47-MUHAMMED SÛRESİ

Medine’de inmiştir. 38 ayettir.

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: O Medeni’dir, bunu da çoğunluk, demiştir, Mücâhid ile Mukâtil de onlardandır. İbn Abbâs ile Katâde’den, onun Medeni olduğunu söyledikleri rivayet edilmiştir. Ancak haccettikten sonra Mekke’den çıkarken Beytullah’ın karşısında inen şu âyet hariç, o da:

"Vekeeyyin min karyetin hiye eşeddü kuvveten min karyetike” (Muhammed: 10) âyetidir.

İkincisi: O Mekkidir, bunu da Dahhâk ile Süddi, demişlerdir.

Bismillahirrahmanirrahim

1

Kâfir olup (başkalarını) Allah’ın yolundan çevirenler (var ya, Allah) onların amellerini boşa çıkarmıştır.

"Kâfir olup” Allah’ın birliğini inkâr edenler

"ve insanları O’na iman etmekten çevirenler” onlar da Kureyş müşrikleridir.

"Onların amellerini boşa çıkardı": Yani onları iptal etti, onlara sevap vermedi, onları yok gibi kabul etti. Onlar yemek yedirir, sıla-i rahim eder, sadaka verir ve ibadet saydıkları şeyleri yaparlardı.

2

İman edip iyi şeyler yapanlar ve Muhaınmed’e Rabbinden indirilen hakka iman edenler (var ya, Allah) onların da kötülüklerini örttü ve durumlarını düzeltti.

"îman edip iyi şeyler yapanlar” onlar da Resûlüllah Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabıdır.

"Ve amenu bima nüzzile alâ muhammedin": İbn Mes’ûd, nunun ve zenin fethi ve şeddesi ile "nezzele” okumuşlardır. Übey b. Ka'b ile Muaz el - Kari, mazmum hemze ve meksur ze ile "ünzile” okumuşlardır. Ebû Rezin, Ebû’l - Cevza ve Ebû İmran, nunun ve zenin fethi ve şeddesiz olarak "nezele” okumuşlardır.

"Onların kötülüklerini örttü": Yani bağışladı "ve durumlarını düzeltti": Yani hallerini demektir. Bu da Katâde ile Müberrid’in görüşleridir.

3

Bu, şu sebeplerdir kâfirler bâtılla uydular; gerçekten iman edenler de Rablerinden (gelen) hakka uydular. İşte Allah insanlar için böyle misaller getirir.

"Bu”

Zeccâc: Bu durum demiştir. Bâtılla tabi oldukları için bu saptırma ve mü'minlerin hakka tabi olmasıyla bu hidayet ve örtme demek de câizdir.

"İşte Allah insanlar için böyle misaller verir": Yani mü’minlerin iyiliklerini ve kâfirlerin kötülüklerini bunun gibi açıklar, demektir.

4

Kâfirlerle karşılaştığınız zaman boyunlarını vurun. Nihayet onları kırıp geçirdiğiniz zaman bağı bağlayın (onları esir alın). (Ondan sonra) ya lütfetmek (serbest bırakmak) ya da fidye almak (vardır). Ta ki, savaş ağırlıklarını bırakır. Durum bu. Eğer Allah dilerse elbette onlardan intikam alır. Ancak kiminizi kiminizle denemek için (böyle yapıyor). Allah yolunda öldürülenlere gelince, Allah onların amellerini asla boşa çıkarmayacak.

"Fedarberrikab": Teşviktir, mana da: Onları öldürün demektir. Böyle demesi öldürmenin genellikle boyun vurmakla olmasındandır.

"Nihayet onları kırıp geçirdiğiniz zaman": Yani onları çok öldürdüğünüz zaman demektir

"Bağı bağlayın": Yani esirlerin bağını demektir. Esir almak ancak ileri derecede öldürmeden sonra olur. "Vesak” ise iysak’tan isimdir: Evsaktuhu iysakan ve visakan denir ki: Esiri kaçmasın diye sıkıca bağlamaktır. "Feimma mennen ba’dü”

Ebû Ubeyde şöyle demiştir: İmma en temunnu ve imma en tüfadu, bu da sakyen ve ra’yen gibidir ki, sukıyte ve ruiyte (suyunu iç, hayvanların da otlatılacaktır.) demektir.

Zeccâc da şöyle demiştir: Ya onları esir aldıktan sonra karşılıksız bırakırsınız ya da fidye karşılığında bırakırsınız.

Bu âyet ulemanın çoğunluğuna göre muhkemdir, karşılıksız ve karşılıklı bırakmanın geçerli olup mensuh olmadığına kail olanlardan bazıları şunlardır: İbn Ömer, Mücâhid, Hasen, İbn Sîrin, İmam Ahmed ve İmam Şâfiî. Bir grup fakih de onun:

"Müşrikleri nerede bulursanız öldürün” âyetiyle mensuh olduğunu söylemişlerdir. İbn Cüreyc, Süddi ve Ebû Hanife de bunlardandır. Biz de her iki görüşe de Beraet: 5’te işaret etmiştik.

"Savaş ağırlıklarını bırakıncaya kadar":

İbn Abbâs: Müşriklerden kimse kalmayıncaya kadar, demiştir.

Mücâhid de şöyle demiştir: Ta ki, İslâm’dan başka din kalmayıncaya kadar.

