44-DUHAN SÛRESİ

Mekke'de inmiştir. 59 ayettir.

Tamamı icma ile Mekki'dir.

Bismillahirrahmanirrahim

1

Ha. Mîm.

2

Açıklayan kitaba yemin olsun.

"Ha. Mîm vel-kitâbil mübin": Bunun açıklaması Gafir ve Zuhruf'ta geçmiştir.

3

Gerçekten biz onu mübarek bir gecede indirdik. Şüphesiz biz uyarıcılar idik.

Kasemin cevabı da

"İnna enzelnahu

"dur. “He” zamiri de kitaba râcîdir ki, o da Kur’ândır.

"Mübarek bir gecede":

Onda da iki görüş vardır:

Birincisi: O Kadir gecesidir, bu da çoğunluğun görüşüdür. İkrime,

İbn Abbâs’tan şöyle dediğini rivayet etmiştir: Kur’ân Kadir gecesinden Rahman’ın yanından toplu olarak indirildi; dünya göğüne konuldu; sonra da parça parça indirildi.

Mukâtil de şöyle demiştir: Kur’ân’ın tamamı Kadir gecesinde Levh-i Mahfuz’dan dünya göğüne indi.

İkincisi: O Şaban’ın on beşinci gecesidir, bunu da İkrime, demiştir.

"Şüphesiz biz uyarıcılar idik": Yani azabımızdan korkutanlar idik,

4

Onda hikmetli her iş ayrılır.

"Onda": Yani o gecede

"yufraku": Ayrılır; Ebû’l - Mütevekkil, Ebû Nehik ve Muaz el - Kari, yenin fethi ve ranın kesri ile

"yefriku", “Lâm” ın nasbi ile de "külle” okumuşlardır.

"Emrin hakîmin” de: Hikmetli iş demektir.

İbn Abbâs şöyle demiştir: Kadir gecesinde ana kitapta o sene içinde meydana gelecek olan hayır, şer, rızıklar, eceller, hatta hacılar yazılır. Öyleki bir adamın sokakta yürüdüğünü görürsün, hâlbuki adı ölüler defterine yazılmıştır, İkrime’den rivayet edildiğine göre o Şaban’ın on beşinci gecesinde yapılır. Ondan gelen rivayet karışıktır, ravi farklı ifadelerde bulunmuştur. İkrime’den, onun Kadir gecesinde yapıldığı da rivayet edilmiştir. Buna katılan müfessirlerde vardır.

5

Katımızdan bir emirle. Gerçekten biz göndericileriz.

"Emren min indina":

Ahfeş şöyle demiştir:

"Emren” ve "rahmeten” hâl olarak mansupturlar,

Mana da şöyledir: İnna enzelnahu amirine emren ve rahimine rahmeten.

Zeccâc da şöyle demiştir.

"Yufraku” ile mensûb olması da câizdir, sanki yüfraku ferkan demiş gibi olur. Çünkü

"emren” "ferkan” manasınadır.

Ferrâ’ da şöyle demiştir: Rahmet’in

"mürsilin"in etkisi ile mensûb olması da câizdir; o zaman rahmet Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den ibaret olur.

Mukâtil de şöyle demiştir:

"Mürsilin” bu Kur’ân'ı indirenleriz, biz onu iman edenlere indirdik, demek olur.

"Katımızdan bir emirle": Yani Levh-i Mahfuz'dan yazılacakların yazılmasını emrederiz, demektir.

"Gerçekten biz göndericileriz": Peygamber göndericileriz.

6

Rabbinden bir rahmet olarak. Şüphesiz O, hakkıyle işiten, her şeyi bilendir.

"Rahmet olarak": Kullarımıza.

7

Göklerin, yerin ve ikisinin arasındaki şeylerin Rabbi. Eğer kesin mü’minler iseniz.

"Rabbussemavati": İbn Kesir, Nâfi, Ebû Amr ve İbn Âmir, ref ile: "Rabbu” okumuşlar; Hamze, Kisâi ve Ebû Bekir de Âsım dan rivayet ederek benin kesri ile "rabbi” okumuşlardır. Bundan sonrası da açıktır.

8

O’ndan başka İlâh yoktur. Diriltir ve öldürür. Sizin de Rabbinîz ve sizden öncekilerin de Rabbidir.

