33-AHZAB SÛRESİ

Medine’de inmiştir. 73 ayettir.

İttifakla Medine’de inmiştir.

Bismillahirrahmanirrahim

1

Ey o peygamber, Allah'tan kork, kâfirlere ve münafıklara itâat etme. Şüphesiz Allah her şeyi bilen, hikmet sahibidir.

"Ey O Peygamber, Allah’tan kork";

İniş sebebi şöyledir: Ebû Süfyan b. Harb, İkrime b. Ebû Cehil ve Ebû’l-A’ver es-Sülemi, barış meselesinden dolayı Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e geldiler; Abdullah b. Übey Muattib b. Kuşryr ve Ced b. Kays’e konuk oldular. Kendi aralarında konuşlular. Sonra da Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'e geldiler, ona kendi fikirlerine davet ettiler ve ona bazı şeyler teklif ettiler; o da bunlardan hoşlanmadı, bu âyet bunun üzerine indi. Bunu Ebû Salih, İbn Abbâs'tan rivayet etmiştir.

Mukâtil de şöyle demiştir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’den Lât ve Uzza’yı zikretmemesini ve onların şefaat edeceklerini söylemesini istediler. Bu âyet bunun üzerine indi.

İbn Cerir de şöyle demiştir:

"Kâfirlere itâat etme": Onlar: Etrafındaki zayıf Müslümanları bizden uzaklaştır, kov, demişlerdi.

"Münafıklara da": Onların da görüşlerini kabul etme.

Eğer:

"Allahü teâlâ’nın, Resul’üne korkmasını emretmesinin faydası nedir, zaten o Allah’tan korkanların efendisidir?” denilirse, buna üç cevap verilir:

Birincisi: Bundan maksat, olduğu hale devam etmesidir.

İkincisi: Onu daha çok yapmasıdır.

Üçüncüsü: o, bir hitaptır, ona tevcih edilmiştir, murat edilen ise ümmetidir.

Müfessirler şöyle demişlerdir: Bu âyette kâfirlerden Ebû Süfyan, İkrime ve Ebû’l - A'ver, münafıklardan da Abdullah b. Übey, Abdullah b. Sa’d b. Ebi Şerh ve Tu’me b. Übeyrık kastedilmiştir. Bundan sonrasının tefsiri de

2

Rabbinden sana vahyolunana tabi ol. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.

3

Allah'a tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter.

4

Allah hiçbir adamın içinde iki kalp kılmamış; zıhar yaptığınız eşlerinizi de anneleriniz yapmamış ve evlatlıklarınızı da oğullarınız kılmamıştır. Bu, sizin ağızlarınızdaki (boş) bir sözünüzdür. Allah hakkı söyler. O, (doğru) yolu gösterir.

"Allah bir adama iki kalp vermedi” kavline kadar Nisa: 81 ’de geçmiştir. Bunun

iniş sebebinde de iki görüş vardır:

Birincisi: Münafıklar şöyle derlerdi: Muhammed’in iki kalbi vardır; bir kalbi bizimledir, bir kalbi de ashabı iledir. Allahü teâlâ da onları yalancı çıkardı ve bu âyet indi. Bunu İbn Abbâs, demiştir.

İkincisi: O, Cemil b. Ma’mer el - Fihri hakkında indi, Bir bölük müfessir onu böyle tanıtmışlardır. Ferrâ’ ise şöyle demiştir: Cemil b. Esed, künyesi Ebû Amr’dır.

Mukâtil de şöyle demiştir: Ebû Ma'merbin Enes el-Film, akıllı, duyduğunu unutmayan biri idi. Kureyş: Bu şeyleri unutmaması iki kalbi olmasındandır, derlerdi. Oda: Benim iki kalbim vardır: Her biri ile Muhammed’in düşündüğünden daha fazlasını düşünürüm, derdi. Bedir savaşı başlayıp da müşrikler yenilgiye uğrayınca - ki, aralarında Cemil b. Ma'mer de vardı - Ebû Süfyan onunla karşılaştı; o sırada Ma’mer ayakkabılarının birini eline almış, diğeri ise ayağında idi. Ebû Süfyan ona: "Savaş nasıl oldu?” dedi. O da: Bizimkiler yenildiler, dedi. Ebû Süfyan: "Neden ayakkabılarının biri elinde, diğeri de ayağında?” dedi. O da: İkisini de ayağımda zannediyordum, dedi. O zaman iki kalbi olsa idi, ayakkabısının elinde olduğunu unutmazdı, dediler. Bu, bir grup müfessirin görüşüdür, Zührî ise bu hususla acayip bir söz söylemiştir: Bize ulaştığına göre bu, Zeyd b. Harise hakkında söylenmiş bir misaldir, onun için,

"başkasının oğlu senin oğlun değildir, demişlerdi. Ahfeş de

"min kalbeyni” kavlindeki

"min"in zait olduğunu söylemiştir.

Zeccâc da şöyle demiştir: Allahü teâlâ bu, benim iki kalbim vardır, diyen adamı yalancı çıkardı, sonra da bu söz ile müşriklerin ve diğerlerinin söyledikleri şeyin aslı olmadığını tespit etti ve şöyle dedi: "Zıhar yaptığınız kadınları da anneleriniz kılmadı", Böylece Allahü teâlâ zevcenin anne olmadığını bildirdi. Cahiliye halkı, kadınlarına: Sen benim nazarımda annemin sırtı gibisin, derlerdi.

"Evlatlıklarınızı da oğullarınız kılmadı” sözü de böyledir: Yani oğul dediğiniz kimseyi gerçek evlat kılmadı,

"Bu sizin ağzınızdaki (boş) bir sözdür": Yani nesebi gerçek olmayana nesep nispet etmeniz asılsız bir sözdür, demektir,

"Allah hakkı söyler": Yanı başkasının oğlunu kendi oğlunuz kılmaz.

"O, doğru yolu gösterir": Yani eğri olmayan yolu demektir.

Müfessirler: "Kendilerinden zıhar yaptığınız kadınları anneleriniz kılmadı” kavlinin Evs b. Samit ile karısı Havle Hint Sa'lebe hakkında indiğini zikretmişlerdir.

Kelâmın manası da şöyledir: Kendilerinden zıhar yaptığınız kadınları anneleriniz gibi baranı kılmadı, bu sözünüz günahtır ve onda kefaret vardır. Zevceleriniz ise size helaldir. Biz de bunu Mücadele suresinde şerh edeceğiz, İnşallah. Ve

müfessirler:

"Evlatlıklarınızı da oğullarınız kılmadı” kavlinin de Zeyd b. Harise hakkında İndiğini söylemişlerdir, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem onu azat etti ve vahiy gelmeden önce de evlat edindi. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem Zeynep bint Cahş ile evlenince, Yahudilerle münafıklar: Muhammed, herkesi men ettiği halde oğlunun karısı ile evlendi, dediler. Bunun üzerine bu âyet indi.

5

Onları (evlatlıklarınızı) babalarına nisbetle çağırın. Bu, Allah katında daha adildir. Eğer babalarını bilmezseniz, dinde kardeşleriniz ve dostların izdir. Hata ettiğiniz şeyde size ğünah yoktur. Ancak kalplerinizin kastettiği şeyler(de günah vardır). Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir.

"Onları babalarına nisbetle çağırın": İbn Ömer şöyle demiştir: Biz, Zeyd b. Harise’yi, Zeyd b. Muhammed diye çağırırdık, nihayet

"onları babalarına nisbet ederek” (onların ismiyle) çağırın âyeti indi.

"O daha adildir": Yani adalete daha yakındır, demektir.

"Eğer babalarını bilmezseniz": Yani eğer babalarını tanımazsanız, "kardeşlerinizdir": Yani onlar sizin kardeşlerinizde, ona: Kardeşim, deyin.

"Dostlarınızdır":

Zeccâc: Amca çocuklarınızdır, demiştir.

"Dostlarınız” kardeşleriniz demek de câizdir.

"Hata ettiğiniz şeyde size günah yoktur":

Bunda da üç görüş vardır:

Birincisi: Yasaktan önce hata ettiğiniz şeyde, bunu da Mücâhid, demiştir.

İkincisi: Öyle bildiğiniz halde babasından başkasına nisbet ederek çağırmanızda, bunu da Katâde, demiştir.

Üçüncüsü: Yanıldığınız şeyde, bunu da Habib b. Ebi Sabit, demiştir.

Birinciye göre mana şöyle olur:

"Ancak kalplerinizin kastettiği şey hariç": Yani yasaktan sonra demektir, (kinci ve üçüne üye göre de şöyledir: Bir adamı babasından başkasına kasten nisbet etme.

6

Peygamber, mü’minlere nefislerinden daha yakındır, eşleri de onların analarıdır. Akrabalar da Allah'ın kitabında birbirlerine mü'minlerden ve muhacirlerden daha yakındır. Ancak dostlarınıza bir iyilik yapmanız (serbesttir). Bu, kitapta satır satır yazılmıştır.

"Peygamber mü'minlere kendi nefislerinden daha yakındır": Yani daha haklıdır, onlar için istediği kararı verir, demektir.

İbn Abbâs şöyle demiştir: Onları bir şeye çağırdığı ve nefisleri de bir şeye çağırdığı zaman, ona itâat etmek nefislerine itâat etmekten evladır. Bu da doğrudur; çünkü kendi nefisleri onları helake davet edebilirken Peygamber onları kurtuluşa davet eder.

"Eşleri onların analarıdır": Yani nikahlarının ebediyen haram olup, onlara saygı ve hürmette kusur etmemede. Onlar her şeyde ana hükmünde değildir; eğer öyle olsa idi, hiç kimsenin onların kızlarıyla evlenmeleri câiz olmaz ve onlar Müslumanlara mirasçı olurlardı, onlarla halvet câiz olurdu. Mesmk’tan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Bir kadın, Hazret-i Âişe’ye: Anne, diye seslendi, o da: Ben senin annen değilim, ben ancak erkeklerinizin anasıyım, dedi. Bu hadisten şu anlaşıldı ki, anne olmalarının manası, sadece nikahlarının haram olmasıdır.

Mücâhid de şöyle demiştir:

"Eşleri onların analarıdır” kavline göre, o da (Peygamber de) babalarıdır demek olur. Bundan sonrası da

"mü’minlerden ve muhacirlerden” kavline kadar Enfal’ın sonunda tefsir edilmiştir.

Mana da şöyledir: Akrabalar birbirlerine kan bağı ile mirasçı olmada iman ve hicret ile mirasçı olmalarından daha yakındır, nitekim nesihten önce böyle idi.

"Ancak dostlarınıza bir iyilik yapmanız hariç": Bu da istisna-i munkatı'dır,

Mana da şöyledir: Ancak dostlarınıza iyilik yapmanız câizdir. Bu da şöyle: Allahü teâlâ yemin ve hicret ile miraslaşmayı neshedince, yeminle dostluk kuranlara vasiyet etmeyi mubah kıldı. İnsan dostuna malının üçte birinden vasiyet edebilir. İyilik burada vasiyet manasınadır,

"Bu oldu": Yani hicret ile mirasın neshedilip akrabalara devri "kitapta": Yani Levh-i Mahfuz’da,

"mestura": Satır satır yazılmış oldu.

7

Hani, Peygamberlerden, senden, Nûh'tan, İbrahim'den, Mûsa’dan ve Meryem oğlu İsa’dan sözlerim almıştık. Ve onlardan ağır bir söz almıştık.

"Hani almıştık":

Mana şöyledir: Hatırla o zamanı ki, almıştık. "Peygamberlerden sözlerini” Yani akitlerini,

bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Peygamberlerden söz almak, birbirlerini tasdik etmeleridir, bunu da Katâde, demiştir.

İkincisi: Allah'a ibadet edip O’na ibadete davet etmeleri, birbirlerini lasdik edip kavimlerine iyi niyet beslemeleridir, bunu da Mukâtil, demiştir.

Bu söz, onlardan Âdem’in belinden küçük karıncalar gibi çıkarıldıkları zaman alınmıştır. Übey b.

Ka’b şöyle demiştir: Mahlukattan söz alındığı zaman özellikle peygamberlerden de başka bir söz daha alındı.

Eğer: "Neden özellikle beş peygamber zikredildi de diğerleri zikredilmedi?” denilirse.

Cevap şöyledir: O, böylece onların faziletlerine dikkat çekmiştir; çünkü onlar kitap ve şeriat sahipleridir, bizim Peygamberimizin öne alınması ise onlardan üstün olmasındandır.

Katâde: Bizim peygamberimiz bütün peygamberlerden önce yaratıldı, demiştir.

"Ağır bir söz": Yani üstlendikleri şeyi yerine getirmeye dair ağır bir söz demektir.

Müfessirler, bu ağır söz aziz ve celil olan Allah’a yemin etmekle alınmıştır, demişlerdir.

8

Doğrulara doğruluklarından sorması için. Allah kâfirler için acıklı bir azap hazırlamıştır.

"Doğrulara sorması için": Diyor ki: Onlardan söz aldık ki, doğrulara soralım. Onlar da peygamberlerdir.

"Doğruluklarından": Tebliğdeki doğruluklarından, demektir. Onların doğruluklarını bildiği halde onlara sormanın manası, onlara inanmayanları azarlamak içindir. Söz burada bitti. Sonra da bunun ardından peygamberler aracılığı ile kâfirlere hazırladığı şeylerden haber verdi.

9

Ey o iman edenler, Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani, size ordular gelmişti de biz de üzerlerine bir rüzgar ve sizin görmediğiniz urdular göndermiştik. Allah yaptıklarınızı görmektedir.

"Ey o iman edenler, Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani, size ordular gelmişti": Onlar da Hendek savaşında Resulukıh sallallahu aleyhi ve sellem’in üzerine gelen müttefik düşman birlikleridir.

Kıssaya İşaret

Siyer Âlimleri şöyle anlatmışlardır: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem, Nadiyr oğullarını Medine’den sürünce, Hayber'e gittiler; eşraflarından birkaç kişi Mekke'ye çıkıp Kureyş’i tahrik ettiler. Onları Resûlüllah’lâ savaşa çağırdılar. Sonra da yanlarından çıkıp Gatafan ve Süleym oğullarına geldiler. Onlardan da o şekilde ayrıldılar. Kureyş ve onlara tabi olanlar hazırlık yaptılar, dört b. kişi oldular. Ebû Süfyan’ın kumandasında çıklılar, onlara Merriizzahran bölgesinde Siileym oğulları katıldı. Esed oğulları, Fezare, Eşca ve Mürre oğulları da çıktılar; Hendek’le toplanan kabilelerin sayısı on bine ulaştı. İşte Ahzap denen birlikler onlardır. Onların Mekke’den çıktıkları Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e ulaşınca insanlara onların haberini verdi. Onlarla müşavere etti. Selman hendek kazılması teklifinde bulundu, bu da Müslümanların hoşuna gitti. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ashabını Sel’ dağının eleğinde topladı, Sel’i arkasına aldı. Ebû Süfyan b. Harb, Huyey b. Ahtab’ın aklını çeldi, onu Kurayza oğullarına gönderdi, Resûlüllah’lâ yaptıkları antlaşmayı bozmalarını ve kendilerine katılmalarını isledi. Onlar da kabul ettiler. Korku arttı, belâ büyüdü. Sonra aralarında çatışma ve savaş cereyan etti. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ile ashabı on küsur göçe abluka altında kaldılar, çok tedirgin oldular. Nuaym b. Esved el - Eşcai Müslüman olmuştu, Kureyş, Kurayza ve Gatafan arasına fitne soktu, birliklerini bozdu. Herkes arkadaşından ürker oldu. Kurayzalılar Cumartesini bahane ettiler: Biz onda savaşmayız, dediler. Cumartesi gecesi şiddetli bir fırtına çıktı, Ebû Süfyan: Ey Kureyşliler, Allah’a yemin ederim ki, burası duracak yer değildir, deve de at da kırıldı, ortalıkta yiyecek bir şey yok, Kurayzalılar sözünde durmadı, fırtınanın da ne kadar şiddetli olduğunu görüyorsunuz, hareket edin, ben de ediyorum, dedi. Sabahleyin askerler çekilip oradan ayrıldılar.

Mücâhid de şöyle demiştir: Onların üzerine gönderilen yel saba rüzgarı idi, öyleki kazanları devrildi, çadırların kazıkları söküldü. Âyette geçen askerler: Meleklerdir. O gün savaşmadılar. Meleklerin kazıkları söktüğü, ateşleri söndürdüğü ve askerlerin etrafında tekbir getirdiği söylenir. Bu onlara çok zor geldi, savaşmadan yenildiler.

