31-LOKMAN SÛRESİMekke’de inmiştir. 34 ayettir. Çoğunluğun görüşüne göre Mekki'dir. Atâ’'dan ise: Onun iki âyet dışında Mekki’dir, dediği rivayet edilmiştir; onlarda "velev enne mafilardı min şeceretin aklamun” ile arkasındaki ayettir (Lokman: 27, 28). Hasen’den de şöyle dediği rivayet edilmiştir: Ancak bir âyeti Medine’de inmiştir, o da: "Vellezine yukimunes salate ve yu’tunezzekate” (Lokman: 4) âyetidir. Çünkü namaz ile zekât Medine’de farz kılınmıştır. Bismillahirrahmanirrahim 1Elif. Lâm. Mîm. 2İşte bunlar, hikmetli kitabın âyetleridir. 3İyi davrananlar için bir hidayet ve bir rehber olarak. 4(İyi davrananlar) onlar ki, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler ve ahirete de kesin inanırlar. 5İşte onlar Rablerinden bir hidayet üzerindedirler. Ve işte onlar muratlarına erenlerin ta kendileridir. "Hüden ve rahmeten": Yalnız Hamze ref ile "ve rahmetün” okumuştur. Zeccâc şöyle demiştir: Nash kıraati bal olmak üzeredir, mana da: Bunlar kitabın âyetleridir, hidayet ve rahmet halinde, demektir. Mübledayı gizleyerek merili okumak da câizdir, meselâ "lıüve hüden ve rahmetün” gibi, "tilke hüden ve rahmetün manasına merili okumak da câizdir. Sûrenin başındakilerin tefsiri de "ve minennasi men yeşteri lehvel hadisi” âyetine kadar Bakara 1-5 âyetlerinde geçmiştir. İbn Abbâs: Bu âyet, şarkıcı bir cariye satın alan bir adam hakkında indi, demiştir. Mücâhid de: Kadın şarkıcı ve müzisyen alanlar hakkında indi, demiştir. İbn Saib ile Mukâtil de şöyle demişlerdir: Âyet, Nadr b. Haris hakkında indi; o, tüccardı, İran'a gider gelirdi; acemlerin haberlerini getirir onları Kureyş’e anlatır ve onlara: Muhammed size Ad ve Semud’un haberlerini veriyor, ben de size Rüstem ve İsfendiyar ile Kisraların haberlerini veriyorum, derdi. Bu da onların hoşuna giderdi; bu yüzden Kur’ân dinlemeyi terk ederlerdi. Bu âyet bunun üzerine indi. 6İnsanlardan kimi sözün eğlencesini (insanları) bilgisizce Allah’ın yolundan saptırmak ve onu (o yolu) alay edinmek için satın alır. İşte onlar için aşağılayıcı bir azap vardır. 7Ona âyetlerimiz okunduğu zaman büyüklenerek yüz çevirir; sanki onu işitmemiş gibi, sanki iki kulağında ağırlık varmış gibi. Sen de onu acıklı bir azap ile müjdele. 8Şüphesiz iman edip iyi şeyler yapanlar için Naim cennetleri vardır. 9Orada ebedi kalarak. Allah’ın bir gerçek va’di olarak. O, muttali galip, hikmet sahibidir. 10Gökleri ve yeri direksiz yarattı, onu görüyorsunuz. Sizi sarsar diye de sabit dağlar attı ve onda her canlıdan yaydı. Gökten su indirdik de orada her güzel çiftten yarattık. 11İşte bunlar Allah’ın yaratmasıdır. Siz de bana O'ndan başkasının ne yarattığını gösterin. Hayır. Zâlimler apaçık bir sapıklıktadır. Sözün eğlencesinden murat edilen şey hususunda da dört görüş vardır: Birincisi: O, şarkıdır, İbn Mes’ûd: Allah’a yemin ederim ki, o, şarkıdır der ve bunu üç defa tekrar ederdi. İbn Abbâs, Mücâhid, Saîd b. Cübeyr, İkrime ve Kata de de böyle demişlerdir. İbn Ebi Necih, Mücâhid'ten: Âyette geçen lehv, davuldur, dediğini rivayet etmiştir. İkincisi: O, insanı Allah’tan alıkoyan