36-YASİN SÛRESİ

Mekke’de inmiştir. 83 ayettir.

Bunda iki görüş vardır:

Birincisi: O, Mekki’dir, bunu da İbn Abbâs, Hasen, İkrime, Katâde ve cumhûr, demişlerdir. İbn Abbâs ile Katâde’den şöyle dedikleri de rivayet edilmiştir; O, Mekki'dir, ancak bir âyeti Medeni'dir ki, o da:

"Veiza kıyle lehüm enfiku mimma razekakümullahu” (Yasin: 45) âyetidir.

İkincisi: Medeni’dir, bunu da Ebû Süleyman Dımeşki nakletmiş ve: Meşhur, değildir, demiştir.

Bismillahirrahmanirrahim

1

Ya. Sin.

"Ya Sin":

Bunda beş görüş vardır:

Birincisi: Manası: Habeş dilinde: Ey insan, demektir. Bunu İkrime, İbn Abbâs’tan rivayet elmiş; Hasen, Said b. Cübeyr, İkrime ve Mukâtil de böyle demişlerdir.

İkincisi: O, Allah’ın ettiği yeminlerden bir kasemdir, O’nun isimlerindendir. Bunu da Ali b. Ebû Talha, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir.

Üçüncüsü: Manası: Ey Muhammed, demektir, bunu da İbn Hanefiyye ile Dahhâk, demişlerdir.

Dördüncüsü: Manası: Ey adam, demektir, bunu da Hasen, demiştir.

Beşincisi: Kur’ân'ın isimlerinden bir isimdir, bunu da Katâde, demiştir.

Hasen ile Ebû’l - Cevza, yenin fethi ve sin'in kesri ile

"Ya Sini” okumuşlar; Ebû’l - Mütevekkil, Ebû Recâ’ ve İbn Ebi Able, yenin ve nunun ikisinin de fethi ile okumuşlardır. Ebû Husayn el - Esedi de yenin kesri ve nunun izharı ile okumuşlardır.

Zeccâc da şöyle demiştir: Bence Arap dilcilerine göre bu, sûrenin girişi gibidir. Bazı Araplar: Nunun fethi ile

"Yasine velKUR’ÂNi” derler.

Bu, Arapça’da iki düşünceden dolayı câizdir:

Birincisi:

"Yasin” sûrenin adıdır, sanki: Ütlü Yasine (Yasini oku) demiş gibidir. Bu da Habil ve Kabil veznindedir ve gayri munsariftir.

İkincisi: O, iki sakin bir araya geldiği için böyle okunmuştur. Sakin daha güzeldir, çünkü o, hece harfidir.

2

Hikmet dolu Kur’ân’a yemin olsun ki,

"Hikmet dolu Kur’ân’a yemin olsun ki,": Bu yemindir, hakîm’in manası da Bakara: 32’de geçmiştir.

Zeccâc şöyle demiştir: Cevabı,

3

Gerçekten sen elbette gönderilenlerdensin.

"inneke leminel mürselin"dir. Arapça’ya göre en güzeli

"leminel mürselin” kavlinin

"inne"nin haberi olup

4

Doğru bir yol üzerindesin.

"alâ sıratın müstakim” kavlinin de ikinci haber olmasıdır. O zaman mana şöyle olur: Şüphesiz sen gönderilen peygamberlerdensin, şüphesiz sen doğru yol üzerindesin.

"Alâ sıratın” kavlinin

"mürselin

"e bağlı olması da câizdir; o zaman mana şöyle olur: Şüphesiz sen elbette doğru yol üzerinde gönderilen elçilerdensin.

5

(Bu Kur’ân) mutlak galip, çok merhamet eden (Allah'ın) indirmesidir.

"Tenzilel azizi": İbn Kesir, Natı ve Ebû Amr, “Lâm” ın re fi ile tenzilü” okumuş; İbn Âmir, Hamze ve Kisâi de “Lâm” ın nasbi ile

"tenzile” okumuşlardır, Âsım’dan da iki kıraat rivayet edilmiştir.

Zeccâc şöyle demiştir: Kim nasb ile okursa mastar olarak okur, manada: Nezzelallahu zalike tenzilen olur. Kim de ref ile okursa, mana: Sana indirilen bu şey mutlak galip Allah'ın indirmesidir, şeklinde olur.

Ferrâ’ da şöyle demiştir: Kim mensûb okursa, şöyle demek ister: İnneke leminel mürseline tenzilen hakkan münezzelen; refi' de yeni cümle başı olur, meselâ: Zalike tenzilül azizi gibi. Übey b. Ka'b, Ebû Rezin, Ebû’l-Âliyye, Hasen ve Cahderi, “Lâm” ın kesri ile

"tenzili” okumuşlardır.

Mukâtil de şöyle demiştir: Bu Kur’ân mülkünde güçlü ve halkına şefkatli Allah'ın indirmesidir.

6

Atâ’ları uyarılmayan; bu yüzden gafil (kalan) bir kavmi uyarman için.

"Litünzire kavmen ma ünzire abauhum":

"Ma” üzerinde iki görüş vardır:

Birincisi: O, olumsuzluk edatıdır; bu da Katâde, Zeccâc ve çoğunluğun görüşüdür.

İkincisi: O, "kema” manasınadır, bunu da Mukâtil, demiştir.

"Ellezi” manasına olduğu da denilmiştir.

"Onlar gafillerdir": Yani tevhid delillerinden ve yeniden dirilme kanıtlarından, demektir.

7

Yemin olsun, gerçekten söz (azap) çoklarına hak oldu; artık onlar iman etmezler.

"Gerçekten söz hak oldu":

Bunda iki görüş vardır:

Birincisi: Azap vacip oldu.

İkincisi: Küfürlerine söz geçti.

"Çoklarına": Yani Mekke halkına, demektir. Bu da küfürleri için geçen Allah’ın iradesine işarettir.

"Artık onlar iman etmezler": Çünkü kader böyle tecelli etmiştir.

8

Gerçekten biz, onların boyunlarına tasmalar geçirdik; onlar çenelere kadar indiği için; başları yukarı kalkmıştır.

"Gerçekten biz onların boyunlarına demir halkalar geçirdik":

Bunda da üç görüş vardır:

Birincisi: O, misaldir, aslında demir halka filan yoktur. Bu da araştırmacıların görüşüdür.

Sonra bunda da üç görüş vardır:

Birincisi: O, her türlü hayırdan mahrum olmalarına misaldir, bunu da Katâde, demiştir.

İkincisi: Demir halkalar gibi manilerle Allah yolunda harcamaktan engellendiklerine misaldir, bunu da Ferrâ’ ile İbn Kuteybe, demişlerdir.

Üçüncüsü: Onların imandan men edilmelerine misaldir, bunu da Ebû Süleyman Dımeşki, demiştir.

İkincisi: Onlar tıpkı demir halkanın engellediği gibi gözle görülen engellerdir; Mukâtil bu sadetle şöyle demiştir: Ebû Cehil, eğer Muhammedi namaz kılarkan görürse onun beynini parçalayacağına yemin etti. Geldi ki, o namaz kılıyor; bir taş kaldırdı; eli kumdu, taş eline yapıştı. Arkadaşlarına dönüp durumu haber verdi. İçlerinden biri kalkıp taşı aldı; Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e yaklaştı; Allah gözünü silip kör etti; onu göremedi. Arkadaşlarına döndü, onları göremedi, ona seslenmek zorunda kaldılar. Ebû Cehil hakkında:

"Şüphesiz biz onların boyunlarına halkalar geçirdik” kısmı indi;

diğeri hakkında da

"önlerinden bir set çektik” âyeti indi.

Üçüncüsü: O, gerçektir, ancak Allahü teâlâ’nın onlara cehennemde edeceği azabı temsil etmektedir. Bunu da Maverdi nakletmiştir.

"Fehiye ilel ezkani":

Ferrâ’ şöyle demiştir: "Fehiye” sağ ellere râcîdir; onlar da zikredilmemiştir: çünkü demir halka ancak boyunda birleşen sağ ellerde olur. Birini söylemekle yetinilmiştir.

Zeccâc da şöyle demiştir: O, ellere râcîdir, veciz olması için zikredilmemiştir. Çünkü demir halka eli de boynu da içine alır. Beyit:

Bilmiyorum, bir yere gitmek istesem hayır murat etsem,

Bu ikiden hangisi karşıma çıkar.

Neden

"bu ikisinden” dedi? Çünkü hayrın da şerrin de insanın karşısına çıkacağını biliyordu.

Ferrâ’ şöyle demiştir: Ezkan: Çene kemiklerinin aşağı kısmıdır, mukmah da: Başını kaldırıp gözünü yumandır.

Ebû Ubeyde de şöyle demiştir: Her başını kaldırana: Mukamih ve kamih, denir. Çoğulu da: Kımah’tır. Eğer bu bir insana yapılırsa ona mııkmalı, denir, bu âyet de ondandır.

İbn Kuteybe şöyle demiştir: Baîrün kamihü ve ibilün kamihün derler ki, suya kanmış ve başını kaldırmış manasınadır. Şair de bir gemiyi anlatırken şöyle demiştir:

Biz onun yanlarında oturuyoruz,

Su içip de başını kaldıran develer gibi gözlerimiz yumuktur.

Ezheri şöyle demiştir: Maksat şudur: Elleri boyunlarına bağlanınca, tasmalar çenelerini ve başlarını yukarı kaldırır; tasmalar onları kaldırmakla başlan da kalkar.

9

Onların önlerinden bir set ve arkalarından bir set çektik de onları sardık; artık onlar görmezler.

