41-FUSSİLET SÛRESİ

Mekke'de inmiştir. 54 ayettir.

İcma ile tamamı Mekki'dir. Ona Secde suresi, mesabib (kandiller) suresi de denir.

Bismillahirrahmanirrahim

1

Ha. Mîm.

2

Rahman ve Rahim’den indirilen,

3

Bir kitaptır. Âyetleri bilen bir toplum için Arapça bir Kur’ân olarak açıklanmıştır.

"Tenzilim":

Ferrâ’ şöyle demiştir:

"Tenziliin"ün "hamim” ile merfu olması da câizdir, gizli

"hâza” ile olması da câizdir.

Zeccâc da şöyle demiştir: Tenzilün mübtedadır, haberi de "kitabun fussilet ayatuhu

"dur. Bu, Basra ekolünün görüşleridir. "Kur’ânen” ise hâl olarak mensubtur,

Mana da şöyledir: Toplu olarak âyetleri açıklanmıştır.

"Bilen bir toplum için": Yani bilen kimseler için demektir.

4

(O Kur’ân) müjdeci ve uyarıcı olarak. Onların çoğu yüz çevirdiler. Artık onlar dinlemezler.

"Onların çokları yüz çevirdi": Yani Mekke halkının, demektir.

"Artık onlar dinlemezler": Kibirlerinden dolayı.

5

"Kalplerimiz sizin bizi çağırdığınız şeyden örtüler içindedir, kulaklarımızda da ağırlık var. Seninle bizim aramızda bir perde vardır. Sen çalış, biz de çalışanlarız!” dediler.

"Kalplerimiz örtüler içindedir, dediler": Yani kalplerimiz kapalıdır, sözünü anlamıyoruz, demektir.

"Ekinne” ile vakr’ın manası da En’am: 25’te geçmiştir,

Mana da şöyledir: Biz senin sözünü terk etmede duymayan ve anlamayan kimseler gibiyiz.

"Bizim aramızla senin aranda perde vardır": Yani inanç ve din konusunda engel vardır, demektir. Ahfeş de, buradaki

"min” tekit içindir, demiştir.

"Sen çalış":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Sen bizim işimizi iptal etmeye çalış, biz de senin işini iptal etmeye çalışıyoruz.

İkincisi: Sen kendi dininde çalış, biz de kendi dinimizde çalışıyoruz.

6

De ki:

"Ben ancak sizin gibi bir insanım. Bana ancak, İlâhınızın bir tek İlâh olduğu vahyolunuyor. O’na yönelin ve O’ndan mağfiret dileyin. Vay müşriklerin başına gelenlere!"

"De ki: Ben ancak sizin gibi bir insanım": Yani, eğer vahiy olmasa idi sizi davet etmezdim.

"O’na yönelin": Yani itâat ederek O’na dönün, şirkten O’na istiğfar edin, demektir.

7

Onlar ki, zekâtı vermezler ve onlar ahireti de inkâr ederler.

"Onlar ki, zekâtı vermezler":

Bunda da beş görüş vardır:

Birincisi: Onlar "lâilâhe illallah” diye şehadet getirmezler, bunu İbn Ebi Talha, İbn Abbâs’tan, rivayet etmiş; İkrime de böyle demiştir.

Mana da şöyledir: Nefislerini tevhid sayesinde şirkten temizlemezler.

İkincisi: Zekata inanmaz ve onu kabul etmezler, bunu da Hasen ile Kata de, demişlerdir.

Üçüncüsü: Amellerini temizlemezler, bunu da Mücâhid ile Rebi’, demişlerdir.

Dördüncüsü: Sadaka vermezler, sevap yolunda harcamazlar. Bunu da Dahhâk ile Mukâtil, demişlerdir.

Beşincisi: Mallarının zekatını vermezler.

İbn Saib şöyle demiştir: Hacceder, umre yaparlardı, zekât vermezlerdi.

8

Şüphesiz iman edip iyi şeyler yapanlar için, kesilmeyen bir mükafat vardır.

"Kesilmeyen": Yani bitmeyen ve eksilmeyen, demektir.

9

De ki: "Gerçekten siz, yeri iki günde yaratanı mı inkâr ediyor ve O'na eşler koşuyorsunuz? İşte O, âlemlerin Rabbidir".

"Yeri iki günde yarattı":

İbn Abbâs: Pazar ve Pazartesi günlerinde, demiştir. Abdullah b. Selam, Süddi ve çoğunluk da böyle demişlerdir.

Mukâtil de: Salı ve Çarşamba günlerinde, demiştir. Müslim yalnız kendinin rivayet ettiği Ebû Hureyre hadisinde şöyle demiştir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem elimden tuttu ve şöyle dedi: Aziz ve celil olan Allah toprağı Cumartesi günü yarattı, ondaki dağları Pazar günü yarattı, ondaki ağaçları Pazartesi günü yarattı, kötülüğü Salı günü yarattı, nûru Çarşamba günü yarattı. Canlıları da onda Perşembe günü yaydı. 1 Bu hadis yukarıdakine muhalif ise de ondan daha sağlamdır.

1 - Müslim, Sıfatü'l - Münafikine ve ahkamuhum, hadis no, 27.

"O’na eşler koşuyorsunuz": Bunu da Bakara: 22'de şerh etmiş bulunuyoruz.

"İşte O” yani bu zikredilenleri yapan

"âlemlerin Rabbidir".

10

Onda, üstünden sabit dağlar kıldı (koydu), ona bereketler verdi. Onda azıklarını da dört günde takdir etti; soranlar için eşit olarak.

"Ona sabit dağlar koydu": Yani yeryıizeyine sağlam dağlar attı, demektir.

"Ona bereket verdi": Bir tohum birkaç tane, çekirdek de koca ağaç olarak çıkar.

"Onda azıklarını takdir etti (akvateha) ":

Ebû Ubeyde: O kut’un çoğuludur, o da rızıklar ve ihtiyaç duyulan şeylerdir, demiştir.

Müfessirlerin bu takdir etme ifadesinde de beş görüşleri vardır:

Birincisi: O nehirleri yardı ve ağaçları dikti, bunu da İbn Abbâs demiştir.

İkincisi: O kulların ve hayvanların rızıklarını taksim etti, bunu da Hasen, demiştir.

Üçüncüsü: Rızıklarını yağmurdan takdir etti, bunu da Mücâhid, demiştir.

Dördüncüsü: Her memlekete özgü şeyler takdir etti; meselâ Yemen kumaşları ancak Yemen’de, Herat kumaşları da ancak Herat’ta en iyi şekilde yapılır ki, birbirlerinden ticaret ederek geçinsinler. Bunu da İkrime ile Dahhâk, demişlerdir.

