42-ŞÛRA SÛRESİ

Mekke’de inmiştir. 53 ayettir.

O, Mekkidir, bunu da el -Avfi ve diğerleri İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Hasen, İkrime, Mücâhid, Katâde ve cumhûr da böyle demişlerdir. İbn Abbâs ile Katâde’den şöyle dedikleri de rivayet edilmiştir: Ancak onun dört âyeti Medine’de inmiştir:

Birincisi:

"Kul la-es’elüküm aleyhi ecra” (Şura: 23) âyetidir.

Mukâtil de şöyle demiştir: Onda Medeni olanlar şunlardır.

"Zâlikellezi yübeşşirüllahu ibadehüllezine âmenu...” (Şura: 24)

"vellezine iza esâbehümül bağyü...” (Şura: 41)

Bismillahirrahmanirrahim

1

Ha. Mîm.

"Ha. Mîm": Bunun tefsiri Ğafir suresinde geçmiştir.

2

Ayn. Sin. Kaf.

"Ayn. Sin. Kaf":

Bunda da üç görüş vardır:

Birincisi: O Allah’ın yemin ettiği bir kasemdir, O’nun isimlerindendir. Bunu da İbn Ebi Talha, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir.

İkincisi: O isimlerden bir isimdir;

sonra bunda da beş görüş vardır:

Birincisi: Ayn Allah’ın ilmidir, sin ululuğudur, kaf da kudretidir. Bunu da Hasen, demiştir.

İkincisi: Ayn’da azap vardır, sin’de mesh (insanı hayvana çevirme) vardır, kaf’ta kazf (cehenneme atma) vardır. Bunu da Ebû’l - Cevza, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir.

Üçüncüsü: Ha harptendir, mîm mülkün tahvilinden (değiştirilmesin)dendir, ayn ezilen adüv (düşman) dandır, sin de Yûsuf zamanındaki şiddetli kıtlık gibi isti’sal (kökünü kazımak)tandır, kaf da Allah’ın dünya krallarına verdiği kudrettendir. Bunu da Atâ’, demiştir.

Dördüncüsü: Ayn alimdendir, sin kuddus’tandır, kaf da kahirdendir, bunu da S.ibn Cübeyr, demiştir.

Beşincesi: Ayn azizdendir, sin selamdandır, kaf da kadirdendir, bunu da Süddi, demiştir.

Üçüncüsü: O Kur’ân’ın isimlerinden bir isimdir, bunu da Katâde, demiştir.

3

İşte mutlak galip, hikmet sahibi Allah sana ve senden öncekilere şöyle vahyeder.

"İşte sana böyle vahyeder":

Bunda da dört görüş vardır:

Birincisi: Bütün peygamberlere

"Ha. Mîm. Ayn. Sin. Kaf” vahyettiğim gibi onları sana da vahyediyoruz. Bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir.

İkincisi: Senden öncekilere vahyettiğimiz gibi sana da gayb haberlerini vahyediyoruz. Bunu da Atâ’, İbn Abbâs'tan rivayet etmiştir.

Üçüncüsü:

"Ha. Mîm. Ayn. Sin. Kaf” azap hakkında inmiştir, buna göre şöyle denilmiştir: Senden öncekilere vahyettiğimiz gibi azap seni inkâr edenlere de inecektir, bunu da Mukâtil, demiştir.

Dördüncüsü:

Mana şöyledir: Sana böyle vahyediyoruz, bunu da İbn Cerir, demiştir.

İbn Kesir, yenin zammı ve hanın fethi ile

"yuha” okumuştur. Sanki: "Kim vahyediyor?” denilmiş; Allah diye cevap verilmiştir. Eban da Âsım’dan nun, hanın da kesri ile "nuhi” rivayet etmiştir.

4

Göklerde ve yerde olanlar O'nundur. O, çok yücedir, çok azîmdir/büyüktür.

5

Neredeyse üstlerindeki gök çatlayacak. Melekler Rablerini hamd ile tesbih eder ve yerdekilere bağış dilerler. Bilin ki, şüphesiz Allah, O, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.

"Tekadüs semavatü yetefattarne": İbn Kesir, İbn Âmir ve Hamze ye, meftuh te, tının fethası ve şeddesiyle "yetefettarne” okumuşlar; Nafî ile Kisâi de İbn Kesir’inki gibi ye ile

"yekâdü” "yetefatterne” okumuşlardır. Ebû Amr, Ebû Bekir de Âsım'dan rivayet ederek te ile "tekadü", nun, tının kesri ve şeddesiz olarak

"yenfetırne” okumuşlardır, manası da, parçalanır, demektir.

"Üstlerinden": Yani Rahman’ın azametinden dolayı yerlerin üstünden demektir. Müşriklerin

"Allah evlat edindi” sözlerinden diyenler de olmuştur, bir benzeri de Meryem: 90 âyetidir.

"Melekler Rablerini hamd ile tesbih ederler": Bazıları, Rablerinin emri ile namaz kılarlar, demişlerdir. Bazıları da: O’nu layık olmayan sıfatlardan tenzih ederler, demişlerdir.

"Yerdekilere bağış dilerler":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Bundan mü'minleri murat etmiştir, bunu da Katâde ile Süddi, demişlerdir.

İkincisi: Onlar mü’minler için bağış dilerlerdi; Harut ile Marut melekleri Babil’de sınanınca yerdekilere bağış dilediler.

Bağış dilemelerinin manası da onlara rızık istemeleridir. Bunu da İbn Saib, demiştir. İçlerinde Mukâtil'in de olduğu bir grup, bu âyetin

"mü’minler için bağış dilerler” (Ğafır: 7) âyetiyle neshedildiğini iddia etmişlerdir ki, hiçbir değeri yoktur. Çünkü mü’minler için bağış dilerler, kâfirler için değil. Bu durumda âyetin lâfzı genel, manası özeldir, üzel olduğuna da

"mü'minler için bağış dilerler” (Gafir: 7) âyeti delalet eder. Çünkü kâfir kendisi için bağış dilemeyi hak etmez.

6

O’ndan başka dostlar edindikleri şeylere (gelince), Allah onların üzerinde gözetleyicidir. Sen onların üzerinde vekil değilsin.

"O’ndan başka dostlar edinenler": Yani İlâhlar edinip de O'nu bırakarak onlara tapan Mekke kâfirleri demektir.

"Allah onların üzerinde gözetleyicidir": Yani cezalarını vermek için amellerini kayıt altına almaktadır, demektir.

"Sen onların üzerinde vekil değilsin": Yani seni vekil etmedik ki, onların yerine sorumlu olasın. Bu âyet de müfessirlerin çoğunluğuna göre kılıç âyetiyle mensuhtur ki, doğru değildir.

7

İşte böyle, sana Arapça bir Kur’ân vahyettik ki, kentlerin anasını (Mekke yi) ve çevresindekileri uyarasın ve onda şüphe olmayan toplanma gününden uyarasın. Bir grup cennette ve bir grup alevli ateştedir.

"İşte böyle": Yani bu anlattığımız gibi

"sana Arapça bir Kur’ân vahyettik": Ondaki şeyleri anlamaları için.

"Kentlerin anasını uyarman için": Yani Mekke’yi demektir ki, maksat halkıdır.

"Toplanma gününden uyarasın": Yani onları toplanma gününden uyarasın, demektir ki, o da kıyamet günüdür. Allah onda önceki ve sonrakilerle gökler ve yer halkım toplar.

"Onda da şüphe yoktur": Yani o toplantının olacağında şüphe yoktur, demektir. Sonra toplantının ardından dağılırlar, o da:

"Bir grup cennette ve bir grup ateştedir” kavlidir.

