46-AHKAF SÛRESİ

Mekke’de inmiştir. 35 ayettir.

Bismillahirrahmanirrahim

1

Ha. Mîm.

2

Kitabın indirilişi mutlak galip, hikmet sahibi Allah tarafındandır.

3

Gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri ancak hak ile belli bir süre ile yarattık. Kâfirler ise uyarıldıkları şeyden yüz çeviriyorlar.

İniş Sebebi:

El - Avfi ile İbn Ebi Talha, İbn Abbâs’tan onun Mekki olduğunu söylediğini rivayet etmişler; Hasen, Mücâhid, İkrime, Katâde ve cumhûrda böyle demişlerdir. İbn Abbâs ile Katâde'den: Onda Medeni bir âyet vardır, o da:

"Kul ereeytüm in-kâne min ındillâhi” âyetidir (Ahkaf: 10) dedikleri rivayet edilmiştir.

Mukâtil de şöyle demiştir: Şu iki âyet dışında Mekke'de inmiştir:

"Kul ereeytüm in kâne min ındillâhi” (Ahkaf: 10) ve  

"fasbir kema sabera ülül azmi minerrüsüli” (Ahkaf: 35). Bu ikisi Medine'de inmiştir. Giriş kısmının tefsiri de Gafir’de geçmiştir.

"Belli bir süre” de: Göklerin ve yerin ecelidir ki, o da kıyamet günüdür.

4

De ki: "Gördünüz mü, Allah’tan başka taptığınız şeyler ne yarattı? Yoksa onların göklerde ortaklığı mı var? Bana bundan önce bir kitap yahut ilimden bir kalıntı getirin, eğer doğru söylüyorsanız".

"De ki: Gördünüz mü?": Bu da Fatır: 40'ta tefsir edilmiştir.

"Bana bir kitap getirin": Âyette kısaltma vardır, takdiri şöyledir: Eğer mahlukat içinde ilâhlarının yaptığı bir şey olduğunu iddia ederlerse, bana bir kitap getirin, de.

"Bundan önce": Yani Kur’ân’dan önce, içinde putlarınızın Allah’ın ortakları olduğuna dair delil bulunan bir kitap getirin.

"Veya ilimden bir kalıntı getirin":

Bunda da üç görüş vardır:

Birincisi: O, ortaya çıkaran kimsenin ifşa ettiği bir şeydir, bunu da Hasen, demiştir.

İkincisi: Öncekilerden nakledilen ilim bakiyesidir, bunu da İbn Kuteybe, demiş; Fena ile Ebû Ubeyde de buna kail olmuşlardır.

Üçüncüsü: İlimden bir işarettir, bunu da Zeccâc, demiştir.

İbn Mes’ûd, Ebû Rezin, Eyyub Sahtiyani ve Ya’kûb , se'nin fethi ile şecerelin vezninde

"eserdin” okumuşlar, sonra da manasında üç görüş zikretmişlerdir:

Birincisi: O çizgidir, bunu da İbn Abbâs, demiştir. Ve şöyle demiştir: O Arapların yere çizdikleri bir çizgidir, Ebû Bekr b. Ayyaş da: O falla (kuşun uçması ile) ilgili bir çizgidir, demiştir.

Üçüncüsü: O özel bir ilimdir, bunu da Katâde, demiştir.

Übey b. Ka’b, Ebû Abdurrahman es - Sülemi, Hasen, Katâde, Dahhâk ve İbn Yamur, se’nin sükunu ve elifsiz olarak nazratin vezninde "eşrefin” okumuşlardır.

Ferrâ’ da şöyle demiştir:

"Esaretin” ve "eserdin” şeklinde okunmuştur ki, bunlar da geçerli lügatlerdir. Hepsinin manası: ilim kalıntısıdır. Eskilerin kitaplarından nakledilen bir şey, derler. Kim

"esaretin” okursa, semahat ve şecaat vezninde olur; kim de

"eseretin” okursa, onu eserden getirmiş olur. Kim de

"esretin” okursa, hatfe (Saffat: 10) ve

"Recfe” (A'raf: 78) vezninde olur.

Yezidi şöyle demiştir: Esare: Kalıntıdır, esere de eserehu ye’siiruhu'nun mastarıdır ki, bir şeyi zikredip rivayet etmektir. Me’sur hadis de ondan gelir.

5

Allah’tan başka kendisine kıyamet gününe kadar cevap veremeyecek kimseye (putlara) ibadet edenden daha sapık kim vardır? Onlarsa ibadetlerinden gâfildirler.

"Kendisine cevap veremeyen": Putlardır.

"Onlar (putlar), onların ibadetinden gâfildirler": Çünkü onlar cansızdır. Kıyamet olduğu zaman putlar, dünyada kendilerine ibadet edenlere düşman olurlar.

Bundan sonrasında da onların Kur’ân’a sihir, Muhammed'e de onu uydurdu, demelerini zikretti.

6

İnsanlar (kıyamette) toplatıldıkları zaman onlar (putlar), onlara düşman olurlar ve onların ibadetlerini inkâr ederler.

7

Onlara âyetlerimiz açık açık okunduğu zaman kendilerine gelen hakkı inkâr edenler:

"Bu, apaçık bir sihirdir” dediler.

8

Yoksa

"onu kendisi mi uydurdu?” diyorlar. De ki: Eğer onu ben uydurdu isem, bana Allah’tan hiçbir şey yapmaya sahip olamazsınız. O, sizin içine daldığınız şeyi pekiyi bilendir. Benimle sizin aranızda şahit olarak O yeter. O, çok bağışlayan, çok merhamet edendir".

"Bana Allah'tan benim için hiçbir şeye sahip olamazsınız": Yani O’nun azabını benden def etmeye güçyetiremezsiniz, artık sizin için nasıl iftira ederim ki, siz benim azabımı def edemez misiniz, demektir.

"O içine daldığınız şeyi daha iyi bilir": Yani Kur’ân hakkında deyip de içine daldığınız yalanlama ve sihir demenizi.

"Benimle sizin aranızda şahit olarak O yeter": Kur’ân’ın Allah katından geldiğine

"O çok bağışlayan, çok merhamet edendir": Azabı sizden ertelemede.

Zeccâc şöyle demiştir: Burada bağışlama ve rahmetten bahsetmesi onlara şunu bildirmek içindir; kim sizin bu yaptığınızı yapar sonra da Tevbe ederse, şüphesiz Allah onu bağışlar ve ona merhamet eder.

9

De ki:

"Ben peygamberlerden örneği olmayan biri değilim. Ne bana ne de size ne yapılacağını bilmiyorum. Ben ancak bana vahyedilene uyarım. Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım".