9

Hayır, onlar şüphe içinde oynuyorlar.

"Hayır onlar": Yani kâfirler

"şüphe içindedir” getirdiğimiz şeylerden,

"oynuyorlar": onunla alay ediyorlar.

10

Gözetle; o günü ki, gök apaçık bir dumanla gelir.

"Gözetle": Bekle, demektir.

"O günii ki, gök apaçık bir dumanla gelir":

Bu dumanda ve vaktinde üç görüş halinde ihtilaf etmişlerdir:

Birincisi: O kıyametten önce gelecek olan dumandır; İbn Abbâs, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den şöyle dediğini rivayet etmiştir: Duman gelir; kâfirlerin nefesleri kesilir, mü'minler de nezleye yakalanmış gibi olurlar. Abdullah b. Ebi Müleyke şöyle demiştir: Bir gün erkenden İbn Abbâs’ın yanına gittim: Bu gece sabaha kadar uyuyamadım, dedi. Ben de: "Niçin?” dedim. O da: Bir kuyruklu yıldız doğdu, arkasından dumanın bastıracağından korktum, dedi. Bu mana Hazret-i Ali, İbn Ömer, Ebû Hureyre ve Hasen’den de rivayet edilmiştir.

İkincisi: Kureyş kıtlığa yakalandı, öyleki göğü dumanlı görürlerdi. Buhârî ile Müslim, Sahihlerinde Mesruk hadisi olarak şöyle rivayet etmişlerdir: Biz Abdullah b. Mes'ud'un yanında idik, içeri bir adam girdi: Sana mescitten geldim, orada bir adam bıraktım; bu

"o gün gök apaçık bir dumanla gelir” âyetini okuyor, bunun kıyamet öncesi olacağını; kâfirlerin nefesleri kesilip mü’minlerin de nezleye tutulmuş gibi olacaklarını söylüyor, dedi. Abdullah b. Mes’ud da: Kim bir şey biliyorsa söylesin, bir şey bilmeyen de: Allah bilir, desin; bu Kureyş için olan bir şeydi; onlar Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e diretince, onlara Yûsuf zamanındaki gibi yedi yıl kıtlık olması için beddua etti; onlar da kıtlık ve zorluğa maruz kaldılar; öyleki kemikleri ve ölii etini yediler. Adam göğe bakardı, bitkinliğinden onu dumanlı görürdü, dedi.

"Rabbimiz azabı bizden kaldır, gerçekten biz iman edeceğiz” dediler. Allahü teâlâ da:

"Şüphesiz biz azabı biraz kaldıracağız; şüphesiz siz de (küfre) döneceksiniz” dedi. Azabı onlardan kaldırdı; onlar da küfre döndüler. Bedir savaşında yakalandılar. İşte:

"En büyük tutma ile yakaladığımız gün” dediği budur. Mücâhid, Ebû'l-Aliye, Dahhâk, İbn Saib ve Mukâtil de böyle demişlerdir.

Üçüncüsü: O Mekke’nin fethidir ki, o gün her tarafı (askerden kalkan) duman kaplamıştı. Bunu da Maverdi nakletmiştir.

11

İnsanları bürür. Bu, acıklı bir azaptır.

"Bu bir azaptır": Yani, bu bir azaptır, derler.

12

"Rabbimiz, azabı bizden aç / kaldır. Gerçekten biz iman edenleriz” (derler).

"Azabı bizden kaldır":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Açlıktır.

İkincisi: Dumandır.

"Bizler iman edeceğiz": Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem ile Kur’ân'a.

13

Onlar için öğüt almak nerede! Oysa onlara apaçık bir elçi geldi.

"Onlar için öğüt almak nerede!": Yani bu azap indikten sonra onlar için öğüt ve ibret almak nerede?

"Hâlbuki onlara apaçık bir elçi gelmişti": Yani doğruluğu apaçık, demektir.

14

Sonra ondan yüz çevirdiler ve

"bir öğretilmiş, bir delidir” dediler.

