43-ZUHRUF SÛRESİ

Mekke’de inmiştir. 89 ayettir.

Bismillahirrahmanirrahim

1

Ha. Mîm.

"Ha. Mîm.” Bunun açıklaması geçmiştir, bkz. Gafir suresi.

2

Apaçık kitaba yemin olsun.

"Apaçık kitaba yemin olsun": Kur’ân’a yemindir.

3

Gerçekten biz onu Arapça bir Kur’ân kıldık. Belki anlarsınız.

"Gerçekten biz onu kıldık":

Said b. Cübeyr: Biz onu indirdik, demiştir. Bundan sonrasının açıklaması da Nisa: 82 ve Yûsuf: 2’de geçmiştir.

4

Şüphesiz o, huzurumuzda ana kitapta elbette pek yüce, hikmet doludur.

"Şüphesiz o": Yani Kur’ân

"ana kitaptadır":

Zeccâc: Yani asıl kitapta, demiştir. Her şeyin aslı onun anasıdır. Kur’ân da aziz ve celil olan Allah katında Levh-i Mahfüz’dadır.

"Bizim huzurumuzda": Yani yanımızda

"elbette pek yücedir": çok yüksektir.

"Hakim"in manasında da iki görüş vardır:

Birincisi: Muhkemdir, yani bâtıll ona soku lâm az, bunu da Mukâtil, demiştir.

İkincisi: İman ehlinin cennete, küfür ehlinin de cehenneme gideceğine karar verecektir. Bunu da Ebû Süleyman Dımeşki, demiştir,

Mana da şöyledir: Ey Mekke halkı, eğer yalanlarsanız şüphesiz o bizim katımızda çok şereflidir, yeri çok büyüktür.

5

Sizler aşırı giden bir toplum oldunuz diye geri durarak sizi uyarmaktan vaz mı geçeceğiz?

"Efenadribü ankümüz zikre safhan":

İbn Kuteybe şöyle demiştir: Sizden geri durup da yüz çevirdiğimiz için sizden bahsetmeyecek miyiz? Safalıtıi an fülanin, denir ki: Birinden yüz çevirmektir. Bunun aslı birine ense dönmektir.

Şair Küseyyir bir kadını anlatırken şöyle der:

Çok yüz çevirir, kavuşmaya çok cimridir,

Kim onun vuslatından usanırsa o da hemen usanır.

Darabtü an fülanin keza: Yaklaşmayıp ondan yüz çevirmektir.

"En küntüm": İbn Kesir, Âsım, Ebû Amr ve İbn Âmir, nasb ile

"en küntüm” okumuşlar: Yani aşırı giden bir toplum olduğunuz için, demektir. Nâfi, Hamze ve Kisâi de, kesre ile

"in kiintüm” okumuşlardır. Zeccâc, bu istikbal manasına göredir, yani siz ileri giden kimseler olursanız sizden yüz mü çevireceğiz, olur, demiştir.

Zikirden murat edilen şey üzerinde de iki görüş vardır:

Birincisi: O azabın zikridir,

Mana da şöyledir: Azabınızı tutup da sizi küfrünüzün üzerinde mi bırakacağız? Bit; İbn Abbâs, Mücâhid ve Süddi'nin görüşlerinin manasıdır.

İkincisi: O Kur’ândır,

Mana da şöyledir: Sizler ona iman etmiyorsunuz diye Kur’ân’ı indirmekten vaz mı geçeceğiz? Bu da Katâde ile İbn Zeyd’in görüşlerinin manasıdır.

Katâde: îleri gidenler, müşrikler manasınadır, demiştir.

Sonra bunun ardından gelen âyetlerle de peygamberine şunu bildirdi: Şüphesiz ben peygamberler gönderdim; kavimleri tarafından yalanlandılar; ben de yalanlayanları helak ettim.

6

Öncekilerden ne kadar peygamberler gönderdik.

7

Onlara bir peygamber geldiği zaman mutlaka onunla alay ederlerdi.

8

Kuvvetçe onlardan daha çetinini helak ettik. Öncekilerin misali geçti.

"Onlardan daha çetin": Yani Kureyş'ten daha çetin, demektir

"kuvvetçe. Öncekilerin misali geçti": Yani azaplarının nasıl olduğu sana indirilen âyetlerde geçti. Şöyle de denilmiştir: Yalanlamada bunların halinin onların haline benzediği geçti; o zaman aralarındaki benzeşme helakte olmuş olur.

9

Yemin olsun, eğer onlara: "Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorsan, elbette:

"Onları mutlak galip, her şeyi bilen (Allah) yarattı” derler.

Sonra göklerin ve yerin halikı olduğunu ikrar edip de O'ndan başkasına ibadet ettikleri zaman cahilliklerini bundan sonra gelen âyetle haber verdi. Bundan sonrası da Taha: 53'te tefsir edilmiştir.

10

O ki, yeri sizin için bir beşik kıldı ve size orada yollar kıldı (açtı). Belki doğru yola gidersiniz.

"Doğru gidesiniz diye": Yani yolculuklarınızda menzil-i maksuda ulaşırsınız.

11

O ki, gökten bir ölçü ile su indirdi de, onunla ölü bir beldeyi dirilttik. (Kabirlerden de) işte böyle çıkarılırsınız.

12

O ki, bütün çiftleri yarattı. Sizin için gemilerden ve hayvanlardan binecek şeyler yaptı.

"O ki, gökten bir ölçüde su indirdi":

İbn Abbâs şöyle demiştir: Demek istiyor ki, O, Nûh kavmine indirdiği gibi ölçüsüz indirip de onları doğmamıştır, bilakis faydalı olması için belli bir miktarda indirmiştir.

"Enşerna"nın manası da: Dirilttik, demektir.

"Kezalike tuhrecun": Mamze, Kisâi ve İbn Âmir, tenin fethi ve ranın zammı ile

"tuhrecun” okumuşlar; kalanlar ise tenin zammesi ve ranın fethası ile okumuşlardır. Bundan sonrası da Yasin: 36 ve 42 âyetlerinde geçmiştir.

13

Sırtlarına kurulmanız ve üzerlerine kurulduğunuz zaman sonra da Rabbinizin nimetini hatırlayıp:

"Bunu bize ram eden (emrimize veren) Allah münezzehtir. Yoksa biz ona güç yetiremezdik” demeniz için.

"Listestevu alâ zuhurihi": “He” zamirinin müzekker olması "ma” edatından dolayıdır.

"Sonra Rabbinizin nimetini hatırlamanız için": Çünkü o biniti size karada ve denizde Mûsahhar etmiştir.

"Vema künna lehu mukrinin":

İbn Abbâs: Gücü yetenler, demiştir.

İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Ene mukrinün leke denir ki: Sana dayanabilirim, demektir. Bu da: Ene kırnün lifülanin kavlinden gelir ki: Ben kuvvette onun akranıyım, demektir. Eğer kafin fethi ile: Ene karnün lifülanin dersen, bunun manası: Yaşta eşit (yaşıt) olmaktır.

Ebû Ubeyde de şöyle demiştir: Mukrinin: Zaptetmektir, fülanün mukrinün lifülanin denir ki: Onu zapteder, kontrol altına alır, demektir.

14

Gerçekten biz Rabbimize elbette döneceğiz” (demeniz için).

"Gerçekten biz Rabbimize elbette döneceğiz": Yani ahirette döneceğiz, demektir.

15

O'na kullarından bir parça kıldılar (melekler Allah’ın kızlarıdır, dediler). Şüphesiz insan elbette apaçık pek nankördür.

"O'na kullarından bir parça kıldılar": Burada ca'l (kılmak): Bir şeye hüküm vermektir. Onlar meleklerin Allah’ın kızları olduğunu iddia ettiler. Manası: O’na evlattan bir hisse verdiler, demektir.

Zeccâc şöyle demiştir: Dilcilerden biri bana delil için bir beyit getirdi; cüz’ün kız çocuğu manasına olduğunu gösteriyor. Bu şiirin eski mi yoksa uydurma mı olduğunu bilmiyorum:

Eğer hür kadın bir gün dişi doğurursa, bunda şaşılacak bir şey yoktur;

Hep erkek doğuran hür kadın bazen de kız doğurur.

Beyitte geçen eczeet kelimesi: Kız doğurmaktır.

"Şüphesiz insan": Yani kâfir,

"elbette nankördür": Yani aziz ve celil olan Allah'ın nimetini inkâr eder

"apaçık” küfrü meydandadır.

16

Yarattıklarından kızlar edindi de size oğlanları mı beğenip seçti?

Sonra onların yaptıklarını beğenmeyip şöyle dedi:

"Yarattıklarından kızlar mı edindi?": Bu azarlama ve beğenmeme manasında bir sorudur,

"beğenip size seçti” yani size tahsis etti

"oğlanları” (öyle mi)?