"De ki: Ben peygamberlerden örneği olmayan biri değilim": Yani ben ilk peygamber değilim. Cümlede geçen bid' ve bedî': Her şeyin ilkine denir (prototip). "Ne bana ne de size ne yapılacağını bilmiyorum (ma yüf'alu)": İbn Yamur ile İbn Ebi Able, yenin fethi ile

"mayefalu” okumuşlardır.

Sonra da bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: O bundan dünyada yapılacak olanı murat etmiştir,

sonra bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabı aşırı şekilde sıkıştırılınca, kendisi rüyasında huımaklıklı, ağaçlı ve sulu olan bir yere hicret ettiğini gördü. Bundan sevindiler; çünkü müşriklerden çok eziyet görüyorlardı. Sonra onlar bir süre yaşadılar, bunu görmediler (hicret olmadı):

"Ya Resûlallah, o gördüğün yere ne zaman hicret edeceksin?” dediler. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem sustu, Allahü teâlâ da

"bana ve size ne yapılacağını bilmiyorum” kavlini indirdi. Yani bilmiyorum, rüyamda gördüğüm yere çıkarılacak mıyım yoksa çıkarılmayacak mıyım? Sonra şöyle dedi: Ben rüyada gördüğüm şeyi dedim,

"ben ancak bana vahyolunana tabi olurum". Bunu Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Alıyye de aynı şekilde demiştir: Bilmiyorum, beni Mekke’de bırakır mı yoksa ondan çıkarır mı?

İkincisi: Bilmiyorum, benden önce çıkarılan peygamberler gibi çıkarılır mıyım veya onlar gibi ben de öldürülür müyüm; bana ne yapılacağını bilmiyorum; siz de geri mi bırakılırsın, tasdik mi edilirsiniz yoksa tekzip mi edilirsiniz, bilmiyorum.

İkinci görüş: O, bundan ahirette yapılacakları murat etti. İbn Ebi Talha,

İbn Abbâs’tan şöyle dediğini rivayet etmiştir: Bu âyet inince, arkasından da:

"Allah’ın senin geçmiş ve gelecek günahını bağışlaması için” (Feth: 2) âyeti ile

"erkek ve kadın mü’minleri cennetlere girdirmesi için...” (Feth: 4) âyeti indi. Kendisine ve mü’minlere ne yapılacağı bildirildi. Şöyle de denilmiştir: Bu âyet inince müşrikler neşelendiler ve: Muhammed’in işi ile bizim işimiz birdir; eğer o dediği şeyi kendisi uydurmasa idi, onu gönderen, ona ne yapacağını haber verirdi, dediler. İşte bunun üzerine:

"Allah’ın seni bağışlaması...” âyeti indi (Feth: 2). Bunun üzerine ashap: "Seni tebrik ederiz, bize ne yapılacak?” dediler. Bunun üzerine de

"erkek mü’minlerle kadın mü’minleri cennetlere girdirmesi için...” âyeti (Feth: 5) âyeti indi. Bu görüşle olanlar şunlardan Enes, İkrime ve Katâde. Bu, Hasen’den de rivayet edilmiştir.

10

De ki:

"Eğer (Kur’ân) Allah katından ise, siz de onu inkâr ettiniz, İsrâil oğullarından bir şahit de onun benzerine şahitlik edip iman ettiyse, siz de kibir tasladınızsa, (zalim olmaz mısınız?) Şüphesiz Allah zâlimler topluluğuna hidayet etmez.

"De ki: Gördünüz mü, eğer o Allah katından ise": Yani Kur’ân

"siz de onun inkâr ettiniz ve İsrâil oğullarından bir şahit de ona şahitlik etti ise?":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: O Abdullah b. Selam’dır, bunu da el - Avfı, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Hasen, Mücâhid, Katâde, Dahhâk ve İbn Zeyd de böyle demişlerdir.

İkincisi: O İmran oğlu Mûsa aleyhisselam’dır, bunu da Şa’bî ile Mesruk, demişlerdir.

Birinci görüşe göre

"mislihi” lâfzı dolgu maddesi,

Mana da şöyle olur: Ve şehide şahidim min beni israile aleyhi: Yani Allah katından ise, demektir.

"İman etti” o şahit, ki, o da İbn Selâm'dır.

"Siz de kibir tasladınızsa": Ey Yahudi toplumu.

İkinciye göre de mana şöyle olur: Mûsa, Kur’ân’ın misli olan Tevrat'a, onun (Tevrat’ın) Allah katından olduğuna şahitlik ederse, tıpkı Muhammed’in Kur’ân’a onun Allah kelâmı olduğuna şahitlik ettiği gibi.

"İman ederse": Mûsa’ya ve Tevrat’a iman eden

"siz de kibir taslarsanız” yani ey Arap toplumu, Muhammed’e ve Kur’ân’a iman etmekten.

Eğer: "în"in cevabı nerede?” denilirse, o gizlidir, denir ve

takdirinde de altı görüş vardır:

Birincisi: Onun cevabı: Sizden daha sapık kimdir? Bunu da Hasen, demiştir.

İkincisi: Kelâmın takdiri şöyledir: İsrâil oğullarından bir şahit onun misline şahitlik eder de iman ederse, siz iman etmez misiniz? Bunu da Zeccâc, demiştir.

Üçüncüsü: Takdiri şöyledir: Allah’ın azabından emin olur musunuz? Bunu da Ebû Ali el - Farisi, demiştir.

Dördüncüsü: Takdiri şöyledir: Helak olmaz mısınız? Bunu da Maverdi zikretmiştir.

Beşincisi: İçimizden kim haklıdır, kim haksızdır? Bunu da Sa’lebî zikretmiştir.

Altıncısı: Takdiri şöyledir: Zalim olmuş olmaz mısınız? Bu söylenmeyen cümleye de

"şüphesiz Allah zâlimler topluluğuna hidayet etmez” kavli delalet etmektedir. Bunu da Vahidi zikretmiştir.

11

Kâfirler iman edenlere:

"Eğer (iman) bir hayır olsa idi, bizi geçemezdiniz” dediler. Mademki onu rehber almadılar,

"bu, eski bir yalandır” diyecekler.

"Kâfirler iman edenlere dedi ki,...":

Âyetin iniş sebebinde beş görüş vardır:

Birincisi: Kâfirler: Eğer Muhammed'in dini hayırlı olsa idi, Yahudiler onda bizi geçemezlerdi, dediler. İşte bu âyet bunun üzerine indi. Bunu da Mesruk, demiştir.

İkincisi: Gözü az gören bir kadın Müslüman oldu, Kureyş eşrafı onunla alay eder ve: Eğer Muhammed'in getirdiği hayırlı olsa idi bu kadın bizi geçemezdi, derlerdi, bu âyet bunun üzerine indi. Bunu da Ebuzzinad, demiştir.

Üçüncüsü: Ebû Zer el - Gifari Müslüman oldu ve ona bakarak kavmi de Müslüman oldu. Kureyş: Eğer bu hayır olsa idi bizi geçemezlerdi, dediler. Bu âyet de bunun üzerine indi. Bunu da Ebû’l - Mütevekkil, demiştir.