8

Eğer Allah dileseydi onları tek bir ümmet yapardı. Fakat dilediğini rahmetine girdirir. Zâlimler için ne bir dost ne de bir yardımcı yoktur.

Sonra ayrılma sebebini anlatıp

"eğer Allah dileseydi onları tek bir ümmet yapardı” dedi. Yani bir din üzerinde toplardı, demektir.

"Onları hidayet üzerinde toplardı” (En’am: 35) kavli de böyledir.

"Fakat dilediğini rahmetine girdirir": Yani dinine demektir.

"Zâlimlerin” yani kâfirlerin

"onların ne bir dostu vardır” onlardan azabı önleyecek

"ne de bir yardımcıları vardır” onları azaptan koruyacak.

9

Yoksa O'ndan başka dostlar mı edindiler? Asıl dost Allah'tır. O, diriltir ve öldürür. O, her şeye kadirdir.

"Yoksa O’ndan başka edindiler mi?": Yani, hayır, kâfirler Allah’tan başka edindiler, demektir

"dostlar” sahip çıkacakları İlâhlar edindiler, demektir.

"Asıl dost Allah’tır": Yani veli kullarının dostudur; öyleyse ilâhları değil de O’nu dost edinsinler.

İbn Abbâs da şöyle demiştir: Ey Muhammed, O senin de sana tabi olanların da dostudur.

10

İhtilaf ettiğiniz şeyin hükmü Allah'adır. İşte Rabbim Allah budur. Yalnız O’na tevekkül ettim ve yalnız O’na dönerim.

"İhtilaf ettiğiniz şeyin": Yani din işlerinden, demektir. Hayır bu geneldir, diyenler de vardır,

"hükmü Allah’adır":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Onun hükmü Allah’ın yanındadır.

İkincisi: Onda ancak O hükmeder.

Mukâtil şöyle demiştir: Mesele şöyledir: Mekke halkının bazısı Kur’ân'ı inkâr etti, bazısı da iman etti. Allahü teâlâ da: Ona karar verecek benim, dedi.

"İşte Allah” ihtilaf edenler arasında hüküm verecek olan Allah

"benim Rabbimdir, yalnız O’na tevekkül ettim” önemli işlerimde

"ve yalnız O’na dönerim". Yani ahirette O’na dönerim, demektir.

11

Göklerin ve yerin yaratıcısı. Size kendinizden eşler kıldı, hayvanlardan da (erkek ve dişi) eşler kıldı. Sizi onda üretiyor. O'nun gibisi yoktur. O, hakkıyle işiten, her şeyi görendir.

"Göklerin ve yerin yaratıcısı": Bunun açıklaması da En’am: 14'te geçmiştir: "Size kendinizden kıldı": Yani sizin gibi yaratılanlardan, demektir,

"eşler” kadınlar,

"hayvanlardan da eşler kıldı": Erkek ve dişi sınıflar,

Mana da şöyledir: Sizin için bütün hayvanlardan erkek ve dişi kıldı (hizmetinize verdi). "Sizi onda üretiyor":

Bunda üç görüş vardır:

Birincisi: Sizi yaratıyor, bunu da Süddi, demiştir.

İkincisi: Sizi geçindiriyor, bunu da Mukâtil, demiştir.

Üçüncüsü: Sizi çoğaltıyor, bunu da Ferrâ’, demiştir.

"Onda” kavlinde de iki görüş vardır:

Birincisi:  

"Fihi (onda)” asildir, bunu da çoğunluk, demiştir.

Buna göre “He” zamirinde üç görüş vardır:

Birincisi: O dişilerin karınlarına râcîdir, eşlerin zikri de daha önce geçmiştir, bunu da Zeyd b. Eslem, demiştir. Buna göre mana şöyle olur: Sizi kadınların karınlarında yaratıyor.

İbn Kuteybe de buna kail olmuş ve: Sizi rahimde veya eşte yaratıyor, demiştir.

İbn Cerir de şöyle demiştir: Sizi eşlerinizde yaratıyor ve sizin için yarattığı hayvanlarda da geçiminizi sağlıyor.

İkincisi: O, yere râcîdir, bunu da İbn Zeyd, demiştir. Buna göre de

Mana şöyledir: Sizi yarattığı göklerde ve yerde üretiyor.

Üçüncüsü: O daha önce geçen

"kıldı” ifadesine râcîdir,

sonra Kelâmın manasında da iki görüş vardır:

Birincisi: Sizi yarattığı hayvanlarla geçindiriyor, bunu da Mukâtil, demiştir.

İkincisi: Sizi anlattığı bu eşlerde yaratıyor, bunu da Vahidi, demiştir.

İkincisi: "Fihi”

"bihi” manasındadır, anlamı da: Böyle yaptığı şeyle sizi çoğaltıyor. Bunu da Ferrâ’ ile Zeccâc, demiştir.

"O’nun gibisi (kemislihi) yoktur":

İbn Kuteybe: O’nun mahiyetinde biri yoktur, demiştir. Araplar misl’i o şeyin yerine koyarlar, meselâ: Bu benim gibisine denmez, dersin ki, bu bana denilmez, demektir.

Zeccâc da: Kemislihi’deki kâf tekit içindir, mana da: O’nun misli yoktur, demiştir. Bundan sonrası da Zümer: 63 ve Ra’d: 26'da geçmiştir.

12

Göklerin ve yerin anahtarı O’nundur. Rızkı dilediği kimse için genişletir ve daraltır. Çünkü O, her şeyi çok iyi bilendir.

13

Dinden Nûh'a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi; İbrahim’e, Mûsa’ya ve İsa’ya tavsiye ettiğimizi size şeriat yaptı ki, dini doğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin, diye. Senin ona davet ettiğin şey müşriklere ağır geldi. Allah dilediğini kendine seçer ve (taatine) döneni kendine iletir.

"Size şeriat yaptı": Yani beyan edip açıkladı, demektir.

"Dinden Nûh’a tavsiye ettiğini":

Bunda da üç görüş vardır:

Birincisi: O helali helâl, haramı haram etmektir, bunu da Katâde, demiştir.

İkincisi: Kız kardeşler ve analarla evlenmeyi haram etmektir, bunu da Hakem, demiştir.

Üçüncüsü: Tevhidtir, şirki terk etmektir.

"Sana vahyettiğimizi": Yani Kur’ân ve İslâm şeriatinden, demektir.

Zeccâc da, mana şöyledir demiştir: Sana vahyettiğimizi şeriat kıldı ve İbrahim, Mûsa ve İsa'ya tavsiye ettiğini size şeriat kıldı.

"Dini doğra tutun, diye": Bu da:

"İbrahim’e, Mûsa ve İsa’ya vasiyet ettiğimiz” sözünün tefsiridir.

"Nûh’a tavsiye ettiğimiz” sözünün ve

"sana vahyettiğimiz"in ve

"İbrahim, Mûsa ve İsa’ya tavsiye ettiğimizin” tefsiri olması da câizdir. O zaman mana şöyle olur: Size ve sizden öncekilere dini doğru tutmayı ve ayrılığı terk etmeyi şeriat kıldı. Peygamberlere tabi olmada birleşmeyi şeriat kıldı.

Mukâtil de şöyle demiştir:

"Dini doğru tutun” tevhidi doğru tutun, demektir. Ayrılığa düşmeyin de: İhtilaf etmeyin, demektir.

"Müşriklere ağır geldi": Yani Mekke müşriklerine ağır geldi, demektir,

"onları çağırdığın şey” ey Muhammed, davet ettiğin tevhid onlara ağır geldi, demektir.

