37-SAFFAT SÛRESİMekke’de inmiştir. 182 ayettir. Tamamı icma ile Mekki’dir. Bismillahirrahmanirrahim 1Yemin olsun, saf tutmakla tutanlara, "Yemin olsun, saf tutmakla tutanlara": Bunda iki görüş vardır: Birincisi: Onlar meleklerdir, bunu İbn Mes’ûd, İbn Abbâs, Said b. Cübeyr, İkrime, Mücâhid, Katâde ve cumhûr, demişlerdir. İbn Abbâs şöyle demiştir: Onlar gökle saf tutan meleklerdir, hiçbir melek yanındakini tanımaz; aziz ve celil olan Allah onu yarattığından beri etrafına bakmamıştır. Şöyle de denilmiştir: Onlar havada kanat çırpmadan duran meleklerdir; Allahü teâlâ'nın dilediği şeyi emretmesine kadar dururlar. İkincisi: Onlar kuşlardır, tıpkı "vettayru saffatin” (Nûr: 41) kavli gibi. Bunu da Sa’lebî nakletmiştir. 2Sürmekle sürenlere, "Sürmekle sürenlere": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Onlar bulutu süren meleklerdir, bunu İbn Abbâs ile cumhûr, demişlerdir. İkincisi: Onlar Kur’ân’ın kötülüklerden engellediği âyetleriyle çirkin şeyleri engelleyen bütün o türden şeylerdir. Bunu da Katâde, demiştir. 3Zikir okuyanlara ki, Zikir okuyanlarda da üç görüş vardır: Birincisi: Onlar Allahü teâlâ'nın kitaplarını okuyan meleklerdir. Bunu da İbn Mes’ûd, Hasen ve cumhûr, demişlerdir. İkincisi: Onlar peygamberlerdir, bunu da Dahhâk, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Üçüncüsü: Kur’ân'da ümmetler hakkında okunan haberlerdir. Bunu da Katâde, demiştir. 4Gerçekten İlâhınız elbette birdir. Bu, bu şeylerle yapılan yemindir, cevabı da: Gerçekten İlâhınız elbette birdir, kavlidir. Manasının şöyle olduğu da söylenmiştir: Bu şeylerin Rabbine yemin ederim ki, şüphesiz O, birdir. 5Göklerin, yerin ve ikisinin arasındakilerin ve doğuların Rabbidir. "Doğuların Rabbidir": Süddi şöyle demiştir: Doğular üç yüz altmıştır, batılar da o kadardır; senenin günleri sayısıncadır. Eğer: "Niçin batılar zikredilmedi?” denilirse. Cevap şöyledir: Doğular batılara delalet eder, çünkü doğmak batmaktan öncedir. 6Gerçekten biz, dünya göğünü bir süsle, yıldızlarla süsledik. "Gerçekten biz dünya göğünü süsledik": Yani yere yakın göğü ki, o da göklerin yere en yakın olanıdır. "Biziynetinil kevakib": İbn Kesir, Nâfi, İbn Âmir, Ebû Amr ve Kisâi, muzaf olarak "biziynelil kevakib” okumuşlardır ki, onların güzelliği ve ışığı ile demektir. Hamze, Hafs da Âsım'dan rivayet ederek lenvinle "biziynetin” ve cer ile de "elkavkibi” okumuşlardır. "Kevakib"i ziynetten bedel kılmıştır; çünkü ikisi aynıdır, meselâ: Merertü biebi Abdilkıhi Zeydin, dersin ki, Ebû Abdullah ile Zeyd aynıdır. Mana da şöyledir: Biz dünya göğünü yıldızlarla süsledik. Ebû Bekir de Âsım’dan rivayet ederek tenvinle "biziynetin” ve nasb ile de "elkevakibe” okumuştur. Mana da şöyledir: Biz dünya göğünü süsledik, yıldızları onda süslemekle, onları yerlerine koymak ve onları nurlu kılmakla. Zeccâc da şöyle demiştir: "Kevakib "in mensûb olarak "biziynetin"den bedel olması da câizdir; çünkü "biziynetin” mahallen mensubtur. Übey b. Ka’b, Muaz el - Kari, Ebû Nehik, Ebû Husayn el - Esedi, diğerleriyle birlikte tenvinle "biziynetin” ve benin ref'i ile de "elkevakibü” okumuşlardır. Zeccâc, mana şöyledir, demiştir: Biz yıldızların onu süslemesiyle dünya göğünü süsledik. 7İnatçı her şeytandan korumak için. "Ve hıfza": Yani ve hafiznaha hilza, demektir. Marid ise: İnatçı, küstah demektir. Biz de bunu "şeylanen merida” (Nisa: 117) kavlinde şerh etmiştik. 8O en yüce heyete kulak veremezler ve her taraftan atılırlar. "Lâ yesmeune": Ferrâ’ şöyle demiştir: Lâ burada "kezalike seleknahu fi kulubil mücrimine lâ yü’minune bihi” (Şuara: 200, 201) kavli gibidir. Bu manaya göre "lâ "da cezm de uygundur; çünkü Araplar: Rabattül ferese lâ yenlelil (atı bağladım ki, kaçmasın) derler. Başkası da şöyle demiştir: Likey lâ yessemmeu ilel melil a’lâ (mele-i a'layı dinlemesinler diye). Onlar ise gökteki meleklerdir. Hamze, Kisâi, Hafs da Âsım’dan ve Halef, “sîn” in şeddesi ile "lâ yessemmeune” okumuşlardır ki, aslı: Yetesemmeune’dir; te sine İdgam edilmiştir. Neden "ilel meleil a’lâ” dedi? Çünkü Araplar: Semi’tü min fülanin ve ilâ fülanin derler (min de ilâ da kullanırlar, demektir. Mütercim). "Her taraftan atılırlar": Alevlerle "duhuren” Katâde: Alevler atmakla, demiştir. İbn Kuteybe de: Kovmak için, demiştir. Dehartuhu dehren ve duhuren: İtmektir. Ali b. Ebû Talib, Ebû Recâ’, Ebû Abdurrahman, Dahhâk, Eyyub Sahtiyani ve İbn Ebi Able, dalın fethi ile "dehuran” okumuşlardır. 9Kovulmakla onlar için devamlı bir azap vardır. "Vasıb” üzerinde de iki görüş vardır: Birincisi: Devamlı demektir ki, bunu da İbn Abbâs, Mücâhid, İkrime, Katâde, Ferrâ’ ve İbn Kuteybe, demişlerdir. İkincisi: Acıklı demektir, bunu da Ebû Salih ile Süddi, demişlerdir. Bu azabın zamanında da iki görüş vardır: Birincisi: O ahirettedir. İkincisi: O dünyadadır; onlar alevlerle dışarı çıkarılır ve sura ilk üfürmeye kadar sersemletilirler. 10Ancak bir kapış kapan hariç. Onu da delici bir alev takip eder. "İlla men hatıfel hatfete": İbn Semeyfa, binin fethi, tının kesri ve şeddesiyle "hattıfe” okumuşlardır. Ebû Recâ’ ile Cahderi de hının ve tının ikisinin de kesri ve şeddesiz olarak okumuşlardır. Zeccâc şöyle demiştir: Hatafe ve hatıfe, tı meftuh da olur, meksur da olur. Keza: Hataftü ahtıfü ve hatıftü ahtafü da denir ki, bir şeyi süratle almaktır (kapmaklır). Hının fethi ve tının şeddesiyle "illâ men haltafe” okumak du câizdir; hının kesri ve tının fethi ile "hıtafa” okumak da câizdir ki, mana: İhtetafa, demektir; te tıya idgam edilmiş, hı harekeli olduğu için elif düşmüştür. Kim hıyı fethalerse, ona "ihtetafa"daki tenin fethasini atar. Kim de hıyı kesre ile okursa, onun ve tının sakin olduğu için yapar. Hının ve tının kesri ile "hıtıf” okumanın dayanağı yoktur, ancak zayıf bir dayanağı vardır; o da tının hının kesresine uymasıdır. Müfessirler, mana şöyledir, demişlerdir: Ancak meleklerin sözlerinden bir aşırma yapan hariç. "Onu da takip eder” yani arkasına düşer "delici bir alev": İbn Kuteybe: Parlak bir yıldız, demiştir. Eskıb nareke denir ki, ateşini harlandır, demektir. Sükub da: Ateşi harlandıran şeydir. 11Onlara sor: Yaratılışta onlar mı daha kuvvetli yoksa yarattıklarımız mı? Gerçekten biz onları yapışkan bir çamurdan yarattık. "Onlara sor": Yani onaylatmak için onlara sor, "yaratılışta onlar mı daha kuvvetlidir” yani yapısı daha sağlamdır "yoksa yarattıklarımız mı?” Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Mana şöyledir: Yoksa yaratılışlarını saydığımız melekler, şeytanlar, gökler ve yer mi? Bunu da İbn Cerir (Taberi) demiştir. İkincisi: Kendilerinden önce yarattığımız geçmiş ümmetler mi? Mana da şöyledir: Bunlar onlardan daha kuvvetli değillerdir, oysa onları inanmadıkları için helak etmişizdir. Bunları emniyette kılan nedir? Sonra insanın yaratılışını zikredip: "Biz onları yapışkan bir çamurdan yarattık” dedi. Ferrâ’ ile İbn Kuteybe: Yapışkan, bırakmayan çamurdan (min tınin lazimin), demişlerdir. Be, mimden dönüşmüştür, çünkü mahreçleri yakındır. İbn Abbâs da: O (lazib) kaliteli ve yapışkan çamurdur, demiştir. Başkası da: O, suyu çeken, ıslaklığı içinde kalan, mum gibi ele yapışan çamurdur, demiştir. Bu, onlarla kendilerinden öncekilerin yaratmada aşıtlarının bir olduğunu gösterir; binaenaleyh güçlüleri helak edebilen zayıfları daha kolay helak eder. 12Hayır, sen hayrette kaldın, onlarsa alay ediyorlar. "Bel acipte": Bel’in manası: İlk söyleneni bırakıp başka söze geçmektir, sanki: Ya Muhammed, geçeni bırak, demiş gibidir. "Acipte"de de iki okuyuş vardır: İbn Kesir, Nâfi. Âsım, Ebû Amr ve İbn Âmir, tenin fethi ile "bel acipte” okumuşlardır. Ali b. Ebû Talib, İbn Mes’ûd, İbn Abbâs, Ebû Abdurrahman es - Sülemi, İkrime, Katâde, Ebû Miclez, Nehaî, Talha b. Mûsarrif, A’meş, İbn Ebi Leyla, Hamze, Kisâi vd. tenin zammı ile "bel acibtü” okumuşlardır, Ferrâ’ da bunu tercih etmiştir. Kim fetha ile okursa: Sen, ya Muhammed hayrette kaldın demek ister. "Onlarsa alay ediyorlar": İbn Saib şöyle demiştir: Sen onlardan hayret ediyorsun, onlarsa seninle alay ediyorlar. Onların nesine hayret ettiğinde de iki görüş vardır: Birincisi: Kâfirlerin Kur’ân'a iman etmemelerine. İkincisi: Yeniden dirilmeyi inkâr etmelerine. Kim zamme ile (acibtü) okursa, aziz ve celil olan Allah’ın hayret ettiğini demek ister. Ferrâ’: Bu da Ali, Abdullah ve İbn Abbâs’ın okuyuşudur ki, daha hoşuma gider, demiştir. Bazıları bu okuyuşu beğenmemiştir, Kadı Şurayh da onlardandır; çünkü o: Allah hayret etmez; ancak bilmeyen hayret eder, demiştir. Zeccâc da şöyle demiştir: Bu ret, yanlıştır; çünkü Allah’ın hayreti âdemoğullarının hayreti gibi değildir. Bu: "Allah tuzak kurar” (Enfal: 30) ve "Allah onlarla alay eder” (Tevbe: 70) kavli gibidir. Hayretin lügatte aslı şudur: İnsan hoşlanmadığı ve emsali az olan bir şey gördüğü zaman: Şuna hayret ettim, der. İnsanlar da aziz ve celil olan Allah’ın hoşlanmadığı bir şey yaptıkları zaman Allahü teâlâ’nın: Hayret ettim, demesi câizdir. Allah her şeyi olmadan önce bilir. İbn Enbari de, mana şöyledir, demiştir: Onları hakka hayret etmelerinden dolayı cezalandırdım. Bir şeye aynı şeyle verilen karşılığa ceza denilmiştir; o nedenle yaptığı şeye şaşma demiştir ki, aslında şaşma değildir. Çünkü şaşan kimse dehşete kapılır ve hayret eder. Aziz ve celil olan Allah ise böyle şeyden yücedir. Sevabı büyütmeye de hayret denilmiştir; çünkü son haddine varan bir şeye hayret edilir. Araplar bir şeye birkaç yönden benzeyen ve birçok yönden benzemeyen şeye onun ismini verir. Şair Adiy şöyle demiştir: Sonra öyle oldular ki, zaman onlarla oynadı. Zamanın onları helak edip bozmasına oyun, demiştir. İbn Cerir de şöyle demiştir: Kim zamme ile (acibtii) derse, mana şöyle olur: Bana ortak tutmaları ve benim indirdiğimi inkâr etmeleri benim nazarımda büyük bir olay oldu. Başkası da şöyle demiştir: Allah'a hayret izafe edilmesi iki türlüdür: Birincisi: Ret ve kınama manasınadır, bu âyet gibi. İkincisi: Beğenme ve tam rıza manasınadır, meselâ: Rabbin oyuna meyletmeyen genci beğenir hadisi gibi. 1 1 - Ahmed, Müsned, 4/151. 