Beşincisi: Bir bölge halkına buğday, bir bölge halkına hurma, bir bölge halkına da mısır takdir etti. Bunu da İbn Saib, demiştir.

"Dört günde": Yani dört günün tamamında demektir.

Ahfeş şöyle demiştir: Meselâ: Dün bir kadınla evlendim, bugün de iki, dersin ki, birisi dün evlendiğindir.

Müfessirler şöyle demiştir: Maksat Salı ve Çarşamba günleridir. Bu ikisi Pazar ve Pazartesiyle beraber dört gündür.

"Sevaen": Ebû Cafer ref ile "seavün” okumuş; Ya’kûb ile Abdülvaris de cer ile "sevain” okumuşlar; on kurradan kalanlar ise nasb ile okumuşlardır.

Zeccâc da şöyle demiştir: Kim cer ile okursa, onu eyyam’ın sıfatı kılar, mana da: Tastamam dört günde demek olur. Kim nasb ile okursa, mef’ûl-i mutlak yapar, mana da: Tam dört günde olur. Kim de merfu okursa, hiye sevalin (o eşittir) şeklinde olur.

"Soranlar

"da da iki görüş vardır:

Birincisi: Azık soranlardır, çünkü herkes azık arar ve onu sorar.

İkincisi:

"Yer kaç günde yaratıldı?” diyen kimse için. Ona: Eşit dört günde yaratıldı, ne eksik ne fazla, denir.

11

Sonra duman halindeki göğe yöneldi; ona ve yere:

"İsteyerek yahut istemeyerek gelin!” dedi. Onlar da:

"İsteyerek geldik” dediler.

"Sonra göğe yöneldi": Bunu da Bakara: 29'da şerh etmiştik.

"O duman halinde idi":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Allah suyu yaratınca ona rüzgarı gönderdi, ondan da duman çıkıp yükseldi; ona da sema (gök) ismini verdi.

İkincisi: Yeri yaratınca ona ateş gönderdi, ondan duman çıkıp yükseldi, gök oldu.

"Ona ve yere dedi":

İbn Abbâs şöyle demiştir: Göğe: Güneşini, ayını ve yıldızlarını çıkar, dedi. Yere de: Nehirlerini yar, meyvelerini çıkar, dedi.

"İsteyerek yahut istemeyerek (tav’an ev kerha)": Zeccâc, hâl olmak üzere mensubtur, demiştir. Neden "laiatin” demedi; çünkü onları aklı ve ayrımı olan yerine koydu, tıpkı yıldızlar için:

"Ve küllün fi felekin yesbehun” (Yasin: 40) dediği gibi. Şöyle de denilmiştir: Onlar da: Biz de bizim içimizdekiler de itâat ederek geldik, dediler.

12

Onları iki günde yedi gökler olarak bitirdi. Her göğe emrini vahyetti. Dünya göğünü kandillerle süsledik ve onları koruduk. Bu, mutlak galip, her şeyi bilen (Allah)ın takdiridir.

"Fekadahünne": Onları yarattı ve yaptı demektir. Ebû Züeyb el - Hüzeli şöyle demiştir:

Üzerlerinde iki zırh vardı ki, onları Dâvud

Yahut o bol zırhları Tübba'lılar yapmıştır.

Beyitte geçen kadahuma: Onları yaptı ve dokudu, demektir.

“İki günde": İbn Abbâs ile Abdullah b. Selam: Onlar da Perşembe ve Cuma günleridir, demişler.

Mukâtil de: Pazar ve Pazartesi, demiştir. Çünkü onun kanaatine göre gök yerden önce yaratılmıştır. Biz de bu günlerin miktarını A’raf: 54'te beyan etmiştik.

"Her göğe emrini vabyetti":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Murat ettiğini vahyetti ve dilediğini emretti, bunu da Mücâhid ile Mukâtil, demişlerdir, ikine isi: Her gökte oranın mahlukunu yarattı. Bunu da Süddi, demiştir.

"Biz dünya göğünü süsledik": O da yere en yakın olan göktür.

"Kandillerle": Onlar da yıldızlardır. Kandiller de lambalardır; yıldıza kandil denmesi, aydınlattığı içindir.

"Onları koruduk": Zeccâc, mana şöyledir, demiştir: Onları şeytanların dinlemesinden yıldızlarla koruduk.

13

Eğer yüz çevirirlerse, de ki:

"Ben sizi Ad ve Semud’un yıldırımı gibi bir yıldırımdan uyardım.

"Eğer yüz çevirirlerse": Bu açıklamadan sonra imandan yüz çevirirlerse, demektir.

"Fekul enzertüküm saikaten": Saika: Helak eden her şeydir,

Mana da şöyledir: Sizi onların azabı gibi bir azapla uyardım. Neden özellikle bu iki kabileden bahsedildi? Çünkü Kureyşliler yolculuklarında bunların yurtlarından geçerlerdi.

14

Hani, onlara elçileri:

"Ancak Allah’a ibadet edin” diye önlerinden ve arkalarından gelmişti. Onlar da: "Rabbimiz isteseydi, elbette melekler indirirdi. Gerçekten biz sizinle gönderilen şeyi inkâr ediyoruz” dediler.

"Hani, onlara elçileri önlerinden gelmişti": Yani atalarına ve kendilerinden öncekilere gelmişti,

"ve arkalarından": Yani atalarının arkasından demektir ki, onlar da bu helak edilenlere gönderilenlerdir.

"Allah’tan başkasına ibadet etmeyin diye. Onlar da: Rabbimiz dileseydi, dediler": Yani halkı davet etmek isteseydi

"mutlaka melekler indirirdi, dediler".

15

Ad’e gelince: Yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve: "Kuvvetçe bizden daha çetin kimdir?” dediler. Onları yaratan Allah'ın kuvvetçe kendilerinden daha çetin olduğunu görmediler mi? Onlarsa âyetlerimizi inkâr ediyorlardı.

"Büyüklük tasladılar": Yani imana karşı kibir gösterdiler ve hak dışı amel ettiler. Hûd aleyhisselam onları azapla tehdit etmişti. Onlar da: Biz gücümüz sayesinde onu defedebiliriz, dediler. Burada geçen âyetler ise: Deliller ve burhanlar, demektir.

16

Biz de onların üzerlerine uğursuz günlerde dondurucu bir rüzgar gönderdik ki, onlara dünya hayatında rezillik azabını tattıralım diye. Elbette ahiret azabı daha rezil edicidir. Onlar yardımlanmazlar da.