şeydir, bunu da Hasen, demiştir. Ondan birinci görüşün benzeri de rivayet edilmiştir. Üçüncüsü: O şirktir, bunu da Dahhâk, demiştir. Dördüncüsü: Bâtılldır, bunu da Atâ’, demiştir. "Satın alır"ın manasında da iki görüş vardır: Birincisi: Malıyla satın alır, demektir. Nadr hadisi de bunu desteklemektedir. İkincisi: Tercih eder ve sever, demektir. Bunu da Katâde ile Matar, demişlerdir. Bu şeylere "eğlendirici söz” denilmesi; Allah’ın zikrinden alıkoymasındandır. "Liyedılle": Manası: İşinin sapıklığa dönmesi için, demektir. Bizde bu manayı Hac: 9’da beyan etmiştik. Ebû Rezin, Hasen, Talha b. Mûsarrif, A’meş ve Ebû Cafer, ye'nin zammı ile okumuşlardır ki, mana: Başkasını saptırmak için demek olur. Başkasını saptırınca kendisi de sapmış olur. "Veyettehizeha": İbn Kesir, Nâfi, Ebû Amr, İbn Âmir, Ebû Bekir de Âsım’dan rivayet ederek, zal ın ref'i ile "veyettehizüha” okumuşlardır. Hamze, Kisâi, Hafs da Âsım'dan rivayet ederek, zal’ın nasbi ile okumuşlardır Ebû Ali şöyle demiştir: Kim mensûb okursa "liyudılle "ye atfeder ve "yettehize” okur; kim de merfu okursa, "yeşteri "ye atfeder ve "yeîtelıizü” okur. "Veyettehizeha - onları edinir” diye işaret edilen şeylerde de iki görüş vardır: Birincisi: Onlar âyetlerdir. İkincisi: Sebil (yol)dur. 12Yemin olsun, gerçekten biz, Lokman’a Allah’a şükret, diye hikmet verdik. Kim şükrederse, ancak kendi için şükreder. Kim de nankörlük ederse, şüphesiz Allah çok zengindir, övgüye layıktır. 13Hani, lokman, oğluna öğüt vererek: "Ey oğulcuğum, Allah'a şirk koşma. Şüphesiz şirk elbette büyük bir zulümdür!” demişti. Bundan sonrası da birkaç yerde tefsir edilmiş ve şuralarda geçmiştir: İsra: 46; En’am: 25; Bakara: 25; Ra'd: 2; Nahl: 15; Şuara: 7. "Yemin olsun, gerçekten biz, Lokman’a hikmet verdik": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Anlayış ve akıldır, bunu da çoğunluk, demiştir. İkincisi: Peygamberliktir. Onun peygamberliğinde iki görüş halinde ihtilaf edilmiştir: Birincisi: O, hikmet sahibi (hekim) idi, peygamber değildi. Bunu da Said b. Müseyyeb , Mücâhid ve Katâde, demişlerdir. İkincisi: O peygamber idi, bunu da Şa’bî, İkrime ve Süddi, demişlerdir. Vahidi onlardan böyle nakletmiş ve tarif etmemiştir. Ancak bu, tek başına İkrime’nin dediği bir sözdür. Birinci görüş daha doğrudur. Onun sanatında üç görüş vardır: Birincisi: O terzi idi, bunu da Said b. Müseyyeb , demiştir. İkincisi: Çoban idi, bunu da İbn Zeyd, demiştir. Üçüncüsü: Marangoz idi, bunu da Halid er- Ribl, demiştir. Sıfatı: İbn Abbâs, o Habeşli bir köle idi, demiştir. Said b. Müseyyeb de şöyle demiştir: Lokman Mısır Sudan’ından bir zenci idi Mücâhid de- Dudakları yarık, ayakları çatlak idi, İsrâil oğullarının kadısı idi, demiştir. "Allah’a şükret diye": Mana şöytedir: Ona: Allah’ın sana verdiği hikmete şükret, dedik. “Kim şükrederse kendisi için şükreder": Yani kendi nefsi için yapar kim de nankörlük ederse” nimete nankörlük ederse, şüphesiz Allah kullarının ibadetine muhtaç değildir. 