Dördüncüsü: Müzeyne ile Cüheyne kabileleri hidâyeti bulup da Müslüman olunca, Esed ile Gatai'an kabileleri: Eğer bir hayır olsa idi koyun çobanları bizi geçemezlerdi, dediler. İşte bu âyet bunun üzerine indi. Bunu da İbn Saib, demiştir.

Beşincisi: Yahudiler: Eğer Muhammed’in dini hayırlı olsa idi, bizi geçemezdiniz, çünkü sizin bu hususta bilginiz yoktur. Eğer o hak olsa idi elbette biz ona girerdik, dediler. Bunu da Ebû Süleyman Dımeşki, demiştir. Bu da âyetin Medine'de indiği varsayımına göredir. Kim de: Mekkidir, derse: Bu, Müşriklerin sözüdür, der, Bu durumda

"kâfirler” hakkında iki görüş ortaya çıkmış oldu:

Birincisi: Onlar müşriklerdir.

İkincisi: Yahudilerdir.

"Eğer bir hayır olsa idi": Yani Muhammed’in dini bir hayır olsa idi

"onda bizi geçemezlerdi".

Kim: Onlar müşriklerdir, derse: Biz daha şerefli ve daha faziletliyiz, demek isterler. Kim de: Onlar Yahudilerdir, derse: Çünkü biz daha bilgiliyiz, demek isterler.

"Mademki onu rehber almadılar": Yani Kur’ân’ı

"bu, eski bir yalandır diyecekler": Yani eski bir yalandır, öncekilerin masallarıdır, diyecekler.

12

Ondan önce de Mûsa’nın kitabı bir önder ve bir rahmet olarak vardı. Bu da Arapça bir dille (onu) tasdik edici bir kitaptır. Zâlimleri uyarmak ve iyilik edenlere müjde olmak için (gönderilmiştir).

"Ondan önce de Mûsa’nın kitabı vardı": Yani Kur’ân’dan önce de Tevrat, demektir. Kelâmda hazfedilmiş cümle vardır, takdiri şöyledir: Onu rehber edinmediler, çünkü müşrikler Tevrat’ı önder olarak bilmediler.

"İmamen":

Zeccâc şöyle demiştir: O, hâl olarak mensubtur, "rahmeten” de ona ma’tûftur.

"Bu da tasdik edici bir kitaptır": Yani Tevrat’ı tasdik edici, elemektir. "Lisanen arabiyyen” hâl olarak mensubtur,

Mana da şöyledir: Arapça olarak ondan önce geçen kitabı tasdik eder. "Lisanen” tekit olarak zikredilmiştir. Meselâ: Caeni zeydün recülen salihan dersin: Caeni zeydün salihan demek istersin.

"Liyünzirellezine zalemu": Âsım, Ebû Amr, Hamze ve Kisâi, ye ile "liyünzire” okumuşlar; Nail, İbn Âmir ve Ya’kûb da, te ile "litünzire” okumuşlardır. İbn Kesir’den iki kıraat de rivayet edilmiştir. "Zulmedenler": Müşriklerdir.

"Müjde olmak için": Yani o müjdedir,

"iyilik edenler için": Onlar da Allah’ı bir bilenlerdir ki, onları cennetle müjdelemiştir.

13

Şüphesiz: "Rabbimiz Allah’tır” deyip de sonra da dosdoğru olanlara korku yoktur. Onlar üzülmeyecekler de.

14

İşte onlar cennet yaranlarıdır. Yaptıklarına bir mükafat olarak orada ebedi kalırlar.

15

İnsana ana babasına iyilik yapmasını tavsiye ettik. Anası onu zahmetle taşıdı ve zahmetle doğurdu. Onun taşınması ve sütten kesilmesi otuz aydır. Nihayet olgunluğa yetişip de kırk yaşına erişince: "Rabbim, bana ve ebeveynime ihsan ettiğin nimetine şükretmemi ve razı olacağın iyi amel yapmamı bana ilham et ve benim için soyumu düzelt. Şüphesiz ben sana döndüm ve şüphesiz ben Müslümanlardanım” dedi.

Bundan sonrasının tefsiri de Fussilet: 30’da geçmiştir.

"Bi-valideyhi ihsânen": Âsım, Hamze ve Kisâi, elifle "ihsanen” okumuşlardır.

"Hamelethu ümmuhu kürhen": İbn Kesir, Nâfi ve Ebû Amr, kâfin fethi ile "kerhen” okumuşlar: diğerleri ise zammı ile okumuşlardır.

Ferrâ’ şöyle demiştir: Nahivciler burada zammı tercih eder, fetihten hoşlanmazlar, bunun illetini de

"ve hüve kürhün leküm” (Bakara: 216) âyetinde beyan etmiştik. Zeccâc, mana: Annesi onu meşakkatle taşıdı,

"ve doğurdu” meşakkatle demiştir.

"Ve fisaluhu” Ya’kûb fenin fethi, şadın sükunu ile elifsiz olarak "ve fashıhu” okumuştur ki, sütten kesilmesi

"otuz aydır":

İbn Abbâs şöyle demiştir:

"Onu meşakketle doğurdu": Doğum sancısını kasdetmiştir. Bil ki: Bu, gebeliğin en az, emzirmenin de en çok süresini belirtmektedir. Eştidd ise: Onda da birkaç görüş vardır ki, onlar da yukarıda geçmiştir.

Zeccâc onun otuz yaşma varma olduğunu tercih etmiştir; çünkü o insanın bedenen tekemmül ettiği, güç ve kuvvetinin, iyiyi kötüyü ayırma kabiliyetinin zirveye çıktığı vakittir,

İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Erkeğin kemale ermesiyle yetimin kemale ermesi farklıdır; çünkü erkekte kemale erme orta yaş ile deneyim kazanıp görüş ve aklının sağlamlaşmasıdır, bu da otuz yaşıdır. Bunun otuz sekiz yaşı olduğu da söylenmiştir. Oğlan çocuğunun güçlü vakti ise: Bedeninin güçlenip, büyümesinin durmasıdır. Biz de eşüdd’ü En’am: 153 ile Yûsuf: 22'de zikretmiştik. Burada da daha çok incelemiş olduk.

Bu âyetin kimin hakkında indiğinde üç görüş belirterek ihtilaf etmişlerdir:

Birincisi: O Ebû Bekr es - Sıddik radıyallahu anh hakkında inmiştir; şöyleki o, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e on sekiz yaşında arkadaş oldu, o ise yirmi yaşında idi. Şam’a ticarete gidiyorlardı, bir sedir ağacının gölgesine konakladılar; Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem gölgede oturdu, Ebû Bekir ise oradaki bir rahibe dinden bir şeyler sormaya gitti. Rahip ona: "Sidre ağacının altında oturan kim?” dedi. O da: Abdülmuttalib oğlu Abdullah oğlu Muhanuned’dir, dedi. Rahip de: O, Allah’a yemin ederim ki, peygamberdir, İsa’dan sonra onun altında ancak Muhammed peygamber gölgelendi, dedi.