Dondurucu (sarsar) rüzgarında da dört görüş vardır:

Birincisi: O soğuktur, bunu da İbn Abbâs, Katâde ve Dahhâk, demişlerdir.

Ferrâ’ şöyle demiştir: O ateş gibi yakan soğuk rüzgardır. Zeccâc da böyle: O cidden soğuk rüzgardır, demiştir. Sarsar, soğuğu tekerrür eden demektir; meselâ akleltüşşey’e ve kalkaltuhu denir ki, akleltuhu kaldırdım manasınadır, kalkaltuhu da: Tekrar tekrar kaldırdım, demektir.

İkincisi: O, çok sıcak rüzgardır, bunu da Mücâhid, demiştir.

Üçüncüsü: Şiddetli ses çıkaran rüzgardır, bunu da Süddi, Ebû Ubeyde ve İbn Kuteybe, demişlerdir.

Dördüncüsü: Çok soğuktur, bunu da Mukâtil, demiştir.

"Fi eyyamin nehisatin": İbn Kesir, Nâfi' ve Ebû Amr, hanın sükunu ile "nahsatin” okumuşlar; kalanlar ise kesri ile okumuşlardır.

Zeccâc da şöyle demiştir: Kim ha’yı kesre okursa, onun tekili "nahis

"tir, kim de sakin okursa, tekili "nahs

"dir, manası da: Uğursuz, demektir.

Bu günlerin ilkinde de üç görüş vardır:

Birincisi: Pazar sabahıdır, bunu da Süddi, demiştir.

İkincisi: Cuma günüdür, bunu da Rebi’ b. Enes, demiştir.

Üçüncüsü: Çarşamba günüdür, bunu da Yahya b. Selam, demiştir. Hizy ise: Aşağılıktır.

17

Semud'a gelince: Onlara doğru yolu gösterdik; onlarsa körlüğü hidayete tercih ettiler. Onları kazandıkları şey yüzünden hakaret azabının yıldırımları yakaladı.

18

İman edenleri ise kurtardık. Onlar (Allah'tan) çekiniyorlardı.

"Semud’a gelince: Onlara doğru yolu gösterdik":

Bunda da üç görüş vardır:

Birincisi: Onlara açıkladık, demektir, bunu da İbn Abbâs ile Said b. Cübeyr, demişlerdir.

Katâde de şöyle demiştir: Onlara hayır ve şer yolunu açıkladık.

İkincisi: Onları davet ettik, demektir. Bunu da Mücâhid, demiştir,

Üçüncüsü: Onlara hayra gidecek yolu gösterdik, bunu Ferrâ’, demiştir.

"Onlarsa körlüğü tercih ettiler": Yani küftü imana tercih ettiler, demektir.

"Onları hakaret azabının yıldırım, yakaladı": Yani hakarete sahip azap demektir ki, onları aşağılayan manasınadır.

19

Hatırla o günü ki, Allah'ın düşmanları ateşe sürülür. Onlar sevk ediliyorlar.

"Ve yevme yuhşeru a’daullah": Nâfi nun ile "nahşuru” ve nasb ile de

"a’dae” okumuştur.

"Sevk ediliyorlar": Yani toplanmalan için baş tarafları durdurulmuştur.

20

Nihayet ona geldikleri zaman kulakları, gözleri ve derileri yaptıkları şeylere karşı aleyhlerine şahitlik eder.

"Nihayet ona geldikleri zaman": Yani ona doğru sürüldükleri ateşe geldikleri zaman

"Onlara kulakları, gözleri ve derileri şahitlik eder":

Deriden murat edilen şey hususunda da üç görüş vardır:

Birincisi: Eller ve ayaklardır.

İkincisi: Cinsel organlardır. Bu ikisi İbn Abbâs’tan rivayet edilmiştir.

Üçüncüsü: Onlar bizzat derilerdir, bunu da Maverdi nakletmiştir. Müslim’in, tek başına rivayet ettiği hadiste Enes b. Malik şöyle demiştir: Biz Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in yanında idik, güldü: "Niçin güldüğümü biliyor musunuz?” dedi. Biz de: Allah ve Resul'ü daha iyi bilirler, dedik, o da şöyle dedi: Kulun Rabbine hitabından güldüm, kul der ki:

"Ya Rabbi, beni haksızlıktan korumadın mı?” Allahü teâlâ da: Evet, der, O da: Ben, kendi şahidimden başkasını kabul etmem, der. Allahü teâlâ da: Peki, sana nefsin şahitlik etsin, kiramen katibin melekleri şahitlik etsinler, der ve ağzına mühür vurulur; organlarına: Konuşun, denir. Onlar da yaptıkları amelleri konuşur. Sonra kendinin konuşmasına izin verilir, o da: Olmaz olsun sizin gibiler, ben de sizi savunuyordum, der.

21

Derilerine: "Niçin aleyhimize şahitlik ettiniz?” derler. Onlar da:

"Bizi her şeyi konuşturan Allah konuşturdu” dediler. Sizi ilk defa yaratan O'dur ve yalnız O'na döndürülürsünüz.

"Onlar da: Bizi her şeyi konuşturan Allah konuşturdu” dediler. Yani konuşabilecekleri konuşturan Allah, demektir. Söz burada bitti, bundan sonrası derilerin cevabından değildir.

22

Ne kulaklarınızın, ne gözlerinizin ne de derilerinizin aleyhinizde şahitlik edeceğinden saklanmıyordunuz. Ancak Allah’ın, yaptıklarınızdan çoğunu bilmeyeceğini sanmıştınız.

"Ne kulaklarınızın ne gözlerinizin ne de derilerinizin aleyhinizde şahitlik edeceğinden saklanmıyordunuz":

Buhârî ile Müslim, Sahihlerinde İbn Mes’ûd’dan şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: Ben Ka’be’nin örtüsü arkasında gizlenmiştim; üç kimse geldi: Birisi Kureyşli, ikisi de Sakifli damatları idiler yahut biri Sakifli idi, ikisi de Kureyşli damatları idiler, karınları büyük, akılları küçük idiler. Bir şeyler konuştular, tam anlayamadım; biri: "Sizce Allah bu konuşmamızı duyar mı?” dedi, öteki ikisi de: Eğer sesimizi yükseltirsek duyar, eğer yükseltmezsek duymaz, dediler. Ötekisi de: Eğer ondan bir şey duyarsa hepsini duyar, dedi. Ben de bunu Resûlallah sallallahu aleyhi ve sellem’e anlattım; bunun üzerine Allahü teâlâ:

"kulaklarınızın... size şahitlik edeceğinden saklanmıyordunuz” âyetini indirdi. Âyette geçen

"testetirun": Gizlenmek demektir.