Said b. Cübeyr de: İsa Mesih çıkıncaya kadar, demiştir.

Ferrâ’ da: Ya Müslüman ya da teslim olan dışında kimse kalmayıncaya kadar, demiştir.

Kelâmın manasında da iki görüş vardır:

Birincisi: Savaşanlar silâhlarını bırakıncaya kadar, Şair A’şa şöyle demiştir:

Savaş için ağırlıklar hazırladım;

Uzun mızraklar ve erkek atlar.

"Vizr

"in aslı taşıdığın şeydir, sİlâha da evzar denilmesi taşındığı içindir, Bu da İbn Kuteybe’nin görüşüdür.

İkincisi: Ta ki, harbiniz ve savaşınız müşriklerin ağırlık ve günahlarını bırakmcaya kadar, bu da Müslüman olup Allah’tan başkasına ibadet etmemeleri ile olur. Bunu da Vahidi zikretmiştir.

"Durum bu": Yani durum anlattığımız gibidir.

"Eğer Allah dilerse onlardan elbette intikam alır": Dilediği şekilde onları helak etmek veya onlara azap etmekle.

"Ancak": Size savaşı emretti ki,

"kiminizi kiminizle denesin": Mü’mine sevap versin ve ona şehitlik ikram etsin, kâfiri de öldürmek ve azap etmekle perişan etsin.

"Vellezine kutilu": Ebû Amr, Hafs da Âsım'dan rivayet ederek kafin zammı ve tenin kesri ile "kutilu” okumuşlar: diğerleri ise elifle "katelu” okumuşlardır.

5

Onlara hidayet edecek ve durumlarını düzeltecek.

"Onlara hidayet edecek";

Bunda da dört görüş vardır;

Birincisi: Onları en doğru şeye hidayet edecektir, bunu da İbn Abbâs, demiştir.

İkincisi: Onlar için hidâyeti gerçekleştirecektir, bunu da Hasen, demiştir.

Üçüncüsü: Münker Nekir'e cevap verdirecektir.

Dördüncüsü: Cennet yoluna hidayet edecektir. Bu ikisini Maverdi nakletmiştir.

6

Onları kendilerine tarif ettiği cennete girdirecek.

"Cenneti onlara tarif etti":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Oradaki menzillerini onlara tarif etti; onlara varmak için delil aramazlar ve yolunu şaşırmazlar. Bu da cumhûrun görüşüdür; Mücâhid ile Katâde bunlardandır. Ferrâ’ ile Ebû Ubeyde de bunu tercih etmişlerdir.

İkincisi: Onlar için orayı kokuladı, bunu da Atâ’, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir,

İbn Kuteybe şöyle demiştir: Bu, dilcilerin görüşüdür, taamun muarrefun derler ki: Koku katılmış (aromalı) yemek demektir.

Ebû Miclez, Ebû Recâ’ ve İbn Muhaysın, şeddesiz ra ile

"arefeha lehüm” okumuşlardır.

7

Ey o iman edenler, eğer Allah’a yardım ederseniz, O da size yardım eder ve ayaklarınızı sağlamlaştırır.

"Eğer Allah’a yardım ederseniz": Yani O’nun dinine ve Peygamberine yardım ederseniz, demektir.

"O da size yardım eder": Düşmanınıza karşı size yardım eder

"ve ayaklarınızı sağlamlaştırır” savaş anında. Mufaddal, Âsım’dan, "şeddesiz olarak "ve yüsbit” okuduğunu rivayet etmiştir.

8

Kâfirler ise, beter olsunlar (Allah) onların amellerini boşa çıkardı.

"Kâfirler ise beter olsunlar":

Ferrâ’: Allah onları kahretsin, demiştir. Dua bazen emir ve yasak yerine geçer,

İbn Kuteybe de şöyle demiştir: O: teastü kavlinden gelir ki, tökezledim ve düştüm manasınadır.

Zeccâc da şöyle demiştir: Ta’s lügatte çökmek ve sürçmektir. Bundan sonrasının açıklaması da Kehf: 104 ve Yûsuf: 109'da geçmiştir.

"Allah onları imha etti": Yani onları helak etti, demektir.

"Kâfirler için de benzerleri vardır": Yani o akibetin benzeri vardır, demektir.

9

Bunun sebebi şudur; çünkü onlar Allah’ın indirdiğinden hoşlanmadılar; O da onların amellerini boşa çıkardı.

10

Yeryüzünde dolaşmadılar mı ki, baksınlar; kendilerinden öncekilerin sonu nasıl olmuş? Allah onları imha etti. Kâfirler için de benzerleri vardır.

11

Bunun sebebi şudur; çünkü Allah iman edenlerin Mevlasıdır. Gerçekten kâfirlerin Mevlası yoktur.

"Bu şunun içindir": Yani mü’minlere yardım ve kâfirleri imha etmesi şundandır

"çünkü Allah onların mevlasıdır” yani velisidir, demektir.

12

Şüphesiz Allah’a iman edip iyi şeyler yapanları altlarından ırmaklar akan cennetlere girdirir. Kâfirler ise zevklenirler ve hayvanların yediği gibi yerler. Onların yeri de ateştir.

Bundan sonrası da

"onlar hayvanlar gibi yerler” ifadesine kadar açıktır, şöyle demektir: Hayvanlar yer ve içer, yarın ne olduğunu bilmez, kâfirler de öyledir, onlar da ahirete iltifat etmezler. Mesva da: Menzil ve durak, demektir.