Ebû Bekir’in kalbine kesin iman ve onu tasdik etme düştü. Seferde ve hazarda Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanından ayrılmadı. Resûlüllah kırk yaşında peygamber olunca, Ebû Bekir de otuz sekiz yaşında idi, onu tasdik etti. Kırk yaşma varınca da: Rabbim, bana verdiğin nimetlere şükretmemi bana ilham et, dedi. Çoğunluk böyle demişler. Şunu da demişlerdir:

Ebû Bekir kırk yaşma varınca, aziz ve celil olan Allah’a bu ayetteki duygularla dua etti; Allah da ondan kabul buyurdu. Ebeveyni ile oğlan ve kız çocukları Müslüman oldu. Bu ondan başka hiçbir sahabeye nasip olmadı.

İkincisi: O Sa’d b. Ebi Vakkas hakkında indi, biz de onun kıssasını Ankebut: 8’de şerh etmiştik. Bu da Dahhâk ile Süddi’nin görüşleridir.

Üçüncüsü: O, genel olarak indi, bunu da Hasen, demiştir. Biz de Neml: 10’da

"evzi’ni” kelimesinin manasını şerh etmiştik.

"Razı olacağın iyi amel yapmamı": İbn Ababs şöyle demiştir: Allah da ona icabet etti, yani Ebû Bekir’e, o da aziz ve celil olan Allah yolunda işkence gören dokuz mü’mini azat etti. Ne zaman bir hayır istese Allah onu muvaffak ederdi. Onun, zürriyeti hakkındaki duasını da kabul etti, onlar da iman ettiler. "Şüphesiz sana döndüm Yani senin bütün sevdiğin şeylere döndüm, demektir.

16

İşte onlar o kimselerdir ki, yaptıklarının en güzelini kabul ederiz ve kötülüklerinden geçeriz, cennet yaranları içinde. Kendilerine edilen doğruluk va’di olarak.

"İşte onlar o kimselerdir ki, yaptıklarının en güzelini kabul ederiz ve kötülüklerinden vaz geçeriz (netekabbelü)":

İbn Kesir, Nâfi, Ebû Amr, İbn Âmir, Ebû Bekr de Âsım'dan rivayet ederek, yenin zammı ile ikisinde de

"yütakabbelü” ve "yütecavezü” okumuşlardır. Hamze, Kisâi, Hafs da Âsım’dan rivayet ederek ve Halef, ikisinde de nun ile "netekabbelü” ve "netcavezü” okumuşlar; Ebû’l-Mütevekkil, Ebû Recâ’ ve Ebû İmran el - Cevni, ikisinde de meftuh ye ile okumuşlardır. Bu görüşün sahipleri, ahsen’in hasen manasına olduğuna kanidirler.

"Cennet yaranları içinde": Yani vazgeçtiklerimiz arasında demektir ki, onlar da cennet yaranlarıdır. "Fi"nin

"maa” manasına olduğu da söylenmiştir.

"Va’dessıdk":

Zeccâc şöyle demiştir. O mensubtur, çünkü mefül-ı mutlaktır, zira

"ulaikellezine netekabbelü anhüm” kavli va’d manasınadır. Çünkü onlara "va’dıssıdk” diyerek onlardan kabul edeceğini va delmiştir. Bunu da ellezi kanu yuadun” kavli teyit eder. Yani dünyada onlara peygamberlerin dilleriyle va’dedilen şeyler, demektir.

17

O kimse ki, ebeveynine: "Öf size, beni (kabirden) çıkarılmamla mı tehdit ediyorsunuz? Halbuki benden önce nesiller geçmiştir” dedi. O ikisi de Allah'a yalvararak:

"Yazık sana, iman et. Şüphesiz Allah’ın va'di haktır” (dediler). O ise:

"Bu, öncekilerin masallarından başkası değildir!” dedi.

"Vellezi kâle li-vâlideyhi üffin leküma": Ebû Amr, Hamze, Kisâi, Ebû Bekir de Âsım'dan rivayet ederek, tenvinsiz olarak cer ile "üffi leküma” okumuşlardır.

İbn Kesir ile İbn Âmir, fen in fethi ile okumuşlardır; Nâfi ve Hafs da Âsım’dan rivayet ederek, cer ve tenvirde "üffin” okumuşlardır; İbn Yamur da tenin şeddesi, merfu ve tenvinli olarak "üffiin” okumuşlardır; Humeyd ile Cahderi de fenin şeddesi, nasb ile tenvinli olarak "üflen” okumuşlardır. Amr bir Dinar da fenin şeddesi, tenvinsiz olarak ref’ ile "üffü” okumuştur. Ebû’l - Mütevekkil, İkrime ve Ebû Recâ’, fenin sükunu ile şeddesiz olarak "üf leküma” okumuşlardır.

Ebû’l - Âliyye ile Ebû İmran, fenin şeddesi, sakin ye ile imaldi okumuşlardır.

İbn Abbâs’tan onun Ebû Bekir'in oğlu Abdurrahman hakkında Müslüman olmadan önce inmiştir, dediği rivayet edilmiştir. Ebeveyni onu İslâm’a davet ederlerdi; o da kabul etmezdi. Bu da müfessirlerin çoğunluğunun görüşüdür.

Hazret-i Âişe bu âyetin Abdurrahman hakkında indiğini inkâr eder ve buna ant içer ve: Eğer isteseydim kimin hakkında indiğini size ismen söylerdim, derdi.

Zeccâc da şöyle demiştir: O, Abdurrahman hakkında İndi diyenlerin görüşleri geçersizdir, zira

"onlara azap sözü hak olmuştur” denilmiştir. Allah onların iman etmeyeceklerini bildirdi; Abdurrahman ise mü'mindir. En doğru tefsir onun ana babasına isyan eden kâfir hakkında indiğidir. Mücâhid’ten onun Abdullah b. Ebû Bekir hakkında indiği rivayet edilmiştir. Hasen de onun bir grup Kureyş kâfirleri hakkında indiği rivayet edilmiştir; onlar atalarına böyle demişlerdi.

"Benden önce nesiller geçmiştir":

Bunda da iki görüş vardır;

Birincisi: Nesiller geçmiştir; onlardan kimse dönmemiştir. Bunu da Mukâtil, demiştir.

İkincisi: Nesiller onu yalanlayarak geçmiştir, bunu da Ebû Süleyman Dımeşki, demiştir.

"Onlar Allah’a yalvarıyorlar"; Yani hidayete dönmesi için Allah'a dua ediyorlar ve ona;

"İman et” diyorlar, yani: Öldükten sonra dirilmeyi tasdik et, diyorlar.