"Sonra ondan yüz çevirdiler": Yani ondan yan çizip sözünü kabul etmediler,

"bir öğretilmiş, bir delidir, dediler": Yani ona bir insan öğretiyor, peygamberlik iddia etmekle de delidir, dediler. Allahü teâlâ da şöyle dedi:

"Biz azabı biraz kaldıracağız": Yani az bir süre için, demektir.

Azapta da iki görüş vardır:

Birincisi: O, başlarına gelen darlıktır ki, bollukla kaldırılmıştır. Bu da İbn Mes’ûd’un kavline göredir.

Mukâtil de: Onun kaldırılması Bedir savaşıdır, demiştir.

İkincisi: O dumandır, bunu da Katâde, demiştir.

15

Şüphesiz biz, azabı biraz açacağız / kaldıracağız; şüphesiz siz tekrar (küfre) döneceksiniz.

"Şüphesiz sizler döneceksiniz":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Şirke dönecekiniz, bunu da İbn Mes’ûd, demiştir.

İkincisi: Allah'ın azabına döneceksiniz, bunu da Katâde, demiştir.

16

En büyük tutma ile tutup yakaladığımız gün, gerçekten biz intikam alacağız.

"Yevme nebtışül batşetel kübra": Hasen, İbn Yamur ve Ebû İm ran, merfu te ve meftuh tı ile

"yevme tübtaşu” ve ref ile de "elbetşatu” okumuşlardır.

Zeccâc da, mana şöyledir, demiştir: Üzkür yevme nebtışu (onları yakalayacağımız günii söyle). Bunun (yevme’nin)

"müntekımun” ile mensûb olması câiz değildir, çünkü

"inna"nın maba’di makablinde amel etmez.

Bu günde de iki görüş vardır:

Birincisi: O Bedir savaşı günüdür, bunu da İbn Mes’ûd, Übey b. Ka'b, Ebû Hureyre, Ebû’l-Âliyye, Mücâhid ve Dahhâk, demişlerdir.

İkincisi: Kıyamet günüdür, bunu da İbn Abbâs ile Hasen Basri, demişlerdir. Batş de: Şiddetle yakalamaktır.

17

Yemin olsun, gerçekten kendilerinden önce Fir'avn kavmini denedik. Onlara değerli bir elçi gönderdik.

"Yemin olsun, denedik"; Yani imtihan ettik,

"onlardan önce": Yani senin kavminden önce demektir.

"Fir’avn kavmini": Onlara Mûsa’yı göndermekle.

"Onlara değerli bir elçi geldi": O da İmran oğlu Mûsa’dır.

"Değerli"nin manasında da üç görüş vardır;

Birincisi: Ahlakı güzel, bunu da Mukâtil, demiştir.

İkincisi: Rabbinin nazarında kıymetli, bunu da Ferrâ’, demiştir.

Üçüncüsü: Şerefli, soylu, demektir. Bunu da Ebû Süleyman, demiştir.

18

"Allah'ın kullarını bana teslim edin. Çünkü ben sizin için güvenilir bir elçiyim” diye.

"Bana teslim edin diye (bien eddu, demektir),

"Allah'ın kullarını":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Sizi davet ettiğim hakkı bana tabi olmakla bana eda edin. Bu manayı el - Avfi, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Buna göre

"ibadallah” manada olarak mensûb olur. Zeccâc da, mana şöyle olur, demiştir: Ey Allah'ın kulları, size emrettiğim şeyi bana eda edin.

İkincisi: İsrâil oğullarını benimle gönderin. Bunu da Mücâhid ile Katâde, demişlerdir,

Mana da şöyledir: Onları angarya çalıştırmayın ve onları bana teslim edin.

19

Allah’a karşı böbürlenmeyin. Şüphesiz ben size apaçık bir delil getiriyorum” diye.

"Allah’a karşı böbürlenmeyin":

Bunda da üç görüş vardır:

Birincisi: O’na iftira etmeyin, bunu da İbn Abbâs, demiştir.

İkincisi: O’na inat etmeyin, bunu da Katâde, demiştir.

Üçüncüsü: O’na karşı büyüklenmeyin, bunu da Zeccâc, demiştir.

"Şüphesiz ben size apaçık bir delil getiriyorum": Yani doğruluğumu gösteren bir delil, demektir.

20

"Gerçekten ben beni taşlamanızdan benim de Rabbime, sizin de Rabbinize sığındım” (dedi).