17

Onlardan biri, Rahman için getirdiği şeyle (kız çocuğu ile) müjdelendiği zaman yüzü kapkara olur ve (ölkesini) yutkunur.

"Onlardan biri Rahman için misal getirdiği şeyle müjdelendiği zaman": Yani Allah’a benzer kıldığı, demektir. Çünkü her yeşin yavrusu ona benzer ve onun cinsinden olur. Âyet Nahl: 58'de tefsir edilmiştir.

18

Süs içinde yetiştirilip de maksadını açıklayamayanı mı (Allah’a nisbet ediyorlar)?

"Evemen yüneşşeü": Hamze, Kisâi ve Halef, yenin zammesi, nünün fethasi ve şinin şeddesi ile

"yüneşşeü” okumuşlar; diğerleri ise yenin fethi ve nunun sükunu ile okumuşlardır. Takdiri de şöyledir: Eve yecalune men yenşeü "filhilyeti” süs içinde yetişeni mi Allah’a isnat ediyorlar?

Ebû Ubeyde: Hilye tekildir, çoğulu da: hila’dır, demiştir.

Müfessirler şöyle demişlerdir:

Bundan murat edilen kızlardır, çünkü onlar süs pas içinde yetiştirilir. Hisam da tartışma manasınadır.

"Açıklayamayan” da: Delili ifade edemeyen demektir.

Katâde şöyle demiştir: Bir kadının, dediğini isbat için delil getirdiği az olur, ne zaman böyle bir şeye kalkışırsa aleyhine delil getirir (kendi kalesine gol atar).

Bazıları da: Süs içinde yetiştirilen putlardır, demişlerdir.

19

Rahmanin kulları olan melekleri dişiler kıldılar. Onların yaratılışına şahit mi oldular. Şahitlikleri yazılacak ve sorulacaklar.

"Melekleri kıldılar (cealul melaikete)":

Zeccâc şöyle demiştir: Burada kılmak, demek ve bir şeye karar vermektir. Cealtü Zeyden a’lemen nasi, sözü onu böyle niteledim ve böyle karar verdim, demektir.

Müfessirler şöyle demişlerdir: melekleri dişi kılmaları: Onlar Allah'ın kızlarıdır, demeleridir.

"Ellezine hüm ibadür rahmani": İbn Kesir, Nâfi, İbn Âmir, Ya’kûb , Eban da Âsım’dan, Şirazi de Kisâi’den, nun ile, elifsiz olarak

"inder rahmani” okumuşlar; diğerleri ise

"ibadür rahmani” okumuşlardır. Bu okuyuşun manası şöyledir: O’na kullarından kızlar verdiler. Birinci okuyuş:

"Rabbinin katındakiler” (A'raf: 206) âyetine daha uygundur. Onlar gökte olduklarına göre melekleri bilme şansları yoktur.

"Eşehidu halkahum": Nâfi, Mufaddal da Âsım’dan rivayet ederek, ilki meftuh ve ikincisi mazmum iki hemze ile

"eüşhidu” okumuşlardır. Müseyyebi de Nâfi’den, eşhettü’den getirerek medli olarak

"evüşhidu” okumuşlardır. Diğerleri ise med etmezler.

"Eşehidu": Şehidtü’den gelir ki, hazır olup da onların kızlar olduklarını bildiler mi demektir. Bu da onları azarlamadır, çünkü görmekle bilinecek bir şeyi görmeden söylemişlerdir. "Şahitlikleri yazılacak": Melekler Allah’ın kızlarıdır diye ettikleri şahitlik, demektir.

Mukâtil de şöyle demiştir: Allahü teâlâ:

"Onların yaratılışına şahit mi oldular?” deyince, bundan soruldular, onlar da: Hayır, dediler. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de:

"Onların kız olduklarını nereden biliyorsunuz?” dedi. Onlar da: Atâ’larımızdan işittik, onların yalan söylemediklerine şahitlik ederiz, dediler. Bunun üzerine Allahü teâlâ:

"Şahitlikleri yazılacak ve sorulacaklar” dedi, yani ahirette ondan sorulacaklar, demektir. Ebû Rezin ile Mücâhid, meftuh nun ile "senektübü” ve mensûb te ile "şahadetehüm” okumuşlardır; İbn Ebi Able de "senektübü"de onlara katılmış, elifle de "şahadatihim” okumuştur.

20

Eğer Rahman dileseydi, biz onlara ibadet etmezdik” dediler. Onların bu hususta hiçbir bilgileri yoktur. Onlar sadece yalan söylüyorlar.

"Eğer Rahman dileseydi, biz onlara ibadet etmezdik":

Bunlar hakkında da iki görüş vardır:

Birincisi: Onlar meleklerdir, bunu da Katâde, Mukâtil ve diğerleri demişlerdir.

İkincisi: Putlardır, bunu da Mücâhid, demiştir. Bunu demekle şunu kastetmişlerdir: Eğer bizim onlara ibadetimizden razı olmasa idi, bize derhal azap ederdi. Allah da onların sözlerini:

"Onlar için bu hususta bilgi yoktur” diyerek reddetti. Bazı müfessirler de

"onların bu hususta bilgileri yoktur” sözü ile onların, meleklerin dişi olduklarını iddialarına işaret etmiş;

"eğer Allah dileseydi onlara ibadet etmezdik” sözlerine temas etmemiştir; çünkü bu, doğru bir sözdür, demişlerdir. Bizim dayandığımız delil ise daha kuvvetlidir. Çünkü bu âyet şunlara benzer:

"Eğer Allah dileseydi biz şirk koşmazdık” (En'am: 148),

"Allah’ın dileseydi rızık vereceğine mi yedireceğiz?” (Yasin: 47). Biz de bu manayı orada açıklamıştık.

"Yahrusun” da yalan söylüyorlar, demektir. Neden onları yalancı çıkardı? Çünkü onlar küfürlerini din olarak kabul ettiler.

21

Yoksa biz onlara bundan önce bir kitap verdik de onlar ona mı sarılıyorlar?

"Yoksa onlara bundan önce bir kitap mı verdik?": Yani bu Kur’ân'dan önce, demektir. Daha açıkçası: Allah'tan başkasına ibadet etmeleri için,

"ona mı sarılıyorlar?": İçindeki ile amel ediyorlar?

22

Hayır:

"Biz atalarımızı bir din üzerinde bulduk ve gerçekten biz izlerinin üzerinde doğru yoldayız” dediler.

"Hayır, biz atalarımızı bir din üzerinde bulduk, dediler": Yani bir gelenek, itikat ve din üzerinde demektir.

"İzlerinin üzerinde doğru yoldayız": Kendilerini delilsiz olarak sırf atalarını taklit etmekle doğru yolda zannettiler. Sonra başkalarının da böyle dediklerini haber verip

23

Böylece senden önce ne zaman bir kente bir uyarıcı göndersek, mutlaka varlıkla şımaranları: "Gerçekten biz atalarımızı bir din üzerinde bulduk ve gerçekten biz oların izlerine uyuyoruz” dediler.

"böylece” dedi. Yani Onlar gibi, kendilerinden öncekiler de öyle dediler.

"Biz onların izlerini takip ediyoruz": Yollarından gidiyoruz.

24

(O peygamber): "Size, atalarınızı üzerinde bulduğunuz şeyden daha doğrusunu getirsem de mi?” dedi. Onlar da: "Gerçekten biz sizinle gönderilen şeyi inkâr ediyoruz” dediler.

"Kul e-ve-lev ci’tüküm": İbn Âmir ve Hafs da Âsım’dan rivayet ederek elifle "kale evelev ci’tüküm” okumuşlardır.

Ebû Ali de şöyle demiştir: Faale veznindeki fiilin faili uyarıcıdır; mana da, uyarıcı onlara dedi ki, olur. Ebû Cafer de elif ve nunla "evelev ci’naküm” okumuşlardır.

"Bi-ehda": Daha doğru ve kısa demektir. Zeccâc, Kelâmın manası şöyledir, demiştir:

De ki: Atâ’larınızı üzerinde bulduğunuz şeye mi tabi olacaksınız? Size ondan daha doğrusunu getirsem de mi? Bu âyette taklit ile hüküm vermenin bâtıll olduğuna delil vardır.

Mukâtil de şöyle demiştir: Peygamberi reddedip:

"Gerçekten biz sizinle gönderilen şeyi inkâr ediyoruz” dediler; sonra da geçmiş milletlere dönüp "onlardan intikam aldık...” dedi.

25

Biz de onlardan intikam aldık. Bak, yalanlayanların sonucu nasıl oldu?

