vardır.

"Sizin için kendinizden eşler yaratması":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Bundan Âdem'i kastediyor; Havva’yı onun eğesinden yaratmıştır. Bu da Katâde'nin görüşünden alınmıştır.

İkincisi: Mana şöyledir : Sizin için sizler gibi insandan eşler yarattı, onları başka cinsten yaratmadı. Bunu da Kelbî, demiştir.

"Kendilerine ısınasınız diye": Yani onlara sokulasınız diye.

"Aranızda sevgi ve merhamet kıldı": Çünkü eşler akraba olmadıkları halde birbirlerini sever ve merhamet ederler. "Şüphesiz bunda": Yani zikrettiği sanatında

"iyice düşünenler için gerçekten ibretler vardır": Allah'ın kudret ve ululuğunu düşünenler için demektir.

22

O'nun delillerinden (biri de) gökleri ve yeri yaratması, dillerinizin ve renklerinizin değişik olmasıdır. Şüphesiz bunda âlemler için gerçekten ibretler vardır.

"Dillerinizin değişik olması": Yani dillerin Arapça, yabancı vs. olması,

"renklerinizin” çünkü insanlar siyah, beyaz ve kızıldırlar, hâlbuki onlar bir erkekle bir kadının çocuklarıdırlar. Dillerin değişikliğinden nağme ve seslerin farklı olması murat edilmiştir, diyenler de vardır. Öyleki ana baba bir kardeşlerin bile sesleri birbirine benzemez. Renklerin farklılığından maksat da: Suretlerin değişik olmasıdır. Şekilleri benzeştiği halde iki suret birbirine benzemez.

"İnne fi zalike ieayatin lilalimin": İbn Kesir, Nâfi, Ebû Amr, İbn Âmir, Hamze, Kisâi, Ebû Bekir de Âsım rivâyetinde “Lâm” ın fethi ile "lilalemin” okumuşlardır. Hafs da Âsım'dan rivayet ederek “Lâm” ın kesri ile

"Malimin” okumuştur.

23

O’nun delillerinden (biri de) gece ve gündüz uyumanız ve lütfundan aramanızdır. Şüphesiz bunda işiten bir toplum için gerçekten ibretler vardır.

"Ve min ayatihi menamüküm billeyli vennehari": Menam nevm manasınadır,

Ebû Ubeyde: Menam nevm gibi mastardır, demiştir, tıpkı karne yekuımı kıyamen ve mekaman gibi.

Müfessirler, âyetin takdiri şöyledir, demiştir: Menamüküm billeyli (gece uyumanız)

"ve lütfundan istemeniz” o da gündüz rızık aramaktır. "Şüphesiz bunda işiten bir toplum için gerçekten ibretler vardır": İbret almak, düşünmek ve tefekkür etmek dinleyen için demektir.

24

O’nun delillerinden (olarak) size korku ve ümit (vermek) için şimşeği gösterir ve gökten su indirip onunla ölümünden sonra yeri diriltir. Şüphesiz bunda aklını çalıştıran bir toplum için gerçekten ibretler vardır.

"Ve min ayatihi yüriykümül berka” lügatçiler:

"En"in atılma sebebi kelâmda ona delalet eden şey olduğu içindir, demiştir. Delil için şu şiirleri getirmişlerdir:

Zaman ancak iki defadan ibarettir:

Bir defasında ölürüm, öbüründe de yorularak rızık ararım.

Manası: Fetareten emutu fiha, demektir. Şair Tarafa da şöyle demiştir:

Ey kavgaya katılmamı istemeyen kimse.

En ahdura demek istemiştir. Biz de korku ve ümidin manasını Ra'd suresinde şimşeğin gösterilmesi meselesinde şerh etmiştik.

25

O’nun delillerinden (biri de) göğün ve yerin O'nun emri ile durmasıdır. Sonra sizi bir davetle çağırdığı zaman hemen yerden çıkarsınız.

26

Göklerde ve yerde kimler varsa, hepsi O'na boyun eğicidir.

"Yerin ve göğün durması": Yani ayakta devam etmesi demektir.

"O’nun emri ile. Sonra sizi bir davetle davet ettiği zaman": O davet de İsrafil’in aziz ve celil olan Allah’ın emriyle sura son kez üfürmesidir.

"Yerden": Yani kabirlerinizden "siz hemen çıkarsınız": Onlardan. Bundan sonrasının tefsiri

"ve hüve ehvenü aleyhi” kavline kadar Bakara: 116 ve Ankebut: 19’da geçmiştir.

27

O ki, yaratmaya başlar ve onu tekrar eder. O, O’na pek kolaydır. Göklerde ve yerde en yüce misal O’nundur. O mutlak galip, hikmet sahibidir.

"Ve hüve ehvenü aleyhi":

Bunda da dört görüş vardır:

Birincisi: Yaratmayı tekrar etmek O’nun için başlamaktan daha kolaydır, gerçi hepsi de ona kolaydır, bunu da Mücâhid ile Ebû’l - Âliyye demişlerdir.