"Allah kendine seçer": Yani kullarından dini için seçer

"dilediğini ve iletir” dinine

"kendine döneni” yani taatine döneni demektir.

14

Onlar ancak kendilerine ilim geldikten sonra aralarındaki ihtirastan dolayı ayrılığa düştüler. Eğer Rabbinden belli bir süreye kadar bir söz geçmiş olmasaydı, elbette aralarında hüküm verilirdi. Gerçekten onlardan sonra kitaba mirasçı kılınanlar elbette ondan kuşku verici bir şüphe içindedirler.

Sonra onlara ayrılığı terk etmeyi vasiyet ettikten sonra ayrılmalarını zikredip şöyle dedi:

"Ayrılığa düşmediler” yani ehl-i kitaplar,

"ancak kendilerine ilim geldikten sonra düştüler":

Bunda da üç görüş vardır:

Birincisi: İhtirası çok iyi bildikten sonra.

İkincisi: Ayrılığın sapıklık olduğunu bilmelerinden sonra.

Üçüncüsü: Kendilerine Kur’ân geldikten sonra, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e ihtiraslarından dolayı.

"Eğer Rabbinden bir kelime geçmiş olmasa idi": Bu ümmetten inanmayanların kıyamete kadar ertelendiklerine dair

"elbette aralarında hüküm verilirdi": inanmayanlara azabın inmesi hakkında.

"Gerçekten kitaba mirasçı kılınanlar” yani Yahudi ve Hıristiyanlar

"onlardan sonra” yani peygamberlerinden sonra

"elbette bir şüphe içindedirler": Yani Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’den demektir.

15

İşte bunun için davet et ve emrolunduğun gibi doğru ol. Onların keyfine uyma.

"Allah’ın kitaptan indirdiğine iman ettim. Aranızda adalet etmekle emrolundum” de. Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz de sizedir. Bizimle sizin aranızda hiçbir düşmanlık yoktur. Allah (kıyamet gününde) aramızı birleştirir (hükmünü verir). Dönüş yalnız O’nadır.

"İşte bunun için davet et (felizalike fed’ti)":

Ferrâ’ şöyle demiştir: Deavtü ilâ fülanin ve deavtü lifülanin denir. "Zalike”

"hâza” manasınadır. Bunda da müfessirlerin iki görüşü vardır:

Birincisi: O Kur’ân’dır, bunu da İbn Saib, demiştir.

İkincisi: O Tevhidtir, bunu da Mukâtil, demiştir.

"Onların keyiflerine uyma": Yani ehl-i kitabın, demektir, çünkü onu kendi dinlerine davet etmişlerdi.

"Aranızda adalet etmekle emrolundum": Bir nahivci, mana şöyledir, demiş: Ümirtü key a’dile beyneküm (aranızda adalet etmek için emrolundum). Bir başkası da şöyle demiştir: Mana: Ümirtü biladli demektir.

"Ümirtü” "en", "key” ve "lâm” ile kullanılır; ümirtü en a’dile ve key a’dile ve lia’dile denir.

Sonra hangi hususta adalet etmesi emrolundu?

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Kendisine getirdikleri davalarda.

İkincisi: Risaleti tebliğ etmede.

"Allah bizim de Rabbimizdir, sizin de Rabbinizdir": Yani O, biz ihtilaf etsek de Rabbimizdir; bize amellerimizin karşılığını verir. Bu da

"bizim amelimiz bizedir” kavlidir ki: Karşılığını verir, demektir.

"Aramızda hiçbir düşmanlık yoktur":

Mücâhid: Sizinle bizim aramızda hiçbir husumet yoktur, demiştir.

Hüküm: Bu âyette iki görüş vardır:

Birincisi: O korkutmakla yetinmeyi öngörmüştür, bu da savaştan öncedir, sonra da kılıç âyeti inip onu neshetti. Bunu çoğunluk demiştir.

İkincisi: Manası şöyledir: Bu kadar delil ve burhanlardan sonra aramızda denecek bir şey kalmamıştır. Buna göre de âyet muhkemdir. Bunu da şeyhimiz Ali b. Ubeydullah, bir grup müfessirden nakletmiştir.

16

Allah’ın dini hakkında, kabul edilen şeyden (peygambere imandan) sonra tartışan kimselerin delilleri, Rableri katında geçersizdir. Onların üzerinde gazap vardır ve onlar için zorlu bir azap vardır.

"Allah’ın dini hakkında tartışanlar": Yani dini üzerinde çekişenler, demektir.

Katâde şöyle demiştir: Onlar Yahudilerdir: Bizim kitabımız sizin kitabınızdan öncedir, bizim peygamberimiz sizin peygamberinizden öncedir, binaenaleyh biz sizden hayırlıyız, dediler. Mücâhid’in kavline göre, onlar müşriklerdir, cahiliye devrinin geri gelmesini ümit etmişlerdir.

"Onun için kabul edildikten sonra": Yani insanlar İslâm’ı kabul ettikten sonra, demektir.

"Delilleri geçersizdir": Yani davaları hükümsüzdür.

17

Allah O’dur ki, kitabı ve teraziyi hak ile indirdi. Ne biliyorsun, belki kıyamet yakındır!

"Allah O’dur ki, kitabı indirdi": Yani Kur’ân’ı

"hak ile": Yani onu boşuna indirmedi, demektir.

"Teraziyi de":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: O adalettir, bunu da İbn Abbâs, Katâde ve cumhûr, demişlerdir.

İkincisi: O tartı aleti terazidir, bu da Mücâhid’ten nakledilmiştir. Onun indirilmesinin manası da: Halka onunla amel etmelerinin ilham edilmesi ve aziz ve celil olan Allah’ın onlara insaflı davranmalarını emretmesidir. Adalete terazi denilmesi, onun insaf ölçüsü ve halk arasında eşitliğin aracı olmasındandır. Âyetin tamamı Ahzab: 63’te şerh edilmiştir.

18

Ona iman etmeyenler onu acele isterler. İman edenler ise ondan korkarlar ve onun gerçekten hak olduğunu bilirler. Bilin ki, gerçekten kıyamet hakkında tartışanlar elbette (haktan) uzak bir sapıklıktalar.

"Ona iman etmeyenler onu acele isterler": Çünkü onlar içindekinden korkmazlar, zira olacağına inanmamışlardır. Onlar onun kopmasını uzak gördüklerinden ve alay ettiklerinden onu isterler.

"îman edenler ise ondan korkarlar": Yani ondan titrerler, demektir. Çünkü hesaba çekilecek ve amellerinin karşılığını göreceklerdir. Sonlarının ne olacağını bilmemektedirler.

"Onun hak olduğunu bilirler": Yani mutlaka gerçekleşeceğine inanırlar.

"Bilin ki, gerçekten kıyamet hakkında tartışanlar": Yani onun kopması hakkında mücadele edenler

"elbette (haktan) uzak bir sapıklıktalar": Onun üzerinde derin düşünmemekle. Eğer düşünselerdi Allah'ın onu gerçekleştirmeye gücünün yeteceğini bilirlerdi.

19

Allah kullarına lütufkârdır. Dilediğine rızık verir. O, çok güçlü, mutlak galiptir.

"Allah kullarına lütufkârdır": Biz de "latif"in manasını En’am: 102’de şerh etmiştik.

Burada kullarından kimler kastedildiğinde de iki görüş vardır:

Birincisi: Onlar mü’minlerdir.

İkincisi: O herkes için geneldir. Günahkâra lütfü da onu helak etmemesidir.

"Dilediğine rızık verir": Yani onun rızkını bollaştırır, demektir.