"O da: Bu değildir, diyor": yani sizin dediğiniz değildir

"ancak öncekilerin masallarıdır” bunun şerhi de En’am: 25’te geçmiştir.

18

İşte onlar o kimselerdir ki, kendilerinden önce geçen cin ve insan ümmetlerinin içinde onlara söz (azap) hak oldu. Şüphesiz onlar, ziyan edenler oldular.

"İşte onlar": Yani kâfirler

"onlara söz hak oldu": Yani onlara Allah’ın, onlar cehennemliktir diye hüküm vermesi hak oldu, demektir. "Ümmetlerde": Yani diğer ümmetlerle beraber. Allahü teâlâ bu iki Âyetten önce ana babasına itâat edip aziz ve celil olan Allah’ın emri ile amel edenleri zikretti, sonra da o emirle amel etmeyeni; ne Rabbine ne de ebeveynine itâat etmeyeni zikretti.

"İnnehüm karnı haşirin": İbn Semeyfa' ile Ebû İmran, hemzenin fethi ile

"ennehüm” okumuşlardır.

19

Her biri için yaptıkları şeylerden dereceler vardır. Bir de (bu), onlar zulme uğratılmadan onlara amellerini tastamam ödemesi içindir.

"Her biri için yaptıkları şeylerden dereceler vardır": Yani kazandıkları iman ve küfürden dolayı dereceler ve rütbeler vardır. Cennettekiler ikramda birbirinden üstündür, cehennemdekiler de azapta birbirinden farklıdır. "Ve liyüveffiyehüm a’malehüm": İbn Kesir, Âsım ve Ebû Amr, ye ile "ve liyüveffiyehüm” okumuşlar; diğerleri ise nun ile okumuşlardır: Yani onlara amellerinin karşılığını vermemiz için, demektir.

20

Kâfirler ateşe sunuldukları gün, (onlara): Zevklerinizi dünya hayatınızda giderdiniz ve onlarla sefa sürdünüz. İşte bugün yeryüzünde haksız yere büyüklük taslamanızdan ve fasıklık etmenizden dolayı aşağılık azabı ile cezalandırılacaksınız!” (denir).

"Ve yevme yu’radu”

Mana şöyledir: Onlara arz olunacakları günü zikret.

"Ezhebtüm” onlara: Ezhebtüm (giderdiniz, bütün hakkınızı kullandınız) denir. İbn Kesir, uzun hemze ile "âzhebtüm” okumuş, İbn Âmir de iki hemze ile

"eezhebtüm” okumuştur. Nâfi, Âsım, Ebû Amr, Hamze ve Kisâi, haber tarzında

"ezhebtüm” okumuşlardır ki, bu, onlar için azarlamadır. Ferrâ’ ile

Zeccâc şöyle demişlerdir: Araplar elifle de elifsiz de azarlar: Ezehebte ve faalle keza derler; zehebte ve fealte de (gittin böyle mi yaptın?) derler.

Müfessirler şöyle demişlerdir: Zevklerinden maksat ahiretten gafil olup da şükründen yüz çevirdikleri lezzetlerdir. Onları bununla kınayınca, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabı ile onlardan sonra gelen iyi kimseler mükâfatları tam olmak ve akaretlerinden gafil kalmamak için yaşamın zevk ve lezzetinden uzak kalmayı tercih ettiler. Rivayete göre Ömer b. Hattab, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına girdi, o da o sırada çok kalın bir örtüye bürünmüş, bir kısmı toprağa değmişti, başının altında da içi hurma lifi ile dolu bir yastık vardı. Ey Allah’ın Resul’ü, sen ki, Allah’ın Peygamberi ve en seçkin kulusun, Kisra ile Kayserler altın tahtlarda oturuyor, atlas ve ipek döşeklerde yatıyorlar, dedi. O da: Ey Ömer, onlara güzellikleri dünyada verilmiştir, onun da kesilmesi yakındır, bizim güzelliklerimiz ise ahirete bırakılmıştır, dedi.1

1 - Hakim, Müstedrek, ayrıca bkz. İbn Mâce.

Cabir b. Abdullah’tan da şöyle dediği rivayet edilmiştir: Ömer b. Hattab elimde taşıdığım bir parça kemikli et gördü:

"Ey Cabir, bu nedir?” dedi. O da: Canım et çekti, bunu satın aldım, dedi. O da:

"Ey Cabir, her canının çektiğini satın mı alacaksın?

"Sizler güzelliklerinizi dünya hayatınızda bitirdiniz” âyetinden korkmuyor musun?” dedi. Şöyle de rivayet edilmiştir: Hazret-i Ömer’e: Emretsen de sana bundan daha lezzetli yemekler yapılsa, dediler. O da: Ben Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellemden bazı kimseleri kınadığını ve onlara:

"Sizler zevklerinizi dünya hayatınızda bitirdiniz” dediğini işittim, dedi.

"Yeryüzünde büyüklük taslıyorsunuz": Yani Allah’a ibadetten ve O'na iman etmekten büyükleniyorsunuz, demektir.

21

Ad’in kardeşini (Hûd’u) da hatırla, hani, Ahkafta kavmini uyarmıştı. Onun önünden ve arkasından uyarıcılar gerçekten geçmiştir.

"Allah’tan başkasına ibadet etmeyin. Gerçekten ben sizin için büyük bir günün azabından korkuyorum” diye (uyarmıştı).

"Ad

"in kardeşini an": Yani Hûd'u demektir.

"Hani, kavmini Ahkafta uyarmıştı": Halil: Ahkaf, büyük kumluktur, demiştir.

İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Ahkaf ın tekili hıkf'tır, o da yüksek ve kıvrımlı kum yığınıdır.

İbn Cerir de şöyle demiştir: O yüksele, fakat dağ kadar almayan kum yığınıdır.

Bu ismi alan yer hakkında da üç görüş vardır:

Birincisi: O Şam’da bir dağdır, Bunu İbn Abbâs ile Dahhâk, demişlerdir.

İkincisi: O, bir vadidir, bunu da Atıyye zikretmiştir.

Mücâhid de: O bir yerdir, demiştir. İbn Cerir de onun Uman ile Mühre arasında bir vadi olduğunu nakletmiştir. İbn İshak da şöyle demiştir: Ahkaf halkı Uman - Hazramut arasında ve bütün Yemen’e yerleşen bir kavim idi.

Üçüncüsü: Ahkaf Şihr denen yerde denize hakim bir bölgedir. Bunu da Katâde, demiştir.

"Gerçekten önünden uyarıcılar geçmişti": Yani Hûd’dan önce ve sonra ümmetlerini uyaran peygamberler geçmiştir.

