48-FETİH SÛRESİMedine'de inmiştir. 29 ayettir. Tamamı icma ile Medenidir. Bismillahirrahmanirrahim 1Gerçekten sana apaçık bir fetih açtık, "Gerçekten sana apaçık bir fetih açtık"; Âyetin iniş sebebi şöyledir: "Bana ve size ne yapılacağını bilmiyorum” (Ahkaf: 9) âyeti inince Yahudiler: Daha kendisine ne yapılacağını bilmeyen bir adamın arkasına nasıl düşeriz, dediler. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu Atâ’, İbn Abbâs'tan rivayet etmiştir. Fetihten ne murat edildiği hususunda da dört görüş vardır: Birincisi: O Hudeybiye barışıdır, bunu da çoğunluk demiştir. Bera b. Azib şöyle demiştir: Biz Rıdvan biatini (Hudeybiye seferini) fetih sayardık. Şa’bî de şöyle demiştir: O Hudeybiye fethidir, onun geçmiş ve gelecek günahları bağışlandı, Hayber hurması yediler, kurbanlık mahalline yetişti, Rumlar İranlıları yendi ve mü’minler ehl-i kitabın Mecusileri mağlup etmesiyle sevindiler. Zührî de şöyle demiştir: Hudeybiye barışından daha büyük bir fetih olmadı; zira müşrikler Müslümanlarla karışınca onların sözlerini duydular, böylece İslâm onların kalplerine yer etti. Üç sene içerisinde birçok insan Müslüman oldu, böylece İslâm sayısı arttı. Mücâhid de şöyle demiştir: Fetihle Allahü teâlâ’nın Resul’üne Hudeybiye’de kurban kesme ve başını tıraş etme hükmü murat edilmiştir. İbn Kuteybe de şöyle demiştir: "Gerçekten sana apaçık bir fetih nasip ettik": Yani senin lehine büyük bir karar verdik. O yüzden kadıya da: Fettah, denir. Ferrâ’ da şöyle demiştir: Fetih bazen sulh ile olur, bazen bir şeyi zorla alma ile olur, bazen de savaşla olur. Başkası da şöyle demiştir: Fetih lügatte kapalıyı açmaktır; Hudeybiye’de müşriklerle yapılan barış da kapalı ve imkansız idi, nihayet Allah onu açtı. Hudeybiye Kıssasına İşaret Hazret-i Âişe radıyallahu anha rivayet etmiştir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem rüyasında birinin kendisine: Mescid-i Haram’a inşaallah emniyet içinde gireceksiniz, dedi. O da sabahleyin gördüğü rüyayı insanlara anlattı ve umreye gitmek için hazırlık yapmalarını emretti. Siyer Âlimleri şöyle anlatmışlardır: O umreye çıktı, ashabını da umre için çıkmaya davet etti. Bu da hicretin altıncı senesinde idi. Yanlarına ancak kılıç almışlardı, onlar da kınlarında idi. O ve ashabı büyük baş kurbanları sürdüler, onlara Zülhuleyfe’de öğle namazını kıldırdı. Sonra kurbanlıklara çul atılmasını buyurdu, sonra onlara işaret vurdu, boyunlarına gerdanlık gibi işaretler taktı. Bunu ashabı da yaptılar. İhrama girdi, lebbeyk okudu. Onun bu çıkışı müşriklere ulaştı, onu Mescid-i Haram’a sokmamaya karar verdiler. Askerleriyle "Beldah” denen bölgeye geldiler. İki yüz atlıyı da Kuraulğamim’e yönlendirdiler. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem yürüdü, nihayet Hudeybiye yakınına geldi. Zeccâc şöyle demiştir; Orası bir kuyudur, o mekan kuyunun ismiyle anılır. Orası ile Mekke arasında dokuz mil olduğu söylenir. Bineği ayaklarını atmadı, Müslümanlar, onu yürütmeye çalıştılarsa da kabul etmedi. Onlar: Kavsa devesi inat etti, dediler. Efendimiz de: înat etmedi, ancak Ebrehe'nin filini durduran onu da durdurdu, dedi. Allah’a yemin ederim ki, benden Allah’a saygı yapılan ne hareket isterseniz ona yaptırırını, dedi. Sonra onu çekti; o da kalktı; az sonra dönüp Hudeybiye’nin az sulu bir kuyusunun başına çöktü. Efendimiz de tirkeşinden bir ok çıkardı, kuyuya attı; kuyunun suyu çoğaldı. Büdeyl b. Verka bir bölük adamla geldiler: Kavminin yanından geliyoruz, senin için Huzaa ve Kinane’den sayısız adam topladılar, tek kişi kalıncaya kadar seni Beytullah’a sokmamaya karar verdiler, dediler. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem de: Biz savaş için gelmedik, biz Beytullah’ı tavaf için geldik; kim bize mani olmak isterse onunla çarpışırız, dedi. Büdeyl de dönüp Kureyş’e haber verdi. Onlar da Urve b. Mes’ud’u gönderdi; ona da aynı şekilde konuştu. O da dönüp durumu Kureyş’e anlattı, onlar da: Onu bu sene sokmayacağız, dönecek ertesi sene Mekke’ye girecek ve Beyt’i tavaf edecek, dediler. Bunun üzerine Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem Osman b. Affan’ı elçi olarak gönderdi: "Kureyş’e git, bizim kimse ile savaşa gelmediğimizi söyle; biz ancak Beytullah’ı ziyarete geldik. Yanımızda kurbanlık vardır, onları kesip döneceğimizi söyle dedi. Gidip onlara bunu bildirdi, onlar da: Bu asla olmaz, bu sene Mekke’ye giremez, dediler. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e Osman’ın öldürüldüğü haberi geldi, o da: Onlarla savaşmadan asla buradan ayrılmayacağız, dedi. İşte o zaman Müslümanları Biatürrıdvan'a davet etti, onlardan ağaç altında biat aldı. O gün kaç kişi olduklarında dört görüş vardır: Birincisi: Bin dört yüz kişi idiler, bunu da Bera, Seleme b. Ekva’, Cabir ve Makıl b. Yesar, demişlerdir. İkincisi: Bin beş yüz kişi idiler, yine bu da Cabir’den rivayet edilmiş; Katâde de böyle demiştir. Üçüncüsü: Bin beş yüz yirmi beş kişi idiler, bunu da el - Avfi, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Dördüncüsü: Bin üç kişi idiler, bunu da Abdullah b. Ebi Evfa, demiştir. O gün Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem Osman için sol elini sağ eline vurdu: O Allah ve Resul’ünün işi için gitti, dedi. Aralarında elçiler gelip gitmeye başladı, sonunda barışa karar verdiler; Süheyl b. Amr’i birkaç adamla gönderdiler. O da Beraet: 7'de anlattığımız gibi onlarla sulh yaptı. Hudeybiye'de on küsur gün kaldı. Yirmi gün diyenler de olmuştur. Sonra döndü. Dacanan denen mevkiye gelince üzerine: "İnna fetahna leke fethan mübina” âyeti indi. Cebrâil de: Seni tebrik ederim, dedi ve Müslümanlar da tebrik ettiler. İkincisi: Bu fetih Mekke’nin fethidir, bunu da Mesruk, Hazret-i Âişe’den rivayet etmiş; Süddi de böyle demiştir. Bu görüşte olanların bazıları da: Bu âyetle sadece Mekke'nin fethi va’dedilmiştir, demişlerdir. Üçüncüsü: O Hayber’in fethidir, bunu da Mücâhid ile el - Avfi, demişlerdir. Enes b. Malik’ten bu iki görüşün aynısı rivayet edilmiştir. Dördüncüsü: Onun adına İslâm’a hükmedilmesidir, bunu da Mukâtil, demiştir. Başkası da şöyle demiştir: Dininin üste çıkmasına ve düşmanlarına karşı sana yardıma karar verdik. 