20

Kim ahiret ekinini isterse, ekininde onun için artırırız. Kim de dünya ekinini isterse, ona da ondan veririz ve onun için ahirette hiçbir nasip yoktur.

"Kim ahiret ekinini isterse":

İbn Kuteybe: Yani ahiret amelini isterse demiştir. Fülanün yahrüsüd dünya, denir ki: Dünya için çalışıyor, mal biriktiriyor, demektir.

Mana da: Kim ameliyle ahireti isterse demektir.

"Ekininde onun için artırırız": Yani onun sevabı katlarız, demektir.

Müfessirler şöyle demişlerdir: Kim ameliyle Allah’ın rızasını isterse, Allah onun ibadetine yardım eder. Kim de dünyayı ahirete tercih ettiği ve ona inanmadığı için dünyayı isterse, ona da ondan verir ki, o da onun için taksim edilen rızıktır.

"Onun ahirette hiçbir hissesi yoktur": Çünkü ona inanmadığı için amel etmez.

Âlimler şunda müttefiktirler ki, bu âyetin başından

"harsihi” lâfzına kadar olan kısım muhkemdir, kalanında ise iki görüş belirterek ihtilaf etmişlerdir:

Birincisi: O da;

"istediğimiz için ona karşılığını peşin veririz” (İsra: 18) kavli ile mensuhtur. Bu da içlerinde Mukâtil’in de bulunduğu bir cemaatin görüşüdür.

İkincisi: İki âyet de muhkem ve manaları da birdir, çünkü bu âyette: Ona istediğini veririz, dememiştir. Bundan da anlaşıyor ki, Allah ona ancak kendi istediğini verir. Bu da

"istediğimiz kimse için” kavline uygundur. İki âyetin lâfızlarının haber, manalarının da haber olması da bunu teyit eder. Çünkü o durumda mensuh olmaz. Bu da Katâde nin dahil olduğu bir cemaatin görüşüdür.

21

Yoksa onların ortakları var da dinden Allah'ın izin vermediği şeyi onlar için şeriat mi yaptılar? Eğer (cezanın ahirette olacağına dair) ayrım sözü olmasaydı, elbette aralarında hüküm verilirdi. Şüphesiz zâlimlere, onlar için acıklı bir azap vardır.

"Yoksa onların ortakları mı var?": Yani Mekke kâfirlerinin, mana da: Onların ilâhları mı var, demektir.

"Şeriat yaptılar": Yani uydurdular

"onlar için” Allah’ın izin vermediği bir din!

"Eğer ayrım sözü olmasaydı": O da cezanın kıyamette olacağına dair geçmiş hüküm demektir.

"Elbette aralarında hüküm verilirdi": İnanmayanların başına dünyada azabın geleceğine dair.

22

Zâlimlerin kazandıkları şeylerden korktuklarını görürsün. O ise onlara gerçekleşecektir. İman edip iyi şeyler yapanlar cennet bahçelerindedir. Onlar için Rableri katında diledikleri (her) şey vardır. İşte büyük lütuf budur.

23

İşte bu, Allah'ın, iman edip iyi şeyler yapan kullarını müjdelediği şeydir. De ki: "Sizden akrabalıkta sevgiden başka bir şey istemiyorum". Kim bir iyilik kazanırsa, onun için onda bir güzellik artırırız. Şüphesiz Allah çok bağışlayan, şükrü kabul edendir.

Bu ve arkasından gelen âyette geçen zâlimler: Müşrikler, manasınadır. İşfak ise: Korkmaktır. Kazandıkları şey de: İnkar ve yalanlamadır.

"O onlara gerçekleşecektir": Yani cezası demektir. Bundan sonrası da

"zalike” kavline kadar açıktır.

"Zalike” de: Zikredilen cennetler demektir.

"İşte bu şey Allah’ın kullarına verdiği müjdedir": Ebû Süleyman Dımeşki şöyle demiştir:

"Zalike” (işte bu): Size verdiğim haber, Allah’ın kullarına müjdesidir, manasınadır. İbn Kesir, Ebû Amr, Hamze ve Kisâi, yenin fethi, benin sükunu ve şinin zammı ile

"yebşiırü” okumuşlardır.

"De ki: Sizden bunun için bir ücret istemiyorum":

Bu âyetin iniş sebebinde üç görüş vardır:

Birincisi: Müşrikler Mekke’de Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'e eziyet ederlerdi; bunun üzerine bu âyet indi. Bunu da Dahhâk, İbn Abbâs'tan rivayet etmiştir.

İkincisi: O Medine’ye geldiği zaman başına bir sürü sıkıntı gelirdi, elinde de imkan yoktu. Bunun üzerine ensar: Allah sizi bu kimsenin yiizü suyu hürmetine hidayet etti, elinde de imkan yoktur, ona sizi de zora sokmayacak mal toplayın, dediler. Bunu da yapıp ona getirdiler, işte bunun üzerine bu âyet indi. Yine bu da İbn Abbâs’tan rivayet edilmiştir.

Üçüncüsü: Müşrikler bir mecliste toplandılar, birbirlerine:

"Yoksa Muhammed bu görevinden dolayı bir şey mi istiyor?” dediler; işte bunun üzerine bu âyet indi. Bunu da Katâde demiştir.

"Aleyhi

"deki zamir de onun gösterdiği doğru yoldan kinayedir.

Burada, ancak diye edilen istisnada iki görüş vardır:

Birincisi: O cinsten istisnadır, buna göre ücret istemiş olur. İbn Abbâs da Dahhâk rivâyetinde buna işaret etmiş, sonra da bunun

"de ki: Sizden ne ücret istediysem sizin olsun” (Sebe': 47) kavliyle neshedildiğini söylemiştir. Mukâtil de bu manaya gitmiştir.

İkincisi: O, istisna-i munkatı’dır, çünkü peygamberler mesajlarından dolayı bir ücret istemezler, mana başka değil şöyledir: Ancak size akrabalık sevgisini hatırlatırım. Bu manayı da bir cemaat İbn Abbâs'tan rivayet etmiştir ki, el - Avfi de içlerine dahildir. Bu da araştırmacı Âlimlerin tercihidir ve de doğrudur: Öyleyse onun nesihle hiçbir alakası yoktur.

Akrabalıktan ne murat edildiği hususunda da beş görüş vardır:

Birincisi: Kelâmın manası şöyledir: Ancak size olan akrabalığımı yerine getirmenizi istiyorum. Bunu da İbn Abbâs, İkrime Mücâhid ve birçokları demişlerdir.

İbn Abbâs şöyle demiştir: Kureyş’ten ne kadar oba varsa Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellim'in onda akrabalığı vardı.

İkincisi: Akrabalığımı yerine getirmenizi istiyorum, bunu da Ali b. Hüseyn, Said b. Cübeyr ve Süddi, demişlerdir.

Sonra akrabalığından kimlerin kastedildiği hususunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Hazret-i Ali, Fatıme ve evlatlarıdır, bu da Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e merfu olarak rivayet edilmiştir.

İkincisi: Onlar sadaka almaları haram olanlar ve beşte birden hisse alanlardır ki, Haşim ve Muttalib oğullarıdır.

Üçüncüsü:

Mana şöyledir: Meğerki sizi Allahü teâlâ'ya yaklaştıracak iyi amelde bulunasınız. Bunu da Hasen ile Katâde, demişlerdir.

Dördüncüsü: Meğerki akrabalarınızı sevdiğiniz gibi benim de akrabalarımı sevesiniz, bunu da İbn Zeyd, demiştir.

