40-GÂFİR (MÜ’MİN) SÛRESİMekke’de inmiştir. 85 ayettir. Ebû Süleyman Dımeşki şöyle demiştir: Ona: Tavl suresi de denir. Mekke’de inmiştir. Bunu da İbn Abbâs, Hasen, Mücâhid, İkrime ve Katâde, demişlerdir. İbn Abbâs ile Katâde’den onda iki âyetin Medeni olduğunu söyledikleri rivayet edilmiştir, onlar da şunlardır: "Ellezine yücadilune fi ayatillahi” ve arkasındaki âyet (Ğafir: 35, 36). Zeccâc şöyle demiştir: Bütün Hamimlerin Mekke’de indiği söylenmiştir. İbn Kuteybe de şöyle demiştir: "Hamim” Allah’ın isimlerinden bir isimdir, bu sûre ona nispet edilmiştir; sanki: Allah'ın suresi, demek olur. Bu da şerefinden ve faziletinden dolayıdır. Onlara: Âl-i hamim, denir. Bütün sûreler de Allah’ın olmakla beraber ona özellikle denilmiştir. Bu da Beytullah (Allah'ın Evi), haremullah ve Nakatullah (Allah’ın devesi) gibidir. Şair Kümeyt de şöyle demiştir: Sizin için Âl-i Hamim suresinde bir âyet bulduk, Onu içimizden takva sahibi ve dilbilgisi olanlar tevil ettiler. Hamim sûrenin ismi de sayılabilir, o zaman irab alır, gayri munsarif olur. Bunu diyen, çoğulunda: Havamim, der, tıpkı "Tasin "de Tavasin, dediği gibi. Muhammed b. Kasım el - Enbarî de şöyle demiştir: Araplar: Hamimlere geldi, Al-i Hamim’e geldi, derler. Ebû Ubeyde delil için şu beyiti getirmiştir: Uzun yedi sûre ile yemin ettim, Arkasından gelen yüzer ayetlik surelerle de. İkinci olarak mesani denen tekrarlanan surelerle Üçüncü olarak da Tasinlerle. Ve yedi Hamimlerle. Kim: Al-i Hamim'e geldi, derse onu bütün surelere isim yapar. Kim de: İlavaniim (Hamimler) derse, her birini bir isim sayar, tıpkı Kabîl ve Habîl gibi. İlen şeyhimiz dilci Ebû Mansur'dan şöyle okudum: Hamimleri okudum, demek yanlıştır, Arap dilinde böyle bir şey yoktur. Doğrusu: Al-i Hamim, demektir. İbn Mes’ûd hadisinde şöyle denilmiştir: Ben Al-i Hamimlere geldiğim zaman sanki ıslak ve yumuşak bahçelere gelmiş gibi olurum. Şair Kiimeyt de şöyle demiştir: Sizin için Al-i Hamim'de bir âyet bulduk. Bismillahirrahmanirrahim 1Ha. Mîm. "Ha. Mîm"de dört görüş vardır: Birincisi: O Allah'ın yemin ettiği bir kasemdir, aziz ve eelil olan Allah'ın isimlerinden bir isimdir, bunu da İbn Ebi Talha, İbn Abbâs'tan rivayet etmiştir. Ebû Süleyman da şöyle demiştir: Kasem'in cevabı: "İnnellezine kefeni yünadevne” (Ğafir: 10) diyenler de olmuştur. İkincisi: O aziz ve eelil olan Allah'ın isimlerinden bir kelimedir. Sonra onda da üç görüş vardır: Birincisi: Elif, lâm ra, ha, mîm ve nun Rahman isminin harfleridir. Bunu da İkrime, İbn Abbâs'tan rivayet etmiştir. İkincisi: Ha "Hamid” isminin baş harfidir, mîm Mecid isminin baş harfidir, bunu da Ebû’l -Âliyye demiştir. Üçüncüsü: Ha Allahü teâlâ’nın başı ha olan bütün isimlerinin baş harfidir; meselâ Hakîm, Halım ve Hay gibi. Mîm de başı mîm olan isimlerinin baş harfidir, meselâ Melik, Mütekebbir ve Mecid gibi. Bunu da Ebû Süleyman Dımeşki nakletmiştir. Aynısı Atâ’ el - Horasani’den de rivayet edilmiştir. Üçüncüsü: Hamim’in manası, olacak şey hükme bağlandı, demektir. Bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Dahhâk ile Kisâi’den de aynısı rivayet edilmiştir; sanki o ikisi hanın zammı ve mimin şeddesi ile hunime fi’line işaret etmişlerdir. Zeccâc da şöyle demiştir; Hamimde; Hummel emrü denilmiştir. Dördüncüsü: Hamim Kur’ân’ın isimlerinden bir isimdir, bunu da Katâde, demiştir. İbn Kesir de, hamim hanın fethi iledir, demiştir. İbn Âmir, Hamze ve Kisâi de kesri ile okumuşlardır. Diğerleri de farklı okumuşlardır. Zeccâc şöyle demiştir: Mîm İsa b. Ömer hariç bütün kurraların kıraatinde sakindir; ancak o fetha ile okumuştur. Fethası da iki kısmıdır: Birincisi: Hamim'in sûrenin ismi olup onu nasb ederek tenvinsiz okumasıdır; çünkü o Habil ve Kabil gibi yabancı isim gibidir. İkincisi: Ütlü hamime (hamimi oku) manasına mensubtur. En iyisi iki sakin birleştiği için fetha okumaktır ki, o zaman sûrenin ismi kılınmış ve hece harfi de hikaye edilmiş olur. 2Kitabın indirilmesi mutlak galip, hakkıyla bilen Allah'tandır. "Tenzilül kitabi": Yani: Haza tenzilül kitabi demektir. 3Günahı bağışlayan., Tevbeyi kabul eden, azabı çetin ve lütuf sahibi, O'ndan başka İlâh yoktur. Dönüş yalnız O'nadır. Tevb de: Tevbe’nin çoğuludur; tabe yetubu tevben’den mastar olması da câizdir. Tavl da: Lütuf demektir. Ebû Ubeyde şöyle demiştir: Fülantin zu tavlin alâ kavmihi: Toplumuna karşı lülutkârdır, demektir. İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Tul aleyye yerhamkallah denir ki: Bana lütfet manasınadır. Hattâbî de şöyle demiştir: “Zu” nispet harfidir, nisbet Arapçada üç şekilde gösterilir: Birincisi: Ya ile meselâ: Esediy ve Bekriy gibi. İkincisi: Çoğul yaparak, meselâ Mehalibe (Mtihellebler) Mesamia (Müsmiler) ve Ezarike (Gökgözler) gibi. Üçüncüsü: Zi ve zat ile yapılır, meselâ recülü malin, yani za malin (mal sahibi), ve kebşiın safin, yani zu sufin (yünlü koç) ve nakatün damir, yani zatü dumrun (sıska deve) gibi. Buna göre: Züttavl de: Varlıklı ve lütfü bol, demektir. 4Allah'ın âyetlerinde ancak kâfirler mücadele ederler. Onların ülkede dolaşmaları seni aldatmasın. "Allah’ın âyetlerinde mücadele etmez": Yani onları yalanlamak ve onları reddetmek üzere "ancak kâfirler mücadele eder". Âyetin kalan kısmı Al-i İmran: 196’da tefsir edilmiştir, Mana da şöyledir: Onların akibeti de onlardan öncekilerin akibeti gibi azaptır. 5Onlardan önce Nûh kavmi, onlardan sonra da hizipler yalanladı. Her ümmet onu yakalamak için peygamberine kastetti ve hakkı kaydırmak için hatılla (bâtıll sebeplerle) mücadele ettiler. Ben de onları yakaladım. Azabım nasıl oldu? "Her ümmet onu yakalamak için peygamberine kastetti": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Onu öldürmek için, bunu da İbn Abbâs ile Katâde, demişlerdir. İkincisi: Tutuklayıp işkence etmek için. Esire de ahîz (tutsak) denir. Bunu da İbn Kuteybe hikaye etmiştir. Ahfeş de şöyle demiştir: "Liye'huzuhu” diye çoğul yapması "kül” lâfzından dolayıdır; çünkü o müzekkerdir ve cemaat manasınadır. Bundan sonrası Kehf: 56’da tefsir edilmiştir. "Ben de onları yakaladım": Yani azap ve helak ettim, demektir. "Azabım nasıl oldu?": Bu başlarına gelen azabı onaylatma manasında bir sorudur. 6Böylece Rabbinin kâfirlere: "Gerçekten onlar cehennemin halklarıdır” sözü hak oldu. "Bunun gibi, böylece": Yani yalanlayan ümmetlere hak olduğu gibi "Rabbinin sözü de hak oldu” azap sözü demektir ki, o da "yemin olsun cehennemi mutlaka dolduracağım” (A'raf: 18) kavlidir, bu da senin kavminden inkâr edenlerle demektir. Nâfi ile İbn Âmir "hakkat kelimetü rabbike... ennehüm” okumuşlardır; Ahfeş de, liennehiim veya biennehüm "ashabunnar” diye sebep göstermiştir. 