39-ZÜMER SÛRESİMekke'de inmiştir. 75 ayettir. Buna Guref suresi de denir. İniş Sebebi El - Avfı ile İbn Ebi Talha, İbn Abbâs’tan onun Mekki olduğunu söylediğini rivayet etmişler; Hasen, Mücâhid, İkrime, Katâde ve Cabir b. Zeyd de böyle demişlerdir. İbn Abbâs’tan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Onda iki âyet vardır ki, onlar Medine’de inmiştir; onlar da "Allahu nezzele ahsenel hadisi” (Zümer: 23) ve "ya ibadiyellezine esrefu” (Zümer: 53) âyetidir. Mukâtil de şöyle demiştir: Onda Medeni olarak şu âyetler vardır: "Kul ya ibadiyellezine esrefu” (âyet: 53) ve "lillezine ahsenu fi hazihiddünya haseneh” (âyet: 10). Ondan bir rivayet de şöyledir: Onda Medeni iki âyet vardır: "Yaibadiyellezine esrefu” (Zümer: 53) ve "ya ibadiyellezine amenutteku rabbeküm” (Zümer: 10); Seleften bazıları da şöyle demişlerdir: Onda üç Medeni âyet vardır: "Kul ya ibadiyellezine esrefu... ve entüm lâ teşurun” (Zümer:53-55). Bismillahirrahmanirrahim 1Kitabın indirilmesi mutlak gâlib, hikmet sahibi Allah'tandır. "Kitabın indirilmesi (tenzîlü’l-kitâbi)": Zeccâc şöyle demiştir: Kitap burada Kur’ân’dır. Tenzîlü’nün merfu okunması iki itibarladır: Birincisi: Mübteda olması hasebiyledir, haber de "minallah"tır. Mana da şöyledir: O, Allah katından indi. İkincisi: Gizli mübteda iledir: Haza tenzildi kitabi. 2Şüphesiz, biz kitabı sana hak ile indirdik; sen de dini O’na halis kılarak Allah’a ibadet et. "Muhlisan” ise hal olarak mensubtur, Mana da şöyledir: Allah'ı birleyerek ibadet et, O’na hiçbir şeyi ortak koşma. 3Bilin ki, halis din Allah'ındır. O’ndan başka dostlar edinenler: "Biz onlara (putlara) ancak bizi Allah'a yaklaştırsınlar diye tapıyoruz” (derler). Şüphesiz Allah ihtilaf ettikleri şeyde aralarında hükmeder. Şüphesiz Allah yalancı, gerçek kafire hidayet etmez. "Bilin ki, halis din Allah’ındır": Yani şirkten arınmış din Allah'ındır, demektir. Gerisi Allah’ın emrettiği din değildir. Mana şöyledir de denilmiştir: Halis din ancak Allah’ın hakkıdır. "O’ndan başka dostlar edinenler": Yani ilâhlar edinenler demektir ki, bunun içine "Uzeyr Allah’ın oğludur” ve "Mesih İsa Allah’ın oğludur” (Tevbe: 30) diyenlerle bütün putlara tapanlar girer. Buna da "eğer Allah dileseydi evlat edinirdi” (Zümer: 4) âyeti delalet etmektedir. "Biz onlara tapmıyoruz": Yani: Biz onlara tapmıyoruz, derler. "Ancak bizi Allah’a yaklaştırmaları için": Yani Allah katında bize şefaat etmeleri için tapıyoruz. Zülta da: Yakınlıktır, o da mastar yerine geçmiş isimdir. Sanki: Uyukarribuna ilallahi takriben, demiş gibi oldu. "Şüphesiz Allah aralarında hükmeder": Yani din müntesipleri arasında ihtilaf ettikleri hususlarda. Bir topluluk bu âyetin kılıç âyetiyle mensuh olduğunu söylemişlerse de izahı yoktur. "Şüphesiz Allah hidayet etmez": Yani irşat etmez, "yalancıyı” ilâhlar şefaat eder diye yalan söyleyeni. "Gerçek (kızıl) kâfiri": Yani onları ilâh edinmekle kâfir olanı. Bu da onların Allah'ın ezeli ilminde hidâyetten mahrum olduklarını haber vermektedir. 4Eğer Allah evlat edinmek isteseydi, yarattığı şeylerden dilediğini elbette seçerdi. O, münezzehtir. O; bir ve galip Allah'tır. "Eğer Allah evlat edinmek isteseydi": Bunu Allah’a nispet edenlerin iddialarına göre, "elbette seçerdi": Yani yarattıklarından beğenirdi. Mukâtil de: Meleklerden, demiştir. 5Gökleri ve yeri hak ile yarattı. Geceyi gündüzün üzerine sarar, gündüzü de gecenin üzerine sarar. Güneşi ve ayı ram etti. Her biri belli bir süre için akar. Bilin ki, O, mutlak galip, çok bağışlayıcıdır. "Gökleri ve yeri hak ile yarattı": Yani onları boşuna yaratmadı, demektir. "Geceyi gündüzün üzerine sarar (yükevvirü)": Ebû Ubeyde şöyle demiştir: Bunu onun içine girdirir, İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Tekvirin aslı sarmaktır, sarığın kevri, kıvrımı da ondan gelir. Başkası da şöyle demiştir: Tekvir, bir şeyi üst üste atmaktır. "Güneşi ve ayı ram etti": Yani onları kendi iradesine göre yürümeye mahkum etti, demektir. "Her biri belli bir süre için akar": Yani Allah’ın dünyaya verdiği ömrün sonuna kadar, demektir. Biz de azizin manasını Bakara: 129, gaffarın manasını da Tatla: 82’de şerh etmiş idik. 6Sizi tek bir nefisten yarattı. Sonra da ondan eşini kıldı (meydana getirdi). Sizin için hayvanlardan sekiz çift indirdi. Sizi analarınızın karınlarında üç karanlık içinde bir yaratmanın ardından bir yaratma ile yaratıyor. İşte Rabbiniz Allah budur. Mülk O’nundur. O’ndan başka İlâh yoktur. Nasıl da çevriliyorsunuz! "Sizi tek bir nefisten yarattı": Yani Âdem'i, "sonra da ondan eşini kıldı": Yani sizi yaratmadan önce ondan eşini yarattı. Çünkü Havva, ziirriyetten önce yaratıldı. Bu da: Bugün sana verdim, dün verdiğim daha çoktu, sözüne benzer. Bu Ferrâ’’nın tercihidir. Başkası da şöyle demiştir: Sonra ondan da eşini yarattığını size haber verdi. "Sizin için hayvanlardan indirdi": Yani yarattı. "Sekiz çift": Biz de bunu En’am: 143'te beyan etmiş idik. "Bir yaratmanın ardından bir yaratma ile": Yani meni, kan pıhtısı, bir çiğnem et, sonra kemik, sonra et, sonra da kıl bitirdi. Çocuk olarak çıkıncaya kadar daha birçok evrelerden geçirdi. Bu da cumhûrun görüşüdür. İbn Zeyd de şöy le demiştir: Sizi Âdem'in belinde yarattıktan sonra analarınızın karınlarında yaratmakla. "Üç karanlıklarda": Karnın karanlığı, rahmin karanlığı ve eşin (plasentanın) karanlığı. Bunu da cumhûr demiştir, İbn Zeyd de onlarladır. Ebû Ubeyde de şöyle demiştir: O babanın belinin karanlığı, ananın karnının karanlığı ve rahmin karanlığıdır. "Nasıl da çevriliyorsunuz!": Yani bu kadar açıklamadan sonra nasıl da haktan döndürüyorsunuz! 7Eğer küfrederseniz şüphesiz Allah sizden müstağnidir. Kulları için küfre razı olmaz. Eğer şükrederseniz sizin için buna razı olur. Bir günahkar başkasının günahını taşımaz. Sonra dönüşünüz Rabbinedir. Size yaptıklarınızı haber verir. Şüphesiz O, göğüslerin sahibini (içindekileri) hakkıyla bilendir. "Eğer küfrederseniz şüphesiz Allah sizden müstağnidir": Yani iman ve ibadetinize muhtaç değildir, demektir. "Kulları için küfre razı olmaz": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Buna mü'minler için razı olmaz, bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: İradesiyle de olsa hiç kimse için razı olmaz. İrade ile rıza arasında fark vardır. Biz de buna "vallahu lâ yuhibbül fesad” (Bakara: 205) kavlinde İşaret etmiştik. "Eğer şükrederseniz sizin için razı olur": Yani o şükrün tizden razı olur, demektir. "Şüphesiz O, göğüslerin sahibini bilir"; Yani kalplerde olanı demektir. 8İnsana bir sıkıntı dokunduğu zaman O’nayönelerek Rabbine dua eder. Sonra ona kendinden bir nimet verirse, önceden ettiği duayı unutur. Yolundan saptırmak için Allah’a eşler kılar. De ki: "Küfrünle biraz faydalan. Şüphesiz sen ateş halkındansın (cehennemliksin). "İnsana bir sıkıntı dokunduğu zaman": Kimin hakkında indiğinde iki görüş belirterek ihtilaf etmişlerdir: Birincisi: Utbe b. Rebia hakkında. İkincisi: Ebû Huzeyfe b. el - Muğire hakkında inmiştir. Bunu da Mukâtil, demiştir. Duıf ise: Sıkıntı ve zorluk demektir. "Müniyben ileylı": Şirkinden O’na dönerek, demektir. "Bir nimet": Başına gelen musibetten sonra bir nimet verirse, demektir; meselâ hastalıktan sonra sağlık, fakirlikten sonra zenginlik gibi. "Unutur": Ettiği duayı, bunda da üç görüş vardır: Birincisi: Allahü teâlâ’ya yalvardığı duayı unutur. İkincisi: Kaldırması için Allahü teâlâ'ya dua ettiği sıkıntıyı unutur. Üçüncüsü: Yalvarıp yakardığı Allah’ı unutur. Zeccâc şöyle demiştir: "Ma” edatı Allahü teâlâ'ya delalet eder, tıpkı "ve lâ en tüm abidune ma a’bud” (Kafirun: 3) âyetinde olduğu gibi. Ferrâ’ da: Dua ettiği şeyi unutur, demiştir. Endad’ın manası Bakara: 22, "liyudılle an sebilillah"in manası da Hac: 9'da geçmiştir. "De ki: Küfrünle biraz faydalan": Lâfzı emir ise de manası tehdittir; "faydalanın; yakında bileceksiniz” (Nahl: 55) âyetinde olduğu gibi. 9Gece saatlerinde secde ederek, kıyamda durarak ibadet eden, ahiretten sakınan ve Rabbinin