Mûsa bunu deyince, onu ölümle tehdit ettiler; o da:

"Gerçekten beni taşlamanızdan benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz (Allah’a) sığındım” (dedi):

Bunda iki görüş vardır:

Birincisi: O lâf atmaktır, bunu da İbn Abbâs, demiştir. O zaman mana şöyle olur: Şair veya deli demenizden.

İkincisi: öldürmektir, bunu da Süddi, demiştir.

21

"Eğer bana iman etmezseniz, benden uzaklaşın".

"Eğer bana iman etmezseniz benden uzak durun": Beni yalnız bırakın; onlarsa inkâr ettiler, inanmadılar.

22

Böylece Rabbine: "Gerçekten bunlar bir günahkar kavimdir” diye dua etti.

"Fedea rabbehu enne haulai":

Zeccâc şöyle demiştir: Kim

"enne” şeklinde meftuh okursa, mana: Bienne haulai olur. Kim de kesre okursa, mana: Kale haulai olur. Kavi maddesinden sonra da inne meksur okunur.

Müfessirler şöyle demişlerdir: Burada mücrimlerden maksat: Müşriklerdir.

23

(Rabbi): "Kullarımı geceleyin yürüt; şüphesiz siz takip edileceksiniz” (dedi).

Allah duasını kabul edip

"kullarımı geceleyin yürüt” dedi. Yani mü’minleri, demektir.

"Şüphesiz siz takip edileceksiniz": Fir’avn ve kavmi sizi takip edecektir, Onları takip edeceklerini, bunun da onların suda boğulmasına sebep olacağını bildirdi.

24

"Denizi açık bırak. Çünkü onlar suya boğulan bir ordudur".

"Denizi açık bırak": Yani senin için yarıldıktan sonra hali üzere sakin bırak, Fir’avn ve ordusu girinceye kadar eski haline dönmesini isteme. Rahv ise: Sakin sakin yürümektir.

Katâde şöyle demiştir: Mûsa aleyhisselam denizi geçince, dönüp kavuşması için asası ile denize vurmak istedi ve Fir’avn ile ordularının ona yetişmesinden korktu. Kendisine:

"Denizi sakin bırak” yani olduğu gibi kupkuru bırak, denildi.

"Çünkü onlar suya boğulan bir kavimdir": Aziz ve celil olan Allah onların boğulacaklarını haber verdi ki, denizi hali üzere bırakırken gönlü rahat olsun.

25

Nice bahçeler ve pınarlar bıraktılar.

"Nice bıraktılar": Suya boğulduktan sonra

"bahçeler": Biz de âyeti Şuara: 57’de tefsir etmiş bulunuyoruz.

26

Ekinler ve güzel meclisler.

27

İçinde sefa sürdükleri nimetler.

Nimet ise: Rahat ve bol geçimdir. Bundan sonrasının açıklaması da Yasin: 55’te geçmiştir.

28

İşte böyle. Bunları başka bir kavme miras bıraktık.

"Bunları başka bir kavme miras bıraktık": Yani İsrâil oğullarına, demektir.

29

Onlara gök de yer de ağlamadı ve onlara mühlet de verilmedi.

"Onlara gök ağlamadı": Yani Fir’avn ailesine, demektir.

Bunun manasında da üç görüş vardır:

Birincisi: O gerçektir, Enes b. Malik, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’den şöyle dediğini rivayet etmiştir: Her müslümanın mutlaka gökte iki kapısı vardır; birinden ameli yükselir, birinden de rızkı iner, öldüğü zaman kapılar ona ağlar. 1 Efendimiz sonra da bu âyeti okumuştur.

1 - Tirmizî, Tefsirü suretid - Duhan, bab, 2.

Hazret-i Ali radıyallahu anh de şöyle demiştir: Mü'min öldüğü zaman namaz kıldığı yer ile gökte amelinin çıktığı kapı ağlar. Fir'avn ailesinin ise ne yerde namaz kıldığı bir şey vardı ne de gökte amelinin yükseldiği bir kapı. Allahü teâlâ da:

"Onlara gök de yer de ağlamadı” dedi. İbn Abbâs, Dahhâk ve Mukâtil bu görüştedirler.