Beşincisi: Meğerki akrabalarınızı sevesiniz ve sıla-i rahim edesiniz, bunu da Maverdi, nakletmiştir. Birincisi daha doğrudur.

"Ve men yakterif": Kim kazanırsa, demektir

"sizden bir iyilik, onun için onda bir güzellik artırırız (nezid)": Yani onu bire on ve daha fazlasıyla katlarız. İbn Semeyfa, İbn Yamur ve Cahderi, ye ile

"yezid” okumuşlardır.

"Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır” günahları

"şükrü kabul edendir” azı çoğa sayar.

24

Yoksa:

"Allah’a karşı yalan mı uydurdu” diyorlar? Eğer Allah dilerse, kalbinin üzerine mühür vurur. Allah batılı imha eder ve hakkı (gökten indirdiği) kelimeleriyle gerçekleştirir. Şüphesiz O, göğüslerin sahibini (içindekini) çok iyi bilindir.

"Yoksa diyorlar mı?": Yani: Hayır Mekke kâfirleri diyorlar,

"Allah’a karşı yalan uydurdu?” Kur’ân'ın Allah katından olduğunu iddia etmekle.

"Eğer Allah dilerse, kalbinin üzerine mühür vurur":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Kalbini mühürler; sana Kur’ân’ı unutturur, bunu da Katâde, demiştir.

İkincisi: Kalbini onların eziyetlerine karşı sabırla takviye eder ki: Sen müfterisin, demeleri sana ağır gelmez. Bunu da Mukâtil ile Zeccâc, demişlerdir.

"Allah batılı imha eder":

Ferrâ’ şöyle demiştir: Bu,

"yahtim’e ma’tûf değildir ki, meczum olsun; o yeni etimle başıdır. Şu da bunun gibi vavm hazfine misaldir:

"Ve yed’ul insanu bişşerri” (İsra: 11). Kisâi: Onda takdim ve tehir vardır, takdiri şöyledir, demiştir: Vallahu yemhul batıle.

Zeccâc da şöyle demiştir: Vakfvavve elifle

"yemhû” şeklindedir, mana da Allah her hal u kârda batılı imha eder, demektir. Ancak Mushaflarda vavsız yazılmıştır, çünkü vav, iki sakinin yan yana gelmesinden dolayı düşer; vasılda öyle yazılır, aslında vav sabittir,

Mana da şöyledir: Allah şirki imha eder ve hakkı da kitabından Resul'ünün diline indirdiği şeyle gerçekleştirir.

25

O ki, kullarından Tevbeyi kabul eder, kötülüklerden affeder ve yaptıklarınızı bilir.

"O ki, kullarından Tevbeyi kabul eder": Bunu da Beraet: 104'te zikretmiştik.

"Ve yaptıklarınızı bilir": Ne hayır ve şer yaparsanız, demektir. Hamze, Kısai, Hafs da Âsım’dan rivayet ederek te ile okumuşlar (tef alun); kalanlar da ye ile okumuşlardır (yef alun). Bu da müşriklerden haber vermekle beraber onlar için tehdit manası taşır.

26

İman edip iyi şeyler yapanlara cevap verir ve onlara lütfundan artırır. Kâfirler için çetin bir azap vardır.

"Yestecibü": Cevap verir demektir ki,

bunda da iki görüş vardır:

Birincisi:

Mana şöyledir: Allah onlar bir şey istedikleri zaman onlara icabet eder. Katâde, Ebû İbrahim el - Lahmi’den

"iman edenlere cevap verir” kavlinin manasında şöyle dediğini rivayet etmiştir: Onlar din kardeşlerine şefaat eder,

"lütfundan artırır” bunda da: kardeşlerinin kardeşlerine şefaat ederler, demiştir.

İkincisi: Onlar mü’minlerdir,

Mana da şöyledir: Onlar O'na cevap verirler.

Birincisi: Doğrudur.

27

Eğer Allah kulları için rızkı genişletse idi, elbette yeryüzünde azarlardı. Ancak dilediği miktarda indirir. Şüphesiz O, kullarından haberdar, çok iyi görendir.

"Eğer Allah kulları için rızkı genişletse idi": Habbab b. el - Eret şöyle demiştir. Bu âyet bizim hakkımızda indi, şöyleki biz Kurayza oğullarının ve Nadıyr oğullarını mallarına baktık; onları kendimiz için temenni ettik; bunun üzerine bu âyet indi.

Mana da şöyledir: Eğer Allah kullarının rızıklarını genişletse idi, şımarırlar ve birbirlerine saldırırlardı:

"Ancak dilediği miktarda indirir": Yani onların işlerini düzeltecek ve onları azdırmayacak şekilde takdir ederek indirir.

"Şüphesiz O, kullarından haberdar, çok iyi görendir": Onlardan kimini ancak zenginlik ıslah eder, onlardan kimini de ancak fakirlik ıslah eder.

28

O ki, yağmuru (kullar) ümit kestikten sonra indirir ve rahmetini yayar. O, gerçek dost, övgüye layıktır.

29

Gökleri, yeri ve bu ikisinde yaydığı canlıları yaratması, O'nun (varlık) delillerindendir. O, dilediği zaman onları toplamaya kadirdir.

"O ki, yağmuru indirir": Yani rahmeti ihtiyaç anında indirir,

"kullar ümit kestikten sonra": Yani bir daha yağmaz diye inandıktan sonra, demektir. Bu da onları daha çok şükre sevk eder.

"Rahmetini yayar":

Burada rahmetten murat edilen şey hususunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Yağmurdur, bunu Mukâtil demiştir.

İkincisi: Yağmurdan sonra güneşin çıkmasıdır, bunu da Ebû Süleyman Dımeşki nakletmiştir. Biz de

"veli"nin manasını Nisa: 45,

"hamîd"in manasını da Bakara: 267'de zikretmiş bulunuyoruz.

30

Başınıza gelen bir musibet ellerinizin kazandığı şeyledir. Çoklarından da affeder.

"Başınıza gelen bir musibet": Musibet mü'minin başına gelen istenmeyen şeydir.

"Ellerinizin kazandığı şey iledir": Yani günahlar iledir, demektir. Nâfi ile İbn Âmir fe'siz olarak

"bima kesebet eydiküm” okumuşlardır; Medine ve Şam halkının Mushaflarında da böyledir.

"Çoklarından da affeder": Çok günahlardan demektir ki, onlarla cezalandırmaz. Ebû Süleyman Darani'ye:

"Akıllıları kendilerine kötülük edeni kınamaktan men eden nedir?” dediler; o da: Allah'ın kendilerini günahları yüzünden mübtela kıldığını bilmeleri, dedi ve bu âyeti okudu.

31

Sizler yeryüzünde (bizi) aciz bırakacaklar değilsiniz. Sizin için Allah'tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı yoktur.

"Sizler bizi yeryüzünde aciz bırakacaklar değilsiniz": Eğer Allah size ceza vermek isterse, buna da bütün kâfirlerle günahkarlar dahildir.

32

Denizde dağlar gibi gemiler de O'nun delillerindendir.

"Ve min ayatihil cevari filbahri": Cevariden murat edilen: Gemilerdir. İbn Kesir, Nâfi ve Ebû Amr vasılda ye ile

"elcevariy” okumuşlar; ancak İbn Kesir vakıfta da ye ile okumuştur. Ya’kûb da İbn Kesir'e katılmıştır. Diğerleri ise vasılda ve vakıfta yesiz okumuşlardır.

Ebû Ali şöyle demiştir: İbn Kesir'in okuyuşu kıyasa uygundur. Kim yeyi hazfederze bu da Arap dilinde çoktur.