26

Hani, İbrahim, babasına ve kavmine: "Gerçekten ben, sizin taptıklarınızdan uzağım” demişti.

"inneni berâün":

Zeccâc şöyle demiştir: Bera, beri (uzak) manasınadır. Araplar tekil için: Enel beratı minke, derler; ikil, çoğul, erkek ve dişi için de: Nahniil beraii minke velhalaü minke, derler; nahnul beraani minke, beraune minke, demezler.

Mana da şöyledir: İnna zül berai minke, nahnu zülbarai minke (senden uzağız) derler; tıpkı recüliin adlün vemreetün adilin, dedikleri gibi. Biz de İbrahim’in, aziz ve celil olan Rabbini onların taptıkları şeylerden ayrımasını

"ancak âlemlerin Rabbi müstesnadır” (Şuara: 77) âyetinde açıklamıştık.

27

"Ancak beni yaratan hariç. Şüphesiz O, beni doğru yola iletecektir".

28

Allah da onu (kelime-i tevhidi) neslinde kalıcı bir kelime kıldı.

"Onu kıldı": Yani kelime-i tevhidi kıldı, o da: Lailâhe illallah’tır.

"Neslinde kalıcı bir kelime": Yani kendinden sonra gelecek evladında; bir daha onlardan ayrılmaz, demektir.

"Belki dönerler": Tevhide dönerler, ataları İbrahim’in putlardan ilişiğini kesip de aziz ve celil olan Allah'ı birlediğini duyunca hepsi tevhide dönerler.

29

Daha doğrusu, ben onları ve atalarını onlara hak ve apaçık bir elçi gelinceye kadar yararlandırdım.

Sonra Kureyş'e olan nimetini zikredip

"daha doğrusu ben onları ve atalarını yararlandırdım” dedi,

Mana da şöyledir: Ben onlara bol bol nimetler verdim, onlara acele ile azap etmedim,

"nihayet onlara hak geldi": Ki, o da Kur’ân’dır,

"ve apaçık bir elçi geldi": O da Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’dir. Onların da nimetleri elçiye itâat etmekle karşılamaları gerekirdi; onlarsa tersini yaptılar.

30

Onlara hak gelince:

"Bu bir sihirdir ve gerçekten biz onu inkâr ediyoruz” dediler.

"Onlara gelince": Çoğunluğa göre Kureyş'e demektir. Katâde ise: Onlar Yahudilerdir, demiştir,

"hak” da: Kur’ân'dır.

31

Bu Kur’ân iki kentten büyük bir adama indirilmeli değil miydi?” dediler.

"Bu Kur’ân iki kentten büyük bir adama indirilmeli değil miydi, dediler?": İki kent: Mekke ile Taiftir, bunu da İbn Abbâs ile bir bölük müfessir, demişlerdir.

Mekke’nin büyüğünde iki görüş vardır:

Birincisi: Velid b. Muğire el - Kureşi’dir, bunu da el - Avfi ve diğerleri İbn Abbâs'tan rivayet etmiş; Katâde ile Süddi de böyle demişlerdir.

İkincisi: Utbe b. Rebia’dır, bunu da Mücâhid, demiştir.

Taif’in büyüğünde de beş görüş vardır:

Birincisi: Habib b. Amr b. Umeyr es - Sakafi’dir, bunu da el - Avfi, İbn Abbâs'tan rivayet etmiştir.

İkincisi: Mes’ud b. Amr b. Ubeydullah’tır, bunu da Dahhâk, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir.

Üçüncüsü: Ebû Mes’ud Urve b. Mes’ud es - Sekafi’dir. Bunu da Leys, Mücâhid’ten rivayet etmiş;

Katâde de böyle demiştir.

Dördüncüsü: O İbn Abdi Yalil’dir, bunu da İbn Ebi Necih, Mücâhid'ten rivayet etmiştir.

Beşincisi: Kinane b. Abd b. Amr b. Umeyr et - Taifi’dir, bunu da Süddi, demiştir.

32

Rabbinin rahmetini onlar mı taksim ediyorlar? Dünya hayatında geçimliklerini aralarında biz taksim ettik. Kimilerini kimilerinin üzerine yükselttik ki, kimileri kimilerini işçi edinsinler. Rabbinin rahmeti onların topladıklarından daha hayırlıdır.

Aziz ve celil olan Allah onları ret ederek ve yaptıklarını beğenmeyerek:

"Rabbinin rahmetini onlar mı taksim ediyorlar?” dedi. Yani peygamberliği onlar mı veriyorlar ki, onu istediklerine versinler. Çünkü onlar bu dedikleri ile Allah’a itiraz etmişlerdir.

"Geçimliklerini aralarında biz taksim ettik":

Mana şöyledir: Peygamberlikten daha geri olan rızıklar Allah’ın takdiri ile olup da kişinin tedbiri ile olmayınca, Peygamberlik nasıl olacaktır?

Katâde şöyle demiştir: Sen öyle çaresiz ve dili dönmez insanla karşılaşırsın ki, Allah ona bol rızık vermiştir. Öyle çok kurnaz ve dilbaz insanla da karşılaşırsın ki, rızkı dardır.

"Kimilerini kimilerinin üzerine derecelerle yükselttik":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Zenginlik ve fakirlikle.

İkincisi: Hürriyet ve kölelikle.

"Liyettehize baduhum badan sühriyya": İbn Semeyfa ile İbn Muhaysın, “sîn” in kesri ile "sihriyya” okumuşlardır.

Sonra bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Zenginler fakirleri mallarıyla hizmetlerinde çalıştırırlar; böylece alemin düzeni devam eder. Bu da birinci görüşe göredir.

İkincisi: Bazıları bazılarına malları ile sahip olur, onları köle edinirler. Bu da ikinci görüşe göredir.

"Rabbinin rahmeti":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Peygamberlik onların biriktirdikleri mallardan daha hayırlıdır. Bunu da İbn Abbâs, demiştir.

İkincisi: Cennet onların dünyada topladıklarından daha hayırlıdır, bunu da Süddi, demiştir.

33

Eğer insanlar tek bir ümmet olmasa idi, Rahman'ı inkâr edenlerin evleri için gümüş tavanlar ve üzerinde çıkacakları merdivenler kılardık.

"Eğer insanlar tek bir ümmet olmasa idi":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: İnsanlar küfür üzerinde toplanmasalardı, bunu da İbn Abbâs, demiştir.

İkincisi: Dünyayı dine tercih etmede, bunu da İbn Zeyd, demiştir.

"Rahman’ı inkâr edenlerin evleri için gümüşlen tavanlar kılardık": Çünkü dünya bizim nazarımızda o kadar değersizdir.

Ferrâ’ şöyle demiştir: İstersen "libiıyutihim"deki lâm’ı mükerrer kabul edersin, meselâ

"yes’eluneke aniş şehril harami kıtalin fihi” (Bakara:217) kavli gibi, istersen onu “alâ” manasına alırsın, sanki: Cealna lehüm alâ buyutihim, demiş gibi olur. Bir adam: Cealna leke likavmike el- a’tıyete der ki: Senin hatırın için kavmine ihsanlarda bulundum, demektir.

İbn Kesir, Nâfi ve Ebû Amr, tekil olarak "safken” okumuşlar; diğerleri ise “sîn” in zammı ile çoğul olarak "sükufen” okumuşlardır.

Zeccâc şöyle demiştir: Sakf tekil olmakla beraber çoğula delalet eder,

Mana da şöyledir: Onlardan her birinin evine gümüşten tavan yapardık.

"Vemarice": Onlar da merdivenlerdir,

Mana da şöyledir: Gümüşten merdivenler yapardık.

34

Evleri için kapılar ve yaslanacakları koltuklar.

"Evleri için kapılar” ifadesi de öyledir ki, gümüşten kapılar yapardık, demektir.

"Ve koltuklar": Yani gümüşten koltuklar yapardık, demektir.

"Yezharun":

İbn Kuteybe: Çıkarlar, yükselirler, demiştir. Zaheıtü alel beyti denir ki: Evin damına çıkmaktır.

35

Ve süs / altın... Bunların hepsi ancak dünya hayatının metaldir. Ahiret ise Rabbinin katında müttakiler içindir.

"Ve zuhrufa": O altındır,

Mana da şöyledir: Onlar için bunların yanı sıra altın ve zenginlik de verirdik.

"İn küllü zalike lema metaul hayatid dünya": Mana lemetaul hayatid dünya (dünya metaı) demektir.

"Ma” zaittir. Âsım ile Hamze şedde ile "lemma” okumuş; onu

"illâ” manasına almışlardır, anlam da şöyledir: O, azıcık istifade edilip sonra yok olan bir şeydir.

"Ahiret Rabbinin katında müttakiler içindir": Onlara mahsustur.