14Biz insana ana bahasını tavsiye ettik. Anası onu za’f üstüne za'fla taşıdı. Sütten kesilmesi de iki yıldadır. Ona: "Bana da ebeveynine de şükret. Dönüş yalnız banadır” (dedik). "İnsana ana babasını tavsiye ettik": Mukâtil: Âyet Sa’d b. Ebi Vakkas hakkında inmiştir, demiştir. Biz de bunu Ankebut: 8’de şerh etmiştik. "Hamelethü ümmuhu vehnen alâ velin": Dahhâk ile Âsım el - Cahderi, ikisinde de he’nin fethi ile "vehenen alâ vehen” okumuşlardır. Zeccâc da: Za'fen alâ za'f, demiştir ki, mana: Annesi onu karnında taşımakla defalarca zafiyete duçar oldu demektir. "En” "vassayna” ile mahallen mensubtur, mana da: İnsana bana ve ebeveynine şükret diye vasiyet ettik demektir ki, bize de şükretmesini, onlara da şükretmesini tavsiye ettik, demektir. "Sütten kesilmesi iki yıldadır": Yani sünen kesilmesi iki yıl içinde gerçekleşir, demektir. İbrahim Nehaî, Ebû İmran ve A’meş, fe’nin fethi ile "ve fesaluhu” okumuşlardır. Übey b. Ka'b, Hasen, Ebû Recâ’, Talha b. Mûsarrif, Âsım el - Cahderi ve Katâde, fe’nin fethi, sadın sükunu ve elifsiz olarak "ve fasluhu” okumuşlardır. Maksat annenin hamilelikten sonra meşakkatine dikkat çekmektir. 15Eğer o ikisi, hakkında bilgin olmayan bir şeyi bana şirk koşman için seni zorlarlarsa, onlara itâat etme. Onlarla dünyada İyi geçin. Bana dönenlerin yoluna uy. Sonra da dönüşünüz yalnız banadır. Ben de size yaptıklarınızı haber veririm. "Eğer ikisi seni zorlarlarsa": Biz de bunu Ankebut: 8’de "vesahibhüma fiddünya marufu” kavline kadar tefsir etmiştik Zeccâc şöyle demiştir Mûsahaben marufen demektir ki, sahabehu Mûsahaben ve Mûsahabeten, denir. Ma’ruf da güzel görülen işlerdir. "Bana dönen kimsenin yoluna tabi ol” Yani bana rucu edenin demektir. Müfessirler bu âyetin Sa’d b. Vakkas hakkında indiğini, onunla muhatap olanın o olduğunu söylerler. Allah'a dönenin kim olduğu hakkında da üç görüş vardır: Birincisi: O, Ebû Bekr es - Sıddik’tir. Sa’d’e: İmanda onun yoluna git, denilmiştir. Atâ’ rivâyetinde İbn Abbâs’ın görüşünün manası da budur. İbn İshak şöyle demiştir: Osman b. Affan, Talha, Zübeyr, Sa’d b. Ebi Vakkas ve Abdurrahman b. Avf, Ebû Bekir es - Sıddik aracılığıyla Müslüman olmuşlardır. İkincisi: O, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’dir, bunu da İbn Saib, demiştir. Üçüncüsü: Muhammed ile ashabının yoluna gidenlerdir, bunu da Sa’lebî zikretmiştir. 16Ey oğulcuğum, gerçekten o (iyilik), bir hardal tanesi kadar olsa da bir kaya içinde olsa yahut göklerde yahut yerde olsa, Allah onu getirir. Şüphesiz Allah latiftir, her şeyden haberdardır. Sonra Lokman'dan haber vermeye döndü: "Ey oğulcuğum” dedi. İbn Cerir şöyle demiştir: Lokman’ın vasiyetinin arasına giren bu âyetlere yapılan itiraza, bunların da Lokmanın, oğluna vasiyetine dahil olmasıyla cevap verilir. "İnneha in tekü miskale habbetin": Yalnız Nâfi “Lâm” ın ref’i ile "miskalu habbetin” okumuştur. Lokman’ın, oğluna bunu deme sebebinde iki görüş vardır: Birincisi: Lokman’ın oğlu, babasına: "Eğer bir habbe (tohum) denizin dibinde olsa, Allah onu bilir mi?” dedi, O da ona bu âyetle cevap verdi. Bunu Süddi, demiştir. İkincisi: O: "Babacığım, beni kimsenin görmediği yerde bir hata işlesem, Allah