7Arş’i taşıyanlar ve çevresindekiler Rablerini hamd ile tesbih ederler, O’na iman ederler ve iman edenler için bağış dilerler. "Rabbimiz, sen her şeyi rahmet ve ilimle kapladın; Tevbe edenleri ve senin yoluna uyanları bağışla. Onları cehennem azabından koru!” (derler). Sonra mü’minlerin faziletlerini haber vererek: "Arş’i taşıyanlar” dedi; onlar da dört melektir. Kıyamet günü olduğu zaman sekize çıkarılırlar "ve çevresindekiler": Vehb b. Münebbih şöyle demiştir; Arş’in çevresinde onu tavaf eden yetmiş b. saf melek vardır. Onların arkasında da yüz saf daha melek vardır ki, onların içinde başkasının tesbihini çeken bir melek yoktur (değişik tesbih ederler), Başkası da şöyle demiştir: Arş’in etrafındakiler Kerrubiyun melekleriyle meleklerin ileri gelenleridir. Biz de geçen surelerde "Rablerini hamd ile tesbih ederler” (Zümer: 75) kavlinin manasını zikretmiş bulunuyoruz. "Rabbimiz": Yani, Rabbimiz, derler, "sen her şeyi rahmet ve ilimle kapladın": Zeccâc: O temyiz olarak mensubtur, demiştir. Başkası da mana şöyledir, demiştir: Rahmetin ve ilmin her şeyi kaplamıştır. "Tevbe edenleri bağışla” şirkten Tevbe edenleri "ve senin yoluna uyanları” o da İslâm dinidir. Bundan sonrası açıktır. "Kötülüklerden koru” da, azaptan koru, demektir. 8"Rabbimiz, onları ve atalarından, zevcelerinden ve nesillerinden salih olanları kendilerine va’dettiğin Adn cennetlerine girdir. Şüphesiz sen, evet sen, mutlak galip, hikmet sahibisin". 9"Onları kötülüklerden koru. Sen o gün içimi kötülüklerden korursan, ona merhamet etmişsindir. İşte bu, en büyük kurtuluştur!" 10Şüphesiz kâfirlere: "Elbette Allah’ın hıncı sizin kendinize olan hıncınızdan daha büyüktür. Çünkü siz imana çağrılırdınız da küfrederdiniz” diye seslenilir. "Şüphesiz kâfirlere: Elbette Allah'ın hıncı diye seslenilir": Müfessirler şöyle demişlerdir: Onlar amellerini görüp de ateşe girince kötü fiillerinden dolayı kendilerine kızarlar; bir önleyici onlara şöyle seslenir: Allah’ın size dünyada "imana çağrılıp da inkâr ettiğiniz zamanki hıncı” sizin kendinize hıncınızdan daha büyüktür. 11(Onlar da): "Rabbimiz, bizi iki kere öldürdün ve bizi iki kere dirilttin. Günahlarımızı itiraf ettik; çıkış için bir yol var mı?” dediler. Sonra ateşin içinde dediklerini şu sözüyle haber verdi: "Rabbimiz, bizi iki kere öldürdün ve iki kere de dirilttin", bu da şu ayete benzer: "Sizler ölüler idiniz de sizi diriltti, sonra sizi öldürecek, sonrada diriltecektir” (Bakara: 28). Bunu da orada tefsir etmiş idik. "Çıkmaya var mı?” yani cehennemden çıkıp da dünyaya dönerek amel etmemiz için var mı? "Bir yol": Kelâmda kısaltma vardır, takdiri (açılımı) şöyledir: Onlara: Buna yol yoktur, denir ve onlara şöyle denilir: 12Bu size şundan ki, Allah tek başına çağrıldığı zaman inkâr ederdiniz. O’na şirk koşulduğu zaman iman ederdiniz. Artık hüküm; çok yüce, çok büyük Allah'ındır. "Bu size": Yani başınıza gelen bu azap şundan ki, "Allah tek başına çağrıldığı zaman inkâr ederdiniz": Yani "lâilâhe illallah” denildiği zaman inkâr ederdiniz, eğer O'na şirk koşulursa iman ederdiniz. "Artık hüküm Allah’ındır": Müşriklerin cehenneme gideceklerine O hüküm vermiştir. El-Aliy’nin manasını Bakara: 255’te, el-Kebir’in manasını da Ra’d: 9'da beyan etmiştik. 13O ki, size âyetlerini gösterir ve size gökten rızık indirir, Ancak (O'na) dönen kimse öğüt alır. "O size âyetlerini gösterir": Yani birlik ve kudretine delalet eden eserlerini, demektir. Rızk burada: Yağmurdur; ona rızk denmesi, rızkların sebebi olmasındandır. "Yetezekkerü” öğüt almak, "yünibü” de itâate dönmektir. 14Öyleyse dini O’na has kılarak Allah'a ibadet edin. Kâfirler hoşlanmasa da! Sonra mü'minlere O'nu birlemelerini emredip "dini O'na has kılarak Allah’a ibadet edin” dedi, yani O’nu birleyerek, demektir. 15(O’nun) dereceleri yüksektir, Arş’ın sahibidir. Ruhu emri ile kullarından dilediğinin üzerine bırakır, kavuşma gününden korkutmak için. "Dereceleri yüksektir": İbn Abbâs: Yani göğü yükseltendir, demiştir. Maverdi de bazı müfessirterden, mananın: Sıfatları büyüktür dediklerini nakletmiştir. "Arş’ın sahibidir": Yani Yaratıcısı ve malikidir, demektir. "Ruhu bırakır": Bunda da beş görüş vardır: Birincisi: O Kur’ân’dır. İkincisi: Peygamberliktir. Bu iki görüş İbn Abbâs'tan rivayet edilmiştir. Birincisini İbn Zeyd, İkincisini de Süddi, demiştir. Üçüncüsü: Vahiydir, bunu da Katâde, demiştir. Kur’ân'a ve vahye ruh denilmesi, dini ayakta tuttuğu içindir, tıpkı bedeni ruhun ayakta tuttuğu gibi. Dördüncüsü: Cebrâil’dir, bunu da Dahhâk, demiştir. Beşincisi: Rahmettir, bunu da İbrahim el - Harbi aktarmıştır. "Min emrihi": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: Hükmünden, bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Emri ile, bunu da Mukâtil, demiştir. Üçüncüsü: Sözünden, bunu da Sa’lebî zikretmiştir. "Kullarından dilediğine": Yani peygamberlere gönderir, demektir. "Korkutması için": Korkutacak olanda da iki görüş vardır: Birincisi: Aziz ve celil olan Allah’tır. İkincisi: Kendisine vahyolunan peygamberdir. "Kavuşma (telaki) gününde"n murat edilen de kıyamet günüdür. İbn Kesir ile Ya’kûb iki halde de ye ile okumuş; Ebû Cafer de onlara vasılda katılmıştır. Diğerleri ise iki halde de yesiz okumuşlardır. Ona böyle denilmesinde de beş görüş vardır: Birincisi: Onda gök ehli ile yer ehli kavuşur, bunu Yûsuf b. Mihran, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. İkincisi: Onda öncekilerle sonrakiler kavuşurlar, yine bu da İbn Abbâs’tan rivayet edilmiştir. Üçüncüsü: Onda mahluk ile Halik buluşur, bunu da Katâde ile Mukâtil, demişlerdir. Dördüncüsü: Onda zalim ile mazlum buluşurlar, bunu da Meymun b. Mihran, demiştir. Beşincisi: Onda kişi ameliyle buluşur, bunu da Sa’lebî nakletmiştir. 16O gün (kabirlerinden) çıkarlar. Onlardan Allah'a hiçbir şey gizli kalmaz. "Bugün mülk kimindir?” (denir). Bir tek, kahreden Allah’ındır (cevabı verilir). 