36

Kim Rahman’ın zikrini görmezden gelirse, ona bir şeytan Mûsallat ederiz. O artık onun için arkadaştır.

"Ve men ya’şü":

Bunda üç görüş vardır:

Birincisi: Yüz çevirirse, bunu da Dahhâk, İbn Abbâs’tan demiş; Katâde, Ferrâ’ ve Zeccâc da böyle demişlerdir.

İkincisi: Kim kör olursa, yine bu da İbn Abbâs'tan rivayet edilmiş; Atâ’ ile İbn Zeyd de böyle demişlerdir.

Üçüncüsü: O zayıf görmedir, bunu da Maverdi nakletmişlir,

Ebû Ubeyde de: Gözü kararırsa, demiştir.

Ferrâ’ da şöyle demiştir: Kim

"ya'şü” okursa, manası: Yüz çevirmektir. Kim şini nasb ederse (ya'şe okursa); Onu görmezse, demektir.

İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Ben Ebû Ubeyde’ninkinden başka bir görüş benimsemiyorum; hiç kimsenin de

"aşevtii anişşey'iye, yüz çevirdim manasını verdiğini görmedim. Sadece: Teaşeytii an keza denir ki: Ondan gafil oldum, görmemiş gibi oldum, derler. Teameytü de ondandır ki: Görmezden geldim, demektir. Araplar: Aşevtü ilennari derler ki: Uzaktan zayıf bir ateş (ışık) gördüm demektir. Şair Hutay'a da şöyle demiştir:

Ne zaman uzaktan zayıf gördüğün ateşine gelirsen,

Orada en hayırlı bir ateş ve en hayırlı bir yakıcı görürsün.

İbn Müseyyeb hadisi de ondandır ki: İnne ihda ayneyhi zehebet veli üve ya’şu biluhra denilmiştir ki, bir gözü gitmiş, diğeri de az görüyordu, demektir.

Müfessirler şöyle demişlerdir:

"Kim Rahman'ın zikrini görmezden gelirse” azabından korkmaz ve sözüne iltifat etmezse, demektir. "Nukayyıd lehu” ona Mûsallat ederiz,

"bir şeytan” amelinin karşılığını öyle veririz.

"Artık o onun için arkadaştır” ondan ayrılmaz.

37

Gerçekten onlar elbette yoldan çevriliyorlar ve kendilerinin doğru yolda olduklarını sanıyorlar.

"Gerçekten onlar” yani şeytanlar

"elbette onları çevirirler” yani kâfirleri doğru yoldan uzaklaştırırlar. "Leyesuddunehüm” şeklinde cemi yapması,

"men” edatının cemi için de kullanılmasındandır.

"Onlar sanarlar” yani kâfir insanlar, demektir.

"Kendilerinin doğru yolda olduklarını".

38

Nihayet bize geldiği zaman: "Keşke benimle senin aranda iki doğu uzaklığı olsaydı. (Sen) ne kötü arkadaşsın!” der.

"Hatta iza caena": Ebû Amr, Hamze, Kisâi, Hafs da Âsım’dan rivayet ederek tekil kalıbı ile "caena” okumuşlar; İbn Kesir, Nâfi, İbn Âmir, Ebû Bekir de Âsım’dan rivayet ederek tesniye elifiyle "caâna” okumuşlar ve kâfir ile şeytanı kastetmişlerdir. Tefsirde şöyle gelmiştir: Kıyamet gününde ikisi bir zincire bağlanır, cehenneme varıncaya kadar bir daha da ayrılmazlar.

"Dedi": Kâfir şeytana dedi,

"keşke seninle benim aramda iki doğunun uzaklığı olsaydı": Yani iki doğu arası kadar uzaklık olsaydı, demektir.

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: O yılın en kısa gününde güneşin doğduğu yer ile en uzun gününde doğduğu yerdir, bunu da İbn Saib ile Mukâtil, demişlerdir.

İkincisi: Bundan doğu ile batıyı murat elmiş; genelleme yaparak doğu demiştir. Nitekim: Sünnelül Ömereyni derler ki, Ebû Bekir ile Ömer’in sünneti, demektir.

Delil olarak şu beyiti getirmişlerdir:

Göğünüzün ufuklarına engel olduk;

Onun iki ayı ile doğan yıldızları bizimdir.

İki aydan: Güneşle ayı kastetmiştir. Başka bir beyit:

Ezd Basrası bizdendir, İrak bizimdir,

İki Musul da bizimdir, Mısır ile Harem de bizimdir.

İki Musul’dan: Cezire ile Musul’ı kastetmiştir. Bu da Ferrâ’ ile Zeccâc’ın tercihidir.

"Sen ne kötü arkadaşsın": Yani sen şeytan ne kötü arkadaşsın, demektir.

39

(Bu temenniniz) bugün size asla fayda vermeyecektir. Çünkü siz zulmettiniz. Muhakkak siz azapta ortaksınız.

Aziz ve celil olan Allah, o gün kâfirlere şöyle der:

"(bu temenniniz) size asla fayda vermeyecektir. Çünkü siz zulmettiniz": Yani dünyada şirk koştunuz.

"Azapta ortak olmanız": Yani aynı azabı görmeniz size asla fayda vermeyecektir; çünkü onlardan her birinin azaptan bol hissesi olacaktır.

Müberrid şöyle demiştir: Başkalarının da azap görmesinden az da olsa rahatlamadan men edilmişlerdir; zira ortaklık acıyı azaltır. Bu manada Hansa’nın, kardeşi Sahr b. Malık için söylediği mersiye örnektir:

Etrafımda kardeşlerinin öldürülmelerine ağlayanlar

Çok olmasaydı, kendimi öldürürdüm,

Onların arasında benim kardeşim gibisi yoktur,

Yine de onları örnek alarak kendimi teselli ediyorum.

İbn Âmir de, hemzenin kesri ile:

"İnneküm” okumuştur.

40

Sen mi sağırlara duyuracaksın yahut körlere ve apaçık sapıklıkta olana yol göstereceksin?

Sonra onların ezeli kaza ve kaderle bedbaht olduklarını haber verip:

"Sağırlara sen mi duyuracaksın?...” dedi.

41

Eğer seni kesinlikle götürürsek, şüphesiz biz, onlardan intikam alırız.

"Feimma nezhebenne bike":

Ebû Ubeyde şöyle demiştir: Manası: "Fein nezhebenne” demektir.

Zeccâc da şöyle demiştir:

"Ma” şartı tekit etmek için dahil olmuştur. "Nezhebenne

"ye nun-i sakile de o da tekit etmek için dahil olmuştur,

Mana da şöyledir: Eğer seni öldürürsek, şüphesiz biz onlardan intikam alırız, ya da onlara va’dettiğimizi sana gösteririz, sana da onlara karşı zafer va’dettik.

İbn Abbâs da: O Bedir savaşıdır, demiştir. Bazı müfessirler de

"eğer seni götürürsek” kavlinin kılıç âyetiyle mensuh olduğunu söylemişlerdir ki, hiçbir izah tarzı yoktur.

42

Yahut onlara vazettiğimizi sana kesinlikle gösterirsek, şüphesiz biz onlara güç yetirenleriz.

43

Öyleyse sana vahyolunana sarıl. Şüphesiz sen doğru bir yol üzerindesin.

44

Şüphesiz o, senin ve kavmin için elbette bir şereftir. İleride sorulacaksınız.

"Şüphesiz o” yani Kur’ân

"senin için zikirdir” yani onu sana Allah vermekle senin için şereftir "kavmin için de":

Bunda da üç görüş vardır:

Birincisi: Bütün Araplar için şereftir.

İkincisi: Kureyş için.

Üçüncüsü: Ona bütün iman edenler için. Dahhâk, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e:

"Bu iş senden sonra kimindir?” diye sorulduğu zaman, hiçbir şekilde haber vermezdi. Nihayet bu âyet indi. Bundan sonra sorulduğu zaman "Kureyş

"in, derdi. Bu da şunu gösterir ki, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Müslümanların başına peygamberlik gereği ve Kur’ân şerefi ile geçti, kavmi de ondan sonra bu yetkiyi içlerinden birine indirilen Kur’ân şerefine ellerine alacaklardır. Mücâhid'e göre burada kavim: Araplardır. Kur’ân da onlar için şereftir; çünkü onların diliyle inmiştir.

İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Neden zikir (ün) şeref yerine konuldu? Çünkü şerefli kimse dillerde zikredilir,

"ileride sorulacaksınız”

kavlinde de iki görüş vardır:

Birincisi: Size verilen şeyin şükründen sorulacaksınız.

İkincisi: Bu hususta üzerinize düşen haklardan sorulacaksınız.