rahmetini uman kimse (O’na asi olan kimse gibi midir?) De ki: "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Ancak saf akıl sahipleri öğüt alır". "Emmen hüve kanitün": İbn Kesir, Nâfi, Hamze, Ebû Cafer, Mufaddal da Âsım’dan, Zeyd de Ya’kûb 'tan, şeddesiz olarak "emen” okumuşlar; kalanlar ise şedde ile okumuşlardır. Şeddelinin manası şöyledir: Bu anlattığımız mı daha hayırlıdır yoksa o ibadet eden mi? "Emmen"in aslı em artı mendir; mîm mime idgam edilmiştir. Şeddesize gelince, onda üç mülahaza vardır: Birincisi: O, nida (ünlem) manasınadır. Ferrâ’ şöyle demiştir; Onu öyle okuyanlar şöyle izah etmişlerdir: Ya men hüve kanitün (ey dua eden kimse)! Bu da güzel bir izah tarzıdır. Araplar ya ile nida ettikleri gibi hemze ile de ederler; meselâ: Ya Zeydü akbil, derler. O zaman âyetin manası: Unutan kâfiri zikretmiş, sonra da iyi kimsenin kıssasını da nida ederek anlatmıştır; meselâ şu söz gibi: Filanca oruç da tutmaz namaz da kılmaz; ey oruç tutan, sana müjdeler olsun! İkincisi: Takdiri şöyledir: O dua eden etmeyen gibi midir? Üçüncüsü: Dua eden Allah’a eş tutan gibi midir? Biz de kunut’un manasını Bakara: 116’da, ânaelleyli’nin manasını da Al-i İmran: 113’te anlatmış bulunuyoruz. "Secde ederek, kıyamda durarak": Yani namaz kılarak, demektir. Kimin hakkında indiğinde beş görüş vardır: Birincisi: Ebû Bekir es - Sıddik’tır, bunu da Atâ’, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. İkincisi: Osman b. Affan'dır, bunu da İbn Ömer, demiştir. Üçüncüsü: Ammar b. Yasir’dir, bunu da Mukâtil, demiştir. Dördüncüsü: İbn Mes’ûd, Ammar, Suhayb ve Ebû Zer’dir. Bunu da İbn Saib, demiştir. Beşincisi: O Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'dir, bunu da Yahya b. Selam nakletmiştir. "Ahiretten sakınıyor": Yani ahiret azabından demektir. İbn Mes’ûd, Ubey b. Ka’b, İbn Abbâs, Urve, Said b. Cübeyr, Ebû Recâ’ ve Ebû İmran azap ilâve ederek: "Yahzeru azabel ahireti” okumuşlardır. "Rabbinin rahmetini umuyor": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: O bağışlamadır, bunu da İbn Saib, demiştir. İkincisi: Cennettir, bunu da Mukâtil, demiştir. "De ki: Hiç bir olur mu, bilenlerle” Allah’ın va’dettiği sevap ve azabın hak olduğunu "bilmeyenler": Âyetin kalan kısmı Ra’d: 19’da geçmiştir. "Bu dünyada iyilik edenler için iyilik vardır” kavli de Nahl: 30’da geçmiştir. 10De ki: "Ey iman edenler, Rabbinizden korkun. Bu dünyada iyilik edenler için iyilik vardır. Allah’ın yeri geniştir. Ancak sabredenlere mükafatları hesapsız bol bol verilir". "Allah’ın yeri geniştir": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Bu Mekke’den emniyette olacakları yere hicrete teşviktir. İkincisi: O teşvik ettiği cennet toprağıdır. "Ancak sabredenlere bol bol verilir": Onlar da başlarına gelene Allah için sabredenlerdir. "Hesapsız": Yani onlara öyle çok ve öyle bol verilir ki, akıl da almaz, amellerini de çok aşar. 11De ki: Şüphesiz ben, dini O’na has kılarak Allah’a ibadet etmekle emrolundum". "De ki: Şüphesiz ben emrolundum": Mukâtil şöyle demiştir: Kureyş kâfirleri, Resûlallah sallallahu aleyhi ve sellem’e: "Bize getirdiğin bu şeye seni ne zorluyor?! Atâ’larının dinine sarılmak sana yetmez mi?” dediler; bunun üzerine bu âyet indi. Mana da şöyledir: "De ki: Şüphesiz ben, dini O’na halis kılarak Allah’a ibadet etmekle emrolundum": Yani O'na tevhid üzere ve şirkten uzak olarak ibadet etmekle emrolundum, bu ümmetten 12"Müslümanların ilki olmakla emrolundum". "Müslümanların ilki olmakla emrolundum". 13De ki: Şüphesiz ben eğer Rabbime isyan edersem, büyük bir günün azabından korkarım". "De ki: Şüphesiz ben eğer Rabbime isyan edersem korkarım": Atâ’larımın dinine dönmekle "büyük bir günün azabından": Bu ve benzeri âyetlerin mensuh olduğunda ihtilaf etmişlerdir ki, biz de bunu En’am: 15’te beyan etmiştik. 14De ki: "Dinimi O’na has kılarak Allah’a ibadet ederim". "De ki: Dinimi O’na has kılarak Allah’a ibadet ederim": Yani tevhitle demektir. 15Öyleyse siz de O’ndan başka istediğinize ibadet edin. De ki: "Şüphesiz ziyan edenler, kıyamet gününde kendi nefislerini ve ailelerini ziyan edenlerdir. Bilin ki, bu, apaçık bir ziyandır". "Öyleyse siz de O’ndan başka istediğinize ibadet edin": Bu tehdittir. Bazıları, bunun kılıç âyetiyle neshedildiğini söylemişlerdir ki, geçerli değildir. Zira eğer emir olsa idi mensuh olurdu. Tehdit olunca neshi için bir anlam yoktur. "De ki: Şüphesiz ziyan edenler, kıyamet gününde kendi nefislerini ve ailelerini ziyan edenlerdir": Cehenneme gitmekle. Ailelerini ziyan etmelerinde de üç görüş vardır: Birincisi: İtâat ettikleri takdirde cennette kendileri için hazırlanacak alan hurileri ziyan etmişlerdir. Bunu da Hasen ile Katâde, demişlerdir. İkincisi: Cehennemdeki ailelerini ziyan etmişlerdir; çünkü onların orada (cennette) aileleri yoktur. Bunu da Mücâhid ile İbn Zeyd, demişlerdir. Üçüncüsü: Dünyadaki ailelerini ziyan etmişlerdir. Çünkü onlar inançsızlıkları yüzünden cehenneme giderken aileleri ise imanları sayesinde cennete gitmişlerdir. Bunu da Maverdi, demiştir. 16Onlar üstlerinden ateşten gölgeler ve altlarından gölgeler vardır. İşte Allah kullanın bununla korkutuyor. Ey kullarım, benden korkun! "Onlar için üstlerinden ateşten gölgeler vardır": Onlar da cehennemin katlarıdır. "Altlarından gölgeler demesi” çünkü onlar altlarındakiler için gölgeler şeklindedir. "İşte bu": Yani Allah’ın kullarına nitelediği azap "Allah'ın, kullarını korkuttuğu şeydir": Yani mü'min kullarını demektir. 17Tağuttan, ona ibadet etmekten uzak durup da Allah’a dönenler için müjde vardır. Öyleyse kullarımı müjdele. "Tağuttan uzak duranlar": İbn Zeyd, babasından şöyle rivayet etmiştir: Bu ve bundan sonraki âyetler cahiliye döneminde Allah’ın birliğine inanan üç kimse hakkında inmiştir: Zeyd b. Amr b. Nüfeyl, Ebû Zer ve Selman Farisi radıyallahu anhum. "Onlar Allah’ın hidayet ettiği kimselerdir": Kitapsız ve peygambersiz olarak. Burada tağuttan murat edilen şey hususunda da üç görüş vardır: Birincisi: Şeytanlardır, bunu da Mücâhid, demiştir. İkincisi: Kâhinlerdir, bunu da İbn Saıb, demiştir. Üçüncüsü: Putlardır, bunu da Mukâtil, demiştir. Mukâtil’in bu sözüne göre "yabuduha” demesi, onun müennes olmasındandır. Ahfeş de şöyle demiştir: "yabuduha” demesi, tağutun cemaat manasına olmasındandır. Eğer istersen onu tekil müennes de kabul edebilirsin. "Enabu ilallah” Allah'a Tevbe ederek döndüler, demektir. "Onlar için müjde vardır": Cennet müjdesi. "Febeşşir ibadiy": Ye iledir, Ebû Amr da bu ye’yi harekeli okumuştur. 18Onlar ki, sözü dinleyip de en güzeline tabi olurlar. İşte onlar Allah’ın hidayet ettiği kimselerdir ve işte onlar saf akılların sahipleridir. Sonra onları niteleyip: "Onlar sözü dinlerler” dedi. Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: O Kur’ân’dır. Bunu da cumhûr, demiştir. Buna göre âyetin manasında birkaç görüş vardır ki, biz de onları A’raf: 145’te: "Kavmine onun en güzelini almalarını emret” âyetinde şerh etmiş idik. İkincisi: Bütün sözlerdir, sonra bunun manasında da iki görüş vardır: Birincisi o, bir mecliste bir cemaatle oturup da onların konuşmalarını dinleyen kimsedir; duyduklarının güzeli ile amel eder ve onu gittiği yerde konuşur. Kötülüklerinden de göz yumar onu kimseye açmaz. Bunu da İbn Saib, demiştir. İkincisi: Müseyieme bir Kur’ân getirip kâhinler de yaldızlı boş sözler ortaya koyunca, mü'minler bunlarla Allah kelâmını ayırıp Allah’ın kelâmına tabi oldular, onların bâtıll sözlerini terk ettiler. Bunu da Ebû Süleyman Dımeşki, demiştir. 