2Ki, Allah senin geçmiş ve geri kalan (gelecek) günahlarını bağışlasın, sana nimetini tamamlasın ve seni doğru bir yola iletsin. "Liyağfirelekellahu": Sa’leb şöyle demiştir: Lâm "key” lâmıdır, mana da, bağışlanma ile beraber fetihteki nimet tamam olsun diye. Bağışlamaya yeni bir şey ilâve edilince "key = için” manası güzel olmuştur. Fetih bağışlanma sebebi değildir, diyenler yanılmışlardır. "Geçmiş ve gelecek günahların": İbn Abbâs, mana şöyledir, demiştir: Cahiliyede "geçmiş günahın” ve senin bilmediğin "gelecek günahın". Bu da tekit yoluyla söylenmiştir; meselâ: Filanca karşısına çıkana da vurur, çıkmayana da, denir. "Nimetini sana tamamlaması için": Bunda da dört görüş vardır: Birincisi: O cennettedir. İkincisi: O peygamberlik ve bağışlanma iledir. Bu ikisi İbn Abbâs’tan rivayet edilmiştir. Üçüncüsü: Mekke, Taif ve Hayber’in fethi iledir, bunu da Maverdi nakletmiştir. Dördüncüsü: Dininin diğer dinlere üstün gelmesiyledir. Bunu da Ebû Süleyman Dımeşki, demiştir. "Ve seni doğru yola iletsin": Yani sana o hususta sebat versin, demektir. Senin aracılığınla başkalarına hidayet versin diyenler de olmuştur. 3Ve Allah sana çok güçlü bir yardımla yardım etsin. "Allah sana yardım etsin” düşmanlarına karşı. "Güçlü bir yardımla": Zeccâc: öyle bir yardım etsin ki, onurlu olsun, gururunu incitmesin, demiştir. 4O (Allah) ki, imanlarıyla beraber imanları artsın diye mü’minlerin kalplerine huzur indirdi. Göklerin ve yerin orduları Allah'ındır. Allah hakkıyle bilen, hikmet sahibidir. "O huzur indirdi": Yani sükunet ve kuvve-i maneviye demektir. "Mü’minlerin kalplerine": Ta ki, başlarına gelen şeylerden rahatsız olmasınlar da Allah’ın takdirine razı olsunlar. Çünkü müşriklerin onları Beytullah’tan çevirmeleri çok zorlarına gitmişti, öyle ki, Hazret-i Ömer: Dinimiz için bu alçaltıcı şeyi neden kabul ediyoruz, demişti. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem de: Ben Allah’ın kulu ve Resul’üyüm, O’nun emrine asla muhalefet etmem, O da beni perişan etmez, dedi. Sonra Allah olan biten şeylerle Müslümanların kalplerine razılık verdi, onlar da teslim olup itâat ettiler. "İmanları artsın diye": Çünkü farzlar arıttıkça imanları da artar. "Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır": Demek istiyor ki, göklerdeki ve yerdekilerin hepsi Allah’ın mülküdür, eğer peygamberine sizden başkalarıyla yardım etmek isterse, bunu da yapar, ancak bunun için sizi tercih etmiştir; öyleyse O'na şükredin. 5Mü'min erkekleri ve mü'min kadınları altlarından ırmaklar akan içinde ebedi kalacakları cennetlere girdirsin ve onların kötülüklerini örtsün. Bu, Allah katında büyük bir başarı oldu. "Mü’minleri girdirsin diye": Âyetin iniş sebebi şöyledir: "Sana apaçık bir fetih verdik” âyeti inince Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabı: "Ya Resûlallah, Allah’ın sana bu verdiği şeyden dolayı seni tebrik ederiz, bize ne vardır?” dediler. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu da Enes b. Malik, demiştir. Mukâtil de şöyle demiştir: Abdullah b. Übey bunu işitince, bir bölük insanla Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e gitti: "Allah katında bize ne var?” dedi. Bunun üzerine "Münafıklara da azap etsin diye” âyeti indi. İbn Cerir şöyle demiştir: "Liyüdhile” ve "liyağfire"de lamlar tekrar edilmiştir, Mana da şöyledir: Sana bir fetih verdik ki, Allah senin için mü’minleri cennetlere girdirsin. Bunun içindir ki, aralarına atıfvavı girmemiştir, mana da: Girdirip azap etmesi için, demektir. "Aleyhim dairetüsu'": İbn Kesir ile Ebû Amr “sîn” in zammı ile okumuşlar; diğerleri fethi ile (sev’) okumuşlardır. "Bu oldu": Yani onları cennete girdirip kötülüklerini örtme va’di oldu "Allah katında” yani O’nun hükmünde "büyük bir başarı oldu” onlar için, Mana da şöyledir: Onların başarılarına hükmetti, bunun için de onları cennete girdirmeyi va’detti. 