"Ve cealna min beyni eydihim şedden": Hamze, Kisâi ve Hafs da Âsım’dan rivayet ederek “sîn“in fethi ile okumuşlar; kalanlar da zammı ile okumuşlardır. Biz de aralarında ne fark olduğunu Kehf: 94'te anlatmış bulunuyoruz.

Âyetin manasında da iki görüş vardır:

Birincisi: Onları çeşitli manilerle imandan engelledik; artık küfürden çıkamazlar.

İkincisi: Onları Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e eziyet etmek istedikleri zaman karanlığa boğarak bundan men ettik.

"Onları sardık":

İbn Kuteybe: Onları bürüdük ve gözlerini kör edip doğru yoldan saptırdık, demiştir.

İbn Abbâs, İkrime, Said b. Cübeyr, Hasen, Katâde ve Yahya b. Yamur noktasız ayınla

"agşeynâhüm” (onları kör ettik) okumuşlardır. Sonra uyarmanın onlara fayda vermeyeceğini zikretti; çünkü onları arkadan gelen âyetle saptırdığını bildirmiştir. Sonra uyarmanın kime yarar vereceğini zikrederek:

10

Onları uyarsan da uyarmasan da birdir; iman etmezler.

11

Sen ancak zikre tabi olan ve görmeden Rahman'dan korkanları uyarırsın, öyle ise onu bir bağışlanma ve değerli bir mükafat ile müjdele.

"Sen ancak uyarırsın” dedi, yani uyarman ancak

"zikre tabi olana fayda verir” dedi ki, o da Kur’ân'dır. O kimse Kur’ân’a tabi oldu ve

"görmeden Rahman'dan korktu". Biz de bunu Enbiya: 49'da şerh etmiş bulunuyoruz. Değerli mükafat da: güzel mükafat demektir ki, o da cennettir.

12

Gerçekten biz ölüleri diriltiriz; önden gönderdiklerini ve eserlerini yazarız. Biz her şeyi apaçık bir asılda saydık.

"Gerçekten biz ölüleri canlandıracağız": Yeniden dirilme için

"önden gönderdikleri şeyleri de yazacağız” dünyada yaptıkları hayır ve şerleri. Nehaî ile Cahderi merfu ye ve meftuh te ile

"yüktebu” ve merfu ra ile de

"asaruhum” okumuşlardır.

Eserleri hakkında üç görüş vardır:

Birincisi: Onlar ayakları ile attıkları adımlardır, bunu da Hasen, Mücâhid ve Katâde, demişlerdir. Ebû Said el - Hudri de şöyle demiştir: Selime oğulları Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e evlerinin mescide uzaklığından dert yandılar. Allahü teâlâ da

"önden gönderdiklerini ve ayak izlerini yazacağız” âyetini indirdi. 1 Katâde ile Ömer b. Abdülaziz şöyle demişlerdir: Eğer Allahü teâlâ bir şeyden gafil olsa idi, âdemoğlunun rüzgarın sildiği ayak izlerinden gafil olurdu.

1 - Tirmizî, Telsim sûre-i Yasin, bab, 1; Hakim, Müstedrek, 2/428.

İkincisi: Onlar, cumaya giimek için atılan adımlardır, bunu da Enes b. Malik, demiştir.

Üçüncüsü: Ortaya koydukları ve kendilerinden sonra uygulanan iyilik ve kötülükleridir. Rumi da İbn Abbâs ile Said b. Cübeyr, demiş; Ferrâ’, İbn Kuteybe ve Zeccâc da tercih etmişlerdir.

"Ve külle şeyin"- İbn Semeyfa’ ile İbn Ebi Able, “Lâm” ın refi ile "küllü” okumuşlardır. Yani bütün amellerini demektir,

"onu saydık": Yani

"apaçık bir asıla (kütüğe) kaydettik” demektir ki, o da Levh-i Mahfuz’dur.

13

Onlara o kent halkını misal getir. Hani ona elçiler gelmişti.

"Onlara bir misal getir":

Mana şöyledir: Mekke halkına bir misal ver, yani bir benzetme yap.

Zeccâc, mana şöyledir, demiştir; Onlara misal getir

"ashabel karyeti” bu, mesel'den bedeldir, sanki; Üzkür lehlim ashebl karyeti (onlara kent halkını anlat) demiş gibi olur.

Katâde de: Bu kent, Antakya’dır, demiştir.

14

O zaman biz onlara iki (elçi) gönderdik; o ikisini bir üçüncü ile takviye ettik. "Gerçekten biz size gönderildik” dediler.

"Onlara iki elçi gönderdik":

Onların isimlerinde üç görüş vardır:

Birincisi: Sadık ile Saduk'tur, bunu da İbn Abbâs ile Ka’b, demişlerdir.

İkincisi: Yuhanna ile Pavlos’tur. Bunu da Vehb b. Münebbih, demiştir.

Üçüncüsü: Tuman ile Pavlos’tur, bunu da Mukâtil, demiştir.

"Fe-azzezna": İbn Kesir, Naf'i, Ebû Amr, İbn Âmir, Hamze, Kisâi ve Hafs da Âsım’dan rivayet ederek ze’nin şeddesiyle "feazzezna” okumuşlardır. İbn Kuteybe, mana: Takviye edip tekit ettik, demiştir. Teazzcze lahmün ııakati: Dişi devenin eti sertleşmektir. Ebû Bekir ve Mufaddai da Âsım'dan rivayetle şeddesiz olarak "feazezna” okumuşlardır.

Ebû Ali: Galip geldik, demiştir.

Mukâtil de: Bu üçüncünün adı: Şem'un'dur, o da havârilerdendi, İsa aleyhisselam’ın vasisidir, demiştir.

Vehb de şöyle demiştir: Allah Şem’un'a haber vererek vahyetti; o ikisinin haberini anlattı ve onlara yardım etmesini emretti. O da onları niyet ederek yola çıktı. Ferrâ’ bu üçüncüsünün o ikiden önce gönderildiğini söylemiş ve: Kur’ân’da bunun o ikiden sonra olduğunu görüyoruz, demiştir.

Mana da şöyledir: Üçüncü ile ondan önceki ikiyi destekledik.

Müfessirler bunun o ikiye yardım için gönderildiğini söylerler, sonra şüphesiz üçüncü ikinciden sonra olur. Ama ikiyi geçerse o birinci olur. Doğrusu ben, Ferrâ’’nın görüşüne şaşıyorum.

Bu elçileri kimin gönderdiğinde de iki görüşle ihtilaf etmişlerdir:

Birincisi: Onları Allahü teâlâ gönderdi, bu da Kur’ân’dan açıkça anlaşılmaktadır. Bu; İbn Abbâs, Ka'b ve Vehb’ten rivayet edilmiştir.

İkincisi: Onları İsa gönderdi. Bunun Allah’a izafe edilmesi câizdir, çünkü onlar elçisinin elçileridir. Bunu da Katâde ile İbn Cüreyc, demişlerdir.

15

Onlar (kent halkı) da: "Siz ancak bizim gibi bir insansınız. Rahman hiçbir şey indirmemiştir. Siz de ancak yalan söylüyorsunuz” dediler.

16

(Elçiler de): "Rabbimiz bilir ki, gerçekten biz, size elbette gönderildik” dediler.

17

Bize ancak apaçık tebliğ etmek düşer".

"Siz ancak bizim gibi insanlarsınız": Yani bize hiçbir hususta üstünlüğünüz yoktur.

"Rahman hiçbir şey indirmemiştir": Yani kitap indirmedi ve peygamber göndermedi. Bundan sonrası da

18

Dediler: "Gerçekten biz, sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık. Yemin olsun, eğer (bundan) vazgeçmezseniz, mutlaka sizi taşlarız ve elbette size bizden acıklı bir azap dokunur".

"sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık” kısmına kadar açıktır. Çünkü onlara yağmur yağmamıştı; onlar da bu, sizin yüzünüzdendir, demişlerdi.

"Yemin olsun, eğer vazgeçmezseniz": Yani susmazsanız

"mutlaka sizi taşlarız” Yani sizi muhakkak öldürürüz, demektir.

19

Dediler: "Uğursuzluğunuz sizinledir; size öğüt verildi diye mi (inkâr ediyorsunuz)? Hayır, siz aşırı giden bir kavimsiniz.

"Uğursuzluğunuz sizinledir, dediler": Yani uğursuzluğunuz küfrünüzdendir, bizim yüzümüzden değildir.

"E-in zükkirtüm": İbn Kesir bir hemze ve arkasından ye ile

"eyin zükkirtüm” okumuş, Ebû Amr da ona katılmıştır, ancak o, med ile (.uzun) okurdu. Ahfeş de, mana: Size öğüt verilir ve korkutulursanız, demiştir. Bu, cevabı verilmemiş bir sorudur, takdiri ile şöyledir: Eğer size hatırlatılırsa yine mi bizden uğursuzlanacaksınız? Şöyle de denilmiştir: Eğer size hatırlatılırsa yine mi böyle diyeceksiniz? Aşırı gidenler de burada müşriklerdir.

20

Şehrin en ucundan bir adam koşarak geldi:

"Ey kavmim (halkım), elçilere tabi olun” dedi.

"Şehrin en ucundan bir adam koşarak geldi"; Adı: Habib Neccar'dır, cüzzamlı idi. Kente gelen elçilere iman etmişti. Evi kentin en uzak kapısının yanında idi. Hemşehrilerinin elçilere inanmadığı ve onları öldürmeye yeltendikleri haberi kendisine ulaşınca koşarak geldi: Allahü teâlâ’nın bize anlattığı şeyleri

21

"Sizden bir ücret istemeyen ve doğru yolda olanlara tabi olun",

"onlar doğru yoldadırlar” cümlesine kadar söyledi, yani peygamberler doğru yoldadırlar, diyordu. Onu tutup Krala çıkardılar. Kral ona: "Sen onlara tabi oluyor musun?” dedi. O da:

22

"Ben, neden beni yaratana kulluk etmeyeceğim? Siz yalnız O’na döndürüleceksiniz!"