8 8 - Üçüncü görüşü söylemedi, belki bu ikisi ile yetinmiştir. Muhakkikin notu. 19Üzerine azap sözü hak olan kimseyi mi, ateşteki kimseyi mi kurtaracaksın? "Üzerine azap sözü hak olan kimseyi mi?": İbn Abbâs: Allah’ın ilm-i ezelisinde cehennemlik olduğu geçen, demiştir. Eğer: "Bu âyetle nasıl iki soru cevapsız olarak toplandı?” denilirse. Şöyle denilmiştir: Ferrâ’: Bundan bir soru murat edilmiştir, demiştir. Birinci soru lâm yerine düşmeyince, İkincisi yerine konulmuştur: bu durumda mana şöyle olur: Eleente lünkızü men finnari men hakkat aleyhi kelimetül azap (sen cehennemdekini mi, üzerine azap sözü hak olanı mı kurtaracaksın)? Şu âyet de öyledir: "Eyeidüküm enneküm iza mittüm ve künlüm türaben ve izamen enneküm muhracun” (Mü’minun: 35). Enneküm lâfzını iki kere tekrar etti, Mana da şöyledir: Öldüğünüz zaman kabirlerden çıkarılacağınızı mı size va’dediyor? Şu âyet de öyledir: "Latahse bennellezine yefrehune bima etev", sonra da şöyle dedi: "Fela tahsebennehüm” (Al-i İmran: 188). Tahsebenne lâfzını iki kere tekrar etti, Mana da şöyledir: Azaptan kurtulacaklarına sevinenleri zannetme... Zeccâc da şöyle demiştir: Kelâmda mahzufun olması da câizdir, takdiri şöyledir: Efemen hakka aleyhi kelimetül azabi feyetehallesa minhü ev yencüve (üzerine azap hak olanın halas olup kurtulacağını mı zannediyorsun)? Müfessirler şöyle demişlerdir: Sen onu kaderinden kurtanp da onu mü’min kılacağım mı zannediyorsun? Mana da şöyledir: Buna gücün yetmez. Atâ’ da şöyle demiştir: Bu âyetle Ebû Leheb ile ile Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in aşiretinden imandan geri kalanları murat etmiştir. 20Ancak Rablerinden korkanlar için odalar, üstlerinden yapılmış ve altlarından ırmaklar akan odalar vardır. Allah’ın va’di olarak. Allah sözünden caymaz. "Lakinillezinettekav": Ebû’l - Mütevekkil ile Ebû Cafer nunun şeddesi ve fethi ile "lakinne” okumuşlardır. Zeccâc da şöyle demiştir: El- Curef: Cennette yüksek konutlardır. "Üstlerinde de odalar vardır": Yani onlardan daha yüksek konutlar vardır, demektir. "Va’dallah": Mastar olarak mensubtur, Mana da şöyledir: Vaadehümüllahu ğurefen va’den (Allahı onlara yüksek cennet odaları va’detmiştir). Kim de ref ile: Va’dullahi okursa, mana: Bu, Allah'ın va’didir, olur. 21Görmedin ini Allah gökten su indirdi de onu yerdeki pınarlara soktu. Sonra onunla renkleri farklı ekinler çıkarıyor. Sonra kurur; onu sapsarı görürsün. Sonra onu bir kırıntı kılar. Şüphesiz bunda saf akıl sahipleri için elbette bir öğüt vardır. "Gökten su indirdi": Şa’bî şöyle demiştir: Yerdeki her şey gökten indirilmiştir. "Onu pınarlara soktu": İbn Kuteybe şöyle demiştir: Onu yere sokup pınarlar kıldı, yani kaynayan pınarlar, demektir. "Stimme yehicü": Sona kurur, demektir, Esmaî şöyle demiştir: Bitki tam kuruduğu zaman: Hace yehicü heycen, denir. Hutam'ın manasına gelince, Ebû Ubeyde şöyle demiştir: O, kuruyup da kırılan bitkidir, rüfat ta öyledir. Mukâtil şöyle demiştir: Bu, dünyanın misalidir; bitkiyi yemyeşil görürken bir de bakarsın ki, sararıp helak olmuştur. Dünya've süsü de öyledir. Başkası da şöyle demiştir: Bu açıklama aziz ve celil olan Allah'ın kudretini göstermektedir. 22Allah'ın, göğsünü İslâm’a açtığı ve onun Rabbinden bîr nûr üzerinde olan kimse (kalbi mühürlenen kimse gibi midir)? Vay, kalpleri Allah'ın zikrinden katılaşanlara! İşte onlar apaçık bir sapıklık içindedir, "Allah’ın, göğsünü açtığı kimse?": Zeccâc, cevabı terk edilmiştir, çünkü kelâmda ona delalet eden kısım vardır, takdiri de şöyledir, demiştir: Allah’ın, göğsünü açıp da hidayet bulan kimse kalbini mühürleyip de hidayet bulmayan kimse gibi midir? "Vay kalpleri katı olanların haline” kavli de bunu gösterir. İbn Mes’ûd şöyle rivayet etmiştir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem bu âyeti okudu, biz de: "Ya Resûlallah, bu açma nasıldır?” dedik. O da bir hadis söyledi; biz de onu "Allah kime hidayet etmek isterse, onun göğsünü İslâm’a açar” (En'am: 125) âyetinde şerh etmiştik. "O Rabbinden bir nûr üzerindedir": Bunda da dört görüş vardır: Birincisi: Yakin (kesin inançtır), bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Başvuracağı ve onu referans kabul edeceği Allah’ın kitabıdır, bunu da Katâde, demiştir. Üçüncüsü: Açıklamadır, bunu da İbn Saib, demiştir. Dördüncüsü: Hidayettir, bunu da Mukâtil, demiştir. Bu âyet kimin hakkında inmiştir? Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: O Ebû Bekir es - Sıddik ile Übey b. Halef hakkında inmiştir. Bunu da Dahhâk, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. İkincisi: Hazret-i Ali ve Hamza ile Ebû Leheb ve oğlu hakkında inmiştir. Üçüncüsü: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ile Ebû Cehil hakkında inmiştir. "Vay kalpleri Allah’ın zikrinden katılaşanlara": Katılaşmanın manasını da Bakara: 74’te beyan etmiştik. Eğer: "Kalp Allah’ın zikrinden nasıl katılaşır” denilirse? Cevap şöyledir: Onlara inanmadığı Allah’ın zikri her okundukça, kalpleri ona iman etmekten katılaşır. Mukâtil ile bazıları da, buradaki "men"in "an” manasına olduğuna kail olmuşlardır. Ferrâ’ da: Bu: Üthimtü an taamin ekeltuhu ve min taamin ekeltuhu (yediğim yemekten midem bozuldu) sözüne benzer, demiştir. Kalpleri Allah’ın zikrinden katılaşması, onu yalan saymakla kalpleri çok sertleşmesindendir. Kim de: Kaset kulubum ahhu demek isterse, ondan yüz çevirdi manasını verir. Übey b. Ka’b, İbn Ebi Able ve Ebû İmran, "min” yerine "an” ile "kulubuhum an zikrillahi” okumuşlardır. 23Allah sözün en güzelini ahenktar ikişerli bir kitap olarak indirdi. Ondan Rablerinden korkanların derileri ürperir. Sonra derileri ve kalpleri Allah’ın zikrine yumuşar. İşte bu, Allah'ın, dilediğine hidayet ettiği hidayettir. Allah kimi saptırırsa, onun için bir yol gösterici yoktur. "Allah sözün en güzelini indirdi": Yani Kur’ân’ı demektir. Biz de iniş sebebini Yûsuf suresinin başında zikretmiştik. "Ahenktar bir kitap olarak": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Birbirlerine âyette ve harflerde benzer; âyet ayete benzer, kelime kelimeye benzer, harf harfe benzer. İkincisi: Birbirini doğrular; onda tutarsızlık ve çelişki yoktur. "ikişerli": Çünkü onda kıssalar, farzlar, sevap ve azap tekrar edilmiştir. Eğer: "Biri yettiği halde kıssaların tekrar edilmesindeki hikmet nedir?” denilirse. Cevap şoyledir: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e Arap heyetleri gelirdi, Müslümanlar da onlara Kur’ân'dan parçalar okurlardı; bu da onlara yeterdi. Değişik kabilelere de farklı sureleri gönderirdi; eğer haberler ve kıssalar tekrar edilmese idi, Mûsa kıssası bir kavme, İsa kıssası bir kavme ve Nûh kıssası da bir kavme düşerdi. Allahü teâlâ ise bu kıssaların yerin her tarafında meşhur olup bütün insanlara ulaşmasını irade etti. Aynı cinsten Kelâmın tekrarındaki faydayı da ileride "febieyyi alai rabbiküma tükezziban” (er-Rahman); "lâ abuduma tabudun” (Kafirun); "evla leke feevla” (Kıyamet: 34, 35) "vema edrake ma yevmüddin” (İnfitar: 17, 78) âyetlerinde zikredeceğiz. "Ondan Rablerinden korkanların derileri ürperir": Yani onları bir titreme tutar, o da korkudan insan derisinde meydana gelen değişikliktir. Abbas b. Abdülmuttalib, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'den şöyle dediğini rivayet etmiştir: Bir kulun Allah korkusundan derisi ürperirse, kuru ağacın yaprakları nasıl dökülürse, günahları öyle dökülür". 