onu nasıl bilir?” dedi, O da bununla cevap verdi. Bunu da Mukâtil, demiştir. Zeccâc şöyle demiştir: Kim "tekli” müennes olmakla beraber miskalu şeklinde merfu okursa "miskalu habbetin min hardelin” kavlinin "hardeletin” manasına olmasından dolayı okur. Mana da: İn tekü habbeten min hardelin gibi olur, Kim de "miskale habbetin” okursa, şu manayı nazar-ı itibara alarak okur: İnnelleti seçileni an ha in tekü miskale habbetin. Mana da şöyle olur: İnsanın yaptığı şey ne kadar küçük de olsa, Allah onu getirir. Biz de "miskale habbetin min hardelin” kavlinin manasını Enbiya: 47’de beyan etmiştik. "Bir kaya içinde olsa": Katâde: Bir dağda olsa, demiştir. Süddi de: O, yedi kat yerin altındaki kayadır; ne gökte ne de yerdedir, demiştir. "Allah onu getirir": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: Allah onu bilir, bunu da Ebû Mâlik, demiştir. İkincisi: Onu açığa çıkarır, bunu da İbn Kuteybe, demiştir. Üçüncüsü: Allah karşılığını vermek üzere onu ahirette getirir. "Şüphesiz Allah latiftir": Zeccâc, onu ortaya çıkarmada latiftir, demiştir. "Haberdardır” Onun yerinden. Bu da kulların amelleri için misaldir, maksat şudur: Allah kıyamet gününde onların amellerini getirir; kim zerre kadar hayır işlerse onu görür, kim de zerre kadar şer işlerse onu da görür. 17Ey oğulcuğum, namazı dosdoğru kıl, iyiliği emret ve kötülükten men et. Başına gelene sabret. Şüphesiz bu, azmedilmeye değer işlerdendir. "Başına gelene sabret” Yani iyiliği tavsiye eder ve kötülükten men ederken başına gelen eziyete sabret, demektir. Âyetin kalan kısmı da Al-i İmran: 186’de tefsir edilmiştir. 18İnsanlara yanağını çevirme, yeryüzünde şımarık yürüme. Şüphesiz Allah her kendini beğeneni sevmez. "Vela tuşa’ir haddeke linnasi": İbn Kesir, İbn Âmir, Âsım, Ebû Cafer ve Ya’kûb aynın şeddesiyle elifsiz olarak "tusa’ir” okumuşlardır. Nâfi, Ebû Amr, Hamze ve Kisâi de, şeddesiz olarak elifle okumuşlardır. Ferrâ’: İkisi de lügattir, manaları da kibir sebebiyle yüz çevirmektir, demiştir. Übey b. Ka’b, Ebû Recâ’, İbn Somuyla ve Âsım el - Cahderi de şadın sükunu, şeddesiz ayın ve elifsız olarak "vela lus’ir” okumuşlardır. Zeccâc da, manası: Kibir göstererek insanlardan yüz çevirme, demiştir. Fsabel beiıe saarun demir ki, deveye boynunu eğrilterek hastalık geldi, demektir. İbn Abbâs da: O, kendisine selam verildiği zaman boynunu çeviren kimsedir, demiştir. Ebû’l - Âliyye ile şöyle demiştir: Senin nazarında zenginle fakir aynı seviyede olsun. Mücâhid de: O, din kardeşi ile kendi arasında nefret olup da ondan yüz çeviren kimsedir, demiştir. Âyetin kalan bir kısmı İsra: 37, bir kısmı da Nisa: 36’da tefsir edilmiştir. 