45

Senden önce gönderdiğimiz peygamberlerden sor. Allah’tan başka tapılacak ilâhlar kıldık mı?

46

Yemin olsun, Mûsa’yı mucizelerimizle Fir’avn'e ve ileri gelenlerine gönderdik de: "Şüphesiz ben âlemlerin Rabbinin elçisiyim” dedi.

"Senden önce gönderdiğimiz peygamberlerimize sor": Eğer: "Peygamberlere nasıl sorulur, onlar kendisinden önce ölmüşlerdir?” denilirse, buna üç cevap verilir:

Birincisi: O miraca çıkarıldığı zaman peygamberler toplandı; onlara namaz kıldırdı. Sonra da Cebrâil ona: Senden önceki peygamberlere sor... dedi. O da: Sormam, bu bana yeter, dedi. Bunu Atâ’, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Bu; Said b. Cübeyr, Zührî ve İbn Zeyd'in de görüşleridir; şöyle demişlerdir: Miraç gecesinde peygamberler toplandı; onlarla görüştü ve onlara sorması emredildi; o da şüphe de etmedi, sormadı da.

İkincisi: Maksat şudur: Kendilerine peygamberler gönderilen ehl-i kitabın mü’minlerine sor. Bu da İbn Abbâs, Hasen, Mücâhid, Katâde, Dahhâk, Süddi ve diğerlerinden rivayet edilmiştir.

İbn Enbari, mana şöyledir, demiştir: Senden önce peygamberlere tabi olanlara sor. Nitekim şöyle dersin: Cömertlik Hatim’dir, yani Hatim’in cömertliğidir. Şiir Züheyr'dir, yani Züheyr’in şiiridir.

Müfessirlere göre bu iki görüş üzerine onlara sormadı.

Zeccâc da şöyle demiştir: Bu, onaylatma sorusudur. Bütün ümmetlere sorduğu zaman, hiçbiri kitaplarında: Benden başkasına ibadet edin, şeklinde bir şey getirmedi.

Üçüncüsü: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e hitaptan maksat, ümmetine hitaptır; o zaman mana: Siz sorun, olur.

Zeccâc şöyle demiştir: Bundan sonrası

47

Onlara mucizelerimiz gelince, birden onlara gülüyorlar.

"birden ondan gülerler” kavline kadar açıktır. Ona alay ederek ve inanmayarak gülerler.

48

Onlara ne zaman bir mucize göstersek, mutlaka o, kardeşinden (bir öncekinden) daha büyüktür. Onları belki dönerler diye azapla yakaladık.

"Onlara ne zaman bir mucize göstersek, mutlaka o, kardeşinden daha büyüktür":

Yani başlarına arka arkaya gelen tufan, çekirge, kımıl, kurbağalar, kan ve mallarının silinmesi gibi. Böylece her mucize kendinden öncekinden daha büyük olur. Onlar da

"onları azapla yakaladık” kavlinde zikredilen azaptır. Onlar kendileri için azap, Mûsa aleyhisselam için ise mucizeler olurdu.

49

"Ey sihirbaz, Rabbine senin yanında va’dettiği şey sebebiyle dua et; şüphesiz biz elbette doğru yolu bulacağız” dediler.

"Ey sihirbaz, dediler": Onların Mûsa’ya böyle hitap etmelerinde üç görüş vardır:

Birincisi: Onlar: Ey alim, demek istediler, çünkü sihirbaz onlarda büyük kimse idi. Bunu Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir.

İkincisi: Onlar bunu alay yollu dediler, bunu da Hasen, demiştir.

Üçüncüsü: Onlar ona daha önce sihirbaz dedikleri için böyle hitap ettiler. Bunu da Zeccâc, demiştir.

"Şüphesiz bizler elbette doğru yolu bulanlarız": Yani sana iman edeceğiz; Mûsa da dua etti; belaları kalktı; yine iman etmediler. Burada zikretmediklerimizi de A’raf: 135’te zikretmiştik.

50

Onlardan azabı kaldırınca, birden onlar (verdikleri sözü) bozuyorlar.

51

Fir’avn kavminin içinde seslendi:

"Ey kavmim, Mısır mülkü benim değil mi? Bu ırmaklar benim altımdan akıyor, görmüyor musunuz?” dedi.

52

"Yoksa ben o hordan ve neredeyse maksadını açıklayamayandan daha hayırlı değil miyim?"

"Ben mi daha hayırlıyım?":

Ebû Ubeyde: Hayır, ben daha hayırlıyım, demek istedi, demiştir. Zeccâc, Sibeveyh ile Halil'den:

"Ene”

"em” ile

"efela tubsirun

"e atfedilmiştir, dediklerini nakletmiştir: Görmüyor musunuz, yoksa görüyor musunuz? Çünkü onlar: Sen ondan daha hayırlısın, dedikleri zaman, onun nazarında ileriyi gören kimseler oldular.

Zeccâc da şöyle demiştir: Mehin: Az demektir. Şeyün mehinün denir ki: Az bir şey demektir.

Mukâtil de: Mehin: Zayıf manasınadır, demiştir.

"Neredeyse maksadını açıklayamayan": Dilinde olup da sonra Allahü teâlâ’nın ondan giderdiği tutukluğa işaret ediyor; sanki eskiden olup da gitmiş bir şeyle onu ayıplıyor. O arızanın gittiğini

"ey Mûsa, sana istediğin verildi” (Taha: 36) âyeti göstermektir. Mûsa’nın istekleri arasında

"dilimdeki düğümü çöz” ifadesi de vardı (Taha: 27). Bazı Âlimler de: Neredeyse delil getiremeyen ve anlaşılır bir açıklama yapamayan, demişlerdir.

53

"Üzerine altından bilezikler atılmalı değil miydi yahut onunla melekler birbiri ardınca gelmeli değil miydi?"

"Felevla ulkiye aleyhi esaviretün min zehebin": Hafs, Âsım’dan rivayet ederek, elifsiz olarak "esviretün” okumuştur.

Ferrâ’ da şöyle demiştir: Esavire’nin tekili: İsvar’dır, bazen esavire esvire'nin çoğulu olur, nitekim: Eskıye’nin çoğulunda: Esakiy; Ekru’un çoğulunda da: Ekari', denir,

Zeccâc da şöyle demiştir: Esavire’nin cem’in cem’i olması da uygundur: Esvire ve esavire, dersin; tıpkı: Ekval ve ekaviyl gibi, İsvar’ın cem'i olması da câizdir. Esavire’nin munsarif olup tenvin kabul etmesi, ona he ilâve edilmesindendir. O zaman

"alaniyet” gibi tekile benzemiş oldu.

Müfessirler şöyle demişlerdir: Fir'avn'in böyle demesi şunun içindir; çünkü onlar başkan olan birine bilezikler takarlardı.

"Mukterinin": Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Arka arkaya demektir.

İkincisi: Onunla beraber yürüyenler, demektir, bunu da Zeccâc, demiştir.

54

Böylece kavmini küçümsedi; onlar da ona itâat ettiler. Çünkü onlar bir fasıklar topluluğu idiler.

"Festehaffe kavmehu":

Ferrâ’: Onları tahrik etti, demiştir. Başkası da şöyle demiştir: Onları küçümsedi; hile ve aldatmasıyla onları hafifliğe sevk etti.

"Onlar da ona itâat ettiler": Mûsa’yı yalanlama hususunda.

55

Onlar bizi öfkelendirince onlardan intikam aldık; hepsini suda boğduk.

"Felemma âsefûna":

İbn Abbâs: Bizi öfkelendirdikleri zaman, demiştir.

İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Esef, gazaptır, esiftü esefen denir ki: Kızdım, öfkelendim, demektir.

56

Onları sonrakiler için bir geçmiş ve bir misal kıldık.

"Fe-ce’alnâhüm selefen": Yani onları geçmiş bir kavim kıldık (tarihte kalan). Ebû Hureyrc, Said b. Cübeyr, Mücâhid ve Humeyd el-A’rec, “sîn” in zammı ve “Lâm” ın fethi ile "sülefen” okumuşlar; sanki tekilinin kıı’a gibi sülfe olduğunu ima etmişlerdir. Tekaddemet sülfetün minennas denir ki: İnsanlardan bir bölük geçti, demektir. Hamze ile Kisâi de “sîn” in ve “Lâm” ın zammı ile "sülüfen” okumuşlardır ki, o da "selefin cem’idir, tıpkı: Haşeb ve huşub, semer ve sümiir dedikleri gibi. Onun "selif"in çoğulu olduğu da söylenmiştir ki, hepsi geçmekten gelir.

Zeccâc şöyle demiştir: "Selif” cemidir, geçmiş manasınadır, anlamı da: Onları geçmiş selet yaptık ki, sonrakiler onlardan ibret alsınlar,

"Bir misal kıldık": Yani ibret ve öğüt kıldık, demektir.