13öğüt verdikleri zaman öğüt almazlar. "Öğüt verildikleri zaman öğüt almazlar": Yani Kur’ân'lâ öğüt verildiği zaman öğüt almaz, nasihat kabul etmezler. Said b. Cübeyr, Dahhâk, Ebû’l - Mütevekkil, Âsım el -Cahderi ve Ebû İmran kâfi şeddesiz olarak "zükiru” okumuşlardır. 14Bir mucize gördükleri zaman maskaraya alırlar. "Bir mucize gördükleri zaman": İbn Abbâs: Ayın yarıldığını gördükleri zaman, demiştir. "Yesteshirun": Ebû Ubeyde şöyle demiştir: Yesteshirun ile yesharun aynıdır, İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Sehire vesteshara derler, tıpkı karre vestekarre, acibe vestacebe, dedikleri gibi. Başka müşriklerden Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ile alay etmelerini isterler, demek de câizdir, nitekim istaıelıtuhu denir ki, özür dilemesini istemektir. İstevhebtuhu da: Hibe etmesini istemek, istafeytuhu da affetmesini istemektir. 15"Bu, ancak apaçık bir büyüdür” dediler. "Dediler: Bu değildir": Yani ayın yarılması, "ancak apaçık bir büyüdür": Onun sihir olduğunu düşünen için apaçık, demektir. 16"öldüğümüz, toprak ve kemikler olduğumuz zaman mı, gerçekten hizler mi muhakkak diriltileceğiz?" "Öldüğümüz zaman mı?": Bu âyetin açıklaması da Meryem: 66’da geçmiştir. 17"Önceki atalarımız da mı?" "Eve abaunel evvelun?": Bu, atıf harfinin başına geçmiş istifham hemzesidir, Lıpkı "eve emine ehliil kura” (A'raf: 98) âyetinde olduğu gibi. Nâfi ile İbn Âmir, burada ve Vakıa: 48’de vavm sükunu ile "ev abaunel evvelun” okumuşlardır. 18De ki: Evet, siz küçülerek (hor ve hakir olarak dirileceksiniz). "De ki: Evet": Yani siz öldükten sonra diriltileceksiniz "küçülerek". 19O ancak bir tek sestir; birden onlar bakacaklar. "O ancak bir tek sestir": Yani yeniden dirilme olayı İsrafil'in bir tek sesinden ibarettir, o da dirilme üfürmesidir. Ona zecre (azarlama) denilmesi ondan maksadın azarlama olmasındandır. "Birden onlar bakacaklar": Zeccâc: Canlandırılır ve yeniden diriltilirler, etraflarına bakarlar, demiştir. Yeniden dirildiklerini görünce de peygamberlerin bu husustaki haberlerini hatırlarlar. 20"Eyvah bize, bu ceza günüdür!” derler. "Eyvah bize, bu ceza günüdür, derler": Yani hesap ve ceza günüdür, derler. Melekler: 21(Evet) bu, yalanladığınız ayrım günüdür. "Bu ayrım günüdür” derler. Yani iyilik edenle kötülük edenin ayrılacağı hüküm günüdür, derler. Aziz ve celil olan Allah, meleklere: "Zâlimleri toplayın” oldukları yerden, der. Bunlar hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: Onlar müşriklerdir. İkincisi: O bütün zâlimler için geneldir. "Eşlerini de": Bunlar hakkında da dört görüş vardır: Birincisi: Emsal ve benzerleridir, bu da Ömer, İbn Abbâs, Numan b. Beşir, Mücâhid ve diğerlerinin görüşleridir. Hazret-i Ömer’den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Riyacı riyacı ile zinacı zinacı ile içkici içkici ile haşrolunur. İkincisi: Eşleri, müşrik kadınlardır, bunu da Hasen, demiştir. Üçüncüsü: Taraftarlarıdır, bunu da Katâde, demiştir. Dördüncüsü: Kendilerini saptıran şeytanlarıdır, bunu da Mukâtil, demiştir. 22O zulmedenleri, eşlerini ve taptıklarını toplayın. "Taptıklarını da": Bunlar hakkında da üç görüş vardır: Birincisi: Putlardır, bunu da İkrime ile Katâde, demişlerdir. İkincisi: Yalnız İblis’tir, bunu da Mukâtil demiştir. Üçüncüsü: Şeytanlardır, bunu da Maverdi ile diğerleri demişlerdir. 23Allah’tan başka. Onları cehennem yoluna götürün. "Onları cehennem yoluna götürün": Yani unlara onun yolunu gösterin, demektir, mana da: Onları oraya götürün demektir. Zeccâc şöyle demiştir: Hedeytürrecüle: Birine delalet etmektir, hedeylül aruse ilâ zevciha ve ehdeyiiıl hediyyete denir. Eğer gelini hediye gibi kabul edersen; Ehdeytüha dersin ki, onu kocasına hediye ettim, demektir. 24Onları durdurun. Çünkü onlar sorguya çekilecekler. "Onları durdurun": Yani hapsedin, demektir. "Çünkü onlar sorumlular (innehüm mesulunu)": İbn Semeyfa, hemzenin fethi ile "ennehlim” okumuştur. Müfessirler şöyle demişlerdir: Sıratın yanında niçin durduruluyorlar? Çünkü sorgu orada olacaktır. Bu sorguda altı görüş vardır: Birincisi: Onlar, dünyadaki iş ve sözlerinden sorulacaklar. İkincisi: "Lailâhe illallah"tan sorulacaklar, bu iki görüş İbn Abbâs'tan rivayet edilmiştir. Üçüncüsü: Günahlarından sorulacaklar, bunu da Dahhâk, demiştir. Dördüncüsü: Cehennem bekçileri onlara "size uyarıcı gelmedi mi?” (Mülk: 8) diye veya benzer şeyler soracak. Bunu da Mukâtil, demiştir. Beşincisi: Onlar taptıkları şeylerden sorulacaklar, bunu da İbn Cerir zikretmiştir. Altıncısı: Onların sorgusu: 25Size ne oluyor dâ yardımlaşmıyorsunuz? "Neden birbirinize yardım etmiyorsunuz?” şeklinde olacaktır. Bunu da Maverdi, zikretmiştir. Müfessirler, mana şöyledir, demişlerdir: Neden dünyadaki gibi birbirinize yardım etmiyorsunuz? Bu, Ebû Cehil’e cevaptır; çünkü o, Bedir savaşında "biz yardımlaşan bir topluluğuz” (Kamer: 44) demişti. Kendisine bir azarlama olarak bugün böyle denecektir. 26Hayır, onlar bugün teslim olanlardır. Müsteslim de: Hor olarak itâat eden, demektir. Mana da: Onlar çaresiz itâat ederler, demektir. 27Kimileri kimilerine döndü; birbirlerine soruyorlar. "Kimileri kimilerine döndü": Bunlarda iki görüş vardır: Birincisi: İnsanlar cinlere döndü. İkincisi: Astlar üstlere döndü. "Birbirlerine soruyorlar": Bu; azarlama, suçlama ve kınama sorgusudur. Astlar üstlere: "Bizi niçin aldattınız?” derler. Üstler de: "Bizden niçin kabul ettiniz?” derler. İşte 28Dediler: "Gerçekten siz, bize sağdan gelirdiniz". "derler” yani astlar üstlere derler "gerçekten bize sağdan gelirdiniz” dediği budur ki, bunda da üç görüş vardır: Birincisi: Sizler bizi üzerimizdeki gücünüzle ezerdiniz; çünkü sizler bizden daha güçlü idiniz. Bunu da Dahhâk, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. İkincisi: Din tarafından gelir, bizi ondan saptırırdınız. Bunu da Dahhâk, demiştir. Zeccâc da şöyle demiştir: Bize din tarafından gelir, bizi en kuvvetli sebeplerle aldatırdınız. Üçüncüsü: Bize dediklerinize yeminlerle güven verirdiniz; bize ettiğiniz yeminlerle gelirdiniz. Bunu da Ali b. Ahmed en - Nisaburi, demiştir. 29Dediler: "Hayır, siz iman edenler değildiniz". Üstler de onlara şöyle derler: "Hayır, sizler iman edenler değildiniz": Yani hak üzerinde değildiniz ki, sizi ondan saptırsaydık, küfür ancak sizin tarafınızda idi. 30"Bizim sizin üzerinizde bir yetkimiz yoktu; bilakis siz bir taşkınlar toplumu idiniz". "Bizim sizin üzerinizde bir yetkimiz yoktu": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Baskıdır. İkincisi: Delildir. O zaman birinciye göre mana şöyle olur: Bizim sizin üzerinizde bir gücümüz yoktu ki, onunla sizi ezelim de sizi bize tabi olmaya zorlayalım. İkinciye göre de şöyledir: Biz sizi o davet ettiğimiz şeylere peygamberler gibi delil getirmedik. 31"Böylece üzerimize Rabbimizin sözü hak oldu. Şüphesiz biz azabı elbette tadıcılarız". "Üzerimize Rabbimizin sözü hak oldu": Yani azap sözü üzerimize hak oldu, o da: "Cehennemi mutlaka dolduracağım” (A'raf: 18) fermanıdır. "Şüphesiz bizler elbette tadıcılarız": Azabı hepimiz, biz de siz de tadıcılarız. 32"Sizi azdırdık; çünkü gerçekten biz azgınlar idik". "Sizi azdırdık": Yani sizi üzerinde bulunduğumuz şeye çağırmakla doğru yoldan saptırdık, o da: "Gerçekten biz azgınlar idik” sözüdür. 33Şüphesiz onlar azapta ortaktırlar. 34Şüphesiz biz, suçlulara böyle yaparız. Sonra astlarla üstlerden haber vererek şöyle dedi: "Şüphesiz onlar bugün azapla ortaktırlar", öteki âyette geçen suçlular da müşriklerdir. 35Çünkü onlar, kendilerine: "Lailâhe illallah” (Allah’tan başka İlâh yoktur) denildiği zaman, büyüklük taslarlardı. "Çünkü onlar idiler” dünyada "kendilerine, lâilâhe illallah (Allah’tan başka İlâh yoktur) denildiği zaman": Yani bu kelimeyi söyleyin, denildiği zaman "büyüklük taslarlardı": Onu söylemeyi kibirlerine yediremezlerdi. 36"Gerçekten biz, deli bir şair için ilâhlarımızı bırakacak mıyız?” derlerdi. "Gerçekten biz ilâhlarımızı bırakacak mıyız, derlerdi?” Yani ilâhlarımıza ibadeti terk mi edeceğiz? "Bir şair için": Bir şaire uymak için, demektir. Bundan da Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’i kastediyorlar. Allah da onları reddedip şöyle dedi: 37Hayır, onlara hakkı getirdi ve peygamberleri tasdik etti. "Hayır": Yani durum onların dediği gibi değildir; bilakis o "hakkı getirdi": O da tevhid ile Kur’ân'dır. "Peygamberleri tasdik etti": Kendisinden öncekileri, demektir. Mana da: Getirdiğini getirdi, demektir. Sonra bunun ardından 38Şüphesiz siz, acıklı azabı elbette tadacaksınız. 39Ancak yaptıklarınızın cezasını çekeceksiniz. 