6Allah’a kötü zanda bulunan münafık erkekler ve münafık kadınlara, müşrik erkekler ve müşrik kadınlara azap etsin, diye. Kötülük çemberi üzerlerine olsun! Allah onlara gazap ve lânet etti. Onlara cehennemi hazırladı. Ne kötü varacak yerdir! "Allah’a kötü zanda bulunanlar": Bunda da beş görüş vardır: Birincisi: Onlar, Allah’ın ortağı var zannettiler. İkincisi: Allah, Hazret-i Muhammed ile ashabına yardım etmez zannettiler. Üçüncüsü: Onlar, o Hudeybiye’ye çıkınca öldürülecek veya hezimete uğrayacak ve zaferle dönmeyecek zannettiler. Dördüncüsü: Onlar, kendileriyle Resûlüllah'ın Allah katında aynı derecede olduklarını zannettiler. Beşincisi: Allah’ın ölüleri diriltmeyeceğini zannettiler. "Kötülük çemberi"nin manasını da Beraet: 98'de beyan etmiş bulunuyoruz. 7Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Allah çok güçlü, hikmet sahibidir. 8Gerçekten biz seni bir şahit, bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik. 9Allah’a ve Resûlüne iman etmeniz, ona yardım etmeniz ve ona saygı göstermeniz için. Ve sabah akşam O’nu (Allah’ı) tesbih etmeniz için. Bundan sonrasının açıklaması da Feth: 4 ve Ahzab: 45'te geçmiştir. "Liyü’minu": İbn Kesir ile Ebû Amr, "liyü’minu", "ve yuazziruhu ve yuvakkıruhu ve yiisebbihııhu” lâfızlarını ye ile okumuşlar; diğerleri ise te ile okumuşlardır, Mana da şöyledir: Onlara de ki: Gerçekten biz seni iman etmeniz için gönderdik. Ali b. Ebû Talib ile İbn Semeyfa' iki ze ile "ve yuazzizuhu” okumuşlardır. Biz de "yuazziruhu"nun manasını "ve azzeruhu ve nasaruhu” kavlini açıklarken A’raf: 157’de zikretmiştik. "Ve yuvakkıruhu": O’na saygı gösterip onurlandırmak için, demektir. Kurraların çoğu burada durmayı tercih etmişlerdir, çünkü bu zamirde ve arkasındakilerde ihtilaf vardır. "Ve sebbihuhu": Bu “He” zamiri aziz ve celil olan Allah’a râcîdir. O’nu tesbih etmekten maksat, O’nun için namaz kılmaktır. Müfessirler şöyle demişler: Sabah tesbihinden maksat sabah namazıdır, akşam tesbihinden maksat da beş vakit namazın kalanıdır. 10Şüphesiz sana biat edenler, ancak Allah'a biat ediyorlar. Allah’ın eli onların ellerinin üstündedir. Artık kim (biati) bozarsa, ancak kendi aleyhine bozar. Kim de Allah'a söz verdiği şey üzerinde vefa gösterirse, ona büyük bir mükafat verecektir. "Şüphesiz sana biat edenler": Yani Hudeybiye’de Rıdvan biati edenler demektir. Ne üzerine biat etmişlerdi? Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: ölüm üzerine biat ettiler, bunu da Ubade b. Samit, demiştir. İkincisi: Kaçmamak üzere, bunu da Cabir b. Abdullah demiştir ki, ikisi birbirine yakındır. Çünkü, ölseniz de kaçmayın, demiştir. Ona biat (bey’) denilmesi, canlarını cennet karşılığında Allah'a satmalarındandır. Akit Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ile yapılmıştı, o nedenle sanki aziz ve celil olan Allah’a biat etmiş gibi oldular. Zira onlara vefalarına karşılık cenneti va'detmişti. "Allah’ın eli onların ellerinin üzerindedir": Bunda da dört görüş vardır: Birincisi: Allah’ın eli vefakârlıkta onların ellerinin üzerindedir. İkincisi: Allah’ın eli sevapta onların ellerinin üzerindedir. Üçüncüsü: Allah’ın onlara hidayet ihsan etme eli onların itâat etme ellerinin üzerindedir, Bu görüşleri Zeccâc