"Lem terevha": Nehaî, Cahderi, Cevni ve İbn Semeyfa, ye ile

"yerevha” okumuşlardır.

"Ve kanallahu bima tamelune basira": Ebû Amr da ye ile

"yamelune” okumuştur.

10

Hani, size üstünüzden ve aşağınızdan gelmişlerdi de o zaman gözler kaymış ve yürekler gırtlaklara gelmişti. Siz Allah’a çeşitli zanlar ediyordunuz.

"Hani, size üstünüzden ve aşağınızdan gelmişlerdi": Yani vadinin yukarısından ve aşağısından, demektir.

"Gözler kaymıştı": Yani dönmüş ve yerinden oynamıştı, nereye baksa düşmanlanır geldiğini görüyordu.

"Ve beleğatil kulubul hanacire": Hanacir, hancere’nin çoğuludur, hançere ise boğazın iç kısmıdır. Katada şöyle demiştir: Gözler yerinden oynadı; eğer gırtlaklar onları sıkmasa idi, dışarı çıkardı. Başkası da, mana şöyledir, demiştir: Onlar korktular, çoklan paniklediler. Korkak kimse çok korktuğu zaman ciğeri şişer, o zaman kalp (yürek) gırtlağa gelir. Bu mana İbn Abbâs ile Ferrâ’’dan rivayet edilmiştir.

İbn Kuteybe de şu manaya gitmiştir: Kalpler korkudan neredeyse boğazlara gelecekti.

İbn Enbari şöyle demiştir: Son cümledeki "kâde” gizlenmez, konuşulmadıkça da manası bilinmez.

"Allah'a çeşitli zanlar ediyordunuz": Hasen: Zanlar farklı idi: Münafıklar Muhammed ile ashabının kökünün kazılacağım zannettiler, mü’minler de onun muzaffer olacağını zannettiler.

İbn Kesir, Kisâi, Hafs da Âsım’dan rivayet ederek, vakıfta elifle

"ezzununa".

"erresula” ve

"essebila” okumuşlar, vasılda da elifi atmışlardır. Hübeyre de, Hafs’ın Âsım'dan, vasılda da vakıfta da elifle okuduğunu rivayet etmiştir. Nâfi', İbn Âmir, Ebû Bekir de Âsım'dan rivayet ederek, vasılda da vakıfta da elifle okumuşlardır. Ebû Amr, Hamze ve Kisâi de vasılda da vakıfta da elifsiz okumuşlardır.

Zeccâc şöyle demiştir: Usta nahivciiler ve sünnete uyan kurralar

"ezzununâ” diye vakfeder, vasılda böyle yapmazlardı. Bunu yapmaları da âyet sonlarına riayet etmelerinden dolayıdır, bunların sonunda da elif vardır.

11

İşte orada mü’minler denendi ve şiddetli bir sarsıntı ile sarsıldılar.

"İşte orada": Yani o zaman

"mü'minler denendiler": Savaş ve muhasara ile imtihan edildiler ki, mü’minle münafık ayrılsın. "Sarsıldılar": Rahatsız edildiler ve korku ile tahrik edildiler. Onlarsa hep sabır gösterdiler.

Ferrâ’ şöyle demiştir: Fitneye tahrik edildiler, ama korundular.

12

O vakit münafıklarla kalplerinde hastalık olanlar:

"Allah ve Resul’ü bize ancak aldatmaca va’dettiler” diyorlardı.

"O vakit münafıklarla kalplerinde hastalık olanlar diyorlardı":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: O, şirktir, bunu da Hasen, demiştir.

İkincisi: Nifaktır, bunu da Katâde, demiştir.

"Allah ve Resul’ü bize ancak aldatmaca va'dettiler": O gün şöyle dediler: Muhammed bize Kisra ile Kayser’in şehirlerini fethedeceğimizi va’dediyor, biz ise yükümüzün başından ayrılamıyoruz. Bu, yemin olsun ki,.,aldatmacadır! İbn Saib de: Bunu diyenin Muattib b. Kuşeyr olduğunu söylemiştir.

13

O zaman onlardan bir grup:

"Ey Medine halkı, sizin için durmak yok, geri dönün!” demişti. Onlardan bir bölük de Peygamberden: "Gerçekten evlerimiz açıktır” diyerek izin istiyordu. Hâlbuki onlar açık değildi. Onlar sadece kaçmak istiyorlardı.

"Onlardan bir grup dedi": Yani münafıklardan bir grup,

onlardan bunu diyenler hakkında da iki görüş vardır.

Birincisi: Abdullah b. Ubey ile arkadaşlarıdır, bunu da Süddi demiştir,

İkincisi: Münafıklardan Salim oğullarıdır, bunu da Mukâtil, demiştir.

"Ey Yesrib halkı":

Ebû Ubeyde şöyle demiştir: Yesrib bir yerin adıdır, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in Medine'si onun bir kenarındadır.

"tamekaıne lokum": Hafs, Âsım rivâyetinde mimin zammesiyle "lamukame” okumuştur.

Zeccâc da şöyle demiştir: Kim mimi zammeli okursa, mana: Sizin için ikamet yoktur, olur. Kim de fetha ile okursa, mana: Sizin için ikamet edecek yer yoktur, olur. Onlar da mü’minleri Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e katılmaktan engelleyen kimselerdir.

"Geri dönün": Yani Medine’ye dönün, demektir. Çünkü Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem Müslümanları götürüp Sel’ dağı eteğinde kamp kurmuştu, hendek de onlarla düşmanların arasında îdi. Münafıklar insanlara: Sizin için burada durmak yoktur, çünkü düşman çoktur, demişlerdi.

Bu, cumhûrun görüşüdür. Maverdi de başka iki görüş nakletmiştir:

Birincisi: Sizin için Muhammed'in dininde durmak yoktur; müşrik Arapların dinine dönün, bunu da Hasen, demiştir.

İkincisi: Sizin için savaşta durmak yoktur, aman istemeye dönün, bunu da Kelbî, demiştir.

"Onlardan bir bölük Peygamberden izin istiyordu":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Onlar Harise oğullarıdır, bunu da İbn Abbâs, demiştir.

Mücâhid de: Harise b. el - Haris b. el Hazrec oğulları, demiştir.

Süddi de: Sadece Hanse oğullarından iki adam izin islediler, demiştir.

İkincisi: Harise oğulları ile Seleme b. Ciişem oğullarıdır, bunu da Mukâtil, demiştir.

"Gerçekten evlerimiz açıktır (İnne buyulena avretim)": İbn Kuteybe, evlerimiz boştur, demiştir. Avretin aslı: Perdesi ve mahfazası olmayandır. Sanki erkekler evlerin örtüsü ve mahfazasıdır. Onlar gittiği zaman evler açık kalır. Araplar: A’vere menzili derler ki: Evin perdesi gitmek veya duvan çökmektir. A’verel farisii de: Atlının kılıç vurmak veya mızrak saplamak için bir yeri açılmaktır. Allahü teâlâ:

"Hâlbuki onlar açık değildi” diyor; çünkü onları Allah koruyordu, fakat onlar kaçmak istiyorlardı. Hasen ile

Mücâhid şöyle demişlerdir: Evlerimiz perişandır, hırsızlardan korkuyoruz, katade de şöyle demiştir: Evlerimiz düşman larafındadır, ailelerimizden emin değiliz, Allah onları yalanladı ve maksatlarının firar etmek olduğunu bildirdi.

14

Eğer üzerlerine çevrelerinden girilse, sonra da onlardan fitne çıkarmaları istense, elbette bunu getirirler ve orada da ancak pek az kalırlardı.

"Eğer üzerlerine çevrelerinden girilse idi": Yani Medine'nin demektir. Aklar çevre ve etraf demektir, tekili: Katr'dır.

"Sümme siiilül fitnete": Ali b. Ebû Talib radıyallahu anh, Dahhâk, Zührî, Ebû İmran, Ebû Cafer ve Şeyhe, sin’in refi, ye’nin kesri ve hemzesiz olarak "siiyilu” okumuşlardır, Übey b. Ka’b, Mücâhid ve Ebû'l-Cevza, “sîn” in ref'i, vavın meddi, arkasından meksur hemze ile "sûilu” okumuşlardır. Hasen, Ebû’l -Eşheb ve Âsım el-Cahderi “sîn” in kesri, yenin sükunu, hemzesiz ve vavsız olarak "siylu” okumuşlardır. "Süilül iîtnete"nin manası da: Onu yapmaları istense, demektir, fitne de şirktir.

"Leetevha": İbn Kesir ve Nâfi kısa hemze ile "leetevha” okumuşlardır ki, onu hedefler ve yaparlar, demektir. Âsım, Ebû Amr, Hamze ve Kisâi, med ile "leâlevha” okumuşlardır ki, onu verirler, demektir. İbn Abbâs da âyetin manası şöyledir, demiştir: Eğer müttefik orduları Medine’ye girseler de sonra onlara şirk koşmaları emredilse idi, muhakkak şirk koşarlar dı.

"Orada ancak pek az kalırlardı":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Küfre icabette ancak çok az kalırlardı, demektir, bunu da Katâde, demiştir.

İkincisi: Medine'de ancak çok kısa kalır, sonunda azap edilirlerdi. Bunu da Süddi, demiştir. Ebû Süleyman Dımeşki de âyet üzerinde çok enteresan bir görüş nakletmiştir: Burada fitne savaştır,

Mana da şöyledir: Eğer Medine halkının üzerine çevresinden girilse de sonra bu münafıklardan savaş istense idi, hemen ona koşarlardı, üzerlerine giren ordu da pek az kalır, oradan çıkardı. Onları savaştan ancak dinlerine giren şüphe men etmiştir. Ebû Süleyman: Ben bu manayı Vakıdi’nin kitabından ezberledim, demiştir.

15

Yemin olsun, gerçekten daha önce arkalarını dönmeyeceklerine dair söz vermişlerdi. Allah'ın sözü ise mesuldür (sorumluluğu muciptir).

"Daha önce Allah'a söz vermişlerdi":

Ne zaman söz verdiklerinde de üç görüş vardır:

Birincisi: Onlar Bedir savaşında bulunamadılar, Allahü teâlâ’nın Bedir’e katılanlara ettiği ikramı öğrenince: Yemin olsun, eğer bir savaşta hazır bulunursak, mutlaka savaşırız, dediler. Bunu da Katâde, demiştir.

İkincisi: Onlar Akabe biatinde bulunanlardır, onlar yetmiş kişi idiler, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e biat ettiler; Allah’a itâat ve Resul'üne vardım edeceklerine söz verdiler.

Üçüncüsü: Uhut'ta müslümanların başına o şey gelince, Muattib b. Keşeyr ile Salebe b. Hatıb: Bir daha düşmana arka dönmeyiz, dediler. Hendek savaşı çıkınca münafıklık ettiler. Bunu Vakıdi, demiş; Ebû Süleyman Dımeşki de bunu tercih etmiştir ki, bu, öncekinden daha münasiptir. Söz münafıklar hakkında olunca, bütün Akabe mensuplarına nasıl teşmil edilir?

"Allah'ın sözü mesuliyeti muciptir": Yani ahirette ondan sorulurlar.

16

De ki:

"Eğer ölümden yahut öldürülmekten kaçarsanız, kaçmak size asla fayda vermeyecektir. O takdirde ancak pek az faydalanacaksınız".

Sonra firarın ecele faydası olmayacağını haber verip:

"Deki: Eğer ölmekten yahut öldürülmekten kaçarsanız, kaçmak size asla fayda vermeyecektir” dedi. Dünyada firar ettikten sonra demektir.

"O takdirde ancak pek az faydalanacaksınız": O da kalan ömrünüzde demektir.

17

De ki: "Sizi Allah'tan kim koruyacak, eğer size bir kötülük etmek isterse yahut size rahmet etmek isterse?” Kendileri için Allah’tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı bulamazlar.

Sonra onlar hakkında takdirinin değişmeyeceğini şu sözü ile haber verdi:

"Sizi Allah’tan kim koruyacak?": Yani sizi kim himaye eder ve sizi kim korur?

"Eğer size bir kötülük etmek isterse": O da helak etmek, hezimete uğratmak ve belâ vermektir.

"Yahut size rahmet etmek isterse": O da zafer, afiyet ve esenliktir.

"Kendileri için Allah’tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı bulamazlar": Yani onları Allah’ın kendilerine murat ettiğinden koruyacak bir dost ve bir yardımcı bulamazlar, demektir.

18

Allah içinizden (insanları) engelleyenleri ve kardeşlerine: Bize gelin diyenleri muhakkak biliyor. Onlar savaşa ancak pek az gelirler / yanaşırlar.

"Allah içinizden engelleyenleri muhakkak biliyor":

İniş sebebinde iki görüş vardır:

Birincisi: Bir adam hendek savaşında Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanından ayrıldı, öz kardeşinin yanında kebap ve şıra buldu, ona: "Sen buradasın, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ise mızraklar ve kılıçlar arasındadır?!” dedi. O da:

"Bana gel, senin sahibin (Muhammed) her taraftan kuşatılmıştır. Yemini hak eden Allah’a ant içerim ki, Muhammed onlara asla karşı koyamayacaktır!” dedi. O da: Yalan söyledin, ben de yemini hak eden Allah’a ant içerim ki, gidip bunu Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'e söyleyeceğim, dedi. Haber vermek üzere Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e gitti. Cebrâil'in

"yesiren” kavline kadar bu âyeti indirdiğini gördü. Bu da İbn Zeyd’in görüşüdür.

İkincisi: Abdullah b. Ûbey, Muattib b. Kuşeyr ve münafıklar Hendek’ten Medine’ye döndüler, yanlarına bir münafık geldiği zaman ona: Canına acı, otur, çıkma, derlerdi Kamptaki kardeşlerine

"Medine'ye gelin, biz sizi bekliyoruz, diye yazarlardı. Onları savaşmaktan engellerlerdi, Askeri kampa ancak çaresiz, kalırlarsa giderlerdi; kendilerini göstermek için ispat -ı vücut ederlerdi. Kendilerini kimse görmediği zaman da Medine’ye dönerlerdi. İşte bu âyet bunun üzerine indi Bunu da İbn Saib, demiştir.

Muavvik: Engelleyen demektir, "ûkani lulanün, va’takani ve avvekaııi dersin, seni istediğin şeyden men edene böyle dersin. Münafıklar ona yardım etmek isteyenleri Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'den engellerler idi.

"Kardeşlerine: Bize gel, diyenleri":

Bunlar hakkında üç görüş vardır:

Birincisi: O, kardeşine böyle diyen kimsedir, bu da İbn Zeyd'in görüşüdür.

İkincisi: Onlar münafık kardeşlerini savaşı terk etmeye çağıran Yahudilerdir. Bunu da Katâde, demiştir.

Üçüncüsü: Onlar Müslümanları Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’den uzaklaştırmaya çalışan münafıklardır. Bunu da Maverdi nakletmiştir.

"Savaşa gelmezler": Yani Allah yolunda savaşta hazır bulunmazlar

"ancak pek az": Allah için değil de gösteriş ve riya için bulunurlar. Eğer o az şey Allah için olsa idi çok olurdu.

19

Size karşı pek cimri olarak. Korku geldiği zaman onların sana ölümden bayılan gibi gözleri dönerek baktıklarını görürsün. Korku gidince de sizi sivri dilleriyle incitirler. Hayra karşı pek cimriler olarak. İşte onlar iman etmediler; Allah da onların amellerini boşa çıkardı. Bu da Allah’a kolaydır.

"Size karşı pek cimri olarak (eşihhaten aleyküm)":

Zeccâc: O, hal olarak mensubtur, Mana da şöyledir, demiştir: Harbe ancak özür beyan etmek için ve size karşı cimri olarak gelirler.

Cimrilik ettikleri şeyde de müfessirlerin dört görüşleri vardır:

Birincisi: Hayra cimri olarak, bunu da Mücâhid, demiştir.

İkincisi: Allah yolunda harcamaya.

Üçüncüsü: Ganimete, bu ikisi Katâde'den rivayet edilmiştir.

Zeccâc da: Zafer ve ganimete, demiştir.

Dördüncüsü: Sizinle savaşmaya, bunu da Maverdi nakl etmiştir.

Sonra korkaklıklarını haber verip "korku geldiği zaman” dedi. Yani savuş başladığı zaman demektir.