"Allah’tan başkasına ibadet etmeyin, diye":

Mana da şöyledir: Ne Hûd’dan önce ne de ondan sonra bir peygamber gönderilmemiş olsun ki, bir tek Allah’tan başkasına ibadet etmiş olsun. Bu da Hûd'un uyarması ile kavmine söylediği sözler arasına giren itiraz cümlesidir. Sonra Hûd'un sözüne döndü,

"ben sizin için korkuyorum” dedi.

22

Onlar dediler:

"Bizi ilâhlarımızdan çevirmen için mi bize geldin? Eğer doğru söyleyenlerden isen bize ettiğin tehdidi getir".

"Bizi çevirmen için": Yani bizi ilâhlarımıza ibadetten yalanınla çevirmen için, demektir.

23

Dedi:

"O bilgi ancak Allah’ın katındadır. Ben size benimle gönderilen şeyi tebliğ ediyorum. Ancak ben sizi cahillik eden bir kavim olarak görüyorum".

"O bilgi ancak Allah'ın katındadır": Yani azabın size ne zaman geleceğini O bilir, demektir.

24

Onu (azabı) vadilerinin karşısında geniş (yayvan) bir bulut halinde görünce:

"İşte, bize yağmur yağdıracak bir bulut!” dediler. Hayır, o, sizin acele istediğiniz şeydir. İçinde acıklı bir azap bulunan bir rüzgardır!

"Onu görünce” yani

"bima leidüna” kavlinde tehdit edildikleri şeyi görünce, demektir

"arıdan (geniş bir bulut halinde)": Yani gök tarafından bir bulut halinde.

İbn Kuteybe: And buluttur, demiştir.

Müfessirler de şöyle demişlerdir: Ad kavmine yağmur yağmaz olmuştu. Allah da onlara kara bir bulut gönderdi; onu görünce sevindiler

"bu bize yağmur yağdıracak buluttur” dediler. Hûd da onlara:

"Hayır, o sizin acele istediğiniz şeydir” dedi. Sonra onun ne olduğunu beyan edip

"içinde acıklı bir azap bulunan bir buluttur” dedi. O rüzgar o buluttan oluşmuştu (hortum).

25

Her şeyi Rabbinin emri ile helak eder. Derken sabahleyin yurtları dışında hiçbir şey görünmüyordu. İşte biz suçlular toplumunu böyle cezalandırırız.

"Her şeyi helak eder": Yani uğradığı insan, hayvan ve mal gibi uğradığı her şeyi mahveder. Amr b. Meymun da şöyle demiştir: O rüzgar, devesine binmiş kadını göğe kaldırırdı, öyleki bir çekirge kadar görünürdü.

"Derken oldular” yani Ad kavmi,

"lâ yüra illâ mesakinühüm": Âsım ile Hamze ye’nin ref'i ile "lâ yüra” nunun ref'i ile de

"illâ mesakinühüm” okumuşlardır. Ali, Ebû Abdurrahman es - Sülemi, Hasen, Katâde ve Cahderi, mazmum te ile "latüra” okumuşlardır. Ebû İmran ile İbn Semeyfa’ da, meftuh te ile tekil olarak

"illâ meskeniihüm” okumuşlardır. Neden yalnız meskenleri görünüyordu, çünkü sakinlerini rüzgar kumla kaplamıştı, görünmüyorlardı.

26

Yemin olsun, gerçekten onları sizi yerleştirdiğimiz yere yerleştirmiştik. Onlara kulaklar, gözler ve gönüller verdik. Ne kulakları ne gözleri ne de gönülleri onlardan hiçbir şey savmadı. Çünkü onlar Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorlardı. Alay ettikleri şeyler onları kuşattı.

Sonra Aziz ve celil olan Allah, Mekke kâfirlerini korkutup:

"Yemin olsun, gerçekten onları sizi yerleştirdiğimiz yere yerleştirdik” dedi.

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Âyette geçen

"in” lem (olumsuzluk edatı) manasınadır, bunu da İbn Abbâs ile İbn Kuteybe demişlerdir.

Ferrâ’ da şöyle demiştir: O, inkârda "ma” gibidir, Kelâmın takdiri de şöyledir: Onları sizi yerleştirmediğimiz yere yerleştirdik.

İkincisi: O zaittir, mana da: Fima mekkennaküm fiili şeklindedir, yine bunu da İbn Kuteybe nakletmiştir.

Sonra onlara anlamak için organlar verdiğini, onlarınsa düşünmediklerini, onları tevhide götürecek delil olarak kullanmadıklarını haber verdi.

Müfessirler şöyle demişlerdir: Gönüllerden maksat kalplerdir, bu organlar onlardan Allah’ın azabını men etmedi.

27

Yemin olsun, gerçekten etrafınızdaki kentlerden helak ettik. Belki dönerler diye âyetleri tekrar ettik.

Sonra Mekke kâfirlerini daha çok korkutup şöyle dedi.

"Yemin olsun, gerçekten etrafınızdaki kentlerden helak ettik": Meselâ Ad, Semud diyarı gibi, Lût kavmi ve diğer helak olan kavimler gibi.

"Âyetleri tekrar ettik": Yani onları açıkladık, demektir,

"belki onlar” yani kentler halkı

"dönerler” inkârlarından. Burada söylenmemiş cümle vardır, o da şöyledir: Onlarsa küfürlerinden dönmediler.

28

Kendilerini Allah'a yaklaştırmak için ilâhlar edindikleri (putlar) onlara yardım etmeli değil miydi? Bilakis onlar onlardan kayboldular. İşte bu, onların yalanları ve uydurdukları şeylerdir.

"Kendilerini Allah’a yaklaştırmak için edindikleri putlar onlara yardım etmeli değil miydi?": Yani kendi iddialarına göre Allah’a yaklaşmak için ibadet ettikleri putlar bunu yapmalı değil miydi? Bu da ret manasına bir sorudur, anlamı da: Onlara yardım etmediler, demektir.

"Bilakis onlar onlardan kayboldular": Yani azap indiği zaman onlara fayda vermediler (ortalıkta görülmediler), demektir.

"İşte bu” yani ilâhlara ibadetleri

"onların yalanlarıdır (ifkühüm):

Sa’d b. Ebi Vakkas, İbn Yamur ve Ebû İmran, hemzenin fethi ve kısa olarak, fenin de fethi ve şeddesi, kâfin da nasbi ile "ve zalike effekehüm” okumuşlardır (yalana sürükledi).

Übey b. Ka’b, İbn Abbâs, Ebû Rezin, Şa’bî, Ebû’l - Âliyye ve Cahderi, hemzenin fethi ve kasrı, kâfin ve fenin nasbi ile şeddesiz olarak

"efekehüm” okumuşlardır.

İbn Cerir de: Onları saptırdı, demiştir. Zeccâc da, manası: Onları haktan çevirip sapıklar haline getirdi, demiştir.