zikretmiştir. Dördüncüsü: Allah'ın kuvvet ve yardımı onların kuvvet ve yardımlarının üstündedir. Bunu da İbn Cerir ile İbn Keysan, demişlerdir. "Kim (biati) bozarsa": Yani akdettiği bu biati bozarsa, demektir "ancak kendi aleyhine bozar": Yani bozma onun aleyhine döner. "Kim de Allah’a söz verdiği şey üzerinde vefa gösterirse” yaptığı biatte durursa, demektir "fesenü’tihi": İbn Kesir, Nâfi', İbn Âmir, Eban da Âsım’dan rivayet ederek nun ile "fesenü’tihi” okumuşlardır. Âsım, Ebû Amr, Hamze ve Kisâi de ye ile okumuşlardır. "Büyük bir mükâfat": O da cennettir. İbn Saib de şöyle demiştir: Onlardan bir kişiden başkası biatini bozmadı, o da Ced b. Kays adında biridir. O da münafık idi. 11Geri bırakılan bedeviler sana: "Bizi mallarımız ve ailelerimiz meşgul etti; bizim için bağış dile” diyecekler. Kalplerinde olmayan şeyi dilleri ile derler. De ki: "Eğer Allah size bir zarar yahut bir fayda vermek dilerse, sizi Allah'ın dilemesinden kim koruyabilir? Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. "Geri bırakılan bedeviler diyecekler ki,": İbn İshak şöyle demiştir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem umre yapmak isteyince, Medine çevresindeki taşralıları ve bedevileri de kendisiyle beraber çıkmaya davet etti. Çünkü kendisine saldırılmasından veya geri döndürülmesinden korkuyordu. Birçokları ağır davrandılar. Onlar da "geri bırakılan bedeviler sana diyecekler” kavlinde ifadesini bulmuştur. Ebû Salih, İbn Abbâs’ın, onlar Cıfar, Müzeyne, Cüheyne, Eşca’, Deyi ve Eşlem kabileleri olduklarını söylemiştir. Yûnus en - Nahvi şöyle demiştir: Abdülkays Deyl’inde ye sakindir, Hanife’ninkinde ise vav sakindir (Duvl). Kinane’nin bir kolu da Ebû’l - Esved ed - Düeli'nin nispet edildiği Düil’dir. Geri bırakılanlar ise öldürülme korkusu ile sefere katılmayanlardır. "Bizi mallarımız ve ailelerimiz meşgul etti": Onların telef olmalarından korktuk, demektir. "Bizim için bağış dile": Yani senden geri kaldığımız için Allah’ın bizi bağışlamasını dile. "Onlar kalplerinde olmayanı dilleriyle derler": Yani onlar için bağış dilesen de dilemesen de aldırış etmezler. "Femen yemlikü leküm minallahi şey'en in erade biküm darran": Hamze, Kisâi ve Halef, dadın zammı ile "durran” okumuşlardır. Kalanlar ise feth ile okumuşlardır. Ebû Ali de şöyle demiştir: Feth ile "darr” yararın zıddıdır, zam ile ise, kötü haldir. İkisinin de fakı ve fukr gibi lügat olması câizdir. Onlar geri kalmalarının onları zarardan koruyacağını ve onlara canlarında ve mallarında yarar sağlayacağını düşünmüşlerdi. Allahü teâlâ da bunun onlardan hiçbir şeyi savmayacağını bildirdi, hiç kimse de O'ndan gelecek bir şeyi onlardan def edemedi. "Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır": Onların seferden geri kalıp da Müslümanlar kırılacaklar demelerinden haberdardır. Bu da "hayır, zannettiniz” kavli ile ifade edilmiştir ki, vehmettiniz, demektir. 12Doğrusu, Peygamber ve mü’minler ebediyen ailelerine dönmeyecek sandınız ve bu, kalplerinizde süslendirildi. Kötü zannettiniz (kötü düşündünüz) ve helak olan bir topluluk oldunuz. "Peygamber ve mü’minler ailelerine dönmeyecek zannettiniz": Yani Medine’ye dönmeyecekler, çünkü düşman onların kökünü kazıyacak zannettiniz. "Bu, kalplerinizde süslendirildi” bu da şeytanın süslemesindendir. "Helak olan bir topluluk oldunuz": Bunu da Furkan: 18’de zikretmiştik. 