17Bugün her nefis kazandığı şeyle cezalanır. Bugün haksızlık yoktur. Şüphesiz Allah hesabı çabuk görendir. "O gün çıkarlar": Yani kabirlerinden çıkarlar, demektir. "Onlardan Allah’a hiçbir şey gizli kalmaz". Eğer: "Bugün onlardan Allah’a gizli bir şey kalır mı?” denilirse. Cevap şöyledir: Hayır, ancak Kelâmın manası ceza ile tehdittir. Müfessirlerin de bunda üç görüşleri vardır: Birincisi: Yaptıklarından hiçbir şey O’na gizli kalmaz, bunu İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Hiçbir dağ ve tepe onları ondan gizlemez, bunu da Katâde, demiştir. Üçüncüsü: Mana şöyledir: Onların hepsini açığa çıkarır; çünkü onlardan hiçbir şey gizli kalmaz. Bunu da Maverdi nakletmiştir. "Bugün mülk kimindir?” Bunun Allahü teâlâ’nın mahlukat yok olduktan sonra söyleyeceğinde ittifak etmişler; ne zaman diyeceği hususunda da iki görüş halinde ihtilaf etmişlerdir: Birincisi: Bunu halk yok olup da cevap verecek kimse kalmadığı zaman der; o vakit kendine cevap verir ve: "Kahreden bir tek Allah’ındır” der. Bunu da çoğunluk, demiştir. İkincisi: Onu kıyamet gününde der. O zaman kime cevap vereceği hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: Kendi kendine cevap verir, çünkü mahlukat onun sözüne karşı sessiz kalmıştır. Bunu da Atâ’, demiştir. İkincisi: Mahlukat O'na cevap verir ve: "Kahreden bir tek Allah’ındır” der. Bunu da İbn Cüreyc, demiştir. 18Onları o yalan günden uyar; o zaman kalpler gamla dolu olarak gırtlakların yanındadır (yürekler ağızlara gelir). Zâlimler için ne sıcak bir dost ne de itâat edilen bir şefaatçi yoktur. "Onları o yakın günden uyar": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: O kıyamet günüdür, bunu da cumhûr, demiştir. İbn Kuteybe şöyle demiştir: Kıyamete böyle denilmesi, yakın olduğu içindir. Ezife şahsu fülanin denir ki: Karaltısı yaklaştı, demektir. İkincisi: O ölümün hazır olduğu bir gündür, bunu da Kutrub, demiştir. "Kalpler gırtlaklardadır": Şöyleki kalpler hançerelere gelir, ne çıkar ne de geri döner. Bu, birinci görüşe göredir. İkinci görüşe göre ise: Ölüm hazır olduğu zaman gırtlaklara gelen yüreklerdir. Zeccâc şöyle demiştir: "Kâzımin": Hâl olarak mensubtur, hal de manaya göredir; çünkü kalpler için: Kâzımin denilmez, ancak kalplerin sahiplerine denilir. Bu durumda Mana şöyledir: O zaman insanların kalpleri üzgün bir vaziyette gırtlaklardadır. Müfessirler şöyle demişlerdir: "Kâzımin": Kederli, korku ve üzüntü dolu demektir. Kâzım: Bir şeyi yapmaktan vazgeçen kimseye denir. Biz de buna "velkazıminel ğayza” (Al-i İmran: 134) kavlinde işaret etmiştik. "Zâlimler için yoktur": Yani kâfirler için yoktur, "sıcak bir dost": Yani fayda sağlayacak bir yakın, demektir. "Ne de dinlenen bir dost": Dinlenip de şefaati kabul edilen, demektir. 19Gözlerin hainini ve göğüslerin sakladığını bilir. "Gözlerin hainini bilir"; İbn Kuteybe. Haine ile hiyanet birdir, demiştir. Müfessirlerin bu hususta da dört görüşleri vardır: Birincisi: O, topluluk içinde bulunan bir adamdır ki, oradan bir kadın geçer, ona bakmadığını sezdirir; onların daldıklarını görünce de kadına bakar. Eğer fark edeceklerinden korkarsa gözünü yumar. Bunu İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: O gözün yasak şeye bakmasıdır, bunu da Mücâhid, demiştir. Üçüncüsü: O göz işareti yapmaktır, bunu da Dahhâk ile Süddi, demişlerdir. Katâde de şöyle demiştir: O Allah’ın sevmeyip razı olmayacağı şeye göz işareti yapmaktır. Dördüncüsü: Arka arkaya bakmaktır, bunu da İbn Saib, demiştir. "Göğüslerin sakladığını da bilir": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: Elinden gelse idi yapacağı şeyi saklamasıdır, bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Vesvesedir, bunu da Süddi, demiştir. Üçüncüsü: Kalbte saklanan güvenirlilik veya hainliktir. Bunu da Maverdi nakletmiştir. 20Allah hak ile hükmeder. O’ndan başka taptıklar, ise hiçbir şeyle hükmedemezler. Şüphesiz Allah, O hakkıyle işiten, hakkıyle görendir. "Allah hak ile hükmeder": Yani onunla karar verip iyiliğe ve kötülüğe karşılığını verir. "Vellezine yedune min dunihi (O’ndan başka ilâhlar)": Nâfi ile İbn Âmir, te ile "tedune” okumuşlar ve şu manayı hedeflemişlerdir: Onlara de ki: "Onlar hiçbir şeyle hükmedemezler": Yani hiçbir şeyle karar verip onunla ceza veremezler. Allahü teâlâ bu ifade ile kendisinin diri olduğuna dikkat çekmiştir; çünkü ancak diri olan emir verir ve hükmeder. Bunu da kulak ve gözü zikrederek teyit etti. Bunu da Ebû Süleyman Dımeşki, demiştir. Bundan sonrasının bir kısmı Yûsuf: 109’da geçmiştir, bir kısmı da 21Yeryüzünde gezmediler mi ki, kendilerinden öncekilerin sonu nasıl olmuş görsünler? Onlar kuvvetçe ve yeryüzünde eserlerce kendilerinden daha çetin idiler. Yine de Allah onları günahları ile yakaladı. Onlar için Allah’tan bir koruyan olmadı. "kanu hüm eşedde minhüm kuvveten” kavline kadar açıktır; İbn Âmir kâf ile "eşedde minküm” okumuştur. Onların Mushaflarında da böyledir. Böylece gaipten hitap üslubuna geçmiştir. "Onlar için Allah’tan olmadı": Yani Allah’ın azabından "bir koruyan". 22Bu, şundandır ki, onlara peygamberleri mucizelerle gelirdi; onlar ise inkâr ettiler. Allah da onları yakaladı. Çünkü O, çok güçlüdür, azabı şiddetlidir. "Bu": Yani başlarına gelen bu azap "şundandır ki, onlara peygamberler mucizelerle gelirdi..." 23And olsun, gerçekten Mûsa’yı âyetlerimiz ve apaçık delille gönderdik. 24Fir’avn’e, Haman’a ve Karun’a. Çok yalancı bir sihirbazdır, dediler. 25Onlara katımızdan hakkı getirince: "Onunla beraber iman edenlerin oğullarını öldürün ve kadınlarını diri bırakın” dediler. Kâfirlerin tuzağı ancak bir sapıklık içindedir (hedefine ulaşmaz). Sonra ibret almaları için Mûsa ile Fir’avn kıssasını zikretti ve: "Onunla beraber iman edenlerin oğullarını öldürün” demekten de daha önce olduğu gibi öldürmeyi tekrar başlatın, demek istedi. Bunu da İbn Abbâs, demiştir. Katâde de şöyle demiştir: Fir’avn oğlan çocuklarını öldürmeyi durdurmuştu; Allah, Mûsa'yı gönderince, onları tekrar öldürttü ki, bu sayede onları Mûsa’nın ardına düşmekten men etsin. "Kâfirlerin tuzağı ancak bir sapıklık içindedir": Yani onu boşa çıkarır ve aziz ve celil olan Allah’ın murat ettiği şey de onları sarar. 26Fir'avn dedi: "Bırakın beni, Mûsa'yı öldüreyim; Rabbine dua etsin. Çünkü ben, sizin dininizi değiştirmesinden yahut yeryüzünde fesat çıkarmasından korkuyorum". "Fir’avn dedi: Bırakın beni Mûsa’yı öldüreyim": Bunu demesi şunun içindir; çünkü Fir’avn’in gözdeleri arasında helak korkusu ile onu öldürmekten men edenler vardı. "Rabbine dua etsin. Kendisini gönderdiğini iddia ettiği Rabbine yalvarsın da onu öldürülmekten korusun. "Çünkü ben, sizin dininizi değiştirmesinden koruyorum": Yani bana ibadetten, demektir, "yahut yeryüzünde fesat çıkarmasından (ev en yuzhire filardıl fesad)": İbn Kesir, Nâfi', Ebû Amr ve İbn Âmir, hemzesiz olarak "ve en” okumuşlar; Âsım, Hamze ve Kisâi de vavdan önce hemze ite "ev en” okumuşlar ve şu manayı amaçlamışlardır: Dininizi değiştirmese bile ülkede bozgunculuk eder. Ancak Nâfi ile Ebû Amr, yenin zammesiyle "yuzhire", nasb ile de "elfesade” okumuşlar; diğerleri ise yenin fethi ile "yazhere", ref ile de "elfesadü” okumuşlardır. Mana da şöyledir: Düzenimizi bozarak bozgunculuk eder. Bunu da kendi iddiasına göre bozgunculuk kabul etmiştir. Şöyle de denilmiştir: Sizin onlara yaptığınız gibi o da sizin oğullarınızı öldürür. 