"En yeşhede” de: Şahitlik etmesinden, yani

"kulaklarınızın size” şahitlik etmesinden, demektir. Çünkü sizler organlarınızdan saklanamazsınız ve size şahitlik edeceklerini zannetmezsiniz.

"Ancak Allah’ın, yaptıklarınızdan çoğunu bilmeyeceğini sanmıştınız":

İbn Abbâs şöyle demiştir: Kâfirler şöyle derlerdi: Allah içimizdekini bilmez, ancak dışa vurulanı bilir.

23

İşte Rabbinize olan bu zannınızdır ki, sizi helak etti; siz de ziyan edenlerden oldunuz.

"Bu zannınız": Yani Allah bilmez zannınız

"sizi helak etti".

24

Eğer sabrederlerse, ateş onların durağıdır. Eğer rıza talep ederlerse, onlar hoş görülmezler.

"Eğer sabrederlerse” yani ateşe, o barınaklarıdır,

"eğer rıza talep ederlerse” yani sevdikleri bir şeye dönmelerini isterlerse, buna imkan tanınmaz, çünkü onu hak etmezler. A’tebeni fi'ılanün denir ki: Beni kızdırdıktan sonra razı etti, demektir. İstatebtuhu ise: Beni razı etmesini istedim, demektir.

25

Onlara arkadaşlar Mûsallat ettik; onlar da kendilerine önlerindekini ve arkalarındakini süslediler ve kendilerinden önce geçen cin ve insan ümmetlerinin içinde onlara da söz (azap) hak oldu. Çünkü onlar ziyan edenler idiler.

"Onlara arkadaşlar Mûsallat ettik": Yani onlara şeytanları yaklaştırdık

"onlar da kendilerine önlerindekini ve arkalarındakini süslediler":

Bunda da üç görüş vardır:

Birincisi: Önlerindeki ahiret işleridir ki, cennet yok, cehennem yok, dirilme yok, hesap da yok, derler. Arkalarındaki de dünya işleridir ki, onlara zevkleri, mal biriktirmeyi ve hayır yolunda harcamamayı süslediler.

İkincisi: Önlerindeki dünya işidir, arkalarındaki de ahiret işidir. Bu da birinci görüşün tersidir.

Üçüncüsü: Önlerindeki yaptıkları şeylerdir, arkalarındakiler de yapmaya karar verdikleri şeylerdir. Âyetlerin kalan kısmı ise İsı a: 16 ve A’raf: 38'de tefsir edilmiştir.

26

Kâfirler:

"Bu Kur’ânı dinlemeyin, onda gürültü edin, belki galip gelirsiniz” dediler.

"Kâfirler: Bu Kur’ân’ı dinlemeyin, onda gürültü edin, dediler": Yani ona boş lâf karıştırın, dediler. Kâfirler birbirlerine şöyle tavsiye ederlerdi: Muhammed ve ashabından Kur’ân dinlediğiniz zaman seslerinizi yükseltin ki, sözleri karışsın.

Mücâhid de şöyle demiştir: Resûlüllah Kur’ân okuduğu zaman parmaklarınızı ağızlarınıza sokarak veya dil ve dudaklarınızla ıslık çalın,

"belki galip gelirsiniz” de susarlar, demiştir.

27

Biz de kâfirlere elbette şiddetli bir azap tattıracağız ve onları yaptıklarının en kötüsü ile elbette cezalandıracağız.

28

İşte bu, Allah’ın düşmanlarının cezası ateştir. Onlar için orada âyetlerimizi inkâr etmelerine karşılık ölümsüzlük yurdu vardır.

"İşte bu, Allah'ın düşmanlarının cezasıdır": Yani bu zikredilen azap, demektir

"Nar” (ateş) de cezadan bedeldir (ikisi aynı şeydir).

"Onlar için orada ölümsüzlük yurdu vardır": Yani ikamet edecekleri yurt vardır, demektir.

Zeccâc şöyle demiştir: Ateş de yurttur, bu şuna benzer: Birine: Bu evde senin için neşe evi vardır, dersin ki, ikisi aynıdır. Şair de şöyle demiştir:

O kıymetli şeylerin adamıdır; onları verir ve ister

Haksızlığı kabul etmez: vergisi bol ve efendidir.

29

Kâfirler: "Rabbimiz, bizi saptıran cin ve insanları bize göster de en aşağılardan olmaları için onları ayaklarımızın altına alalım” dediler.

"Kâfirler dediler": Ateşe girdikleri zaman

“erinellezeyni edallana (bizi saptıranları bize göster)": İbn Âmir, Ebû Bekir de Âsım’dan rivayet ederek, ranın sükunu ile

"erna” okumuşlardır.

Müfessirler: Saptıranlardan İblis ile Kabil'i kastetmişlerdir, demişlerdir. Çünkü günah işlemeyi adet eden o ikisidir.

"En aşağılardan olmaları için onları ayaklarımızın altına alalım": Yani cehennemin en alt katına demektir; çünkü oranın azabı diğerlerinden daha çetindir.

30

Gerçekten "Rabbimiz Allah’tır” deyip de sonra doğru olanların üzerine melekler iner, "korkmayın, üzülmeyin, size va'dolunan cennetle sevinin” derler.

Sonra mü'minleri zikredip

"gerçekten Rabbimiz Allah’tır deyip” yani O’nu birleyip de

"sonra doğru olanlar” dedi.

Bunda da üç görüş vardır:

Birincisi: Allah’ın birliğinde doğru oldular, bunu da Ebû Bekir Sıddik ile Mücâhid, demişlerdir.

İkincisi: Allah’a itâatte ve farzlarını yerine getirmede, bunu da İbn Abbâs ile Katâde, demişlerdir.

Üçüncüsü: İhlasta ve ölünceye kadar amelde, bunu da Ebû’l - Âliyye ile Süddi, demişlerdir: Atâ’ da İbn Abbâs'tan şöyle rivayet etmiştir: Bu âyet Ebû Bekir es - Sıddik hakkında indi, şöyleki müşrikler: Rabbimiz Allah'tır, melekler O’nun kızlarıdır, bu putlar da Allah katında şefaatçilerimizdir, dediler; doğru olamadılar. Yahudiler de: Rabbimiz Allah’tır, Uzeyr O’nun oğludur, Muhammed de peygamber değildir, dediler; onlar da doğru olamadılar. Hıristiyanlar da: Rabbimiz Allah’tır, İsa O’nun oğludur, Muhammed de peygamber değildir, dediler; onlar da doğru olamadılar. Ebû Bekir de: Rabbimiz bir tek Allah’tır, Muhammed O’nun kulu ve Resul'üdür, dedi ve doğru oldu.