"Onların sana ölümden bayılan gibi gözleri dönerek baktıklarını görürsün":Yani gözleri ölümden bayılan insanın dönmesi gibi döner. O da ölümü yaklaşıp ölüm sebepleri kendisini bürüyen kimsedir. Çünkü o, korkar ve aklı gider, gözü açık kalır, bir türlü kapanmaz. İşte bunlar da öyledir, çünkü onlar da öldürülmekten korkarlar.

"Korku gittiği zaman sizi incitirler":

Ferrâ’: Emniyet konusunda konuşarak sizi incitirler, demiştir. "Sivri dillerle": Bozuk ve yaralayıcı dillerle. Araplar, sad ile salakukiim derlerse de bu, kıraalta câiz değildir. Bu da Ferrâ’’nın görüşüdür. Übey b. Ka'b, Ebû’l - Cevza, Ebû İmran el - Cevni, İbn Ebi Able vd. sad ile okumuşlardır.

Zeccâc şöyle demiştir: "Selekuküm"ün manası: Size ganimet konusunda ağır ve özlü ifadelerle hitap ederler. Hatîbün mislakda: Beliğ konuşan hatiptir.

"Hayra karşı pek cimri olarak": Yani onlar mala ve ganimete karşı pek cimri olarak size hitap ederler, demektir. Kelade de şöyle demiştir: Ganimet dağıtma zamanı olunca size dil döker: Bize de verin, siz ona bizden daha haklı değilsiniz, derler. Ama savaş anında insanların en korkağı ve hakkı en az müdafaa edenidirler. Ganimet anında ise toplumun en cimrisidirler.

Burada hayırdan ne murat edildiği hususunda da üç görüş vardır:

Birincisi: O, ganimettir.

İkincisi: Allah yolunda harcayacakları mata karşı cimrilik, demektir.

Üçüncüsü: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in zaferine karşı, demektir.

"Onlar iman etmediler": Yani onlar iman gösterdiler, mü’min değildirler. Nifaklarından dolayı da

"Allah amellerini boşa çıkardı":

Mukâtil şöyle demiştir: Cihatlarını iptal etti, çünkü o, imanla yapılmış değildi.

"Bu oldu": Boşa çıkarma

"Allah'a kolay oldu".

20

Düşman birliklerini gitmediler zannederler. O birlikler gelirse, isterler ki, bedeviler içinde çölde bulunsunlar da haberlerinizi sorsunlar. Eğer içinizde olsalardı ancak pek az savaşırlardı.

Sonra korkaklıklarını gösteren şeyi haber verip:

"Düşman birliklerini gitmedi zannederler” dedi. Yani münafıklar aşırı korku ve tedirginliklerinden yenilip giden birliklerin gitmediğini zannederler.

"Eğer o birlikler geri gelirse": Yani savaş için ikinci kez dönerlerse,

"isterler ki, bedeviler içinde çölde bulunsunlar da": Yani korkul arından çölde bedevilerin içinde olsunlar da

"haberlerinizi sorsunlar": Yani sizden uzakta olup da haberlerinizi sormak isterler:

"Muhammed ve ashabı ne yaptı?” derler. Korku ve endişelerinden dolayı halinizi müşahede ederek değil de duyarak öğrenmek isterler. Şöyle de denilmiştir: Müslümanların başına gelene sevinerek böyle sorarlar.

"Eğer içinizde olsalardı Yani sizinle beraber savaşta hazır olsalardı

"ancak pek az savaşırlardı":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Ancak taş atarak savaşırlardı, bunu da İbn Saib, demiştir.

İkincisi: Allah rızası için değil de riya için savaşırlardı. Bunu da Mukâtil, demiştir.

21

Yemin olsun, gerçekten sizin için; Allah’ı ve ahiret gününü umup Allah’ı çok zikredenler için, Allah'ın Resul'ünde güzel örnek vardır.

Sonra savaşa katılmayıp da Medine’de kalanları şu sözü ile ayıpladı:

"Yemin olsun, gerçekten sizin için Allah'ın Resul'ünde güzel bir örnek vardır": Yani iyi bir model vardır,

Mana da şöyledir: Sizin için onda uyulacak şey vardır; eğer onun gibi sabrederseniz - nitekim Uhut'ta dişi kırılmış, alnı kanamış ve amcası öldürülmüştü- bununla beraber size her türlü yardımda bulunurdu.

Âsım hemzenin zammesiyle "üsvetün", diğerleri ise kesresi ile okumuşlardır ki, ikisi de iyi lügattir. Hicaz halkı ile Esed oğulları kesre ile

"işve", Temim ile Kays oğullarının bazıları da zamme ile "üsve” derler. Allahü teâlâ bu örneği özellikle Müslümanlar için kılmış:

"Allah’ı ve ahiret gününü umanlar için” demiştir.

Mana da şöyledir: Resûlüllah’taki örnek ancak Allah’ı ve ahiret gününü umanlar içindir,

bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: O’nun yanındaki sevap ve nimeti umanlar, bunu da İbn Abbâs, demiştir.

İkincisi: Allah’tan ve öldükten sonra dirilmekten korkanlar için, bunu da Mukâtil, demiştir.

"Allah’ı çok zikreden": Çünkü Allah’ı zikreden O’nun emirlerine uyar; ondan gafil olan ise öyle değildir.

22

Mü'minler o birlikleri görünce:

"İşte bu, Allah ve Resul'ünün bize va'dettiği şeydir. Allah ve Resul'ü doğru söyledi” dediler ve bu, onların ancak iman ve teslimiyetlerini artırdı.

Sonra düşman birlikleri ile karşılaşan mü’minlerin hallerini niteleyip şöyle dedi: Mü’minler düşman birliklerini gördüğü zaman: Bu, Allah’ın ve Resul’ünün bize va’dettiği şeydir, derler.

Bu vaatte de iki görüş vardır:

Birincisi: O,

"Sizden öncekilerin halleri sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi zannettiniz?” (Bakara: 214) kavlidir. Bunlar o gün belayı gözleriyle görünce: Bu, Allah ve Resul’ünün bize va'dettiği şeydir, dediler. Bunu da İbn Abbâs, Katâde vd. demişlerdir.

İkincisi: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem onlara zafer ve Kisra’nın şehirlerini ve Hiyre’nin saraylarını va’detti. Bunu da Maverdi ve diğerleri zikretmişlerdir.

"Bu onların artırmadı": Yani gördükleri şeyler

"ancak imanı artırdı": Allah’ın va'dine imanı demektir. Ve emrine

"teslimiyeti artırdı".

23

Mü minlerden birtakım erkekler vardır ki, Allah'a verdikleri söze sadık kaldılar. Onlardan kimi adağını ödedi; kimi de beklemektedir. (Verdikleri sözü) asla değiştirmediler.

"Mü’minlerden birtakım erkekler vardır ki, Allah’a verdikleri söze sadık kaldılar":

Kimler hakkında indiğinde iki görüş beyan ederek ihtilaf etmişlerdir:

Birincisi: O, Enes b. Nadr hakkında indi, bunu da Enes b. Malik, demiştir. Buhârî ve Müslim, Enes b. Malik'ten şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: Amcam Enes b. Nadr, Bedir savaşında bulunamadı; gelince, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in müşriklere ilk yaptığı savaşla bulunamadım; eğer aziz ve celil olan Allah beni bir savaşta bulundurursa, Allah ne yapacağımı mutlaka görecektir, dedi. Uhut savaşı çıkınca, insanlar yarıldılar, o da: Allah'ım, şu müşriklerin yaptıklarından sana teberri ederim; şu Müslümanların yaptıklarından da senden özür dilelim, dedi. Sonra kılıcı ile yürüdü: Sa'd b. Muaz ile karşılaştı; ona: Ey Sa'd, Uhut tarafından cennetin kokusunu duyuyorum, ne de hoş kokuyor, dedi. Sa’d: Ya Resûlallah, o öyle bir şey yaptı ki, ben yapamazdım, dedi. Enes diyor ki: Onu öldürülenler arasında bulduk, üzerinde kılıç darbesi, mızrak saplaması ve ok değmesi türünden seksen küsür yara vardı. Ona işkence de etmişlerdi. Biz onu tanıyamadık; onu ancak kız kardeşi parmağından tanıdı. Enes diyoı ki: Biz:

"Mü’minlerden öyle erkekler vardır ki, Allah’a verdikleri söze sadık kaldılar” âyetinin o ve arkadaşları hakkında indiğini söylerdik.

İkincisi: O, Talha b. Ubeydullah hakkında indi; Nezzal b. Şehre, Hazreli Ali radıyallahü anh’ten şöyle rivayet etmiştir, kendisine: Bize Talha'dan anlat, dediler; o da şöyle dedi: O, öyle bir zattır ki, onun hakkında Allah'ın kitabından "kimisi adağını yerine getirdi” âyeti indi. Ona ileride hesap yoktur.

Bazı müfessirler ile: Âyetin bu kadarının Talha, başının ise Enes hakkında indiğini söylemişlerdir. İbn Cerir de, âyetin manası şöyledir, demiştir: Allah'a verdikleri sözü yerine getirdiler.

Bunda da dört görüş vardır;

Birincisi: Onlar Akabe gecesinde İslâm'a ve ona yardım edeceklerine söz verdiler.

İkincisi: Onlar Bedir'de bulunamayan kimselerdir; bir daha hiçbir savaştan geri kalmayacaklarına söz verdiler.

Üçüncüsü: Onlar düşmanla karşılaştıkları zaman kaçmayacaklarına söz verdiler ve buna da sadık kaldılar.

Dördüncüsü: Onlar zorluklara, sıkıntılara ve savaşa göğüs gereceklerine söz verdiler.

"Onlardan kimisi adağını yerine getirdi, kimisi de beklemektedir":

Bunda da üç görüş vardır:

Birincisi: Onlardan kimisi öldü, kimisi de ölümü beklemektedir. Bunu da İbn Abbâs, demiştir.

İkincisi: Onlardan kimi öldürülse de veya yaşasa da sözünü yerine getirdi, onlardan kimi de savaşmak veya düşmana ciddi şekilde direnmekle ölümü beklemektedir. Bunu da Mücâhid, demiştir.

Üçüncüsü: Kimisi ettiği adağı yerine getirdi, bunu da Ebû Ubeyde, demiştir. Bu durumda nahb kelimesi birinci görüşe göre ecel, İkinciye göre de adak olur,

İbn Kuteybe de:

"Kada nahbehu": öldürüldü, demiştir. Nahb’in aslı adaktır; bazıları, eğer düşmanlarla karşılaşırlarsa, öldürülünceye veya Allah fetih nasip edinceye kadar direteceklerini adak etmişlerdi. Öldürüldüler, bunun üzerine: Fiilanün kada nahbehu denildi ki, öldürüldü, demektir. Bu durumda nahb istiare yolu ile ecel yerine kullanılmıştır. Çünkü ecel nahb vasıl asıyla gerçekleşmiş ve nahb ona sebep olmuştur. Bundan dolayıdır ki, ihsana

"menn” denilmiştir, Çünkü kime bir şey verilirse, minnet eder.

İbn Abbâs da: Adaklarını yerine getirenlerden bazıları şunlardır, demiştir: Hamza b. Abdülmuttalib, Enes b. Nadr ve arkadaşları. İbn ishakda:

"adaklarını yerine getirenler” Bedir ve Uhut'ta şehit düşenlerdir, demiştir.

"Onlardan kimisi de beklemektedir” Allah’ın va’deltiği zaferi veyahul arkadaşları gibi şehit olmayı.

"Değiştirmediler"; Yani münafıkların tersine Rablerine verdikleri sözü değiştirmediler, demektir.

24

Allah doğruları doğrulukları ile mükafatlandırsın yahut dilerse münafıklara azap etsin veyahut Tevbelerini kabul etsin diye. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir.

"Allah doğruları doğrulukları ile mükafatlandırsın diye": Onlar da Allah’a verdikleri sözde duran mü'minlerdir.

"Münafıklara azap etsin diye” sözlerini bozdukları için

"dilerse” o da onları münafıklıkları üzerine öldürmektir.

"Veya Tevbelerini kabul etsin": Dünyada, o zaman onları münafıklıktan imana çıkarır ve onları bağışlar.

25

Allah, kâfirleri bir hayır elde etmeden öfkeleri ile geri çevirdi. Allah savaşta mü'minlere yetti. Allah pek güçlü, mutlak galiptir.

"Allah kâfirleri geri çevirdi": Yani müttefik orduları, onları püskürttü ve Müslümanlara karşı zafer kazanmaktan alıkoydu, "öfkeleriyle": Yani muratlarına nail olmadan, yürekleri soğumadan, demektir.

"Bir hayır elde edemediler": Müslümanlara karşı muzaffer olamadılar. Bu onlara göre hayırdı, onlara kullandıklan kelimelerle hitap edildi.

"Allah savaşta mü’minlere yetti": Fırtına ve melek göndermekle.

"Onlara arka çıkanları indirdi": Yani düşman ordularına yardım edenleri. Onlarda Kurayza Yahudileridir; şöyle ki: Onlar Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ile yaptıkları antlaşmayı bozdular ve müşriklerle elbirliği ettiler.

Kıssalarına İşaret

İlim ve siyer adamları şöyle anlatırlar: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem Hendek'ten dönünce, savaş giysilerini çıkardı ve gusül etti. Ona Cebrâil göründü: Bakıyorum da savaş giysilerini çıkarmışsın, melekler ise kırk gündür silâhlarını çıkarmadılar? Allah sana Kurayza oğullarının üzerine yürümeni emrediyor, ben de oraya gidiyorum, kalelerini başlarına yıkacağım, dedi. O da Hazret-i Ali’yi çağırdı, sancağı ona verdi ve Bilal’i gönderdi, insanlara seslendi: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ikindi namazını yalnız Kurayza oğullarında kılmanızı emrediyor, dedi. Sonra onlara yürüdü, onları on beş gün sıkıca kuşattı. Yirmi gün, diyenler de vardır. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e haber gönderdiler: Bize Ebû Lübabe b. Münzir’i gönder, dediler. O da gönderdi. Onunla istişare ettiler; o da elini boğazına götürdü: Bu ölümdür, dedi. Sonra Ebû Lübabe pişman oldu: Allah’a ve Resul'üne hiyanet ettim, dedi. Gitti, kendini mescidin sütununa bağladı, sonunda Allahü teâlâ Tevbesini kabul etti. Sonra Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in kararına razı oldular, o da onlara Muhammed b. Mesleme'yi emir yaptı. Elleri arkalarından bağlandılar, bir tarafa atıldılar, kadınlarla çocuklar da bir tarafa bırakıldılar. Evsliler, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ile onları bağışlaması için konuştular, onlar Yahudilerle müttefik idiler. Resûlüllah Sa’d b. Muaz’ı hakem tayin etti. Muhammed b. Sa'd böyle zikretmiştir. Başkası da şöyle nakletmiştir: Onlar Sa’d b. Muaz'ın hakemliğini kabul ettiler; aralarında antlaşma vardı, ondan kendilerine yumuşak davranılmasını rica ettiler; o da tüyü bitenlerin öldürülmesine, kadınlarla çocukların esir edilmesine ve mallarının da taksim edilmesine karar verdi. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem:

"Allah’a yemin ederim ki, yedi kat güğün üzerinden karar verdin” dedi. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem döndü, onların Medine’ye getirilmelerini buyurdu. Onlar için pazar yerinde hendek kazıldı, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ile ashabı oturdular, onlar da çıkarılıp boyunları vuruldu. Altı ile yedi yüz arasında idiler.

26

Onlara arka çıkan kitap ehlini de kalelerinden indirdi ve kalplerine korku düşürdü. Bir kısmını öldürüyor ve bir kısmını esir alıyordunuz.

"Min sayasıyhim": İbn Abbâs ile

Katâde: Kalelerinden, demişlerdir.

İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Sayasıy’nin aslı: Sığır boynuzudur, çünkü onunla kendini korur ve müdafaa eder. Kalelere: Sayasıy denilmesi onlarla korunulduğu içindir.

Zeccâc da şöyle demiştir; Her boynuza: Sıysa denir. Suysatüdiyk de: Horozun mahmuzudur.

"Kalplerine korku düşürdü": Yani içlerine korku saldı, demektir.

"Bir kısmını öldürüyorsunuz” onlar da savaşa katılanlardır

"bir kısmını da esir ediyorsunuz” onlar da kadınlarla çocuklardır.

27

Yerlerine, yurtlarına, mallarına ve oraya ayak basmadığınız yere sizi mirasçı etti. Allah her şeye kadirdir.

"Yerlerine ve yurtlarına sizi mirasçı etti": Yani gayri menkullerine, hurmalıklarına ve evlerine demektir.