İbn Mes’ûd ile Ebû’l - Mütevekkil de hemzenin fethi ve meddi, fenin de kesri ve şeddesiz, kâfin da ref’i ile "âfikühüm” okumuşlardır ki: Onları saptıran demektir.

29

“Hatırla o zamanı ki, cinlerden bir grubu Kur’ân’ı dinlemek üzere sana çevirmiştik. Ona hazır olunca: "Susun!” dediler. İş bitirilince, uyarıcılar olarak kavimlerine döndüler.

"Hatırla o zamanı ki, cinlerden bir grubu sana çevirmiştik": Aziz ve celil olan Allah bu âyetle cinlerin iman etmelerini örnek göstererek Kureyş kâfirlerini haşladı.

Onların Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e yönlendirilmelerinde üç görüş vardır:

Birincisi: Onlar gökten ateş yağmuruna tutulunca ona yönlendirildiler. Buhârî ile Müslim, Sahihlerinde

İbn Abbâs’tan şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem, bir bölük ashabı ile Ukaz panayırına doğru gitti. O sırada şeytanlar gökten haber alamaz olmuşlar üzerlerine ateş topu gönderilmişti. Şeytanlar döndüler, "ne oluyor?” dediler, Birbirlerine: Gökten haber alamaz olduk, üzerimize ateş güllesi gönderiliyor, dediler. Mutlaka bir şeyler olmuştur, yerin doğusunu, batısını araştırın, bu meseleyi açığa çıkarın, dediler. Birkaç cin Tihame tarafına Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in olduğu yöne gittiler, O da o sırada Nahle denen yerde ashabına sabah namazını kıldırıyordu. Kur’ân'ı duyunca iyice dinlediler: İşte gökten haber almamıza engel olan budur, dediler. O zaman kavimlerine dönüp

"gerçekten biz, doğruya götüren acayip bir Kur’ân işittik” (Cin: 1,2) dediler. Bunun üzerine Allah, Peygamberine:

"De ki: Birkaç nefer cin Kur’ân dinledi” (Cin: 1) âyetini indirdi. Said b. Cübeyr de

İbn Abbâs’tan şöyle dediğini rivayet etmiştir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem cinlere Kur’ân okumadı da onları görmedi de; ancak onlaı kendisi Nahle mevkiinde iken gelip Kur’ân dinlediler.

İkincisi: Onlar kendisine onları uyarması için yönlendirilmişlerdi, onlara Kur’ân okuması emredildi. Bu da içlerinde Katâde’nin olduğu bir grup müfessirin görüşüdür. Müslim'in, tek olarak rivayet ettiği Alkame hadisinde şöyle deniyor: Abdullah b. Mes’ud’a: "Cin gecesinde içinizden Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ile kim vardı?” dedim, o da şöyle dedi: Onun yanında bizden kimse yoktu, bir gece onu kaybettik, biz Mekke’de idik, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e suikast yapıldı yahut aklı başından gitti, dedik. Dağ yollarına giderek onu aramaya başladık. Onun Mira tarafından geldiğini gördük:

"Ya Resûlallah, neredeydin, senden korktuk, seni kaybedince bu geceyi çok kötü geçirdik, dedik. O da: Bana cinlerin davetçisi geldi, ben de gidip onlara Kur’ân okudum, dedi ve bizi götürdü, onların izlerini ve ateş küllerini gösterdi.2

Katâde şöyle demiştir: Bize şöyle anlatıldı, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem:

"Bana cinlere Kur’ân okumam emredildi, kim arkama düşer?” dedi. Herkes başını eğdi. Sonra yine arkasına düşecek adam istedi; yine başlarını eğdiler. Sonra yine istedi, yine başlarını eğdiler; sonunda Abdullah b. Mes’ud onun arkasına düştü. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Şi’bulhacun denilen bir dağ yoluna girdi. Abdullah’ın önüne bir hat çizdi, orayı geçmemesini istedi. O da diyor ki: Çok şiddetli bir gürültü duydum, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem için korktum, dönünce:

"Ey Allah’ın Nebisi, o işittiğim gürültü neydi?” dedim. O da şöyle dedi: Cinler bir ölülerinden dolayı başıma toplandılar, ben de aralarında adaletle karar verdim, dedi.

Üçüncüsü: O okurken onlar ona uğradılar, Kur’ân dinlediler.

Müfessirlerden biri şöyle demiştir: O Mekke halkının cevap vermelerinden ümidini kesince Taife çıktı, onları davet etmek istedi. Bir rivayette: Yardım istemek için çıktı, denilmiştir. Bu da Ebû Talib’in ölümünden sonra idi. Batnı Nahle denen yere gelince kalktı sabah namazında Kur’ân okumaya başladı. Sonra ona Nusaybin cinlerinden bir grup uğradı, Kur’ân dinlediler. Bu ve birinci görüşe nazaran Allahü teâlâ ona haber verinceye kadar onların geldiklerini bilmedi, İkinci görüşe göre onlar geldiği zaman bildi.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in okumasını dinledikleri yer hakkında da iki görüş vardır;

Birincisi: Hacun’dur, onu da İbn Mes’ûd’dan zikretmiş bulunuyoruz, Katâde de öyle demiştir.

İkincisi: Batnı Nahle'dir, onu da İbn Abbâs’tan zikretmiş bulunuyoruz; Mücâhid de öyle demiştir.

Nefer kelimesine gelince,

İbn Kuteybe şöyle demiştir: Nefer üç - on arasına denir.

Müfessirlerin bu neferin sayısında üç görüşleri vardır:

Birincisi: Onlar yedi idiler, bunu da İbn Mes’ûd, Zir b. Hubeyş, Mücâhid demiş, onu İkrime de İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir.

İkincisi: Dokuzdur, bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir.

Üçüncüsü: On iki bindir, bu da İkrime’den rivayet edilmiştir, doğru değildir. Çünkü nefer çok sayıda kimselere denilmez.

"Ona hazır olunca": Yani onu dinlemeye hazır olunca, demektir.

"Bitirlidi": Yani okuma sona erdi manasınadır.

"Uyarıcılar olarak kavimlerine döndüler": Yani onları iman etmedikleri takdirde Allah’ın azabından uyarıcılar olarak döndüler, demektir.

30

Ey kavmimiz, gerçekten biz, Mûsa’dan sonra, önündekini tasdik edici, hakka ve doğru yola ileten bir kitap dinledik” dediler.

Kavimlerini kendiliklerinden mi uyardılar yoksa Allah onları kavimlerine elçiler olarak mı gönderdi?

Bunda da iki görüş vardır:

Atâ’ şöyle demiştir: O cinlerin dini Yahudilik idi, onun içindir ki,

"Mûsa’dan sonra” demişlerdir.

31

"Ey kavmimiz, Allah’ın davetçisine icabet edin ve O'na iman edin ki, günahınızı bağışlasın ve sizi acıklı bir azaptan korusun".