İbn Abbâs şöyle demiştir: Gökteki kızıllık onun ağlamasıdır.

Mücâhid de şöyle demiştir: Ne zaman bir mü'min ölürse gök ile yer ona kırk gün ağlar. Ona:

"Ağlar mı?” dediler. O da: Yer niye ağlamasın, o kimse rüku ve secdesi ile orayı imar ediyordu? Gök niçin ağlamasın, oradan teşbihi arı vızıltısı gibi yukarı çıkıyordu?!

İkincisi: Maksat: Gökteki ve yerdeki kimseler, demektir. Bunu da Hasen, demiştir. Benzeri de şu ayettir:

"Savaş ağırlıklarını bırakıncaya kadar” (Muhammed: 4), yani savaşanlar demektir.

Üçüncüsü: Araplar bir büyüğün ölümünü abartmak istedikler zaman şöyle derler: Güneş karardı, o kaybolduğu için ay tutuldu; rüzgar, şimşek, gök ve yer ona ağladı. Maksat acıyı abartmaktır. Bu onlar için yalan değildir, çünkü bunu hepsi yaparlar, bunu işiten de konuşanın ne demek istediğini anlar. Onların: Güneş karardı, derken niyetleri: Neredeyse karardı; ay tutuldu derken de: Neredeyse tutuldu demek isterler.

"Neredeyse” fiili bir şeyi yapmaya yeltenip de yapmamaktır. Şair İbn Müferriğ de bir adama yaktığı ağıtta şöyle demiştir:

Rüzgar ona üzüntüsünden ağlar, Şimşek de bulutlar arasından parlar.

Bir başkası da şöyle demiştir:

Güneş doğmuştur, tutulmuş değildir,

Ona ağlar, ama gecenin yıldızlarını ve ayı bastırmış değildir (ışığı zayıflamıştır).

Demek istiyor ki: Güneş doğmuş, ona ağlıyor; doğmuş olmakla beraber yıldızları ve ayı bastırmış değildir, çünkü ışığı kararmıştır. Onun ışığı karardığı zaman gecenin yıldızları gündüzün görünür. O zaman Kelâmın manası şöyle olur: Allah Fir'avn kavmini helak edince onlara hiç kimse ağlamadı, kimse feryat etmedi, yoklukları fark edilmedi. Bütün bunlar İbn Kuteybe'nin sözleridir.

30

Yemin olsun, gerçekten İsrâil oğullarını aşağılayıcı azaptan kurtardık.

"Aşağılayıcı azaptan": Yani oğlan çocuklarını öldürme, kadınları hizmette kullanma ve Fir’avn’in zor işlerinde yorulmadır.

31

Fir'avn'den. Gerçekten o, aşırı gidenlerden bir müsrifti idi.

"Şüphesiz o bir müsrifti": Yani bir zorba/zâlim idi.

32

Yemin olsun, gerçekten onları bir bilgi üzerine (bilerek) âlemlerin üzerine seçmiştik.

"Yemin olsun, gerçekten onları seçtik": Yani İsrâil oğullarını

"bir bilgi üzerine” Allah’ın onlarda bildiği bilgi üzerine, zamanlarının insanlarına üstün kıldık.

33

Onlara içinde apaçık bir imtihan olan âyetlerden vermiştik.

"Onlara mucizelerden vermiştik": Denizin yarılması, bulutun gölgelik etmesi, kudret helvası ve bıldırcın eti indirilmesi vs. gibi.

"Onlarda açık bir imtihan vardı": Yani açık bir nimet demektir.

Sonra Mekke kâfirlerini zikretmeye dönüp:

34

Gerçekten bunlar elbette diyorlar:

35

"Bu, bizim ancak ilk ölümümüzdür ve biz yeniden diriltilecekler değiliz".

"Bu, bizim ancak ilk ölümümüzdür” dedi. Bundan dünyadaki ölümü kastediyorlar

"biz yeniden diriltilecek değiliz": Yani mahşere getirilecek değiliz, demektir.

36

"Eğer doğru söyleyenler iseniz atalarımızı getirin".

"Atâ’larımızı getirin": Onları bizim için diriltin

"eğer doğru söyleyenler iseniz” yeniden dirilme hususunda.