"Vema liye” (niye olmayayım?) dedi. Hamze, Halef ve Ya’kûb bu ye’yi sakin okumuşlardır.

"Beni Yaratana niçin ibadet etmeyeyim?": Yani eğer Halikımıza ibadet etmezsem benim neyim olur, dedi.

"Ve yalnız O’na döndürüleçeksiniz” yeniden diriltilirken. O zaman sizi küfrünüzle cezalandırır.

Eğer: "Neden yaratılmayı kendine nisbetetti de yeniden dirilmeyi onlara nisbet etti? Hâlbuki onları da yarattığını ve onları da dirilteceğini biliyordu?” denilerse.

Cevap şöyledir: Allahü teâlâ’nın nimeti var etmesi, şükrü gerektirir, kıyamette dirilme ise tehdittir, azarlanmayı gerektirir; o nedenle nimeti kendisine izafe etmesi şükür açısından daha münasip, yeniden dirilmeyi de onlara nisbet etmesi dönmeleri için daha uygundur.

23

"O’ndan başka ilâhlar edinir miyim? Eğer Rahman bana bir zarar vermek isterse, onların şefaati benden hiçbir şeyi savamaz ve beni kurtaramazlar".

24

"Gerçekten ben, o takdirde apaçık bir sapıklık içindeyim".

Sonra:

"O’ndan başka ilâhlar mı edineceğim?” diyerek putlara tapmayı reddetti.

"Şefaatleri benden hiçbir şeyi savmaz": Yani onların şefaat yetkisi yoktur ki, bana yarasın, demektir.

"Vela yunkızuni": Ya’kûb ile Veış her iki halde de ye ile okumuşlardır, mana: Beni o kötülükten kurtaramazlar, demektir.

"İnni izen” Nâfi ile Ebû Amr da ye ile okumuşlardır.

25

"Şüphesiz ben, sizin Rabbinize iman ettim; beni dinleyin!"

"İnni amentü birabbiküm": Hicaz halkı ile Ebû Amr, bu yeyi fetha ile okumuşlardır.

İman ettiğini kime karşı açıkladığında da iki görüş vardır:

Birincisi: Halkına açıkladı, bunu da İbn Mes’ûd, demiştir.

İkincisi: Elçilere açıkladı.

"Beni dinleyin": Bana böyle şahitlik edin, bunu da Ferrâ’, demiştir. Ebû Ubeyde de, mana: Benden duyun, demiştir.

"Fesmeuni": Ya’kûb her iki halde de ye ile okumuştur. İbn Mes’ûd şöyle demiştir: Halkına böyle seslenince, onu ayaklarının altında ezdiler.

Süddi de: Onu taşla öldürdüler, demiştir. O ise: Allah’ım, kavmimi hidayet eyle, diyordu.

26

(Ona): "Cennete gir!” denildi. (O da): "Keşke kavmim bilselerdi!” dedi.

27

"Rabbim beni ne ile bağışladı ve beni ikram görenlerden eyledi".

"Cennete gir, denildi": Onu öldürdükleri zaman Allah’a kavuştu, kendisine:

"Cennete gir” denildi. Oraya girince:

"Keşke kavmim bilselerdi. Rabbimin beni ne ile bağışladığını, dedi":

Burada geçen

"ma” edatı hakkında iki görüş vardır:

Birincisi: O, "ğafere” fiiliyle beraber mastar yerindedir, mana da: Biğufranillahi li (Allah’ın beni bağışlamasını) demektir.

İkincisi: O,

"ellezi” manasınadır, anlamı da: Keşke Rabbimin beni ne ile bağışladığını bilselerdi de iman etselerdi, demek olur. Onlara diri iken de ölü iken de öğüt verdi.

28

O’nun ardından kavmine gökden hiçbir ordu indirmedik. Biz indirenler olmadık.

Onu öldürünce Allahü teâlâ onlara hemen azap etti; bu da

"biz onun kavminin üzerine indirmedik” sözüyle ifade edilmektedir. Yani Habib’in kavminin üzerine, demektir,

"kendisinden sonra": Yani öldürülmesinden sonra, demektir.

"Gökten hiçbir ordu": Yani melekler, daha açıkçası: Onlardan gökten inen ordu ile intikam almadı

"biz değildik": Yani ümmetleri helak ettiğimiz zaman onları indirecek değildik, demektir. Mananın şöyle olduğu da söylenmiştir: Biz ondan sonra onlara bir peygamber göndermedik ve onlara mesaj da iletmedik.

29

O ancak bir tek haykırma idi; birden onlar sönenlerdir (söndüler).

"O ancak bir tek haykırma idi":

Müfessirler şöyle demişlerdir: Cebrâil aleyhisselam şehir kapısının sövelerinden tuttu, sonra onlara bir haykırdı, birden ölü düştüler, hiçbir hisleri kalmadı, sönen ateş gibi oldular. İşte

"birden onlar sönenlerdir” dediği budur. Yani sönmüş kül gibi ses ve sedaları çıkmadı, demektir.

30

Ey kulların üzerindeki hasret (gel artık, gelme zamanıdır)! Ne zaman onlara bir elçi gelse, mutlaka onunla alay ederlerdi.

"Ya hasreten alel ibad": Ferrâ’, mana: Ne yazık kullara, demiştir.

Zeccâc da şöyle demiştir: Hasret, insanın üzerine sonsuz keder çöküp de kalbinin zayıf düşmesidir.

Kullara hasret duyan hakkında da iki görüş vardır:

Birincisi: Onlar kendi nefislerine hasret duyarlar.

Zeccâc şöyle demiştir: Elçilerle alay etmeleri ahirette kendileri için hasret olur.

Ebû Ubeyde de şöyle demiştir: Onlar azabı gözleriyle gördükleri zaman: Eyvah, peygamberlere hasret kaldık, şimdi nasıl edelim de onlara iman edelim, derler!

İkincisi: Bu, kulların peygamberlere inanmamaları yüzünden meleklerin onlara üzülmeleridir. Bunu da Dahhâk, demiştir.

31

Onlardan önce nice nesilleri helak ettiğimizi, gerçekten onların, kendilerine dönmediklerini görmediler mi?

Sonra kâfirleri korkutup

"görmediler mi?” dedi. Yani bilmediler mi, demektir.

"Onlardan önce nice nesillerden helak ettik” ibret alsınlar da kendilerini de tez elden helak etmemizden korksunlar. Nitekim öncekileri de helak etmiştik, dünyaya da dönmemişlerdi.

Ferrâ’ şöyle demiştir:

"Ennehüm"ün hemzesi meftuhtur, çünkü mana: Elem yerev ennehüm ileyhim layerciun demektir. Hasen ise onu meksur okumuştur, sanki rü’yet maddesinin "kem

"i etkilemediğini ve

"enne"ye ulaşmadığını düşünmüştür. Eğer onu yeni söz başı yaparsan hemzeyi meksur okursun.

32

Hepsi mutlaka katımıza hazır edilmişlerdir.

"Vein küllün lema": Âsım, İbn Âmir ve Hamze şedde ile "lemma” okumuşlardır. "Ceninin ledeyna muhdanın": Yani ümmetler kıyamet gününde hazır edilir ve amellerine göre karşılık alırlar.

Zeccâc şöyle demiştir: Kim şeddesiz olarak "lenıa” okursa,

"ma” zaittir, tekit içindir, mana da "Ve in küllün lecemitin” demektir ki, bunun da anlamı: Hepsi mutlaka huzurumuza getirilir, demektir. Kim de şedde ile "lemma” okursa, o da

"illâ” manasınadır; tıpkı: Seeltiike lemma fealte ve illâ fealte (mutlaka yapmanı istiyorum) gibidir.

33

Ölü yer onlar için bir ibrettir. Biz onu dirilttik ve ondan tane çıkardık; ondan yiyorlar.

"Ve ayetün lehümül ardul meytetü": Nail şedde ile

"elmeyyitelü” okumuştur ki, aslolan da budur, şeddesiz meyte şekli de çoktur, ikisi de câizdir. "Ve ayetün” mübteda olarak merfudur, haberi de "lehüm"dür. Haberinin

"elardul meytetü” olması da câizdir ki, o zaman mana şöyle olur: Yer onlar için Allah’ın birliğini ve Allah'ın ölüleri dirilteceğini gösteren bir ayettir, nitekim o, ölü toprağı da canlandırır.

"Ondan yiyorlar": Yani azık için hazırladıkları hububuttan, demektir.

34

Onda hurmalıklardan ve bağlardan bahçeler kıldık ve onda pınarlar akıttık.

"Ve cealna Fıha” ve "feccerna fiha

"daki ha zamirleri yere râcîdir.

35

Meyvesinden ve ellerinin yapmadığı şeylerden yemeleri için şükretmeyecekler mi?

"Meyvesinden yemeleri için": Yani hurma ağacının meyvesinden demektir, zaten o da lafzen zikredilmiştir.

"Veme amilethü eydihim": İbn Kesir, Nâfi. Ebû Amr, İbn Âmir ve Hafs da Âsım’dan rivayet ederek, he ile

"amilethü” okumuşlardır. Hamze, Kisâi ve Ebû Bekir de Âsım’dan rivayet ederek hesiz olarak

"amilet” okumuşlardır. He Mekke, Medine, Şam ve Basra Mushaflarında mevcuttur, Küfe halkının Mushaflarında ise yoktur.