İkincisi:

"Ehven” "heyyin” manasınadır, mana da: Ona kolaydır, demektir. Bazen

"ef'al” kalıbı, "fail” kalıbının yerine konulur, meselâ ezanda, Allahu ekber kavli, Allahu kebir yerinde kullanılmıştır. Şair Ferezdak şöyle demiştir:

Göğü yükselten Allah bize öyle bir bina yapmıştır ki,

Dayanakları sağlam ve uzundur.

Man b. Evs el - Müzeni de şöyle demiştir:

Hayatına yemin ederim ki, ben korkuyorum;

ölümün hangimize daha önce geleceğinden.

Ve inni levecilün demeklir. Başkası da şöyle demiştir:

Sabahleyin kalktım, senden yüz çeviriyorum,

Sana yemin ederim ki, yüz çevirmekle beraber sana meyyalim.

Şöyle bir beyit de aktarmışlardır:

Bazı adamlar ölmemi arzuluyorlar, eğer ölürsem,

Bu yol yalnız benim gittiğim yol değildir ki,!

Yani, evhad’i, vahid yerinde kullanmıştır. Bu, Ebû Ubeyde’nin görüşüdür. Bu, Hasen ile Katâde’den de rivayet edilmiştir, Übey b. ka’b, Ebû İmran el - Cevni ve Cafer b. Muhammed, "ve hüve heyyinûn aleyhi” okumuşlardır.

Üçüncüsü: O, kullara akıllarının ereceği şekilde hitap etmiş; onlara öldükten sonra dirilmenin kemli takdir ve kararlarında başlamaktan daha kolay olması gerektiğini bildirmiştir; binaenaleyh kim baştan yaratmaya kadir ise öldükten sonra diriltmek onun için daha kolay olur. Bu; Ferrâ’, Müberrid ve Zeccâc’ın tercihi, Mukâtil’in de görüşüdür. Bu görüşlere bakılırsa

"aleyhi” deki “He” zamiri Allahü teâlâ’ya râci olur.

Dördüncüsü: “He” zamiri mahluka incidir, çünkü onu meni, sonra kan pıhtısı, sonra bir çiğnem et şeklinde O yarattı; kıyamet gününde de ona

"ol” der, o da oluverir. Bunu Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir; Kutrub’un tercihi de budur.

"En yüce misal O’nundur":

Müfessirler şöyle demişlerdir: En yüce sıfatlar O’nundur "göklerde ve yerde": O da O’ndan başka İlâh’ın olmadığıdır.

28

Size kendinizden bir misal getirdi: Sizin sağ ellerinizin sahip olduklarından size verdiğimiz rızıkta kendileri ile eşit olduğunuz ve kendinizden korktuğunuz gibi onlardan da korktuğunuz ortaklar var mı? İşte akıllarını çalıştıran bir toplum için âyetleri böyle açıklıyoruz.

"Size bir misal getirdi":

İniş sebebi şöyledir: Cahiliye halkı lebbeyk okudukları zaman: Buyur Allah’ım, buyur, ortağın yoktur, ancak bir ortağın vardır ki, ona da mülküne de sen sahipsin, derlerdi. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu Said b. Cübeyr ile Mukâtil, demişlerdir. Âyetin manası şöyledir: Ey müşrikler, Allah size bir benzetme getirdi; bu benzetme de

"kendi nefislerinizdendir", sonra da bunu açıklayıp

"sizin sag ellerinizin sahip olduklarından var mı?” dedi. Yani kölelerinizden, demektir. "Size rızık ettiğimiz şeylerde ortaklarınız": Rızk ettiğimiz mallardan, ailelerden ve kölelerden, demektir. Yani köleleriniz mallarınıza ortak mıdır? "Siz onda eşitsiniz": Yani siz ve kölelerinizden ortaklarınız ortaksınız, "kendinizden korktuğunuz gibi onlardan da korkuyorsunuz?": Yani kendi emsalleriniz gibi hürlerden, babalar ve oğullar gibi akrabalardan?

İbn Abbâs şöyle demiştir: Birbirinize mirasçı olduğunuz gibi bunların da size mirasçı olmalarından korkarsınız? Başkası da şöyle demiştir: Ortaklarınızın yaptığı gibi mallarınızı bölüşmelerinden korkarsınız. Daha açıkça

Mana şöyledir: Biriniz kölesinin kendisine malında ve ailesinde ortak olup da aynı haklara sahip olmasını ister mi? O, Diğer hür ortaklar adına korktuğu gibi ondan da malında istediği gibi tasarruf etmesinden korkar mı?! Kendiniz için buna razı olmazsanız, öyleyse neden benim halkımdan benim mülküm olan kimseleri bana ortak kılmaya razı oluyorsunuz?

"işte böyle": Yani bu misali açıkladığımız gibi,

"akıllarını çalıştıran bir kavim için de âyetleri açıklıyoruz". Allah’ı düşünenlere. Sonra onların şirklerinde sadece keyiflerine uyduklarını beyan edip

29

Hayır, zâlimler bilgisizce keyiflerine uydular. Artık Allah’ın saptırdığını kim hidayet eder? Onlar için yardımcılar yoktur.

"hayır, zâlimler tabi oldular": Yani Allah’a şirk koşanlar tabi oldular

"bilgisizce keyiflerine tabi oldular. Artık Allah'ın saptırdığını kim hidayet eder?” Bu da onların Allah’ın saptırmasıyla şirk koştuklarını gösterir.