9 9 - Suyuti, ed - Dürrü'l - Mensur, Hakim Tirmizî'nin Nevadirül - Usul rivâyetinden. Âyetin manasında da üç görüş vardır: Birincisi: O’nun tehdidinden titrer, va'dinden yumuşar, bunu Süddi, demiştir. İkincisi: Korkudan titrer, umuttan yumuşar. Üçüncüsü: O’nu tazim ettiği için derisi ürperir, onu okuduğu zaman da yumuşar, bu ikisini Maverdi zikretmiştir. Manaya aşina olan bazıları da şöyle demişlerdir: "ilâ zikriliah"ta zikrin mef'ulü belli olduğu için atılmıştır. Mana da şöyledir: Kalpleri Allah’ın cennet ve sevabı zikretmesiyle yatışır. Bu da Allah'ın veli kullarının sıfatıdır; derileri ürperir ve kalpleri yumuşar. Onları, akılları gitmek ve bayılmakla nitelemedi; İm ancak bid’at ehli kimselerde görülür, bu da şeytandandır. Ebû Hazim şöyle rivayet etmiştir; İbn Ömer yere düşmüş bir Iraklı adam gördü: "Nesi vaı?” dedi. Onlar da: Ona Kur’ân okunduğu zaman başına böyle bir hal gelir, dediler. O da: Biz de aziz ve celil olan Allah'tan korkuyoruz, ama yere düşmüyoruz, dedi. Amir b. Abdullah b. Zübeyr diyor ki, Babama geldim, "neredeydin?” dedi. Ben de: Bir topluluk buldum, şimdiye kadar onlardan daha iyisini görmedim; aziz ve celil olan Allah’ı zikrediyor; onlardan birileri aziz, ve celil olan Allah'ın korkusundan bayılıyor, dedim. Bir daha onlarla beraber oturma, dedi. Beni sözü kafama yer etmemiş gibi görünce şöyle dedi: Ben Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'i Kur’ân okurken gördüm, Ebû Bekir ile Ömer’i Kuran okurlarken gördüm; onların başına böyle bir şey gelmiyordu. Sen onların Ebû Bekir ile Ömer’den daha mı çok Allah’tan korktuklarını zannediyorsun? Ben de sonradan durumun onun dediği gibi olduğunu gördüm İkrime de şöyle demiştir: Ebû Bekir'in kızı Esma’ya: "Eskiler korkudan bayılırlar mı idi?” diye sordular, o da: Hayır, ancak onlar ağlarlardı, dedi. Abdullah b. Urve b. Zübeyr diyor ki: Nenem Esma bini Ebû Bekir'e: "Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabı Kur’ân okunduğu zaman nasıldı?” diye soruldu, o da: Onlar, Kur’ân’ın onları nitelediği gibi idiler; gözleri yaşarır ve derileri ürperirdi, dedi. Ben de: Bugün insanlar onlara Kur’ân okunduğu zaman birileri bayılıp düşüyorlar, dedim. O da: Eûzü billahi mineş şeytanir recim (kovulmuş şeytandan Allah’a sığınırım) dedi. Cevvab da zikir anında titrerdi, İbrahim Nehaî ona: "Eğer kendine sahip isen sen sahtekârsın, eğer sahip değilsen, senden öncekilere muhalefet ettin” dedi. "İşte bu, Allah’ın hidâyetidir": Bu diye işaret edilen şeyde iki görüş vardır: Birincisi: O Kur’ân’dır, bunu da Mukâtil, demiştir. İkincisi: O, mü'minlere Kur’ân okunduğu zaman içinde geçen tehditlerden dolayı derilerinin ürpermesi ve vaatten dolayı da yumuşamasıdır. Bunu da İbn Enbari, demiştir. 24Kıyamet gününde kötü azaptan yüzü ile sakınan (cennete emniyetle giren gibi midir)? Zâlimlere: "Kazandığınız şeyi tadın” denilir. "Kıyamet gününde kötü azaptan yüzü ile sakınan mı?": Yani şiddetli azaptan, demektir. Zeccâc, cevabı mahzuftur, takdiri de şöyledir, demiştir: Cennete giren gibi midir? Tefsirde şöyle gelmiştir: Kâfir ateşe elleri bağlı olarak atılır, yüzü ile sakınmaktan başka bir şey yapamaz. Sonra cehennem bekçilerinin kâfirlere ne diyeceklerini haber vererek: "Zâlimlere denir” dedi, yani kâfirlere, "kazandığınız şeyi tadın": Yani kazancınızın karşılığını, demektir. 25Kendilerinden öncekiler de yalanladılar azap onlara fark etmedikleri yerden geldi. "Kendilerinden öncekiler de yalanladılar": Yani Mekke kâfirlerinden öncekiler, demektir, "onlara azap fark etmedikleri yerden geldi": Yani eminlerken ve azaptan gafillerken geldi. 26Allah onlara dünya hayatında rezilliği tattırdı. Gerçekten ahiretin azabı daha büyüktür, biliyor olsalardı! "Allah onlara rezilliği tattırdı": Yani aşağılığı ve azabı, demektir, "Gerçekten ahiretin azabı daha büyüktür": Dünyada başlarına gelenlerden, "Biliyor olsalardı!” Fakat bunu bilmezler. 27Yemin olsun, gerçekten bu Kur’ân'da insanlara, belki öğüt alırlar diye her (çeşit) misalden verdik. "Yemin olsun, gerçekten bu Kur’ân'da insanlara verdik", yani onlara anlattık "her türlü misalden": Yani hallerine benzeyen her türlü şeylerden, demektir. 28Arapça, eğriliği olmayan bir Kur’ân olarak. Belki sakınırlar. "Arapça Kur’ân olarak (Arabiyyen)": Zeccâc, Arabiyyen hal olmak üzere mensubtur, Mana da şöyledir, demiştir: İnsanlara Arapça olan bu Kur’ân'da misaller getirdik. Kur’ân lâfzı tekit için zikredilmiştir, nitekim şöyle dersin: Caeni zeydün recülen safihan ve caeni amrun insanen akılan (Zeyd bana iyi bir kimse, Amr da akıllı bir insan olarak geldi). Recül ve insan tekit olarak zikredilmiştir. "Eğriliği olmayan": İbn Ebi Talha, İbn Abbâs’tan, gayri mahluk olarak, demiştir. Başkası da: Doğru, ihtilaflı olmayan, demiştir. 29Allah onda çekişen ortaklar olan bir adamla bir adama özgü olan adamı misal verdi. Bu ikisi misalde bir olurlar mı? Allah’a hamdolsun. Doğrusu onların çoğu bilmezler. "Allah misal verdi": Sonra bunu "onda çekişen ortaklar olan adam” demekle açıkladı. İbn Kuteybe: Müteşakisun: İhtilaf edenler, çekişenler ve tartışanlar, demiştir. Recülün şekisün denir. Yezidi de, şekis: Titiz adama denir, demiştir. Müfessirler şöyle demişlerdir: Bu, Allahü teâlâ’nın mü'min ve kâfir için verdiği bir misaldir. Çünkü kâfir bir sürü ilâhya tapar; onu hizmetinde rekabet eden birçok efendilerin bulunduğu köleye benzetmiştir. O hepsini razı edemez. Mü’min ise bir tek Allah’a ibadet eder; onu da bir efendinin kölesine benzetmiştir. Onun isteklerini büir, razı olacağı yolu da tanır. O, ortakların çekişmesinden emindir. İşte: Salimen Iirecül dediği budur. İbn Kesir, Ebû Amr - ancak Kazaz rivâyeti dışında Abdülvaris hariç - Eban da Âsım'dan rivayet ederek elifle, “Lâm” ın kesri ile naspla ve ikisinde tenvinle "ve recülen salimen” okumuşlardır, Mana da şöyledir: Yalnız bir efendinin kölesi olan, onda çekişen başkaları olmayan adam. Bunu Kazaz hariç Abdülvaris de böyle rivayet etmiş, ancak o iki ismi de merfu okumuş: Ve rücülün salimün lirecülin, demiştir. İbn Ebi Able de “sîn” in kesri ve mimin ref'i ile "silmün lirecülin” okumuştur. Diğerleri ise “sîn” in ve “Lâm” ın fethi, ikisinde de nasb ve tenvinle "ve recülen selemen” okumuşlardır, manası da: Barıştır, Silin de öyledir. Zeccâc şöyle demiştir: Kim "silmen” ve "selmen” okursa, bu ikisi mastardır, sıfat yerinde kullanılmıştır, mana da: Recülen zasilmin lireciilin ve zaselmin lirecülin, demektir. Za silmin demektir. Selm de sulhtur, siim de öyledir. İbn Kuteybe şöyle demiştir: Kim "selemen lirecülin” okursa, ona selam verdi ve onunla barışıktır, demek ister. Ebû Ubeyde de şöyle demiştir: Silm ve selm sulhtur. "Misalca bir olurlar mı?": Bu, ret manasına bir sorudur, bir olmazlar, demektir. Çünkü bir sahibe ait olan kimse birçok çekişen ortakların sahip olduğu kimseden daha çok yardım ve iyilik görür. Şöyle de denilmiştir: Bu ikisi rahatlık bakımından eşit olmazlar; çünkü bu, sahibinin rıza yolunu bilir, öteki ise ortaklar arasında şaşakalır. Saleb şöyle demiştir: "Neden "hel yesteviyani meselen” dedi de, meseleyni demedi, denilirse, şunun içindir; çünkü ikisi birlikte bir misal kılınmıştır. Şu âyet de öyledir: "Ve cealnebne meryeme ve ummehu ayeten” (Mü'minun: 50). Ayeteyni demedi, çünkü ikisinin durumu birdir. Söz burada tamam oldu. Sonra "Allah’a hamd olsun” dedi, yani hamd diğer mabutlara değil de yalnız O’na mahsustur. "Doğrusu onların çoğu bilmezler": Maksat hepsi bilmezler, demektir. 30Şüphesiz sen öleceksin ve şüphesiz onlar da ölecekler. 31Sonra gerçekten siz kıyamet gününde Rabbinizin huzurunda duruşacaksınız. Sonra bu sözün ardından Peygamberine öleceğini ve ona inanmayanların da öleceklerini, aziz ve celil olan Allah'ın huzurundan haldi ve haksız, zalim ve mazlum duruşmak için toplanacaklarını haber verdi, İbn Ömer şöyle demiştir: Bu âyet indiğinde tefsirini bilmiyorduk, bizimle ehl-i kitap hakkında indiğini düşünüyorduk. Hazret-i Osman öldürülünce, bunun onlar hakkında indiğini anladık. Bir ifade de şöyledir: Nihayet Ali ile Muaviye davası çıkınca meseleyi öğrendik. 32Allah’a karşı yalan söyleyenden ve kendisine geldiği zaman doğruyu yalanlayandan daha zalim kimdir? Cehennemde kâfirler için yer yok mu? "Allah'a karşı yalan söyleyenden daha zalim kimdir?": O’na evlat ve ortak iddia etmekle "ve kendisine geldiği zaman doğruyu yalanlayandan": O da tevhid ve Kur’ân’dır. "Cehennemde kâfirler için yer yok mu?": Yani inkâr edenler için durak, demektir Bu da onaylatma manasında bir istifhamdır, mana da: Evet vardır, demektir. 