Zeccâc şöyle demiştir:

"Ma” mahallen mecrurdur,

Mana da şöyledir: Onun meyvesinden ve ellerinin yaptığı şeylerden yesinler.

"Ma"nın nefiy edatı olması da câizdir,

Mana da şöyledir: Onu elleri yapmadı. Bu da he ile okuyanların kıraatine göredir. He’yi attığın zaman

"ma"nın mahallen ınecrur olması tercihe şayandır.

"Ma” ellezi manasına olur ve he’nin hazfı güzel olur.

Müfessirler iki görüşü de zikretmişlerdir. Kim birincisini kabul ederse: Bilerinin yaptığından yemeleri için demiş olur ki, o da yorularak diktikleri ağaçlar ve ektikleri ekinlerdir. Kim de ikincisini kabul ederse: Kendi yapmadıkları, ancak aziz ve celil olan Allah’ın yaptığı şeylerden yemeleri için olur.

"Şükretmeyecekler mi?” Allahü teâlâ'ya ve onu birlemeyecekler mi?

36

Yerin bitirdiğinden, kendi nefislerinden ve bilmedikleri şeylerden bütün çiftler yaratan O zat münezzehtir.

Sonra kendini tenzih edip

"bütün çiftleri yaratan O zat münezzehtir” dedi. Yani bütün cinsleri yaratan demektir.

"Yerin bitirdiklerinden” onlar da meyveler, hububat vs. dir.

"Kendi nefislerinden": O da erkeklerle dişilerdir.

"Ve bilmediklerinden": Kara ve deniz hayvanlarından ve gerçek haline vakıf olmadıkları başka şeylerden demektir.

37

Gece onlar için bir ibrettir; ondan gündüzü soyarız; birden onlar karanlığa girerler.

"Gece onlar için bir ibretti; ondan gündüzü soyarız": Yani bizim birliğimizi ve kudretimizi gösteren bir ibrettir. Gündüzü ondan soyarız.

Ferrâ’: Gündüzü ondan atanz, demiştir.

"Minhü”

"anhü” manasınadir.

Ebû Ubeyde de şöyle demiştir: Çünkü gündüzün ışığı havanın içine girer, aydınlatır. Ondan çıktığı zaman da kararır.

"Feiza hüm muzlimini": Birden karanlığa girerler, demektir.

38

Güneş de kendi karargahı için akar. Bu, mutlak galip, her şeyi bilenin takdiridir.

"Güneş de": Yani güneş de onlar için bir ibrettir

"karargahı için akar":

Bunda da dört görüş vardır:

Birincisi: Karar kılacağı yere, demektir. Ebû Zer şöyle rivayet etmiştir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'e

"güneşin karargahını” sordum,

"onun karargahı Arş'ın altıdır” dedi ve şöyle devam etti: O gider Rabbinin huzurunda secdeye kapanır; doğmak için izin ister; kendisine izin verilir. 2

2- Buhârî, Tevhid, bab, 23; Müslim, hadis no, 251.

İkincisi Onun karargahı batacağı yerdir ki, onu geçemez de ondan geri kalamazda. Bunu da Mücâhid, demiştir.

Üçüncüsü: Geçemeyeceği bir vakit için akar demektir, bunu da Katatie, demiştir.

Mukâtil de: Kıyamet günündeki vakti için, demiştir.

Dördüncüsü: Menzillerini dolaşır, sonra geçemeyeceği karargahına varır. Sonra da ilk menziline döner. Bunu da İbn Saib, demiştir.

İbn Kuteybe de: karargahına demiştir ki, onun karargahı en uzak batma noktasıdır; çünkü o, en uzaktaki batış yerine doğru durmadan ilerler, sonra da döner, demiştir.

İbn Mes’ûd, İkrime, Ali b. el-Hüseyn ve Şeyrezi de Kisâi'den, "lâ müstekarre leha” okumuşlardır ki, manası: Ebediyen akar, bir yerde durmaz, demektir.

"Bu” yani gecenin, gündüzün ve güneşin durumundan bu anlatılanlar

"güçlü Allah’ın takdiridir” yani mülkünde güçlü, demektir.

"Her şeyi bilenin” takdir ettiği her şeyi bilenin, demektir.

39

Ay’a da menziller takdir ettik. Sonun da eski hurma salkımının çöpü gibi döner.

"Velkamere": İbn Kesir, Nâfi ve Ebû Amr ref' ile "velkamerii” okumuşlar; Âsım, İbn Âmir, Hamze ve Kisâi de nasb ile "velkamere” okumuşlardır.

Zeccâc şöyle demiştir: Kim nasb ile okursa mana: Ve kaddernel kamere kaddernahu nrenazile olur. Kim ref ile okursa mana: Ve ayetün lehiimül kamerii kaddernahu olur. Mübteda olarak ve "kaddernahu” da haberi olarak merfu okumak da câizdir.

Müfessirler şöyle demişlerdir: Ayın menzilleri yirmi sekizdir, ayın başından sonuna kadar o menzillerden geçer. Biz de onların isimlerini Yûnus suresi âyet: 5’te vermiştik. Son menziline varınca incelir, eski hurma salkımının çöpü gibi olur. Âyetle geçen urcun, üzerinde hurma salkımları olan çöptür. Kuruyunca eğrilir ki, ay ona benzetilmiştir.

İbn Kuteybe de şöyle demişlir: Burada

"eski” üzerinden yıl geçmiş manasınadır; ayın son doğduğu geceki hali ona benzetilmiştir.

Zeccâc da: Urcun inirac kökünden fu'lun veznindedir, demiştir.

Ebû Miclez, Ebû Recâ’, Dahhâk, Âsım el -Cahderi ve İbn Semeyfa' aynın kesri ile "kelircevni” okumuşlardır.

40

Güneşin aya yetişmesi yaraşmaz; gece de gündüzü geçmez. Hepsi bir yörüngede yüzerler.

"Güneşin aya yetişmesi yaraşmaz":

Bunda da üç görüş vardır:

Birincisi: İkisi gökte birleştikleri zaman, biri ötekisinin önünde olur, menzilleri ortak olmaz, bunu İbn Abbâs, demişlir.

İkincisi: Birinin ışığı diğerinkine benzemez. Bunu da Mücâhid, demiştir.

Üçüncüsü: Birinin ışığı ötekisininki ile birleşmez; biri gelince diğerinin yetkisi sona erer. Bunu da Katâde, demiştir. Bundaki hikmetin esprisi de şudur: Eğer ışıklar birleşse idi gece bilinmezdi.

"Velelleylü sabikunnehar": Ebû’l-Mütevekkil, Ebû’l-Cevza, Ebû İmran ve Âsım el-Cahderi tenvinle "sabikun” ve nasb ile de

"ennahare” okumuşlardır ki,

bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Gündüz kemalini bulmadan gece ilerlemez.

İkincisi: İkisinin arasına gündüz girmeden iki gece birleşmez. Âyetin kalan kısmı da Enbiya: 33'te tefsir edilmiştir.

41

Zürriyetlerini dolu gemide taşımamız gerçekten onlar için bir delildir.

"Ve âyetim lehlim enna hamelna zürriyyetehüm": Nâfi ile İbn Âmir cemi sığasıyla "zürıiyyat illim” okumuşlar, yedi kurradan kalanlar da tekil olarak "zürriyyetehüm” okumuşlardır.

Müfessirler şöyle demişlerdir: bundan Nûh’un gemisi kastedilmiştir; zürriyetin muhataplara nisbet edilmesi, onların cinsinden olmalarındandır. Sanki; insan zürriyeti demiş gibidir.

Ferrâ’ da: Zürriyete men hüve minhüm, demiş; onları geçmiş ile olsa Nûh zürriyetinden saymıştır, başkası da şöyle demiştir: bu, gemiye binerken peygamberlerin atalarının sulplerinde taşınmasıdır. Abbas'ın şu sözü de öyledir:

Hayır, onlar meni idi, gemiye bindi,

Ötekiler ise Nesr putu ile beraber dudaklarına kadar suyun altında kaldılar.

Mufaddal da şöyle demiştir: Zürriyet; Nesildir; çünkü onlar Allah’ın yarattıkları onlardandır. Zürriyet aynı zaman da atalardır da; çünkü nesil onlardan meydana gelmiştir. Bu, zıt anlamlı kelimelerdendir, bu âyet de ondandır. Biz de bunu Al-i İmran: 34’te

"zürriyyeten baduha min ba’d” kavlinde şerh etmiştik. Meşhun ise: Dolu demektir.

42

Onlar için onun benzerinden binecekler de yarattık.

"Onlara onun benzerinden binecek şeyler yarattık":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Nûh’un gemisi gibi demektir. Bu manayı Said b. Cübeyr, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Dahhâk, Ebû Mâlik ve Ebû Salih de böyle demişlerdir. Bundan maksat da gemilerin yapıldığı ahşabı yaratmakla minnet (ihsan) etmektir.

İkincisi: Onlar develerdir; onları denizdeki gemilerin karadaki alternatifi olarak yaratmıştır. Bunu el -Avfi, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Mücâhid ile İkrime de böyle demişlerdir. Hasen ile Katâde’den de iki görüşün aynısı rivayet edilmiştir.

43

Eğer istersek onları suda boğarız da onlar için ne bir yardımcı vardır ne de onlar kurtarılırlar.

"Onların yardımcıları yoktur": Yani imdatlarına koşan ve onları himaye eden yoktur, demektir.

"Kurtarılmazlar da"; Yani boğulmaktan kurtarılmazlar, demektir. Enkazehu vestenkazehu, birini kötülükten kurtarmaktır.

44

Ancak bizden bir rahmet ve bir süreye kadar faydalandırma hariç.

"Ancak bizden bir rahmet hariç":

Mana şöyledir: Onlara merhamet etmemiz ve onları ecelleri gelinceye kadar yararlandırmamız hariç.