13

Seni çıkaran kentinden daha kuvvetli nice kenderi helak ettik. Artık onlar için yardımcı yoktur.

"Nice (ve keeyyin)” bu da Al-i İmran: 146’da şerh edilmiştir. Onun kentinden maksat: Mekke’dir. Gücü ve çıkarmayı ona isnat etmiştir, maksat halkıdır. Bunun içindir ki:

"Biz onları helak ettik” demiştir.

14

Rabbinden bir delil üzerinde olan kimse, kötü ameli kendisine süslü gösterilen ve keyiflerine uyan kimseler gibi midir?

"Rabbinden bir delil üzerinde olan kimse":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: O, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’dir. Bunu da Ebû’l-Âliyye, demiştir.

İkincisi: O mü’mindir, bunu da Hasen, demiştir.

"Delil"de de iki görüş vardır:

Birincisi: Kur’ân’dır, bunu da İbn Zeyd, demiştir.

İkincisi: Dindir, bunu da İbn Saib, demiştir.

"Kötü ameli kendisine süslü gösterilen gibi midir?": Yani putlara tapmasıdır ki, o da kâfirdir.

"Keyiflerine uydular": Onlara tapmakla.

15

Mü'minlere va’dolunan cennetin misali (şöyledir): Onda bozulmamış sudan ırmaklar, tadı değişmemiş sütten ırmaklar, içenler için lezzetli şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır. Onlar için orada her türlü meyvelerden ve Rablerinden bir bağış vardır. (Bu), ateşte ebedi kalıp da kaynar su içirilen; dolayısıyla bağırsaklarını doğradığı kimse gibi midir?

"Cennetin misali” yani sıfatı şöyledir. Biz de bunu Ra’d: 35’te şerh etmiştik.

Müfessirlere göre "müttakiler"; Şirkten sakınanlardır.

"Asin” kokusu bozulmuş, demektir. Bunu da Ebû Ubeyde ile Zeccâc, demişlerdir.

İbn Kuteybe de: O tadı ve kokusu değişmiş, demiştir. "Âcin” de öyledir. İbn Kesir medsiz olarak "gayri asinin” okumuştur. Biz de

"içenler için lezzetli” ifadesini Saffat: 46'da şerh etmiş idik.

"Süzme baldan": Yani öyle baldan ki, dünya balları gibi içinde ne tortu ne de bulanıklık vardır.

"Ateşte ebedi kalan gibi midir?":

Ferrâ’ şöyle demiştir: Bu nimetin içinde kalan ateşte kalan gibi midir?

"Kaynar su": O da gayet sıcak su demektir.

"Em’a” ise karnın içindeki bütün bağırsaklardır.

16

Onlardan kimisi seni dinlerler. Nihayet yanından çıktıkları zaman, ilim verilenlere:

"Az önce ne dedi?” derler. İşte onlar, Allah'ın, kalplerine mühür bastığı ve keyiflerine uyan kimselerdir.

"Onlardan kimisi seni dinler": Yani münafıklar dinler.

Ne dinledikleri hususunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in Cuma hutbesidir.

İkincisi: Genel olarak onu dinlemeleridir.

"Kendilerine ilim verilenler” ise: Ashabın bilginleridir.

"Az önce ne dedi (maza kale anifa)":

Zeccâc: Şu saatte ne dedi, demiştir. O da: İste’neftüş şey'eden gelir ki: Bir şeye başlamaktır. Ravdatün iinüf denir ki: Devşirilmemiş bahçedir. Yani ilk meyvesi henüz duruyor demektir.

Mana şöyledir: Yakın zamanda ne dedi? Sa’leb’in kölesi Ebû Amr’dan anlatıldığına göre o,

"anifen” bir saat öncedir, demiştir. İbn Kesir, ondan gelen bazı rivâyetlerde kasr ile (medsiz)

"enifen” okumuştur. İkrime, Humeyd ve İbn Muhaysın'ın okumaları da böyledir.

Ebû Ali şöyle demiştir: İbn Kesir’in onu hâzir ve hazir, fâkih ve fekih gibi düşünmüş olması câizdir.

Bu soruyu sormalarında da iki görüş vardır:

Birincisi: Çünkü ne dediğini anlamadılar, âyetin kalan kısmı da bunu gösteriyor.

İkincisi: Bunu alay yollu demişlerdir.

17

Hidayete erenlerin ise hidâyetlerini artırdı ve onlara takvalarını verdi.

"Hidayete erenler":

Bunlar hakkında da iki görüş vardır:

Birincisi: Onlar Müslümanlardır, bunu da cumhûr, demiştir.

İkincisi: Ehl-i kitaptan bir topluluktur ki, onlar hem peygamberlerine hem de Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e iman etmişlerdi. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem gönderilince de ona iman ettiler. Bunu da İkrime, demiştir.

Hidâyetlerini artıran şey hakkında da üç görüş vardır:

Birincisi: O aziz ve celil olan Allah'tır.

İkincisi: Peygamberin sözüdür.

Üçüncüsü: Münafıkların alayı mü’minlerin hidâyetini artırmıştır. Bu görüşleri Zeccâc zikretmiştir.

Hidâyetin manasında da iki görüş vardır:

Birincisi: O ilimdir.

İkincisi: Basirettir.