"Onlar için yardımcılar yoktur": Yani Allah’ın azabından uzaklaştıracak yardımcılar yoktur, demektir.

30

Yüzünü bir muvahhit olarak dine çevir. Allah’ın, insanları onun üzerine yarattığı fıtratına. Allah'ın yaratması için değişiklik yoktur. İşte doğru din budur. Ancak insanların çoğu bilmezler.

"Yüzünü çevir":

Mukâtil: Dinin Islâm’ı halis eyle

"dine"; Yani tevhide, demektir.

Ebû Süleyman Dımeşki de şöyle demiştir: Dinini Allah’ın seni yönelttiği yöne döndür. Başkası da: İşini doğrult, demiştir. Âyette geçen vech: Yönelinen şeydir. İnsanın ameli ve dini de: Doğrultmak ve düzgün hale getirmek için yöneldiği şeydir.

"Hanifen":

Zeccâc şöyle demiştir: Hanif, bir şeye yönelip de ondan dönmeyen kimsedir, tıpkı ayaktaki dışa dönük sakatlık gibi. Böylesi bir kimse bunu bir türlü değiştiremez. "Fıtratallahi": Mensubtur, mana da: İttebi’ fıtratallahi demektir. Çünkü "feekım vecheke"nin manası: Dosdoğru dine tabi ol, Allah’ın fıtratına tabi ol, yani dinine tabi ol, demektir. Fıtrat: Allah’ın insanları onun üzerine yarattığı karakterdir. Aleyhisselam'ın: Her doğan çocuk fitral üzerine doğar, sözü de böyledir 2 ki, Allah'a iman üzere doğar demektir.

Mücâhid de:

"Allah’ın, insanları yarattığı fıtrat” kavli üzerinde: O, İslâm’dır, demiştir,

Katâde de böyle demiştir. Zeccâc'ın işaret ettiği şey daha doğrudur.

İbn Kuteybe de onu tutup şöyle demiştir: Bu hadiste bizimle kadercilerin arasındaki fark şudur: Onlara göre fıtrat; İslâm'dır, bize göre ise Allah’ı ikrar etmek, O’nu tanımaktır; İslâm değildir. Fıtratın manası: Yaratılışın başı demektir. Allahü teâlâ:

"Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” (A'raf: 172) dediği zaman herkes bunu ikrar etti. O'ndan başka birine ibadet etse, Ona başka bir isim verse de O’nun bir yaratıcısı, bir idarecisi olduğunu ikrar etmeyen bir kimse bulamazsın. Hadisin manası da şöyledir: Âlemdeki her çocuk o söz ve ilk ikrar üzeredir; o da fıtrattır. Sonra Yahudiler çocuklarını Yahudi eder, yani onlara bunu öğretirler. İlk ikrara terettüp eden bir hüküm ve sevap yoktur. Bunun bir benzerini de Ebû Bekir el - Esrem, demiştir. Buna şunu delil getirmiştir: insanlar şunun üzerinde müttefiktirler ki, Müslüman kafire mirasçı olmaz, kâfir de Müslüman'a mirasçı olmaz. Sonra şunda da İttifak ettiler ki, bir Yahudi ölür de küçük bir çocuğu kalırsa, ona mirasçı olur. Hıristiyan ve Mecusi de beyledir. Eğer fıtratın manası İslâm olsa idi, ona ancak Müslümanlar mirasçı olurdu. Aleyhisselam Efendimiz: Her yeni doğan çocuk fıtrat üzere doğar derken, Âdem’in sulbünden çıkarılırken vahdaniyet ikrar ettikleri o başlangıcı murat etmiştir. Onlardan kimi daha sonra bu ikrarı inkâr etti. İyad b. Himar’ın Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'den rivayet ettiği hadis de böyledir: Aziz ve celil olan Allah buyurdu: Ben kullarımı hanif (muvahhit) olarak yarattım. 3 Şöyleki onları kalu belâ gününde (elestü bezminde) ancak bir kelimeyi söylemeye davet etti. Onlar da buna müsbet cevap verdiler.

2 - Buhârî, Cenaiz, bab, 80, 93; Tefsirü sûre Rum, bab, 1; Müslim, Kader, hadis no, 22, 25; Ahmed, Müsned, 2/233, 275, 393.

3 - Bu, Müslim'in, Sahih'inde, Sıfatül cennet kitabında rivayet ettiği uzun bir hadisin parçasıdır: Şunu bilin ki, Rabbimin bilmediğiniz şeylerden bugün bana öğrettiğini size öğretiyorum: Kuluma verdiğim her mal helaldir. Ben bütün kullarımı muvahhit olarak yarattım. Şeytan onlara geldi, onları dinlerinden döndürdü, benim helâl ettiğimi onlara haram etti. Hakkında bir delil indirmediğim şeyi bana şirk koşmalarını emretti. Allah yeryüzündekilere baktı, Arab'ına ve acemine buğzetti, ancak ehl-i kitaptan kalan birkaç kişi hariç. Ve şöyle dedi: Ben seni ancak denemek ve benimle imtihan etmek için gönderdim...