45

Onlara: "önünüzdeki şeyden (dünya azabından) ve arkanızdaki şeyden (ahiret azabından) sakının ki, merhamet edilesiniz” denildiği zaman (yüz çevirirler).

"Onlara denildiği zaman": Yani kâfirlere,

"önünüzdeki ve arkanızdaki şeylerden":

Bunda da dört görüş vardır:

Birincisi: "Önünüzdeki": Geçen günahlardır,

"arkanızdaki” de gelecek günahlardır. Bunu da Mücâhid, demiştir.

İkincisi: "önünüzdeki": Allah’ın eski milletlere azabıdır

"arkanızdaki” de kıyametin durumudur. Bunu da Katâde, demiştir.

Üçüncüsü:

"Önünüzdeki” dünya,

"arkanızdaki” de ahiret azabıdır. Bunu da Süfyan, demiştir.

Dördüncüsü:

"Önünüzdeki” ahiret işidir,

"arkanızdaki” de dünya işidir ki, ona aldanmayın, demektir. Bunu da İbn Abbâs ile Kelbî, demişlerdir.

"Belki merhamet edilirsiniz": Yani Allah'ın rahmetini umut edecek durumda olmanız için demektir.

"İza"nın cevabı verilmemiştir, onu da

46

Onlara ne zaman Rablerinin âyetlerinden bir âyet gelse, mutlaka ondan yüz çevirirler.

"vema ye'tihim min âyetin” kavli göstermektedir, yani Resûlüllah'ın doğruluğunu gösteren bir işaret, demektir.

47

Onlara:

"Allah'ın size rızık ettiği şeylerden hayra harcayın” denildiği zaman, kâfirler, iman edenlere:

"Allah’ın dileseydi yedireceği kimseye mi yedireceğiz? Siz ancak apaçık bir sapıklıktasınız” derler.

"Onlara Allah’ın size rızık ettiği şeyden harcayın, denildiği zaman": Kimler hakkında indiğinde üç görüş halinde İhtilaf etmişlerdir:

Birincisi: Yahudiler hakkındadır, bunu da Hasen, demiştir.

İkincisi: Zındıklar hakkındadır, bunu da Katâde, demiştir.

Üçüncüsü: Kureyş müşrikleri hakkındadır, bunu da Mukâtil, demiştir. Zira mü’minler Mekke kâfirlerine: Ekin ve davarlarda Allah’ın size emrettiğini iddia ettiğiniz hisseleri yoksullara verin, dedikleri zaman:

"Dileseydi Allah’ın yedireceği kimselere mi yedireceğiz?” dediler.

İbn Saib şöyle demiştir:

As b. Vail'den bir yoksul bir şey istediği zaman: "Sen Rabbine git, O sana benden daha yakındır, der ve: Ona Allah vermemiş ben mi vereceğim?” derdi. Kelâmın manası: Onlar:

"Eğer Allah onlara rızık vermek isteseydi, verirdi, biz Allah'ın iradesine uygun hareket ediyor ve onlara vermiyoruz". Bu ise hatadır; çünkü Allahü teâlâ bazı halkını zengin etmiş, bazısını da fakir etmiştir ki, zengini fakirle denesin de ona farz ettiği zekâtı versin. Mü’min Allah'ın iradesine itiraz etmez, o ancak emre uyar. Bunu alay yollu dedikleri de söylenmiştir.

"Siz ancak apaçık bir sapıklıktasınız":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Bu, kâfirlerin mü’minlere dediği sözlerdendir, demek istiyorlar ki: Sizler Muhammed'e uymakla hala ediyorsunuz.

İkincisi: Bu, Allahü teâlâ’nın kalirlere dediği sözlerdendir; çünkü mü’minlere öyle cevap vermişlerdi.

48

"Eğer doğru söylüyorsanız bu tehdit ne zaman?” derler.

"Bu tehdit ne zamandır?": Kıyameti kastediyorlar,

Mana da şöyledir: Bu va'd ne zaman yerine gelecek?

"Eğer doğru söyleyenlerden iseniz” Muhammed ile ashabını kastediyorlar.

49

Onlar sadece çekişip dururlarken kendilerini yakalayacak olan tek bir haykırmayı bekliyorlar.

"Ancak bir haykırma bekliyorlar": O da sura ilk üfürmedir.

"Yehıssımun” yahtesımun, demektir; te sad’a idgam edilmiştir. İbn Kesir ile Ebû Amr yenin ve hinin fethi ve şadın şeddesiyle

"yahassımun” okumuşlardır. Ebû Amr’dan hinin harekesini ihtilas ettiği (medde yaklaştırmadığı) rivayet edilmiştir. Hamze de hıyı sakin, şadı da şeddesiz okumuştur. Yani yahsımu ba’duhum badan (birbirleriyle çekişirler) demektir. Übey b. Ka’b de te ilavesiyle

"yahtesımun” okumuştur.

Mana da şöyledir: Kıyamet onlara en gafil, alışverişleriyle en meşgul oldukları anda gelir.

50

O zaman ne bir tavsiyeye güçleri yeter ne de ailelerine dönebilirler.

"Bir vasiyete güçleri yetmez": Mukâtil, sıkıştırılırlar; vasiyet edemeden ölürler, demiştir.

"Ailelerine de dönemezler": Yani sokaklardan evlerine dönemezler. Bu, sura ilk üfürmede karşılaştıkları şeyin tarifidir. Sonra ikinci üfürmede ne ile karşılaşacaklarını zikredip şöyle dedi:

51

Sûr’a üfürüldü; birden onlar kabirlerden (kalkmışlar) Rablerine koşuyorlar.

"Sûr’a üfürüldü; birden onlar kabirlerden Rablerine koşuyorlar": Yani süratle çıkıyorlar. Biz de bu manayı Enbiya: 96’da şerh etmiş idik.

52

"Eyvah bize, bizi uyuduğumuz yerden kim kaldırdı? Bu, Rahman’ın va’dettiği ve peygamberlerin doğru söylediği şeydir!” derler.

"Kalu yaveylena men beasena min merkadina": Ali b. Ebû Talib, Ebû Rezili, Dahhâk ve Âsım el - Cahderi, mimin ve se’nin kesri ve aynın sükunu ile

"min ba'sina” okumuşlardır.

Müfessirler şöyle demişlerdir: Bunu demeleri şunun içindir; çünkü Allahü teâlâ iki üfürme arasında onlardan azabı kaldırmıştı. Übey b. Ka'b de: Yeniden dirilmeden önce hafifçe uyurlar, dirildikleri zaman da bunu söylerler, demiştir.

"Bu, Rahman’ın va’dettiği şeydir":

Bu sözü söyleyenler hakkında da üç görüş vardır:

Birincisi: O, mü'minlerin sözüdür, bunu da Mücâhid, Katâde ve İbn Ebi Leyla, demişlerdir.

Katâde de: Âyetin başı kâfirlere, sonu da mü’minleredir, demiştir.

İkincisi: O, meleklerin onlara dediği sözdür, bunu da Hasen, demiştir.

Üçüncüsü: O, kâfirlerin sözüdür; birbirlerine: Bu, peygamberlerin bize dirileceğimizi ve amellerimizin karşılığını göreceğimizi söyledikleri şeydir, derler.

Zeccâc şöyle demiştir:

“Min merkadina": Burada vakf-ı tam vardır;

"hâza"nın

"merkadina” lâfzının sıfatı olması da câizdir, o zaman mana:

"Bizi uyumakta olduğumuz bu mezarımızdan kim kaldırdı?” olur.

"Ma vaaderrahmanu” kavlinde iki kelimeden bili, ya

"hâza” yahut

"hak” gizlenmiş olur; Mana da şöyledir; Hakkun ma vaader rahman (Rahman’ın va’dettiği haktır).

53

Sadece tek bir haykırma idi; birden hepsi katımızda hazır edilmişlerdir.

54

Bugün hiçbir kimseye hiçbir şeyle haksızlık edilmez. Siz de ancak yaptığınız şeyle karşılık görürsünüz.

Sonra ikinci üfürülüşü zikredip

"o ancak bir tek haykırma idi” dedi. Bundan sonrası da

55

Şüphesiz bugün cennet yaranları meşguliyet içinde neşelidirler.

"şüphesiz bugün cennet yaranları meşguliyet içindedir” kavline kadar acıktır.

"Fi şuğulin": İbn Kesir, Nâfi ve Ebû Amr, ğaynın sükunu ile "fi şuğlin” okumuştur. Âsım, İbn Âmir, Hamze ve Kisâi, şinin ve gaynın zammı ile "fi şuğulin” okumuşlar; Ebû Hureyre. Ebû Recâ’ ve Eyyub Sahtiyanı, şinin ve ğaynın fethi ile "fi şeğalin” okumuşlar; Ebû Miclez, Ebû’l - Âliyye, İkrime, Dahhâk, Nehaî, İbn Yanım ve Caliden de şinin fethi ve ğaynın sükunu ile "fi şağlin” okumuşlardır.

Bunda da üç görüş vardır:

Birincisi: Onların meşguliyetleri bakirelerle gerdeğe girmektir, bunu Şakik, İbn Mes’ûd ile Mücâhid’ten rivayet etmiş; Said b. Müseyyeb , Katâde ve Dahhâk böyle demişlerdir.

İkincisi: Müzik çalmaktır, bunu da İkrime İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. İkı ime’den de iki görüşün benzeri rivayet edilmiştir, fakat bu görüş sabit değildir.

Üçüncüsü: Nimettir, bunu da Mücâhid, demiştir. Hasen de: Meşguliyetleri cehennem halkının azabını fark etmemeleridir, demiştir.