Bu da onların iki açıdan cahilliklerini gösterir:

Birincisi: Onlar delil olacak kadar mucize görmüşlerdi; beğenmezlik edemezlerdi.

İkincisi: Yeniden dirilme: ceza ve mükafat içindir, bu da dünyada değil ahirette olur.

Sonra onları kendilerinden öncekilerin azabı ile korkuttu:

37

Onlar mı daha hayırlı yoksa Tübba' kavmi ve onlardan öncekiler mi? Onları helak ettik. Çünkü onlar suçlular idiler.

"Onlar mı daha hayırlıdır?” dedi, yani daha zor ve kuvvetli, demektir.

"Yoksa Tübba’ kavmi mi?": Yani bunlardan daha hayırlı değildirler. Ebû Hureyre, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'den şöyle dediğini rivayet etmiştir: Tübba'ın ne olduğunu bilmiyorum; peygamber midir değil midir? Hazret-i Âişe de şöyle demiştir: Tübba'a sövmeyin; o iyi bir kimse idi. Baksanıza Allahü teâlâ kavmini kötülediği halde onu kötülememiştir.

Vehb de şöyle demiştir: Tübba’ Müslüman oldu, kavmi ise Müslüman olmadı. Çünkü kavmi zikredildiği halde o zikredilmedi. Bazı müfessirler de onun ateşe taptığını, sonra Müslüman olup kavmi Himyer’i İslâma davet ettiği; onlarınsa kabul etmedikleri görüşündeler.

Ona "Tübba’” denilmesine gelince,

Ebû Ubeyde şöyle demiştir: Bütün Yemen Krallarına Tübba' denirdi. Çünkü ölenin yerine gelirdi. İslâm’da halife ne ise cahiliyede de Tübba' odur.

Mukâtil de şöyle demiştir: Ona Tübba’ denilmesi adamlarının çok olmasındandır. Adı ise: Melkeykerb’tir. Tübba’ kavminin zikredilmesi, helak bakımından Mekke kâfirlerine yakın olmalarındandır.

38

Gökleri, yeri ve aralarındakini oyuncular olarak (oynamak için) yaratmadık.

39

Biz o ikisini ancak hak ile yarattık. Fakat onların çoğu bilmezler.

Bundan sonrası da Enbiya: 16 ve Hicr: 85’le geçmiştir.

40

Şüphesiz ayrım günü onların hepsinin belli vaktidir.

"Şüphesiz ayrım günü": O da aziz ve celil olan Allah’ın kullar arasında ayrım yapıp karar vereceği gündür.

"Onların belli vaktidir": Onlar için tespit edilen gündür,

"hepsi” Öncekiler ve sonrakiler O’na gelirler.

41

O günde dost dosttan hiçbir şey defedemez ne de onlar yardım olunurlar.

"O günde dost dosttan hiçbir şey defedemez":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Yakın yakınına fayda vermez, bunu da Mukâtil, demiştir.

İbn Kuteybe de: Yakın yakınma akrabalığından dolayı fayda vermez, demiştir.

İkincisi: Amcaoğlu amcaoğluna fayda vermez, bunu da Ebû Ubeyde, demiştir.

"Onlara yardım olunmaz": Yani Allah’ın azabından çevrilmezler.

42

Ancak Allah'ın merhamet ettiği müstesna. Şüphesiz O, O mutlak galip, çok merhamet edicidir.

"Ancak Allah’ın merhamet ettiği müstesna": Onlar da mü’minlerdir. Çünkü birbirlerine şefaat ederler.

43

Gerçekten Zakkum ağacı.

"Gerçekten Zakkum ağacı": Bunu da Saffat: 62’de zikretmiş bulunuyoruz.

44

Günahkarın yiyeceğidir.

Esim ise: Günahkar demektir.

Mukâtil de: O, Ebû Cehil’dir, demiştir.

45

Erimiş maden gibi karınlarda kaynar.

Mühl'in manasını da Kehf: 29’da zikrettik.