"Onlara takvalarını verdi":

Bunda da üç görüş vardır:

Onlara takvalarının sevabını ahirette verdi, bunu da Süddi, demiştir.

İkincisi: Mensuhtan çekinip nasihle amel etmektir, bunu da Atıyye, demiştir.

Üçüncüsü: Hidâyetlerinin yanı sıra onlara hidayet verdi, onlar da azabından korktukları için O’na isyandan çekindiler. Bunu da Ebû Süleyman Dımeşki, demiştir.

18

Onlar ancak kıyametin kendilerine ansızın gelmesini mi bekliyorlar? Gerçekten onun alâmetleri gelmiştir. Onlara geldiği zaman onlar için öğütleri nerede?

"Yenzurun": Beklemek manasınadır.

"En te’tiyehüm": Übey b. Ka’b, Ebû’l - Eşlıeb ve Humeyd, hemzenin kesri ile te’den sonra yesiz olarak

"en te’tihim” okumuşlardır. Eşıat ise: Alâmetlerdir.

Ebû Ubeyde de şöyle demiştir: Eşrat alâmetlerdir, emniyet görevlisine şurat denilmesi üniformalarından dolayıdır.

Müfessirler şöyle demişlerdir: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in gönderilmesi kıyamet alâmetlerindendir; ayın yarılması, duman vs. gibi.

"Onlara geldiği zaman onlar için öğütleri nerede?":

Katâde şöyle demiştir: Kıyamet geldiği zaman ibret alıp Tevbe etmeleri nerede!

19

Bil, gerçek şu ki, Allah’tan başka İlâh yoktur. Günahın için, erkek mü’minler için ve kadın mü’minler için bağış dile. Allah sizin dolaştığınız yeri de barındığınız yeri de bilir.

"Bil, gerçek şu ki, Allah’tan başka İlâh yoktur": Bazıları: timinin üzerinde sabit dur, demişlerdir. Bir topluluk da: Bundan maksat başkasına hitaptır, demiştir. Biz de bunu Ahzab’ın başında şerh etmiştik. Şöyle de denilmiştir: Onların dediklerinden göğsü daralırdı, kendisine: Bil ki, şendeki bu sıkıntıyı Allah’tan başka def edecek yoktur, denildi.

"Günahın için bağış dile": Şüphesiz o, günde yüz defa istiğfar ederdi: erkek ve kadın mü’minlere ikram olmak üzere onlar için de istiğfar etmesi emredildi; çünkü o, kabul olunan bir şefaatçidir.

"Allah sizin dolaştığınız yeri de barındığınız yeri de bilir":

Bunda da üç görüş vardır:

Birincisi: Dünyada dolaştığınız, ahirette de barınacağınız yeri bilir, bu da İbn Abbâs’ın görüşüdür.

İkincisi: Erkeklerin bellerinden kadınların rahimlerine kadar dolaştığınız yerleri de, kabirlerdeki barınağınızı da bilir, bunu da İkrime, demiştir.

Üçüncüsü: Gündüz dolaştığınız yeri de gece barındığınız yeri de bilir, bunu da Mukâtil, demiştir.

20

İman edenler:

"Bir sûre indirilmeli değil miydi?” derler. Muhkem bir sûre indirilir ve onda da savaş zikredilirse, kalplerinde hastalık olanların, sana ölüm korkusu ile bayılanın bakması gibi bakarlar. Ölüm başlarına gelsin!

"îman edenler:

"Bir sûre indirilmeli değil miydi?” dediler":

Müfessirler şöyle demişlerdir: Rablerinden içinde Allah yolunda çarpışmanın sevabı bildirilen bir sûre indirilmesini istediler; vahye karşı şevkleri artsın ve cihada karşı istekleri şiddetlensin arzu ediyorlardı; "levla” dediler ki, bu, hella (teşvik) manasınadır. Ebû Mâlik el - Eşcai şöyle derdi: Burada lâ zaittir, mana da: Lev ünzilet suretün demektir. Bilgilerin artması ve farzların çoğalması sebebiyle sevap ve mükafatlarının büyümesini istiyorlardı.

"Muhkem"in manasında da üç görüş vardır:

Birincisi: İçinde savaş zikri geçen demektir. Bunu da Katâde, demiştir.

İkincisi: İçinde helâl ve haram zikredilen demektir.

Üçüncüsü: İçinde mensuh bulunmayan demektir. Bu ikisini Ebû Süleyman Dımeşki nakletmiştir.

"İçinde savaş zikredilen": Yani cihad farz edilen demektir.

Hastalıktan murat edilen şey hususunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Münafıklıktır, bunu İbn Abbâs, Hasen, Mücâhid ve cumhûr demişlerdir.

İkincisi: Şüphedir, bunu da Mukâtil, demiştir.

"Sana bakarlar": Yani gözlerini dikerek sana bakarlar, bir insanın ölüm anındaki gibi gözlerini kıpırdatmadan bakarlar. Çünkü onlar savaştan hoşlanmazlar, münafıklıkları anlaşılır diye de savaşa gitmemekten korkarlar.

"Fe-evlâ lehüm”

Esmaî şöyle demiştir: Bu tehdittir, manası da: Hoşlanmadığın şey sana yaklaştı, demektir.

İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Bu tehdittir, bir adama kötülük yapmak istersin de bunu da elden kaçırırsan: Evlâ lek (ölümün yakındır) dersin. Sonra yeni söze başlayıp

"itâat ve güzel söz” dedi. Sibeveyh ile Halil: İtâat ve güzel söz daha münasiptir, demişlerdir.