"Fâkihun": İbn Mes’ûd, Ebû Abdurrahman es - Sülemi, Ebû'l - Mütevekkil, Katâde, Ebû’l - Cevza, Nehaî ve Ebû Cafer "fekihun” okumuşlardı. Aralarında fark var mıdır?

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Aralarında fark vardır.

İkincisi: "Fâkihun"da dört görüş vardır:

Birincisi: Neşelidirler, bunu da İbn Abbâs, demiştir.

İkincisi: Şaşkındırlar, bunu da Hasen ile Katâde, demişlerdir.

Üçüncüsü: Nimet içindedirler, bunu da Ebû Mâlik ile Mukâtil, demişlerdir.

Dördüncüsü: Meyve sahibidirler, nitekim: Fülanün labiııün tamirürı denir ki, süt sahibidir, burma sahibidir, demektir. Bunu da Ebû Ubeyde ile İbn Kuteybe, demişlerdir.

"Fekihun"e gelince:

Onda da iki görüş vardır:

Birincisi: Fekih: Eğlenen demektir. Araplar yemek veya meyve veyahut halkın namusu ile eğlenene: İrine fülanen lefekilıün bikeza derler ki, bunlarla oynuyor ve eğleniyor, demektir. Şaka için de: Ftikahe, derler. Bunu Ebû Ubeyde, demiştir.

İkincisi: Fekihin, neşeliler manasınadır. Bunu da Ebû Süleyman Dımeşki, demiştir.

İkinci görüş: Fakihin ile fekihin bir manayadır, meselâ hâzır ve hazir gibi, bunu da Fer ra, demiştir,

Zeccâc da şöyle demiştir: Fakihun ile fekihin neşeliler manasınadır.

Ebû Zeyd de şöyle demiştir: Fekih: Şen şakrak ve güleç kimsedir ki, recülün fakihün ve fekih ün, denir.

56

Onlar ve eşleri gölgelerde, koltuklara yaslanmışlar.

"Onlar ve eşleri": Yani haremleri (hanımları)

"fi zılalin": Hamze, Kisâi ve Halef "fi zulelin” okumuşlardır.

Ferrâ’ da şöyle demiştir: Zılal, zıll’in çoğulu, zulel de zulle’nin çoğuludur. Bazen zılal zullenin de çoğulu olur. Nitekim: Hülle ve hulel denildiği gibi. Cemi kesretinde de hilal, hilal ve kılal denir.

Mukâtil de şöyle demiştir: Zılal: Sarayların izbe köşeleridir. Ebû Ubeyde de mana: Onlar güneşte kalmazlar, demiştir. Eraik’i ise Kelıf suresi, âyet: 31’de beyan etmiş durumdayız.

57

Onlar için orada meyve ve istedikleri her şey vardır.

"Onlar için her isledikleri vardır":

İbn Kuteybe: Temenni ettikleri vardır, demiştir. İnsanlar: Onun için istediğinin en hayırlısı vardır, derler ki, temenni ettiğinin en hayırlısı vardır, demektir. Araplar: İddei ma şi'te derler ki: İstediğini temenni et, demektir.

Zeccâc da: O duadan gelmektedir, mana da: Cennet halkına her istediği (çağırdığı) verilir, demiştir.

58

Çok merhametli Rabden selam sözü vardır.

"Selam”

"ma"dan bedeldir,

Mana da şöyledir: Onlar için temenni ettikleri vardır, o da selamdır, yani cennet halkının temennisi Allah’ın kendilerini selamlamasıdır.

"Kavlen” bu da: Selamun yekuluhullahu kavlen (selam, Allah'ın dediği bir sözdür) manasına mensubtur.

Ebû Ubeyde şöyle demiştir: "Selam” "lelıüm” haberinin mübtedası olarak merfudur,

Mana da şöyledir: Lelıüm fiha fakihetün velehünı fiha selam (onlar için orada meyveler vardır ve onlar için orada selam vardır).

Ferrâ’ da, Kelâmın manası şöyledir, demiştir: Onlar için her istedikleri özel olarak teslim edilir, kavl maddesi de mensûb olmuştur, sanki kalehu kavlen demiş gibi olursun. İstersen onu "velehüm mayeddeune kavlen” sözünden mensûb edersin ki,

"İdeten minallahi” sözü gibi gibi olur. İbn Mes’ûd, Übey b. Ka’b ve Cahderi ikisinin de nasbi ile "selamen kavlen” okumuşlardır.

59

"Ey o günahkarlar, bugün ayrılın!” (der).

"Ey günahkarlar, bugün ayrılın":

İbn Kuteybe: Mü’minlerden alakanızı kesin ve onlardan aynim, demiştir. Miztüş şey’e mineş şey’i denir ki, bir şeyi bir şeyden ayırmaktır. Eenmaze vemtaze, denir, meyyeztuhu fetemeyyezc de böyledir.

Müfessirler şöyle demişlerdir: Ahirette insanlarla cinler karıştığı zaman

"ey günahkarlar, bugün ayrılın” denir. Günahkarlara:

60

Ey âdemoğulları, size şeytana tapmayın; çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır, diye tavsiye etmedim mi?

"Size tavsiye etmedim mi?” denir: Yani size emretmedim mi? Size vasiyet etmedim mi?

"Lata’budu” itâat etmeyin, demektir. Şeytan da İblis'tir. Onlara şirki süsledi; onlar da kendisine itâat ettiler.

"Şüphesiz o sizin için apaçık bir düşmandır” düşmanlığı açıktır, ebeveyninizi cennetten çıkardı.

61

Bana ibadet edin. İşte doğru yol budur, diye.

"Veeni’buduni": İbn Kesir, Nâfi, İbn Âmir ve Kisâi, nunun zammı ile "veenu'buduni” okumuşlardır; Âsım, Ebû Amr ve Hamze de, nunun kesri ile "veeni’buduni” okumuşlardır.

Mana da: Beni birleyin demektir.

"İşte doğru yol budur": Yani tevhid (Allah’ın birliği yolu budur).

62

Yemin olsun, gerçekten (şeytan) içinizden çok halkı azdırdı. Aklınızı kullanmıyor mu idiniz?

"Velekad edalle minktim cibillen kesira": İbn Kesir, Hamze, Kisâi ve Halef, cimin ve benin zammı ve lâm da şeddesiz olarak "cübülen” okumuşlardır. Ebû Amr ile İbn Âmir, cimin zammı ve benin sükunu ile "cüblen” okumuşlardır. Nâfi ile Âsım da cimin ve benin kesri ve “Lâm” ın şeddesi ile "cibillen” okumuşlardır. Ali b. Ebû Talib, İbn Abbâs, Ebû Abdurrahman es-Sülemi, Zührî ve A'meş de cimin ve benin zammı, “Lâm” ın de şeddesi ile "ciibüllon” okumuşlardır. Abdullah b. Amr ile İbn Semeyfa’ da cimin kesri, benin sükunu ve lâm da şeddesiz, olarak "ciblen” okumuşlardır. Said b. Cübeyr, Ebû’l - Mütevekkil ve Muaz el - Kari de cimin ref'i ve lâm da şeddesiz olarak "cübelen” okumuşlardır. İbn Yamur ise cimin kesri, benin fethi ve lâm da şeddesiz olarak "cibclen” okumuşlardır. Ebû İmı an el - Cevni ile Amr b. Dinar da cimin kesri, benin fethi ve dille "cibalen” okumuşlardır. Bütün bu lügat farklılıklarıyla birlikte kelimenin manası: halk ve cemaat demektir.

Mana da: Sizden birçok kimseleri azdırdı, demektir.

"Akıl etmiyor mu idiniz?”

Mana da şöyledir: Sizden önce şeytana uyanların helak eserlerini gördünüz, bunu akıl etmiyor mu idiniz? İbn Abbâs, Ebû Rezin, Ebû Abdurrahman Sülerni, Ebû Recâ’, Mücâhid ve İbn Ya’mur ikisinde de ye ile

"elelem yekunu yakılun” okumuşlardır. Cehenneme yaklaştırıldıktan zaman onlara:

63

İşte bu, tehdit edildiğiniz o cehennemdir.

"İşte bu, tehdit edildiğiniz o cehennemdir” denilir. Yani dünyada iken tehdit edildiğiniz, demektir.

64

İnkar ettiğiniz şey yüzünden bugün girin oraya!

"İslevha” onun sıcağını çekin, demektir.

65

Bugün ağızlarının üzerine mühür basarız; kazandıkları şeyi bize elleri söyler, ayakları da şahitlik eder.

"Elyevme nahtimü alâ efvahihim": Ebû’l - Mütevekkil ile Ebû'l- Cevza, mazmum ye ve meftuh te ile

"yuhtemu” okumuşlardır. "ve tükellimüna” İbn Mes’ûd meksur lâm ziyadesi ile mimin fethi ve lamdan önce vavla "velitükellimena” okumuşlardır.

Übey b. Ka’b ile İbn Ebi Able, meksur lâm ile daha önce vavsız ve mimin nasbi ile "Iitükellimena” okumuşlardır. Hepsi de meksur lâm ve mensûb dal ile "veliteşhede ercülühüm” okumuşlardır.

"Ve nahtimü"nün manası üzerine mühür vurmaktır. Konuşmaktan men etmeye de mühürlemek diyenler olmuştur.

Bunun sebebinde de dört görüş vardır:

Birincisi: Onlar

"Allah’a yemin ederiz ki, bizler müşrikler değildik” (En'am: 23) dedikleri zaman Allah ağızlarını mühürler, organları konuşur. Bunu da Ebû Mûsa’l-Eş’ari, demiştir.

İkincisi: İsyan etmelerine yardımcı olan organlarının aleyhlerine şahit olduklarını görsünler diye.