"Melekler iner "korkmayın (ella tehafu)": Yani bien latehafu, demektir.

Onların iniş vaktinde de iki görüş vardır:

Birincisi: ölüm anında, bunu da İbn Abbâs ile Mücâhid, demişlerdir.

Buna göre

"korkmayın"ın manasında da iki görüş vardır:

Birincisi: Ölümden korkmayın, evlatlarınız için üzülmeyin, bunu da Mücâhid, demiştir.

İkincisi: Önünüzdeki şeylerden korkmayın, arkanızdakilerden de üzülmeyin. Bunu da İkrime ile Süddi, demişlerdir.

İkincisi: Melekler onlara kabirlerinden kalktıkları zaman iner, bunu da Katâde demiştir. Bu durumda

"korkmayın"ın manası şöyle olur: Onlara kıyamette korku ve kederin olmadığı müjdesini verirler.

31

"Biz sizin dünya hayatında da ahirette de dostlarınızız. Sizin için orada canınızın çektiği her şey ve sizin için orada istediğiniz her şey vardır".

"Biz sizin dostlarınızız": Bu, meleklerin onlara dediği bir sözdür,

Mana da şöyledir: Biz sizin dünyada işlerinizi gören kimseleriz; çünkü melekler mü'minlere yaklaşır ve onları severler. Zira onların göğe yükselen amellerini görürler.

"Ahirette de": Yani ahirette de sizinle beraberiz; cennete girinceye kadar sizden ayrılmayız. Süddi: Bunlar hafaza melekleridir, demiştir. İşte

"biz sizin dünya ve ahirette dostlarınızız” dediği budur. Onların ruhları kabzetmeye gelen melekler olduğu da söylenmiştir.

"Sizin için orada vardır": Yani cennette vardır, demektir.

32

"Çok bağışlayıcı, çok merhamet edici (Allah)tan bir ziyafet olarak.

"Nüzülen": Zeccâc manası: Ebşiru bilcenneti tenzilunelıa nüzülen (cennetle sevinin, orada konuk olacaksınız) demiştir. Ahfeş de: Orada her istediğiniz vardır, sizi oraya konuk ettik, demiştir.

33

Allah’a çağıran, iyi şey yapan ve: "şüphesiz ben Müslümanlardanım” diyenden sözü daha güzel olan kimdir?

"Allah'a çağırandan sözü daha güzel olan kimdir?":

Bundan kimlerin murat edildiği hususunda üç görüş vardır:

Birincisi: Onlar mü’minlerdir. Cabir b. Abdullah, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’den: “Bu âyet mü’minler hakkında indi” dediğini rivayet etmiştir. Bu da Hazret-i Âişe, Mücâhid ve İkrime'nin görüşüdür.

İkincisi: O lâilâhe illallah kelime-i tevhidine davet eden Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’dir. Bunu da İbn Abbâs, Süddi ve İbn Zeyd, demiştir.

Üçüncüsü: O Allah’ın davetine icabet eden ve insanları buna çağıran mü’mindir.

"İyi bir şey yaptı": İcabet ettiği zaman. Bunu da Hasen, demiştir.

"İyi bir şey"de de üç görüş vardır:

Birincisi: Ezandan sonra iki rekat namaz kıldı, bu da Hazret-i Âişe ile Mücâhid’in görüşleridir. İsmail b. Ebi Halid, Kays b. Hazim’den

"Allah’a davet edenden sözü daha güzel kimdir” üzerinde, onun ezan olduğunu rivayet etmiştir.

"İyi bir şey yaptı": Ezanla ikamet arasında namaz kıldı, demiştir.

İkincisi: Farzları yaptı ve Allah’ın haklarını yerine getirdi, bunu da Atâ’, demiştir.

Üçüncüsü: Oruç tuttu ve namaz kıldı, bunu da İkrime, demiştir.

34

İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzelle sav; o zaman seninle kendisi arasında düşmanlık olan, sanki sıcak bir dost olur.

"Vela testevil hasenetü velasseyyieh":

Zeccâc: "Lâ” zaittir, tekit için gelmiştir, mana da: Vela tastevil hasenetü vesseyyietü (iyilikle kötülük bir olmaz) demiştir.

Müfessirlerin bunun üzerinde de üç görüşleri vardır:

Birincisi: iyilik iman, kötülük de şirktir, bunu da İbn Abbâs, demiştir.

İkincisi: Yumuşaklık ve ahlaksız sözdür, bunu da Dahhâk, demiştir.

Üçüncüsü: Nefret ve sabırdır, bunu da Maverdi nakletmiştir.

"Kötülüğü en güzelle sav": Bu da öfkeyi sabırla, kötülüğü afla savmak gibidir. Eğer bunu yaparsan seninle arasında düşmanlık olan yakın dost gibi olur.

Atâ’ da şöyle demiştir: Bu karşılaştığın zaman düşmanına selam vermektir.

Müfessirler: Bu âyet kılıç âyetiyle neshedilmiştir, demiştir.

35

Bunlar ancak sabredenlere verilir. Bunlar ancak büyük bir nasibe sahip olana verilir.

"Bu verilmez":

Zeccâc şöyle demiştir: Bu haslet (davranış) verilmez, o da kötülüğü iyilikle savmaktır,

"ancak sabredenlere verilir” yani öfkesini yenenlere verilir.

"Bu ancak büyük bir nasibe sahip olana verilir": Hayır nasibine sahip olana demektir.

Süddi de: Ancak varlık sahibine, demiştir.

Katâde de: Büyük nasip: Cennettir, mana da: Bu ancak cenneti hak edene verilir, demiştir.

36

Eğer seni şeytandan kesin bir dürtme dürterse, Allah’a sığın. Çünkü O, hakkıyla işiten, kemaliyle bilendir.

"Eğer seni şeytandan kesin bir dürtme dürterse": bunu da A'raf: 200’de tefsir etmiş bulunuyoruz.

37

O’nun delillerinden biri de gece ile gündüz ve güneşle aydır. Ne güneşe ne de aya secde etmeyin. Onları yaratan Allah’a secde edin, eğer O’na ibadet ediyorsanız.

38

Eğer büyüklenirlerse, Rabbinin yanındakiler O’nu gece gündüz tesbih ederler ve onlar usanmazlar da.