27Mûsa dedi: Şüphesiz ben, hesap gününe iman etmeyen her kibirliden benim de Rabbim'e, sizin de Rabbinize sığındım". Fir’avn bunu deyince Mûsa, Rabbine sığınıp "inni üztü birabbi ve rabbiküm” dedi. İbn Kesir, Âsım ve İbn Âmir zal’ı açık olarak idgamsız okumuşlar; Ebû Amr, Hamze, Kisâi ve Ebû Cafer idgamla okumuşlardır. "Her kibirliden": Yani iman etmeyi kendine yediremeyenden demektir. 28Firavn hanedanından olup da imanını saklayan bir adam şöyle dedi: "Rabbim Allah'tır” dedi diye bir adamı öldürmek mi istiyorsunuz? O ki, size Rabbinizden mucizeler getirdi. Eğer yalancı ise yalanı kendi üzerinedir. Eğer doğru ise sizi tehdit ettiklerinin bazısı size çarpar. Şüphesiz Allah haddi aşan, çok yalancıya hidayet etmez". Fir’avn, Mûsa'yı öldürmeyi düşündü, o zaman "Fir’avn hanedanından bir adam şöyle dedi..." Burada âl (hanedan) hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: Aile ve soy demektir. Süddi şöyle demiştir: O, Fir'avn’in amcası oğlu idi. "Şehrin en uzak yerinden bir adam koşarak geldi” (Kasas: 20) dediği budur. İkincisi: O kabile ve aşiret manasınadır, Katâde: O Kıptı idi, demiştir: Bazıları da onun İsrâilli olduğunu söylemişlerdir. Mana da şöyledir: Fir’avn hanedanından imanını gizleyen bir adam dedi ki,. Adında da beş görüş vardır: Birincisi: Hazbil'dir, bunu da İbn Abbâs ile Mukâtil, demişlerdir. İkincisi: Habib’tir, bunu da Ka’b, demiştir. Üçüncüsü: Noktasız sin ile Sem’un’dur, bunu da Şuayb el - Cübbai, demiştir. Dördüncüsü: Cibrîl’dir. Beşincisi: Noktalı şin ile Şem’an’dır. Bu ikisi İbn İshak’tan rivayet edilmiştir. Haccac da aynı şekilde şin ile "Şem’an” demiştir. Yine İbn Makula da noktalı şin ile demiştir. Çoğunluk onun, Mûsa geldiği zaman ona iman ettiği görüşündeler. Hasen de: Mûsa gelmeden önce mü’min idi, demiştir. Fir’avn’in karısı da öyle idi. Mukâtil de şöyle demiştir: İmanını Fir’avn’den yüz sene sakladı. "Rabbim Allah'tır, dedi diye bir adamı öldürmek mi istiyorsunuz?": Bu da olumsuzluk manasında bir istifhamdır (öldüremezsiniz, demektir). "Size mucizeler getirmiştir": Doğruluğunu gösteren şeyler demektir. "Eğer yalancı ise yalanı kendi üzerinedir": Yani bu size zarar vermez. "Eğer doğru ise sizi tehdit ettiklerinin bazısı size çarpar” tehdit ettiği bazı azaplar, demektir. "Ba’z” kelimesi üzerinde de üç görüş vardır: Birincisi: O, "küll” (hepsi) manasınadır, bunu da Ebû Ubeyde demiş ve Şair Lebid’in şu beytini delil getirmiştir: Eğer beğenmezsem ben oraları hemen terk ederim, Yakutta o yolda bazı canımı veririm. Burada, bütün canımı, demek istemiştir. İkincisi: Dolgu maddesidir, zaittir, Mana da şöyledir: Yusıbklim ellezi yeidüküm. Bu da Leys’ten nakledilmiştir. Üçüncüsü: O, (zait değil) asildir, sonra bunda da iki görüş vardır: Birincisi: O, iman ettikleri takdirde kurtulacaklarını, inkâr ettikleri takdirde de helak olacaklarını va'detti. Ba'z kelimesi iki halden birini bildirmek için zikredilmiştir. İkincisi: inkâr ettikleri takdirde dünyada helak olacaklarını, ahirette de azap göreceklerini va'detti; böylece dünyada helakları va’din bir bölümünü teşkil eder. Bu ikisini Maverdi zikretmiştir. Zeccâc şöyle demiştir: Bu münazarada hasının en kolay yolla susturulması kabilindendir; bunda hepsi olmaz diye bir şey yoktur. Şairin şu sözü öyledir: Temkinli davranan bazı ihtiyaçlarını elde eder, Acele edenin ise ayağı kayar. Burada bazı zikretmesi tamamını vacip kılmak içindir. Çünkü parça da bütündendir. Ancak biri: Temkinli davranan en az bazı ihtiyaçlarını elde etler, acele edenin de en az ayağı kayar derse, temkinli davrananın acele edene karşı üstünlüğünü açıklamış olur ki, hasmı da bunu reddedemez. Sanki o mü’min kimse onlara şöyle demiştir: O doğnı ise en azından va’dettiğinin bir kısmından istifade edersiniz; diğer kısmı da helakinizdir. Şair Lebid’in beyitine gelince, bazı nefisler demekle yalnız kendini kastetmiştir. "Şüphesiz Allah hidayet etmez": Yani doğruya muvaffak kılmaz demektir, "haddi aşanı": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: O şirk koşandır, bunu Katâde, demiştir. İkincisi: Kan dökendir, bunu da Mücâhid, demiştir. 29"Ey kavmim (halkım), bugün mülk, yeryüzünde galipler olarak sizindir. Eğer bize gelirse, Allah'ın azabından bize kim yardım eder?” Fir’avn dedi: "Size ancak kendi gördüğümü gösteriyorum. Sizi ancak doğruluk yoluna (doğru yola) iletiyorum". "Yeryüzünde galipler olarak": Yani Mısır toprağında üst sınıf olarak, demektir. "Bize kim yardım eder?": Yani bizi kim korur "Allah’ın azabından", Mana da şöyledir: Yalanlayarak ve peygamberi öldürerek kendinizi azap riskine atmayın. Eir’avn o zaman şöyle dedi: "Ben size göstermiyorum” bu, görüş ve öğüt manasınadır, "ancak kendi gördüğümü": Yani kendim için düşündüğümü demektir. "Sizi iletmiyorum Yani sizi ancak Mûsa’yı yalanlama ve bana imanda doğru yola davet ediyorum, demektir. Bu da onun o mü'min kişiye cevap vermekten vazgeçtiğini gösterir. 30İman eden o kimse dedi: "Ey kavmim, şüphesiz ben, sizin için hiziplerin günü gibisinden korkuyorum". "İman eden o kimse dedi: Ey kavmim, şüphesiz ben, sizin için hiziplerin günü gibisinden korkuyorum": Zeccâc şöyle demiştir: Hiziplerin teker teker başlarına gelenden korkuyorum. Mana da şöyledir: Küfrünüzün üzerinde durup da başınıza peygamberlerini yalanlayan ümmetlerin başlarına gelen azabın gelmesinden korkuyorum. 31"Nûh, Ad, Semud ve onlardan sonraki kavimlerin (cezası) gibisinden (korkuyorum). Allah kullara zulüm isteyecek değildir. 