57

Meryem oğlu (İsa) misal getirilince, kavmin birden ondan gülüyorlar.

"Meryem oğlu misal getirilince":

Müfessirlerin çoğu bu âyetin İbn Zibe’ra’nın,

"şüphesiz sizler ve Allah'tan başka ibadet ettikleriniz...” (Enbiya: 98) âyetinin Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e inmesi sebebiyle onunla mücadele etmesi üzerine indiği görüşündeler. Biz de o kıssayı Enbiya: 101 âyetinde şerh etmiş idik. Buradaki müşrikler İsa’yı ilâhlarına misal getirip ona benzetenlerdir. Çünkü o âyet putlardan bahsetmişti. Onlar da Allah’tan başka ibadet edilenler sınıfında idiler: böylece İsa’yı mecburen içine kattılar ve onu putlarına misal getirdiler. Zira o da Hıristiyanların mabudu idi. Resûlüllah’ın kavminden maksat da: Müşriklerdir.

"Yesıddun": İbn Âmir, Nâfi ve Kisâi, şadın zammı ile okumuşlar, diğerleri ise kesri ile okumuşlardır.

Zeccâc da: İkisinin de manası: Gürültü etmektir, demiştir. Zammelisinin manasının: Yüz çeviriyorlar olması da câizdir. Ebû Ubcyde şöyle demiştir: Kim şadı kesre okursa, manası: Şamata etmektir, kim de zamme okursa, manası: Sapmadır.

58

Bizim ilâhlarımız mı daha hayırlı yoksa o mu?” dediler. Bunu da sana sadece tartışmak için bir misal getirdiler. Daha doğrusu onlar azılı düşman bir topluluktur.

"Bizim ilâhlarımız mı daha hayırlıdır yoksa o mu?": Yani bizimkiler ondan daha hayırlı değildir, demektir. Eğer o, Allah’tan başka tapıldığı için ateşte olursa, biz de bizim ilâhlarımızın onun gibi olmasına razı oluruz.

"Bunu da sana sadece tartışma için misal getirdiler": İsa’dan zikretmeleri sırf seninle tartışmak içindir; çünkü onlar

"cehennem kütüğüdür” kavlinden murat edilenlerin cansızlar olduğunu bilirler.

"Daha doğrusu onlar azılı düşman bir topluluktur": Yani çekişmeyi seven kimselerdir.

59

O, başka değil, kendisine nimet verdiğimiz ve onu İsrâil oğullarına bir örnek kıldığımız bir kuldur.

"Onu bir misal kıldık": Yani bir alâmet ve bir ibret kıldık

"İsrâil oğullarına” onunla Allah'ın, istediği şeye gücü yettiğini bilirler; çünkü onu babasız yaratmıştır.

60

Eğer dileseydik, sizden (bedel) yeryüzünde elbette melekler kılardık da size halef olurlardı.

Sonra Mekke kâfirlerine hitap edip

"eğer dileseydik sizden bedel kılardık” dedi.

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi:

Mana şöyledir: Sizden bedel kılardık

"melekler".

"Size halef olurlardı” kavlinin manasında da üç görüş vardır:

Birincisi: Birbirlerine halef olurlardı, bunu da İbn Abbâs, demiştir.

İkincisi: Size bedel olmak için size halef olurlardı, bunu da Mücâhid, demiştir.

Üçüncüsü: Peygamberlere halef olurlardı; onlar da onlara bedel olarak size elçi olarak gönderilirlerdi. Bunu da Maverdi nakletmişlir.

İkincisi:

Mana şöyledir:

"Eğer dileseydik sizden melekler kılardık": Yani yaratılışı ters çevirir; bazınızı melekler kılar; sizden gidenlerin yerine halef olurlardı.

61

Gerçekten o (İsa), kıyamet için bir ilimdir (alâmettir); öyleyse artık onda şüphe etmeyin ve bana tabi olun. İşte bu doğru yoldur.

62

Sakın şeytan sizi çevirmesin. Çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır.

"Gerçekten o, kıyamet için ilimdir":

Zamirde iki görüş vardır:

Birincisi: O, İsa aleyhisselam’a râcîdir.

Sonra Kelâmın manasında da iki görüş vardır:

Birincisi: İsa’nın gökten inmesi kıyametin yaklaştığını gösteren bir alâmettir. Bu da İbn Abbâs, Mücâhid, Katâde, Dahhâk ve Süddi’nin görüşleridir.

İkincisi: İsa’nın ölüleri diriltmesi kıyamete ve öldükten sonra dirilmeğe delildir. Bunu da İbn İshak, demiştir.

İkincisi: O, Kur’ân’a râcîdir, bunu da Hasen ile Said b. Cübeyr, demişlerdir.

Cumhûr ayn’in kesri ve “Lâm” ın sükunu ile "leilmün” okumuşlar; İbn Abbâs, Ebû Rezin, Ebû Abdurrahman, Katâde, Humeyd ve İbn Muhaysın, ikisinin de fethi ile okumuşlardır.

İbn Kuteybe şöyle demiştir: Kim ayn’in kesri ile okursa,

Mana şöyledir: O kendisiyle kıyametin yakın olduğu bilinen biridir. Kim de ayn’in ve “Lâm” ın fethi ile okursa, o da alâmet ve delil manasınadır.

"Onda artık şüphe etmeyin": Yani ondan kuşku duymayın.

"Bana tabi olun": Tevhid üzerinde.

"Bu” üzerinde bulunduğum şey

"dosdoğru yoldur".

63

İsa mucizelerle gelince: "Gerçekten size hikmetle ve ihtilaf ettiğiniz bazı şeyleri size açıklamam için geldim. Artık Allah’tan korkun ve bana itâat edin” dedi.

"İsa mucizelerle gelince": Biz de bunu Bakara: 87’de şerh etmiş bulunuyoruz.

"Gerçekten size hikmetle geldim":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Peygamberlikle, bunu da Atâ’ ile Süddi, demişlerdir.

İkincisi: İncil’dir, bunu da Mukâtil, demiştir.

"İhtilaf ettiğiniz bazı şeyleri size açıklamam için geldim":

Yani din işlerinizde, demektir.

Mücâhid de: ihtilaf ettiğiniz bazı şeylerde, Tevrat’ı değiştirmenizde, demiştir.

İbn Cerir de: Tevrat’ın hükümlerinde, demiştir. Bazıları da burada bazı kelimesinin kül (bütün) manasına olduğunu söylemişlerdir. Biz de bunu Hamim, Mü’min: 28’de şerh etmiş idik.

Zeccâc da şöyle demiştir: Doğrusu, baz’ın bütün manasına olmamasıdır; İsa onlara ihtiyaç duyup da ihtilaf ettikleri bazı şeyleri açıklamıştı.

İbn Cerir de şöyle demiştir. Aralarında din ve dünya işlerinde anlaşmazlık vardı; onlara sadece din işlerini açıkladı. Bundan sonrasının açıklaması da Nisa: 175 ve Meıyem: 37’de geçmiştir.

64

"Şüphesiz O Allah benim de Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir; O’na ibadet edin. İşte dosdoğru yol budur".

65

Aralarında hizipler ihtilaf ettiler. Zâlimlere acıklı günün azabından yazıklar olsun.

66

Onlar kıyametin kendilerine farkında olmadan ansızın gelmesini mi bekliyorlar?

"Bekliyorlar mı?": Yani Mekke kâfirleri, demektir.

67

Can dostları o gün kimileri kimilerine düşmandır; ancak müttakiler hariç.

"Can dostları": Dünyada can dostları, demektir.

"O gün” Yani kıyamette

"birbirlerine düşmandır": Zira dostluk küfür ve isyanda olursa kıyamet gününde düşmanlık haline gelir.

Mukâtil: Âyet Ümeyye b. Halef ile Ukbe b. Muayt hakkında nazil oldu, demiştir.

"Ancak müttakîler hariç": Yani Allah’ı bir bilen muvahhitler hariçtir. Kıyamet günü ortalığı korku sardığı zaman bir tellal ünler:

68

Ey kullarım, bugün size korku yoktur. Sizler üzülmezsiniz de.

"Ey kullarım, size bugün korku yoktur, sizler üzülmezsiniz de” der. O zaman mahlukat başlarını kaldırır;

69

(Kullarım) o kimselerdir ki, âyetlerime iman ettiler ve müslümanlar oldular.