"Allah’ın yaratması için değişiklik yoktur": Bunun lâfzı menfi ise de manası yasaklamadır, takdirde: Allah’ın yarattığını değiştirmeyin, demektir.

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: O, hayvanları enemektir (hadım etmektir), bunu da Ömer b. Hattab radıyallahu anh, demiştir.

İkincisi: Allah’ın dinidir, bunu da Mücâhid, Said b. Cübeyr, Katâde, Nehaî vd. demişlerdir. İbn Abbâs’tan da iki görüşün benzeri rivayet edilmiştir.

"İşte doğru din budur": Yani dosdoğru tevhid budur, demektir.

"Ancak insanların çoğu” yani Mekke kâfirleri

"bilmezler” Allah'ın birliğini.

31

(Yüzünüzü dine çevirin) O’na yönelerek. O’ndan korkun ve namazı kılın. Müşriklerden olmayın.

32

Onlar ki, dinlerini darmadağın ettiler ve fırka fırka oldular. Her zümre yanlarındaki şeyle şımarmaktadır.

"Ona yönelerek”

Zeccâc şöyle demiştir: Bütün nahivciler mananın şöyle olduğunda müttefiktirler O na yönelerek yüzlerinizi döndürün; çünkü peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e hitaba ümmeti de dahildir.

"Münibine’nin manası: Bütün emirlerinde ona dönün; hiçbir şeyde emrinden çıkmayın, demektir Bundan sonrasının tefsiri de

33

İnsana zarar dokunduğu zaman Kablerine dönerek O’na dua ederler. Sonra kendinden onlara bir rahmet tattırdığı zaman, bir bakarsın onlardan bir grup Rablerine şirk koşuyorlar.

"İnsana bir zarar dokunduğu zaman Rablerine dönerek O'na dua ederler. Sonra kendinden onlara bir rahmet tattırdığı zaman” kısmına kadar Bakara: 3 ve En’am: 159’da geçmiştir

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: O (zarar) kıtlıktır rahmet de: Yağmurdur.

İkincisi: O, heladır, rahmet de: Afiyettir.

"Bir bakarsın onlardan bir grup": Onlar da müşriklerdir,

Mana da şöyledir: Hepsi başlarına gelen zorluklarda O'na sığınırlar, müşrikler o zaman putlarına dönüp bakmazlar.

34

Onlara verdiğimiz şeye nankörlük etmeleri için. Hele zevklenin. Yakında bileceksiniz.

"Onlara verdiğimiz şeye nankörlük etmeleri için": Bunu da Ankebut'un sonunda âyet: 67’de şerh etmiş idik. "Zevklenin": Bu da onlardan haber verdikten sonra onlara hitaptır.

35

Yoksa biz onlara kesin bir delil indirdik de şirk koştukları şeyi o mu söylüyor?

"Yoksa biz onlara indirdik mi?": Yani o müşriklere demektir. "Kesin bir delil": Yani bir delil ve gökten bir kitap, demektir. "Şirk koştukları şeyi o mu konuşuyor?": Yani onlara şirki o mu emrediyor? Bu, ret manasına bir sorudur, manası da: Durum öyle değildir, demektir.

36

İnsanlara bir rahmet tattırdığımız zaman onunla şımarırlar. Eğer ellerinin öne sürdüğü şey sebebiyle başlarına bir kötülük gelirse, hemen onlar ümitlerini keserler.

37

Görmediler mi ki, şüphesiz Allah dilediği kimse için rızkı genişletir ve daraltır. Şüphesiz bunda iman eden bir kavim için elbette ibretler vardır.

"İnsanlara tattırdığımız zaman":

Mukâtil: Yani Mekke kâfirlerine, demiştir.

"Bir rahmet": O da yağmurdur, kötülük de: Açlık ve kıtlıktır,

İbn Kuteybe şöyle demiştir: Rahmet: Nimettir, kötülük de: Musibettir.

Müfessirler şöyle demişlerdir: Burada zikredilen sevinç, içinde şükür olmayan şımarma sevincidir. Kunut (yaknetun) ise: Allah’ın lütfundan ümit kesmedir. O ise mü’minin sıfatının tam tersidir; çünkü o; nimet anında şükreder, belâ anında da ümit eder. Biz de bunu İsra: 26'da

38

Öyleyse akrabaya, yoksula ve yol oğluna (yolda kalana) hakkını ver. Bu, Allah’ın cemalini isteyenler için daha hayırlıdır. İşte onlar umduklarına nail olanların ta kendileridir.

"zalike = bu” kavline kadar şerh etmiştik, yani hakkı vermek,

"daha hayırlıdır": Yani vermemekten,

"Allah’ın cemalini dileyenler için": Yani amelleriyle Allah’ın sevabını arayanlar için, demektir.

39

İnsanların mallarında artsın diye verdiğiniz faiz, Allah katında artmaz. Allah’ın cemalini isteyerek verdiğiniz zekât ise, işte mükafatlarını katlayanlar (onu verenlerin) ta kendileridir.

40

Allah O (zat) ki, sizi yarattı, sonra size rızık verdi. Sonra sizi öldürecek, sonra da sizi diriltecektir. Ortaklarınızdan bunların hiçbirini yapan var mı? O münezzehtir ve onların şirk koştukları şeyden pek yücedir.