Ferrâ’ da şöyle demiştir: İtâat Arap dilinde bilinen bir şeydir, onlara: Şunu yapın denildiği zaman: Sem’ün ve taatiin (baş göz üstüne) derler. Allahü teâlâ onların sûre indirilmeden önce böyle dediklerini, indiği zaman da bundan hoşlanmadıklarını anlattı. Hibban, Kelbî, Ebû Salih kanalıyla

İbn Abbâs şöyle demiştir: Allahü teâlâ "feevla” dedi. Sonra da "lehüm” dedi ki, onlardan iman edenler için

"itâat etmek” vardır, dedi. Bu durumda

"evlâ” kelimesi savaştan hoşlanmayan için tehdit oldu.

"Onlar için itâat vardır” diyerek de yeni söze başladı. Bize göre birincisi Arapların anlayışına daha yakın ise de bu da, yani Ebû Salih’in görüşü de yabana atılamayacak bir fikirdir. Bazı müfessirler kelimenin yukarıya bağlı olduğunu ve mananın da şöyle olduğunu söylemişlerdir: Onlara yaraşanı itâat etmek ve icabet ettiklerini gösteren söz söylemektir.

21

(Onların vazifesi) itâatti ve güzel sözdü. İş kesinleştiği zaman, eğer Allah’a karşı doğru olsalardı, elbet onlar için hayırlı olurdu.

"İş kesinleşince": Hasen, iş ciddileşince, demiştir. Başkası da: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ile ashabı cihad konusunda ciddileşip de savaşın farz, olması gündeme gelerek iş artık herkes tarafından bilinince, demiştir. "îza"nın cevabı hazfedilmiştir, takdiri de şöyledir: Fe iza azelem emrü nekehı (iş ciddiye binince cayarlar). Bunu da

"eğer Allah’a karşı doğru olsalardı” ifadesi gösterir, yani iman ve cihatlarında doğru olsalardı,

"elbette kendileri için hayırlı olurdu” isyandan ve istememeden.

22

Umulur mu sizden, geri dönerseniz yeryüzünde bozgunculuk edip rahim (akrabalık bağlarını) kesmeniz?

23

İşte onlar o kimselerdir ki, Allah onlara lânet etmiş, onları sağır etmiş ve gözlerini kör etmiştir.

"Umulur mu sizden geri dönerseniz":

Bununla muhatap olanlarda dört görüş vardır:

Birincisi: Münafıklardır ki, o da açıktır.

İkincisi: Yahudilerin münafıklarıdır, bunu da Mukâtil, demiştir.

Üçüncüsü: Haricilerdir, bunu da Bekr b. Abdullah el - Müzeni demiştir.

Dördüncüsü: Kureyş’tir, bunu içlerinde Maverdi’nin de olduğu bir grup demiştir.

"Tevelleytüm": Bu, yüz çevirmek manasınadır, Mana da şöyledir: Eğer İslâm’dan yüz çevirirseniz.

"Yeryüzünde bozgunculuk etmeniz” iki görüş vardır:

Birincisi: Cahiliyeye geri dönüp de birbirinizi öldürmek ve mallarınızı yağma etmekle. Bunu da müfessirlerden bir cemaat zikretmiştir.

İkincisi: O insanların işlerini üzerine almak, yönetici olmaktır, bunu da Kurazi, demiştir. Buna göre mana şöyle olur:

"Yeryüzünde bozgunculuk etmeniz beklenir mi” zulüm ve haksızlıkla.

Ya’kûb tenin ve tının fethi, şeddesiz ve kafin da sükunu ile "ve taktau” okumuştur. Sonra bunu yapmak isteyenleri de takip eden âyetle kınamıştır.

24

Kur’ân'ı iyice düşünmüyorlar mı yoksa kalplerinin üzerinde kilitleri mi var?

Bundan sonrası da Nisa: 82’de geçmiştir.

"Em alâ kulûbin akfâluha":

"Em” "bel” manasınadır. Akfal’in (kilitlerin) zikredilmesi de istiaredir. Maksat şudur: Kalp kilitli ev gibidir, ona hidayet ulaşmaz.

Mücâhid de şöyle demiştir: Rân kalbin mühürlenmesinden daha hafiftir, mühürleme de kilitlemeden daha hafiftir, bütün bunların en zoru kilitlemedir. Halid b. Ma'dan şöyle demiştir: Her insanoğlunun dört gözü vardır: ikisi başında, onlarla dünyasını temin eder ve geçimini sağlar, iki de kalbinde gözü vardır, onlarla da dinini kazanır ve Allah’ın gayb olarak va’dettiği şeyi temin eder. Allah bir kuluna hayır murat ederse, kalbindeki iki gözü görür. Ona bundan başkasını murat ederse, onları köreltir. İşte:

"Yoksa kalplerin üzerinde kilitleri mi var?” dediği budur.

25

Şüphesiz o kimseler ki, kendileri için doğru yol belli olduktan sonra arkaları üzerine / geriye döndüler. İşte şeytan onlara (amellerini) süslü gösterdi ve onlara süre tanıdı (boş hülyalara saldı).