"âyetlerimize iman eden ve Müslüman olanlar derler": O zaman kâfirler başlarını eğerler. Nâfi, Ebû Amr, İbn Âmir ve Ebû Bekir de Âsım’dan rivayet ederek iki halde de ye’yi ispat ederek ve sakin olarak okumuşlardır (ya ibadiy). Şunlar da iki halde de onu hazfetmişlerdir: İbn Kesir, Hamze, Kisâi, Mufaddal da Âsım'dan ve Halef.

70

Cennete siz ve eşleriniz neşelenerek girin.

Eşleri hakkında da iki görüş vardır:

Birincisi: Zevceleridir.

İkincisi: Yakınlarıdır.

"Tuhberun": Bunun manası da Rum: 15’de geçmiş idi.

71

Etraflarında altından tepsilerle ve bardaklarla dolaşılır. Orada canların çektiği ve gözlerin zevk aldığı şeyler vardır. Ve sizler orada ebedi kalacaksınız.

"Yutâfu aleyhim bi-sıhâfin":

Zeccâc: Tekili safhadır, o da yemek tabağıdır, demiştir. Ekvab ise: Tekili kub'tur, o da sapsız yuvarlak kaptır.

Ferrâ’ da: Kub, başı yuvarlak, kulağı (sapı) olmayan bardaktır, demiştir. Şair Adiy de şöyle demiştir:

Yaslanmış, kapılan kapalı,

Köle de etrafında bardakla koşturur.

İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Ekvab: Kulpsuz ibriklerdir. Şeyhimiz dilci Ebû Mansur da şöyle demiştir: Bardağın kulpsuz olması, isteyenin her tarafından içmesi içindir. Çünkü kulp olursa belli bir yerden içmek gerekir.

"Ve fiha ma teştehil enfiisü": Nâfi, İbn Âmir, Hafs da Âsım’dan rivayet ederek, he ilavesiyle

"teştehihi” okumuşlardır. He’nin olması ve olmaması mana bakımından birdir,

"Ve telezzü’l-a'yünü": Leziztiiş şeye veslelzeztuhu denir, mana da, canların çektiği ve gözün zevk aldığı ne varsa, cennette mevcuttur, demektir. Allahü teâlâ cennetin bütün nimetlerini bu iki sınıfta toplamıştır; çünkü ne kadar nimet varsa ya can çeker ya da göz zevk alır. Nimetin tamamına ermesi de ölümsüzlüktür; çünkü eğer kesilse idi, o kadar hoş olmazdı.

72

İşte bu, yaptıklarınıza karşılık ona mirasçı kılındığınız cennettir.

73

Sizin için orada pek çok meyve vardır, onlardan yersiniz.

"İşte bu cennet": Yani

"cennete girin” ve

"mirasçı kılındığınız cennet” âyetlerinde zikri geçen cennet, demektir. Biz de bunu A’raf: 43’te "ona mirasçı kılındınız” kavlinde şerh etmiştik.

74

Şüphesiz günahkarlar cehennem azabında ebedi kalıcılardır.

"Şüphesiz günahkarlar": Yani kâfirler, demektir.

75

Onlardan gevşetilmez. Onlar orada umutlarını kesmişlerdir.

"Gevşetilmez": Yani hafifletilmez

"onlardan, onlar orada": Yani azapta

"umutlarını yitirenlerdir":

İbn Kuteybe: Allah’ın rahmetinden meyus olanlardır, demiştir. Biz de bunu En'am: 44'te şerh etmiştik.

76

Onlara biz zulmetmedik; ancak onlar kendileri zâlimler idiler.

"Biz onlara zulmetmedik": Yani onlara günahsız yere azap etmedik,

"ancak onlar kendileri zalim idiler": İşledikleri cinayet yüzünden.

Zeccâc şöyle demiştir: Basralılar buradaki

"hüm” zamirine fasl, derler, bu adı verirler, Kufeliler ise: İmad, derler.

77

"El Malik, Rabbin bizi öldürsün!” diye seslendiler. O da: "Şüphesiz sizler kalıcılarsınız” dedi.

"Ve nadev ya malikti": Ali b. Ebû Talib radıyallahu anh, İbn Mes’ûd ve İbn Yamur, Kâfsız olarak ve “Lâm” ın kesri ile

"ya Mali” okumuşlardır.

Zeccâc da: Nahivciler buna terhim, derler, ancak ben Mushaf’a uymadığı için ondan hoşlanmıyorum, demiştir. (Terhim, kelimenin sonundan harf atmaktır. Bazı karadeniz türkülerinde böyledir; meselâ: Nedir bu güzel(likler). Mütercim).

Müfessirler şöyle demişlerdir: Cehennem hazini Malik'e seslenirler:

"Rabbin bize hükmünü versin” yani bizi öldürsün, derler,

Mana da şöyledir: Allah'tan onlar için ölüm istesin de azaptan rahat etsinler diye onu aracı kılarlar; oda bir süre susar onlara cevap vermez.

Bunda da dört görüş vardır:

Birincisi: Kırk sene susar, bunu da Abdullah b. Amr ile Mukâtil, demişlerdir.

İkincisi: Otuz sene, bunu da Enes, demiştir.

Üçüncüsü: Bin sene, bunu da İbn Abbâs, demiştir.

Dördüncüsü: Yüz sene, bunu da Ka'b, demiştir.

Susup da onlara bu kadar uzun zamanda cevap vermemesinde de iki görüş vardır:

Birincisi: O susar, sonunda Allah ona: Onlara cevap ver, diye vahyeder.

İkincisi: Çünkü seslenme ile cevabın arasının uzaması onlar için daha büyük rezillik ve daha aşağılayıcı zillettir.

Maverdi şöyle demiştir: Malik onlara cevap verir:

"Şüphesiz sizler kalıcılarsınız” der, yani azapta kalacaksınız, der.

78

Yemin olsun, gerçekten size hakkı getirdik. Fakat çoğunuz haktan hoşlanmıyorsunuz.

"Yemin olsun, gerçekten size hakkı getirdik": Yani elçilerimizi tevhitle gönderdik, demektir.

"Fakat çoğunuz": İbn Abbâs: hepiniz demek istemiştir, demiştir,

"Hoşlanmayanlarsınız": Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem onu getirdiği zaman.

79

Yoksa bir iş mi kararlaştırdılar? Gerçekten kararlaştıranlar bizleriz.

"Em ebremü emren (yoksa bir iş mi kararlaştırdılar?)":

"Em” edatı üzerinde iki görüş vardır:

Birincisi: İstifham içindir.

İkincisi:” Bel (hayır) manasınadır. İbram da: Sağlam yapmaktır,

bu işte de üç görüş vardır:

Birincisi: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’i öldürmek veya yurttan çıkarmak için Darunnedve’de tuzak kurmalarıdır. Kıssanın açıklaması da Enfal: 30'da geçmiştir. Bunu da çoğunluk, demiştir.

İkincisi: O yalanlama işlerini sağlamlaştırmalarıdır, bunu da Katâde, demiştir.

Üçüncüsü: O kendilerini azaptan kurtaracak bir işi sağlama bağlama çabalarıdır, bunu da Ferrâ’, demiştir.

"Gerçekten kararlaştıranlar bizleriz": Yani onların ceza işini sağlamlaştıranlar, demektir.

80

Yoksa gerçekten sırlarını ve fısıltılarını duymadığımızı mı sanıyorlar? Hayır, yanlarındaki elçilerimiz yazıyorlar.

"Yoksa gerçekten sırlarını duymadığımızı mı sanıyorlar?": O da başkalarından gizledikleri şeylerdir.

"Ve fısıltılarını"; Kendi aralarında gizli konuşmalarını.

"Belâ": Mana şöyledir: Biz gerçekten onu işitiyoruz.

"Elçilerimiz": Hafaza melekleri

"yanlarında yazıyorlar".

81

De ki:

"Eğer Rahman için bir evlat varsa, (ona) ibadet edenlerin ilki benim".

"Kul in kâne lir-rahmani veledün":

Bu

"in” üzerinde iki görüş vardır:

Birincisi: Onun şart manasına olmasıdır,

Mana da şöyledir: Eğer O’nun sizin sözünüze ve iddianıza göre bir çocuğu varsa.

Buna göre

"ben ibadet edenlerin ilkiyim” sözü üzerinde de dört görüş vardır:

Birincisi: Ben inkâr edenlerin ilkiyim, bunu da İbn Ebi Talha, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. İbn Abbâs’tan başka bir rivayet de şöyledir: İki bedevi onun yanında dava ettiler, biri: İnne hâza kanet fı yedilıi ardun, feabedenilıa, dedi.

İbn Abbâs da: Allahu ekber, âyetin manası şöyledir, dedi: Allah’ın çocuğu olduğunu inkâr edenlerin ilki benim.

İkincisi: Sizin sözlerinize muhalefet ederek Allah’a ilk ibadet eden benim. Bu da Mücâhid’in görüşüdür.