"Verdiğiniz faiz":

Bunda da dört görüş vardır:

Birincisi: Burada riba (faiz) bir adamın bir adama daha fazla karşılık maksadıyla verdiği hediyedir. Bu da İbn Abbâs, Said b. Cübeyr, Mücâhid, Tâvûs, Dahhâk, Katâde ve Kurazi'nin görüşleridir.

Dahhâk şöyle demiştir: Bunda sevap da günah da yoktur.

Katâde de şöyle demiştir: Allah bunu kabul etmez de mükafat vermez de, bunda vebal de yoktur.

İkincisi: O, yasaklanan faizdir, bunu da Hasen Basri, demiştir.

Üçüncüsü: Bir adam, zengin olsun diye bir akrabasına mal verir; bundan da Allah'tan sevap beklemez. Bunu da İbrahim Nehaî, demiştir.

Dördüncüsü: Bir adam kendine hizmet edene Allah için değil de hizmeti için bir şeyler verir. Bunu da Şa’bî, demiştir.

"Liyerbuve fi emvalin nasi": Nâfi ile Ya’kûb te ve sakin vav ile "literbüv” okumuşlardır, yani insanların mallarını celp ve cezp etmek için, demektir.

"Allah katında artmaz": Yani temizlenmez ve katlanmaz, çünkü siz fazla karşılık beklediniz, Allah’a yaklaşmak istemediniz.

"Verdiğiniz zekâtı ise": Yani karşılık beklemeden verdiğiniz sadakayı ise, Allah katındaki karşılığını bekleyerek verirsiniz.

"İşte onlar sevaplarını katlarlar":

İbn Kuteybe: Sevabını kat kat ve fazlasıyla bulurlar, demiştir.

Zeccâc da: Sevapları kat kat olur, demiştir, buradaki mud'if, sevabı kat kat olan manasınadır, nitekim: Reciilün mukvin denir ki, kuvvetli demektir. Musiı denir ki, zengin demektir.

41

İnsanların elleriyle kazandıkları şeyler yüzünden karada ve denizde bozukluk görüldü ki, yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın. Belki dönerler.

"Karada ve denizde bozukluk görüldü":

Bu bozuklukta dört görüş vardır:

Birincisi: Bereketin azalmasıdır, bunu da İbn Abbâs, demiştir.

İkincisi: Günahların irtikâp edilmesidir, bunu da Ebû'l - Aile, demiştir.

Üçüncüsü: Şirktir, bunu da Katâde ile Süddi, demişlerdir.

Dördüncüsü: Yağmurun azalmasıdır, bunu da Atıyye, demiştir.

Kara (berr) ise:

İbn Abbâs: Yanında ırmak olmayan çöldür, demiştir.

Denizde de iki görüş vardır:

Birincisi: O, nehir kıyısındaki şehir ve köylerdir. Bunu da İbn Abbâs, demiştir.

İkrime de şöyle demiştir: Ben bu denizinizdir demiyorum, fakat bütün mamur kentlerdir, diyorum.

Katâde de şöyle demiştir: Karadan maksat: Çöllerdekiler, denizden maksat da: Kentlerdekilerclir.

Zeccâc şöyle demiştir: Denizden maksat: Nehir kıyılarında olan şehirlerdir, sulu her yere deniz, denir.

İkincisi: Bilinen geniş sudur,

Mücâhid şöyle demiştir: Karada bozukluğun görülmesi: Âdem’in oğlu Kabil’in Habil'i öldürmesidir; denizde bozukluğun görülmesi de bütün gemileri gasp ederek alan zalim hükümdardır. Atıyye'ye:

"Denizdeki bozukluk nasıl olur?” dediler, o da: Yağmur az olursa, denizden çıkan şeyler azalır, dedi.

"İnsanların ellerinin kazandığı şeyler yüzünden": Yani yaptıkları günahlar yüzünden demektir. "Liyüzikahüm": Ebû Abdurrahman es - Sülemi, İkrime, Katâde, İbn Muhaysın, Reviı de Ya’kûb ’tan, Kunbul da İbn Kesir'den rivayet ederek nun ile "linüzikahunı” okumuşlardır.

"Yaptıklarının bir kısmını": Yani bazı amellerinin cezasını tatsınlar, demektir. Meselâ kıtlık bir cezadır, bereketin azalması bir cezadır, günah işlemek de yine günahlarının peşin verilen cezasıdır.

"Belki dönerler":

İşaret edilen kimseler hakkında iki görüş vardır:

Birincisi: Onlar, ceza çekenlerdir,

sonra dönmelerinde de iki görüş vardır:

Birincisi: Günahlardan dönerler, bunu da Ebû’l - Âliyye demiştir.

İkincisi: Hakka dönerler, bunu da İbrahim, demiştir.

İkincisi: Onlar arkadan gelenlerdir, mana da: Belki onlardan sonra gelenler dönerler, demektir. Bunu da Hasen, demiştir.

42

De ki:

"Yeryüzünde gezin de öncekilerin akibeti nasıl olmuş görün! Onların çokları müşrik idiler.