"Şüphesiz arkaları üzerine geri dönenler": Yani kâfir olarak geri dönenler demektir ki,

bunların hakkında da iki görüş vardır:

Birincisi: Onlar münafıklardır, bunu da İbn Abbâs, Süddi ve İbn Zeyd, demişlerdir.

İkincisi: Onlar Yahudilerdir, bunu da Katâde ile Mukâtil, demişlerdir.

"Kendileri için doğru yol belli olduktan sonra": Yani kendileri için hak açığa çıktıktan sonra, demektir. Kim: Onlar Yahudilerdir, derse: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in kitaplarındaki sıfatı belli olduktan sonra demiş olur. "Sevvele” süsledi manasınadır.

"Ve emla lehüm": Ebû Amr, Zeyd de Ya’kûb 'tan rivayet ederek, hemzenin zammı, “Lâm” ın kesri ve arkasından meftuh ye ile "ve ümliye” okumuşlardır. Zeyd rivâyeti dışında Ya’kûb ve Eban da Âsım’dan rivayet ederek böyle okumuşlardır, ancak o ikisi yeyi sakin kılmışlardır. Diğerleri ise hemzenin ve “Lâm” ın fethi ile okumuşlardır. İmla'nın manası da Al-i İmran: 178 ve A’raf: 183’te geçmiştir.

26

Bunun sebebi şudur: Çünkü onlar, Allah’ın indirdiğinden hoşlanın ayanlara:

"Bazı işte size itâat edeceğiz” dediler. Allah onların gizlemelerini bilir.

"Bunun sebebi şudur": Zeccâc mana: Durum böyledir, demiştir. Yani bu saptırma,

"Allah’ın indirdiğinden hoşlanmayanlara böyle demelerindendir".

Bu hoşlanmayanlar hakkında da iki görüş vardır:

Birincisi: Onlar münafıklardır,

buna göre

"size bazı işte itâat edeceğiz” kavlinin manasında da üç görüş vardır:

Birincisi: Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e yardım etmemede. Bunu da Süddi, demiştir.

İkincisi: Size meyledip Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in aleyhine çalışmada.

Üçüncüsü: İman ettikten sonra dinden dönmede. Bu ikisini Maverdi nakletmiştir.

İkincisi: Onlar Yahudilerdir,

buna göre de onlara itâat ettikleri şeyde iki görüş vardır:

Birincisi: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in dediği hiçbir şeyi tasdik etmemede, bunu da Dahhâk, demiştir.

İkincisi: Onun peygamberliğine dair bildikleri şeyi gizlemede. Bunu da İbn Cüreyc, demiştir.

"Vallahu ya’lemü israrehüm": Hamze, Kisâi, Hafs da Âsım rivâyetinde, Velid de Ya’kûb rivâyetinde, esrertti’nün mastarı olmak üzere hemzenin kesri ile okumuşlardır. Kalanlar ise, sırrın çoğulu olmak üzere hemzenin fethi ile okumuşlardır.

Mana şöyledir: O, Yahudilerle münafıkların arasındaki sırrı bilir.

27

Melekler, onların yüzlerine ve arkalarına vurarak canlarını aldığı zaman nasıl olur?

"Melekler onların canlarını aldığı zaman nasıl olur?": Yani o zaman halleri nice olur? Biz de

"yüzlerine ve arkalarına vurma"nın manasını Enfal: 5’de beyan etmiştik.

28

Bunun sebebi şudur: Çünkü onlar Allah'ı kızdıran o şeye uydular ve O’nun rızasından hoşlanmadılar. O da onların amellerini boşa çıkardı.

"O’nun rızasından hoşlanmadılar": Yani onun razı olacağı şeyden demektir ki, o da iman ve itâattir.

29

Kalplerinde hastalık olanlar, Allah’ın onların kinlerini asla (açığa) çıkarmayacağını mı zannettiler?

"Kalplerinde hastalık olanlar zan mı ettiler?": Yani münafıklık olanlar demektir.

"Allah’ın onların kinlerini asla açığa çıkarmayacağını mı zannettiler?": Ferrâ’şöyle demiştir: Allah’ın onların Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e düşmanlık ve kinlerini açığa çıkarmayacağını mı zannettiler?

Zeccâc da şöyle demiştir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'e düşmanlıklarını açığa çıkanp onu nifaklarından haberdar etmeyeceğini mi zannettiler?

30

Eğer dilersek elbette onları sana gösteririz; sen de onları simalarından tanırsın. Onları mutlaka sözün üslubundan tanırsın. Allah amellerinizi bilir.

"Eğer dilersek elbette onları sana gösteririz": Yani onları sana tanıtırız. Sana şu işi gösterdim dersin ki, onu sana tanıttım, tarif ettim, demektir.

Mana da şöyledir: Eğer dilersek münafıklara alâmet koyarız, o da simalarıdır. "Sen de onları simalarından tanırsın": Yani o alâmetle demektir.

"Onları mutlaka sözün üslubundan tanırsın": Yani anlamından demektir. Bu da konuşan kimsenin sözünün ve tavrının onun niyetini belli ettiğini gösterir. İnsanlar: Kad lehane fülanün derler ki, tevili: Doğrudan sapmaya başladı, doğrudan ayrılıp o tarafa meyletti, demektir. Şair de şöyle demiştir.

Doğrudan sapan bir mantık, o kadın zaman zaman kapalı konuşur,

Sözün hayırlısı kapalı olanıdır.