"Ve mallarına": Altın, gümüş, süs eşyası, köleler ve cariyeler gibi.

"Oraya ayak basmadığınız yere de": Yani henüz ayak basmadığınız topraklardır ki, yakında size fethedeceğiz.

Bunda da dört görüş vardır:

Birincisi: O; İran ile Rumdur, bunu da Hasen, demiştir.

İkincisi: Müslümanların kıyamet gününe kadar elde edecekleri yerlerdir. Bunu da İkrime, demiştir.

Üçüncüsü: Mekke’dir, bunu da Katâde, demiştir.

Dördüncüsü: Hayber’dir, bunu da İbn Zeyd, İbn Saib, İbn İshak ve Mukâtil, demişlerdir.

28

Ey o peygamber, eşlerine de ki:

"Eğer siz dünya hayatını ve süsünü istiyor idiyseniz, gelin size boşanma bedellerini vereyim ve sizi güzelce salıvereyim".

"Ey Peygamberin hanımları...": Tefsirciler şöyle demişlerdir: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in hanımları ondan dünya malı islediler; ondan daha fazla nafaka istediler, birbirlerini kıskanmakla ona eziyet ettiler. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem de onlardan bir ay ayrıldı, yüksek odasına çekildi, orada kaldı. Bunun üzerine bu âyet indi. O gün dokuz hamını vardı: Âişe, Hafsa, Ümmü Habibe, Şevde, Safiye el - Hayberiyye, Meymune el - Hilaliyye, Zeynep bint Cahş ve Cüveyriye bint el - Haris. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem indi, onlara âyeti sundu; Âişe’den başladı; o da Allah ve Resûlünü seçti, sonra da: Ya Resûlallah, seni seçtiğimi kadınlarına söyleme, dedi. O da: Allah beni tebliğ edici olarak gönderdi, baskıcı olarak göndermedi, dedi. Ben de bu seçme hadisini el - Hadaik ve el - Muğni kitaplarında uzunluğuna anlatmış bulunuyorum.

Onları hangi hususta serbest bıraktığında iki görüş vardır:

Birincisi: Onları boşamakla yanında kalmak arasında serbest bıraktı. Bu da Âişe radıyallahu anha'nın görüşüdür.

İkincisi: Onları dünyayı tercih edip ayrılmak veya ahireti tercih edip tutmakla serbest bıraktı; onları boşama hususunda serbest bırakmadı. Bunu da Hasen ile Katâde, demişlerdir.

Onları serbest bırakma hususunda da üç görüş vardır:

Birincisi: Onlar kendisinden nafakalarını artırmasını istediler.

İkincisi: Onlar kıskanmakla kendisini rahatsız ettiler. İki görüş de tefsirde meşhurdur.

Üçüncüsü: Kendisi dünya mülkü ile ahiret nimeti arasında serbest bırakılıp da ahireti seçince, kadınlarının da öyle olması emredildi. Bunu da Ebû'l - Kasım Saymeri nakletmiştir.

"Ümetti’künne": Boşama bedelidir, salıvermekten maksat da: Boşamadır. Biz de bunu Bakara: 231 ’de zikretmiş bulunuyoruz.

29

"Eğer Allah'ı, Resul'ünü ve ahiret yurdunu istiyor idiyseniz, şüphesiz Allah içinizden iyilik edenlere büyük bir mükafat hazırlamıştır".

"Ahiret yurdu"ndan murat edilen de: Cennettir. İyilik yapanlar da: Ahireti tercih edenlerdir.

Müfessirler şöyle demişlerdir: Onlar aziz ve celil olan Allah'ı tercih edince, Allah da onları üç şeyle mükafatlandırdı:

Birincisi: "Sizler herhangi bir kadın gibi değilsiniz” kavli ile dünya kadınlarının üzerine üstün kılmakla.

İkincisi: Onları mü'minlerin anneleri kılmakla.

Üçüncüsü:

"Bundan sonra sana kadınlar helâl değildir” (Ahzab: 52) kavli ile onları boşamasını ve onların yerine başka kadınlar almasını yasaklamakla. Bundan sonra onların üzerine evlenmesi serbest bırakıldı mı? Bunda da iki görüş vardır; bunlarda yakında gelecektir, inşallah.

30

Ey Peygamberin hanımları, sizden kim apaçık edepsizlik ederse, onun azabı iki kat katlanır. Bu da Allah’a kolaydır.

"Sizde kim apaçık bir edepsizlik yaparsa": Yani açıktan bir günah işlerse, demektir.

İbn Abbâs: Kocaya itâatsizlik ve kötü ahlak demiştir.

"Ona azap iki kat katlanır": Yani günah ciirmünün azabı iki cürüm azabı gibi kılınır, nitekim bir taat üzerine ecri de iki defa verilir. Azapları niçin iki kat olmuştur? Çünkü onlar başka kadınların görmedikleri engelleyici şeyler görmektedirler. Bundan da çekinmezlerse iki kat azabı hak ederler. Sonra onların isyan etmelerinden Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem rahatsızlık duyar. Kim de Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’i rahatsız ederse, cürmü başkalarınkinden daha büyük olur.

"Bu da Allah’a kolaydır": Yani onun azabı Allah’a kolaydır, demektir.

31

Sizden kim Allah’a ve Resul’üne itâat eder ve iyi iş yaparsa, ona mükafatını iki defa / kat veririz. Ve onun için hoş bir rızık hazırladık.

"Vemen yaknüt": Kim itâat ederse, demektir,

"biz de ona hazırladık": Bunun da açıklaması Nisa: 37’de geçmiştir.

"Hoş rızık": Güzel rızktır ki, o da cennettir.

32

Ey peygamberin hanımları, sizler sakınırsanız, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Öyleyse sözü yumuşak söylemeyin; sonra kalbinde hastalık olan umut eder. Ve iyi bir söz söyleyin (normal konuşun).

Sonra:

"Sizler herhangi bir kadın gibi değilsiniz” demekle başka kadınlara karşı faziletlerini açıkladı.

Zeccâc şöyle demiştir; Niçin, kevalıidetin minen nisai, demedi? Çünkü

"ahad” lâfzı genel bir olumsuzluk ifade eder; erkeği, dişiyi, tekili ve çoğulu içine alır. İbn Abbâs da, şöyle demek istiyor, demiştir: Benim nazarımda sizin kadriniz diğer iyi kadınlar gibi değildir; sizler daha kıymetlisiniz, sevabınız da daha büyüktür.

"Eğer sakınırsanız": Onlara takvayı (sakınmayı) şart koşması, faziletlerinin takvaya bağlı olduğunu bildirmek içindir, yoksa sadece Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ile ilişkilerinden dolayı değildir.

"Öyleyse yumuşak söylemeyin": Yani yumuşak konuşmayın

"o zaman kalbinde hastalık olan umut eder": Yani kalbinde bozukluk olan, demektir.

Mana da şöyledir: Bir münafık veya günahkarın size yakınlık hissedeceği şekilde konuşmayın. Kadından, kendisine yabancılara hitap ettiği zaman kaba (sırıtmadan) konuşması istenmiştir. Çünkü o zaman şüphe tamamından daha uzak olur.

"İyi bir söz söyleyin": Yani kötünün umuda kapılmayacağı şekilde doğru ve iffetli konuşun.

33

Evlerinizde olurun ve ilk cahiliye açılması gibi açılmayın. Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin ve Allah'a ve Resûlüne itâat edin. Allah ancak sizden, ey ehl-i beyt (Peygamberin ev halkı), kiri gidermek ve sizi tertemiz etmek istiyor.

"Vekarne fi buyutikünne": Nâfi, Âsım - Eban rivayet hariç - Hübeyre, Velid b. Müslim de İbn Âmir’den rivayet ederek, kafın fethi ile "vekarne"; diğerleri ise kesri ile "ve kırne” okumuşlardır.

Ferrâ’ şöyle demiştir: Kim fetha ile okursa, karertü filmekâni’den getirir ve ra’nın birini atarak kelimeyi hafifletir; meselâ

"zalte aleyhi ve akifa” (Taha: 90) dediği gibi. Kim de kesre ile okursa, vekar’dan getirir; kır fi menzilike denir ki: Evinde otur, demektir.

İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Kim kesre ile okursa, o, vekar‘dandır: Vekara fi menzilihi yekıru vekuran denir. Kim de kafın zammı ile okursa, onu karar'dan getirir. Übey b. Ka’b ile Ebû’l - Mütevekkil kafın sükunu, ilk ranın fethi ve ikincinin sükunu ile "vakrerne” okumuşlar; İbn Mes’ûd ile İbn Âmir de öyle okumuşlar, ancak onlar ilk rayı meksur kılmışlardır.

Müfessirler âyetin manası şöyledir, demişlerdir: Kadınlara evlerinde vakar ve sükunetle oturmaları ve dışarı çıkmamaları emredilmiştir.

"Vela teberrecne":

Ebû Ubeyde şöyle demiştir: Teberrüc: Kadının güzelliklerini açmasıdır.

Zeccâc da şöyle demiştir: Teberrüc: Ziyneti ve erkeğin şehvetini tahrik edecek şeyi açmaktır.

"İlk cahiliye":

Bunda da dört görüş vardır:

Birincisi: O, İdris’le Nûh arasıdır ki, bin sene idi. Bunu İkrime, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir.

İkincisi: O, İbrahim aleyhisselam zamanında idi, bu da Hazret-i Âişe radıyallahu anha’nın görüşüdür.

Üçüncüsü: Nûh ile Âdem arasıdır, bunu da Hakem, demiştir.

Dördüncüsü: İsa ile Muhammed aleyhimesselam arasıdır, bunu da Şa’bî, demiştir.

Zeccâc da şöyle demiştir:

"İlk” denmesi, her öncekinin ilk olmasındandır. Tevili de onların Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'den önce olmalarıdır.

İlk cahiliyenin nasıl açıldıkları hakkında da altı görüş vardır:

Birincisi: Kadın çıkar erkeklerin arasında yürürdü, işte teberrüc budur. Bunu da Mücâhid, demiştir.

İkincisi: Kırıtarak ve cilveli yürüyüş idi, bunu da Katâde, demiştir.

Üçüncüsü: O, böbürlenmedir, bunu da İbn Ebi Necih, demiştir.

Dördüncüsü: Kadın inci ile süslü elbise giyer sonra yolun ortasında yalnız o elbise ile yürürdü. Bu da İbrahim aleyhisselam zamanında idi. Bunu da Keibi, demiştir.

Beşincisi: Kadın başörtüsünü başından atar, onu bağlamazdı; küpeleri ve kolyeleri görünürdü, bunu da Mukâtil, demiştir.

Altıncısı: Kadın mali imkanı olduğu halde cesedini örtmeyecek elbise giyerdi. Bunu da Ferrâ’ naldetmiştir.

"Allah ancak sizden kiri gidermek istiyor":

Bunda da müfessirlerin beş görüşü vardır:

Birincisi: O şirktir, bunu da Hasen, demiştir.

İkincisi: Günahtır, bunu da Süddi, demiştir.

Üçüncüsü: Şeytandır, bunu da İbn Zeyd, demiştir.

Dördüncüsü: Şüphedir.

Beşincisi: Günahlardır, bu ikisini de Maverdi nakletmiştir.

Zeccâc şöyle demiştir: Bütün yiyecek veya yapılacak veyahut çirkin şeyler rics’tir (kirdir).

"Ehlel beyi” tamlamasının mensûb okunması iki mülahaza iledir:

Birincisi: A’ni ehlel manasına göredir (gizli fiilledir).

İkincisi: Nida yolu iledir, mana da: Ya ehlel beyt, demektir (münada mensubtur).

Burada ehl-i beytten kimler murat edildiği hususunda da üç görüş vardır:

Birincisi: Onlar, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in hanımlarıdır, çünkü evindedirler. Bunu Said b. Cübeyr, İbn Abbs’tan rivayet etmiş; İkrime, İbn Saib ve Mukâtil de böyle demişlerdir. Geçen cümlelerin Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in eşleri ile ilgili olması da bu görüşü destekler. Bu görüşün sahiplerine bir itiraz vardır; o da şu: Cem-i müennes nun iledir, öyleyse nasıl

"anküm” ve "ve yutahhireküm” denilmiştir. Cevap da şöyledir: Aralarında Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem olduğu için erkek ciheti galip gelmiştir.

İkincisi: Bu; Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem, Hazret-i Ali, Fatıme, Hasan ve Hüseyin’e özgüdür, bunu da Ebû Said el - Hudri demiştir. Enes, Âişe, Ümmü Seleme’den de aynısı rivayet edilmiştir.

Üçüncüsü: Onlar Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ile eşleridir. Bunu da Dahhâk, demiştir.

Zeccâc onların Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in eşleriyle âl’i sayılan erkekler olduğunu nakletmiş ve şöyle demiştir: Lügat de bunun erkekler ve kadınlar için birlikte olduğunu gösterir; çünkü

"anküm” kavli mîm iledir. Eğer yalnız kadınlar için olsa idi ancak

"ankünne", "ve yutalıhirküııne” câiz olurdu.

"Sizi tertemiz etmek istiyor":

Bunda da üç görüş vardır:

Birincisi: Şirkten, bunu da Mücâhid, demiştir.

İkincisi: Kötülükten, bunu da Katâde, demiştir.

Üçüncüsü: Günahtan, bunu da Süddi ile Mukâtil, demişlerdir.

34

Evlerinizde okunan Allah'ın âyetlerini ve hikmeti hatırlayın. Şüphesiz Allah lütuf sahibi, her şeyden haberdardır.

"Hatırlayın":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: O, onlara, yani kadınlara nimeti hatırlatmadır.

İkincisi. Onlara bunu ezberleme emridir, bu durumda

"hatırlayın"ın manası

"ezberleyin” demek olur.

"Evlerinizde okunan Allah’ın âyetlerini": Yani Kur’ân'ı.

"Hikmet"te de iki görüş vardır:

Birincisi: O, sünnettir, bunu da Katâde, demiştir.

İkincisi: Emir ve yasaktır, bunu da Mukâtil, demiştir.

"Şüphesiz Allah lütuf sahibidir": Yani size lütuf sahibidir; çünkü sizi içlerinde âyetleri okunan evlere koydu.

"Haberdardır": Sizden: çünkü sizi Resul’ü için seçmiştir.

35

Şüphesiz Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, itâat eden erkekler ve itâat eden kadınlar, sadık erkekler ve sadık kadınlar, sabırlı erkekler ve sabırlı kadınlar, mütevazı erkekler ve mütevazı kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, namuslarını muhafaza eden erkekler ve muhafaza eden kadınlar ve Allah’ı çokça zikreden erkekler ve kadınlar, (işte) onlar için Allah bir bağış ve büyük bir mükafat hazırlamıştır.

"Şüphesiz Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar":

İniş sebebinde beş görüş vîirdır:

Birincisi: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in hanımları: "Neden sadece mü’min erkekler zikrediliyorlar da hiçbir konuda mü’min kadınlar zikredilmiyor?” dediler. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu Ebû Zabyan, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir.

İkincisi: Ümmü Seleme:

"Ya Resûlallah, erkekler zikrediliyor, bizse zikredilmiyoruz, dedi; bunun üzerine bu âyet ile

"içinizden hiçbir amel edenin amelini zayi etmem” (Al-i İmran: 195) kavli indi. Bunu da Mücâhid, demiştir.

Üçüncüsü: Ümmü Umare diyor ki:

"Ya Resûlallah, anam babam sana kurban olsun, neden erkeklerden bahsediliyor da kadınlardan bahsedilmiyor?” dedim. Onun üzerine bu âyet indi. Bunu da İkrime, demiştir. Mukâtil b. Süleyman'da: Bunu ümmü Seleme ile Ümmü Umare dediler; bu âyet de onların demeleri üzerine indi, demiştir.

Dördüncüsü: Allahü teâlâ Resul’ünün hanımlarını zikredince Müslüman kadınları onların yanlarına girip: Siz zikredildiniz, bizse zikredilmedik; eğer bizde hayır olsa idi, biz de zikredilirdik, dediler. Bu âyet bunun üzerine indi. Bunu da Katâde, demiştir.

Beşincisi: Esma bint Umeys, Habeşistan’dan dönünce, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in hanımlarının yanına girdi:

"Bizim hakkımızda Kur’ân’dan bir şey indi mi?” dedi. Onlar da: Hayır, deyince, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e geldi:

"Ya Resûlallah, kadınlar, zarar ve ziyan ettiler” dedi. O da: "Neden?” dedi. Esma da: Onlar erkekler gibi zikredilmiyorlar, dedi. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu Mukâtil b. Hayyan, demiştir.