40Ancak Allah’ın ihlaslı kulları hariç. "ancak Allah’ın ihlaslı kulları hariç” sözüne kadar müşriklere hitap etti, halis kullar da muvahhitlerdir. Ebû Ubeyde şöyle demiştir: Arapkir: İnneküm lezahibune illâ zeyden (siz, Zeyd hariç, elbette gidiyorsunuz) derler. İstisna ettikleri şeyde de iki görüş vardır: Birincisi: Amellerin cezasından, Mana da şöyledir: Biz onları kötü amellerinden sorumlu tutmayacağız, bilakis onları bağışlayacağız. Bunu da İbn Zeyd, demiştir. İkincisi: Onlara azap yoktur, demektir; çünkü onlar azabı tatmayacaklardır. Bunu da Mukâtil, demiştir. 41İşte onlar, evet onlar için bilinen bir rızık vardır. "İşte onlar için bilinen bir rızık vardır": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: O, cennettir, bunu da Katâde, demiştir. İkincisi: Cennetteki rızıktır, bunu da Süddi, demiştir. Buna göre "belli” kelimesinin manasında da iki görüş vardır: Birincisi: O, sabah ve akşam yemeği kadardır, bunu da İbn Saib, demiştir. İkincisi: Gönülleri çektiği zaman kendilerine getirilir. Bunu da Mukâtil, demiştir. 42Meyveler (vardır). Onlar ikram edilmişlerdir. Sonra rızkı açıklayıp "fevâkihü” dedi ki, o da fâkihe'nin çoğuludur, o da yaş ve kuru bütün meyvelerdir. "Onlar ikram edilmişlerdir": Allah’ın kendilerine verdiği ile. Bundan sonrasının tefsiri de Hicr: 47'de geçmiştir. 43Naim cennetlerinde. 44Karşılıklı koltuklar üzerinde. 45Üzerlerinde (etraflarında) kaynaktan doldurulmuş kadehle dolaşılır. "Etraflarında kaynaktan doldurulmuş kadehle dolaşılır": Dahhâk şöyle demiştir: Kur’ân’da geçen her ke's (kadeh)ten içki bardağı kastedilmiştir, Ebû Ubeyde de şöyle demiştir: Ke’s içinde şarap olan bardaktır. Maîn de: Meydanda akan sudur. Zeccâc şöyle demiştir: Ke’s içinde içki olan bardaktır, ke’s içki içenin elindeki bardaktır. Eğer boş olursa ona ke’s denmez. Maîn de yeryüzünde akan pınarlar gibi şaraba denir. 46Bembeyaz, içenler için lezzetli. "Bembeyaz": Hasen şöyle demiştir: Cennet şarabı sütten daha beyazdır. Ebû Süleyman Dımeşki de şöyle demiştir: Bu da ke'sten şarabı kastettiğini gösterir: çünkü "beydatî” diyerek müennes kılmıştır. Eğer yalnız kabı irade etse idi, ebyad, derdi. İbn Cerir de şöyle demiştir: Beydae’den bardağı irade etmiştir; ke’s müennes olduğu için müennes olarak beydae demiştir. "Lezzetin": İbn kuteybe: Lezzetli, demiştir. Şerabün lezazün denir ki: Hoş içecek demektir. Zeccâc da: Lezzeti olandır, demiştir. 47Onda ne baş ağrısı vardır ne de ondan sarhoş olurlar. "Onda baş ağrısı (ğavl) yoktur": Bunda da yedi görüş vardır: Birincisi: Onda baş ağrısı yoktur, bunu İbn Ebi Talha, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. İkincisi: Onda karın ağrısı yoktur, bunu da el - Avfi, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Mücâhid ile İbn Zeyd de böyle demişlerdir. Üçüncüsü: Onda baş ağrısı yoktur, bunu da Katâde, demiştir. Dördüncüsü: Onda rahatsız edici ve hoşa gitmeyen bir şey yoktur, bunu da Said b. Cübeyr, demiştir. Beşincisi: Akılları gitmez, bunu da Süddi, demiştir. Zeccâc da Akılları gidip de bir ağrı duymazlar, demiştir. Altıncısı: Onda günah yoktur, bunu da İbn Cerir nakletmiştir. Yedincisi: Onda hiçbir afet yoktur, çünkü başına bu afetlerden biri gelen kimse için; Kad ğalethu ğulun (onu gul çarptı) denir. Doğrusu onda gulun olmaması bu afetlerin hepsi için geçerlidir. Bu da İbn Cerir’in tercihidir. "Ve-lahüm anha yünzefun": Hamze ile Kisâi, burada ve Vakıa: 19’da zenin kesri ile okumuşlardır. Âsım da burada zenin fethi ve Vakıa 19'da kesri ile okumuştur. İbn Kesir, Nâfi, Fıbu Amr ve İbn Âmir iki surede de zenin kesri ile okumuşlardır. Kim fetha ile okursa, mana: Onu içmekle akılları gitmez, şeklinde olur. Sarhoşa: Nezif ve menzuf, denir. Kim kesre ile okursa, bunda iki mülahaza vardır: Birincisi: Şarapları tükenmez, yani devamlıdır, demektir. İkincisi: Sarhoş olmazlar demektir. Şair de şöyle demiştir: Hayatıma yemin ederim ki, siz sarhoş da olsanız, ayık da olsanız, Ey Ebcer oğulları, siz ne kötü meclis arkadaşlarısınız. 48Yanlarında gözlerini (kocalarına) diken iri (ceylan) gözlü (dilber)ler vardır. "Yanlarında gözlerini kocalarına diken ceylan gözlü dilberler vardır": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Onlar gözlerini kocalarına dikmişlerdir; başkalarına bakmazlar. Âyette geçen kasr'ın aslı: Hapsetmektir. İbn Zeyd şöyle demiştir: Onlardan bir kadın kocasına: Rabbimin izzetine yemin ederim ki, cennette senden daha güzel bir şey görüyorum. Beni sana zevce ve seni bana koca kılan Allah'a hamdolsun. İkincisi: Kocaların gözlerini başka kadınlardan çevirmişlerdir, çünkü kendileri eşsiz güzeldirler. Bunu da Şeyh Ebû Muhammed b. el - Haşşab en - Nahvi’den işittim. “Iyn” kelimesinde üç görüş vardır: Birincisi: Gözleri güzeldir, bunu da Mücâhid, demiştir. İkincisi: Gözleri iridir, bunu da Süddi ile İbn Zeyd, demişlerdir. Üçüncüsü: Gözleri büyük ve güzeldir. Tekili aynae’dir, bunu da Zeccâc, demiştir. 49Sanki onlar saklı yumurtalardır. "Keennehüne beydun meknun": Burada beyd'dan ne murat edildiğinde de üç görüş vardır: Birincisi: O incidir, bunu Ali b. Ebi Talha, İbn Abbâs'tan rivayet elmiş; Ebû Ubeyde de böyle demiştir. İkincisi: Devekuşu yumurtasıdır, bunu da Hasen, İbn Zeyd ve Zeccâc demişlerdir. Bir grup dilci de şöyle demişlerdir: Araplar beyaz ve rengi hoş olan güzel kadını devekuşu yumurtasına benzetirler. Kadınlar için en güzel renk bu dur; o da kadının beyaz ve sarı karışımı (sarışın) olmasıdır. Üçüncüsü: O, el değmeden soyulan yumurtaya denir. Bunu da Süddi, demiştir. Said b. Cübeyr, Katâde ve İbn Cerir de bu manaya kail olmuşlardır. Meknun ise: Dokunulmamış demektir, birinci görüşe göre o, sadefin de saklıdır. İkinci görüşe göre de devekuşunun tüyleri arasında saklıdır. Üçüncüye göre de: Kabuğunda saklıdır 50Kimi kimilerine döndü; birbirlerine soruyorlar. "Kimi kimilerine döndü": Yani cennet halkının, demektir, "birbirlerine soruyorlar": Dünyadaki hallerinden. 51Onlardan bir sözcü: "Şüphesiz benim bir arkadaşım vardı” dedi. "Onlardan bir sözcü: "Şüphesiz benim bir arkadaşım vardı": Bunda da dört görüş vardır: Birincisi: O, dünyadaki arkadaştır. İkincisi: O, ortaktır. Bu ikisi İbn Abbâs’tan rivayet edilmiştir. Üçüncüsü: Şeytandır, bunu da Mücâhid, demiştir. Dördüncüsü: O, kardeştir. Mukâtil şöyle demiştir: O ikisi, Kehf suresi, âyet: 32'de "onlara iki adamın misalini ver” diye geçen iki adamdır, Mana da şöyledir: Benim bir arkadaşım veya bir kardeşim vardı, yeniden dirilmeyi inkâr ederdi. 52"Gerçekten sende mi (öldükten sonra dirilmeyi) kesinlikle tasdik edenlerdensin?” derdi. "Gerçekten sen de kesinlikle tasdik edenlerden misin?” derdi": Zeccâc şöyle demiştir: Burada geçen Mûsaddikin kelimesinde sad şeddesizdir. O saddeka yusaddiku fehüve Mûsaddikun babındandır. Burada şadın şeddesi câiz değildir. Müfessirler de mana şöyledir, demişlerdir: Gerçekten sen de öldükten sonra dirilmeyi tasdik edenlerden misin? Bekr b. Abdurrahman el- Kadı, Hamze’den, sadın teşdidi ile "el - Mûsaddikin” okuduğunu rivayet etmiştir. 53"Öldüğümüz, toprak ve kemikler olduğumuz zaman mı, gerçekten biz mi elbette cezalanacağız?" "Biz mi gerçekten cezalanacağız?": Yani amellerimizle cezalanacağız, demektir. Dinluhu binıa saııaa, onu yaptığı şeye karşılık cezalandırdım, demektir. Mü’min kâfir arkadaşını görmek istedi, cennettekilere: 54Dedi: "İyice bakar mısınız?" "İyice bakar mısınız?” dedi: Yani sizin ve onların yeri hakkında fikir edinmek için cehenneme bakar mısınız, dedi. İbn Abbâs, Dahhâk, Ebû İmran ve İbn Yamur, tının sükunu ve şeddesiz olarak "hel entüm mutliun” okumuşlardır. Utlia da merfu hemze ve sakin ti iledir. Ebû Rezin ile İbn Ebi Able nunun kesri ile "mutliuni” okumuşlardır. İbn Mes’ûd da şöyle demiştir: baktı, sonra arkadaşlarına dönüp: Ateşte kaynayan kafatasları gördüm, dedi. İbn Abbâs da şöyle demiştir: Çünkü cennette bir delik vardır, oradan cehenneme bakarlar. 55baktı; onu cehennemin ortasında gördü. "Onu gördü” yani kâfir arkadaşını gördü, "cehennemin ortasında": Yani göbeğinde. Şöyle denilmiştir: Ortaya seva denilmesi, çevrenin ona eşit mesafede olmasındandır. Huleyd el - Asri de şöyle demiştir: Allah’a yemin ederim eğer Allah onu tanıtmasa idi tanıyamazdı; çünkü rengi ve görüntüsü değişmiştir, İşte o zaman: 56"Allah’a yemin olsun ki, gerçekten neredeyse beni helak edecektin!" "Allah'a yemin ederim ki, gerçekten neredeyse beni helak edecekti!” dedi. Müfessirler, mana: Neredeyse beni mahvedecekti, demişlerdir. Erdeytü fülanen: Birini helak etmektir. 57"Eğer Rabbimin nimeti olmasaydı, mutlaka (cehenneme) celbedilenlerden olacaktım". "Eğer Rabbimin nimeti olmasaydı": Yani bana İslâm’ı ihsan etmese idi "mutlaka cehenneme celbed ileni erden olacaktım": Seninle beraber cehenneme getirilecektim, demektir. 58Biz ölecek değilmiş miyiz?" 59"Biz ölecek değilmiş miyiz?": "Ancak ilk ölümümüz hariç. Biz azap görmeyecekmiş miyiz?" Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: O, ölüm boğazlandığı zamandır. Cennet halkı şöyle dediler: "Biz ölecek değilmiş miyiz? Ancak ilk ölümümüz hariç” o da dünyada olandır. "Biz azap görmeyecekmiş miyiz?” onlara: Hayır, denilir, işte o zaman: 60Gerçekten bu, elbette büyük kurtuluştur. "Gerçekten bu, elbette büyük kurtuluştur” derler. Allahü teâlâ da: 61Çalışanlar bunun gibisi için çalışsınlar. "Çalışanlar bunun gibisi için çalışsınlar” der. Bunu da İbn Saib demiştir. Bunu melekler der, diyenler de olmuştur. İkincisi: O, mü’minin arkadaşlarına dediği sözdür, ona: Sen ölmezsin, derler. O da: "Gerçekten bu, elbette büyük kurtuluştur” der. Bunu da Mukâtil, demiştir. Ebû Süleyman Dımeşki de şöyle demiştir: Mü’minin cennet halkına böyle hitap etmesi nimetin devamına sevindiği içindir: soru sormak için değildir. Çünkü onların ölmeyeceklerini gerçekten bilir, ancak İni sözü tekrar etmesi onu işitmekle daha çok sevinmek içindir. Üçüncüsü: O, mü’minin kâfir arkadaşına beğenmediği şeyi reddetmek için söylediği sözdür. Bunu da Sa’lebî zikretmiştir. "Bunun gibisi için": Yani "onlar için belli bir rızık vardır” (Saffat: 41) kavlinde zikrettiği nimeti kasdetmişlir. Bu da O'na itâat etmekle aziz ve celil olan Allah’ın sevabını istemeye teşviktir. 62İkramca bu mu hayırlı yoksa zakkum ağacı mı? "Bu mu daha hayırlıdır": Cennet halkı ile ilgili olarak anlatılanlara işarettir, "nüzülen (ikramca)": İbn Kuteybe: Rızıkça, demiştir: İkametül enzal (ikram ikameti) ve enzaltil ecnad (ordunun ikramı) da bundandır ki, rızıkları demektir. Zeccâc: Nüzül burada artma ve fazlalıktır, demiştir. Haza taamım lehu nüzlün ve nüzülün denir ki: Bu gıda maddesi artığındır, demektir. Mana şöyledir: Gıda olarak alınan ve yanında ikamet edilen bu ikramlar mı daha hayırlıdır yoksa cehennem halkınınki mi? O da: "Yoksa zakkum ağacı mıdır?” dediğidir. Âlimler, bu ağaç dünyada mıdır yoksa değil midir diye ihtilaf etmişlerdir: Kutrub şöyle demiştir: O, Tihame toprağında biten en kötü bir ağaçtır. Başkası da şöyle demiştir: Zakkum: meyvesinin tadı çok kötü olan bir ağaçtır. Onun dünyada bilinmeyen, ancak cehennemde olan ve cehennem halkının onu yemeye zorlandıkları bir ağaç olduğu da söylenmiştir. 63Gerçekten biz onu zâlimler için bir fitne kıldık. "Gerçekten biz onu zâlimler için bir fitne kıldık": Yani kâfirler için, demektir. Fitneden murat edilen şey hususunda da üç görüş vardır: Birincisi: Onun cehennemde olduğu söylenince, fitneye kapılıp inkâr ettiler ve: "Ateşte ağaç nasıl olur? Ateş ağacı yakar, dediler. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu da Katâde, demiştir. Süddi de: Ebû Cehil için fitnedir, demiştir. İkincisi: Fitne azap manasınadır, bunu da İbn Kuteybe, demiştir. Üçüncüsü: Fitne deneme manasınadır; onunla denenip inkâr ettiler. 64Şüphesiz o, cehennemin dibinde çıkan bir ağaçtır. "Cehennemin dibinde çıkan": Yani derinliklerinde biten, demektir. Hasen şöyle demiştir: Onun kökü cehennemin dibindedir, dalları da bütün derinliklerine iner. 65Tomurcuğu sanki şeytanların başlarıdır. "Tal’uha (tomurcuğu): Meyvesi demektir. Ona tal’ denilmesi tulu’ edip doğmasındandır. Sanki o, şeytanların başlarıdır". Eğer: "Onu nasıl görülmeyen bir şeye benzetti?” denilirse, buna üç cevap verilir: Birincisi: insanların içinde şeytanların çirkin olduğu iyice yerleşmiştir, görülmese do çirkin olarak bilinen bir şeye benzetilmesi câizdir. Şair İmruulkays şöyle demiştir: Beni öldürecek mi, yanımda keskin kılıç Ve gulyabaninin dişleri gibi sivri mızrak vardır? Zeccâc şöyle demiştir: O, gulyabaniyi de dişlerini de görmemiştir, ancak erkeklerde çirkinliği şeytana benzetmek ve dişilerde gul yabaniye benzetmek daha abartılıdır. İkincisi' Mekke ile Medine arasında şeytanların başı diye isimlendirdikleri bir ağaç vardır, onu ona benzetmiştir. Bunu da İbn Saib, demiştir. Üçüncüsü: Şeytanlar demekle başlan ve yeleleri olan yılanları kastetmiş, o ağacın meyv elerim o yılanların başlarına benzetmiştir. Bunu da Zeccâc, demiştir. Ferrâ’ şöyle demiştir: Araplar bazı yılanlara şeytan, derler. O, yelesi olan çirkin suratlı bir yılandır. 66Şüphesiz onlar elbette ondan yiyecek, ondan karınlarını doyuracaklar. "Şüphesiz onlar elbette ondan yiyecekler” yani onun meyvesinden yiyecekler "ondan karınlarını doyuracaklardır": öyleki ondan yemeye zorlanacak ve karınları dolacaktır. 67Sonra gerçekten onlar için onun üzerine elbette kaynar sudan bir karışım vardır. "Sonra gerçekten onlar için üzerine elbette kaynar sudan bir karışım vardır ": İbn Kuteybe şöyle demiştir: Sıcak sudan bir karışım vardır, üzerine onu içeceklerdir. Araplar şöyle derler: Başkasıyla karıştırdığın her bir şey karışımdır. Müfessirler şöyle demişlerdir: Zakkumu yedikten sonra üzerine kaynar su içerler. Kaynar su karınlarında zakkuma karışır; böylece bir kauşım meydana gelir. 68Sonra gerçekten onların gideceği yer, elbette cehennemdir. "Sonra gerçekten onların gidecekleri yer": Yani zakkum yiyip kaynar su içtikten sonra gidecekleri yer "elbette cehennemdir": Çünkü kaynar su cehennemin dışındadır; onlar susuz develer gibi ona götürülürler, sonra cehenneme döndürülürler. "Onunla kaynar su arasında dolaşırlar” (Rahman: 44) kavli de bunu göstermektedir. 69Şüphesiz onlar atalarını sapıklar (olarak) buldular. "Elfev": Buldular, demektir. 70Onlar da izlerinden soluk soluğa koşuyorlar. "Yuhraun"un manası da Hûd: 87'de şerh edilmiştir. Mana da: Onlar süratle atalarını takip ederler, demektir. 71Yemin olsun, gerçekten onlardan önce evvelkilerin çoğu sapıttı. "Yemin olsun, gerçekten onlardan önce saptı": Yani o müşriklerden önce demektir, "öncekilerin çoğu": Geçmiş ümmetlerin çoğu anlamınadır. 72Yemin olsun, gerçekten onlara uyarıcılar gönderdik. 73Bak, uyarılanların sonucu nasıl oldu? 74Ancak Allah’ın ihlaslı kulları hariç. "Ancak Allah'ın ihlaslı kulları hariç": Yani Allah’ı bir bilenler, demektir; çünkü onlar azaptan kurtulmuşlardır. İbn Cerir şöyle demiştir: Neden istisna güzel düşmüştür? Çünkü Mana şöyledir: Bak, uyarılanları nasıl helak ettik, ancak Allah'ın kulları hariç. 75Yemin olsun, gerçekten Nûh bize seslendi. Biz ne güzel cevap verenleriz! "Yemin olsun, gerçekten Nûh bize seslendi": Yani dua etti. Onun ettiği duada iki görüş vardır: Birincisi: O, Allah'tan yardım isteyerek kavmine beddua etti. İkincisi: Onu boğulmaktan kurtarması için dua etti. "Biz ne güzel cevap verenleriz": Mana şöyledir: Biz onu kurtardık, kavmini ise helak ettik. 76Onu da ailesini de o büyük sıkıntıdan kurtardık. "Büyük sıkıntı": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: O, suda boğulmaktır. İkincisi: Kavminin eziyetidir. 77Onun zürriyetini, onları kalıcılar kıldık. "Onu ve zürriyetini kalıcılar kıldık": Şöyleki gemide onun nesli dışındakiler yok oldular; bütün insanlar Nûh evladındandır. 78Sonrakiler içinde ona (iyi bir ad) bıraktık. "Ona bıraktık": Yani ona iyi bir ad bıraktık. "Sonrakiler içinde": Onlar da kendisinden sonra kıyamet gününe kadar gelecek olanlardır. Zeccâc, o güzel ad 79Âlemler içinde Nûh’a selam olsun. "âlemler içinde Nûh’a selam olsun” kavlidir, demiştir. Onlar da kendisinden sonra gelenlerdir. Mana da şöyledir: ötekiler arasında kıyamet gününe kadar ona dua edilmesini bıraktık. 80Şüphesiz biz iyi davrananları böyle mükafatlandırırız. "Şüphesiz biz iyi davrananları böyle mükafatlandırırız": Mukâtil şöyle demiştir: Allah ona iyiliklerine karşılık âlemler içinde güzel mükafat vermiştir. 81Gerçekten o, mü’min kullarımızdandı. 82Sonra ötekilerini suda boğduk. 83İbrahim de elbette onun taraftarlarındandır. "İbrahim de elbette onun taraftarlarındandır": Yani dininin mensuplarındandır, demektir. "Şiatihi "deki zamir çoğunluğa göre Nûh’a aittir; İbn Saib ise, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e aittir, demiştir. Eğer: Nasıl dininin mensuplarından olabilir; oysa o daha öncedir, denilirse? Cevap şöyledir: Bu da "Onların zürriyetlerini gemide taşıdık” (Yasin: 41) kavli gibidir, onlar da önce olmakla beraber onları da zürriyetlerinden saymıştı. Bunu Yasin: 41'de şerh etmiştik. 84Hani, Rabbine sağlam (temiz) bir kalp ile gelmişti. "Hani Rabbine gelmişti": Yani Allah'ı tasdik edip O’na iman etmişti. "Sağlam bir kalp ile": Şirkten ve bütün kirlerden temiz, demektir. Bunda da birkaç görüş vardır ki, onları da Şuara: 89'da zikretmiştik. 85Hani, babasına ve kavmine: "Neye tapıyorsunuz?” demişti. "Neye tapıyorsunuz?": Bu, azarlama mahiyetinde bir somdur, sanki onları Allah’tan başkasına taptıkları için azarlamışım 86Yalan için mi, Allah'tan başka ilâhlar istiyorsunuz? "Yalan için mi?": Yani yalan mı söylüyor ve Allah'tan başkasına tapıyorsunuz? 87Âlemlerin Rabbine zannınız ne? "Âlemlerin Rabbine zannınız ne?": O’ndan başkasına ibadet edip de O’nun huzuruna çıktığınız zaman? Sanki: "Size ne yapacağını zannediyorsunuz?” demiş gibidir. 88Yıldızlara bir bakış baktı: "Yıldızlara bir bakış baktı": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: O, yıldız İlmine baktı; o kavim yıldız ilmiyle uğraşırlardı; onlara bildikleri şeyle muamele etti ve onlara, sizin bildiklerinizi ben de biliyorum, demek istedi ki, onu reddetmesinler, İbn Müseyyeb şöyle demiştir: O, doğmakta olan bir yıldıza baktı, yoksa yıldız ilmine değil. Eğer: "Maksadı ne idi?” denilirse. Cevap şöyledir: Onların bayramdan idi, putlarına tuzak kurmak için onlara katılmadı; böyle diyerek bahane uydurdu. 89"Gerçekten ben hastayım” dedi. "Gerçekten ben hastayım": Bu da üstü kapalı sözlerdendir. Sonra bunda da üç görüş vardır: Birincisi: Manası: Ben hasta olacağım, demektir. Bunu da Dahhâk, demiştir. İbn Enbari de şöyle demiştir: Aziz ve celil olan Allah, bildiği bir yıldız doğduğu zaman onu hasta edeceğini bildirdi. Yıldızı görünce, hasla olacağını anladı. İkincisi: Ben sizin için iyi düşünmüyorum; çünkü siz yarar ve zarar vermeyen yıldızlara bakarak kehanette bulunuyorsunuz. Bunu da İbn Enbari zikretmiştir. Üçüncüsü: Bir arazdan dolayı hastayım, bunu da Maverdi nakletmiştik Süddi de şöyle anlatmıştır: Onlarla beraber bayrama çıktı, biraz gittikten sonra kendini yere attı, ayağım burkuldu diyerek şikayet etti. 90Arkalarını dönerek ondan yüz çevirdiler. "Arkalarını dönerek ondan yüz çevirdiler. İlâhlarına gizlice döndü": Yani onlara doğru gitti -bereketlensin diye önlerine yiyecekler koymuşlardı. "dedi” yani İbrahim bu durumla alay ederek 91İlâhlarına gizlice döndü, "yemez misiniz?” dedi. 92"Neden konuşmuyorsunuz?" 