32"Ey kavmim, sizin için çağrışma gününden korkuyorum". "Yevmettenadi": Âsım, Ebû Amr, İbn Âmir, Hamze ve Kisâi, yesiz olarak, "ettenadi” okumuşlar; İbn Kesir ile Ya’kûb da hem vasılda hem de vakıfta ye ile okumuşlardır. Ebû Cafer de vasılda onlara katılmıştır. Ebû Bekr es - Sıddik, İbn Abbâs, Said b. Cübeyr, Ebû’l - Âliyye ve Dahhâk, daim şeddesiyle "ettenaddi” okumuşlardır. Zeccâc da şöyle demiştir: Ye’li okumak esastır, atılması da güzeldir, çünkü kesre onu gösterir. O ise âyet başıdır, âyetlerin sonu da dal’dır. Kim şedde ile okursa o, ııedde fülanün ve neddel bairü kavlinden gelir ki, insan ve deve ürküp kaçmaktır. "O gün arkanızı dönerek kaçarsınız” kavli ile "o gün kişi kardeşinden kaçar” (Abese: 34) kavilleri de buna delalet eder. Ebû Ali de, Kelâmın manası şöyledir, demiştir: Ben sizin için çağrışma gününün azabından korkuyorum. Dahhâk da şöyle demiştir: İnsanlar cehennemin kükremesini duydukları zaman ondan ürküp kaçarlar. Nereye dönseler mutlaka karşılarında melekleri görürler; geldikleri yerden geri dönerler. Başkası da şöyle demiştir: Onların cehenneme götürülmesi emredilir; onlar da kaçarlar, fakat koruyucu kimse bulamazlar. Şeddesiz okuma ise nidadan gelir, müfessirler onda da dört görüş vardır, demişlerdir: Birincisi: O sura ilk üfürme sırasındadır ki, birbirlerine seslenirler: Ebû Hureyre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den şöyle dediğini rivayet etmiştir: Aziz ve celil olan Allah İsrafil’e ilk üfürmeyi yapmasını emreder ve telaş üfürmesini başlat, der. O zaman göklerde ve yerde kim varsa paniğe kapılır, ancak Allah'ın istisna ettiği bazı kimseler hariç. Dağlar yürütülür, yer sarsılır, emzikli kadınlar çocuklarını unutur, hamile kadınlar düşük yaparlar. İnsanlar arkalarını dönüp kaçarlarken birbirlerine seslenirler. İşte "çağrışma günü” budur. 1 1 - Uzun bir hadisten bir bölümdür. Hafız İbn Kesir bunu En'am: 73'te uzun olarak zikretmiştir. İkincisi: O cennetlik ve cehennemliklerin birbirlerini çağırmalarıdır, nitekim A’raf: 44’te zikredilmiştir. Bu da Katâde’nin görüşüdür. Üçüncüsü: O: Eyvah, ah başımıza gelenler, sözüdür, bunu da İbn Cüreyc, demiştir. Dördüncüsü: O öyle bir gündür ki, bütün insanlar liderleriyle beraber mutluların mutluluğunu ve mutsuzların mutsuzluğunu seslenirler. 33"O günde arkanızı dönerek kaçarsınız. Sizin için Allah’tan bir koruyucu yoktur. Allah kimi şaşırtırsa, onun için bir yol gösterici yoktur". "O gün arkanızı dönerek kaçarsınız": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Cehennemden kaçarlar. İkincisi: Cehenneme doğru kaçarlar. "Sizin için Allah’tan bir koruyucu yoktur": Yani azabını önleyecek biri demektir. 34Yemin olsun, Yûsuf size önceden açık delillerle geldi; siz onun getirdiğinden hala şüphedesiniz. Nihayet helak olduğu zaman: "Allah ondan sonra asla bir peygamber göndermez” dediniz. İşte Allah aşırı giden şüpheciyi böyle şaşırtır". "Yemin olsun, Yûsuf size geldi": O da Ya’kûb oğlu Yûsuf'tur. Başkası olduğu da söylenmiştir ki, ciddi değildir. "Önceden": Yani Mûsa gelmeden önce demektir. "Delillerle": Onlar da tevhidi gösteren açıklamalardır; meselâ: "Darmadağın ilâhlar mı hayırlıdır?...” (Yûsuf: 39) kavli gibi. İbn Saib de şöyle demiştir: Bu deliller; rüya tabiri ile gömleğin arkadan yırtılmasıdır, demiştir. Şöyle de denilmiştir: Hayır, Allah onu Mısır kralının ölümünden sonra Kıptılara peygamber olarak gönderdi. "Siz onun getirdiklerinden hala şüphedesiniz": Yani bir tek Allah'a ibadetten, demektir. "Nihayet helak olduğu zaman” yani öldüğü zaman, "Allah ondan sonra asla bir peygamber göndermez” dediniz, yani küfrünüzün üzerinde durdunuz ve Allah'ın size yeni deliller getirmeyeceğini zannettiniz. "İşte böyle": Yani bu sapıklık gibi "Allah aşırı gideni şaşırtır": Yani müşriki şaşırtır demektir. "Şüpheci” de tevhitte ve peygamberin doğruluğunda şüphe eden demektir. 35O kimseler ki, kendilerine gelen delil olmadan Allah’ın âyetlerinde mücadele ederler. (Bu), Allah katında ve iman edenler yanında büyük buğza sebeptir. İşte Allah her kibirli zorbanın kalbini böyle mühürler". "O kimseler ki, mücadele ederler": Zeccâc: Bu, aşırı giden şüphecinin izahıdır, Mana da şöyledir, demiştir: Onlar Allah’ın âyetlerinde mücadele eden kimselerdir. Müfessirler şöyle demişlerdir: Onları iptal etmek ve belge olmadığı halde onları yalanlamak için uğraşırlar, yani Allah’tan kendilerine gelen bir delil olmadan, demektir. "Büyük buğuzdur": Yani onların tartışmaları Allah katında da iman edenler katında da büyük nefreti muciptir. Mana da şöyledir: O uğraş sebebiyle mü’minler onlardan nefret ederler. “işte böyle": Allah onların kalplerini mühürleyip de onlar da inkâr edip bâtıll argümanlarla mücadele ettikleri gibi "her kibirli zorbanın kalbini de böyle mühürler": Allah'a ibadet etmek ve birlemekten kibir gösteren her kalbi mühürler, demektir. Cebbar'ın manası da Hûd: 59’da geçmiştir. Ebû Amr tenvinle "alâ külli kalbin” okumuş; yedi kurradan diğerleri ise izafetle okumuştur. Ebû Ali, mana şöyledir, demiştir: Allah bütün mütekebbirlerin kalplerini mühürler. Zeccâc da izafetle okumayı tercih etmiş; çünkü kibirli olan insandır, kalp değildir, demiştir. Eğer: "Bu kıraat doğru olsa idi, kalb küllün üzerine geçerdi?” denilirse. Cevap şöyledir: Bu Araplarca câizdir, Ferrâ’ şöyle demiştir: Bunun başta ve sonda olması birdir. Bazı Araplardan: Hüve yüreccilii şa’rehu yevme külli cumuatin dediğini işittim ki, külle yevmi cumuatin demek istiyordu (o her Cuma saçını tarar). İbn Mes’ûd ile Ebû Imran el - Cevni, kalbi başa alarak, "alâ kalbi külli mütekebbirin” okumuşlardır. 36Fir’avn dedi: "Ey Haman, bana yüksek bir kule yap; belki ben sebeplere yetişirim". Müfessirler şöyle demişler: O mü'min kimse Fir’avn'e öğüt verip de Mûsa'nın katlini tehlikeli gösterince, Fir’avn vezirine: "Ey Raman, bana bir kule yap” dedi. Biz de bunu Kasas: 38’de zikretmiştik. "Belki sebeplere yetişirim": İbn Abbâs ile Katâde: Göklerin kapılarına, demişlerdir. Ebû Salih de: Göklerin yollarına demiştir, Başkası da mana şöyledir, demiştir: Belki bir gökten bir göğe giden yollara yetişirim. Zeccâc da: Belki beni göklere yetiştirir, demiştir. Bundan sonrası da Kasas: 38'de tefsir edilmiştir. 37"Göklerin sebeplerine. Mûsa’nın ilâhsına çıkarım. Gerçekten ben onu elbette bir yalancı zannediyorum". İşte böylece Fir’avn’e kötü ameli süslendi ve yoldan çevrildi. Fir’avn’in tuzağı ancak hüsrandadır. "İşte böyle": Yani bu anlattığımız gibi "Fir’avn’e kötü ameli süslendi” ve doğru yoldan çevrildi. Âsım, Hamze ve Kisâi, şadın zammı ile "ve sudde” okumuşlar; kalanlar ise fethi ile okumuşlardır. "Fir’avn’in tuzağı değildir": Mûsa’nın mucizelerini iptal etmek için kurduğu tuzak "ancak hüsrandadır": Bâtıll ve ziyandadır. 38İman eden kimse: "Ey kavmim, bana tabi olun; size doğruluğun yolunu göstereyim” dedi. Sonra o mü’minin öğütlerine geri döndü, o da şöyledir: "Bana uyun, size doğruluğun yolunu göstereyim” sözüdür ki, doğru yolu göstereyim, demektir. 39"Ey kavmim, bu dünya hayatı ancak geçici bir faydadır. Şüphesiz ahiret o, karar yurdudur". "Ey kavmim, bu dünya hayatı ancak geçici bir faydadır": Yani bu dünyada hayat, birkaç gün sürüp sonra kesilen zevk gibidir. "Şüphesiz ahiret o, karar yurdudur": Onun zevali yoktur. 