Ayetteki lâfızların tefsiri de çeşitli yerlerde geçmiştir: Bakara: 45, 109, 129; Ahzab: 31; Al-i İmran: 17,181; Yûsuf: 88; Enbiya: 91.

36

Allah ve Resûlü bir şeye karar verdiği zaman, ne mü'min bir erkek ne de mü'min bir kadın için, onlar için işlerinde seçme hakkı yoktur. Kim Allah'a ve Resûlüne isyan ederse, gerçekten apaçık bir sapıklıkla sapmıştır.

"Allah ve Resul'ü bir şeye karar verdiği zaman...": Âyetin

iniş sebebinde iki görüş vardır:

Birincisi: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem Zeynep bini Calış’i Zeyd b. Harise’ye istemeye gitti: O da: Hayır, onurda evlenmem, dedi. Resûlüllah salllallahu aleyhi ve sellem de:

"Hayır, onunla evleneceksin” dedi. O yine kabul etmedi, sonra bu âyet indi. Bu mana İbn Abbâs, Mücâhid, Katâde ve cumhûrdan rivayet edilmiştir. Bazı müfessirler Zeyneb'in kardeşi Abdullah b. Cahş de bunu kabul etmedi, derler. Âyet inince ikisi de razı olup teslim oldular.

Mukâtil şöyle demiştir: İman eden erkekten maksat: Abdullah b. Cahş, iman eden kadından maksat da: Zeynep bint Cahş’tir.

İkincisi: Bu, Ümmü Külsum bint Ukbe b. Ebû Mu’yat hakkında indi; o, ilk hicret eden kadındı. Kendini Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'e hibe etti; o da: "Seni kabul ettim” dedi ve onu Zeyd b. Harise ile evlendirdi. O ve kardeşi bunu istemediler: Biz, Resûlüllah’ı istedik; o ise kölesi ile evlendiriyor, dediler. Bu âyet bunun üzerine indi. Bunu İbn Zeyd, demiştir.

Müfessirlere göre birincisi daha doğrudur.

"Allah ve Resul'ü bir şeye karar verdiği zaman": Yani ona hükmettiği zaman demektir.” Un tekime": Kufeliler ye ile

"en yekune” okumuşlardır.

Ebû Miclez ile Ebû Recâ’, yenin sükunu ile

"el-hiyretü” okumuşlardır. Zamirde "lehüm” diye çoğul kullanması, bütün erkek ve kadın mü’minlerin murat edilmiş olmasındandır. El- Hiyret: Seçim ve tercih, demektir. Aziz ve celil olan Allahü teâlâ Allah ve Resul’ünün hükmüne karşı tercih hakkı olmadığını bildirmiştir. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem, onu Zeyd'le evlendirince onun yanında bir zaman kaldı. Sonra Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem Zeyd’in evine gitti, onu (Zeyneb’i) gördü; beyaz tenli ve güzeldi; Kureyş kadınlarından kusursuz biri idi. İçine ona karşı bir his düştü: Kalpleri evirip çeviren Allah'ı noksanlıklardan tenzih ederim, dedi. Zeyd bunu fark etti: Ya Resûlallah, izin ver onu boşayayım, dedi. Bazıları da şöyle demişlerdir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem Zeyd’in evine geldi; Zeyneb’i gördü, sübhane mukallibel kulub, dedi. Zeynep bunu işitt i; Zeyd gelince bunu ona söyledi. Zeyd de ona karşı bir hissi olduğunu anladı; geldi: Ya Resûlallah, bana izin ver, onu boşayayım, dedi. Zeyd diyor ki: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem kapıya geldi, kapıda da kıl bir perde vardı; rüzgar perdeyi kaldırdı; Zeyneb’i gördü. Kalbine bir şey girince, başkasına gitmesini istemedim. Geldim: Ya Resûlallah, ondan ayrılmak istiyorum, dedim. O da: Allah'tan kork, dedi.

Mukâtil de şöyle demiştir: Zeyd, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in sübhanallah dediğini duyunca: Ya Resûlallah, bana izin ver, onu boşayayım, o kibirli bir kadında; bana karşı böbürleniyor ve beni dili ile rahatsız ediyor, dedim. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de bana: Onu nikahında tut ve Allah’tan kork, dedi. Sonra Zeyd onu boşadı; Allahü teâlâ da:

37

Hatırla o zamanı ki, sen, Allah'ın nimet verdiği ve senin de nimet verdiğin o kimseye:

"Eşini üzerinde tut ve Allah’tan kork” diyordun. İçinde bir şey gizliyordun ki, Allah onu açığa çıkaracaktı ve insanlardan korkuyordun. Oysa korkmana en haklı olan Allah'tır. Zeyd ondan ihtiyacını bitirince, onu sana zevce kıldık ki, evlatlıkları onlardan (kadınlarından) ihtiyaçlarını bitirdikleri zaman mü’minlerin üzerine bir sıkıntı olmasın. Allah'ın emri yerine getirilmiştir.

"Hatırla o zamanı ki, sen, Allah’ın nimet verdiği” kavlini indirdi. Allah’ın nimet vermesi, ona Müslümanlık nasip etmesidir,

"senin de nimet verdiğin” o da azat etmesidir.

"Allah'tan kork": Yani o kadın hususunda Allah’tan kork, onu boşama, demektir.

"İçinde gizliyordun": Kalbinde saklıyordun,

"Allah’ın açıklayacağı o şeyi": Yani meydana çıkaracağı, demektir.

Bunda da dört görüş vardır:

Birincisi: Onun sevgisi, bunu da İbn Abbâs, demiştir.

İkincisi: Zeyneb’in onun zevcesi olacağına dair Allah’ın verdiği söz, Zeyd gelip de ondan şikayet edince:

"Zevceni nikahında tut ve Allah'tan kork” dedi. Allah’ın açıklayacağını da içinde gizledi. Bunu da Ali b. Hüseyn, demiştir.

Üçüncüsü: Onun boşanmasını tercih etmesi, bunu da Katâde, İbn Cüreyc ve Mukâtil, demişlerdir.

Dördüncüsü: Gizlediği şey: Eğer Zeyd onu boşarsa, onunla evlenirim, demesidir.

"insanlardan korkuyordun":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: O, Yahudilerin: Muhammed, oğlunun karısı ile evlendi, demesinden korkuyordu Bunu da Atâ’, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir.

İkincisi: O, insanların: Bir adama, karısını boşamasını emretti, sonra da onunla evlendi, demelerinden korkuyordu.

"Allah O’ndan korkmana en haklıdır": Yani bütün hallerde en çok korkman gereken Allah'tın Maksat, onun bu halde Allah’tan korkmadığı değildir, ancak korkusunun az da olsa halkla ilişkisi olduğu için ona: Onlardan çok Allah tan korkmalısın, denildi. Hazret-i Âişe şöyle demiştir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e bu Âyetten dahazoru inmedi; eğer vahiyden bir şey gizleyecek olsa idi, mutlaka bunu gizlerdi.

Bazı Âlimler, bu, tefsirlerde yaygın olmasına rağmen Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in o kadının sevgisinden ve Zeyd’in onu boşamasını istemesinden münezzeh olduğunu söylemişler ve şöyle demişlerdir:

O, bu kıssada iki şey için itap edildi:

Birincisi: Allah, Zeyneb'in onun zevcesi olacağını haber verdi, o da Zeyd'e: Zevceni nikahında tut, dedi. Zeyd'den utandığı için Allah’ın haber verdiğini Zeyd'e söylemedi. Bu da Ali b. Hüseyn’den naklettiğimiz görüşten çıkmaktadır; Sa’lebî ile Vahidi de bunu desteklemişlerdir.

İkincisi: O, Zeyd ile Zeynep arasındaki geçimsizliği görünce, onların bir daha anlaşamayacaklarını ve Zeyd’in ondan ayrılacağını zannetti, içinde, eğer Zeyd onu boşarsa, akrabalık hauri için onunla evlenmeyi gizledi. Çünkü Zeynep onun halası Ümeyme bint Abdülmultalib’in kızı idi. Allah da onu Zeyd’e:

"Zevceni nikahında tut” derken içinde sakladığı şeyden dolayı kınadı; içinin ve dışının halka karşı bir olmasını istedi. Nitekim öldürmek istediği adam kıssasında kendisine: öldürülmesini bize işaret etse idin, dediklerinde:

"Bir peygamberin hain bir bakışı olamaz” 1 demişti.

1 - Ebû Dâvud, Hudud, bab, 1; Cihd, bab, 117; Neseı, Tahrim, bab, 14.

"Felemma kada zeydün minha vataren":

Zeccâc şöyle demiştir: önem verdiğin her ihtiyaç senin için vatar'dır. Kişi o ihtiyacı gördüğü zaman: Kada vatarahu, denir. Başkası da şöyle demiştir; Lügatte kadaul vatan içinde sakladığın önemli şeye ulaşmaktır. Sonra bu, talaktan ibaret sayıldı. Çünkü bir adam karısını ancak ona ihtiyacı kalmadığı zaman boşar.

Mana da şöyledir: Zeyd onun nikahına olan ihtiyacını görünce,

"o kadını sana zevce yaptık” burada kadaul vatar deyimini kullanması, evlatlığın karısının, ona duhul etse de boşandığı takdirde helâl olması içindir. O da:

"Ta ki, evlatlıkları onlardan (kadınlarından) ihtiyaçlarını gördükleri zaman mü’minlerin üzerine (onları nikahlamada) bir sıkıntı olmasın” kavlidir.

Mana da şöyledir: Zeyneb’i -ki, o da evlatlık edindiğin Zeyd'in karısıdır- sana zevce ettik ki, evlatlığın karısını nikahlamanın helâl olmadığı zannedilmesin. Müslim’in, yalnız kendisinin rivayet ettiği hadisle Enes b. Malik şöyle demiştir. Zeyneb’in iddeti sona erince, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem Zeyd’e: "Git, onu bana iste” dedi, Zeyd diyor ki: Gittim, onu görünce, içime sığmadı, ona bakamadım; çünkü Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem onu istemişti, Ona arkamı döndüm ve geri çekildim: Ey Zeynep, seni Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e istemeye geldim, dedim. O da: Ben Rabbime danışmadan hiçbir şey yapmam, dedi. Kalkıp namaz odasına geçti; Kur’ân âyeti indi; Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem de gelip izin almadan yanına girdi. 2

2- Müslim, Nikah, hadis no, 89; Ahmed, Müsned, 3/195.

İlim adamları şöyle demişlerdir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in özelliklerinden biri de mehirsiz evlenmesinin câiz olmasıdır; böylece zevceleri karşılıksız olarak Allah rızasını kastetmiş olsunlar. Ona velisiz evlenmek de câiz kılınmıştır; çünkü onun denk olduğu su götürmez. Onun nikahta şahide de ihtiyacı yoktur. Zeynep Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in kadınlarına karşı iftihar eder ve: Sizi aileleriniz evlendirdi; beni ise aziz ve celil olan Allah evlendirdi, derdi. 3

3- Buharı, Tevhid, bab, 22; Tirmizî, Tefsirü sûre 33, bab, 16.

38

Allah’ın ona farz kıldığı şeylerde Peygamberin üzerine bir zorluk yoktur; tıpkı Allah'ın önceden geçenlerdeki sünneti gibi. Allah’ın emri yerine getirilmiş bir kaderdir.

"Allah'ın ona farz kıldığı şeylerde peygamberin üzerine bir zorluk yoktur";

Katâde: Allah’ın ona helâl kıldığı kadınlarda, demiştir.

"Sünnetallahi": Bu, mastar (mef'ul-ı mutlak) olarak mensubtur; çünkü

"ma kane alennebiyyi min harecin

"in manası: Sennallahu sünneten vasiııten lalıerece fiha, demektir. Geçenler de peygamberlerdir, Mana da şöylediv: Allah’ın Muhammed’e farz kıldığı şeylerdeki genişliği geçmiş peygamberlerin adeti gibidir.

İbn Saib şöyle demiştir: Allah'ın peygamberlerdeki sürmeli böyledir, meselâ Dâvud gibi ki, onun da yüz karısı vardı, Süleyman'ın da yedi yüz karısı ve üç yüz cariyesi vardı.

"Allah'ın emri yerine getirilmiş bir kaderdir": Yerine getirilmiş bir hükümdür. İbn Kuteybe

"Allah'ın geçen nesillerdeki sünneti", haram edilmeyen şeyde ona zorluk yoktur, demiştir.

39

O (Peygamberler) ki, Allah'ın mesajlarını tebliğ ederler ve O’ndan korkarlar. Allah’tan başka kimseden korkmazlar. Hesap görücü olarak Allah yeter.

Sonra Allah şöyle diyerek Peygamberleri methetti:

"Onlar ki, Allah'ın mesajlarını tebliğ edenler ve O'ndan korkarlar. Allah'tan başka kimseden korkmazlar": Yani insanların kınamasından ve kendilerine helâl edilen şeylerde dedikodularından korkmazlar, demektir.

Âyetin kahir kısmının açıklaması da Nisa: 6’da geçmiştir.

40

Muhammed, erkeklerinizden bir kimsenin babası değildir, Ancak Allah’ın Resul’ü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkı ile bilendir.

"Muhammed erkeklerinizden bir kimsenin babası olmadı":

Müfessirler şöyle demişlerdir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem, Zeynep’le evlenince, insanlar: Muhammed oğlunun karısı ile evlendi, dediler. Bunun üzerine bu âyet indi.

Mana da şöyledir: Muhammed, Zeyd’in babası değildir ki, eşiyle evlenmek ona haram olsun.

"Ancak Allah’ın Resul’üdür (velakin Resûlallahi)":

Zeccâc şöyle demiştir: Kim mensûb okursa,

Mana şöyledir: Ancak Allah’ın Resul’üdür ve peygamberlerin sonuncusudur. Kim de merfu okursa,

Mana şöyledir: Ancak o, Allah’ın Resûlüdür. Kim te’nin kesri ile

"hatim” okursa, manası: Peygamberleri sona erdirdi, olur. Kim fetha ile okursa, mana: Peygamberlerin sonuncusudur, olur.

İbn Abbâs şöyle demiştir: Demek istiyor ki: Eğer onu son peygamber kılmasa idim, evladını da kendinden sonra peygamber yapardım.

41

Ey o iman edenler, Allah'ı çok zikredin.

"Allah'ı çok zikredin":

Mücâhid: O, O’nu hiçbir zaman unutmamaktır, demiştir. İbn Saib de:

"Çok zikretmek” beş vakit namazla olur, demiştir. Mukâtil b. Hayyan da: O her hal u kârda; tesbih, tahmid, tehlil ve tekbirdir, demiştir. Ebû Hureyre, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'den şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rabbiniz der ki: Kulum beni zikrettiği ve dudakları kımıldadıkça onunla beraberim.1

42

O’nu sabah akşam tesbih edin.

"Ve sebbihuhu bükreten ve asiyla": Ebû Ubeyde, asiyl: Akşamdan geceye kadardır, demiştir.

Müfessirlerin bu tesbihte de iki görüşleri vardır:

Birincisi: O, namazdır, bu görüşün sahipleri şunda müttefiktirler ki, sabahleyin tesbihten maksat: Sabah namazıdır.

Asîl namazı hakkında da üç görüş halinde ihtilaf etmişlerdir:

Birincisi: O, ikindi namazıdır, bunu da Ebû’l-Âliyye, demiştir.

İkincisi: O; öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarıdır, bunu da İbn Saib, demiştir.

Üçüncüsü: O; öğle ve ikindi namazlarıdır. Bunu da Mukâtil, demiştir.

İkincisi: O, dille tesbihtir; o da şudur: Sübhanallah velhamdülillah vela İlâhe illallahu vallahu ekber vela havle vela kuvvete illâ biİlâh. Bunu da Mücâhid, demiştir.

43

O ki, sizi karanlıklardan nûra çıkarmak için size rahmet eder, melekleri de. O, mü'minleri çok merhamet edendir.

"O ki, size salat eder, melekleri de":

Allah’ın bize salat etmesinde de beş görüş vardır:

Birincisi: O, Allah'ın rahmetidir, bunu da Hasen, demiştir.

İkincisi: Mağfiretidir, bunu da Said b. Cübeyr, demiştir,

Üçüncüsü: Onun övmesidir, bunu da Ebû’l - Âliyye, demiştir.

Dördüncüsü: İkramıdır, bunu da Süfyan, demiştir.

Beşincisi: O’nun bereketidir, bunu da Ebû Ubeyde, demiştir.