13Kim Allah'a ve Peygamberine iman etmezse, şüphesiz biz, kâfirler için alevli bir ateş hazırladık. 14Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. Dilediğini bağışlar ve dilediğine azap eder. Allah çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir. 15Geri bırakılanlar, ganimetlere gittiğiniz zaman: "Bizi bırakın size tabi olalım” derler. Allah’ın sözünü değiştirmelerini isterler. De ki: "Bize asla tabi olmayacaksınız. Allah önceden böyle söyledi". Sana: "Hayır, bizi çekemiyorsunuz” diyecekler. Hayır, onlar pek az anlayan kimselerdir. "Geri bırakılanlar diyecekler": Onlar Hudeybiye seferinden geri kalanlardır. "Ganimetlere gittiğiniz zaman": Şöyle ki, onlar Hudeybiye den sulh ile dönünce, Allah onlara Hayber’in fethini va’detti ve bunu da Hudeybiye de bulunanlara tahsis etti, onlar da oraya gittiler. Bu geride kalanlar da: "Bizi bırakın size tabi olalım” dediler. Allahü teâlâ da: "Allah’ın kelâmını değiştirmek istiyorlar” dedi. Hamze, Kisâi ve Halef, “Lâm” ın kesri ile "en yübeddilu kelimallahi” okumuşlardır. Manada da iki görüş vardır: Birincisi: O Allah'ın özelikle Hudeybiye seferine katılanlara Hayber ganimetini va’tleridir, bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Allah’ın, Peygamberine onunla beraber onlardan kimsenin katılmaması emridir; çünkü o Hudeybiye’de iken Allah ona Hayber'i fethedeceğini va’detti ve onu geride kalanlardan hiçbirini yanına almaktan men etti. Bunu da Mukâtil, demiştir. İki görüşe göre de onlar Allah’ın emrine muhalif olarak Resûlüllah’ın onlara icazet vermesini istemiş oldular ki, o zaman Allah’ın emri değiştirilmiş olur. "Allah önceden böyle dedi": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Şöyle dedi: Gerçekten Hayber ganimetleri Hudeybiye'de bulunanlar içindir. Bu da birinci görüşe göredir. İkincisi: O "bize asla tabi olmayacaksınız” sözüdür. Bu da Mukâtil’in görüşüdür. "Bizi çekemiyorsunuz, diyecekler": Yani haset sizi sizinle beraber ganimetten pay sahibi olmamızdan men ediyor. 16Geri bırakılan bedevilere de ki: "Çetin kuvvet sahibi bir topluluğa davet edileceksiniz, onlarla savaşırsınız yahut Müslüman olurlar. Eğer itâat ederseniz, Allah size güzel bir mükafat verir. Eğer daha önce yüz çevirdiğiniz gibi yüz çevirirseniz, size acıklı bir azapla azap eder". "Bir topluluğa davet edileceksiniz": Mana şöyledir: Eğer gaza ve ganimet istiyorsanız bir kavme davet edileceksiniz "çetin bir kuvvete sahip topluluğa". Bu toplulukta da altı görüş vardır: Birincisi: Onlar Perslerdir, bunu da İbn Ebi Talha, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Atâ’ b. Ebi Rebah, Atâ’ el - Horasani, İbn Ebi Leyla, İbn Cüreyc ve diğerleri de böyle demişlerdir. İkincisi: Perslerle Rumlardır, bunu da Hasen, demiş; İbn Ebi Necih de Mücâhid’ten rivayet etmiştir. Üçüncüsü: Onlar putperestlerdir, bunu da Leys, Mücâhid’ten rivayet etmiştir. Dördüncüsü: Onlar Rumlardır, bunu da Ka’b, demiştir. Beşincisi: Onlar Hevazin ve Gatafan kabileleridir, bu da Huneyn çenginde gerçekleşmiştir. Bunu da Said b. Cübeyr ile Katâde, demişlerdir. Altıncısı: Yenıame savaşındaki düşman Hanife oğullarıdır, onlar da Müseyleme el - Kezzab’ın adamlarıdır. Bunu da Zühıi, İbn Saib ve Mukâtil, demişlerdir. Mukâtil şöyle demiştir: Ebû Bekir’in hilafeti bunu apaçık