19Yürüyüşünde mutedil ol. Sesini kıs. Çünkü seslerin en kötüsü merkebin sesidir. "Yürüyüşünde mutedil ol": Yani yürüyüşün mutedil olsun; kibirli ve hızlı olmasın. Atâ’ da; Vakar ve sükunetle yün i, demiştir. "Sesini kıs": Yani onu alçalt, demektir. Zeccâc şöyle demiştir: Ğadattu basari ve fülanün yeğuddu inin fülanin de ondandır ki, gözünü biraz yummak ve birinin itibarını zedelemektir. "İnne enkerel asvati” Ebû'l - Mütevekkil ile İbn Ebi Able, hemzenin fethi ile "inne enkerel asvati” okumuşlardır. "Enker’in manası da: En çirkin, demektir. Etana fülanün bivechin mükerin denir ki: Bize çirkin bir suratla geldi, demektir. Müberrid de, tevili şöyledir, demiştin: Yüksek ses hoş değildir, o, kötü ses grubuna dahildir. İbn Kuteybe de şöyle demiştir; Lokman, oğluna, konuşur ve tartışırken sesi yükseltmenin çirkinliğini merkep sesinin çirkinliği ile anlattı, çünkü o da yüksektir. İbn Zeyd de şöyle demiştir: Eğer sesi yükseltmek hayır olsa idi, Allah onu merkebe vermezdi. Sülyan Servi de şöyle demiştir: Her şeyin sesi Allah'ı tesbih eder, ancak merkep bundan müstesnadır; çünkü o faydasız yere anırır. Eğer: Nasıl "lesavtü” dedi de, "leasvatül hamir” demedi?” denilirse. Cevap şöyledir: Her cinsin sesi vardır, sanki: Cins seslerinin en çirkini bu cinstir, demiş gibidir. 20Görmediler mi ki, Allah göklerde ve yerde ne varsa, hepsini sizin emrinize verdi. Size açık ve gizli olarak nimetlerini bol bol verdi. İnsanlardan kimi ne bilgisi ne rehberi ve ne de aydınlatıcı bir kitabı olmadan Allah hakkında tartışır. "Size bol bol verdi": Geniş ve mükemmel surette demektir. "Niamehu": Nâfi, Ebû Amr ve Hafs da Âsım’dan rivayet ederek "niamelıu” okumuşlar ve verdiği bütün nimetleri kastetmişlerdir. İbn Kesir, İbn Âmir. Hamze, Kisâi, Ebû Bekir de Âsım'dan rivayet ederek, tekil halinde "nimeten” okumuşlardır. Dahhâk da İbn Abbâs’tan şöyle dediğini rivayet etmiştir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e sordum, "ya Resûlallah, bu açık ve gizli nimet nedir?” dedim. O da şöyle dedi: Açık dediği: İslâm, Allah'ın seni sağlam yaratması ve sana rızık ihsan etmesidir. Gizli de: Kötü amellerini örtmesi ve seni rezil etmemesidir. Dahhâk da şöyle demiştir: Gizli; Marifettir, açık da: Suret güzelliği, endamlılık ve elin, yüzün düzgün olmasıdır. 21Onlara: "Allah'ın indirdiğine tabi olun” denildiği zaman: "Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeylere tabi oluruz” derler. Ya şeytan onları yalınlı ateşin azabına çağırıyor idiyse! "Ya şeytan onları yalınlı ateşin azabına çağırıyor idiyse!": Bunun cevabı verilmemiştir, takdiri şöyledir: Yine de onun ardına düşecek misiniz? 22Kim iyilik eden olarak yüzünü / kendini Allah'a teslim ederse, en sağlam kulpa sarılmıştır. İşlerin sonu yalnız Allah’a (dayanır). "Vemen yiislim veçhelin” Ebû Abdurrahman es - Sülemi, Ebû’l - Âliyye ve Katâde, “sîn” in fethi ve “Lâm” ın şeddesiyle "ve men yüsellim” okumuşlardır. Müfessirler: 23Kim inkâr ederse, onun inkârı seni üzmesin. Dönüşünüz yalnız, banadır; onlara yaptıklarını haber vereceğiz. Şüphesiz Allah göğüslerin sahihini (kalplerde olanı) hakkıyla bilendir. 24Onları az bir şey yararlandırırız, sonra da onları ağır bir azaba mecbur ederiz. 25Yemin olsun, eğer onlara: "Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorsan, mutlaka: "Allah” derler. De ki: "Allah’a hamdolsun". Hayır, onların çoğu bilmezler. 