Meleklerin salatında da iki görüş vardır:

Birincisi: Onların duasıdır, bunu da lîbu'l-Aliye, demiştir.

İkincisi: İstiğfarlarıdır, bunu da Mukâtil, demiştir.

Burada karanlıklar ve nûr hakkında da üç görüş vardır:

Birincisi: Sapıklık ve hidayettir, bunu da İbn Zeyd, demiştir.

İkincisi: İman ve küfürdür, bunu da Mukâtil, demiştir.

Üçüncüsü: Cennet ve cehennemdir, bunu da Maverdi, demiştir.

44

O’na kavuştukları gün esenlik dilekleri, selam'dır. Ve onlara kıymetli bir mükafat hazırlamıştır.

"Tahiyyetühüm": Hüm zamiri de mü’minlere râcîdir.

"Yelkavnehu":

Hu zamirinde iki görüş vardır:

Birincisi: O, aziz ve celil olan Allah’a râcîdir,

sonra bunda da üç görüş vardır;

Birincisi: Mana, söyledin O'na kavuştukları gün esenlik dilekleri selamdır. Suhayb, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'den şöyle dediğini rivayet etmiştir: Allah cennet halkına selam eder.

İkincisi: Allah’a kavuştukları gün meleklerden esenlik dilekleri selamdır, bunu da Mukâtil, demiştir. Ebû Hamze es- Sümali de şöyle demiştir: Kıyamet gününde melekler onlara selam verir ve onları kabirlerinden çıkarken müjdelerler. Üçüncsü: Rablerine kavuştukları gün birbirlerine esenlik dilekleri selamdır, o da birbirlerini selam ile karşılamalarıdır. Bunu da Ebû Süleyman Dımeşki, demiştir.

İkincisi: Hu zamiri ölüm meleğine râcîdir. Bu da meleklerin arasında zikredilmiştir. İbn Mes’ûd şöyle demiştir: Ölüm meleği mü’mine ruhunu kabzetmek için geldiği zaman ona: Rabbin sana selam söylüyor, der. Bera b. Azib de,

"O’na kavuştukları gün esenlik dilekleri” kavlinde şöyle demiştir: Ölüm meleği hangi mü’minin ruhunu kabzederse muhakkak ona selam verir. Kıymetli mükafat da: Güzel mükafat demektir ki, o da cennettir.

45

Ey O Peygamber, gerçekten biz seni bir şahit, bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak görderdik.

"Ey O Peygamber, gerçekten biz seni bir şahit olarak gönderdik": Yani tebliğle ümmetine şahit olarak, demektir.

"Bir müjdeci": Seni tasdik edeni cennetle müjdeleyici "ve bir uyarıcı": Yani sana inanmayanı ateşle korkutucu, demektir.

46

Allah’ın izni ile O’na bir davetçi ve nûr saçan bir kandil olarak gönderdik.

"Allah’a bir davetçi": Yani O’nun birlik ve taatine davetçi, demektir.

"İzni ile": Yani emri ile demektir; bunu sen kendiliğinden yapmadın.

"Nûr saçan bir kandil olarak": Yani sana tabî olana bir kandil olarak, daha açıkçası: Sen karanlıkta yol gösteren bir ışık gibisin, demektir.

47

Mü’minlere, gerçekten kendilerine Allah'tan büyük bir lütuf olduğunu müjdele.

"Mü‘minlere gerçekten kendilerine Allah'tan büyük bir lütuf olduğunu müjdele". Büyük lütuf da cennettir. Cabir b. Abdullah şöyle demiştir: Allah,

"gerçekten biz sana apaçık bir fetih verdik...” âyetini indirince, ashap: "Sana mübarek olsun, ya Resûlallah, bize ne var?” dediler, bunun üzerine bu âyet indi.

48

Kâfirlere ve münafıklara itâat etme. Eziyetlerini bırak (aldırış etme) ve Allah'a tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter.

"Kâfirlere itâat etme": Bunun tefsiri de sûrenin başında geçmiştir.

"Eziyetlerini bırak": Ulema, manası şöyledir, demişlerdir: Onlara ceza verme

"Allah’a tevekkül el” şerlerine yeteceğine ve onu def edeceğine. Bu, kılıç âyetiyle neshedilmiştir.

49

Ey o iman edenler, mü'min kadınları nikahlayıp da sonra da onları kendilerine dokunmadan boşadığınız zaman, sizin için onların üzerinde sayacağınız bir iddet yoktur. Onları faydalandırın ve onları güzel bir şekilde salıverin.

"Mü’mîn kadınları nikahladığınız zaman": Zeccâc "nekahtüm"ün manası: Onlarla evlendiğiniz zaman, demiştir.

"Onlara dokunmak da": Yaklaşmak demektir. Hamze ile Kisâi, elifle

"temâssuhünne” okumuşlardır.

"Sizin için onların üzerinde sayacağınız bir iddet yoktur": Âlimler şunda müttefiktirler ki, eğer boşama temastan önce olursa, iddet yoktur. Bize göre 5 iddet vaciptir, mehir de tespit edilir. Buna Şâfiî muhalefet eder.

5 - Yani biz Hanbelilere göre.

"Onları faydalandırın": Maksat, mehri belirtilmeyen, demektir. Çünkü Bakara suresinde:

"Yahut mehirlerini kesmeden” demiştir. Biz de müt'ayi orada açıklamıştık. Said b. Müseyyeb ile

Katâde şöyle demişlerdir: Bu âyet

"kestiğiniz mehrin yarısı” (Bakara: 237) kavli ile mensubun.

"Onları güzel bir salıverme ile salıverin": Yani zarar vermeden, demektir.

Katâde: Oda temizlik döneminde cimâ etmeden boşamaktır, (içmiştir. Kadı fibu Ya’lâ da şöyle demiştir: fin açığı şudur ki, bu salıverme boşama değildir; çünkü talakı zikretmişti; o ancak ona dokunulmayacağına dair bir açıklamadır; erkeğin onu elinden ve bağlarından salıvermesidir.

Hüküm: Âlimler şunda ihtilaf etmişlerdir: Bir kimse: Eğer filanca kadınla evlenirsem boştur dese de sonra da onunla evlense, bize göre boşanmaz. Bu, İbn Abbâs, Âişe ve Şâfiî'nin de görüşleridir. Arkadaşlarımız bu âyeti delil getirmişlerdir; çünkü talakı nikahtan sonraya bırakmıştır. Simak b. Fadl da şöyle demiştir: Nikah bir bağdır (düğümdür), talâk ise onu çözer; bağlanmayan bir şey nasıl çözülür? Simak, bu sözü ile Sana’ya kadı atandı, fibu Hanife de: Talâk vaki olur, nikah yapıldığı zaman talâk vaki olur, demiştir. Malik ise: Özel kadınlarda olur, o da nikahın belli bir kadına olmasıdır. Genelde olmaz. Ama: Filanca köleye sahip olursam hürdür, derse, bunda da İmam Ahmed’ten iki rivayet vardır.

50

Ey O Peygamber, biz sana ücretlerini / mehirlerini verdiğin eşlerini ve Allah'ın sana ganimet olarak verdiği şeylerden sağ elinin sahip olduğu cariyelerini ve amcanın kızlarını, halalarının kızlarını, dayının kızlarını, seninle beraber hicret eden teyzelerinin kızlarını ve bir kadın kendini Peygambere bağışlar da Peygamber de onu nikahlamak isterse, onu da diğer mü’minlere değil, sana has olarak helâl kıldık. Zevceleri ve sağ ellerinin sahip olduğu şeyler hakkında onlara farz kıldığımız şeyleri gerçekten bilmiş bulunuyoruz. Ta ki, sana bir zorluk olmasın. Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir.

"Sana eşlerini helâl kıldık": Allahü teâlâ ona helâl kıldığı evlenme çeşitlerini zikredip

"ücretlerini verdiğin eşlerini dedi": Yani melihlerini verdiğin demektir. Onlar da başlıkla evlendiğin kadınlar, demektir.

"Sağ elinin sahip olduğunu": Yani eariyeleri demektir.

"Allah’ın sana ganimet olarak verdiğinden": Yani sana kâfirlerden verdiklerinden demektir o da Safiye ve Cüveyriye gibidir; çünkü o ikisini azat edip onlarla evlenmisli.

"Amcanın kızlarını, halanın kızlarını": Yani Kureyş kadınlarını, demektir

"Dayının kızlarını ve teyzelerinin kızlarını": Yani Zühre oğulları kadınlarını demektir.

"Seninle beraber hicret eden kadınları": Medine’ye hic ret eden kadınlan.

Kadı Ebû Ya’lâ şöyle demiştir: bunun zahiri gösteriyor ki, kendisiyle hicret etmeyen kadınların nikahı ona helâl değildir. Ümmü Hani şöyle demiştir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem beni istedi; ben de ona bir özür beyan ettim, sonra Allahü teâlâ

"seninle beraber hicret eden kadınlara” kadar

"sana eşlerini helâl ettik” âyetini indirdi Ümmü Hani diyor ki: Ben ona helâl değildim; çünkü ben onunla hicret etmemiştim, ben boşanan kadınlardandım. Buna da onun inancına göre hicret edenleri belirtmesi, hicret etmeyen kadınların yasak olduğunu öngörmüştür.

Bazı

müfessirler: Nikahı helâl olmada hicret şartı neshedilmiştir, demiş, fakat neslıedeni belirtmemiştir Maverdi bu hususta iki görüş nakletmişlir; Birincisi. Hicret kadınların ona helâl olmasında genel şarttır.

İkincisi: Yabancı kadınları değil de âyette zikredilen akraba kadınların helâl olması için şarttır,

"Eğer mü'min bir kadın": Yani şu mü’min kadını da sana helâl ettik ki,

"kendini bağışlar” sana,

"eğer peygamber de onu nikahlamak isterse": Yani onunla evlenmeyi tercih ederse, "sana has olarak":

Zeccâc şöyle demiştir:

"in vehebet nefseha linnebiyyi” deyip de "leke = sana” dememesi şunun içindir; eğer "leke” dese idi, bunun amca kızları ve teyze kızlan gibi Resûlüllah’tan başkasına câiz olduğu akla gelirdi.

"Halisatan” kelimesi de hal olarak mensubtur.

"Has olarak":

Müfessirlerin bu hususta üç görüşleri vardır:

Birincisi: Kadın kendini ona bağışlarsa, ona mehri lâzım gelmez, diğer mü'minler ise böyle değildir. Bunu da Enes b. Malik ile Said b. Müseyyeb , demişlerdir.

İkincisi: Onu velisiz ve mehirsiz nikah etmesi helaldir, diğer mü’minlere değildir. Bunu da Katâde, demiştir.

Üçüncüsü: Bağışlama lâfzı ile onun nikahına sahip olursun, diğer mü’minlere böyle değildir. Bu da Şâfiî ile Ahmed’in görüşleridir.

Kendini Peygambere bağışlayan kadın hakkında birkaç görüş vardır:

Birincisi: O, Ümmü Şerik’tir.

İkincisi: Havle bint Hakîm'dir, bu ikisinden hiçbirine duhul etmemiştir. Anlattıklarına göre Leyla bini el - Hatîm kendini Peygambere bağışladı; o ise kabul etmedi.

İbn Abbâs şöyle demiştir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında kendini bağışlayan kadın olmadı. Yine İbn Abbâs’tan, kendini bağışlayan kadının Meymune bini el - Haris olduğu nakledilmiştir. Şa’bî’den de: Onun Zeynep bint Huzeyme olduğu nakledilmiştir ki, birincisi daha doğrudur.

"Onlara ne farz etmiş olduğumuzu bilmiş durumdayız": Yani senden başka mü’minlere, demektir.

"Eşleri hususunda":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Bir adam dörtten fazla kadın alamaz, bunu da Mücâhid, demiştir.

İkincisi: Bir erkek bir kadınla ancak veli, iki şahit ve mehirle evlenebilir, bunu da Katâde, demiştir.

"Sağ ellerinin sahip oldukları": Yani dört hür kadının yanında onlara sayısız şekilde cariyeyi mübah kıldık, demektir.

"Ta ki, sana bir zorluk olmasın": Bunda takdim vardır

Mana şöyledir: Sana zevcelerini helâl kıldık... diğer mü’minlere değil de sana has olarak”

"ta ki, sana bir zorluk olmasın".

51

Onlardan dilediğini geri bırakır ve dilediğini yanına alınsın. Uzaklaştırmak istediğinde de sana günah yoktur. Bu, (kadınların) gözlerinin aydın olması, üzülmemeleri ve hepsine verdiklerine razı olmaları için daha yakındır. Allah kalplerinizdekini bilir. Allah hakkıyle bilendir, yumuşaktır.

"Türci men teşaii minhünne": İbn Kesir, Ebû Amr, İbn Âmir, Ebû Bekir de Âsım’dan rivayet ederek hemze ile

"türdü” okumuşlar; Naf'i, Hamze, Kisâi, Hafs da Âsım'dan rivayet ederek hemzesiz okumuşlardır.

İniş sebebi de şöyledir: Geçen serbest bırakma âyeti inince Peygamberimizin hanımları boşanmaktan korktular: Ey Allah’ın Nebisi, malından ve nefsinden bize istediğini ver, bizi kendi halimize bırak, dediler. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu Ebû Rezin, demiştir.

Âyetin manasında da dört görüş vardır:

Birincisi: Kadınlarından istediğini boşarsın, istemediğini tutarsın, bunu da İbn Abbâs, demiştir.

İkincisi: İstediğin in nikahını bırakır, ümmetinin kadınlarından istediğini nikah edersin. Bunu da Hasen, demiştir.

Üçüncüsü: Eşlerinden istediğinden ayrılırsın, boşamadığın halde ona gelmezsin, eşlerinden islediğinden de ayrılırsın, boşamadığın lıalde ona gelirsin. Bunu da Mücâhid, demiştir.

Dördüncüsü: Kendilerini sana bağışlayan mü'min kadınlardan istediğini kabul edersin, istemediğini de terk edersin. Bunu da Şa’bî ile İkrime, demişlerdir.

Âlimlerin çoğu bu âyetin Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'e kadınları ile nöbet ve eşitlik vacip olmamak üzere istediği şekilde sohbet etmesini serbest bırakmak üzere indiği görüşündeler; ancak kendisi aralarında eşit muamele ederdi. Zülıri şöyle demiştir: Biz Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in onlardan birini geri plana ittiğini bilmiyoruz; ölünceye kadar hepsini barındırmıştır. Ebû Rezin de şöyle demiştir: Barındırdığı şunlardır: Âişe, Ümmü Seleme, Hafsa ve Zeynep. Bunlara nefsini ve malını vermede eşitlik gösterirdi. Geri bıraktığı da şunlardır: Şevde, Giiveyriye, Safiye, Ümmü Habibe ve Meymune. Bunlara istediği şekilde nöbet uygulardı. Bunlardan ayrılmak istemişti, onlar da: Bize istediğin şekilde nöbet uygula, bizi kendi halimize bırak, dediler. Bazıları da şöyle demişlerdir: Yalnız Sevde’yi geri plana attı, çünkü o, nöbetini Âişe'ye vermişti. Efendimiz vefat ettiğinde böyle nöbet uyguladığı sekiz kadını vardı.

"Tü’vi": Yanına alırsın, demektir.

"Uzaklaştırmak istediğinde de": Yani nöbetten çıkardığın bir kadını tekrar yanına almak istersen, demektir

"sana günah yoktur": Yani sana kınama ve sitem tevcih edilmez.

"Bu, onların gözlerinin aydın olmasına daha yakın bir davranıştır": Yani seni onlarla sohbetle serbest bırakmamız onların rızalarına daha yakındır,

Mana da şöyledir: Onlar bunun Allah’ın emri olduğunu bilirlerse, kalpleri daha rahat olur İbn Muhaysın ile Ebû İmran el - Cevni, tenin zammı ve kaim kesri ile

"eıı tukıı re” ve nunun nasbi ile de

"a’yünehünne” okumuşlardır.

"Onlara verdiğine daha çok razı olmalarına etki eder": Onlara tanıdığın yakınlık ve erteleme hususunda.

"Allah kalplerinizdekini bilir": Bazılarına olan meylinizi,

Mana da şöyledir: Sana kolaylık olsun diye seni serbest bıraktık.

"Vela yehillu leken nisau": Bütün kurralar ye ile "layehillu” okumuşlar; ancak Ebû Amr te ile okumuştur. Nisa’nın tenisliği gerçek değildir, o cemi manası taşıdığı içindir. Her iki okuyuş da güzeldir.