"Yağli fil-butûn": İbn Kesir, İbn Âmir, Hafs da Âsım’dan rivayet ederek, ye ile

"yağli” okumuşlar; diğerleri ise te ile okumuşlardır. Kim te ile okursa, şecere kelimesi müennes olduğu içindir, kim de ye ile okursa, onu taam manasına almış olur. Ebû Ali el-Farisi şöyle demiştir: Ğaly’in mühl için düşünülmesi câiz değildir; çünkü mühl erimeye misal olmak için zikredilmiştir; asıl kaynayan ona benzetilen şeydir.

46

Sıcak suyun kaynaması gibi.

"Sıcak suyun kaynaması gibi": O da çok sıcak suyun şiddetli kaynamasıdır.

47

"Tutun onu; ta cehennemin ortasına sürükleyin onu” (denir).

"Tutun onu": Yani zebanilere: Onu tutun, denir.

"Fa'tiluhu": İbn Kesir, Nâfi', İbn Âmir ve Ya’kûb tenin zammı ile okumuşlar; diğerleri ise kesri ile okumuşlardır. İbn Kuteybe, manası şöyledir, demiştir: Onu şiddetle sürükleyin. Ciye bi fülanin ilessultani denir ki: Hükümdara sürükleyerek getirdiler demektir.

"Sevâül cahîm” ise: Cehennemin ortasıdır.

Mukâtil de şöyle demiştir: Bu âyetler Ebû Cehil hakkındadır; cehennem bekçilerinden melekler onun başına demir tokmaklarla vuracak beynini delecekler. Beyni de vücudunun üzerine akacak, sonra da melek o delikten son derece sıcak kaynar su dökecek, karnına girecektir. Sonra da melek ona şöyle diyecektir; Azabı tat.

48

"Sonra başının üstüne kaynar su azabından dökün".

49

Tat (azabı); çünkü sen (evet) sen, pek izzetli, çok şerefli idin!"

"tat, çünkü sen pek izzetli, çok şereflisin!". Bu da onu azarlamadır. Ebû Cehil: Ben Kureyş’in en onurlu ve en şereflisiyim, derdi. Kisâi, hemzenin fethi ile: "Zukenneke” okurdu. Diğerleri ise kesri ile okurlardı.

Ebû Ali şöyle demiştir: Kim kesre ile okursa, manası şöyledir: Sen kendi iddiana göre şereflisin. Kim de fetha ile okursa,

Mana şöyledir: Çünkü sen şereflisin!

Eğer: "Nasıl şerefli denir ki, o öyle değildir?” denilirse.

Cevap üç türlüdür:

Birincisi: Bu, onunla alay etmek için, denir, bunu da Said b. Cübeyr ile Mukâtil, demişlerdir.

İkincisi: Sen kendince onurlu ve şereflisin, bunu da Katâde, demiştir.

Üçüncüsü: Sen kavminin arasında şerefli, ailenin nazarında da değerlisin. Bunu da Maverdi nakletmiştir.

50

"Gerçekten bu, sizin şüphe ettiğiniz şeydir".

Cehennem bekçileri ateştekilere şöyle derler:

"Gerçekten bu, sizin şüphe ettiğiniz şeydir": Yani olmasında şüphe ettiğiniz şeydir, demektir.

51

"Gerçekten sakınanlar emniyetli bir yerdedir".

Sonra sakınanların yerlerinden bahsedip

"innel müttakine fi makâmin emin” dedi.

Nâfi ile İbn Âmir mimin zammı ile "mukamin” okumuşlar, diğerleri ise fethi ile (makamin) okumuşlardır.

Ferrâ’ şöyle demiştir: Mimin fethi ile makam: Yer, mevki demektir. Zammı ile de: İkamet etmek demektir.

"Emin": Değişikliklerden ve olaylardan emin demektir. Biz de

52

"Cennetlerde, pınar (baş)larında".

53

"İnce ve kaim ipekten giysiler, karşı karşıya (oturarak).

"cennat “kelimesini Bakara: 25’te zikretmiştik.

"Uyun” ile

"mütekabilin

"in manalarını da Hicr: 45 ve 46’da zikretmiştik.

"Sündüs ile istebrak"ı da Kehf: 31’de zikretmiş bulunuyoruz.

54

İşte böyle. Onları iri gözlü hurilerle eş yaptık.

"İşte böyle": Yani durum anlattığımız gibidir.