"Eğer büyüklenirlerse": Tevhid ve ibadete karşı kibir taslarlarsa

"Rabbinin yanındakiler” yani melekler

"tesbih ederler” yani namaz kılarlar.

"Yes’emun” da usanmak demektir.

Tilavet secdesinin nerede yapılacağında iki görüş vardır:

Birincisi: Yes’emun kavlindedir, bunu da İbn Abbâs, Mesttik ve Katâde, demişler; Kadı Ebû Ya’lâ da bunu tercih etmiştir; çünkü söz orada bitmiştir.

İkincisi:

"İnküntüm iyyahu tabudun"dadır, bu da Abdullah b. Mes’ud'un arkadaşları ile Hasen ve Ebû Abdurrahman’dan rivayet edilmiştir.

39

O’nun delillerinden olarak görürsün ki, yer boyun bükmüştür. Onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman harekete geçer, kabarır. Şüphesiz onu dirilten elbette ölüleri de diriltir. Çünkü O, her şeye kadirdir.

"O’nun delillerinden biri de görürsün ki, yer boyun bükmüştür":

Katâde: Çatlamış, toz haline gelmiştir, demiştir. Ezheri de şöyle demiştir: Yer kurur da yağmur yağmazsa, haşeat (boyun büktü) denir.

"Harekete geçer": Yani bitki ile harekete geçer

"kabarır": Yani yükselir: çünkü bitki görünmek isterse toprak ona yer açar. Bunun açıklaması da Hac: 5’te geçmiştir.

40

Şüphesiz âyetlerimizden sapanlar bize gizli kalmazlar. Ateşe atılan mı daha hayırlıdır yoksa kıyamet gününde güvenle gelen mi? İstediğinizi yapın. Çünkü O, yaptıklarınızı görendir.

"innellezine yülhidune fi ayatine":

Mukâtil: Bu âyet Ebû Cehil hakkında inmiştir, demiştir. Biz de ilhad'ın manasını Nahl: 103'te şerh etmiş idik.

Burada ondan ne murat edildiği hususunda beş görüş vardır:

Birincisi: O sözü yerine koymamaktır, bunu da el - Avfi, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir.

İkincisi: O Kur’ân okunurken ıslık çalmaktır, bunu da Mücâhid, demiştir.

Üçüncüsü: O âyetlere inanmamaktır, bunu da Katâde, demiştir.

Dördüncüsü: O inatlaşmaktır, bunu da Süddi, demiştir.

Beşincisi: Âyetlere imandan sapmaktır, bunu da Mukâtil, demiştir.

"Bize gizli kalmazlar": Bu da ceza tehdididir.

"Ateşe atılan mı daha hayırlıdır yoksa kıyamet gününde güvenle gelen mi?":

Bu da geneldir. Ancak müfessirlerin bundan kimlerin murat edildiğinde yedi görüşleri vardır:

Birincisi: O Ebû Cehil ile Ebû Bekir es - Sıddik'tir, bunu da Dahhâk, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir.

İkincisi: Ebû Cehil ile Ammar b. Yasir’dir, bunu da İkrime, demiştir.

Üçüncüsü: Ebû Cehil ile Resûlüllah sallallahu aleyih ve sellem’dir. Bunu da İbn Saib ile Mukâtil, demişlerdir.

Dördüncüsü: Ebû Cehil ile Osman b. Affan'dır, bunu da Sa’lebî nakletmiştir.

Beşincisi: Ebû Cehil ile Hamza’dır, bunu da Vahidi nakletmiştir.

Altıncısı: Ebû Cehil ile Ömer b. Hattab'tır.

Yedincisi: Kâfir ile mü’mindir, bu ikisini de Maverdi hikaye etmiştir.

"İstediğinizi yapın":

Zeccâc şöyle demiştir: Bu emir şeklinde ise de manası gözdağı ve tehdittir.

41

Şüphesiz kendilerine gelen zikri inkâr edenleri (cezalandıracağız). Gerçekten o, elbette güçlü bir kitaptır.

"Şüphesiz zikri inkâr edenler": Yani Kur’ân’ı demektir. Sonra zikri anlatmaya başladı,

"inne"nin cevabını da vermedi.

Burada onun cevabında da iki görüş vardır:

Birincisi: O

"Ülâike yünadevne min mekanin baidin” kavlidir, bunu da Ferrâ’ zikretmiştir.

İkincisi: Cevap terk edilmiştir,

onun takdirinde de iki görüş vardır:

Birincisi: Şüphesiz kendilerine gelen zikri inkâr edenler ona İnanmadılar, demektir.

İkincisi: İnkar edenler küfürlerinin cezasını çekerler, elemektir.

"Gerçekten o, elbette güçlü bir kitaptır":

Bunda da dört görüş vardır:

Birincisi: O korunmuştur, şeytan anayol bulamaz, bunu da Süddi, demiştir.

İkincisi: Allah nazarında kıymetlidir, bunu da İbn Saib, demiştir.

Üçüncüsü: Bâtıll ona yaklaşanı az, bunu da Mukâtil, demiştir.

Dördüncüsü: İnsanların onun gibisini söylemeleri imkansızdır, bunu da Maverdi nakletmiştir.

42

Bâtıll ona ne önünden ne de arkasından gelemez. Hikmet sahibi, övgüye layık (Allah)tan indirilmiştir.

"Bâtıll ona gelemez":

Bunda da üç görüş vardır:

Birincisi: Yalanlamadır, bunu da Said b. Cübeyr, demiştir.

İkincisi: Şeytandır.

Üçüncüsü: Değiştirmedir, bu ikisi Mücâhid'ten rivayet edilmiştir.

Katâde de: Şeytan onun ne hakkını kısabilir ne de ona bâtıll bir şey ilâve edebilir.

Mücâhid de şöyle demiştir: İçine ondan olmayan bir şey sokamaz.

"Ne önünden ne de arkasından":

Bunda da üç görüş vardır:

Birincisi: İndirilmeden önce ve indirildikten sonra, demektir.

İkincisi: Ondan önce onu iptal edecek kitap yoktur, ondan sonra da onu iptal edecek kitap gelmeyecektir.

Üçüncüsü: Bâtıll ona geçmişlerden verdiği haberlerde de gelemez, gelecekten verdiği haberlerde de gelemez.

43

Sana da ancak gerçekten senden önceki peygamberlere denen şey deniyor. Şüphesiz Rabbin elbette bağışlama sahibidir ve acıklı azap sahibidir.