26Göklerdeki ve yerdeki şeylerin lıepsi Allah’ındır. Şüphesiz Allah, gerçek zengin, övgüye layık olandır. "Kim inkâr ederse, onun inkârı seni üzmesin” kavlinin kılıç âyetiyle mensuh olduğunu zikretmişlerse de doğru değildir. Çünkü bu, üzülmemesi için tesellidir, bu da savaş emrine aykırı değildir. Bundan sonrasının tefsiri de birkaç yerde (Hûd: 48; Ankebut: 61; Bakara: 267) geçmiştir. 27Eğer yerdeki ağaçlar kalem olsa, deniz de, arkasından yedi deniz, ona yardım etse (hepsi mürekkep olsa), Allah’ın sözleri bitmez. Şüphesiz Allah mutlak galip, hikmet sahibidir. "Eğer yerdeki ağaçlar kalem olsa": Bunun iniş sebebinde de iki görüş vardır: Birincisi: Yahudi hahamları Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e: "Gördün mü Allah: "Size ancak ilimden az bir şey verildi” (isra: 85) diyor; bundan bizi mi kastediyor yoksa kavmini mi?” dediler. O da: Her ikisini de, dedi. Bunun üzerine: "Sana indirilen Kur’ân’da, bize Tevrat verildiği ve onda da her şeyin açıklaması olduğu yazılı değil mi?” dediler. O da: O, Allah'ın ilmine nispetle azdır, dedi. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu Said b. Cübeyr, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. İkincisi: Müşrikler Kur’ân hakkında: O bir sözdür, yakında biter ve kesilir, dediler; bunun üzerine bu âyet indi. Bunu da Katâde, demiştir. Âyetin manası şöyledir: Eğer yeryüzünün ağaçları kalem olsa, yedi derya da mürekkep olsa, kelâmda söylenmeyen kısımlar vardır ve şöyledir: O kâlemler ve mürekkeplerle Allah’ın kelimeleri yazılsa, kâlemler kırılır ve denizler tükenirdi, Allah'ın kelimeleri ise tükenmezdi, yani kesilmezdi. "Velbahr” kelimesine gelince: İbn Kesir, Nâfi, Âsım, İbn Âmir, Hamze ve Kisâi, ref ile "velbahru” okumuşlardır. Ebû Amr ise nasb ile okumuştur. Zeccâc da şöyle yorumlamıştır: Kim nasb ile "velbahre” okursa, onu "ma” edatının üzerine atfeder; mana da: Yordekiler ve denizdekiler, demek olur. Ref ise güzeldir, manası da: Deniz bu haldeyken demek olur. Yezidi de şöyle demiştir: "Denize de yardım eder (velbahru yemudduhu min ba’dihi)” kavlinin manası: Ona ilâve etmektir. Müdde kıdıek, denir ki, tencerene su ilâve et, demektir. İbn Kuteybe böylece "yemudduhu” midaddan gelir, imdaddan değil, demiştir. Medettü devati bilmidadi (hokkama mürekkep koydum), ve emdettuhu bilmali verricali (ona mal ve adam yardımında bulundum) denir. 28Sizin yaratılmanız ve diriltilmeniz, ancak bir tek nefis gibidir. Şüphesiz Allah hakkıyla işiten, hakkıyla görendir. 29Görmedin mi Allah geceyi gündüze sokuyor, gündüzü de geceye sokuyor. Güneşi ve ay’ı (size) ram etti. Her biri belli bir süreye kadar akar. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır. 30Bu böyledir. Çünkü Allah O, gerçek haktır. O’ndan başka taptıkları şeyler bâtılldır. Şüphesiz Allah, O, pek yüce, çok büyüktür. "Sizin yaratılmanız ve diriltilmeniz ancak bir tek nefis gibidir": İniş sebebi şöyledir: Kureyş’ten Übey b. Ka’b ve diğerleri Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e: "Allah bizi meni, kan pıhtısı, bir çiğnem et ve kemik halinde evre evre yaratıyor; sonra da sen bizim bir saatte yeniden yaratılacağımızı iddia ediyorsun?” dediler. Bunun üzerine bu âyet indi, manası da şöyledir: Ey insanlar, sizin hepinizin yaratılması, bir tek nefsin yaratılması gibidir ve hepinizin yeniden diriltilmesi bir tek nefsin diriltilmesi gibidir. Bunu da Mukâtil, demiştir. 