40"Kim bir kötülük yaparsa, ancak misli ile cezalanır. Kim de erkek yahut dişiden, mü'min olarak bir şey yaparsa, işte onlar, cennete girerler, orada hesapsız rızıklanırlar". "Kim bir kötülük yaparsa": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: O şirktir, onun misli de cehennemdir, bunu da çoğunluk demiştir. İkincisi: İsyanlardır, misli de o kadar azaptır, bunu da Ebû Süleyman Dımeşki, demiştir. Birinciye göre iyi amel Tevhidtir. İkinciye göre de geneldir. "Feülaike yedhulunel cennete": İbn Kesir ile Ebû Amr, yenin zammesiyle "yudhalune” okumuşlar: Nâfi, İbn Âmir, Hamze ve Kisâi de feth ile okumuşlardır. Âsım’dan da iki okuyuş da rivayet edilmiştir. "Hesapsız": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Onlara cennette verilenler için sorumluluk yoktur, bunu da Mukâtil, demiştir. İkincisi: Ona rızık kısıntısız olarak aktarılır. Bunu da Ebû Süleyman Dımeşki, demiştir. 41"Ey kavmim, neden ben sizi kurtuluşa davet ediyorum da siz beni ataşe davet ediyorsunuz?" "Ey kavmim, neden ben sizi davet ediyorum": Yani neyiniz var, demektir. Nitekim: Mali erake hâzinen (seni niçin üzgün görüyorum) dersin ki, neyin var, demektir. Âyetin manası da şöyledir: Bu durumun nasıl olduğunu bana haber verin. Ben davet ediyorum "kurtuluşa” iman edip ateşten kurtulmaya. "Siz ise beni ateşe davet ediyorsunuz": Yani ateşin sebebi olan şirke demektir. Sonra iki daveti de bunun ardından açıkladı. 42"Beni Allah'ı inkâr etmem ve O'na bilgim olmayan şeyi şirk koşmam için davet ediyorsunuz. Ben ise sizi mutlak galip, çok bağışlayan (Allah)a davet ediyorum. "O hususta bilgim yoktur” sözünün manası: Bu iddia ettikleri şeyi O’nun ortağı olarak bilmiyorum, demektir. Bundan sonrasının izahı da Bakara: 129 ve Taha: 82’de geçmiştir. 43"Şüphesiz, beni davet ettiğiniz şey için ne dünyada ne ahirette davet (yetkisi) yoktur. Gerçekten dönüşümüz Allah'adır ve gerçekten aşırılar, onlar ateşin yaranıdırlar". "Onun davet yetkisi yoktur": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Onun duayı kabul etme yetkisi yoktur. Bunu da Süddi, demiştir. İkincisi: Onun şefaat etme hakkı yoktur, bunu da İbn Saib, demiştir. "Dönüşümüz Allah’adır": Yani O’na rucu edeceğiz, mana da: Bizi amellerimize göre cezalandıracaktır, demektir. Müsriflerde de iki görüş vardır ki, onları da "müsriftin kezzab” kavlinde zikretmiştik (Ğafir:28). 44"Size dediklerimi hatırlayacaksınız. Ben işimi Allah'a ısmarlıyorum. Şüphesiz Allah kulları çok iyi görendir". "Fesetezkürune ma ekulu leküm": İbn Mes’ûd, Ebû’l - Âliyye, Ebû İmran el - Cevni ve Ebû Recâ’, şeddesiz meftuh zal ve şeddeli meftuh kâf ile "fesetezekkerune” okumuşlardır, yani size azap geldiği zaman size dünyada ettiğim nasihatları hatırlarsınız, demektir. "Ben işimi Allah’a ısmarlıyorum": Yani O’na havale ediyorum, demektir; buna da dinlerine uymadığı için onu tehdit etmeleri üzerine söylemiştir. "Şüphesiz Allah kulları çok iyi görendir": Yani hem dostlarını hem de düşmanlarını. 45Allah da onu kurdukları tuzağın kötülüklerinden korudu. Fir’avn hanedanım da azabın kötüsü kuşattı. Sonra o imanlı kişi aralarından çıktı; onu aradılarsa da bulamadılar. Mûsa ile beraber denizi geçerek kurtuldu. İşte: "Allah onu kurdukları tuzağın kötülüklerinden korudu” dediği budur ki, ona dokundurmak istedikleri şerden korudu, demektir. "Fir’avn hanedanını da kuşattı": Denize girince "azabın kötüsü": O da boğulmaktır. 46O da ateş. Ona sabah akşam sunulurlar. Kıyamet koptuğu gün, "Fir’avn ailesini azabın en çetinine sokun” (denilecek). "O da ateş. Ona sabah akşam sunulurlar": İbn Mes’ûd ile İbn Abbâs şöyle demişlerdir: Fir’avn ailesinin ruhları siyah kuşların kursaklarındadır, günde iki kere ateşe sunulurlar. Onlara: Ey Fir’avn hanedanı, işte yurdunuz burasıdır, denir. İbn Cerir şöyle demiştir: Bir adam Evzai’ye sordu: "Biz denizden çıkan batı tarafına bölük bölük giden beyaz kuşlar gördük, sayılarını ancak Allah bilir. Akşam olduğu zaman siyahlaşmış olarak aynı şekilde dönerler?” dedi. O da: "Bunu fark ettiniz mi?” dedi. Onlar da: Evet, dediler. O da şöyle dedi: O kuşların kursaklarında Fir’avn hanedanının ruhları vardır, bunlar sabah akşam ateşe sunulurlar. Yuvalarına döndükleri zaman tüyleri yanmış ve kararmış olur. Gece yerine beyaz tüyler çıkar, siyah tüyler dökülür. Sonra ateşe sabah akşam arz olunurlar, lîu da dünya durdukça devam eder. Kıyamet günü olduğu zaman aziz ve celil olan Allah: "Fir’avn hanedanım en çetin azaba sokun” der. Buhârî ile Müslim, Sahihlerinde, İbn Ömer hadisi olarak Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: Biriniz öldüğü zaman ona yeri sabah akşam gösterilir; eğer cennetlik ise cennetten, eğer cehennemlik ise cehennemden gösterilir. Ona: İşte kıyamet gününde kabirden kalkacağın zamana kadar yerin budur, denir.11 Bu âyet kabir azabının var olduğunu gösterir; çünkü ahirette başlarına geleceği ayrıca açıklamış ve: "Ve yevme tekumussaatü edhilu” demiştir. İbn Kesir, İbn Âmir, Ebû Amr, Ebû Bekr, Eban da Âsım'dan rivayet ederek zamme ve hinin zammesi ile "essatüdhulu” okumuşlardır, manası girme emridir, Buradan okumaya başlanınca elifle başlanır. Kalanlar da meksur hı ve hemze-i kat' ile (edhilu) okumuşlardır ki, bu da meleklere onları ateşe sokmaları için emirdir. Buradan başlayanlar da hemzenin fethi ile okurlar. 47Hatırla o zamanı ki, ateşte tartışırlar. Zayıflar, kibir taslayanlara: "Gerçekten biz, size tabi idik. Bizden ateşten bir parça savar mısınız?” derler. "Hatırla o zamanı ki, ateşte tartışırlar": Mana şöyledir: Ya Muhammed, kavmine yani cehennemliklere onların tartışacakları zamanı hatırlat. Âyet İbrahim: 21’de tefsir edilmiştir. Kibir taslayanlar liderlerdir. 48Kibir taslayanlar da: "Gerçekten biz, hepimiz (ateşin) içindeyiz. Şüphesiz Allah kulların arasında gerçekten hüküm verdi” dediler. 49Ateştekiler, cehennemin bekçilerine: "Rabbinize yalvarın, bizden azabı bir gün hafifletsin!” derler. "Gerçekten hepimiz onun içindeyiz” kavlinin manası: Bizde siz de ateşin içindeyiz, demektir. "Şüphesiz Allah kulların arasında gerçekten hüküm verdi": Yani bize de size de kararını bildirdi, demektir. Bekçilerin onlara 50Onlar da: "Size peygamberleriniz mucizeler getirmediler mi?” dediler. Onlar da: "Evet” dediler. Onlar da: "Siz yalvarın. Kâfirlerin duası ancak hüsrandadır!” dediler. "siz yalvarın” demelerinin manası, biz size dua etmeyiz, demektir. "Kâfirlerin duası ancak hüsrandadır": Yani o bâtılldır, hiçbir yarar sağlamaz. 