93Sağ eli ile vurmak için üzerlerine gizlice yürüdü. "Sağ eliyle vurmak için (darben bilyemin)": Yemin lâfzında da üç görüş vardır: Birincisi: O, sağ eldir, bunu da Dahhâk, demiştir. İkincisi: Kuvvetle sertçe, demektir. Bunu da Süddi ile Ferrâ’, demişlerdir. Üçüncüsü: Daha önce yaptığı yemin gereği; o da: "Allah’a yemin ederim ki, putlarınıza tuzak kuracağım” (Enbiya: 57) sözüdür. Zeccâc da şöyle demiştir: Darben mastardır, mana da: Putlara döndü; onlara sağ eliyle vurmağa başladı. Neden "aleyhim” dedi, hâlbuki zamir putlara râcîdir? Çünkü onları akıllı sınıfından sayıyorlardı. 94Koşarak ona yöneldiler. "Feakbelu ileyhi yeziffun": İbn Kesir, Nâfi, Âsım, Ebû Amr, İbn Âmir ve Kisâi, yenin fethi, zenin kesri ve fenin şeddesiyle "yeziffun” okumuşlar; Hamze ve Mufaddal da Âsım'dan rivayet ederek yenin ref'i, zenin kesri ve fenin şeddesiyle okumuşlardır. İbn Semeyfa, Ebû'l - Mütevekkil ve Dahhâk, yenin fethi, zenin kesri, fe de şeddesiz olarak "yezifun” okumuşlar; İbn Ebi Able ile Ebû Nehikdeyenin fethi, zenin sükunu ve Te de şeddesiz olarak "yezfun” okumuşlardır. Zeccâc da şöyle demiştir: Okuyuşların en düzgünü yenin fethi ve fenin şeddesiyle olandır, aslı da zefifü neam’dan gelir ki, o da devekuşunun koşmaya başladığı ilk andır. Zeffen neamü yeziffü, denir. Yenin zammesiyle olanın manası ise: Zefife döndü, demektir. Şiir: Husayn horluğa ve zillete döndü (sonunda rezil oldu). Yani sara ilel kahri (ezildi) demektir. Zenin kesri ve fenin de şeddesiz okunmasına gelince, o da: Vezefe yezifü’den gelir ki, sür’at yapmaktır. Kisâi ile Ferrâ’ bunu bilmiyorlar, başkaları ise biliyorlar. Müfessirler şöyle demişlerdir: Onlar İbrahim'in yaptıklarını duyunca koştular, ona varınca da, İbrahim onları susturmak için 95"Yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz?” dedi. "yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz?” yani ellerinizle 96"Sizi de yaptıklarınızı da Allah yarattı". "sizi de yaptıklarınızı da Allah yarattı” dedi. İbn Cerir de "ma” edatı üzerinde iki görüş vardır, demiştir: Birincisi: Mastar manasına olmasıdır, o zaman mana şöyle olur: Sizi de amelinizi de Allah yarattı. İkincisi: "ellezi” manasına olmasıdır, o zaman da mana şöyle olur: Sizi de ellerinizle yaptığınız putları da Allah yarattı, Bu âyette kullarının fiillerinin Allah tarafından yaratıldığına delil vardır (yani kullar yaratmamıştır. Mütercim). 97"Onun için bir bina yapın” dediler ve onu alevli ateşe attılar. Bu delile bir şey diyemeyince "onun için bir bina yapın” dediler. Biz de bu kıssayı Enbiya: 52 - 75 âyetlerinde, cahimin manasını da Bakara: 119’da şerh etmiştik. Burada ona kurmak istedikleri tuzak da onu yakmaktır. 98Ona tuzak kurmak istediler; biz de onları en aşağılar kıldık. "Biz de onları en aşağılar yaptık": Yani İbrahim onları delille mağlup etti, çünkü Allah onu onların hilesinden korudu ve helak onların başına geldi. 99"Ben Rabbime gidiyorum; O beni doğru yola iletecektir” dedi. İbrahim: "Ben Rabbime gidiyorum, dedi": Bu gidişle de iki görüş vardır: Birincisi: O gerçekten gidiştir, bunu ne zaman dediği hususunda da iki görüş vardır: Birincisi: Kavminden hicret etmek istediği zaman, Mana da şöyledir: Ben aziz ve celil olan Rabbimin emrettiği yere gidiyorum. "Beni doğru yola iletecektir": Beni emrettiği yere, o da Şam’dır. Bunu da çoğunluk demiştir. İkincisi: Ateşe atıldığı zaman, bunu da Süleyman b. Sûrad, demiştir. Buna göre manada iki görüş vardır; Birincisi: Ben ölmekle Allah'a gidiyorum, beni cennete iletecektir. İkincisi: Rabbimin bana hükmettiği şeye gidiyorum; beni ateşten kurtuluşa iletecektir. İkincisi: Ben kalbim, amelim ve niyetimle Rabbime gidiyorum. Bunu da Katâde, demiştir. 100Rabbim, bana iyilerden bir (çocuk) bağışla. Kutsal toprağa gelince, Rabbinden evlat istedi: "Rabbim bana iyilerden bir (çocuk) bağışla” dedi. Yani iyilerden iyi bir evlat, demektir. Kısaltmak için iyilerden demekle yetinmiştir. Şu âyet de öyledir: "O hususla rağbetsiz idiler” (Yûsuf: 20). Rabbi de bunu kabul etti, o da: 101Biz de onu uslu bir erkek çocuğu ile müjdeledik. "Biz de onu uslu bir erkek çocuğu ile müjdeledik” kavlidir. Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: O İshak'tır. İkincisi: O İsmail'dir. Zeccâc şöyle demiştir: Bu onun bir erkek çocukla müjdelendiğini ve onun yaşlanıp halim selim biri olacağını göstermektedir. 102Çocuk onunla koşmaya başlayınca: "Ey oğulcuğum, gerçekten ben rüyamda seni boğazladığım, görüyorum; bak, ne görüyorsun? dedi. O da: "Ey babacığım, emrolunduğun şeyi yap; inşallah beni sabredenlerden bulacaksın” dedi. "Çocuk onunla koşmaya başlayınca": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: Burada koşmaktan maksat çalışmaktır, bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: O, yürümektir, mana da: Babasıyla beraber yürüyünce, demektir. Bunu da Katâde, demiştir. İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Babasıyla gidip gelecek ve ona yardım edecek duruma gelince. İbn Saıb de: Onun on üç yaşında olduğunu söylemiştir. Üçüncüsü: Koşmaktan maksat: İbadettir, bunu da İbn Zeyd, demiştir. Buna göre buluğa ermiş olur. "Rüyamda seni boğazladığımı görüyorum": Âlimlerin çoğu rüyada onu boğazladığını görmediği, ancak boğazlamakla emrolunduğu görüşündedirler. "Sana emrolunanı yap” kavli de bunu gösterir. Bazıları da onu boğazlamaya çalıştığını, kanın aktığını görmediğini demişlerdir. Katâde şöyle demiştir: Peygamberlerin rüyası haktır, onlar bir şey gördükleri zaman onu yaparlar. Süddi de şeyhlerinden şöyle nakletmiştir: Cebrâil Sara'yı çocukla müjdeleyince, İbrahim: öyleyse o, Allah yoluna kurbandır, dedi. Beytullah’ı yapma işini bitirince, rüyasında kendisine: Adağını yerine‘ğetir, denildi. Boğazlanan hakkında da iki görüş halinde ihtilaf etmişlerdir: Birincisi: O İshak’tır. Bunu da şunlar demişlerdir: Ömer b. Hattab, Ali b. Ebû Talib, Abbas b. Abdülmuttalib, İbn Mes’ûd, Ebû Mûsa’l- Eş’ari, Ebû Hureyre, Enes, Ka’bu’l - Alıbar, Vehb b. Münebbih, Mesruk, Ubeyd b. Umeyr, Kasım b. Ebû Bezze ve Mukâtil b. Süleyman. İbn Cerir de bunu tercih etmiştir. Bunlar: Bu kıssa Şam'da gerçekleşti, derler. Şöyle de denilmiştir: Yer dürüldü; öyleki onu bir saat içinde Mina’da kurban kesilen yere götürdü. İkincisi: O İsmail’dir, bunu da şunlar demişlerdir: İbn Ömer, Abdullah b. Selam, Hasen Basri, Said b. Müseyyeb , Şa’bî, Mücâhid, Yûsuf b. Mihran, Ebû Salih, Muhammed b. Ka’b el - Kurazi, Rebi’ b. Enes ve Abdurrahman b. Sabit. İbn Abbâs’tan ise farklı rivâyetler gelmiştir; İkrime ondan, boğazlananın İshak olduğunu; Atâ’, Mücâhid, Şa’bî, Ebû’l-Cevza ve Yûsuf b. Mihran'ın da onun İsmail olduğunu rivayet etmişlerdir, Said b. Cübeyr de bu iki görüşü rivayet etmiştir. Said b. Cübeyr, İkrime, Zührî, Katâde ve Süddi’den de iki rivayet gelmiştir: İmam Ahmed radıyallahu anhten de iki rivayet gelmiştir. Her tarafın kendine has delili vardır, burası onun yeri değildir. Bizim arkadaşlarımız birinci görüşü desteklerler. BOĞAZLAMA OLAYINA İŞARET Siyer ve tefsir Âlimleri şöyle demişlerdir: İbrahim, çocuğunu boğazlamak isteyince, ona: Gidelim, aziz ve celil olan Allah’a bir kurban takdim edelim, dedi. Bıçak ve ip aldı, sonra gitti, nihayet dağların arasına gelince, çocuk ona: "Baba, kurbanın nerede?” dedi. O da: Oğulcuğum, rüyamda seni boğazladığımı görüyorum, dedi. O da: Ellerimi sıkı bağla ki, çırpınmayayım, elbiseni benden uzak tut ki, sana kanım bulaşmasın; sonra annem göriir de üzülür. Bıçağı boğazıma hızlı süt ki, ölümüm kolay olsun. Anneme gittiğin zaman benden ona selam söyle, dedi. İbrahim ona döndü, onu öpmeye ve ağlamaya başladı: Ey oğulcuğum, sen aziz ve celil olan Allah'ın emrine karşı ne güzel yardımcısın, dedi. Sonra bıçağı boğazına sürdü, hiçbir eser göremedi Mücâhid şöyle demiştir: Orıu boğazına sürtünce: "Baba, neyin var?” dedi. O da: Bıçak ters döndü, dedi. O da: Hızlıca sapla, dedi. Süddi, Allah onun boğazına bakırdan bir tabaka geçirdi, demişse de buna gerek yoktur; kudretle kesilmemesi daha etkilidir. Âlimler şöyle demişlerdir: Ona bıçağı dürtünce, bıçağın ağzı döndü, bundan teslimiyetlerimle samimi olduklarını anladılar. Bunun üzerine: Ey İbrahim, rüyanı yerine getirdin, işte bu, oğlunun fidyesidir, diye seslenildi. İbrahim baktı, Cebrâil'i alaca bir koçla gördü. "Bak, ne görüyorsun?": Bunu aziz ve celil olan Allah’ın emrini ona danışmak için demedi, ancak görüşünü öğrenmek isledi. Hamze, Kisâi ve Halef, tenin zammı ve ranın kesri ile "maza türi” okumuşlardır. Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Bana sabrından ve paniğinden ne göstereceksin? Bunu da Ferrâ’ demiştir. İkincisi: Ortaya ne koyacaksın? Bunu da Zeccâc, demiştir. Başkası da: "Ne diyeceksin?” demiştir. "Sana emredileni yap": İbn Abbâs: Boğazlanmam hususunda sana vahyedileni yerine getir, demiştir. "İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın": Belâya sabredenlerden, demektir. 