"De ki: Yeryüzünde gezin": Yani sefer edin, "öncekilerin akibeti nasıl olmuş görün": Yani sizden öncekilerin demektir.

Mana da: Onların yurtlarına ve eserlerine bakın, demektir.

"Onların çoklan müşrikler idiler":

Mana şöyledir: Şirkleri yüzünden helak edildiler.

43

O gün gelmeden önce yüzünü o dosdoğru dine çevir. Allah’tan onu döndürecek yoktur. O gün bölük bölük olacaklar.

"Yüzünü dine çevir": Yani dine tabi olmaya özen göster, demektir.

"Dosdoğru": O da eğrisi olmayan İslâm’dır.

"Allah’tan onu döndürecek yoktur": Yani kıyamet günii demektir ki, kimse onu döndüremez; çünkü Allah onun olmasına hüküm vermiştir.

"O gün bölük bölük olacaklar": Yani cennete ve cehenneme ayrılırlar.

44

Kim inkâr ederse, inkârı kendi aleyhinedir. Kim de iyi bir şey yaparsa, kendileri için hazırlık yaparlar.

45

(Bölük bölük olacaklar) iman edip O’nun lütfundan iyi şeyler yapanları mükafatlandırması için. Çünkü O, kâfirleri sevmez.

"Kim inkâr ederse inkârı kendi aleyhinedir": Yani inkârının cezası demektir. "Kim de iyi bir şey yaparsa, kendileri için hazırlık yaparlar":

Mücâhid: Kabirlerde rahat yeı hazırlarlar, demiştir.

Ebû Ubeyde de şöyle demiştir:

"Men” edatı lekil, ikil, çoğul, erkek ve dişi için kullanılır. Burada mecazen cemi manasına kullanılmıştır,

"yemhedü” kazanır, çalışır ve hazırlık yapar, demektir.

46

O’nun delillerinden biri de rüzgarları müjdeciler olarak göndermesidir. Bir de rahmetinden size tattırmak için, gemilerin O’nun emriyle akması için ve O’nun lütfundan aramanız için. Belki şükredersiniz.

"O’nun delillerinden biri de rüzgarları müjdeciler olarak göndermesidir": Yağmurun müjdecileri olarak "ve size rahmetinden tattırması için": O da yağmur ve bolluktur. "Gemilerin akması için": Gemilerin denizlerde o rüzgarlarla akması için.

"O’nun emriyle ve istemeniz için” deniz ticareti ederek

"lütfundan” o da rızıktır. Bütün bunlar rüzgar iledir.

47

Yemin olsun, senden önce kendi kavimlerine peygamberler gönderdik. Onlara açık deliller getirdiler; biz de suç işleyenlerden intikam aldık. Mü’minlere yardım etmek üzerimize hak oldu.

"Onlara açık deliller getirdiler": Yani doğruluklarını gösteren deliller, demektir. "Suç işleyenlerden intikam aldık": Yani inanmayanlara azap ettik,

"bize hak oldu": Yani kendine vacip kıldığı hak oldu demektir.

"Mü’minlere yardım etmek": Onları peygamberlerle beraber inanmayanların azabından kurtarmak demektir.

48

Allah O (zattır) ki, rüzgarları gönderir de bulutu kaldırır, onu gökte nasıl dilerse öyle yayar. Onu parça parça eder. Yağmurun onun arasından çıktığını görürsün. Onu kullarından dilediğine nasip ettiği zaman, birden onlar sevinirler.

"Yürsilür riyaha": İbn Mes’ûd, Ebû Recâ’, Nehaî, Talha b. Mûsarrif ve A’meş, elifsiz olarak

"yürsilür riha” okumuşlardır.

"Bulutu kaldırır": Yani onu yerinden kaldırır, demektir.

"Onu yayar” Allah

"gökte nasıl dilerse” islerse onu bir günlük, iki günlük veya daha az veya daha çok bölgeye yayar

"onu parça parça kılar” yani ayrı parçalara böler, demektir. Çoğunluk sin’in fethi ile "kisefen” okumuşlardır. Ebû Rezin, Katâde, İbn Âmir, Ebû Cafer ve İbn Ebi Able de, sin’in sükunu ile (kisfen) okumuşlardır.

Ebû Ali: Sidre ve sider gibi olması câizdir ki, iki okuyuşun da manası bir olur, demiştir.

"Eeterel vedka yahrucu min hilalihi": İbn Mes’ûd, İbn Abbâs, Mücâhid ve Ebû’l - Âliyye,

"min halelihi” okumuşlardır. Bunu da Nûr: 43’te şerh etmiş bulunuyoruz.

"Onu nasip ettiği zaman” yani yağmuru değdirdiği zaman, demektir

"Seviniyorlar"ın manası da yağmurla seviniyorlar, demektir.

49

Oysa onlar daha önce üzerlerine indirilmeden önce gerçekten ümit kesenler idiler.

"Oysa onlar daha önce üzerlerine indirilmeden önce” yani yağmur indirilmeden önce, demektir.