"Ve zevvecnahüm bihurin iyn":

Müfessirler mana şöyledir, demişlerdir: Ehl-i cennetin erkeklerini eşler kıldık.

"Bihurin iyn” (iri gözlü hurilerle). Bir erkeğe: Zevvic hazenna’lel ferde, dersin ki: Şu tek olan pabucu çiftle dersin, yani onu çift yap, dersin.

Mana da şöyledir: Onları iki iki yaptık. Yûnus da şöyle demiştir: Araplar (evlenme için): Tezevvece biha, demezler, sadece: Tezevvecha, derler.

"Ve zevvecnahüm bihurin iyn"in manası da: Onları hurilere yaklaştırdık, demektir.

İbn Kuteybe şöyle demiştir: Zevvectuhu imreeten ve zevveçtuhu bimreetin (onu birkadınla evlendirdim), derler.

Ebû Ali el - Farisi de şöyle demiştir: Kur’ân Yûnus’un dediğine göre inmiştir, o da:

"Ve zevvecnakeha"dır (Ahzab: 37), zevvecna bike, değildir.

Hur lâfzına gelince,

Mücâhid: O saf beyazdır.

Ferrâ’ da şöyle demiştir: Havra: Beyaz, devedir. Hurul iyn'de iki lügat vardır: Hurun iyn, hıyrun iyn. Delil:

İri gözlü kadınların zamanı, neşe anlarıdır,

O iri gözlü kadınlar, hıril iyn'dendir.

Ebû Ubeyde şöyle demiştir: Havra: Gözünün akı gayet beyaz, siyahı gayet siyah kadındır. Biz de

"iyn"in manasını Saffat: 48’de açıklamıştık.

55

Orada her meyveyi emniyet içinde isterler.

"Orada her meyveyi emniyet içinde isterler":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Bazı anlarda kesilmesinden eminler.

İkincisi: Meyvenin dokunmasından, hastalıklardan ve afetlerden eminler.

56

Orada ölümü tatmazlar, ancak ilk ölüm hariç. (Allah) onları cehennem azabından korumuştur.

"Ancak ilk ölüm hariç":

Bunda da üç görüş vardır:

Birincisi: İlla "siva” manasınadır, Kelâmın takdiri de şöyledir: cennette dünyada tattıkları ölümün dışında ölüm tatmazlar.

"Vela tankihu ma nekaha ahaukum illâ makad selef” (Nisa: 22) âyetindeki illâ ile

"halidine fiha madametis semavatü velardu illâ ma şae rabbuk” (Hûd: 107) âyetindeki illâ da böyledir: Yani Rabbinin dünya miktarına dilediğinin dışında, demektir. Bu da Ferrâ’ ile Zeccâc’ın görüşleridir.

İkincisi: Mutlular ölecekleri zaman rahatlık ve güzel kokulara giderler, onlardan da yerlerini görürler, öldükleri zaman sanki cennette ölmüş gibi olurlar; çünkü cennetle ilişkili şeylere kavuşur ve onları müşahede ederler. Bunu da İbn Kuteybe, demiştir.

“İlla” "ba’de (sonra) manasınadır, nitekim bu ihtimallerden hirini

"illâ ma kad selef” (Nisa: 22) kavlinde zikretmiştik. Bu da İbn Cerir'in görüşüdür.

57

Rabbinden bir lütuf olarak. İşte büyük kurtuluş budur.

"Rabbinden bir lütuf olarak": Yani Allah bunu onlara kendinden bir lütuf olarak yaptı, demektir.

58

Ancak onu (Kur’ân’ı) senin diline kolaylaştırdık, belki onlar öğüt alırlar.

"Ancak onu kolaylaştırdık": Yani kolay hale getirdik, demektir.

"Yessernahıf'daki zamir Kur’ân’a râcîdir,

"diline": Yani Arap dili ile demektir.

"Belki öğüt alırlar": Yani öğüt alıp iman etmeleri için, demektir.

59

Bekle; çünkü onlar da beklemekteler.

"Bekle": Onlara azabı bekle, demektir.

"Onlar da bekliyorlar” senin helakini. Bu da müfessirlerin çoğunluğuna göre kılıç âyetiyle mensuhtur ki, doğru değildir.

0 ﴿