Tevili şöyledir: Onun gibi bir kadının en hayırlı konuşması, kimsenin anlamayacağı, sözlerinin tümünü dinledikten sonra çıkan manadır.

Müfessirler şöyle demişlerdir: Onları elbette sözün fahvasından, manasından ve maksadından tanırsın. Çünkü onlar seni eleştirirler ve müslümanlarla alay ederler,

İbn Cerir de şöyle demiştir: Sonra Allah onları ona tanıttı.

31

İçinizden mücahitleri ve sabredenleri bilinceye kadar sizi elbette deneyeceğiz ve haberlerinizi açığa çıkaracağız.

"Sizi elbette deneyeceğiz": Yani size cihadı emretmekle deneyen biri gibi muamele edeceğiz

"ki, bilelim” pratiğe dökülen ve cezayı gerektiren bilgi ile bilelim. Biz de bunu Ankebut: 3’te şerh etmiştik.

"Haberlerinizi açığa çıkaralım": Yani savaş istemeyen ve cihada sabredemeyen kimsenin kaçınmasıyla onu açıklayıp keşfedelim. Ebû Bekir, Âsım'dan şu üç yerde "veleyeblüvenneküm",

"hatta yaleme” ve

"yeblıive” şeklinde ye ile okumuştur. Muaz el - Kari ile Eyyub Sahtiyanı de

"hayr"ın çoğulu olarak, ye ile

"ahyaraküm” okumuşlardır.

32

Şüphesiz ikrar edip de (başkalarını) Allah'ın yolundan çevirip de kendileri için doğru yol belli olduktan sonra Peygambere muhalefet edenler, Allah'a asla hiçbir şekilde zarar veremezler ve Allah onların amellerini boşa çıkaracaktır.

"Şüphesiz inkâr edenler": Bu âyetin kimin hakkında indiğinde dört görüş belirterek ihtilaf etmişlerdir:

Birincisi: O Bedir savaşında muhaliflere yemek yedirenler hakkında inmiştir. Bunu da İbn Abbâs, demiştir.

İkincisi: O Haris b. Süveyd ile Vahvah el - Ensari hakkında inmiştir; bu ikisi Müslüman oldular, sonra da dinden döndüler. Haris Tevbe etti ve Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e döndü, arkadaşı ise dönmek istemedi, ölünceye kadar ısrar etti. Bunu da Süddi, demiştir.

Üçüncüsü: O Yahudiler hakkında indi, bunu da Mukâtil, demiştir.

Dördüncüsü: O Kurayza ve Nadıyr kabileleri hakkında indi, bunu da Vahidi zikretmiştir.

33

Ey o iman edenler, Allah'a itâat edin ve Peygambere itâat edin, amellerinizi iptal etmeyin.

34

Şüphesiz inkâr edip (başkalarını) Allah'ın yolundan çevirip de sonra kâfirler olarak ölenleri, onları Allah asla bağışlamayacak.

"Amellerinizi iptal etmeyin": Onu iptal eden şey hakkında da dört görüş halinde ihtilaf etmişlerdir:

Birincisi: Onlar isyanlar ve biiyük günahlardır, bunu da Hasen, demiştir.

İkincisi: Şüphe ve nifaktır, bunu da Atâ’, demiştir.

Üçüncüsü: Gösteriş ve şöhrettir, bunu da İbn Saib, demiştir.

Dördüncüsü: Başa kakmadır. Şöyle ki, bir takım bedeviler Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e geldiler: İtâat ederek sana geldik, bu nedenle sende hakkımız vardır, dediler. Bunun üzerine bu âyet ile

"Müslüman olmalarını başına kakarlar” (Hucurat: 17) âyeti indi. Bu da Mukâtil’in görüşüdür.

Kadı Ebû Ya’lâ şöyle demiştir: Bu da şunu gösterir ki, kim bir ibadete başlarsa onu tamamlamadan ondan çıkması câiz değildir. Bu da hac ibadetinde zahirine göredir (vaciptir), namaz ve oruçta ise müstehaptır.

35

Onun için gevşeyip de siz en üstün iken barışa davet etmeyin. Allah sizinledir. Amellerinizi asla eksiltmeyecek.

"Gevşemeyin": Yani zayıflamayın,

"ve ted'u ilesseimi": İbn Kesir, Nâfi, Ebû Amr, İbn Âmir, Kisâi ve Hafs da Âsım'dan rivayet ederek, “sîn” in fethi ile

"ilesseimi” okumuşlardır. Hamze, Ebû Bekir de Âsım’dan rivayet ederek, “sîn” in kesri ile

"ilessilmi” okumuşlardır.

Mana da şöyledir: Barışı önce siz istemeyin. Bunda şuna işaret vardır ki, müşriklerden barış istemek câiz değildir. Şuna da delalet vardır ki, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Mekke'ye barışla girmemiştir; çünkü onu barıştan men etmiştir.

"Siz en üstün iken": Yani onlardan daha güçlü, argümanınız daha sağlam iken. Bazen sizi yenseler de sonuç sizindir.

"Allah sizinledir": Yardım ve desteği ile "sizden asla eksiltmeyecektir":

İbn Kuteybe şöyle demiştir: Sizden kısmayacak ve size haksızlık etmeyecektir. Vetereni hakki denir ki: Hakkını kısmaktır.

Müfessirler şöyle demişlerdir: Amellerinizin sevabından hiçbir şey azaltmayacaktır.