Zeccâc da, mana şöyledir, demiştir: Eğer Rahman’ın çocuğu olduğunu iddia ediyorsanız, Allah’ı bir bilenlerin ilki benim.

Üçüncüsü: Sizin dediğinizden Allah’ı tenzih edenlerin ilki benim. Bunu da İbn Saib ile Ebû Ubeyde, demişlerdir.

İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Abittü min keza, a’bedü abeden, feene abidün ve âbidıin denir ki: Kabul etmemektir. Şair Ferezdak bir mısraında şöyle demiştir:

Ben Temim’in Darimle yerilmesinden istinkâf ederim.

Yani kabul etmem demektir. Ebû Ubeyde de şu beyiti şahit getirmiştir:

Kavmim aracılığı ile onlara sövmeyi kabul etmem,

Darimi de Rezah oğullarını da tercih ederim.

Dördüncüsü: Âyetin manası şöyledir: Ben nasıl Allah’a ilk ibadet eden değilsem, aynı şekilde O’nun evladı da yoktur. Bu şu sözüne benzer: Eğer sen katip isen ben de matematikçiyim, yani sen katip değilsin, ben de matematikçi değilim, demektir. Bu görüşü el - Vahidi, Süfyan b. Uyeyne’den aktarmıştır.

İkincisi:

"in” "ma” manasınadır, bunu da Hasen, Mücâhid, Katâde ve İbn Zeyd, demişlerdir. O zaman mana şöyle olur: Rahman’ın çocuğu yoktur, ben de Allah’a O’nun kesin olarak çocuğu olmadığı halde ibadet edenlerin ilkiyim.

Ebû Ubeyde şöyle demiştir: Bu görüşe göre fe, vav manasınadır.

82

Göklerin ve yerin Rabbi, Arş'in Rabbi onların niteledikleri şeyden münezzehtir.

83

Öyleyse bırak onları, tehdit edildikleri günlerine kavuşuncaya kadar (bâtılla) dalsınlar ve oynasınlar.

"Öyleyse onları bırak": Yani Mekke kâfirlerini,

"dalsınlar” batıllarına,

"ve oynasınlar” dünyalarında.

"Hatta yülaku": Ebû’l - Mütevekkil, Ebû’l - Cevza, İbn Muhaysın ve Ebû Cafer, yenin ve kafin fethi, “Lâm” ın sükunu ve elifsiz olarak

"hatta yelkav” okumuşlardır, murat edilen mana da: Kıyamete kavuşuncaya kadar kadar, demektir. Bu âyet cumhûra göre kılıç âyetiyle neshedilmiştir.

84

O ki, gökte de İlâhtır, yerde de İlâhtır. O, hikmet sahibi, her şeyi bilendir.

"O ki, gökte de İlâhtır, yerde de İlâhtır": Mücâhid ile Katâde: Gökte de ibadet edilir, yerde de İbadet edilir, demişlerdir.

Zeccâc şöyle demiştir: O gökte de birlenmiştir, yerde de. Ömer b. Hattab, İbn Mes’ûd, İbn Abbâs, İbn Semeyfa, İbn Yamurve Cahderi, eliflam ile tenvinsiz ve ikisinde de hemzesiz olarak: "Fissemai Allah ve filardı Allah” okumuşlardır. Bundan sonrasının beyanı da A’raf: 54 ve Lokman: 34'te geçmiştir.

85

Göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin mülkü kendinin olan (Allah) yücedir. Kıyametin ilmi O’nun yanındadır ve yalnız O’na döndürüleceksiniz.

86

O’ndan başka ibadet ettikleri şeyler şefaate sahip değiller. Ancak bildikleri halde hakka şahitlik edenler hariç.

"O’ndan başka ibadet ettikleri şeyler şefaate sahip değiller":

İniş sebebi şudur: Nadr b. Haris ile yanındaki birkaç adam: Eğer Muhammed'in dediği doğru ise biz de melekleri tutarız. Onlar bize Muhammed’den daha çok şefaat ederler, dediler. Bu âyet bunun üzerine indi. Bunu da Mukâtil, demiştir.

Âyetin manasında da iki görüş vardır:

Birincisi: O’ndan başka ibadet ettiklerinden murat, ilâhlarıdır, sonra İsa, Uzeyr ve melekleri ayırdı,

"ancak hakka şahitlik edenler hariç” dedi. O da: Lailâhe illallah diyerek şehadet etmektir.

"Bilerek": Dilleriyle şahitlik ettiklerini kalpleriyle hissederek, demektir. Bu da çoğunluğun kanaatidir, Katâde de içlerine dahildir.

İkincisi: İbadet ettiklerinden maksat; İsa, Uzeyr ve Allah’a şirk koşanların ibadet ettikleri meleklerdir; bunlar hiç kimseye şefaat etme yetkisine sahip değildirler.

"Ancak şahitlik eden hariç” ancak şahitlik eden hariç: Yani

"hak ile” şahitlik eden hariç, demektir. O da kelime- i ihlastır.

"Onlar bilirler” aziz ve celil olan Allah'ın İsa'yı, Uzeyr’i ve melekleri yarattığını. Bu da bir grubun kanaatidir, Mücâhid de içlerine dahildir. Âyette bütün şahitliklerde şahitlik edenin şahitlik ettiği şeyi bilmesi şartı vardır.

87

Yemin olsun, eğer onlara: "Kendilerini kim yarattı?” diye sorsan, elbette:

"Allah” derler. Nasıl da (ibadetten) çevriliyorlar?

88

Onun:

"Ya Rabbi, gerçekten onlar iman etmez bir kavimdir” demesinin (ilmi de O'nun yanındadır).

"Onun:

"Ya Rabbi demesinin (ilmi de O’nun yanındadır):

Katâde şöyle demiştir: Bu, peygamberinizde, kavmini Rabbinc şikayet etmektedir.

İbn Abbâs da şöyle demiştir: Kavminin imandan geri kalmalarını Allah'a şikayet etti. İbn Kesir, Nâfi, İbn Âmir ve Ebû Amr “Lâm” ın nasbi ile "ve kiylehu” okumuşlardır.

Bunda da üç mülahaza vardır:

Birincisi: O, bunun yanı sıra kavi maddesini gizlemiştir, sanki: Vekale kiylehu ve şeka şekvahu ile rabbihi (sözünü dedi ve şikâyetini Rabbine yaptı).

İkincisi: O,

"em yahsebune enna lâ nesınau sirrehüm ve necvahüm” kavline atfetmiştir,

Mana da şöyledir: Biz onun dediğini işitiyoruz. Bu iki görüşü Ferrâ’ ile Ahfeş zikretmişlerdir.

Üçüncüsü: O: Ve indehu ilmussaati ve yamlemu kiylehu manası ile mensubtur; çünkü "veindehu ilmüssaati’nin manası: Yalemussaateve yalemıı kiylehu, demektir. Bu da Zeccâc’ın tercihidir. Âsım ile Hamze de, tamın kesri ye'ye varacak şekilde he'nin de kesri ile "ve kıylihî” okumuşlardır,

Mana da şöyledir: Kıyametin ilmi de dediği sözün ilmi de O'nun yanındadır. Ebû Hureyre, Ebû Rezin, Said b. Cübeyr, Ebû Recâ’, Cahderi, Katâde ve Humeyd de “Lâm” ın ref’i ile okumuşlardır,

Mana da şöyledir: Bu kelime ile nida edip; Ya Rabbi, demesi. Ferrâ’ ile Zeccâc cer ve ref kıraatlaruun illetini zikretmişlerdir.

89

Öyleyse onlardan yüz çevir, ve: "Selam” de. İleride bilecekler.

"Fesfah anhüm"; Onlardan yüz çevir, demektir.

"Selam, de":

Bunda da üç görüş vardır:

Birincisi: Kötülüklerine karşılık hayır söyle, bunu da Süddi, demiştir.

İkincisi: Onlara mantıklı cevap ver, bunu da Mükatil, demiştir.

Üçüncüsü: Onlara şerlerinden selamet bulacak şey söyle. Bunu da Maverdi nakletmiştir.

"İleride bilecekler":

Bunda da üç görüş vardır:

Birincisi: Küfürlerinin sonucunu bileceklerdir.

İkincisi: Sen doğrusun.

Üçüncüsü: Onlara azabın gelmesi. Bu da onlar için tehdittir.

"Fe-sevfe ya’lemûn": Naf'i ile İbn Âmir te ile

"talemun” okumuşlardır. Kim ye ile okursa, peygambere onlara böyle hitap etmesi için emir olarak okur. Bunu da Mukâtil, demiştir. Kılıç âyeti yüz çevirip selam, demeyi, neshetmiştir.

0 ﴿