desteklemektedir. Rafi b. Hadiç de şöyle demiştir: Biz bu âyeti okurduk, onların kim olduğunu bilmezdik; nihayet Ebû Bekir, Hanife oğulları ile savaşa davet etti, o zaman onlar olduklarını anladık. Bazı ilim adamları da şöyle demişlerdir: Bu âyetin Araplar dışında anlaşılması câiz değildir; çünkü Allahü teâlâ "onlarla savaşırsınız ya da Müslümanlar olurlar” demiştir ki, İranlı ve Romalılarla ya Müslüman olmak ya da cizye vermek için savaşılır. Bir grup ilim adamı da bu âyeti Ebû Bekir ile Ömer’in hilafetlerinin doğruluğuna delil getirmişlerdir; çünkü eğer onlardan (o çetin topluluktan) Hanife oğulları kastedilirse, Ebû Bekir onlarla savaşa davet etmiştir. Eğer İranlılarla Rumlar kastedilirse, Ömer onlarla savaşa davet etmiştir. Âyet onların davet ettiklerinin mutlaka emre itâat etmelerini öngörmekte ve geri kalıp da katılmayanları azapla tehdit etmektedir. Kadı Ebû Ya’lâ da şöyle demiştir: Bu, ikisinin hilafetinin doğru olduğunu göstermektedir; çünkü onlara itâat etmek istemeyenleri azaba müstahak saymaktadır. "Eğer itâat ederseniz": İbn Cüreyc şöyle demiştir: Eğer Ebû Bekir ile Ömer’e itâat ederseniz "eğer yüz çevirirseniz” onlara itâat etmekten "daha önce yüz çevirdiğiniz gibi” Hudeybiye seferine çıkmakta Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e itâatten yüz çevirdiğiniz gibi. Zeccâc, mana şöyledir, demiştir: Eğer Tevbe eder, münafıklığı bırakır ve cihad ederseniz, Allah size güzel bir mükafat verir. Eğer yüz çevirir de münafıklıkta ısrar eder ve Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem zamanında yüz çevirdiğiniz gibi iman ve cihattan yüz çevirirseniz size acıklı bir azapla azap eder. 17Köre zorluk yoktur, topala zorluk yoktur, hastaya zorluk yoktur. Kim Allah'a ve Resul’üne itâat ederse, onu altlarından ırmaklar akan cennetlere sokar. Kim yüz çevirirse, ona acıklı bir azapla azap eder. "Köre zorluk yoktur": Müfessirler şöyle demişlerdir: Allah Hudeybiye’ye katılmayan müzmin hastaları bu âyetle mazur görmüştür. "Yüdhilhü cennatin": Nâfi' ile İbn Âmir, ikisinde de nun ile "nüdhilhu” ve "nuazzibhu", diğerleri de ye ile okumuşlardır. 18Yemin olsun, gerçekten Allah sana o ağacın altında biat ederlerken mü'minlerden razı olmuştur. Onların kalplerindekini bildi de üzerlerine kuvve-i maneviye indirdi ve onları yakın bir fetihle mükafatlandırdı. Sonra niyetlerinin halis olduğunu ve Rıdvan biatinde hazır bulunduklarını "yemin olsun, gerçekten Allah mü’minlerden razı olmuştur” sözü ile zikretti. Biz de bu biatin sebebini az önce zikretmiştik. Ona Rıdvan biati denilmesi "Allah o ağacın altında sana biat eden mü'minlerden razı olmuştur” sözündendir. Iyas b. Seleme b. el - Ekva, babasından şöyle dediğini rivayet etmiştir: Biz Hudeybiye’de öğle istirahatına çekilmiştik; Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in tellalının: "Ey insanlar, biate biate, Ruhulkuds indi, diye seslendiğini işittik; Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e seğirttik, o da bir semüre ağacının altında idi; ona biat ettik. Abdullah b. Muğaffel de şöyle demiştir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem, o ağacın altında insanlardan biat alıyordu, ben de ağacın dallarını başının üstünden kaldırıyordum. Bükyr b. el - Oşec de şöyle demiştir: ağaç Mekke taraflarında genişçe bir dağ yolunda