51Gerçekten biz, peygamberimize de iman edenlere de dünya hayatında da şahitlerin durduğu günde de elbette yardım edeceğiz. "Gerçekten biz, peygamberlerimize de iman edenlere de dünya hayatında elbette yardım edeceğiz": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: Bu, delillerinin sabit olmasıyladır. İkincisi: Düşmanlarının helak olmasıyladır. Üçüncüsü: Akibetin onların lehine olmasıyladır. Sözün özü: Onlara mutlaka yardım edilecektir; bu bazen durumlarının üste çıkması ile olur, meselâ Dâvud ile Süleyman'a bütün kâfirleri ezecek mülkün verilmesi ve Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in düşmanlarına galip kılınması gibi. Bazen de peygamberleri kurtararak ve düşmanlarını helak ederek yalanlayanlardan intikam almasıyla olur; meselâ Nûh kavmine ve Mûsa kavmine yapıldığı gibi. Bazen de peygamberlerin vefatından sonra yalanlayanlardan intikam almakla olur, meselâ Yahya’nın katillerinin üzerine Buhtunassar’ın Mûsallat edilmesi gibi. Şahitlerin durduğu gündeki yardımlarına gelince, şüphesiz Allah onları azaptan kurtaracaktır. Eşhad’ın tekili şahid'dir, ashabın tekili sahib olduğu gibi. Şahitlerde de üç görüş vardır: Birincisi: Meleklerdir, peygamberlere görevi yaptıklarına, ümmetlere de yalanladıklarına dair şahitlik ederler. Bunu da Mücâhid ile Süddi, demişlerdir. Mukâtil de şöyle demiştir: Onlar hafaza melekleridir. İkincisi: Meleklerle peygamberlerdir, bunu da Katâde, demiştir. Üçüncüsü: Onlar dört tanedir: Peygamberler, melekler, mü'minler ve organlardır, bunu da İbn Zeyd, demiştir. 52O günde zâlimlere mazeretleri fayda vermez. Onlar için lânet vardır, onlar için yurdun en kötüsü vardır. "Yevme lâ yenfau (fayda vermez)": İbn Kesir ile Ebû Amr te ile "tenfau” okumuşlar; kalanlar ise ye ile okumuşlardır. Çünkü mazeret ile itizar aynı manayadır. "Zâlimlere mazeretleri (fayda vermez)": Yani özür diledikleri takdirde özürleri kabul olunmaz. "Onlar için lânet vardır": Rahmetten uzaklık vardır. Ra’d: 25’de "lehüm"ün "aleyhim” manasına olduğunu beyan etmiştik. "Yurdun en kötüsü” de: Cehennemdir. 53Yemin olsun, gerçekten Mûsa’ya o kılavuzu verdik ve İsrâil oğullarını o kitaba mirasçı kıldık. 54Rehber olmak ve saf akıl sahiplerine öğüt olmak için. "Yemin olsun, gerçekten Mûsa’ya o kılavuzu verdik": Sapıklıktan hidâyeti verdik ki, o da Tevrat’tır. "İsrâil oğullarını o kitaba mirasçı kıldık": Bu da çoğunluğun görüşüne göre Tevrat’tır. İbn Saib ise: Tevrat, İncil ve Zebur’dur, demiştir. Zikra da: öğüt demektir. 55Sabret. Şüphesiz Allah’ın va’di haktır. Günahın için istiğfar et. Rabbine hamdi ile akşamüzeri ve sabahleyin tesbih et. "Sabret": Onların eziyetlerine demektir. "Şüphesiz Allah’ın va’di haktır": Bu âyet bu surede iki yerde geçmektedir (Gafir: 55, 77), onun kılıç âyetiyle neshedildiğini söylemişlerdir. "Sebbih"in manası da: Namaz kıl, demektir. Akşamüzeri ve sabahleyin kılınan namazdan hangisi kastedildiğinde üç görüş vardır: Birincisi: Onlar beş vakit namazdır, bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Sabah ve ikindi namazlarıdır, bunu da Katâde, demiştir. Üçüncüsü: Namaz farz kılınmadan önce kılınan bir namazdır; iki rekat sabahleyin ve iki rekat da akşamüzeri kılınırdı. Bunu da Hasen Basri, demiştir. 56Allah'ın âyetlerinde kendilerine gelen bir delil olmadan tartışanlar (var ya), onların göğüslerinde ancak bir kibir vardır ki, ona asla yetişemezler. Allah’a sığın. Çünkü O, hakkıyle işiten, çok iyi görendir. Bundan sonrası "ancak onların göğüslerinde bir kibir vardır” kısmına kadar az önce Gafir: 4’te geçmiştir. Bu âyet Kureyş hakkında inmiştir, manası da şöyledir: Onları seni yalanlamaya zorlayan şey sadece sana karşı gösterdikleri kibirdir. O kibrin gereğine hiçbir zaman ulaşamayacaklardır, çünkü Allahü teâlâ onları hor edecektir. "Allah’a sığın": Onların şerrinden. Sonra kudretine dikkat çekerek şöyle dedi: 57Elbette göklerin ve yerin yaratılışı insanların yaratılışından daha büyüktür. Ancak insanların çoğu bilmezler. 58Kör ile gören, iman edip iyi şeyler yapanlarla kötülük yapan bir olmaz. Ne de az düşünüyorsunuz! 59Şüphesiz kıyamet elbette gelicidir, onda şüphe yoktur. Fakat insanların çoğu iman etmezler. "Elbette göklerin ve yerin yaratılışı insanların yaratılışından daha büyüktür": Yani onları tekrar yaratmaktan demektir. Çünkü göklerin ve yerin parçaları daha çok ve cisimleri daha büyüktür. Halkı yeniden yaratmaya gücü yettiğine dikkat çekti. "Ancak insanların çoğu bilmezler": Yani kâfirler bunu Allah'ın birliğine delil olarak kullanmazlar, demektir. Mukâtil şöyle demiştir: Yahudiler Deccal’i gözlerinde çok büyüttüler ve: Bizim adamımız ahir zamanda gönderilecektir, onun buna karşı delili olacaktır, dediler. Allah da: "Allah’ın âyetlerinde mücadele edenler” âyetini indirdi; çünkü Deccal da O’nun âyetlerindendir. "Delilsiz": Yani kanıtsız demektir. Öyleyse Deccal fitnesinden Allah’a sığın. "İnsanların yaratılmasından” Deccal kastedilmiştir diyenler vardır. Ebû’l- Aliye de bu görüşe kail olmuşsa da birincisi daha doğrudur. 60Rabbiniz dedi: Bana dua edin, size icabet edeyim. Şüphesiz benim ibadetimden kibirlenenler, cehenneme hor olarak gireceklerdir. Bundan sonrası "bana dua edin size icabet edeyim” kavline kadar açıktır. Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Beni birleyin ve bana ibadet edin ki, size sevap vereyim. Bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Benden isteyin ki, size vereyim, bunu da Süddi, demiştir. "Şüphesiz benim ibadetimden kibirlenenler": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Tevhidimden kibirlenenler, demektir. İkincisi: Bana dua etmek ve benden istemekten, demektir. "Seyedhulune cehenneme": İbn Kesir, Ebû Bekir de Âsım'dan, Abbas b. Fadl da Ebû Amr'dan rivayet ederek yenin zammesiyle "seyüdhalune” okumuşlar; diğerleri ise fethi ile okumuşlardır. Dahir ise: Küçülen demektir. Bundan sonrası da çeşitli yerlerde geçmiştir: Yûnus: 67; Kasas: 73; En'am: 95; Neml: 61; A’raf: 54, 29; Hac: 5. 61Allah O zattır ki, geceyi onda dinlenmeniz için, gündüzü de aydınlatıcı olarak yarattı. Gerçekten Allah insanlara elbette lütuf sahibidir. Ancak insanların çoğu şükretmezler. 62İşte Rabbiniz Allah her şeyin yaratıcısıdır. O’ndan başka İlâh yoktur. Nasıl da çevriliyorsunuz! 63Allah’ın âyetlerini inkâr edenler işte böyle çevrilirler. 