36

Dünya hayatı ancak bir oyun ve bir eğlencedir. Eğer iman eder ve sakınırsanız, size mükafatınızı verir ve sizden mallarınızı istemez.

"Sizden mallarınızı da istemez": Yani onların hepsini istemez, demektir.

37

Eğer sizden onları ister, size ısrar ederse, cimrilik edersiniz ve kinlerinizi (açığa) çıkarır.

"Size ısrar ederse":

Ferrâ’: Sizi zorlarsa, demiştir.

İbn Kuteybe de: Malınızda vacip olan şeyde size ısrar ederse, demiştir.

"Cimrilik edersiniz": Ahfani bilmescleti ve elhafe denir ki: Israr etmektir.

Süddi de şöyle demiştir: Sizden ellerinizdekinin tamamını isterse, cimrilik edersiniz.

"Ve yuhric edğaneküm": Sa'd b. Ebi Vakkas, İbn Abbâs ve İbn Yamur, merfu ye ve meftuh ra ile "ve ytıhrac", ref ile ‘edğanuküm” okumuşlardır. Übey b. Ka’b, Ebû Rezin, İkrime, İbn Semeyfa’, İbn Muhaysın ve Cahderi, meftuh te ve merfu ra ile "ve tuhrac", ref ile de

"edğanuküm” okumuşlardır. İbn Mes’ûd, Velid de Ya’kûb ’tan rivayet ederek, meıfu nun ve meksur ra ile "ve nulıric", nunun nasbi ile de

"edğaneküm” okumuşlardır ki: Allah ve Resul'üne nefretinizi açığa çıkarırdı, ancak o size daha kolayını farz etti, demektir.

Bu çıkarmanın kime nispet edileceğinde ise iki mülahaza vardır:

Birincisi: Aziz ve celil olan Allah’a.

İkincisi: Cimriliğe. Bu ikisini de Ferrâ’ nakletmiştir. Bazıları da bu âyetin zekât âyetiyle mensuh olduğunu iddia etmişlerdir ki, doğru değildir. Çünkü biz âyetin manasının: Eğer sizden mallarınızın hepsini isterse, cimrilik edersiniz, şeklinde olduğunu beyan etmiştik ki, zekât buna zıt değildir.

38

İşte siz o kimselersiniz ki, Allah yolunda harcamak için davet ediliyorsunuz. İçinizden kimi cimrilik ediyor. Kim de cimrilik ederse, ancak kendinden cimrilik eder. Allah çok zengindir, siz ise fakirsiniz. Eğer yüz çevirirseniz, sizi sizden başka bir kavimle değiştirir, sonra da sizin gibi olmazlar.

"İşte siz o kimselersiniz ki, Allah yolunda harcamak için davet ediliyorsunuz": O da mallarınızda size farz kılman şeylerdir.

"İçinizde kimi cimrilik ediyor": Yani ona farz kılınan zekât konusunda, demektir.

"Kim cimrilik ederse, ancak kendinden cimrilik eder": yani ahir ette kendine fayda verecek şeyde kendi aleyhine cimrilik eder, demektir.

"Allah çok zengindir” size de mallarınıza da ihtiyacı yoktur.

"Sizlerse fakirlersiniz": O’na ve O'nun yanındaki hayır ve rahmete.

"Eğer yüz çevirirseniz” O’na itâatten

"sizi sizden başka bir kavimle değiştirir” kendisine daha çok itâat edenle.

"Sonra da sizin gibi olmazlar": Bilakis sizden daha hayırlı olurlar.

Bu kavimde de sekiz görüş vardır:

Birincisi: Onlar acemlerdir (Arap olmayanlardır). Bunu da Hasen, demiştir. Bunda Ebû Hureyre’nin rivayet ettiği bir hadis vardır, diyor ki:

"Eğer yüz çevirirseniz Allah sizi sizden başka bir kavimle değiştirir” âyeti inince, Selman, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında oturuyordu,

"ya Resûlallah, biz yüz çevirdiğimiz zaman yerimize gelecek olanlar kimlerdir?” dediler; o da Selman’ın omzuna vurarak:

"İşte bu ve kavmidir. Ruhumu elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, eğer din Süreyya yıldızına asılı olsa idi, Fars'tan bazı adamlar ona uzanırlardı” dedi.

İkincisi: Farslarla Rumlardır, bunu da İkrime, demiştir.

Üçüncüsü: Dilediği bütün insanlardır, bunu da Mücâhid, demiştir.

Dördüncüsü: Sizden başka gelecek olanlardır, bu da Katâde'nin görüşünden çıkarılmıştır.

Beşincisi: Kinde ve Naha’ kabileleridir, bunu da İbn Saib, demiştir.

Altıncısı: Yemenlilerdir, bunu da Raşid b. Sa’d, Abdurrahman b. Cübeyr ve Şurayh b. Ubeyd, demişlerdir.

Yedincisi: Ensar’dır, bunu da Mukâtil, demiştir.

Sekizincisi: Meleklerdir, bunu da Zeccâc nakletmiştir ki, uzak bir görüştür; çünkü meleklere (kavim) denilmez, kavim ancak insanlara denir. Zeccâc, şöyle diyenler de olmuştur, demiştir: Eğer Mekke halkı yüz çevirirse, Allah onları Medine halkı ile değiştirir. Bu da Mukâtil’den dediğimizle aynıdır. 1

0 ﴿