"Allah’ın davetçisine icabet edin": Yani Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e demektir. Bu da onun cin ve insanlara gönderildiğini gösterir.

"Sizin için günahlarınızdan bağışlasın (min zünubiküm)":

Buradaki "min” zaittir.

32

Kim Allah’ın davetçisine icabet etmezse, yeryüzünde (Allah’ı) aciz bırakamaz. Onun için O’ndan başka dostlar yoktur. İşte onlar apaçık sapıklıktalar.

"Yeryüzünde aciz bırakacak değildir": Yani Allahü teâlâ’yı aciz bırakamaz.

"Onun Ondan başka dostları yoktur": Yani onu Allah’ın azabından koruyacak yardımcıları, demektir.

"İşte onlar": Yani paygamberlere icabet etmeyenler

"apaçık bir sapıklıktalar".

33

Görmediler mi, gökleri ve yeri yaratan ve onları yaratmakla yorulmayan Allah, ölüleri diriltmeye kadir değil mi? Evet, şüphesiz O, her şeye kadirdir.

Sonra:

"Görmediler mi.,?” diyerek ölüleri dirilteceğine delil getirdi. Burada görmek bilmek manasınadır.

"Yorulmadı": Yani bundan aciz kalmadı, demektir. Ayye fülanün biemrihi denir ki: çıkacak yol bulamamaktır.

Zeccâc da şöyle demiştir: Ayiytü bilemri denir ki: Çözüm yolunu bilememektir, a'yeytü ise yorulmaktır.

"Bikadirin": Ebû Ubeyde ile Ahfeş: Be zaittir, demişlerdir.

Ferrâ’ da şöyle demiştir: Araplar inkâr sırasında be getirirler; meselâ: Ma ezunnüke bikaimin (ayağa kalkacağını sanmıyorum) derler. Kisâi de bu görüştedir. Zeccâc ile Ya’kûb , meftuh ye, sakin kaf, merfu ra ile elifsiz olarak

"yakdirü” okumuşlardır.

34

Kâfirler ateşe arz olundukları gün, (onlara):

"Bu gerçek değil mi?” (denir). Onlar da:

"Evet, Rabbimize yemin ederiz” derler. O da:

"İnkar ettiğiniz şeyle azabı tadın” der.

35

Azim sahibi peygamberler sabrettiği gibi sen de sabret. Onlar için acele etme. Sanki onlar tehdit edildikleri şeyi gördükleri gün (dünyada) gündüzden ancak bir saat kalmış gibi (olurlar). Fasıklar kavminden başkası mı helak edilir?

Bundan sonrası da açıktır.

"Azim sahibi peygamberler sabrettiği gibi": Yani kararlı ve sabırlı peygamberler, demektir.

Onlar hakkında da on görüş vardır:

Birincisi: Onlar şunlardır: Nûh, İbrahim, Mûsa, İsa ve Muhammed sallallahu aleyhim ve sellem. Bunu da Dahhâk, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Mücâhid, Katâde, Atâ’ el - Horasanı ve İbn Saib de böyle demişlerdir.

İkincisi: Nûh, Hûd, İbrahim ve Muhammed sallallahu aleyhim ve sellem, bunu da Ebû'l-Aliye er-Riyahi, demiştir.

Üçüncüsü: Onlar peygamberlerden fitneye maruz kalmayanlardır, bunu da Hasen, demiştir.

Dördüncüsü: Onlar Arap peygamberlerdir, bunu da Mücâhid ile Şa’bî, demiştir.

Beşincisi: Onlar İbrahim, Mûsa, Dâvud, Süleyman, İsa ve Muhammed sallallahu aleyhim ve sellem'dir. Bunu da Süddi, demiştir.

Altıncısı: Onlar İsmail, Ya’kûb , Eyyub’tur; Âdem, Yûnus ve Süleyman onlardan değildir. Bunu da İbn Cüreyc, demiştir.

Yedincisi: Onlar cihad ve savaşla emrolunanlardır, bunu da İbn Saib, demiş; Süddi’den de böyle nakledilmiştir.

Sekizincisi: Onlar bütün peygamberlerdir; çünkü Allah azim sahibi olmayan bir peygamber göndermemiştir. Bunu da İbn Zeyd, demiş; İbn Enbari de tercih etmiştir. Ve şöyle demiştir:

"Min” cins için gelmiştir, ba’z manasına değildir, tıpkı şunun gibi: Kad raeytüs siyabe minel hazzi velcibabe minel kazzi (ipek elbiseler, ibrişim cübbeler gördüm).

Dokuzuncusu: Onlar En’am: 83 - 86’da zikredilen on sekiz peygamberdir. Bunu da Hüseyn b. Fadl, demiştir.

Onuncusu: Onlar Yûnus hariç bütün peygamberlerdir, bunu da Sa’lebi nakletmiştir.

"Onlar için acele etme": Yani azabı acele isteme, demektir. Bir müfessir de şöyle demiştir: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bunaldı ve kavminden kabul etmeyenlere azabın inmesini istedi; bunun üzerine sabretmesi emrolundu.

"Sanki onlar tehdit edildikleri şeyi görünce": Yani azabı demektir,

"kalmamışlar” dünyada

"ancak gündüzden bir saat kalmışlar": Çünkü giden ne kadar uzun olsa da yok gibidir. Şöyle de denilmiştir: Çünkü dünyada kaldıkları süre ahiret azabının yanında azdır. Söz burada bitti. Sonra da

"bir tebliğ” dedi, yani bu Kur’ân ve içindeki açıklama, Allah’tan size bir tebliğdir, demektir.

Kur’ân’ın bir tebliğ olarak nitelenmesinde de iki görüş vardır:

Birincisi: Belağ tebliğ manasınadır.

İkincisi: Onun manası, yeter demektir; bu durumda mana şöyle olur: Onlara haber verdiğimiz bu şeyler onlara bol bol yeter.

İbn Cerir başka bir mülahaza zikretmiştir, o da mananın şöyle olmasıdır: Gündüzden ancak bir saat kaldılar, bu kalışları onlar için bir ulaşımdır, onları dünyada ecellerine ulaştırır. Sonra

"bu ulaşımdır” cümlesi, anlaşıldığı için atılmıştır.

Ebû’l - Âliyye ile Ebû İmran, “Lâm” ın kesri ve şeddesi, ğaynın sükunu ile elifsiz olarak

"belliğ” okumuşlardır.

"Fehel yühlekü": Ebû Rezin, Ebû’l - Mütevekkil ve İbn Muhaysın, yenin fethi ve “Lâm” ın kesri ile

"yehlikü” (helak olur mu) okumuşlardır, azabı gördükleri zaman,  

"fasıklar kavminden başkası?” Aziz ve celil olan Allah’ın emrinden dışarı çıkanlar?

0 ﴿