"Kel'a'lâm":

İbn Kuteybe: Dağlar gibidir, demiştir. Tekili âlem'dir. Halil b. Ahmet'ten şöyle dediği rivayet edilmiştir: Araplara göre her yüksek şey alemdir.

33

Eğer dilerse, rüzgarı durdurur da onun sırtında durakalırlar. Gerçekten bunda her çok sabreden, çok şükreden için elbette ibretler vardır.

"Eğer dilerse rüzgarı durdurur": Gemileri yüzdüren rüzgarı

"onlar da olurlar” yani gemiler

"denizin sırtında durakalırlar": Yani denizin yüzünde sakin olurlar, akmazlar, demektir.

34

Yahut onları kazandıkları o şeyle helak eder ve çoğundan da affeder.

"Yahut onları helak eder": Kırar suya batırır demektir, maksat gemi yolcularıdır, bunun içindir ki:

"bima kesebu” demiştir. Yani yaptıkları günah yüzünden, demektir.

"Çoklarından da affeder” günahlarının çoğundan; onları helak olmaktan kurtarır.

35

(Onları suda boğar) ki, âyetlerimizle mücadele edenler kendileri için kaçacak bir yer olmadığını bilsinler.

"Ve yalemellezine yücadilune": Nâfi ile İbn Âmir ref ile yeni söz başı ve yukarısından kesik olarak

"yalemü” okumuşlar, kalanlar ise nasb ile okumuşlardır.

Ferrâ’ şöyle demiştir: O cezme ma’tûftur, ancak ondan çevrilmiştir, cezimden de ma’tûfu çevrilirse mensûb olur (yaleme aslında yubikhünne'ye ma’tûf iken ondan çevrilmiş, liyentekımeye atfedilmiştir, o nedenle mensûb olmuştur. Mütercim).

Müfessirlerin âyetin manasında iki görüşleri vardır:

Birincisi: Allah'ın âyetlerinde mücadele edenler boğulacakları zaman onlar için bir sığmak olmadığını bilirler.

İkincisi: Onlar yeniden dirildikten sonra azaptan kaçacak yerlerinin olmadığını bilirler.

36

Size verilen şey, dünya hayatının geçimliğidir. Allah'ın katındaki ise iman eden ve Rablerine tevekkül eden için daha hayırlı ve daha kalıcıdır.

"Size verilen şey": Yani size verilen dünyalık bir geçimliktir, ondan bir süre istifade edersiniz, sonra çabucak yok olur gider.

"Allah’ın katındaki ise daha hayırlıdır ve iman edenler için daha kalıcıdır” kâfirler için değil; çünkü onlara ahirette azap hazırlamıştır.

37

Büyük günahlardan sakınanlar ve kızdıkları zaman bağışlayanlar için (daha hayırlıdır).

"Vellezine yectenibune kebairel ismi": Hamze ile Kisâi, tekil ve elifsiz olarak "kebirel ismi” okumuşlar, kalanlar ise elifle okumuşlardır.

Burada çirkin şeylerden ne murat edildiği hususunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Zinadır.

İkincisi: Had gerektiren şeylerdir.

"Kızdıkları zaman bağışlarlar": Yani kendilerine haksızlık edenleri Allahü teâlâ’nın sevabı hatırı için bağışlarlar.

38

Rablerine icabet edenler, namazı doğru kılanlar, işleri aralarında danışma ile olanlar ve kendilerine rızık ettiğimiz şeylerden (hak yolunda) harcayanlar için (daha hayırlıdır).

"Onlar ki, Rablerine icabet ederler": Yani kendilerini davet ettiği şeyle cevap verirler.

"İşleri aralarında danışma iledir":

İbn Kuteybe: Kendi aralarında istişare ederler, demiştir.

Zeccâc da, mana şöyledir, demiştir: Onlar tek başlarına karar vermezler, toplu halde karar alırlar.

39

Başlarına bir zulüm geldiği zaman intikam alanlar için (daha hayırlıdır).

"Başlarına bir zulüm geldiği zaman intikam alırlar": Bu zulüm üzerinde üç görüş halinde ihtilaf etmişlerdir:

Birincisi: Bu, kâfirlerin Müslümanlara zulmüdür.

Atâ’ şöyle demiştir: Onlar kâfirlerin Mekke'den çıkardığı ve onlara zulüm ettikleri mü'minlerdir, sonra Allah onlara imkan verdi, onlar da intikam aldılar. Zeyd b. Eslem de şöyle demiştir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in ashabı Mekke'de iki gruptu; bir grubu eziyet görür; müşrikleri affederlerdi. Bir grubu da yine eziyet görürlerdi; fakat intikam alırlardı. Aziz ve celil olan Allah her iki tarafı da övdü; intikam almayanlar için

"kızdıkları zaman bağışlarlar” dedi. İntikam alanlar için de:

"Zulme uğradıkları zaman intikam alırlar” dedi, yani müşriklerden intikam alırlar, demektir.

İbn Zeyd de şöyle demiştir: Muhacirleri zikretti; onlarda iki sınıf idiler: Affeden sınıf ve intikam alan sınıf.

"Onlar kızdıkları zaman affederler” diyerek onlardan başladı. İntikam alanlar için de:

"Zulme uğradıkları zaman intikam alırlar” dedi, yani müşriklerden intikam alırlar, demektir.

"Rablerine icabet edenleri"den

"harcarlar” kavline kadar geçen kısım da ensar içindir. Sonra üçüncü sınıfı zikredip

"zulme uğradıkları zaman intikam alırlar” dedi, yani müşriklerden intikam alırlar, demektir.

İkincisi: O, özellikle Müslümanların Müsîümanlara zulmetmesidir.

Üçüncüsü: O bütün zâlimler için geneldir, ister Müslüman olsunlar, ister kâfir olsunlar fark etmez.

Nasih ve mensuh Âlimleri bu âyette ihtilaf etmişler; bazıları bunun müşrikler hakkında olup kılıç âyetiyle mensuh olduğunu söylemişler; sanki onun müşriklerin zulmünden sonra intikama cevaz verdiğine işaret etmişlerdir. Buna göre bizim için onlara savaş başlatmamız câiz olunca, onun mensuh olduğunu göstermiştir. Bunun Müslümanlar hakkında olduğunu görenlerin de iki görüşleri vardır:

Birincisi: O

"sabreden ve bağışlayan” (Şura: 43) âyetiyle mensuhtur; sanki o, intikam almayı metheder gibidir. Sonra da bize sabır ve bağışlamanın daha da övülen şeyler olduğunu bildirince, mensuh olduğu açığa çıkmış oldu.

İkincisi: O muhkemdir, çünkü sabır ve bağışlamak fazilettir, intikam almak da mubahtır; buna göre âyet muhkem olur. Doğrusu da budur.

Eğer: "Zahiri intikam almayı metheden bu âyetle affa teşvik eden âyetler nasıl uzlaştırılır?” denirse, buna üç türlü cevap verilir:

Birincisi: O, Müslümanların kâfirlerden intikam almasıdır; bu da Atâ’'dan zikrettiğimiz gibi cihadın üstün bir derecesidir.

İkincisi: intikam alan mübah fiilin dışına çıkmaz, gerçi af bundan daha faziletli ise de böyledir. Kim de yaptığı fiille şeriatın dışına çıkmazsa onu methetmek güzeldir, İbn Zeyd şöyle demiştir: Allah mü’minleri iki sınıfa ayırdı: Affeden sınıf, önce bundan başladı ve intikam alan sınıf.