33Doğruyu getiren ve onu tasdik eden var ya, işte onlar müttakilerin ta kendileridir. "Doğruyu getiren": Bunda da dört görüş vardır: Birincisi: O Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'dir, bunu da Ali b. Ebû Talib, İbn Abbâs, Katâde ve İbn Zeyd, demişlerdir. Sonra getirdiği doğruda da iki görüş vardır: Birincisi: O "lâilâhe illallah "tır, bunu da İbn Ebi Talha, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Said b. Cübeyr de böyle demiştir. İkincisi: O Kur’ân'dır, bunu da Katâde, demiştir. Onu tasdik edende de üç görüş vardır: Birincisi: O yine Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'dir; o doğruluğu getirmiş ve onu tasdik etmiştir. Bunu İbn Abbâs ile Şa’bî, demişlerdir, İkincisi: Ebû Bekir’dir, bunu da Ali b. Ebû Talib, demiştir. Üçüncüsü: Onlar mü’minlerdir, bunu da Katâde, Dahhâk ve İbn Zeyd, demişlerdir. İkincisi: Doğruluğu getiren Kur’ân ehlidir, o da kıyamet gününde getirecekleri doğruluktur; onun hakkını eda etmişler ve onu doğrulamışlardır. Bunu da Mücâhid, demiştir. Üçüncüsü: Doğruluğu getirenler peygamberlerdir, bunu da Rebi’, demiştir. Buna göre onu tasdik edenler de mü’minlerdir. Dördüncüsü: Doğruluğu getiren Cebrâil’dir, onu tasdik eden de Muhammed’dir. Bunu da Süddi, demiştir. "İşte onlar gerçek mü’minlerin ta kendileridir": Yani şirkten korkanlardır. "Hüm” dedi, çünkü "ellezi” çoğul manasınadır. Dilciler böyle demişler; Ebû Ubeyde ile Zeccâc şu beyti delil getirmişlerdir: Felç mevkiinde kanları akıtılacak olanlar, Ey Ümmü Halid, kavimdir, hem de hepsidir! 34Onlar için Rablerinin katında her istedikleri vardır. İşte iyilik edenlerin mükafatı budur. 35Allah onların yaptıklarının en kötüsünü örtsün ve onlara mükafatlarını da yaptıklarının en güzeli ile ödesin diye. "Allah onlardan örtsün” diye": Mana şöyledir: Onlara istediklerini verdi ki, onlardan onsun diye, "yaptıkları şeyin en kötüsünü": Yani onu bağışlayarak örtsün diye. "Ve onlara mükafatlarını ödesin diye” amellerinin en güzelleriyle ödesin diye, kötüleriyle değil. 36Allah kuluna yetmez mi? Seni O’ndan başkalarıyla (putlarla) korkutuyorlar. Allah kimi saptırırsa, onun için bir yol gösterici yoktur. "Allah kuluna yetmez mi?": Müfessirler şöyle anlatmışlar: Mekke müşrikleri: Ya Muhammed, sen durmadan ilâhlanmızı diline dolayıp onları ayıplıyorsun, sana bir kötülük gelmesinden kork, dediler. Bunun üzerine bu âyet indi. Burada kulundan murat edilen de, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’dir. Hamze ile Kisâi, cemi sığasıyla "ibadehu” okumuşlardır ki, onlar (o kullar da) peygamberlerdir. Çünkü ümmetleri onlara kötülük yapmak İstediler. Mana da şöyledir: O, senden öncekilere yettiği gibi sana da yeter. Sa'd b. Ebi Vakkas ile Ebû İmran el -Cevni, ye ile "bikâfi” ve dalın ve henin kesri ile elifsiz olarak da "abdihi” okumuşlardır. Übey b. Ka’b, Ebû’l - Âliyye, Ebû'l - Cevza ve Şa’bî de öyle okumuşlardır. Ancak onlar "ibadihi” şeklinde elifi yerinde bırakmışlardır. Ebû Abdurrahman es - Sülemi, Ebû Cafer, Şeybe ve A’meş de tenvinle "bikâfin", cemi sığasıyla da "ibadehu” okumuşlardır. İbn Mes’ûd, Ebû Recâ’ el - Utaridi de kaftan önce merfu ye, feden sonra da sakin ye ile "yükâfiy", cemi sigasıyla da "ibadehu” okumuşlardır. "Seni O'ndan başkalarıyla korkutuyorlar": Yani O’ndan başka taptıkları ile ki, onlar da putlardır. 37Allah kime de hidayet ederse, onun için de bir saptırıcı yoktur. Allah mutlak galip, intikam sahibi (alıcı) değil mi? 38Yemin olsun, eğer onlara: "Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorsan, elbette "Allah” derler. De ki: "Allah’tan başka taptıklarınızı gördünüz mü, eğer Allah bana bir zarar vermek isterse, onlar O’nun zararını açarlar mı yahut bana bir rahmet dilerse, onlar O’nun rahmetini tutarlar mı?” De ki: "Allah bana yeter. Tevekkül edenler yalnız O’na tevekkül etsinler". Sonra bunu ardından hidayet etme ve saptırmanın Allahü teâlâ’ya ait olduğunu ve kendine isyan edemi en intikam alacağını bildirdi. Sonra da onlara tapmakla beraber O’nun Halik olduğunu ikrar ettiklerini haber verdi. Daha sonra da taptıkları şeylerin onlardan bir zarar defedemeyeceğini ve bir iyilik temin edemeyeceğini buyurdu. Ebû Amr ve Ebû Bekir de Âsım'dan rivayet ederek tenvinle "kaşifatün durrahu” ve "mümsikaiün rahmetehu"; diğerleri ise izafetle "kaşifatii durrilıi” ve "ınünısikatü rahmetihi” okumuşlardır. 39De ki: "Ey kavmim, durumunuza göre amel edin. Şüphesiz ben de ediyorum. İleride bileceksiniz. 40Kendisini perişan eden azap kime gelecek ve sürekli azap kimin üzerine inecek? "De ki: "Ey kavmim, amel edin": Bazı müfessirler bunun kılıç âyetiyle neshedildiğini demişlerdir. 41Şüphesiz biz sana kitabı insanlar için hak ile indirdik. Artık kim doğru yolu seçerse, kendi yararınadır. Kim de saparsa, ancak kendi zararına sapar. Sen onların üzerinde bir vekil değilsin. "Şüphesiz ki, sana kitabı indirdik": Yani Kur’ân'ı, "insanlar için": Yani bütün mahlukat için. "Hak ile” onda bâtıll yoktur. Âyetin tamamı Yûnus’un sonunda âyet: 108’de tefsir edilmiştir. Bunun da kılıç âyetiyle mensuh olduğunu söylemişlerdir. 42Allah canları ölürken alır, ölmeyeni de uykusunda alır, ölümüne hükmettiğini tutar ve diğerini belli süreye kadar salıverir. Şüphesiz bunda iyice düşünen bir toplum için elbette deliller vardır. "Allah canları ölürken alır": Yani ruhları cesetler ölürken kabz eder, "ölmeyeni de": Yani ölmeyen çapı da "uykusunda alır". "Tutar": Yani cesetten ve nefisten tutar "elleti kada aleyhel mevte": Hamze ile Kisâi, kafin zammı ve yenin fethi ile "kudıye", ref ile de "el- mevtü” okumuşlardır. "Diğerini salıverir” cesede "belli bir süreye kadar” o da ömrün bitmesidir. "Şüphesiz bunda iyice düşünen bir toplum için elbette deliller vardır” yeniden dirilme hususunda. Said b. Cübeyr, İbn Abbâs’tan şöyle dediğini rivayet etmiştir: Dirilerin ruhları ile ölülerin ruhları uykuda buluşurlar; tanışır ve soruşurlar. Sonra dirilerin ruhları cesetlerine döndürülür. Hiçbir hata yapılmaz. "Şüphesiz bunda iyice düşünenler için elbette deliller vardır": İbn Abbâs başka bir rivayette şöyle demiştir: Âdemoğlunda hem nefis hem de ruh vardır; nefisle düşünür ve iyiyi kötüyü ayırır; ruh ile de nefes alır ve hareket eder. İnsan uyuduğu zaman Allah onun nefsini kalrzeder, ruhunu kabz etmez. İbn Cüreyc de şöyle demiştir: İnsanda ruh ve nefis vardır; aralarında da bir perde vardır. Allahü teâlâ uyku sırasında nefsi tutar, sonra onu uyanırken cesede iade eder. Kulu uykusunda öldürmek istediği zaman da nefsi döndürmez, ruhu kabz eder. Âlimler nefisle ruh arasında fark olup olmadığında iki görüş halinde ihtilaf etmişlerdir ki, ben de onları "el - Vücuh ve’n - Nezair” kitabında zikretmiştim. "Nezair” kitabında da bu âyetle geçen ölüm hakkında daha fazla bilgi verdim. Bazı Âlimler uyuyan hakkındaki ölünün kendi ölümü olduğunu söylemişlerdir. Bu da Ferrâ’ ile İbn ünbari'nin tercihleridir. Buna göre uyuyanın ölmesinin manası, nefsinin hareketten alıkonulması, salıverilmesi de uyanmakla hareket için serbest bırakılmasıdır. 43Allah'tan başka şefaatçiler mi edindiler? De ki: "Onlar hiçbir şeye sahip olmuyor ve akıllarını çalıştırmıyorlar olsalar da mı?" "Şefaatçiler mi edindiler?": Yani Mekke kâfirleri, demektir. Şefaatçilerden ne murat edildiği hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: i)uhıı putlardır, onların ihtiyaçlarında aracılık edeceklerini iddia ettiler. Bunu çoğunluk, demiştir. İkincisi: Meleklerdir, bunu da Mukâtil, demiştir. "De ki: Onlar hiçbir şeye sahip olmasalar da mı?": Yani hiçbir şefaat hakkına, demektir. "Akıllarını çalıştırmıyor olsalar da mı?": Sizin kendilerine ibadet etmenizi. Bu sorunun cevabı verilmemiştir, takdiri şöyledir: Bu sıfatta olsalar da mı onları şefaatçiler edinecekler? 44De ki: "Şefaatin hepsi Allah’ındır. Göklerin ve yerin mülkü O’nundur. Sonra O’na döndürüleceksiniz". "De ki: Şefaatin hepsi Allah'ındır": Yani ona ancak O'nun müsaadesiyle sahip olunur. Ancak O’nun izni ile bil ilerine şefaat edilir. 45Allah ortaksız olarak anıldığı zaman, ahirete iman etmeyenlerin kalpleri tiksinir. O’ndan başkaları (putlar) anıldığı zaman, onlar birden neşelenirler. "Allah anıldığı zaman, ahirete iman etmeyenlerin kalpleri tiksinir": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: Tevhitten daralır, bunu da İbn Abbâs ile Mücâhid, demişlerdir. İkincisi: Kibir gösterir, bunu da Katâde, demiştir. Üçüncüsü: Nefret eder, bunu da Ebû Ubeyde ile Zeccâc, demişlerdir. "O'ndan başkaları anıldığı zaman": Yani putlar, demektir. "Birden onlar neşelenirler": Ferahlar, sevinç duyarlar. Bundan sonrasının tefsiri de 46De ki: "Ey gökleri ve yeri yaratan, görünmeyeni ve görüneni bilen Allah’ım, ihtilaf ettikleri şeylerde kullarının arasında sen hüküm verirsin". 