103İkisi de teslim olup da onu alnı üzere yatırınca: "İkisi de teslim olunca": Yani baba oğul ikisi de aziz ve celil olan Allah'ın emrine teslim olup da itâat ederek rıza gösterince, demektir. Hazret-i Ali, İbn Mes’ûd, İbn Abbâs, Hasen, Said b. Cübeyr, A’meş ve İbn Ebi Able, “Lâm” ın teşdidi ile sinden önce hemzesiz olarak "felemma sellema” okumuşlardır. Mana da: Aziz ve celil olan Allah’ın emrine teslim olunca, demektir. "Felemma eslema"nın cevabında da iki görüş vardır: Birincisi: Cevabı "venadeynahu "dur, vav da zaittir. Bunu da Ferrâ’, demiştir. İkincisi: Cevap hazfedilmiştir, çünkü kelâmda ona delalet eden şey vardır, Mana da şöyledir; Bunu yapınca mutlu oldu ve sevabı artırıldı. Bunu da Zeccâc, demiştir. "Ve tellehu lilcebin": İbn Kuteybe şöyle demiştir: Onu alnı üzere yatırdı; bir yanı yere geldi. Alnın yanlarına cebinan denir. Alın bu ikisinin arasındaki kısımdır. O da secde de yere değen bölgedir. Halk cebin ile cepheyi ayıramazlar; cephe (alın) insanın secde ederken başının yere gelen kısmıdır. Cebinan ise alnın iki yanıdır. 104Ona: "Ey İbrahim!” diye seslendik. 105"Rüyayı yerine getirdin. Şüphesiz biz, iyilik edenleri böyle mükafatlandırırız!" "Ona seslendik": Müfessirler şöyle demişlerdir: Ona dağdan seslenildi: "Ey İbrahim, rüyayı yerine getirdin” denildi. Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Sana emrettiğimi yaptın, bu da onu boğazlamak için elinden geleni yapmasıdır. Oğlu da boğazlanmayı kabul edip sessiz kalmakla ona itâat etti, ancak aziz ve celil olan Allah bunu istediği şekilde ondan uzaklaştırdı. Boğazlama gerçekleşmemiş olsa da boğazlamış gibi oldu. İkincisi: O rüyasında boğazlama işlemini görmüştü, kanın aktığını görmemişti. Rüyada gördüğünü uyanıkken yapınca, kendisine: "Rüyayı yerine getirdin” denildi. Ebû'l - Mütevekkil, Ebû’l -Cevza, Ebû İmran ve Cahderi, dalı şeddesiz olarak "kad sadakter rüya” okumuşlardır. Söz burada tamam oldu. Sonra Allahü teâlâ şöyle dedi: "İşte biz böyle” yani çocuğunun boğazlanmasını affettiğimiz gibi "iyilik edenleri de mükafatlandırırız". 106Şüphesiz bu, gerçekten apaçık imtihandır. "Şüphesiz bu, gerçekten apaçık imtihandır": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Bu, apaçık nimettir, bunu da İbn Saib ile Mukâtil, demişlerdir. İkincisi: Büyük imtihandır, bunu da İbn Zeyd ile İbn Kuteybe, demişlerdir. Birinciye göre "bu” boğazlamayı affa işaret olur. İkinciye göre de çocuğunu boğazlamakla imtihanına işaret olur. 107Ona büyük bir kurbanlık fidye verdik. "Ona fidye verdik": Yani boğazlanan çocuğa, demektir. "Bizibhin": O zalm kesri iledir, boğazlanan hayvan, demektir. Zalın fethi ile de: Zehahtü fiilinin mastarıdır. Bunu İbn Kuteybe, demiştir. Âyetin manası şöyledir: Onu fidye karşılığında boğazlanmaktan kurtardık. Bu kurbanlık hakkında da üç görüş vardır: Birincisi: O boynuzlu bir koçtu, bundan önce cennette kırk yıl otlamış idi. Bunu Mücâhid rivâyetinde İbn Abbâs, demiştir. Said b. Cübeyr rivâyetinde şöyle demiştir: O, Âdem’in oğlunun kurban ettiği ve kendinden kabul olunan koçtur, fidye olarak verilinceye kadar cennette idi. İkincisi: İbrahim oğluna ak, iri gözlü ve boynuzlu iki koç fidye verdi. Bunu da Ebuttufeyl, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Üçüncüsü: O, İbrahim’in fidye olarak verdiği bir antiloptur, Sebir dağından kendine indirilmişti. Bunu da Hasen, demiştir. "Büyük” sıfatında da dört görüş vardır: Birincisi: Büyüktü, çünkü cennette otlamıştı, bunu İbn Abbâs ile İbn Cübeyr, demişlerdir. İkincisi: Çünkü o, İbrahim'in dinine ve sünnetine göre boğazlanmıştı. Bunu da Hasen, demiştir. Üçüncüsü: Çünkü kabul olunmuştu, bunu da Mücâhid, demiştir. Ebû Süleyman Dımeşki de şöyle demiştir: Âdem’in oğlu onu kurban erlince, diri olarak göğe kaldırılıp cennette otladı. Sonra da boğazlanan çocuğa fidye olarak verildi, böylece iki kere kabul edildi. Dördüncüsü: Çünkü o iri ve bereketli idi, bunu da Maverdi zikretmiştir. 108Ona sonrakiler arasında (iyi bir ad) bıraktık. "Ona sonrakiler arasında (iyi bir ad) bıraktık": Bunu da Saffat suresi, âyet: 78’de tefsir etmiş bulunuyoruz. 109İbrahim'e selam olsun. 110Biz, iyilik edenleri böyle mükâfatlandırırız. 111Gerçekten o, mü’min kullanmızdandır. 112Onu iyilerden bir peygamber olarak İshak’lâ müjdeledik. "O'nu İshakla müjdeledik": Kim: Boğazlanan İshak idi, derse, şöyle demiş olur: İbrahim İshak’ın peygamberliği ile müjdelendi ve İshak peygamberliğe sabrettiği için ödüllendirildi. Bu İkrime rivâyetinde İbn Abbâs‘ın görüşüdür; Katâde ile Süddi de böyle demişlerdir. Kim de: Boğazlanan İsmail idi, derse şöyle demiş olur: Allah, İbrahim’i bu kıssadan sonra itâat ve sabrına mükafat olarak peygamber olacak bir evlatla müjdeledi. Bu da Said b. Müseyyeb ’in görüşüdür. 113Ona da İshak'a da bereket verdik. İkisinin neslinden iyi davranan da nefsine apaçık zulmeden de vardır. "Ona da İshak’a da bereket verdik": Yani zürriyetlerini çoğaltmakla, demektir. Bütün Esbatlar onlardan gelir. "İkisinin neslinden iyi davranan da vardır": Yani Allah’a itâat eden, demektir, "zulmeden de vardır": O da O’na isyan edendir. İyi olan mü’mindir, zalim de kâfirdir, diyenler de olmuştur. 114Yemin olsun, gerçekten Mûsa ve Harun’a da lütfettik. "Gerçekten Mûsa ve Harun'a lütfettik": Yani onlara peygamberlik nimeti verdik. 115Onları ve kavimlerini büyük sıkıntıdan kurtardık. "Büyük sıkıntı": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Eir'avn’e kölelik ve onun belasıdır, bu da Katâde’nin görüşünden alınmıştır. İkincisi: Suda boğulmadır, bunu da Süddi, demiştir. 116Onlara yardım ettik; onlar da galipler oldular. "Onlara yardım ettik": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Onlar zamiri Mûsa, Harun ve kavimler ine râcîdir. İkincisi: O yalnız ikisine râcîdir, cemi sığası ile verilmiştir; çünkü Araplar başkanı askerleri ve adamlarıyla beraber çoğul kabul ederler. Bu iki görüşü İbn Cerir zikretmiştir. Bundan sonrasının beyanı da Enbiya: 48’de geçmiştir. 117Onlara (hakikati) apaçık gösteren o kitabı verdik. 118Onları doğru yola ilettik. 119Sonrakiler arasında onlara (iyi bir ad) bıraktık. 120Mûsa ile Harun’a selam olsun. 121Gerçekten biz, iyilik edenleri böyle mükafatlandırırız. 122Şüphesiz onlar mü’min kullarımızdandır. 123Gerçekten İlyas da elbette gönderilenlerdendir. "Gerçekten İlyas da elbette gönderilenlerdendir": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: O, İsrâil oğulları peygamberlerindendir, bunu da çoğunluk, demiştir. İkincisi. O İdris’tir, bunu İbn Mes’ûd ile Katâde, demişlerdir. İbn Mes’ûd, Ebû'l Aliye ve Ebû Osman en-Nehdi, "İlyas” yerine: "Ve inne idrise” okumuşlardır. 124Hani, kavmine: "Korkmaz mısınız?” demişti. "Hani, kavmine: "Korkmaz mısınız?” demişti.” Yani Allah'tan korkup da O’nu birleyerek ibadet etmez misiniz, demektir. 125Yaratanların en güzelini bırakıp Ba’l’e mi tapıyorsunuz? "Ba'l'e mi tapıyorsunuz?” Bunda da üç görüş vardır; Birincisi: O, rab manasınadır, bunu İbn Abbâs, Mücâhid, Ebû Ubeyde ve İbn kuteybe, demişlerdin Dahhâk da şöyle demiştir: Bu kelime İbn Abbâs'ı çok yormuştu, bir gün yanından dişi devesi kaybolan bir bedevi geçti: "Men vecede naketen ene ba’luha?” dedi. Çocuklar, ey dişi devenin kocası, diyerek onun arkasına düştüler; İbn Abbâs onu çağırdı: "Yazıklar olsun sana, ba'l demekle ne kastettin?” dedi. O da: Ben onun sahibiyim, dedi. İbn Abbâs da: Allah "Ba'l'e mi tapıyorsunuz” demekle doğru söyledi ve sahip manasını murat etti, dedi. Katâde de: Bu, Yemen akşamdır, demiştir. İkincisi: O, bir putlarının ismi idi, bunu da Dahhâk ile İbn Zeyd, demişlerdir. İbn Cerir de: "Balbek” ismi de oradan gelir, demiştir. Üçüncüsü: O, taptıkları bir kadın idi, bunu da Muhammed b. İshak, demiştir. 126Rabbiniz ve ilk atalarınızın Rabbi Allah'ı bırakıp. "Allahe rabbeküm": İbn Kesir, Nâfi, Ebû Amr, İbn Âmir, Ebû Bekir de Âsım’dan rivayet ederek ref ile "Allahu rabbukum” okumuş; Hamze, Kisâi, Hafs da Âsım rivâyetinde, Halef ve Ya’kûb nasb ile "Allahe” okumuşlardır. 127Onu yalanladılar; şüphesiz onlar elbette (cehenneme) celp edilecekler. "Onu yalanladılar; şüphesiz onlar elbette celp edileceklerdir” cehenneme. 128Ancak Allah'ın ihlaslı kulları hariç. "Ancak Allah'ın ihlaslı kulları hariç": Onlar O’nu yalanlamadıkları için cehennemde hazır olmayacaklardır. KISSAYA İŞARET Tefsir ve siyer Âlimleri şöyle demişlerdir: Peygamber Hazkil’in vefalından sorıra olaylar çoğalıp da putlara tapılınca, Allahü teâlâ onlara İlyas’ı gönderdi. İbn İshak şöyle demişlerdir: Onun soyu şöyledir: İlyas b. Teşbi b. Finhas b. Ayzar b. Harun b. İmran. Onları davet ettiyse de dinlemediler, o da onlara yağmurun yağmaması için beddua etti. Çok sıkıntı çektiler; İlyas da onlardan korktuğu için gizlendi. Sonra bir gün onlara şöyle dedi: Sıkıntıdan helak oldunuz, hayvanlar ve ağaçlar da günahlarınızdan helak oldu; putlarınızla çıkın, onlara dua edin, Eğer size cevap verirlerse mesele sizin dediğiniz gibidir. Eğer bunu yapmazlarsa, bilin ki, siz bâtıll üzerindesiniz; onu terk edersiniz. Ben de Allah’a dua ederim, sıkıntınızı defeder. Onlarda: Haklısın, dediler ve putları ile beraber çıktılar. Dua ettiler, dualan kabul olunmadı; o zaman dalâlet içinde olduklarını anladılar ve: Bizim için Allah’a dua et, dediler. Allah da onlara yağmur gönderdi, ülkeleri yeniden hayat buldu. Yine de eski hallerini bırakmadılar; İlyas da kendisini alması ve rahat ettirmesi için Rabbine dua etti. Kendisine: Filanca gün filanca yere çık; yanına ne gelirse ona b., denildi. O da çıktı; ateşten bir at geldi, onu alıp götürdü. Allah ona tüy giydirdi, üzerine nûr geçirdi, yemekten içmekten kesildi; meleklerin yanına uçtu; böylece hem insan hem melek hem yerli hem de göklü (göksel) oldu. 129Sonrakiler arasında ona (iyi bir isim) bıraktık. 