Üçüncüsü: Mahşer halkı onları tanısın da bu sebepten onlardan ayrılsınlar diye.

Dördüncüsü: Çünkü organların itirafı dilin konuşmasından daha etkilidir. Bunları Maverdi söylemiştir.

Eğer: Elin konuşmasına kelâm, ayağın konuşmasına da şahitlik demenin hikmeti nedir?’- denilirse.

Cevap şöyledir: El işe direkt girişir, ayak işe hazır olur. Hazır olanın başkasına bir şeyler demesi gördüğüne şahitliktir, işi yapanın kendi nefsine söylemesi de yaptığını ikrardır.

66

Eğer dileseydik gözlerini silme kör ederdik de yola koşuşurlardı; nasıl göreceklerdi!

"Eğer dileseydik gözlerini silme kör ederdik":

Bunda da üç görüş vardır:

Birincisi: Eğer dileseydik, gözlerini alırdık; öyleki onların ne göz çukuru ne de göz kapağı görünürdü. Silme kör: İki göz kapağı arasında çukur olmayan, demektir.

"Yola koşuşurlardı": Yani acele ile yola çıkarlardı

"nasıl göreceklerdi!": Gözlerini kör etmişken nasıl görürlerdi?! Ebû Bekir es - Sıddik, Urve b. Zübeyr ve Ebû Recâ’, benin kesri ile "festebiku", te ile de "feenna tubsırun” okumuşlardır. Bu da Mekke halkı için tehdittir, bu da çoğunluğun görüşüdür.

İkincisi: Eğer dileseydik onları saptırır ve gözlerini hidâyetten kör ederdik; o zaman hakkı nasıl göreceklerdi? Bunu da İbn Ebi Talha, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir.

Üçüncüsü: Eğer dileseydik sapıklık gözlerini çıkarır, onları sapıklıklarından kör eder ve gözlerini sapıklıktan hidayete çevirirdik de doğru yollarını görürlerdi; ama onlara bunu yapmadığımız halde nasıl görecekler? Bu da içlerinde Mukâtil'in de bulunduğu bir cemaat taralından rivayet edilmiştir.

67

Eğer dileseydik onların oldukları yerde elbette şekillerini değiştirirdik de geçip gidemezlerdi de geri dönemezlerdi de.

"Eğer dileseydik onların oldukları yerde elbette şekillerini değiştirirdik (mekânetihim)": Ebû Bekir, Âsım’dan bu kelimeyi çoğul şekliyle

"mekânatihim” rivayet etmiştir. Bunun açıklaması da Bakara: 65’le geçmiştir.

"Şekillerini değiştirirdik (mesh ederdik)":

Bundan murat edilen şey hususunda da dört görüş vardır:

Birincisi: Onları helak ederdik, bunu da İbn Abbâs, demiştir.

İkincisi: Onları arkaları üstü oturturduk, bunu da Hasen ile Katâde, demişlerdir.

Üçüncüsü: Onları taşa çevirirdik, bunu da Ebû Salih ile Katâde, demişlerdir.

Dördüncüsü: Onları ruhsuz maymunlar ve domuzlar yapardık. Bunu da İbn Saib, demiştir.

"Geçip gidemezlerdi de geri dönemezlerdi de":

Bunda da üç görüş vardır:

Birincisi: İleri gitmeye de geri de kalmaya güç yetiremezlerdi, bunu da Katâde, demiştir.

İkincisi: Azap tan çekip gidemezlerdi de şekilleri değiştikten sonra ilk hallerine dönemezlerdi de. Bunu da Dahhâk, demiştir.

Üçüncüsü: Dünyadan gitmeye de ona dönmeye de güçleri yetmez. Bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan nakletmiştir.

68

Kime uzun ömür verirsek, onu yaratılışta baş aşağı ederiz. Akıllarını çalıştırmıyorlar mı?

"Vemen nuammirhü nünekkishu filhalk": Hamze ilk nunun zammesi ve ikincisinin fethası ile şeddeli olarak "nünekkishü” okumuş; kalanlar ise, ilk nunun fethası ve ikincinin sükunu ile şeddesiz olarak okumuşlardır. Âsım'dan iki kıraat da rivayet edilmiştir. Kelâmın manası da şöyledir: Kimin ömrünü uzatırsak onu yaratılışta baş aşağı ederiz; kuvvetini zayıflığa, gençliğini ihtiyarlığa çevirir, onu bunaklığa götürürüz.

"Efela yakılun": Nâfi ile Ebû Amr te ile

"efela takılun"; kalanlar da ye ile

"yakılun” okumuşlardır.

Mana da şöyledir: Bunu yapanın ölüleri diriltmeye gücü yeteceğini akıl etmiyorlar mı?

69

Biz ona (Peygambere) şiir öğretmedik; ona yaraşmaz da. O, ancak bir zikir ve apaçık bir Kur’ân’dır.

"Biz ona şiir öğretmedik":

Müfessirler şöyle demişlerdir: Mekke kâfirleri: Bu Kur’ân şiirdir, Muhammed de şairdir, dediler; bunun üzerine Allahü teâlâ

"biz ona şiir öğretmedik; ona yaraşmaz da” dedi. Yani şiir söylemek ona kolay gelmez.

Müfessirler şöyle demişlerdir: O, bir beyit şiir dizemez; öyleki o bir gün örnek olarak bir mısra aktarmak istedi:

Kefa bilislami veşşeybi lilmeri nahiyen,

dedi.

Ebû Bekir de: Ya Resûlallah, şair ancak şöyle demiştir:

Kefeşşeybü velislamu lilmeri nahiyen

(Ak saç da İslâm da insanı (kötülükten) men etmeye yeter).

Şahitlik etlerim ki, sen gerçekten Allah’ın Resûlüsün ve sana şiir öğretmemiştir, sana yaraşmaz, dedi Bir gün Abbas b. Mirdas’ı çağırdı, ona:

Etecalü nehbi ve nehbel abidi

Beynel akrai ve uyeynete.

diyen sen misin, dedi?

Ebû Bekir de: Anam babam sana kurban olsun, o böyle demedi, dedi ve onu orijinali ile okudu. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem de: Hangisinden başlasan sana zarar vermez, dedi.

Ebû Bekir de: Vallahi sen şair değilsin, şiir sana yaraşmaz da, dedi. Yine bir gün örnek olarak:

Ve ye'tike men tem lüzevvidhü bİlâhbari,

dedi, Ebû Bekir de: Öyle değil, ya Resûlallah, dedi. Kendisi de: Ben şair değilim, bana yaraşmaz da, dedi. 3 Ona şiir söyleme kabiliyetinin verilmemesi o kavmin içine şüphe girip de getirdiği Kur’ân için: Onu şairlik kabiliyeti ile söylüyor, dememeleri içindir.

3 - imam Ahmed, Müsned, Hazret-i Âişe'den.

"O değildir” yani Kur’ân değildir,

"ancak bir zikirdir” bir öğüttür,

"ve apaçık bir Kur’ân’dır": Onda farzlar, sünnetler ve hükümler vardır.

70

Diri olan kimseyi uyarması ve kâfirlere de söz hak olması için.

"Liyünzire": İbn Kesir, Âsım, Ebû Amr, Hamze ve Kisâi, ye ile "liyünzire” okumuş ve Kur’ân’ı kastetmişlerdir.

Nâfi, İbn Âmir ve Ya’kûb da te ile "litünzire” okumuş ve Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i kastetmişlerdir: Yani Ey Muhammed, insanları Kur’ân’daki şeylerle uyarman için, demektir. Ebû’l - Mütevekkil, Ebû’l - Cevza ve İbn Semeyfa, merfu ye, meftuh zal ve ra ile "liyünzere” okumuşlardır.

"Diri olanı";

Bunda da dört görüş vardır:

Birincisi: Kalbi ve basireti diri (açık) olanı, bunu da Katâde, demiştir.

İkincisi: Akıttı olanı, bunu da Dahhâk, demiştir.

Zeccâc da şöyle demiştir: Kendisine hitap edileni anlayanı; zira kâfir uyarıcıyı dinlememede ölü gibidir.

Üçüncüsü: Hidâyeti bulanı, bunu da Süddi, demiştir.

Mukâtil de: Allah’ın ilminde hidâyeti bulanı, demiştir.

Dördüncüsü: Mü'min olanı, bunu da Yahya b. Selam, demiştir. Bu da

"sen ancak Rablerinden korkanları uyarırsın” (Fatır: 18) kavlinde geçen manaya göredir. Şöyle demek de câizdir: Senin uyarın ancak Allah’ın ilminde mü’min olana fayda verir.

"O sözün kâfirlere hak olması için": Manası: Vacip olması için, demektir.

O sözden murat edilen şeyde de iki görüş vardır:

Birincisi: O, azaptır.

İkincisi: Delildir.

71

Onlar görmediler mi ki, gerçekten biz onlar için ellerimizin yaptığından hayvanlar yarattık; onlar onlara sahiptirler.

"Onlar görmediler mi ki, gerçekten biz onlar için ellerimizin yaptığı hayvanlar yarattık":

İbn Kuteybe, mananın şöyle olması da câizdir, demiştir: Kuvvet ve kudretimizle yaptığımız. Çünkü elde işe karşı kuvvet ve kudret vardır. El, istiare yolu ile onun yerine konulmuştur. Bu, bu maddenin tahammül edeceği bir mecazdır. Ne murat ettiğini Allah daha iyi bilir. Başkası da şöyle demiştir: Burada elin zikredilmesi yarattığını tek başına var ettiğini göstermek içindir.