47Eğer yerdeki her şey ve onlarla beraber bir misli zâlimlerin olsaydı, kıyamet gününde kötü azaptan (kurtulmak için) mutlaka onu fidye verirlerdi. Onlara Allah’tan hesap etmedikleri şeyler göründü. 48Onlara kazandıkları şeylerin kötülükleri göründü ve alay ettikleri şeyler onları kuşattı. "onlara Allah'tan hesap etmedikleri şeyler göründü” kavline kadar En’am; 14; Bakara: 113 ve Ra'd: 18'de geçmiştir. Süddi şöyle demiştir: Onlar amellerinin iyilik olduğunu zannettiler; onlara kötülük göründü. Başkası da şöyle demiştir: Kendilerine faydası olacağını zannettikleri birtakım ameller ettiler; şirkleriyle birlikte onlara fayda vermedi. Mukâtil de şöyle demiştir: Yeniden diriltildikleri zaman başlarına geleceğini zannetmedikleri şeyler göründü. Bu görüşün de iki mülahazaya ihtimali vardır: Birincisi: Onlar putlara tapmakla Allah’a yakın olacaklarını umuyorlardı; azap görünce, zannetmedikleri şey karşılarına çıktı. İkincisi: Yeniden dirilmek ve ceza görmek hesaplarında yoktu. Muhammed b. Münkedir’den ölüm anında telaşlandığı ve: Bu Âyetten, hesap etmediğim şeyin karşıma çıkmasından korkuyorum, dedi. "Onları kuşattı": Yani onlara indi, "alay ettikleri şeyler": Yani inkâr edip de yalanladıkları şeyler, demektir. 49İnsana bir zarar dokunduğu zaman bize dua eder. Sonra ona bizden bir nimet verdiğimiz zaman: "Bu bana bilgim sayesinde verildi” der. Hayır, o bir imtihandır. Fakat onların çoğu bilmezler. "İnsana bir zarar dokunduğu zaman bize dua eder": Mukâtil şöyle demiştir: O, Huzeyfe b. el - Muğire’dir. Bunun benzerinin tefsiri de bu surede (Zümer: 8’de) geçmiştir. Nimete neden hu zamiri ile işaret edildi: çünkü ondan in'am murat edilmiştir. "Bana bilgim sayesinde verildi": Yani yanımdaki bilgiden dolayı der, bu da: Allah’ın bende olduğunu bildiği hayır sayesinde, demektir. Şöyle de denilmiştir: Allah benim ona layık olduğumu bildiği için verdi. Allahü teâlâ da şöyle dedi: "Hayır, o” yani Allah'ın ona verdiği nimet "bir imtihandır": Yani kul onunla denenecek: şükür mü edecek, nankörlük mü edecek bilinsin, diye. "Fakat onların çoğu bilmezler": Bunun gazab ve imtihan olduğunu bilmezler. Şöyle de denilmiştir: "Hayır o,” yani söylediği söz "bir imtihandır". "Bunu gerçekten dedi": Yani o kelimeyi, o da: "Bu bana ancak bendeki ilimden dolayı verilmiştir” sözüdür. 50Bunu kendilerinden öncekiler de demişlerdi de kazandıkları şeyler onlardan hiçbir şeyi defetmemişti. "Kendilerinden öncekiler": Bunlarda da iki görüş var dır: Birincisi: Onlar geçmiş ümmetlerdir, bunu da Süddi, demiştir. İkincisi: Karun’dur, bunu da Mukâtil, demiştir. "Onlardan defetmedi": Yani onlardan azabı savmadı, "kazandıkları şeyler": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: İnkardır. İkincisi: Putlara tapmadır. Üçüncüsü: Mallardır. 51Kazandıkları şeylerin kötülükleri başlarına geldi. Bunlardan (bunların içinden) zalim olanlara da yaptıklarının kötülükleri dokunacaktır ve onlar (bizi) aciz bırakamazlar. "Kazandıkları şöylerin kötülükleri başlarına geldi": Yani kötülüklerinin karşılığı, demektir ki, o da azaptır. Sonra Mekke kâfirlerini tehdit edip şöyle dedi: "Bunların içinden zalim olanlara da yaptıklarının kötülükleri dokunacaktır ve onlar bizi aciz bırakamazlar": Yani onlar Allah’ı aciz bırakamazlar da O'nun elinden kurtulamazlarda. 52Bilmediler mi ki, Allah, dilediğine rızkı genişletir ve daraltır. Gerçekten bunda iman eden bir toplum için elbette ibretler vardır. Mukâtil şöyle demiştir: Sonra yedi yıl kıtlıktan sonra yağmur vermekle birliğini bilmeleri için onlara öğüt verip şöyle dedi: "Bilmediler mi ki, Allah, dilediğine rızkı genişletir ve daraltır. Gerçekten bunda vardır": Yani rızkın bollaştırılıp daraltılmasında, "iman eden bir toplum için elbette ibretler (vardır)". 53De ki: "Ey nefislerine karşı israf eden (aşırı giden) kullarım, Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Şüphesiz Allah bütün günahları bağışlar. Çünkü O, çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir". "De ki: Ey nefislerine karşı aşırı giden kullarım": İniş sebebinde dört görüş vardır: Birincisi: Müşriklerden bazı kimseler adam öldürmüşler hem de çok öldürmüşler, zina etmişler hem de çok etmişlerdi; sonra Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e geldiler: Senin davet ettiğin din güzeldir, keşke yaptığımız şeylerin bir kefareti olsaydı, dediler. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu Said b. Cübeyr, İbn Abbâs'tan rivayet etmiştir.10 10- Müslim, İman, hadis no, 193; Nesâî, Tahrim, bab, 2. 11 -Taberi Tefsiri, 24/15. İkincisi: Bu; Ayyaş b. Ebi Rebia, Velid ve Müslümanlardan bazı kimseler hakkında indi; bunlar Müslüman olmuşlardı, sonra işkence görünce dinlerinden döndüler. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabı; Allah bunların ne farzını ne de nafilesini kabul etmez; bunlar gördükleri işkence yüzünden dinlerini terk ettiler, dediler. İşte bu âyet bunun üzerine indi. Hazret-i Ömer; Ayyaş, Velid ve o birkaç kişiye bunu yazdı; onlar da Müslüman olup hicret ettiler. Bu da İbn Ömer'in görüşüdür." Üçüncüsü: Vahşi hakkında indi, bu görüşü de Furkan’ın sonunda, âyet; 68'de İbn Abbâs’tan şerh edilmiş şekilde zikretmiş bulunuyoruz. Dördüncüsü: Mekke halkı: Muhammed putlara tapanın ve Allah’ın haram ettiği cana kıyanın bağışlanmayacağını iddia ediyor; biz nasıl hicret ederiz ki, bu gibi şeyleri yapmış bulunuyoruz, dediler. İşte bunun üzerine bu âyet indi. Yine bu da İbn Abbâs'tan rivayet edilmiştir. "Nefislerine karşı aşırı gidenler"in manası: Büyük günah işleyenler, demektir. Kunut ise: Ümitsizliktir. 54"Rabbinize dönün ve size azap gelmeden önce O’na teslim olun. Sonra size yardım edilmez". "Enibu": Şirki ve günahları bırakarak Allah'a dönün, demektir. "Ona teslim olun": Bu da tevhitte samimi olun, demektir. Yardım olunursunuz” da azabınıza mani olunur, demektir. 55Farkında olmadan ve size azap ansızın gelmeden önce size Rabbinizden indirilenin en güzeline tabi olun. "Size indirilenin en güzeline tabi olun": Bunu da "onun en güzelini alsınlar” (A'raf: 145) kavlinde beyan etmiştik. 56Bir nefsin: "Allah'ın yanında ettiğim kusurdan dolayı eyvah başıma. Gerçekten ben alay edenlerdendim” demesinden önce (çalışın). "Bir nefsin demesinden önce": Müberrid, mana şöyledir, demiştir: Bir nefis böyle demeden önce, bir nefsin böyle demesinden sakınarak. Zeccâc da şöyle demiştir: Bu sözü söyleyecek hale düşme korkusundan önce. "Ya hasreta": Eyvah başıma, eyvah pişmanlık ve üzüntüme, demektir. Tahassür: Kaçan şeye kederlenmektir. "Hasrela"daki elif, mütekillim yassıdır, manada, izafetle: Ya hasreti (ey üzüntüm!) demektir. Ferrâ’ şöyle demiştir: Araplar feryat manası taşıyan her sözde yayı elife çevirir ve onu dua tarzına aktarırlar. Araplar çoğu zaman bu eliften sonra bir he getirirler, bazen de onu merfu getirirler. Hasen, Ebû’l - Âliyye, Ebû İmran ve Ebû'l - Cevza, nefse muzaf ederek te’nin kesresi ile "ya hasreti” (ey üzüntüm) okumuşlar; Muaz el - Kari ile Ebû Cafer de teden sonra elif ve meftuh ye ile "ya hasretaye” okumuşlardır. Zeccâc da şöyle demiştir: Ferrâ’ henin fethi ile "ya hasretahe alâ keza” ve zam ve kesr ile "ya hasretahu” (ya hasretahi) şekillerinin de câiz olduğunu iddia etmiştir. Bütün nahivciler vasıl halinde bu yenin yerinde bırakılmasını câiz görmezler. "Allah’ın yanında": Bunda da beş görüş vardır: Birincisi: Allahü teâlâ'ya İtâatta, bunu da Hasen, demiştir. İkincisi: Allah hakkında, bunu da Said b. Cübeyr, demiştir. Üçüncüsü: Allah'ın emrinde, bunu da Mücâhid ile Zeccâc, demişlerdir. Dördüncüsü: Allah’ın zikrinde, bunu da İkrime ile Dahhâk, demişlerdir, Beşincisi: Allah’ın yakınlığında. Ferrâ’’dan: Cenb, yakınlıktır, yani Allah'ın yakınlığında ve himayesinde dediği rivayet edilmiştir. Fülanün yeişü fi cenbi fülanin derler ki, onun yakınında ve himayesinde yaşıyor, demektir. Buna göre Mana şöyledir: Allah'ın yakınlığını yani cenneti istemedeki kusurumda. "Gerçekten ben alay edenlerden idim": Yani ben dünyada başka değil ancak Kur’ân ve mü’minlerle alay edenlerden idim, demektir. 