"Sana da ancak gerçekten senden önceki peygamberlere denen şey deniyor":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Senden önceki peygamberlere: Sihirbaz, kahin ve deli denildi; sen yalanlandığın gibi onlar da yalanlandı. Bu da Hasen, Katâde ve cumhûrun görüşüdür.

İkincisi: Sana da senden önceki peygamberlere, Allah’ın çok bağışlayıcı ve azap edici olduğu haberi veriliyor.

44

Eğer biz onu yabancı (dilde) bir Kur’ân kılsaydık, mutlaka: "Âyetleri açıklanmalı değil miydi? Yabancı mıdır, Arapça mıdır?” derlerdi. De ki:

"O, iman edenler için hidayet ve şifadır". İman etmeyenlerin ise kulaklarında ağırlık vardır. O, onlara karşı körlüktür. İşte onlara uzak bir yerden seslenilir.

"Eğer onu kılsaydık": Yani sana indirilen kitabı

"yabancı bir Kur’ân": Yani Arapça’dan başka bir dille indirseydik,

"âyetleri açıklanmalı değil miydi?” derlerdi": Yani âyetleri Arapça açıklanmalı İdi ki, biz de anlayalım, derlerdi.

"Ea’cemiyyün ve arabiyyün": İbn Kesir, Nâfi, Ebû Amr, İbn Âmir ve Hafs da Âsım'dan rivayet ederek uzun hemze ile "âcemiyyün” okumuşlar; Hamze, Kisâi ve Ebû Bekir de Âsım’dan rivayel ederek iki hemze ile

"ea’cemiyyün” okumuşlardır ki, mana:

"Yabancı kitap, Arap peygamber mi?” demektir. Bu da ret manasında bir sorudur ki, eğer öyle olsa idi daha çok inkâr ederlerdi, demektir.

"De ki: O": yani Kur’ân,

"iman edenler için hidayettir” sapıklıktan

"ve şifadır” şüpheler ve acılar için.

"Vakr” da: Sağırlıktır. Onlar kabul etmemede kulakları sağırlar gibidirler.

"O, onlara karşı körlüktür":

Katâde şöyle demiştir: Kur’ân’dan sağır ve kör oldular.

"İşte onlara uzak bir yerden seslenilir": Yani onlar uzaktan seslenilen kimse gibi duymazlar ve anlamazlar.

45

Yemin olsun, gerçekten Mûsa’ya o kitabı verdik de onda ihtilaf edildi. Eğer Rabbinden geçen bir söz olmasa idi, elbette aralarında hüküm verilirdi. Gerçekten onlar ondan elbette kuşku verici bir şüphe içindeler.

"Yemin olsun, gerçekten Mûsa'ya o kitabı verdik": Bu Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem için tesellidir,

Mana da şöyledir: Senin kitabına bir kavim iman edip bir kavim inkâr ettiği gibi Mûsa'nın kitabına da aynısı yapıldı.

"Eğer Rabbinden geçmiş bir söz olmasa idi” azabın belli bir süreye yani kıyamete kadar tehiri hususunda

"elbette aralarında hüküm verilirdi": inanmayanlara inen bir azapla hüküm verilirdi.

"Gerçekten onlar elbette bir şüphe içindedirler” senin doğruluğundan ve kitabından, demektir.

"Kuşku verici": Yani onları işkillendiren bir şüphe, demektir.

46

Kim iyi bir şey yaparsa, kendi lehinedir. Kim de kötülük ederse, kendi aleyhinedir. Rabbin kullarına zulmedici değildir.

47

Kıyametin ilmi yalnız O’na döndürülür. Kapçıklarından çıkan meyveler ve dişinin gebe kalması hep O’nun ilmi iledir.

"Ortaklarım nerede?” diye seslendiği günde, onlar da: "Sana bildirdik, içimizden hiçbir şahit yok” dediler.

"Kıyametin ilmi yalnız O’na döndürülür":

iniş sebebi şöyledir: Yahudiler, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e: Eğer iddia ettiğin gibi peygambersen bize kıyametten haber ver, dediler. Bunu da Mukâtil, demiştir. Âyetin manası da şöyledir: Onun kopmasını ancak Allah bilir; ondan sorulacak olursa, onun ilmi yalnız O’na döndürülür.

"Vema tahrucu min semeretin": İbn Kesir, Ebû Amr, Hamze, Kisâi ve Ebû Bekir de Âsım’dan rivayet ederek,

"min semeretin” okumuşlar; Nâfi, İbn Âmir, Hafs da Âsım'dan rivayet ederek, cemi sığasıyla

"min semeratin” okumuşlardır.

"Min ekmamiha": Kapçıklarından demektir.

İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Gizlendiği yerlerden. Her şeyin kılıfı onun kümmii'dür. Elbisenin yenine kümm denilmesi de bundandır.

Zeccâc da şöyle demiştir: Ekmam, kapatan şeydir. Kapalı şeyi açığa çıkaran her ağaç, kapçık sahibidir. Hurma ağacının kapçığı da hurma ağacının özünü saklayan iç yaprağı, lifi ve gövdesidir. Hurma ağacının her çıkardığı şey kapçıktır; meselâ ilk çıkan meyvenin kapçığı kabuğudur. Bu itibarla da erkeklerin başa giydikleri şeye: Kümme denilmiştir; çünkü başı örter. Gömleğin yenine de küm denir ki, elleri kapatmasındandır.

"Onlara seslendiği gün": Yani Allahü teâlâ müşriklere seslendiği gün

"ortaklarım nerede, diye?” iddia ettiğiniz ortaklarım,

"onlar da: Sana bildirdik” dediler. Ferrâ’ ile

İbn Kuteybe: Sana bildirdik demişler;

Mukâtil de: Sana duyurduk, demiştir.

"Bizden hiçbir şahit yok":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Bu, müşriklerin sözlerindendir,

Mana da şöyledir: Senin ortağın olduğuna dair bizden bir şahit yoktur. O gün daha önce dedikleri şeylerden ilişkilerini keserler. Bu da Mukâtil’in görüşüdür.

İkincisi: Bu tapılan ilâhların sözlerindendir,

Mana da şöyledir: Onların dediklerine dair bizden bir şahit yoktur. Bunu da Ferrâ’ ile İbn Kuteybe, demişlerdir.

48

Daha önceden taptıkları şeyler onlardan kayboldu. Kaçış yeri olmadığını iyice anladılar.

"Onlardan kayboldu": Yani ahirette onlardan bâtıll oldu

"taptıkları şeyler": Yani dünyada taptıkları şeyler, demektir.