31Görmedin mi, gerçekten gemiler denizde Allah’ın lütfü ile akar; size delillerinden göstermesi için. Şüphesiz bunda her çok sabreden, çok şükreden için ibretler vardır. Bundan sonrasının tefsiri de "görmedin mi, gerçekten gemiler denizde Allah'ın lütfu ile akar” kavline kadar Al-i İmran: 27; Ra’d: 2; Hac: 62’de geçmiştir. İbn Abbâs şöyle demiştir; Gemilerin akması da O'nun tümellerindendir. "Size âyetlerinden göstermek için": Yani size denizde ve rızık aramada acayip sanatını göstermek için, demektir. "Şüphesiz bunda her çok sabreden için vardır": Mukâtil: Allah’ın emrine çok sabreden için, demiştir, "çok şükreden” nimetlerine çok şükreden için, demektir. 32Onları gölgeler gibi bir dalga kapladığı zaman, dini O’na has kılarak Allah’a yalvarırlar. Onları karaya çıkarınca / kurtarınca, içlerinden kimi orta yolu tutandır. Âyetlerimizi ancak her gaddar, nankör inkâr eder. "Onları kapladığı zaman": Yani kâfirleri, bazıları da: Bu, kâfirler ve Müslümanlar için geneldir, demişlerdir. "Mevcün kezzuleli": İbn Kuteybe: Zulle’nin çoğuludur, maksat da birbirinin üstüne binip çokluğundan dolayı da siyah görünen dalgalardır, demiştir. "Dini O’na has kılarak Allah’a yalvarırlar": Bunun şerhi de Yûnus: 22’de geçmiştir, Mana da şöyledir: Onlar şiddet anlarında putlarını hatırlamaz, sadece bir tek Allah’ı zikrederler. Hadiste şöyle gelmiştir: İkrime b. Ebû Cehil, Mekke’nin fethinde Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’den kaçınca, gemiye bindi; gemileri fırtınaya tutuldu; gemidekiler: Ihlas gösterin; çünkü burada ilâhlarınızın size bir faydası olmaz, dediler. İkrime de: "Siz ne diyorsunuz?” dedi. Onlar da: Burası öyle bir yerdir ki, burada Allah’tan başkası fayda vermez, dediler. O da: O, Muhammed’in bizi davet ettiği ilâh'tır, eğer beni denizde ihlastan başka bir şey kurtarmazsa, karada da O’ndan başkası kurtarmaz; bizi geri döndürün, dedi. Dönüp Müslüman oldu. "İçlerinden kimi orta yolu tutandır": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: O, mü’mindir, bunu da Hasen, demiştir. İkincisi: Sözünde orta yolu tutan (ılımlı)dır ki, o da kâfirdir, yani o, içinde şirk gizlese de onu kurtarmaya gücü yetenin bir tek Allah olduğunu itiraf eder, demektir. Üçüncüsü: O, denizde söz verdiği şeyi karada da yerine getirmeye özen gösteren adaletli kimsedir. Runu da Mukâtil, demiştir. "Hattar "a gelince, Hasen: O, gaddardır, demiştir, İbn Kuteybe de: Hatr: Gadrin en çirkini ve şiddetlisidir, demiştir. 