Mana da: Onları var etmede kimse bize katılmadı, demektir. İçimizden biri: Bunu elimle yaptım, der; yani yaparken bana kimse katılmadı, demek ister. Ebû Süleyman Dımeşki de, âyetin manası: Kudret ve kuvvetimizle icat ettiğimiz, demiştir. Bu da bizim dediğimizden başkasını murat etmediğine dair icmadır.

"Onlar onlara sahiptirler":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Onları zaptederler, bunu da Katâde ile Mukâtil, demişlerdir. Zeccâc da bunun bir benzeri şu şiirde geçmiştir, demiştir:

Sabahleyin kalktım,.sİlâhı taşıyamıyorum,

Ürken devenin başını da zaptedemiyorum.

İkincisi: Onları işlerinde çalıştırmaya muktedirler. Bunu da İbn Saib, demiştir.

72

Onları kendilerine boyun eğdirdik. Binitleri onlardan ve onlardan yiyorlar da.

"Onları boyun eğdirdik": Yani emirlerine amade ettik, verdik. Onlar kendilerine itâat ederler

"Binitleri onlardan":

İbn Kuteybe: Rekub: Binilecek hayvandır, halub da: Sağılacak hayvandır, demiştir.

Ferrâ’ da şöyle demiştir: Eğer bir okuyucu: "feminha rukubuhum” okursa, bu da şık olur, nitekim: Minha eklühüm ve şürbühüm ve rukubuhum (yemeleri, içmeleri ve binmeleri onlardandır) denir.

Hasen, Ebû’l - Âliyye, A’meş, İbn Yamur ve diğerleri de ranın zammesiyle okumuşlardır. Übey b. Ka’b ile Âişe de ranın ve benin fethası ve merfu bir te ilavesiyle "ıekubetühüm” okumuşlardır.

Müfessirler şöyle demişlerdir: Hayvanlardan develere biner, koyunları yerler.

73

Kendileri için onlarda birçok menfaatler ve içecekler vardır. Hâlâ şükretmiyorlar mı?

"Kendileri için onlarda menfaatler vardır": Yünlerinden, yapağılarından, kıllarından ve yavrularından. "Ve içecekler vardır": Sütlerinden.

"Hâlâ şükretmiyorlar mı?” Bu nimetlerin sahibine şükredip de onu bir bilmiyorlar mı?

74

Allah’tan başka ilâhlar edindiler; belki yardım edilirler (diye).

Sonra cahilliklerini dile getirip şöyle dedi:

"Allah’tan başka ilâhlar edindiler; belki yardım edilirler (diye)": Yani azaplarına mani olurlar, diye. Sonra da

75

Kendilerine yardıma güç yetiremezler. Oysa onlar için hazırlanmış (hazırolda duran) askerlerdir.

"kendilerine yardıma güç yetiremezler” diyerek bunun olamayacağını haber verdi. Yani putlar Allah’ın onlara etmek istediğine mani olamazlar, demektir.

"Oysa onlar” yani kâfirler

"onlar için” yani putlar için

"hazırolda bekleyen askerlerdir":

Bunda da dört görüş vardır:

Birincisi: Dünyada askerlerdir, ateşte hazıroldadırlar, bunu da Hasen, demiştir.

İkincisi: Hesap anında hazırdırlar, bunu da Mücâhid, demiştir.

Üçüncüsü: Müşrikler putların askerleridir, onlar için dünyada kızarlar, onlarsa kendilerine ne bir hayır getirir ne de kendilerinden bir şer def edebilir.

Mukâtil şöyle demiştir: Kâfirler ilâhlar için kızarlar, dünyada onların yanında hazır olurlar.

Zeccâc da şöyle demiştir: Onlar putların tarafını tutarlar, onlar ise kendilerine yardım edemezler.

Dördüncüsü: Onlar putların yanında onlara tapan hazır askerlerdir. Bunu da İbn Saib, demiştir.

76

Onların dediği seni üzmesin. Şüphesiz biz onların gizlediklerini de açıkladıklarını da biliriz.

"Onların dediği seni üzmesin": Yani Mekke kâfirlerinin yalanlamaları seni üzmesin, demektir.

"Biz onların gizlediklerini biliriz": İçlerinde sakladıkları seni yalanlamalarını

"açıkladıklarını da": Bu hususta dilleri ile söylediklerini de.

Mana da şöyledir: Seni mükafatlandırır ve onları cezalandırırız.

77

İnsan görmedi mi, gerçekten biz onu meniden yarattık; bîrden o, apaçık bir hasımdır.

"İnsan görmedi mi, gerçekten biz onu meniden yarattık": Bu ve bundan sonraki âyetlerin kimler hakkında indiğinde beş görüş halinde ihtilaf etmişlerdir:

Birincisi: O, As b. Vail es-Sehmi’dir, Batha (Mekke) deresinden bir kemik aldı, onu ufaladı, sonra da Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e:

"Allah bunu diriltir mi?” dedi. O da: Evet, seni öldürür, sonra da seni diriltir ve seni cehenneme sokar, dedi. Bunun üzerine bu âyetler indi. Bunu Said b. Cübeyr, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. 4

4 - Hakim, Müstedrek, 2/129.

İkincisi: O, Abdullah b. Übey b. Selul’dur, onun da böyle bir macerası olmuştur. Bunu el - Avfi, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir.

Üçüncüsü: O, Ebû Cehil b. Hişam’dır, onun da böyle bir macerası olmuştur. Bunu da Dahhâk, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir.

Dördüncüsü: O, Ümeyye b. Haleftir, bunu da Hasen, demiştir.

Beşincisi: O, Übey b. Halefel-Cumahı’dir, onun da böyle bir kıssası geçmiştir. Bunu da Mücâhid, Katâde, cumhûr demişlerdir, müfessirler de bu görüşledirler.

Kelâmın manası da şöyledir: Yeniden dirilmeyi inkâr eden bu mücadelecinin hal ine şaşılır.

Mana da şöyledir: O bilmez mi ki, kendisi de yaratılmıştır; nasıl yaratıldığını düşünsün de çekişmeyi terk etsin. Şöyle de denilmiştir: Bu, Allah'ın ona nimet verdiğine bir ikazdır; çünkü onu meniden yaratmış, o da tartışan bir adam haline gelmiştir.

78

Bize bir misal getirdi ve yaratılışını unuttu:

"Çürümüş kemikleri kim diriltir?” dedi.

"Bize bir misal getirdi": Çürümüş kemiği elinde ufalayarak yeniden dirilmeyi inkâr etmede ve: Onu Allah dirilür, diyene şaşmada.

"Kendi yaratılışını unuttu": Yani onu yaratmamızı unuttu, daha açıkçası, meniden yaratılma safhasını düşünmedi

"çürümüş kemikleri kim yaratır?” dedi. Remel azmu, kemik çiirümektir, sıfat-ı müşebbehesi de remim’dir; çünkü o, fail kalıbından çıkarılmıştır. Esas kaynağından ve vezninden sapan her şey eski irabı almaz, meselâ

"vema kânet ıımmuki bağiyya” (Meryem: 28) kavlinde olduğu gibi; bundan he düşürülmüştür; çünkü o,

"bâğıyeten

"den dönmedir. Bu kâfir, Allah’ın kudretini mahlukun kudretine kıyas edip mahlukun gücü yetmeyeceği için çürümüş kemiğin dirilmesini inkâr etmiştir.

79

De ki: Onu ilk defa var eden diriltir. O, her mahluku hakkıyle bilendir.

"De ki: Onu var eden diriltir": Yani ilk defa yaratan, demektir.

"O, her türlü yaratmayı” ilk defa olsun, tekrar etme olsun

"hakkıyle bilendir".

80

O ki, size yeşil ağaçtan ateş kıldı; birden siz onu tutuşturuyorsunuz.

"O ki, size yeşil ağaçtan ateş kıldı":

İbn Kuteybe şöyle demiştir: Bu, Arapların merh ve afar ağaçlarından düzdükleri çakmaktır.

Eğer: "Niçin

"eşşeceril ahdari” dedi de, eşşcceril hudri demedi?” denilirse.

Cevap şöyledir: Şecer kelimesi cemidir, o müzekker de müennes de olur. Allah da şöyle demiştir:

"Femaliune minhel butun” (Vakıa: 53).

"Birden siz onu tutuşturursunuz".

81

Gökleri ve yeri yaratan, kendi gibilerini yaratmaya kadir değil mi? Evet, O, çok yaratıcı, hakkıyle bilendir.

82

O’nun emri ancak bir şey istediği zaman ona

"ol” demektir. O da oluverir.

83

Her şeyin hakimiyeti kendi elinde olan O Zat, münezzehtir. Yalnız O’na döndürüleceksiniz.

Sonra insanın yaratılmasından daha büyüğünü zikredip şöyle dedi:

"Gökleri ve yeri yaratan, kendi gibilerini yaratmaya kadir değil mi (bikadirin)": Ebû Bekir es - Sıddik ile Âsım el - Cahderi, elifsiz olarak ye ile

"yakdirü” okumuşlardır. Bu, onaylama türü istifhamdır, manada: Bu büyüğe gücü yeten, o basite de gücü yeter, demektir. Biz de

"kendi gibilerini yaratma"nın manasını İsra: 99’da tefsir etmiştik. Sonra bu soruya cevap verip

"evet O, çok yaratandır” dedi. Hallak: Arka arkaya yaratan, demektir. Übey b. Ka’b, Hasen ve Âsım el - Cahderi "ve hüvel halikul azimü” okumuşlardır ki, bütün bilinenleri en ince ayrıntılarına kadar bilendir, demektir. Melekut ile mülk aynı manayadır. Sûrenin kalan kısmının şerhi de şuralarda geçmiştir: Bakara: 32, 117; En'am: 75.

0 ﴿