57Yahut: "Eğer Allah bana hidayet etseydi, elbette müttakilerden olurdum” demesinden önce (çalışın). 58Yahut: "Azabı gördüğü zaman: Keşke benim için bir dönüş olsaydı, ben de iyilik edenlerden olurdum” demesinden önce (çalışın). 59(Ona Allah tarafından): "Hayır, gerçekten sana âyetlerim geldi; sen de onları yalanladın, büyüklük tasladın ve kâfirlerden oldun!” (denir). "Yahut: Allah bana hidayet etseydi": Yani beni kendi dinine irşat etseydi "elbette müttakilerden olurdum": Şirkten sakınanlardan olurdum. "Belâ kad caetke aya ti": Zeccâc şöyle demiştir: Belâ olumsuza cevaptır; kelâmda ise olumsuzluk yoktur, ancak "eğer Allah bana hidayet etse idi” sözünün manası "ma hüdiytü” (bana hidayet edilmedi) demektir. "Belâ kad caetlce ayali": İbn Ebi Süreye, Kisâi'den üçünde de tenin kesri ile "caelki", "fekezzebti” "ve künti” rivayet etmiş ve nefse hitap etmiştir. "Istekhene"nin manası da: İmana karşı büyüklük tasladın, demektir. 60Allah'a karşı yalan söyleyenlerin kıyamet gününde yüzlerinin kapkara olduğunu görürsün. Kibirliler için cehennemde yer yok mudur? "Allah’a karşı yalan söyleyenleri kıyamet gününde görürsün": Bunlar O’na evlat ve ortak isnat edenlerdir, "Yüzlerinin kapkara olduğunu": Hasen şöyle demiştir: Onlar: istersek yaparız, istemezsek yapmayız, diyenlerdir. Âyetin kalan kısmını az önce: Zümer: 32’de zikretmiştik. 61Allah, sakınanları muratlarına nail olmaları île kurtarır, onlara kötülük dokunmaz ve onlar üzülmezler de. "Ve yüneccil lahullezinet tekav bimefazetihim": Hamze, Kisâi ve Ebû Bekir de Âsım’dan rivayet ederek cemi sığasıyla "bimefazatihim” okumuşlardır. Ferrâ’ şöyle demiştir: Bu: Kattebeyyene emrülkavmi ve umuruhum vertefalis savtii velasvatii sözüne benzer ki, tekil ile çoğulun manası birdir. Bunda müfessirlerin üç görüşleri vardır: Birincisi: Onları faziletleri ile kurtarır, demektir, bunu da Süddi, demiştir. İkincisi: Amelleriyle. Bunu da İbn Saib ile Mu katil, demişlerdir. Üçüncüsü: Cehennemden kurtulmalarıyla, demektir. Müberrid şöyle demiştir: Mefaze: fevz kökünden mef’ale veznindedir, eğer cemi yapılırsa güzel olur; meselâ seadet ve seâdât gibi, mana da: Allah onları cehennemden kurtulup cenneti elde etmeleriyle halas eder, demektir. 62Allah her şeyin yaratıcısıdır. O, her şeyin üzerinde vekildir. 63Göklerin ve yerin anahtarı O’nundur. Allah'ın âyetlerini inkâr edenler, işte onlar ziyan edenlerin ta kendileridir. "Göklerin ve yerin anahtarları (mekalid) O’nundur": İbn Kuteybe: Anahtarları ve hâzineleri, demiştir; çünkü anahtarlara sahip olan hâzinelere de sahip olur. Onun tekili: îklid (kilit)tir, müffedi bozularak cemi yapılmıştır; tıpkı zekerin çoğulu mezakir olduğu gibi. Onun Farsça'dan Arapçalaşmış olduğu söylenmiştir. İlen şeyhimiz dilci Ebû Mansur’dan şöyle okudum: İklid: Farsça'dır, Arapçalaşmıştır. Recez şairi şöyle demiştir: Horoz öterek onu rahatsız etmedi. Kilitle de kapalı kapıları zorlamadı. Miklid de iklid’de ayrı bir lügattir, çoğulu da: Mekalid'dir. Müfessirlerin mekâlid üzerinde iki görüşleri vardır: Birincisi: Anahtarlardır, bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Hâzinelerdir, bunu da Dahhâk, demiştir. Zeccâc da şöyle demiştir: Bunun tefsiri şöyledir: Göklerde ve yerde ne varsa, onu yaratan ve kapısını açan O’dur, yani Allah’tır. Müfessirler şöyle demiştir: Göklerin anahtarları yağmurdur, yerin anahtarları da bitkidir. 64De ki: "Ey cahiller, bana Allah'tan başkasına mı ibadet etmemi emrediyorsunuz?" "Efe ğayrallahi te’murûnnî a’büdü": Nâfi ile İbn Âmir şeddesiz nunla "le'muruni” okumuşlar, ancak Nâfi yeyi fetha ile okumuş, İbn Âmir ise fetha ile okumamıştır, İbn Kesir de nunun şeddesi ve yenin fethi ile okumuştur. Diğerleri de yenin sükunu ile okumuştur. Bu da onu atalarının dinine davet ettikleri zaman olmuştur. "Ey cahiller": Yani ey istedikleri şeyi bilmeyen nadanlar, demektir. 65Yemin olsun, gerçekten sana ve senden öncekilere şöyle vahyedilmiştir: "Yemin olsun, eğer şirk koşarsan, amelin elbette boşa gider ve sen de elbette ziyan edenlerden olursun". "Velekad uhiye ileyke ve ilellezine inin kablike": Bunda takdim ve tehir vardır, takdiri de şöyledir: Velekad uhiye ileyke lein eşrekte leyahhet anne amclüke vekezalike uhiye ilellezinc minkablik (sana şöyle vahynlımdu: Yemin olsun, eğer şirk koşarsan amelin mutlaka boşa gider, senden öncekilere de böyle vahyolundu). Ebû Ubeyde şöyle demiştir: Buradaki espri şudur: Geçen iki şeyden birinden haber verip ötekinden es geçmektir. İbn Abbâs şöyle demiştir. Bu, Allahü teâlâ’nın peygamberine öğrettiği bir edeptir, başkası için de tehdittir. Çünkü aziz ve celil olan Allah onu şirkten korumuştur. Başkası da şöyle demiştir: Ona böyle hitap etmesi şımıuı içindir ki, başkaları da bilsinler ki, şirk, velevki peygamberden sadır olsun, geçmiş amelleri boşa çıkarır. Ebû imran, İbn Semeyfa ve Ya’kûb nun ile "lenuhbitanne", nasb ile de "ameleke” okumuşlardır. 66Hayır, Allah’a ibadet et ve şükredenlerden ol. "Hayır, ancak Allah’a ibadet et": Yani O'nu birle, demektir. 67Allah’ı hakkı ile takdir edemediler. Yer, kıyamet gününde O’nun avucudur (avucundadır). Gökler ise sağ eli ile dürülmüştür. O münezzehtir ve şirk koştukları şeylerden yücedir. "Allah’ı hakkı ile takdir edemediler": İniş sebebi şöyledir: Ehl-i kitaptan bir adam, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e geldi: Ey Kasım’ın babası, bana ulaştığına göre Allahü teâlâ mahlukatı bir parmakla, yerleri bir parmakla, ağaçları bir parmakla, ıslak toprağı da bir parmakla kaldırır, demişsin, dedi, Bunun üzerine Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem öyle güldü ki, azı dişleri göründü. Bunun üzerine Allahü teâlâ bu âyeti indirdi. Bunu da İbn Mes’ûd, demiştir. Buhârî ile Müslim de Sahihlerinde İbn Mes’ûd’dan benzerini rivayet etmişlerdir. Bizde bu âyetin başını En'am: 91'de tefsir etmiş bulunuyoruz, İbn Abbâs da: Bu âyet, kâfirler hakkındadır, demiştir. Ama kim de Allah'ın her şeye giicü yettiğine iman ederse, O’nu hakkı ile takdir etmiştir. Sonra azametini zikredip şöyle dedi: "Yer kıyamet gününde O’nun avucundadır. Gökler de sağı ile dürülmüştür": Buhârî ile Müslim, Sahihlerinde, Ebû Hureyre hadisi olarak Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den şöyle rivayet etmişlerdir: Allahü teâlâ kıyamet gününde yeri kabzasına alır, göğü de sağ eli ile dürer. Sonra da: "Büyük Kral benim, dünya Kralları nerede?” der. 12 Yine o ikisi İbn Ömer’den şöyle rivayet etmişlerdir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdular: Aziz ve celil olan Allah kıyamet gününde gökleri dürer, sonra onları sağ eliyle tutar, sonra da; 12- Buhârî, Tefsirü suri-i Zümer, bab, 2; Müslim, Sıfatü'l - Münafikine ve ahkamuhum, hadis no, 23. "Büyük Padişah benim, zorbalar nerede? Mütekebbirler nerede?” der. 13 13- Buhârî, Tefsirü sûre-i Zümer, bab, 3; Müslim, Sıfatü'l - Münafikine ve ahkamuhum, hadis no, 24, 25. İbn Abbâs da: Bütün gökler Allah'ın sağ elindedir, demiştir. Said b. Cübeyr de: Gökler bir avucunda, yerler de bir avucundadır, demiştir. 68Sûr’a üfürüldü; göklerde ve yerde kim varsa öldü, ancak Allah’ın diledikleri hariç. Sonra ona bir defa daha üfürüldü; birden onlar ayakta (etraflarına) bakıyorlar. "Venulilıa fissuıi lesaika": İbn Semeyfa, İbn Yamur ve Cahderi, sadın zammı ile "lesuika” okumuşlardır. "Göklerdekiler ve yerdekiler": Yani korkudan ve şiddetli sesten hepsi ölürler, demektir. Biz de bu âyeti ve ölümden istisna edilenleri Neml: 87’de beyan etmiştik. "Sonra ona bir defa daha üfürüldü": O da yeniden dirilme üfürmesidir (kalk borusudur). "Birden onlar” yani mahlukat "ayakta (etraflarına) bakıyorlar". 