"Daha önce (min kablihi)":

Bu tekrarda da üç görüş vardır:

Birincisi: O, tekit içindir, meselâ

 

 

"feseccdel melaiketü küllühüm ecmeun” (Hicr: 30) âyetinde olduğu gibi. Bunu da Ahfeş ile diğerleri söylemişlerdir.

İkincisi: İlk "kable” yağmurun indirilmesi içindir, İkincisi yağmur içindir, bunu da Kutrub, demiştir. İbn Enbari de mana şöyledir, demiştir: Min kabli niizulil matari, min kablil matari. Bu da şunun gibidir: Birine: Atiyke min kabli en tetekelleme, min kabli en tatmainne fi meclisike (sen konuşmadan önce, yerine yerleşmeden önce sana gelirim) dersin; bu tekrar da kötü karşılanmaz. Çünkü iki şey farklıdır.

Üçüncüsü:

"min kablihi

"deki “He” zamiri, daha önce geçmemişse de hidayete râcîdir; o zaman mana şöyle olur; Kamı yakııetune min kalbi nüzulil matari, min kablil hüda (onlar yağmur inmeden önce, hidâyetten önce ümit keserlerdi), hidayet ve İslâm gelince ümitsizlik sona erdi, Bunu İbn Enbari, Ebû Amr ed - Duri ile Ebû Cafer b. Kadim'den nakleün iştir. Müblisun ise; Meyus olanlar, ümit kesenler demektir. Bu hususta söz En'am: 44’te geçmiştir.

50

Allah'ın rahmetinin eserlerine bak, yeri ölümünden sonra nasıl diriltiyor? Şüphesiz O, elbette ölüleri de dirilticidir. O, her şeye kadirdir.

"Fanzur ilâ asari rahmetillahi": İbn Kesir, Nâfi, Ebû Amr, Ebû Bekir de Âsım’dan

"ilâ eseri” okumuşlardır. İbn Âmir, Hamze, Kisâi, Hafs da Âsım’dan rivayet ederek cemi sığasıyla

"ilâ aşari” okumuşlardır. Burada rahmetten maksat yağmur, eseri de: Bitkidir,

Mana da şöyledir: Onun yerdeki güzel eserine bak.

"Yeri nasıl diriltiyor?": Yani onu bitki yokken nasıl bitki verir hale getiriyor. Osman b. Affan, Ebû Recâ’, Ebû İmran el - Cevni ve Süleyman b. Teymi, merfu te ve meksur ye ile "keyfe tuhyi” ve meftuh dad ile de el -arda” okumuşlardır,

51

Yemin olsun, eğer rüzgar göndersek de onu (bitkiyi) sararmış görseler, mutlaka ondan sonra nankörlük etmeye devam ederlerdi.

52

Şüphesiz sen ölülere duyurumazsın. Sağırlara da arkalarını dönüp gittikleri zaman daveti duyuramazsın.

53

Sen körleri sapıklıklarından doğru yola iletici değilsin. Sen ancak âyetlerimize iman edip de teslim olanlara duyurabilirsin.

"Yemin olsun, ona bir rüzgar göndersek": Yani soğuk ve zararlı bir rüzgar demektir. Riyh tekil olarak gelirse, ondan azap kastedilir, Bunun içindir ki, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem rüzgar eserken

"Allahümmecalha riyahan vela tec’alha riyhan” (Allah’ım onu rahmet rüzgarı kıl, azap rüzgarı kılma) derdi. 4

"Onu sararmış görseler": Yani biliciyi demektir. "Raevhu

"daki zamir esere râcîdir. Zeccâc da mana şöyledir, demiştir: Feravün nebte kadisfarre ve ceffe (bitkiyi sararmış ve kurumuş gürseler). "Lezallu min ba’dihi yekfurun": Manası "leyczallünne” demektir; çünkü Kelâmın manası şart ve cezadır; onlar yağmurla sevinirler; yağmur kesilip de bitki kuruduğu zaman da inkâr ederler. Başkası da şöyle demiştir: Allah'ın rahmetinden murat, yağmurdur. "Zallu” da: Saru (olurlar) manasınadır.

"Ardından": Yani bitkinin sararmasından sonra eski nimetleri inkâr ederler. Bundan sonrası da

54

Allah O (zattır) ki, sizi zayıflıktan yarattı, sonra zayıflığın ardından kuvvet verdi, sonra kuvvetin ardından da zayıflık ve ihtiyarlık verdi. O, dilediğini yaratır. O, hakkıyle bilen, üstün kudret sahibidir.

"Allah sizi zayıflıktan yarattı” kavline kadar Neml suresinde tefsir edilmiştir. Bu hususta Enfal 66’da da gereken kelâmı zikretmiştik.

Müfessirler, mana şöyledir, demişlerdir: Sizi zayıf bir sudan yarattı, o da menidir. "Sonra zayıflığın ardından da kıldı": Yani çocukluğun zayıflığından sonra gençliğin kuvvetini verdi, sonra gençliğin kuvvetinin ardından da yaşlılığın zayıflığını ve ihtiyarlığı verdi.

"Dilediğini yaratır": Yani zayıflıktan, kuvvetten, gençlikten ve ihtiyarlıktan sonra demektir,

"O hakkıyla bilendir” mahlukunun idaresini bilir,

"üstün kudret sahibidir” istediği şeye gücü yeter.