64Allah O’dur ki, yeri sizin için bir karargah, göğü de bir bina kıldı. Size suret verdi; suretlerinizi güzelleştirdi. Size temiz şeylerden rızık verdi. İşte Rabbiniz Allah budur. Âlemlerin Rabbi Allah yücedir. 65O diridir. O’ndan başka İlâh yoktur. Dini O'na has kılarak O’na ibadet edin. Âlemlerin Rabbi Allah’a hamdolsun. 66De ki: "Gerçekten ben, bana Rabbimden açık deliller geldiği zaman sizin Allah’tan başka ibadet ettiklerinize ibadet etmekten men edildim ve âlemlerin Rabbi Allah’a teslim olmakla emrolundum. 67O ki, sizi topraktan, sonra meniden, sonra kan pıhtısından yarattı. Sonra da sizi bir çocuk olarak çıkarıyor. Sonra güçlü çağınıza yetişmeniz, sonra da ihtiyarlar olmanız için. İçinizden kimi önceden öldürülür ve belli bir ecele yetişmeniz için. Ki, aklınızı çalıştırasınız diye. "Belli bir ecele yetişmeniz için": O da hayatın ölüme kadar ecelidir. “ki, aklınızı çalıştırasınız diye” da Allah’ın birlik ve kudretini anlarsınız. 68O ki, diriltir ve öldürür. Bir şeye hükmettiği zaman ona ancak, "ol” der; o da oluverir. 69Allah'ın âyetlerinde tartışanları görmedin mi, nasıl da çevriliyorlar? 70Onlar ki, kitabı ve elçilerimizle gönderdiğimiz şeyleri yalanladılar. Yakında bilirler. "Allah’ın âyetlerinde tartışanları görmedin mi?” Yani Kur’ân'da, O Allah katından değildir, derler. "Nasıl da çevriliyorlar?": Yani nasıl da haktan bâtılla çevrildiler? Onlar hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: Onlar müşriklerdir, bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Onlar kaderiyecilerdir, bunu da müfessirlerden bir grup demişlerdir. İbn Sîrin şöyle derdi: Eğer bu âyet kaderiyeciler hakkında inmedi ise kimin hakkında indiğini bilmiyorum. 71O zaman boyunlarında demir halkalar ve zincirler sürüklenirler. İbn Mes’ûd, İbn Abbâs, Ebû Rezin, Ebû Miclez, Dahhâk, İbn Yamur ve İbn Ebi Able, “Lâm” ın ve yenin fethi ile "vesselasile yeshabune” okumuşlardır. İbn Abbâs da şöyle demiştir: Zincirleri çekmeleri onlara daha çetin gelir. 72Kaynar suda. Sonra da ateşte yakılırlar. "Yakılırlar": Mücâhid: Onlarla ateş tutuşturulur; böylece yakıt olurlar, demiştir. 73Sonra onlara: "Şirk koştuğunuz şeyler nerede?” denildi. "Şirk koştuğunuz şeyler nerede?"; Bu da A’raf: 190’da tefsir edilmiştir. 74"Allah’tan başka". Onlar da: "Bizden kayboldular. Daha doğrusu, biz önceden hiçbir şeye tapmıyorduk” dediler. İşte Allah kâfirleri böyle şaşırtır. "Biz önceden hiçbir şeye tapmıyorduk": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Onlar putların hiçbir şey olmadığını kastetmişlerdir; zira onlar zarar da vermezler yarar da vermezler. Bu da çoğunluğun görüşüdür. İkincisi: Onlar bunu inkâr mahiyetinde söylemişlerdir, bunu da Ebû Süleyman Dımeşki, demiştir. "İşte böyle": Yani Allah onları saptırdığı gibi kâfirleri de saptırır. 75Bu size, yeryüzünde haksız yere neşeleniyor olmanızdan ve şımarıyor olmanızdan dolayıdır! "İşte bu” yani başınıza gelen azap, "yeryüzünde haksız yere neşeleniyor olmanızdan dolayıdır": Yani batılla seviniyor olmanızdan, demektir. "Ve şımarıyor olmanızdan dolayıdır": Biz de şımarmayı İsra: 37’de şerh etmiştik. Bundan sonrası da tamamıyla şuralarda geçmiştir: Nahl: 29; Yûnus: 109; Nisa: 164. 76Girin cehennemin kapılarından, orada ebedi kalıcılar olarak. Mütekebbirlerin yeri ne kötüdür! 77Sabret. Şüphesiz Allah'ın va’di haktır. Eğer sana onları tehdit ettiğimiz şeyin bir kısmını gösterirsek (bu olabilir), yahut seni öldürürsek (o zaman da) yalnız bize döndürülürler. 78Yemin olsun, gerçekten senden önce peygamberler gönderdik; onlardan kimini sana anlattık, onlardan kimini de sana anlatmadık. Allah’ın izni olmadan bir peygamber bir âyet getiremez. Allah'ın emri geldiği zaman hak ile hükmolunur. Orada batılcılar ziyan ederler. "Allah’ın izni olmadan bir peygamber bir âyet getiremez": Bunu demesi, müşriklerin ona âyet getirmesini teklif etm el erindendir. "Allah'ın emri geldiği zaman": O da peygamberlerle ümmetleri arasındaki hükmüdür. "Bâtılcılar” da: Batılı müdafaa edenlerdir. 79Allah O’dur ki, hayvanları onlardan bazılarına binmeniz için yarattı. Onlardan bazılarını da yersiniz. 80Onlarda sizin için faydalar vardır. Onların üzerinde göğüslerinizdeki bir ihtiyaca ulaşmanız için. Onların ve gemilerin üzerinde de taşınırsınız. "Onların üzerinde göğüslerinizdeki (içinizdeki) bir ihtiyaca ulaşmanız için": Yani ülke çapında ihtiyaçlarınıza demektir, 81Size âyetlerini gösteriyor. Artık Allah'ın hangi âyetlerini inkâr edersiniz? "Artık Allah'ın hangi âyetlerini inkâr edersiniz?": Bu da azarlama türünden bir istifhamdır. 82Yeryüzünde gezmediler mi ki, baksınlar da kendilerinden öncekilerin sonu nasıl olmuş, görsünler. Onlar kendilerinden daha çok idiler. Kuvvetçe ve yeryüzünde eserlerce de daha çetin idiler de kazandıkları şeyler onlara fayda vermedi. "Fema ağna anhüm": "Ma” edatı üzerinde de iki görüş vardır: Birincisi: Olumsuzluk edatıdır. İkincisi: Soru edatıdır (onlara ne faydası oldu?). Bu ikisini İbn Cerir Taberî zikretmiştir. 83Peygamberleri onlara mucizeler getirince, yanlarındaki ilimden (alay ederek) sevindiler. Alay ettikleri şey de onları kuşattı. "Yanlarındaki ilimden sevindiler": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Onlar peygamberlere inanmayan ümmetlerdir, bunu da cumhûr demiştir. Sonra Kelâmın manasında da iki görüş vardır: Birincisi: Onlar: Biz onlardan daha çok biliyoruz, yeniden dirilmeyeceğiz de hesap görmeyeceğiz de, dediler. Bunu da Mücâhid, demiştir. İkincisi: Yanlarında böyle ilim olmasından sevindiler, bunu da Süddi, demiştir. İkincisi: Onlar peygamberlerdir, Mana da şöyledir: İnanmayanlar helak olunca peygamberler sevindiler ve yanlarındaki Allah bilgisi ile kurtuldular; çünkü bu bilgi doğrulanmış oldu. Bunu da Ebû Süleyman ile diğerleri demişlerdir. "Onları kuşattı": Yani alay ettikleri azap inkâr edenleri kuşattı, demektir. 84Şiddetli azabımızı görünce: "Bir tek Allah'a iman ettik ve şirk koştuğumuz şeyleri de inkâr ettik” dediler. 85Şiddetli azabımızı görünce imanları onlara fayda vermedi. Allah'ın, geçmiş kulları arasındaki adeti üzere. Kâfirler orada ziyan ettiler. Be’s de: Azaptır. "Sünnetallahi"nın manası: O Allah’ın ümmetlere koyduğu bir kanundur, yani azabı gördükleri zaman imanları onlara fayda vermez, demektir. "Kâfirler orada ziyan ettiler". Eğer: "Sanki daha önce ziyan etmemişler gibi?” denirse. Bunun iki cevabı vardır: Birincisi: Ziyan, helak manasınadır, bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Çünkü onların ziyanı ancak başlarına azap geldiği zaman meydana çıkar. Bunu da Zeccâc, demiştir. |
﴾ 0 ﴿