130İlyaslara selam olsun. 131Şüphesiz biz, iyilik edenleri böyle mükafatlandırırız. 132Şüphesiz o, mü’min kullarımızdandır. "Selamün alâ İlyasin": İbn Kesir, Âsım, Ebû Amr, Hamze ve Kisâi, bitişik olarak meksur hemze ve sakin lâm ile "İlyasin” okumuşlar, onu bir kelime saymışlardır. Hafen de onlar gibi okumuş, ancak o, hemzeyi fethalemiştir. Nâfi, İbn Âmir, Abdülvaris ve Ya’kûb - Zeyd rivâyeti hariç- ayrı olarak "İl Yasin” okumuş ve onu iki kelime kabul etmişlerdir. Bitişik kıraatinde iki görüş vardır: Birincisi: Bu peygamber ve ona iman eden ümmeti için çoğuldur, bir şeye aynı lafızla nispet edilenlerde böyle çoğul yapılır. Raeytiil Mehalibe der, Mühellebleri kastedersin, Mesamia der, Mismaları ve Misina oğullarını kastedersin. İkincisi: O, yalnız bu peygamberin ismidir, o da İbrani bir isimdir, acemi isimlere de aynısı yapılır; meselâ Mikal ve Mikâil, dersin. İki görüşü de Ferrâ’ ile Zeccâc zikretmişlerdir. Ayrı olarak "İl Yasin” kıraatine gelince, onda da iki görüş vardır: Birincisi: Onlar adı geçen o peygamberin ailesidir, o da onlara dahildir; Peygamber aleyhisselam’ın: "Allahümme salli alâ âl-i Ebi Evfa” 2 demesi gibi. O da onlara dahildir. Çünkü duadan kastedilen odur. 2 - Sünen sahipleri rivayet etmişlerdir. İkincisi: Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in âl’idir, bunu da Kelbî, demiştir. Abdullah b. Mes'ud "selamün alâ İdrasin” şeklinde okurdu. Onun prensibini de İlyas’ın İdris olduğunu açıklamakla bildirmiştik. Eğer. "Nasıl "İdrasin” der, İdris tekildir, çoğulu: İdrisiy’dir; ne İdras ne de İdrasiy'dir?” denilirse. Cevap şöyledir: Onun da lügat olması câizdir, meselâ İbrahim ve İbrahim gibi. Şu da öyledir: Kadni min nasril Hubeybeyni kadi (İki Hubeyb’e yardımınız bana yeter) (kad ve kadni, demiştir, nunlu ve nunsuz. Mütercim). Übey b. Ka’b ile Ebû Nehik, hemzeyi ve lamı atarak: "Selamün alâ Yasin” okumuşlardır. 133Gerçekten Lût da elbette peygamberlerdendir. 134Hani, onu ve tüm ailesini kurtarmıştık. "İz necceynahu": "İz” burada makabline müteallik değildir; çünkü o kurtarıldığı zaman peygamber olarak gönderilmemişti (daha önce gönderilmişti. Mütercim). Ancak o, mahzuf bir şeye mütealliktir, takdiri de şöyledir: Üzkür ya Muhammed, iz necceynahu (ey Muhammed, onu kurtardığımız vakti hatırla). Bundan sonrasının tefsiri de Şuara: 171’de geçmiştir. 135Ancak kalanlar içinde bir koca karı hariç. 136Sonra diğerlerini helak ettik. 137Şüphesiz sizler sabahleyin elbette onlara uğruyorsunuz. "Şüphesiz sizler sabahleyin elbette onlara uğruyorsunuz": Bu, Mekke halkına hitaptır; onlar Şam’a gider gelirlerdi. Sabah akşam Lût kavminin helak olan kentlerine uğrarlardı. 138Gece de. Akıllanmıyacak mısınız? "Akıllanmıyacak mısınız?” İbret almayacak mısınız? 139Yûnus da elbette peygamberlerdendir. Yunus Kıssasına İşaret Kıssanın bir kısmım Enbiya: 86’da âyetlerin tahammülüne göre şerh etmiştik. Şimdi burada da bu âyetlerin tahammüllerine göre onu zikredeceğiz. Abdullah b. Mes'ud şöyle demiştir: Yûnus kavmini azapla tehdit ettikten sonra onlar aziz ve celil olan Allah’a sığındılar, Tevbe ve istiğfar ettiler; Allah da azabı onlardan kaldırdı. O ise kavmine kızarak bir gemiye vardı; gemidekiler onu tanıyıp içeri aldılar. Binince gemi durdu: "Geminizin nesi var?” dedi. Onlar da: Bilmiyoruz, dediler. O ise: Ben biliyorum; bir köle, Rabbinden kaçtı, onu suya atmadıkça yürümez, dedi. Onlar da: Ey Allah’ın Nebisi, yemin olsun ki, seni atmayız, dediler. Kur'a çekelim, kime çıkarsa o kendini atsın, dediler. Kur’a Yûnus’a çıktı; onu atmak istemediler. Tekrar kur’a çektiler; kur’a üç defa Yûnus’a çıktı. Tâvûs şöyle demiştir: İçinizde uğursuz bir adam vardır, gemi onun yüzünden yürümüyor, diyen geminin kaptanıdır. Kur'a çekelim, kime çıkarsa onu suya atalım, dedi. Üç seferinde de kur’a Yûnus'a çıktı. Müfessirler şöyle demişlerdir: Allah ona bir balık müvekkel etti; kendini suya atınca onu yuttu. Ona zarar vermemesi ve onu yaralamaması emredildi. Gemi de derhal yürüdü. İltekamehu’nun manası: Onu lokma gibi yuttu, demeklir. 140Hani, dolu gemiye kaçmıştı. "İz ebeka": Müberrid şöyle demiştir: Ebeka'nın tevili: Uzaklaşmaktır. Ebû Ubeyde de: Sığındı, demiştir: Zeccâc da: Kaçtı, demiştir. Bazı manaya aşine kimseler de şöyle demişlerdir: Kendine izin verilmeden çıktı; böylece efendisinden kaçan köle durumuna düştü. Zeccâc Şöyle demiştir: Fülk: Gemidir, meşhun da: Doludur. Saheme ise: Kur'a çekmek manasınadır. Minel müdhadiyn de: Kaybedenlerden oldu, demektir. İbn Kuteybe şöyle demiştir: Edhadallahu huccetehu denir ki: Allah onun delilini çürüttü, yani geçersiz ve zail kıldı, demektir. Dahd’ın aslı: Ayak kaymaktır. 141Kur’a çekti; kaybedenlerden oldu. 142Onu balık yuttu; o, kendini kınıyordu. "Ve hüve mülim": İbn Kuteybe: Günahkardır, demiştir. Elamerrecülü denir ki: Kınanacak bir günah işledi, demektir. Şair de şöyle demiştir: Kim din kardeşine yardım etmezse, kınanır. 143Eğer tesbih edenlerden olmasa idi, "Eğer tesbih edenlerden olmasa idi": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: Namaz kılanlardan, demektir, bunu da İbn Abbâs ile Said b. Cübeyr, demişlerdir. İkincisi: İbadet edenlerden demektir, bunu da Mücâhid ile Vehb b. Münebbih, demişlerdir. Üçüncüsü: "Lailâhe illâ ente sübhaneke inni küntü minez zalimin” (Enbiya: 87) sözüdür, bunu da Hasen, demiştir. İmran el - Kattan'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Allah’a yemin ederim ki, o, balığın karnında ilk defa ettiği bir duadır. Bu görüşe göre balığın karnındaki tesbihidir. Ülemanın çoğunluğu ise şöyle demişlerdir: Eğer onu balık yutmadan önce tesbih etmemiş olsa idi 144Elbette onun karnında (ölülerin) diriltileceği güne kadar kalırdı. "onun karnında ölülerin dirileceği güne kadar kalırdı": Katâde şöyle demiştir: Balığın kamı ona kıyamete kadar kabir olurdu, ancak o bol zamanlarında çok dua ettiği için Allah onu bu sayede kurtardı. Balığın karnında ne kadar kaldığında da beş görüş vardır: Birincisi: Kırk gün, bunu da Enes b. Malik, Ka’b, Ebû Mâlik, İbn Cüreyc ve Süddi, demişlerdir. İkincisi: Yedi gün, bunu da Said b. Cübeyr ile Atâ’, demişlerdir. Üçüncüsü: Üç gündür, bunu da Mücâhid ile Katâde, demişlerdir. Dördüncüsü: Yirmi gündür, bunu da Dahhâk, demiştir. Beşincisi: Günün bir kısmıdır; balık onu kuşluk vakti yuttu, güneş batmadan önce de onu açık araziye attı. Bunu da Şa’bî, demiştir. 145Biz de onu hasta bir vaziyette açık alana attık. "Fenebeznahü": İbn Kuteybe: Onu attık, demiştir. "Bilarâi": O da ağaç veya başka bir şeyin kapatmadığı sanki çıplak arazidir. "O hasta idi": İbn Mes’ûd: Tüyleri yolunmuş civciv gibi idi, demiştir. Said b. Cübeyr de şöyle demiştir: Allahü teâlâ onu karaya at, diye balığa vahyetti. Balık da onu attı; üzerinde ne deri ne de tırnak vardı. 146Üzerine kabak (türünden) bir ağaç bitirdik. "Üzerine kabak türünden bir ağaç bitirdik": İbn Abbâs, âyette geçen kar’: Kabaktır, demiştir. Ümeyye b. Ebi Salt da İslâm’dan önce şöyle demiştir: Üzerine Allah'dan bir rahmet olarak kabak ağacı bitirdi, Eğer Allah olmasa idi, güneşte kalırdı. Zeccâc da şöyle demiştir: Kabak, karpuz ve acıhıyar gibi gövdesi üzerinde durmayan ve yere yayılan her bitkiye yaktin, denir. Bu da katana bilmekani kökünden gelir ki, bir yerde ikamet etmektir. Bu bitkinin bütün yaprakları yerin üzerinde olur. Onun içindir ki, ona: Yaktin, denilmiştir, İbn Mes’ûd da şöyle demiştir: Ondan gölgelenir, ondan istifade ederdi, ağaç kuruyunca Yûnus ona ağladı: Allahü teâlâ da ona: "Kuruyan bir ağaca ağlıyorsun da yüzbin veya daha çok insanın helak olmasına ağlamıyorsun?” dedi. Yezid b. Abdullah b. Kusayt da şöyle demiştir: Allah ona arkadaş olarak dağ koyunlarını (antilopları) gönderdi, sabah akşam ona gelirler; o da sütlerini içerdi, ta elleninceye kadar böyle devam etti. Eğer: "Başka değil de kabak bitirmenin faydası nedir?” denilirse. Cevap şöyledir: O, balığın kamından tüyü yolunmuş civciv gibi çıkmıştı: derisi erimişti; ona yadlaşan her şey ona eziyet ederdi. Kabak bitkisinde ise bir özellik vardır; o da neyin üzerine bırakılırsa, ona sinek yaklaşmaz. Allah onun üzerine kabak bitirdi ki, yaprakları onu örtsün de onu sineklerin üşüşmesinden korusun. 147Onu yüz b. veyahut daha çok kişiye gönderdik. "Onu yüz b. kişiye gönderdik": Âlimler ihtilaf ettiler; Yûnus onu balık yutmadan önce mi peygamber gönderilmişti yoksa sonra mı? Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: O, Yûnus: 98’de anlattığımız gibi balığın onu dışan atmasından sonra idi, bu da İbn Abbâs’tan rivayet edilmiştir. İkincisi: O, kendisini balık yutmadan önce idi, bu da çoğunluğun görüşüdür; Hasen ile Mücâhid de onlardandır, doğrusu da budur. Mana da şöyledir: Biz onu yüz b. kişiye göndermiş idik. Balığın karnından çıkınca peygamber olarak gönderildiği kavmine dönmesi emredildi. "Ev” edatı üzerinde de üç görüş vardır: Birincisi: O, "bel = hayır” manasınadır, bunu da İbn Abbâs ile Ferrâ’, demişlerdir. İkincisi: O, vav manasınadır, bunu da İbn Kuteybe, demiştir, Übey b. Ka'b, Muaz el - Kari, Ebû'l - Mütevekkil ve Ebû İmran el - Cevni, elifsiz olarak "ve yezidun” okumuşlardır. Üçüncüsü: O, aslı üzeredir, Mana da şöyledir: Yahut sizin takdirinize göre, biri onlara baktığı zaman Bunlar yüz bindir veyahut daha fazladır, diyeceği kalabalık bir kavme gönderdik. Ne kadar fazla olduklarında da dört görüş vardır: Birincisi: Onlar yüz yirmi b. kişi idiler. Bunu da Übey b. Ka’b, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'den rivavel etmiştir. İkincisi: Onlar yüz otuz b. kişi idiler. Üçüncüsü: Yüz otuz küsur b. idiler. Bu ikisi İbn Abbâs'tan rivayet edilmiştir. Dördüncüsü: Onlar yüz yetmiş b. kişi idiler, bunu da Said b. Cübeyr ile Nevf, demişlerdir. 148Ona iman ettiler; biz de onları bir süreye kadar faydalandırdık. "İman ettiler": Ne zaman iman ettiklerinde de iki görüş vardır: Birincisi: Azabı gördükleri zaman. İkincisi: Onlara Yûnus gönderildiği zaman. "Onları bir süreye kadar faydalandırdık": Ecelleri gelinceye kadar, demektir. 149Onlara sor, kızlar Rabbinin de oğlanlar onların mı? "Onlara sor": Yani Mekke halkına, azarlama ve onaylatma için sor, çünkü onlar meleklerin Allah'ın kızları olduğunu iddia ettiler. 150Yoksa biz melekleri dişiler olarak yarattık da onlara şahitler mi? "Onlar şahitler mi?": Yani orada hazırlar mı? 151Bilin ki, gerçekten onlar yalanlarından diyorlar: "Bilin ki, gerçekten onlar yalanlarından": Yani uydurmalarından 152"Allah doğurdu". Gerçekten onlar elbette yalancılar. "Allah doğurdu, diyorlar": Meleklerin Allah'ın kızları olduklarını iddia etmekle. 153Kızları oğlanların üzerine mi seçti? "Kızları mı seçti (estafel benati)": Ferrâ’ şöyle demiştir: Bu, bir sorudur, içinde onlar için azarlama vardır. Bazen azarlama türü sorudan istifham hemzesi atılır, meselâ "ezhebtüm tayyibatiküm” (Ahkaf:20) âyetinde olduğu gibi. "Ezhetüm” istifhamla da okunur, istifhamsız da okunur, ikisinin de manası birdir. Ebû Hureyre, İbn Müseyyeb, Zührî, İbn Cemmaz da Nafî’den, Ebû Cafer ve Şeybe, vasıl ile hemzesiz ve medsiz olarak "veinnehüm lekazibunestafa” okumuşlardır. Ebû Ali de şöyle yorumlamıştır: Bu, haber verme tarzındadır, sanki: Onların dediği gibi kızları oğlanlara tercih etmiştir, örneğin şu âyette olduğu gibi: "Azabı tat, gerçekten sen onurlu ve saygıdeğer birisin” (Duhan: 49). 154Size ne oluyor, nasıl hüküm veriyorsunuz? 155Hiç düşünmüyor musunuz? "Size ne oluyor, nasıl hüküm veriyorsunuz?” kızların Allah’a, oğlanların da size ail olduğuna? 156Yoksa açık kanıtınız mı var? "Yoksa açık kanıtınız mı var?": Yani dediklerinizi isbal edecek. 157Eğer doğru söylüyorsanız, kitabınızı getirin. "Kitabınızı getirin” içinde kanıtınız olan kitabınızı. 158O’nunla (Allah'lâ) cinler arasında bir soy uydurdular. And olsun, gerçekten cinler şüphesiz kendilerinin de (cehenneme) celp edileceklerini bildiler. 159Allah, onların niteledikleri şeyden münezzehtir. "O’nunla cinler arasında bir soy uydurdular": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: Onlar: O’nunla İblis kardeştirler, dediler, bunu da el-Avfi, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Maverdi şöyle demiştir: Bu, zındıkların ve hayır Allah’tan, şer de İblis'tendir, diyenlerin sözleridir. İkincisi: Kureyş kâfirleri: Melekler Allah'ın kızlarıdır, cinler de meleklerin cinnet denilen bir sındıdır, dediler. Üçüncüsü: Yahudiler: Allah cinle evlendi onlardan da melekler oldu, dediler. Bunu da Katâde ile İbn Saib, demiştir. Bu durumda cinnetten iki görüş çıkmış oldu: Birincisi: Onlar meleklerdir. İkincisi: Cinlerdir. Birinciye göre "cinler bildi ki,” sözünün manası "melekler bildi ki,” olur. "Şüphesiz kendileri” yani o müşrikler "celp edilecekler” yani cehenneme, demektir. İkinciye göre "gerçekten cinler bildi ki, şüphesiz onlar” bizzat cinler bildi şeklindedir, "Elbette celp edilecekler” hesap vermek için. 160Ancak Allah’ın ihlaslı kulları hariç. "Ancak Allah'ın ihlaslı kulları hariç": Yani O’nu bir bilenler, demektir. Neden istisna edildikleri hususunda da iki görüş vardır: Birincisi: Ateşte hazır olmaktan, bunu da Mukâtil, demiştir. İkincisi: Onların niteledikleri şeyden. Bu da İbn Saib’in görüşünün manasıdır. 161Şüphesiz siz ve taptıklarınız, 162O’na karşı (insanları) yoldan çıkaranlar değilsiniz (bir şey yapamazsınız). "Şüphesiz siz": Yani müşrikler "ve taptıklarınız” Allah’tan başka, "o şeyler ki, üzerindesiniz": Yani tapıyorsunuz, "yoldan çıkaranlar değilsiniz": Yani kimseyi saptırmazsınız, demektir. 163Ancak cehenneme girecek olan müstesna. "Ancak ceheneneme girecek olan müstesna": Yani Allah’ın ezeli ilminde cehenneme gireceği geçmiş olanlar, demektir. 164Bizden kim varsa, mutlaka onun bilinen bir makamı vardır. Sonra "bizden kim varsa” diyerek meleklerden haber verdi, mana da: Biz meleklerden kim varsa, demektir. "Mutlaka onun bilinen bir makamı vardır": Yani göklerde Allah'ın ibadet edildiği bir makamı vardır. 165Gerçekten bizler elbette saf tutanlarız. "Gerçekten bizler elbette saf tutanlarız": Katâde: Göklerdeki sallardır, demiştir. Süddi de: O namazdır, demiştir. İbn Saib de: Dünya halkının yerdeki safları gibi meleklerin gökteki saflarıdır, demiştir. 166Gerçekten bizler elbette tesbih edenleriz. "Gerçekten bizler elbette tesbih edenleriz": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Onlar namaz kılanlardır. İkincisi: Aziz ve celil olan Allah’ı kötülükten tenzih edenlerdir. Ömer b. Hattab namaz vakti olduğu zaman yüzünü insanlara döner şöyle derdi: Allah sizden melekler gibi davranmanızı isliyor; gerçekten bizler elbette saf tutanlarız ve gerçekten bizler elbette tesbih edenleriz (saflarınızı sık ve düzgün tutun). 167Gerçekten elbette derlerdi: Sonra müşrikimden haber vermeye dönüp "gerçekten elbette derlerdi (ve in kânu leyekulune)” dedi. "leyekulune"deki lâm tekit içindir, Mana da şöyledir; kureyş kâfirleri Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem gönderilmeden önce gerçekten söyle derlerdi: 168"Eğer yanımızda öncekilerden bir zikir olsaydı", "Eğer yanımızda bir zikir olsa idi": Yani bir kitap olsa idi, "öncekilerden": Yani öncekilerin kitapları gibi; onlar da Yahudilerle Hıristiyanlardır. 169"Elbette Allah'ın ihlaslı kulları olurduk". "Elbette Allah’ın ihlaslı kulları olurduk": Yani aziz ve celil olan Allah’a ihlasla ibadet ederdik. 170Onu (Kur’ân'ı) inkâr ettiler; elbette bilecekler. "Onu inkâr ettiler": Burada kısaltma vardır, takdiri şöyledir: Onlara istediklerini verince, onu inkâr ettiler. "İleride bilecekler": İnkârlarının akibetini. Bu da onlar için tehdittir. 171Yemin olsun, gerçekten gönderilen kullarımız için sözümüz geçti. "Yemin olsun gerçekten sözümüz geçti": Yani peygamberlere yardım va’dimiz geçti, demektir; o da: "Allah: Elbette ben ve elçilerim galip geleceğiz diye yazdı” (Mücadele: 21) sözüdür. 172"Şüphesiz onlar gerçekten onlar, yardım edilmişlerdir". "Şüphesiz onlar gerçekten onlar, yardım edilmişlerdir” delille. 173Gerçekten bizim ordumuz, onlara galiplerdir. "Gerçekten bizim ordumuz": Yani mü’min topluluklarımız "onlara galiplerdir” yine delil ve zaferle. 174Bir süreye kadar onlardan yüz çevir. "Onlardan yüz çevir": Yani Mekke kâfirlerinden yüz çevir, "bir zamana kadar": Yani onlara verdiğimiz süre bitinceye kadar. Mücâhid şöyle demiştir: Sana savaşmanı emredinceye kadar. Buna göre âyet muhkemdir. Bir rivayette de: ölüme kadar, demiştir. Katâde de böyle demiştir. İbn Zeyd de: Kıyamete kadar, demiştir. Buna göre ona nesih anz olabilir. Mukâtil b. Hayyan da: Onu savaş âyeti neshetmiştir, demiştir. 175Onları gör; ileri de görecekler. "Onları gör": Yani azap indiği zaman onlara bak, demektir. Mukâtil b. Süleyman: O da Bedir’deki azaptır, demiştir. Hallerini kalp gözünle gör, diyenler de olmuştur. "İleride görecekler": İnkar ettikleri şeyi. Onu yalanlamak için azabı acele isterlerdi, onun için: 176Azabımızı mı acele istiyorlar? "Azabımızı mı acele istiyorlar?” dedi. 177Meydanlarına inince, uyarılanların sabahı ne kötüdür! "Feiza nezele (azap indiği zaman)": İbn Mes’ûd, Ebû İmran, Cahderi ve İbn Yamur, nunun ref'i, zenin kesri ve şeddesiyle "fe iza nüzile” okumuşlardır. "Meydanlarına": Alanlarına ve çevrelerine, demektir. Âyette geçen saha: Evin avlusudur. Ferrâ’ şöyle demiştir: Araplar saha, mahalle demekle yetinir, oturanları kastederler: Nezele bikel azabu ve bisahatike (sana ve meydanına azap indi) derler. Zeccâc da: O kavmin azabı da öldürülmek idi, demiştir. "Uyarılanların sabahı ne kötüdür!": Yani azapla uyarılanların sabahı ne kötüdür, demektir. 178Bir süreye kadar onlardan yüz çevir. 179Onları gör; ileride görecekler. Sonra azap tehdidini tekit etmek için geçen ifadeyi iki âyette tekrar edip: "Onlardan yüz çevir...” dedi. 180Senin Rabbin, galipliğin Rabbi onların niteledikleri şeyden münezzehtir. Sonra şöyle diyerek kendini onların dediklerinden tenzih edip: "Senin Rabbin, galipliğin Rabbi münezzehtir” dedi. Mukâtil: Dünya Kralları gibi onurlanan Rabbin, demiştir. "Niteledikleri şeylerden": Yani kadın ve evlat edinmekten münezzehtir, demektir. 181"Gönderilmiş (peygamber)lere selam olsun. "Gönderilmişlere selam olsun": Bunda da iki mülahaza vardır: Birincisi: Onurlandırmak için onlara selam vermesidir. İkincisi: Selamette olmalarını haber vermesidir. 182Âlemlerin Rabbi Allah’a hamd olsun. "Âlemlerin Rabbi Allah'a hamdolsun": Müşrikleri helak edip peygamber ve elçilerine yardım ettiği için. |
﴾ 0 ﴿