52

Bundan sonra sana ne kadınlar ne de güzellikleri hoşuna gitse de onları değiştirmen sana helâl değildir. Ancak sağ elinin sahip olduğu cariyeler hariç. Allah her şeyi gözetleyendir.

"Bundan sonra":

Bunda da üç görüş vardır:

Birincisi: Serbest bırakılıp da onların da Allah ve Resul’ünü tercih etmelerinden sonra, bunu da İbn Abbâs, Hasen, Katâde ve diğerleri demişlerdir. Bunlar dokuz kadın idiler. Bunlarla sınırlı kaldı, diğerlerine gitmesi yasaklandı. İlim adamları şöyle demişlerdir: Hafsa’yı boşaması ve Sevde’yi boşamaya niyet etmesi bu serbest bırakılmadan önce idi.

İkincisi: Sana helâl ettikten sonra, kadınlarından sonraki serbestlik

"sana eşlerini helâl ettik... sırf sana has olarak” kavline kadarki kısımda zikredilenlerle sınırlı idi. Bunu da Übey b. Ka’b ile Dahhâk, demişlerdir.

Üçüncüsü: Müslüman olmayan Yahudi, Hıristiyan ve müşrik kadınları sana helâl değildir, sana ancak Müslüman kadınları helaldir. Bunu da Mücâhid, demiştir.

"Onları değiştermen de":

Bunda da üç görüş vardır:

Birincisi: Zevcelerini boşayıp onları diğerleriyle değiştirmen. Bunu da Dahhâk, demiştir.

İkincisi: Müslüman kadınları müşrik kadınlarla değiştirmen. Bunu Mücâhid ile diğerleri demişlerdir.

Üçüncüsü: Bir adama kendi eşini verip onun eşini alman da sana helâl değildir; nitekim bu cahiliyede adet idi. Bunu da Ebû Hureyre ile İbn Zeyd, demişlerdir.

"Ancak sağ elinin sahip olduğu hariç": Yani cariyeler demektir.

Kelâmın manasında da üç görüş vardır:

Birincisi: Ancak esir almakla sahip olman müstesnadır, o zaman onunla temas etmen sana helâl olur, ister ki, sana helâl ettiğim sınıflardan olmasın. Übey b. Ka’b ile diğerleri de bu manaya işaret etmişlerdir.

İkincisi: Ancak bir Yahudi veya Hıristiyan kadınını ele geçirip cariye olarak onunla temas etmen müstesnadır. Bunu da İbn Abbâs ile Mücâhid, demişlerdir.

Üçüncüsü: Ancak kendi cariyeni başkasının cariyesiyle değiştirmen müstesnadır, bunu da İbn Zeyd, demiştir.

Ebû Süleyman şöyle demiştir: Bu görüşler câizdir, ancak biz Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in bir Yahudi veya Hıristiyan kadını ile evlendiğini ve bir cariye elde ettiğini bilmiyoruz. Reyhane el - Kurazıyye’yi esir etti, o da Müslüman oluncaya kadar ona yaklaşmadı.

Nasih ve mensuh Âlimleri âyette iki görüşle ihtilaf etmişlerdir:

Birincisi: Bu,

"sana eşlerini helâl ettik...” kavli ile nesh edilmiştir. Bu da Hazret-i Ali, İbn Abbâs, Âişe, Ümmü Seleme, Ali b. Hüseyn ve Dahhâk'tan rivayet edilmiştir. Âişe şöyle demiştir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem vefat ettiğinde kendisine kadınlar helâl edilmişti.6

6 - Tirmizî, Tefsirü sureti’l-Ahzab, bab, 19.

Ebû Süleyman Dımeşki de: Hicret eden ve etmeyen kabile kadınlarını kastetmiştir, demiştir.

İkincisi: Bu, muhkemdir, mensuh değildir,

sonra bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Allah feala kadınlar onu tercih etmekle onları mükafatlandırdı, onlarla sınırladı; onlardan başkasını ona helâl etmedi, bunu nesih de elmedi. Bunu Hasen, İbn Sîrin, Ebû Ümame b. Sehl ve Ebû Bekr b. Abdurrahman b. el - Haris demiştir.

İkincisi: Buradaki kadınlardan maksat: Kâfir kadınlardır, ona kâfir bir kadınla evlenmesi câiz görülmemiştir. Bunu da Mücâhid, Said b. Cübcyr, İkrime ve Cabir b. Zeyd demişlerdir.

53

Ey iman edenler, Peygamberin evlerine girmeyin; ancak pişmesini beklemeksizin size yemeğe izin veribnesi hariç. Fakat davet edildiğiniz zaman girin. Yemeğinizi yediğiniz zaman, konuşmaya dalmakstzın dağılın. Şüphesiz bu, Peygambere eziyet veriyordu; sizden utanıyordu. Allah ise haktan utanmaz. Onlardan (Peygamberin hanımlarından) bir şey istediğiniz zaman onlardan perdenin arkasından isteyin. Bu, sizin kalpleriniz için de onların kalpleri için de daha temizdir. Sizin için ne Resûlüllah’a eziyet etmeniz ne de onlardan sonra eşlerini nikah etmeniz ebediyen câiz değildir. Şüphesiz bu, Allah katında pek büyük bîr şeydir.

"Ey iman edenler, Peygamberin evlerine girmeyin":

İniş sebebinde altı görüş vardır:

Birincisi: Buhârî ile Müslim, Sahihlerinde Enes b. Malik’ten şöyle rivayet etmişlerdir: Resûlallah sallallahu aleyhi ve sellem, Zeynep bini Cahş ile evlenince, düğün yemeği verdi; davetliler yediler, sonra da oturup konuştular. Kendisi kalkar gibi hareket etti, onlarsa kalkmadılar. Bunu görünce kalktı, davetlilerden de birkaç kişi kalktı. Üç kişi oturdu. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem geldi, içeri girdi, onların hala oturduklarını görünce döndü; onlar da kalkıp gittiler. Ben de geldim, gittiklerini Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e haber verdim. O da geldi, içeri girdi. Ben içeri girmek üzere gittim, benimle onun arasına perde gerildi. Allahü teâlâ da bu âyeti indirdi. 7

7 - Buhârî, Tefsirü sureti’l - Ahzab, bab. 8; İsti’zan, bab, 10.32: Müslim, Nikah, hadis no, 92; Ahmed, Müsned, 3/163,200, 236,241.

İkincisi: Mü’minlerden bir bölük Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in yemeğini gözetler, yemekten önce içeri girer, yemek pişinceye kadar beklerlerdi. Sonrada yerler, çıkmazlardı. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem de bundan rahatsız olurdu. Âyet bunun üzerine indi. Bunu da İbn Abbâs, demiştir.

Üçüncüsü: Ömer b. Hattab diyor ki: Ya Resûlallah, kadınlarının yanına iyisi de kötüsü de giriyor, onlara emretsen de perdenin arkasına çekilseler, dedim. Bunun üzerine perde âyeti indi. Bunu Buhârî Enes’ten, Müslim de İbn Ömer'den rivayet etmiştir. İkisi de Ömer'dendir. 8

8- Buhârî, Salat, bab, 32;Tefsirü suretil Bakara: bab. 9; Müslim, Fedailus’s-Sahabe, hadis no, 24; Ahmed, Müsned, 1/23,24,36.

Dördüncüsü: Ömer, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in hanımlarına perde arkasına çekilmelerini emretti, Zeynep de: Ey Hattab’ın oğlu, sen bizi kıskanıyorsun, vahiy ise bizim evimizde iniyor, dedi. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu da İbn Mes’ûd, demiştir.

Beşincisi: Ömer, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'e: Kadınlarını perde arkasına al, derdi; o da yapmazdı; Şevde karanlık bir gecede çıktı; Ömer: Ey Şevde, seni tanıdık, dedi, maksadı perde âyetinin inmesi idi. Bunun üzerine perde âyeti indi. Bunu İkrime, Âişe'den rivayet etmiştir. 9

9 - Taberi, Tefsir, 22/40.

Altıncısı: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ashabından birkaç kişiye yemek vermişti; birinin eli Âişe’nin eline değdi; Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bundan hoşlanmadı; bunun üzerine perde âyeti indi. Bunu da Mücâhid, demiştir.

"Size yemeğe izin verilmesi hariç": Yani yemeğe davet edilmeniz, demektir. "Pişmesini beklemeksizin ";

Zeccâc şöyle demiştir;

"en” mahallen mensubtur, mana da: illâ bien yu’zene leküm ev lien yü'zene leküm, demektir. "Gayra” da hal olmak üzere mensubtur, mana da: size izin verilmesi müstesna, pişmesini beklemeden, demektir,

"İnahu” da pişmesi ve dinlenmesi demektir.

"Dağılın": Yani çıkın, demektir.

"Konuşmaya dalmaksızın": Mana: Konuşmak için girmeyin, demektir. Çünkü onlar yemekten sonra oturur, uzunca konuşurlardı. Bu da ona eziyet verirdi. Onlara: Kalkın, demekten de utanırdı. Allah onlara yemek adabını öğretti

"Allah haktan utanmaz” dedi. Yani hak olan bir şeyi size açıklamadan bırakmaz, demektir.

"Onlardan bir şey istediğiniz zaman": Meta', ev araç ve gereçlerinden yararlanılacak ve zevk alınacak şey demektir.

"Onlardan perdenin arkasından isteyin. Bu, sizin için daha temizdir": Yani onlardan bir şeyi perde arkasından istemeniz, demektir.

"Sizin kalpleriniz için de onların kalpleri için de” şüpheden daha temiz bir davranıştır, demektir.

"Allah'ın Resul'üne eziyet etme hakkınız yoktur": Yani hiçbir şeyde onu eziyet edemezsiniz, demektir.

Ebû Ubeyde şöyle demiştir: Burada kane” fiili zaittir,

Mana da şöyledir: Muleküm en lu’zu Resûlallahi

"Ondan sonra eşlerini nikahlamanız da size ebediyen helâl değildir": Atâ’, İbn Abbâs'tan şöyle dediğini rivayet etmiştir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem in ashabından biri: Eğer Resûlüllah vefat ederse Âişe ile evlenirim, derdi. Allahü teâlâ da bunun üzerine indireceğini indirdi. Mukâtil de o adamın Talha b. Ubeydullah olduğunu iddia etmiştir.

"Şüphesiz bu": Yani Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in eşlerini nikahlamak

"Allah katında pek büyük bir şeydir": Yani cezası ağır bir günahtır.

54

Eğer bir şeyi açıklar veya onu gizlerseniz, şüphesiz Allah her şeyi hakkıyla bilendir.

"Eğer bir şeyi açıklar veya onu gizlerseniz": Bunun o kimsenin:

"Eğer Resûlüllah ölürse mutlaka Âişe ile evlenirim” diyerek açıklaması üzerine indiği söylenmiştir.

55

Kadınların üzerinde ne babalarında ne oğullarında ne kardeşlerinde ne kardeşlerinin oğullarında ne kız kardeşlerinin oğullarında ne kadınlarında (hemcinslerinde) ne de sağ ellerinin sahip olduğu şeylerde (kölelerde) günah yoktur. (Ey kadınlar) Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah her şeye şahittir.

"Babalarında size günah yoktur":

Müfessirler şöyle demişlerdir: Perde âyeti inince, babalar, oğullar ve akrabalar Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e:

"Biz de mi onlarla perdenin arkasından konuşacağız?” dediler. Bunun üzerine Allahü teâlâ:

"Babalarında onlara günah yoktur” kısmını indirdi. Yani onları perde arkasında olmadan görmelerinde demektir.

"Kadınlarında da": Yani mü’minlerin kadınlarında da, demektir. Çünkü Yahudi ve Hıristiyan kadınları Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in kadınlarını görürlerse onları kocalarına anlatırlar.

Eğer: "Neden amca ve dayı zikredilmedi?” denirse, buna iki cevap verilmiştir:

Birincisi: Çünkü kadın onların oğullarına helaldir, o nedenle amcasının ve dayısının yanında başörtüsünü vurunmaması onun için mekruh görülmüştür. Çünkü onlar da kadını oğullarına anlatırlar. Bu da Şa’bî ile İkrime’nin görüşüdür.

İkincisi: Çünkü o ikisi de ebeveyn yerindedir, o nedenle zikredilmemişlerdir. Bunu da Zeccâc, demiştir.

"Sağ ellerinin sahip olduklarında":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Bunlardan cariyeler kastedilmiştir, erkek köleler değil. Bunu da Said b. Müseyyeb , demiştir.

İkincisi: O, erkek köleler ve cariyeler için geneldir. İbn Ubeyd şöyle demiştir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in eşleri kölelerinden örtünmezlerdi. Bunun tefsiri de Nûr suresi, âyet: 31’de geçmiştir.

"(Ey kadınlar) Allah’tan korkun": Sizi bunlardan başkasının görmesinden, "şüphesiz Allah her şeye şahittir": Yani hiçbir şey O’nun gözünden kaçmaz.

56

Şüphesiz Allah ve melekleri Peygambere salat ederler. Ey o iman edenler, siz de ona salat edin ve selam etmekle selam edin.

"Şüphesiz Allah ve melekleri Peygambere salat ederler": Allah’ın ve meleklerin salatında birkaç, görüş vardır, bunlar da bu surede (Ahzab: 43'te) geçmiştir.

"Ona salat edin": Ka’b b. Ucre diyor ki:

"Ya Resûlallah, sana selam vermeyi biliyoruz, sana salat nasıldır?” dedik. O da: Allahümme salli alâ muhammedin ve alâ ali muhammedin kema salleyte alâ İbrahime inneke hamidün mecid ve barik alâ muhammedin kema barekte alâ İbrahime inneke hamidün mecid, deyiniz, dedi. Hadisi Buhârî ile Müslim rivayet etmişlerdir. 10 Sana selam vermeyi biliyoruz’un manası; Tahiyyattaki: lisselamü aleyke eyyühen nebiyyü ve rahmetullahi ve berekatuhu’dur. İbn Saib, selam vermenin manası: Size emrettiği şeye teslim olun, demiştir.

10- Buhârî, Tefsirü sureti'l- Ahzab, bab, 10; Ehadisü’l-Enbiya, bab, 10; Daavat, bab.31, 32; Müslim, Salati’l - Müsafirin, hadis no, 65,66,68, 69.

57

Şüphesiz Allah’a ve Resul’üne eziyet edenlere Allah dünyada da ahirette de lânet etmiş ve onlar için aşağılayıcı bir azap hazırlamıştır.

"Şüphesiz Allah’a ve Resul’üne eziyet edenler":

Kimler hakkında indiğinde üç görüş üzerinde ihtilaf etmişlerdir:

Birincisi: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem, Safiye bint Huyey ile evlenince ona dil uzatanlar hakkında indi. Bunu da İbn Abbâs, demiştir.

İkincisi: Resim yapanlar hakkında inmiştir, bunu da İkrime, demiştir.

Üçüncüsü: Müşrikler, Yahudiler ve Hıristiyanlar hakkında inmiştir: onlar Allah’a evlat İsnat ettiler, Resul’üne inanmadılar, yüzünü yaraladılar, ön dişlerini kırdılar: Şair, sihirbaz ve yalancıdır, dediler. Allah’a eziyet etmenin manası da: O'nu kendisine layık olmayan şeylerle niteleyip isyan etmektir. Onlara dünyada laneti: öldürme ve sürgün iledir, ahirette de ateş iledir.

58

Mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara, bir şey kazanmadıkları / yapmadıkları halde eziyet edenler, gerçekten bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmişlerdir.

"Mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara eziyet edenler":

İniş sebebinde dört görüş vardır:

Birincisi: Ömer b. Hattab, açık bir cariye gördü, onu dövdü ve ziynetlerini kopardı. O da ailesine gidip şikayet etti. Onlar da çıkıp ona eziyet ettiler. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu Atâ’, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir.

İkincisi: O, Medine sokaklarında dolaşıp kadınların arkasına düşen, kadınlar gece ihtiyaçlarını görmek üzere çıktığı zaman onlara yaklaşıp onları çimdikleyen kötü kimseler hakkında indi. Onlar ancak cariyeleri rahatsız ederlerdi, fakat cariye hür kadından bilinmezdi. Onlar da kocalarına şikayet ederlerdi. Bunu Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'e anlattılar; bunun üzerine bu âyet indi. Bunu da Süddi, demiştir.

Üçüncüsü: Bu, İftira olayında Âişe ile Safvan hakkında konuşanlar için indi, bunu da Dahhâk, demiştir.