Üçüncüsü: Bir mümine bir fasık saldırırsa, bu da fasığın mü’mine karşı horozlandığım gösterdiği için, mü’minin bu zilleti kabul etmesi doğru değildir. Onun için asilerin gücünü kırması lazımdır ki, izzet dindarların olsun. İbrahim Nehaî de şöyle demiştir: Onlar mü'minlerin zillet gösterip de fasıkların onlara aslan kesilmesini hoş karşılamazlardı. Güçleri yettiği halde affederlerdi. Kadı Ebû Yal’a da şöyle demiştir: Bu âyet tecavüz edip bunu adet haline getirenler içindir. Af âyeti ise suçlunun pişman olması durumuna bağlıdır.

40

Bir kötülüğün cezası benzer bir kötülüktür. Kim affeder ve düzeltirse, onun mükafatı Allah'ın üzerinedir. Şüphesiz O, zâlimleri sevmez.

"Bir kötülüğün cezası benzeri bir kötülüktür": Mücâhid ile

Süddi şöyle demişlerdir: Bu da çirkin söze cevap vermektir. O bir kelime söylerse aşırı gitmeden ona misliyle cevap verir.

Mukâtil de şöyle demiştir: Bu yaralama ve kanlarda kısas hakkındadır.

"Kim affeder” kısas yapmaz da halini

"düzeltirse, onun mükafatı Allah'ın üzerinedir. Şüphesiz O zâlimleri sevmez": Yani zulmü başlatanı demektir. Neden karşılık vermeye de kötülük denildi? Bunun gerekçesini de:

"Kim size saldırırsa siz de ona saldırın” (Bakara: 194) âyetinde açıklamıştık.

Hasen de şöyle demiştir: Kıyamet günü olduğu zaman bir tellal: Mükafatı Allah’ın üzerine olanlar kalksın, diye ünler. Ancak affedenler ayağa kalkarlar.

41

Elbette kim haksızlığının ardından intikam alırsa, işte onların aleyhine bir yol yoktur.

"Kim haksızlığının ardından intikam alırsa": Yani zalimin ona zulmetmesinden sonra demektir. Burada mastar mefulüne muzaftır, bunun benzeri de şunlardır:

"min duail hayri” (Fussilet: 49),

"bisuali nacetike” (Sad: 24).

"İşte onlara” yani intikam alanlara

"onlara bir yol yoktur". Yanı onları kınamaya ve had vurmaya, demektir.

42

Yol ancak insanlara zulmedenler ve yeryüzünde haksız yere taşkınlık edenlerin aleyhinedir. İşte onlar için çok acıklı bir azap vardır.

"Yol ancak insanlara zulmedenleredir": Yani zulmü başlatıp

"yeryüzünde haksız olarak taşkınlık edenleredir": Yani orada günah işleyenleredir.

43

Elbette kim sabreder ve bağışlarsa, şüphesiz bu, elbette azme değer işlerdendir.

"Elbette kim sabreder” intikam almaz

"ve bağışlarsa, şüphesiz bu sabır ve bağışlama elbette azme değer işlerdendir": Biz de bunu Al-i İmran: 186’da şerh etmiştik.

44

Allah kimi şaşırtırsa, onun için ondan sonra bir dost yoktur. Zâlimlerin, azabı gördükleri zaman (dünyaya):

"Dönmeye bir yol var mı?” dediklerini görürsün.

"Allah kimi şaşırtırsa, onun için bir dost yoktur": Yani Allah onu saptırdıktan sonra onu hidayet edecek kimse yoktur, demektir.

"Zâlimleri görürsün": Yani müşrikleri

"azabı gördükleri zaman” ahirette, dünyaya dönmek isterler.

"Dönmek için bir yol var mı, derler?"

45

Onların zilletten başları eğik olarak ona (ateşe) sunulduklarını görürsün. Sana gizli bakıştan bakarlar. İman edenler: "Gerçekten ziyan edenler; kıyamet gününde kendilerini ve ailelerini ziyan edenlerdir” dediler. Bilin ki, gerçekten zâlimler sürekli azaptalar.

"Onların ona sunulduklarını görürsün": Yani ateşe sunulduklarını görürsün

"başlan eğik olarak": Boyunları bükük alçalmış olarak, demektir.

"Zilletten dolayı, sana gizli bakıştan bakarlar":

bunda da dört görüş vardır:

Birincisi: Hor gözden demektir, bunu da el-Avfı, İbn Abbâs'tan rivayet etmiş; Mücâhid de böyle demiştir.

Ahfeş de şöyle demiştir: Zayıf gözle bakarlar. Başkası da:

"min” "be” manasınadır, demiştir.

İkincisi: Kaçamak nazarla bakarlar, bunu da Katâde ile Süddi, demişlerdir.

Üçüncüsü: Yarım gözle bakarlar, bunu da Ebû Ubeyde, demiştir.

Dördüncüsü: Onlar ateşe kalpleriyle bakarlar, çünkü kör olarak haşrolunmuşlardır; onu gözleriyle göremezler. Bunu da Ferrâ’ ile Zeccâc, demişlerdir. Bundan sonrasının tefsiri de En’am: 12 ile Hûd: 39’da geçmiştir.

46

Onlar için Allah’tan başka kendilerine yardım edecek dostlar yoktur. Allah kimi şaşırtırsa, onun için hiçbir yol yoktur.

"Onlara Allah’tan başka yardım edecek": Yani Allah'ın azabına mani olacak yoktur, demektir.

47

Onun için Allah’tan dönüş olmayan bir gün gelmeden önce Rabbinize icabet edin. O gün sizin için bir sığınak yoktur ve sizin için bir inkâr yoktur.

"Rabbinize icabet edin": Yani Resûlü aracılığı ile sizi davet ettiği şeye, demektir.

"Bir gün gelmeden önce” o da kıyamet günüdür.

"Onun için Allah’tan dönüş yoktur": Yani kimse onu ret ve defetmeye güç yetiremez.

"Sizin için bir sığınak yoktur": Başınızı sokacak bir delik demektir.

"Sizin için bir inkâr da yoktur":

Mücâhid: Size yardım edecek bir taraftar, demiştir. Başkası da: Başınıza geleni durduracak bir güç yoktur, demiştir.

48

Eğer yüz çevirirlerse, seni onların üzerine bekçi göndermedik. Senin üzerine ancak tebliğ vardır. Gerçekten biz insana bizden bir rahmet tattırdığımız zaman, ona sevinir. Eğer ellerinin öne sürdüğü şeyle başlarına bir kötülük gelirse, gerçekten insan çok nankördür.

"Eğer yüz çevirirlerse” icabet etmekten

"biz seni onların üzerine bekçi göndermedik” amellerini kayıt altına alacak muhaliz, demektir.

"Sana ancak tebliğ vardır": Senin görevin ancak mesajı tebliğ etmektir. Bu müfessirlere göre kılıç âyetiyle neshedilmiştir.

"Gerçekten biz insana bizden bir rahmet tattırdığımız zaman, ona sevinir":

Müfessirler, bundan maksat kâfirdir, demişlerdir. Rahmet ise: Zenginlik, sağlık, yağmur vb. şeylerdir. Kötülük de: Hastalık, fakirlik, kıtlık vs. şeylerdir. Burada insandan maksat: Cins ismidir, bunun içindir ki:

"Eğer onlara ellerinin öne sürdüğü şey ile bir kötülük gelirse” demiştir. Ellerinin öne sürdüğü de eskiden yaptıkları muhalefettir.

"Gerçekten insan çok nankördür": Geçmiş nimetleri inkâr hususunda.

49

Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. Dilediği şeyi yaratır. Dilediği kimseye dişiler bağışlar ve dilediği kimseye erkekler bağışlar.

"Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır": Yani onlarda istediği gibi tasarruf etmek O’na aittir, demektir.

"Dilediği kimseye dişiler bağışlar": Yani içlerinde erkekler olmayan kızlar verir, demektir; nitekim Lût’un ancak kız çocukları olmuştu.

"Dilediğine de erkekler bağışlar": Yani içlerinde kız olmayan oğlan çocukları demektir; nitekim İbrahim aleyhisselam’ın hep erkek çocukları olmuştu.

50

Yahut onları erkekler ve dişiler olarak çift yapar ve dilediğini de kısır kılar. Şüphesiz O, hakkıyle bilen, her şeye gücü yetendir.

"Yahut onları çift yapar": Yani erkekli ve dişili. Zeccâc, onları çift yaparın manası şöyledir, demiştir: Onları yaklaştırır, birbirine yakın her iki şey çifttir, onlardan her birine: Eş (teki) denir. Yanımda iki çift ayakkabı vardır demek, iki tek vardır, demektir.

Kelâmın manasında da müfessirlerin iki görüşü vardır:

Birincisi: O kadının erkek doğurup sonra kız, sonra oğlan, sonra yine kız doğurmasıdır. Bunu da Mücâhid ile cumhûr demişlerdir.

İkincisi: O kadının ikiz olarak bir kız, bir de oğlan doğurmasıdır, bunu da İbn Hanefiyye, demiştir. Şöyle demişlerdir; meselâ Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'in olduğu gibi ki, ona oğlanlar ve kızlar verilmişti.

"Dilediğini de kısır kılar": Çocuğu olmaz; meselâ Zekeriya oğlu Yahya’nın olduğu gibi. Onların ikisine de selam olsun. Bu kısımlar diğer insanlar için de geçerlidir; peygamberler misal olarak zikredilmişlerdir.

51

Bir insan için, vahiy yahut perde arkasından olmak veyahut bir elçi gönderip de izni ile dilediğini vahyetmek dışında Allah'ın onunla konuşması olmadı.

"Bir insan için Allah'ın onunla vahiy dışında konuşması olmadı":

İniş sebebi şöyledir: Yahudiler, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e: Eğer gerçek peygamber isen Allah’lâ konuşsan ve O’na baksan ya; nitekim Mûsa O'nunla konuşmuş ve O’nu görmüştü, dediler. O da onlara: Mûsa Allah’ı görmedi, dedi. Bunun üzerine bu âyet indi. Burada vahiyden maksat, rüyadaki vahiydir.

"Yahut perde arkasından": Mûsa ile konuştuğu gibi.

"Ev yürsile": Nâfi ile İbn Âmir ref ile

"yürsilü” ve yenin sükunu ile de "feyuhiy” okumuşlardır; ötekiler de “Lâm” ın nasbi ile

"yiirsile", ye de harekeli olarak "feyuhiye” okumuşlardır,

Mana da şöyledir: Yahutta bir elçi göndermekle, meselâ Cebrâil gibi.

"O da vahyeder” o elçi, gönderilen kimseye vahyeder

"izni ile dilediğini". Mekki b. Ebi Talib şöyle demiştir: Kim nasb ile

"ev yürsile” okursa, onu

"illâ vahyen"in manasına atfeder, çünkü onun manası: İlla en yuhiye, demektir. Kim de ref ile okursa, onu mübteda kılar, sanki: Ev hüve yürsilü demiş gibi olur.

Kadı Ebû Ya’lâ da şöyle demiştir: Bu âyet Allah'ın ancak dünya yurdunda bir insanla perde arkasından konuşacağını gösterir.

52

Bunun gibi sana da emrimizden bir ruh (Kur’ân) vahyettik. Sen kitap nedir ne de iman nedir bilmezdin. Ancak onu bir nûr kıldık. Onunla kullarımızdan dilediğimize hidayet ederiz. Şüphesiz sen, elbette doğru bir yola götürürsün.

"Bunun gibi (ve kezalik)"; Yani peygamberlere vahyettiğimiz gibi "sana da vahyettik": Vavm sûrenin başına atfettiğini söyleyenler de olmuştur, o zaman mana şöyle olur: Sana da senden öncekilere de böyle vahyederiz.

"Bunun gibi sana da emrimizden bir ruh vahyettik":

İbn Abbâs: O Kur’ân'dır, demiştir.

Mukâtil de: Emrimizle vahyettik, demiştir.

"Sen kitap nedir bilmezdin": Çünkü o, vahiyden önce Kur’ân'ı bilmezdi,

"iman da nedir bilmezdin":

Bunda da üç görüş vardır:

Birincisi: O imana davet manasınadır, bunu da Ebû’l - Âliyye, demiştir.

İkincisi: Bundan maksat imanın getirdiği şeriat emirleri ve alâmetleridir; bütün bunlar da imandır. Namaza da iman denildiği

"Allah imanınızı zayi edecek değildir” (Bakara: 143) âyetinde geçmişti. Bu da İbn Kuteybe ile Muhammed b. İshak b. Huzeyme’nin görüşüdür.

Üçüncüsü: O beşikte iken imanı bilmezdi, buluğdan önce çocuk iken de, bunu da Vahidi nakletmiştir. Asıl söz İbn Kuteybe ile İbn Huzeyme’nin tercih ettikleridir. Hadiste şu meşhurdur: Aleyhisselam Efendimiz peygamberlikten önce de Allah’ı bir bilir; Lât ve Uzza’dan nefret eder; hac ve umre yapar, İbrahim aleyhisselam’ın dinini tutardı.

İmam Ahmed b. Hanbel şöyle demiştir: Kim Peygamberin kendi kavminin dininde idi derse, bu kötü bir sözdür; onun dikili taşlar üzerinde putlara kesilen kurbanları yemediği bilinmiyor mu?

İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Hadiste onun kırk yaşına kadar kavminin dinine tabi olduğu söylenmiştir. Bunun manası da şudur; Araplar İsmail dininden kalanlar üzerinde idiler; haccetmek, çocukları sünnet etmek, üç talâk sonunda ayrılmak, bir ve iki talakta dönüş hakkını tanımak, diyet olarak yüz deve vermek, cenabetten gusül etmek, kan bağı veya hısımlıkla yakın akrabalarla evlenmemek de o cümledendir. Aleyhissalat vesselam Efendimiz onlar gibi Allah'a iman eder o günkü şeriat ile amel eder, çocukları sünnet eder, gusül yapar ve hac ederdi. Putlara yaklaşırı azdı ve onları ayıplardı. Kendi diliyle getirdiği şeriati o zaman bilmezdi. İşte

"kitap nedir bilmezdin” dediği budur. Bundan maksat Kur’ân’dır,

"iman da” imanın gereği olan şer’i emirlerdir. Yoksa Allah'ı İkrar etme olan iman kastedilmemiştir. Çünkü onun ataları şirk üzere ölmüşlerdi; şirkleriyle beraber Allah'a iman eder ve Beytullah’ı tavaf ederlerdi.

"Velakin cealnahu":

Bu “He” zamirinde de iki görüş vardır:

Birincisi: O Kur’ân’a râcîdir.

İkincisi: İmana râcîdir.

"Bir nûr": Yani Allah'ın birliğini gösteren ışık ve delil, demektir.

"Onunla dilediğimize hidayet ederiz” kullarımızdan dilediğimizi hak dinine hidayet ederiz.

"Şüphesiz sen de hidayet edersin” yani davet edersin, demektir

"doğru yola” O da İslâm'dır.

53

Göklerde ve yerde olan şeylerin mülkü kendinin olan Allah'ın yoluna. Bilin ki, işler yalnız Allah’a varır.

0 ﴿