69Yer Rabblnin nûru ile parladı, kitap (amel defteri) konuldu; peygamberler ve şahitler getirildi. Aralarında hak ile hükmedildi. Onlar zulmedilmezler. "Yer Rabbinin nûru ile parladı": Yani aydınlandı, demektir. Yerden maksat da Arasat meydanıdır. "Kitap konuldu": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Amel defterleridir, bunu da Katâde ile Mukâtil, demişlerdir. İkincisi: Hesaptır, bunu da Süddi, demiştir. Şahitler hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: Onlar halkın amellerine şahitlik edenlerdir, bunu da cumhûr demiştir Sonra onların hakkında da dört görüş vardır: Birincisi: Onlar gönderilen peygamberlerdir. İkincisi: Muhammed ümmetidir ki, onlar peygamberlere rasaleti tebliğ ettiklerine ve ümmetlerin de onları yalanladığına şahitlik ederler. Bu ikisi İbn Abbâs radıyallahu anh'ten rivayet edilmiştir. Üçüncüsü: Hafaza melekleridir, bunu da Atâ’, demiştir. Dördüncüsü: Peygamberler, melekler, ümmet-i Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem ve organlardır. Bunu da İbn Zeyd, demiştir. İkincisi: Onlar Allah yolunda öldürülenlerdir, bunu da Katâde, demiştir. Birincisi daha doğrudur. 70Her nefse yaptığı tam verildi. O, onların yaptıklarını pekiyi bilendir. "Her nefse yaptığı şey tam verildi": Yani amelinin karşılığı demektir. "O, onların yaptıklarını pekiyi bilendir": Yani katibe ve şahide ihtiyaç duymaz. 71Kâfirler cehenneme bölük bölük sürüldü. Nihayet ona geldikleri zaman kapıları açıldı. Onun bekçileri onlara: "Size içinizden Rabbinizin âyetlerini okuyacak ve sizi bugününüze kavuşmaktan uyaracak elçiler gelmedi mi?” dediler. Onlar da: "(evet) geldi, ancak azap sözü kâfirlere hak oldu” dediler. 72"Girin cehennemin kapılarından, orada ebedi kalıcılar olarak. Kibirlilerin yeri ne kötüdür!” denildi. "Ve sikallezine keferu ilâ cehenneme zümera": Ebû Ubeyde şöyle demiştir: Zümer: Ayrı fakat birbirinin ardından giden topluluklardır, tekili: Zümre'dir. "İçinizden elçiler": Yani kendi toplumununuzdan, demektir. "Azap sözü": O da "cehennemi mutlaka dolduracağım” (A’raf: 18) kavlidir. "Fütihat ebvabuha": İbn Kesir, Nâfi, Ebû Amr ve İbn Âmir, iki kelimeyi de şedde ile "lültihat” "ve füttihat” okumuşlardır. Âsım, Hamze ve Kisâi de şeddesiz okumuşlardır. Bu “vav” da da üç görüş vardır: Birincisi: O zaittir, bu da içlerinde Ferrâ’'nın da bulunduğu bir cemaatten rivayet edilmiştir. İkincisi: O hâl vavıdır, Mana da şöyledir: Ona kapıları açılmış olarak gelirler. Vav onlar gülmeden önce cennet kapılanılın açık olduğunu göstermek için gelmiştir. Cehennem kıssasında atılmıştır, çünkü onlar gelmeden önce kapalı olması açıklanmak istenilmiştir. Bundaki hikmet de üç açıdan irdelenir: Birincisi: Cennet kapıları onlar gelmeden önce açılmıştır ki, vakit kaybetmeden neşe ve sürura kavuşsunlar diye. Cehennem halkı ise oraya gelirler, kapılarını kapalı görürler ki, sıcaklığı kaybolmasın. Bunu da arkadaşlarımızdan Ebû İshak b. Şakla zikretmiştir. İkincisi: Kapalı kapının yanında ayakta beklemek bir nevi züldür, cennet halkı bundan korunmuş, buna karşılık o husus, cehennem halkına reva görülmüştür. Bunu da bana bazı şeyhlerimiz anlattılar. Üçüncüsü: Eğer cennet kapısını kapalı bulsalardı, açılmasını beklemek onların saygınlığını zedelerdi. Cehennem kapısını onlar gelinceye kadar kapalı tutmak, kerem gereğidir; çünkü kerem sahibi kimse acele ikram eder de hemen hakaret etmez. Allahü teâlâ da: "Eğer şükreder ve iman ederseniz Allah size niçin azap etsin ki,” (Nisa: 147) demiştir. Üçüncü görüş: Vav zaittir, çünkü cennet kapıları sekizdir, cehennem kapıları ise yedidir. Araplar sayı sekizi geçtikten sonra vav ile atıf yaparlar, meselâ "veyekulune sebatün ve saminühüm kelbühüm” (Kehf: 22) âyetinde olduğu gibi. Bu ve bundan önceki görüşü Sa’lebî nakletmiştir. Âlimler bu âyetin cevabının nerede olduğunda üç görüş belirterek ihtilaf etmişlerdir: Birincisi: Cevap verilmemiştir, bunu da Ebû Ubeyde, Müberrid, Zeccâc ve diğerleri demişlerdir. Bu verilmeyen cevabın takdirinde de iki görüş vardır: Birincisi: Takdiri şöyledir: "Hatta iza cauha... suidu” (ona geldikleri zaman mutlu olurlar). Bunu da Müberrid, demiştir. İkincisi: "Hatta iza cauha... dehaluha” (ona geldikleri zaman girerler). Çünkü kelâmda bunu gösteren şeyler vardır. Bu da Zeccâc’ın tercihidir. İkincisi: Cevap: Kale lehüm hazenetüha kavlidir, vav da zaittir. Bunu Ahfeş zikretmiş ve örneği şu şiirdir, demiştir: Birde bakarsın ki, ey Kübeyşe, o Uyuyanın gördüğü bir hayal gibidir. Feiza vezalike, demişse de, feiza zalike demek istemiştir. Üçüncüsü: Cevap: Hatta iza câuha fütihat ebvabuha kavlidir, vav da zaittir, bunu da Zeccâc dil bilginlerinden nakletmiştir. 73Rablerinden korkanlar da cennete bölük bölük sürüldüler. Nihayet ona geldikleri zaman, zaten kapıları da açılmış, bekçileri onlara: "Selam size! Temizlendiniz. Ebedi kalıcılar olarak girin oraya” dediler. "Temizlendiniz": Bunda da beş görüş vardır: Birincisi: Onlar cennet kapısına varınca orada bir ağaç görürler; onun gövdesinin altından iki pınar çıkar; birisinden içerler; böylece içlerinde ne kadar eziyet verici ve rahatsız edici şey varsa hepsi çıkar, ötekisinden de yıkanırlar; bir daha tenleri kararmaz ve saçları ebediyen tozlanmaz. Cennet kapısına vardıkları zaman bekçileri onlara: "Selam size, temizlendiniz” derler. Bunu da Âsım b. Damre, Hazret-i Ali radıyallahu anh’ten rivayet etmiştir. Biz de bunun benzerini A’raf: 44’te İbn Abbâs’tan zikretmiştik. İkincisi: Yeriniz hoş oldu (hoş geldiniz) demektir. Bunu da İbn Abbâs, demiştir. Üçüncüsü: Allah'a itâat etmekle temizlendiniz, demektir, bunu de Mücâhid, demiştir. Dördüncüsü: Onlar cennete girmeden önce bağışlanmak ve birbirlerinden kısas yapmakla temizlenmişlerdir. Kirlerden arınınca da bekçiler onlara: Temizlendiniz, derler. Bunu da Katâde, demiştir. Beşincisi: Dünyada temiz idiniz, bunu da Zeccâc, demiştir. 74Onlar da: "Hamdolsun O Allah’a ki, bize va’dini doğruladı ve bizi bu yere mirasçı kıldı. Cennetten dilediğimiz yere konarız. Çalışanların mükafatı ne güzel!” dediler. Oraya girince: "Hamdolsun O Allah’a ki, bize va’dini doğruladı” derler, o da cennettir. "Bizi bu yere mirasçı kıldı” yani cennet toprağına demektir. "Cennetten dilediğimiz yere konarız": Yani ondan istediğimiz yerde konutlar ediniriz. Ebû Süleyman Dımeşki şöyle nakletmiştir: Ümmet-i Muhammed cennete bütün ümmetlerden önce girerler. İstedikleri yere konarlar, sonra da oraya diğer ümmetler konarlar. İşte aziz ve celil olan Allah’ın "ondan istediğimiz yere konarız” dediği budur. "Çalışanların mükafatı ne güzeldir": Yani dünyada itâat edenlerin cennet mükafatları ne güzeldir, demektir. 75Meleklerin Arş’in etrafını kuşattıklarını görürsün. Rablerinin hamdı ile tesbih ederler. Aralarında hak ile hükmolundu. "Âlemlerin Rabbi Allah'a hamdolsun!” denildi. "Meleklerin Arş’in etrafını kuşattıklarını görürsün": Hâffine kuşatmak demektir, haffel kavımı bifülanin, birinin etrafım sarmaktır. "Min” tekit için gelmiştir, meselâ: Macaeni min ahadin (bana hiç kimse gelmedi) sözünde olduğu gibi. "Rablerinin hamdi ile tesbih ederler": Süddi ile Mukâtil: Rablerinin emri ile, demişlerdir. Bazıları şöyle demişlerdir: Allah’ı bir bilenler cennete girdikleri zaman O’nu hamd ile tesbih ederler. İbn Cerir de: Tesbih burada namaz manasınadır, demiştir. "Aralarında hüküm olundu": Yani mahlukların arasında, demektir "hak ile": Yani adaletle demektir. "Âlemlerin Rabbi Allah'a hamd olsun, denildi": Bu Allah'ın verdiği nimetlere şükür için cennet halkının sözüdür. Müfessirler şöyle demişlerdir: Allahü teâlâ mahlukatını zikretmeye hamd ile başladı: "Gökleri ve yeri yaratan Allah'a hamdolsun” (Enam: 1) dedi, işin sonunu da - ki, o da iki grubun yerlerine yerleşmeleridir - bu âyetle Allah'ın hamdi ile mühürledi; böylece önünde de sonunda da O'na hamdetmenin gereğine dikkat çekti. |
﴾ 0 ﴿