Dördüncüsü: Münafıklardan birkaç kimse Ali b. Ebû Talib’i rahatsız ettiler, bu âyet de bunun üzerine indi. Bunu da Mukâtil, demiştir.

Müfessirler: Âyetin manası; Onlara iftira atanlar, demişlerdir.

59

Ey O Peygamber, eşlerine, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına söyle, dışarı elbiselerini üzerlerine yaklaştırsınlar. Bu, tanınıp rahatsız edilmemelerine daha yakındır. Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir.

"Ey O Peygamber, eşlerine söyle": Âyetin

iniş sebebi şöyledir: Fasıklar gece ihtiyaçları için çıkan kadınları rahatsız ederlerdi. Kadını örtülü görünce bırakırlar ve: Bu, hür bir kadındır, derlerdi. Onu örtüsüz, görünce: Cariyedir, deyip eziyet ederlerdi. Bu âyet bunun üzerine indi. Bunu da Süddi demiştir.

"Dışarı elbiselerini üzerlerine yaklaştırsınlar":

İbn Kuteybe: Mantolarını giysinler, demiştir Başkası da şöyle demiştir: Başlarını ve yüzlerini örtsünler ki, hür oldukları anlaşılsın.

"Bu daha yakındır": Yani daha layık ve daha yakındır

"tanınmalarına” hür olduklarına

"eziyet edilmemelerine".

60

Yemin olsun, eğer münafıklar, kalplerinde hastalık olanlar ve Medine’de kötü haber yayanlar (bu davranışlarına) son vermezlerse, elbette seni onlara Mûsallat ederiz. Sonra da orada sana pek az komşu olurlar.

"Yemin olsun, eğer münafıklar son vermezlerse": Yani münafıklıklarına, "ve kalplerinde hastalık olanlar": Yani kötülük olanlarki onlarda zina edenlerdir,

"Medine’de kötü haber yayanlar": Yalan ve asılsız haberler. Düşman geliyor, birlikleriniz öldürüldü ve yenildiler, derlerdi.

"Elbette seni Mûsallat ederiz": Seni Mûsallat ederiz de onları öldürmeni emrederiz.

Müfessirler şöyle demişlerdir: Zaten Mûsallat edildi de, kendisine:

"Kâfirler ve münafıklarla savaş” denildi, 11 Ve Cuma günü hutbede: Ey filan, mescitten çık, sen münafıksın, ey filan kalk, sen de münafıksın, dedi. 12

11 - Tevbe: 3; Tahrim: 9.

12-Taberi, 11/10. Uzun bir hadisin parçasıdır.

"Sonra sana komşu olmazlar": Yani Medine’de

"ancak pek az": Sonunda helak edilirler.

61

Lanetlenmiş olarak. Nerede bulunurlarsa yakalanırlar ve öldürülmekle (fena şekilde) öldürülürler.

"Mel’unine": Hal olarak mensubtur, yani sana ancak lanetlenmiş olarak komşu olurlar, demektir. "Nerede yakalanırlarsa": Bulunur ve ele geçirilirlerse

"yakalanır ve öldürülürler": Kelâmın manası şöyledir: Onların hakkındaki hüküm budur.

62

Allah’ın daha önce geçen kimseler hakkındaki kanunu gibi. Allah’ın kanunu için asla bir değişiklik bulamazsın.

"Allah'ın kanunu gibi": Yani Allah peygamberlere münafıklık edenlere ve asılsız haber yayanlara böyle yapılmasını adet haline getirmiştir.

63

İnsanlar sana kıyametten sorarlar. De ki:

"Onun bilgisi Allah katındadır. Ne biliyorsun, belki kıyamet yakındır!

64

Şüphesiz Allah kâfirlere lânet etti ve onlara alevli ateş hazırladı.

65

Orada ebedi kalıcılar olarak. Ne bir dost ne de bir yardımcı bulamazlar.

"insanlara sana kıyametten sorarlar": Urve: Bu soruyu soran, Ukbe b. Rebia'dır, demiştir.

"Ne biliyorsun": Yani kıyametin durumunu ve ne zaman olacağını sana ne bildiriyor?

Mana da şöyledir: Sen bunu bilemezsin. Sonra:

"Belki kıyamet yakındır” dedi.

Eğer: "Niçin "karibeten” demedi?” denilirse, buna üç cevap verilir:

Birincisi: Bundan zarf irade etmiştir, eğer bizzat saatin sıfatı olmasını murad etse idi, karibeten, derdi. Bu, Ebû Ubeyde’nin görüşüdür.

İkincisi: Mana ba’s’e ve kıyametin gelmesine (meciüs saate) râcîdir.

Üçüncüsü: Saat'in müennesliği hakiki değildir. Bu ikisini Zeccâc zikretmiştir. Bundan sonraki lâfızların tefsiri de şuralarda geçmiştir: Bakara: 159; Nisa: 10; İsra: 97.

66

O günde ki, yüzleri ateşte çevrilir. "Keşke biz Allah'a itâat etseydik ve Resul'e itâat etseydik!” derler.

"Ve eta'ner resulâ":

Zeccâc şöyle demiştir: En iyisi elif üzerine vakfetmektir, çünkü âyetlerin sonları ve fasılalar beyitlerin sonu gibidir.

Onlara anladıkları kelâm şekliyle hitap edilmiştir ki, bir harf ilavesiyle durma, sözün tamam olduğunu göstersin. Biz de buna

"ez zununâ” (Ahzab: 10) kavlinde işaret etmiştik.

67

Dediler:

"Ey Rabbimiz, şüphesiz biz, efendilerimize ve büyüklerimize itâat ettik; bizi yoldan saptırdılar.

"Efendilerimize ve büyüklerimize itâat ettik": Yani eşraf ve ulularımıza, demektir.

Mukâtil: Onlar Bedir gazasında yemek verenlerdir, demiştir. Bütün kurralar "sadetena” diyerek tekil okumuşlar; ancak İbn Âmir, fe'nin kesri ile çoğul olarak "sadatina” okumuştur. Mufaddal ile Ya’kûb da ona katılmışlardır, ancak Ebû Hatim müstesna.

"Bizi yoldan saptırdılar": Yani doğru yoldan, demektir.

68

"Rabbimiz, onlara azaptan iki kat ver ve onlara büyük bir lanetle lânet et!"

"Rabbimiz, onlara ver"; efendilerini kastediyorlar

"iki kat": Yani iki kat azap ver, demektir.

"Velanhüm lanen kebira": İbn Kesir, Nâfi, Ebû Amr, Hamze ve Kisâi, se ile "kesira” okumuşlardır. Âsım ile İbn Âmir de be ile kebira okumuşlardır.

Ebû Ali şöyle demiştir: Çokluk (kesir) tekrarlanan şeylere kebirden daha çok benzemektedir.

69

Ey o iman edenler, Mûsa'ya eziyet edenler gibi olmayın; Allah onu onların dediklerinden temize çıkardı. O, Allah katında yüzü olan (itibarlı) biri idi.

"Mûsa'ya eziyet edenler gibi olmayın": Yani İsrâil oğulları Mûsa'ya eziyet ettiği gibi siz de Muhammed'e eziyet etmeyin; sonra onlara inen azap size de iner.

Mûsa'ya hangi konuda eziyet etmişlerdi?

Bunda da dört görüş vardır:

Birincisi: Onlar, yumurtalıkları büyük, dediler; bir gün yıkanmak üzere gitti, elbisesini bir taşın üzerine koydu; taş elbisesini kaçırdı; o da onu aramaya çıktı. Onu bu haliyle gördüler ve: Vallahi onda bir kusur yokmuş dediler. Hadis bütün Sıhahlarda Ebû Hureyre hadisi olarak mevcuttur. Ben de onu isnadiyle beraber el - Muğni ve el - Hadaik kitaplarında zikrettim. İbn Kuteybe, metinde geçen

"ader": Yumurtaları büyüktür, demiştir.

İkincisi: Mûsa dağa çıktı, yanında da Harun vardı, Harun orada öldü, İsrâil oğulları: Onu sen öldürdün, dediler. Böylece ona eziyet ettiler. Allahü teâlâ meleklere emretti; onlar da onu taşıyıp İsrâil oğullarının olduğu yere getirdi. Melekler onun ölümünü konuştular, sonunda İsrâil oğulları onun öldüğünü anladılar. Allah da Mûsa'yı bundan temize çıkardı. Bunu Hazret-i Ali radıyallahu anh, demiştir.

Üçüncüsü: Karun, Mûsa'ya iftira etmesi için İsrâil oğulları içinden bir fahişe kiraladı; Allah o kadını korudu, Mûsa'yı da bundan temize çıkardı. Bunu da Ebû’l -Âliyye, demiştir.

Dördüncüsü: Onlar Mûsa'ya, sihirbaz ve deli deyip iftira ettiler. Bunu da Maverdi, nakletmiştir.

"Allah katında itibarlı biri idi":

İbn Abbâs: Allah katında kıymetli, ne isterse verirdi, demiştir. Biz de vecih'in manasını Al-i İmran: 45'te açıklamıştık. İbn Mes’ûd, A'meş ve Ebû Hayve, tenvin, be ve “Lâm” ın kesri ile "ve kâne abden lillahi” (Allah'ın bir kulu idi) okumuşlardır.

70

Ey o iman edenler, Allah'tan korkun ve doğru söz söyleyin.

"Doğru söz söyleyin":

Bunda da dört görüş vardır:

Birincisi: İsabetli, bunu İbn Abbâs, demiştir.

İkincisi: Doğru, bunu da Hasen, demiştir.

Üçüncüsü: Adaletli, bunu da Süddi, demiştir.

Dördüncüsü: Ilımlı, bunu da İbn Kuteybe, demiştir.

Sonra bu sözden ne murat edildiği hususunda da üç görüş vardır:

Birincisi: O, lâilâhe illallah'tır, bunu da İbn Abbâs ile İkrime demişlerdir.

İkincisi: bütün söz ve işlerde doğruluktur, bunu da Katâde, demiştir.

Üçüncüsü: Zeyd ile Zeynep hakkında Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'e yakışmayan söz söylemeyin, bunu da Mukâtil b. Hayyan, demiştir.

71

Amellerinizi düzeltsin ve günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah'a ve Resul'üne itâat ederse, gerçekten büyük bir kurtuluşla kurtulmuş demektir.

"Amellerinizi düzeltsin":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: İyiliklerinizi kabul etsin, bunu da İbn Abbâs, demiştir.

İkincisi: Amellerinizi arıtsın, bunu da Mukâtil, demiştir.

"Gerçekten büyük bir kurtuluşla kurtulmuştur": Yani hayra nail olmuş ve onu elde etmiştir.

72

Gerçekten biz, emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onu taşımaktan çekindiler ve ondan korktular. Onu insan yüklendi. Şüphesiz, o, pek zalim, pek cahildir.

"Gerçekten biz, emaneti teklif ettik":

Bunda iki görüş vardır:

Birincisi: O, farzlardır, Allah onu göklere, yere ve dağlara teklif etti; eğer onu yerine getirirse, ona sevap verecek ve eğer onu zayi ederse, ona azap edecektir. Bunlar bunu islemediler; onu Âdem’e teklif etti; o da her şeyi ile kabul etti. Bunu İbn Ebi Talha, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir.

Said b. Cübeyr de böyle demiştir: Emanet Âdem'e teklif edildi, ona: Onu her şeyi ile alıyor musun? Eğer itâat edersen seni bağışlarım, eğer isyan etlersen sıma azap ederim, dedi. O da: Kabul ettim, dedi. Henüz ikindi akşam arası kadar bir zaman geçmemişti ki, o günahı işledi (yasak ağaçtan yedi). Katâde, Dahhâk ve cumhûr onun farzlar olduğunu söylemişlerdir.

İkincisi: O, insanların birbirlerine ettikleri emanettir. Süddi, şeyhlerinden şöyle rivayet etmiştir: Âdem haccetmek isteyince, göğe: Evladımı emanet olarak koru, dedi. O da kabul etmedi. Yere, dedi; o da kabul etmedi. Dağlara dedi, onlar da kabul etmedi; Kabil’e dedi; o da, peki, gider gelirsin, aileni memnun kalacağın vaziyette bulursun, dedi. Âdem gidince, Kabil, Mabil'i öldürdü. Âdem döndü; oğlunun, kardeşini öldürdüğünü gördü. Bunun içindir ki, aziz ve celil olan Allah: Gerçekten biz, emaneti teklif ettik... onu insan yüklendi, dedi. O da Âdem’in oğludur, onu yerine getirmedi.

İbn Kuteybe, bazı müfessirlerden şöyle nakletmiştir: Âdem öleceği zaman:

"Ya Rabbi, benden sonra kimi yerime halife edeyim?” dedi. Kendisine: Hilafetini bütün mahlukata arz et, denildi. O da etti; hepsi çekindiler, ancak evladı kabul etti.

Müfessirlerin emanetin göklere ve yere arz edilmesinde iki görüşleri vardır:

Birincisi: Allahü teâlâ bu varlıklara akıl verdi ve hitabını onlara anlattı; onları bu teklife karşı cevap vermekle konuşturdu.

"Çekindiler” sözünden muhalefeti kastetmedi, ancak onlar korktukları ve endişe ettikleri için çekindiler; çünkü bu teklif, serbest bırakma şeklinde idi, zoraki değildi.

"Eşfakne": Onu eda edemezler de azaba çarpılırlar diye korktular. Bu da çoğunluğun görüşüdür.

İkincisi: Âyetten murat edilen şudur: Biz, emaneti göklerdeki, yerdeki ve dağlardaki meleklere teklif ettik. Bunu da Hasen Basri, demiştir.

İnsandan kim murat edildiği hususunda da dört görüş vardır:

Birincisi: Âdemdir, bu da cumhûrun görüşüdür.

İkincisi: Kabil'dir, bu da Süddi’nin görüşüdür.

Üçüncüsü: Kafirle münafıktır, bunu da Hasen, demiştir,

Dördüncüsü: Bütün insanlardır. Bunu da Sa'leb, demiştir.

"Şüphesiz o pek zalim, pek cahildir":

Bunda da üç görüş vardır:

Birincisi: Nefsine karşı zalim, Rabbinin emrine karşı aldanmıştır. Bunu da İbn Abbâs ile Dahhâk, demişlerdir.

İkincisi: Nefsine karşı pek zalim, akibetini bilme hususunda da pek cahildir. Bunu da Mücâhid, demiştir.

Üçüncüsü: Rabbinc isyan etmekle pek zalim, emanetin akibetini bilmemekle de pek cahildir. Buna da İbn Saib, demiştir.

Zeccâc âyette diğerlerinin görüşlerine muhalif bir görüş ileri sürmüş ve bunun tefsire uygun olduğunu söylemiş ve şöyle demiştir: Allahü teâlâ âdemoğullarına farz ettiği taati emanet etti, göklere ve yere de kendine itâat etmelerini ve baş eğmelerini emanet etti. Göklerle yer:

"Biz sana itâat ederek geldik” (Fussilet: 11) dediler. Ve bize bazı taşların Allah korkusundan yukarıdan yuvarlandığını; güneş, ay, yıldızlar, dağlar ve meleklerin de Allah'a secde ettiklerini bildirdi. Dolayısıyla göklerin ve yerin emaneti yüklenmediklerini öğretti; çünkü onu eda ettiler. Edaları da Allah’a itâat etmek ve O'na karşı gelmemektir. Emanete hiyanet eden herkes onu yüklenmiş oldu. Aynı şekilde günah işleyen de günahı yüklenmiş olur. Hasen de böyle:

"Onu insan yüklendi” demiştir, yani onu kafirle münafık yüklendiler; hiyanet edip itâat etmediler, demektir. İtâat edene: Zalim ve cahil denilmez.

73

Ta ki, münafık erkeklere ve münafık kadınlara, müşrik erkeklere ve müşrik kadınlara azap etsin ve Allah mü’min erkeklerin ve mü’min kadınların Tevbesini kabul etsin. Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir.

"Ta ki, münafık erkeklere ve münafık kadınlara, müşrik erkeklere ve müşrik kadınlara azap etsin ve Allah mü’min erkeklerin ve mü’min kadınların Tevbesini kabul etsin":

İbn Kuteybe, mana şöyledir, demiştir: Bunu teklif ettik ki, münafığın münafıklığı ve müşrikin müşrikliği meydana çıksın da Allah da onlara azap etsin. Mü'minlerin imanı da belli olsun da Tevbelerini kabul etsin. Yani eğer taatta kusur ederlerse, onlara tekrar rahmet etsin ve onları bağışlasın.

0 ﴿