"Kaçış yeri olmadığını iyice anladılar": Biz de âyette geçen mahis’in manasını Nisa suresi âyet: 121’de şerh etmiş idik.

49

İnsan hayır istemekten usanmaz. Eğer ona şer dokunursa, hemen ümidini keser, bunu açığa vurur.

"İnsan usanmaz":

Müfessirler ondan murat kâfirdir, Mana da şöyledir, demişlerdir: Kâfir usanmaz

"hayır istemekten": Yani hayrı, yani mal ve afiyeti istemekten, demektir.

"Eğer ona şer dokunursa": O da fakirlik ve zorluktur,

Mana da şöyledir: Bununla denenirse, Allah’ın verdiği rahat ve rahmetten ümit keser.

Ebû Ubeyde şöyle demiştir: Yeus: Yeese'den feul veznindedir, kanut dakanata'dan feul veznindedir.

50

Yemin olsun, eğer ona, kendisine dokunan sıkıntıdan sonra bir rahmet tattırırsak, elbette:

"Bu benimdir. Kıyametin kopacağını da sanmam. Yemin olsun, eğer Rabbime döndürülürsem, gerçekten O’nun yanında benim için elbette en güzeli var” der. Elbette biz kâfirlere yaptıklarını haber vereceğiz ve onlara ağır bir azaptan elbette tattıracağız.

"Yemin olsun, eğer ona bizden bir rahmet tattırırsak": Yani bir hayır, afiyet ve zenginlik, demektir

"elbette: Bu benimdir, der": Yani bu amelimin karşılığıdır, hakkımdır, der. Sonra da ölümün ardından dirilmeyi inkâr eder:

"Kıyametin kopacağını da sanmam": Yani öldükten sonra dirilmede kesin kanaat sahibi değilim.

"Yemin olsun, eğer Rabbime döndürülürsem, gerçekten O’nun yanında benim için elbette en güzeli var, der": Yani cennet var, bana dünyada verdiği gibi ahirette de verir, der.

"Elbette biz kâfirlere yaptıklarını haber vereceğiz": Yani onlara kötü amellerini haber vereceğiz. Bundan sonrası da İbrahim: 17 ve İsra: 83’te geçmiştir.

51

insana bir nimet verdiğimiz zaman yüz çevirir ve yan çizer. Ona kötülük dokunduğu zaman pek geniş bir duanın sahibidir (uzun uzadıya dua eder).

"Ve neâ bi-cânibih": İbn Kesir, Nâfi ve Ebû Amr "naa” gibi "nea” okumuşlar; İbn Âmir de meftuh ve medli nun ve eliften sonra hemze ile "Nâe” okumuştur. Hamze de meksur nun ve hemze ile "niye” okumuştur.

"Fezû duâin arîd": Ferrâ’ ile İbn Kuteybe: And çok manasınadır, demişlerdir. Eğer duayı uzunluk veya enle nitelersen kelâmda câizdir.

52

De ki: "Gördünüz mü, eğer o (Kur’ân), Allah katından ise sonra siz de onu inkâr ettiniz ise, uzak bir muhalefet içinde olandan daha sapık kimdir?"

"De ki:” ey Muhammed, Mekkelilere

"gördünüz mü", eğer ise” Kur’ân

"Allah katından, sonra siz de onu inkâr ettiniz ise, ondan uzak bir muhalefet içinde olandan daha sapık kimdir?": Hakka karşı çıkandan, demektir. O isimdir, mana da: Sizden daha sapık yoktur, demektir.

İbn Cerir de şöyle demiştir: Âyetin manası şöyledir: Sonra inkâr ettinizse, siz hakka muhalefet ve doğrudan uzaklıkta değil misiniz? Bunu âyetin kalan kısmının yerine koymuştur.

53

Onlara âyetlerimizi ufuklarda ve nefislerinde göstereceğiz ki, onlar için onun gerçekten hak olduğu meydana çıksın. Rabbinin, şüphesiz O’nun her şeye şahit olması yetmez mi?

54

Bilin ki, onlar Rablerine kavuşmaktan bir şüphe içindeler. Bilin ki, şüphesiz O, her şeyi kuşatandır.

"Onlara âyetlerimizi ufuklarda ve nefislerinde göstereceğiz":

Bunda beş görüş vardır:

Birincisi: Ufuklarda: Dünyanın çeşitli bölgelerinin fethidir, nefislerinde de: Mekke’nin fethidir. Bunu da Hasen, Mücâhid ve Süddi, demişlerdir.

İkincisi: Ufuklarda olanlar: Geçmiş milletlerin olaylarıdır, nefislerindekiler de: Bedir zaferidir. Bunu da Katâde ile Mukâtil, demişlerdir.

Üçüncüsü: Ufuklardaki: Bütün bölgelere yağmurun düşmemesidir, nefislerindekiler de: Bedenlerine gelen belalardır. Bunu da İbn Cüreyc, demiştir.

Dördüncüsü: Ufuklardakiler: Gökteki güneş, ay ve yıldızlar gibi alâmetlerdir, nefislerindekiler de: Yeryüzündeki olaylardır. Bunu da İbn Zeyd, demiştir. İbn Zeyd’den şöyle dediği de nakledilmiştir: Nefislerindekiler: Büyük ve küçük abdest yollarıdır; çünkü insan bir yerden yer ve içer, iki yerden çıkar.

Beşincisi: Ufuklardakiler o yalanlayanlardan önce gidenlerdir, nefislerindekiler de: Onların meniden, sonra kan pıhtısından sonra bir çiğnem etten sonra da kemiklerden yaratılıp sonunda aklı başında insan olmalarıdır. Bunu da Zeccâc, demiştir.

"Ta ki, onun hak olduğu meydana çıksın (ennehul hakku)":

Bu “He” zamirinde de iki görüş vardır:

Birincisi: O Kur’ân’a râcîdir.

İkincisi: Peygamberin bütün davet ettiği şeylere râcîdir. İbn Cerir, mana şöyledir, demiştir: Muhammed'e indirdiğimiz şeylerin ve ona dinini bütün dinlere galip kılacağımız va’dinin gerçek olduğunu bilsinler.

"Rabbinin, şüphesiz O'nun her şeye şahit olması yetmez mi?": Yani O’nun her şeyin üzerinde şahit olması yetmez mi?

Mana da şöyledir: Rabbinin şahitliği onlara yetmez mi?

Burada yetmenin manası: Onlara birliğine ve peygamberlerinin doğruluğuna delalet edecek şeyleri açıklamış olmasıdır.

0 ﴿