33Ey o insanlar, Rabbinizden korkun. O günden çekinin ki, bir baba çocuğuna fayda vermez, çocuğu da babasına hiçbir şeyle fayda vermez. Şüphesiz Allah'ın va’di haktır. Öyleyse dünya hayatı sakın sizi aldatmasın, Allah'a karşı aldatıcı şeytan da aldatmasın! "Ey o insanlar, Rabbinizden korkun": Müfessirler: Bu, Mekke kâfirlerine hitaptır, demişlerdir. "Baba çocuğuna bir fayda vermez": Yani onun cinayet ve zulümlerinden bir şey ödemez. Mukâtil: Bundan kâfirler kastedilmiştir, demiştir. Biz de bunu Bakara: 48’de şerh etmiş bulunuyoruz. Zeccâc şöyle demiştir: "Hüve cazin": Mushaflarda ye'siz gelmiştir, aslı zamme ve tenvinle caziyün’dür. Sibeveyh ile Halil şöyle demişlerdir: Tercihe şayan olan ye'siz "cazin” şeklidir. Fasih konuşan Araplar ye’nin geçiş halinde düştüğünü bildirmek için böyle vakfetmişlerdir. Yûnus da bazı güvenilir Araplardan ye ile vakfettiklerini haber vermiştir. Ancak en iyisi mushafa uymaktır. "Şüphesiz Allah'ın va’di haktır": Yani yeniden diriltme ve ceza va'di, demektir "Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın": Ziynetini göstererek sizi İslâm dan ve ahirde hazıılıktan aldatmasın. "Sizi Allah’a karşı aldatmasın": Yumuşaklığı ve mühlet vermesiyle, "aldatıcı” şeytan. O (garın ) aldatmayı huy haline getiren, demektir. Zeccâc da şöyle demiştir: el -Ğarur, feul veznindedir, feul da mübalağa isimlerindendi!. İliklinin ekilimi derler ki, çok yiyendir, durulum derler ki, çok dövendir Şeytana da gamı denilmesi, çok aldattığmdandır. İbn Kuteybe de, ğaynın fethi ile garur: Şeytandır, zammı ile de: Bâtılldır, demiştir. 34Şüphesiz Allah, kıyametin bilgisi O'nun katındadır. Yağmuru indirir. Rahimlerdekini bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilmez. Hiç kimse hangi yerde öleceğini bilmez. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, her şeyden haberdardır. "Şüphesiz kıyametin bilgisi Allah’ın katındadır": iniş sebebi şöyledir: bedevilerden biri Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e geldi: Benim karım hamiledir, ne zaman doğuracağını bana haber ver, yurdum kuraktır, yağmurun ne zaman yağacağını bana haber ver. Ne zaman doğduğumu biliyorum, ne zaman öleceğimi bana haber ver, dedi. Bu âyet bunun üzerine indi. Bunu da Mücâhid, demiştir. Âyetin manası şöyledir: "Şüphesiz Allah” celle celaluhu "kıyametin bilgisi O‘nun katındadır” ne zaman kopacağını O'ndan başkası bilmez. "Veyünezzilül ğays": Nâfi', Âsım ve İbn Âmir, şedde ile "veylinezzilii” okumuşlardır. Kimse yağmurun ne zaman düşeceğini, gece mi yoksa gündüz mü bilmez. "Rahimlerdekini bilir": Ondan başka kimse onlardakini bilmez, erkek midir yoksa dişi midir, beyaz mıdır yoksa siyah mıdır? "Kimse yarın ne kazanacağını bilmez” hayır mı yoksa şer mi kazanacağını bilmez. "Kimse hangi yerde öleceğini bilmez": Yani nerede öleceğini, demektir. İbn Mes’ûd, Übey b. Ka’b ve İbn Ebi Able, meksur te ile "bieyyeti ardın” okumuşlardır. Mana da: Kimse düşüp öleceği yer neresidir, bilemez, karada mı yahut denizde mi veyahut dağda mı? Ebû Ubeyde: Bieyyi ardın ve bieyyeti ardın ikisi de lügattir, demiştir. Ferrâ’ da şöyle demiştir: Bieyyi ardın demekle ardın müennesliği itibarı ile eyyetii’de başka bir te’nis alâmeti getirmeye lüzum görmemiştir. İbn Abbâs da şöyle demiştir: Bu beş şeyi ne Allah'a yakın bir melek ne de seçkin bir peygamber bilmez. Zeccâc da şöyle demiştir: Kim bunlardan birini bildiğini iddia ederse, O, Kur’ân'ı inkâr etmiştir, çünkü ona muhalefet etmiştir. |
﴾ 0 ﴿