4 - İmam Şâfiî, Ümm, uzun olarak rivayet etmiştir.

55

Kıyametin kopacağı gün günahkarlar, (kabirlerinde) bir saatten başka kalmadıklarına yemin ederler. İşte (haktan) böyle döndürülüyorlardı.

"O saat koptuğu zaman":

Zeccâc şöyle demiştir: Saat Kur’ân’da kıyametin kopacağı saate denir. Bunun içindir ki, hangi saat olduğu belirtilmemiştir.

"Günahkarlar yemin ederler": Müşrikler ant içerler

"kalmadılar diye” kabirlerde

"bir saatten başka. İşte böyle döndürülüyorlardı (yü’fekun): İbn Kuteybe söyle demiştir Üfikerrecülü denir ki: Adam doğruluktan saptırıldı, demektir. Mana şöyledir. Onlar dünyada yalan söyledikleri gibi bu vakitle de yalan söylediler. Başkası da şöyle demiştir: Allahü teâlâ onları kıyamet gününde mü’minlerin arasında rezil etmek istedi: onlar da mü minlerhı yalan olduğunu bildikleri bir şeye yemin ettiler. Bundan da onların dünyada da yalan söylediklerini çıkardılar.

56

Kendilerine ilim ve iman verilenler:

"Yemin olsun ki, Allah’ın kitabında yeniden dirilme gününe kadar kaldınız. İşte bu da yeniden dirilme günüdür. Ancak siz bilmiyor idiniz” derler.

Sonra mü’minlerin onların hallerini beğenmediklerini:

"Kendilerine ilim ve iman verilenler dedi ki,” diyerek zikretti.

Onlar hakkında da iki görüş vardır:

Birincisi: Onlar meleklerdir.

İkincisi: Mü'minlerdir.

"Yemin olsun Allah'ın kitabında yeniden dirilme gününe kadar kaldınız":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Bunda takdim ve tehir vardır, takdiri de: Ve kalellezinc utul ilme bikitabillahi velimani billahi, demektir. Bunu da bir grup müfessirle birlikte İbn Cüreyc, demiştir.

İkincisi: O, bu nazımdaki haliyledir,

sonra manasında da iki görüş vardır:

Birincisi: Allah'ın ilminde şu kadar kaldınız, bunu da Ferrâ’ demiştir.

İkincisi: Kitabın haberine göre kaldınız, bunu da İbn Kuteybe, demiştir.

"İşte bu yeniden dirilme günüdür": Yani bu inkâr ettiğiniz gün, demektir

"ancak siz bilmiyor idiniz” dünyada iken bunun olacağını.

57

O gün zâlimlere mazeretleri fayda vermez, onlardan mazeret (beyan etmeleri) de istenmeyecektir.

"Feyevmeizin layenfaul lezine zalemu maziretühüm": İbn Kesir, Nâfi, Ebû Amr ve İbn Âmir, le ile "latenfau” okumuşlar; Âsım, Hamze ve Kisâi de ye ile (layenfau) okumuşlardır; çünkü o hakiki müennes değildir.

İbn Abbâs: Şirk koşanlardan ne özür ne de Tevbe kabul edilmez, demiştir.

"Onlardan mazeret de istenmeyecektir": Yani ahirette ne rızalık ne de dönüş İstenmeyecektir.

58

Yemin olsun, gerçekten Biz insanlar için bu Kur’ân’da her misalden getirdik. And olsun, eğer onlara bir âyet getirsen, kâfirler mutlaka: "Siz ancak batılcılarsınız” derler.

"Yemin olsun, eğer onlara bir âyet (mucize) getirsen": Mûsa’nın asası ve beyaz eli gibi

"mutlaka kâfirler siz değilsiniz, derler": Yani ey Muhammed ve ashabı, sizler değilsiniz, derler

"ancak batılcılarsınız": Yani batılı tutan kimselersiniz, derler. Bu da onların inadını gösterir.

59

İşte Allah, bilmeyenlerin kalplerine böyle mühürler basar.

"İşte böyle": Yani onların kalplerini mühürleyip de âyetleri tasdik etmedikleri gibi

"Allah bilmeyenlerin de kalplerini mühürler": Yani Allah’ın birliğini bilmeyenlerin, demektir. Bu durumda kâfirlerin tevhitten kaçınmalarının sebebi, kalplerinin mühürlenmesidir.

60

Sabret. Şüphesiz Allah'ın va'di haktır. Kesin inanmayanlar sakın seni hafife almasın.

"Sabret, şüphesiz Allah’ın va’di haktır": Sana yardım ve seni düşmanlarına galip kılacağı va’di. "Vela yestehiffenneke": Revh ve Zeyd rivâyetleri müstesna, Ya’kûb sakin nun ile "vela yestehiffenke” okumuştur.

Zeccâc da: Seni dininden tedirgin etmesinler, demiştir. "Kesin İnanmayanlar": Onlar da sapıklar ve şüphecilerdir, Başkası da şöyle demiştir: Yeniden dirilmeye ve cezaya inanmayanlar. Bazı müfessirler de bu âyetin mensub olduğunu iddia etmişlerdir.

0 ﴿