idi. Nâfi de şöyle demiştir: İnsanlar o ağaca gelir, yanında namaz kılarlardı; bu Ömer b. Hattab’a ulaştı; o da onları tehdit edip ağacın kesilmesini buyurdu ve kesildi. "Kalplerindekini bildi": Yani kalplerindeki sadakat ve vefayı demektir, mana da: Onlar samimidirler, demektir. "Onlara kuvve-i maneviye indirdi": Yani huzur, sükun ve rıza indirdi, onlar da savaşmaya ve kaçmamaya biat ettiler. "Onları mükafatlandırdı": Yani kazasına rıza gösterdikleri ve emrine sabrettikleri için onlara ivazını verdi "yakında bir fetih olarak” o da Hayber'in fethidir. 19Ve alacakları pek çok ganimetlerle, Allah mutlak galip, hikmet sahibidir. "Ve alacakları çok ganimetler” yani Hayber’den alacakları ganimetler demektir. Çünkü orada çok gayrimenkul ve mal vardı. Ama bundan sonra gelen "Allah size alacağınız birçok ganimetler va’detti” sözü ise müfessirlerin dediğine göre Müslümanların kıyamete kadar yapacakları fetihlerdir. 20Allah size alacağınız pek çok ganimetler va'detti de size bunu peşin verdi ve insanların ellerini sizden çekti. (Bunu da) mü'minler için bir alâmet olması ve sizi doğru bir yola iletmesi için yaptı. "Size bunu peşin verdi": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: O Hayber ganimetidir, bunu da Mücâhid, Katâde ve cumhûr, demiştir. İkincisi: O Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ile Kureyş’in yaptıkları barıştır. Bunu da el-Avfi, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. "İnsanların ellerini sizden çekti": Bu kimseler hakkında da üç görüş vardır: Birincisi: Onlar Yahudilerdir; Müslümanların Medine'de bıraktıkları ailelerine suikast yapmak istediler, Allah da onlara bu fırsatı vermedi. Bunu da Katâde, demiştir. İkincisi: Onlar Esed ve Gatafan kabileleridir, Hayberlilere yardım için geldiler. Allah da kalplerine korku düşürdü, onlar da çekilip gittiler. Bunu da Mukâtil, demiştir. Ferrâ’ da şöyle demiştir: Esed ve Gatafan kabileleri Hayber halkı ile birlik idiler; Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem onların üzerine yürüdü, onlarla barış yaptı, onlar da Hayber’e yürümesine izin verdiler. Başkaları da şöyle demişler: Hayır, onlar Medine halkına suikast yapmak isteyen Esed ve Gatafan kabileleridir; Allah da onlara bu imkânı vermedi. Üçüncüsü: Onlar Mekke halkıdır, Allah onları sulh ile durdurdu. Bu ikisini de Sa’lebî ve diğerleri nakletmişlerdir. "Anküm (sizden)": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: O aslı üzeredir, bunu da çoğunluk demiştir. İkincisi: Ailelerinizden, demektir, bu da Katâde’nin görüşünden çıkmaktadır. "Mü’minler için bir alâmet olması için": Alâmet olacak şey hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: O size karşı onların ellerini çektirmesidir ki, bu mü’minler için alâmet olmuş; onlar da kendilerini görünür görünmez şartlarda himaye eden ve koruyanın Allah olduğunu bilmişlerdir. İkincisi: O Hayber'dir, onun fethi Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in mü’minlere va’dettiği şeyde doğru olduğunun alâmeti olmuştur. "Ve sizi doğru bir yola iletmesi için yaptı": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Size O’na tevekkül ve itimat yolunu göstermesi için yaptı, bu da birinci görüşe göredir. İkincisi: Muhanımed sallallahu aleyhi ve sellem’i Allah’tan taraf fetih ve ganimet gibi va’dettiği şeyde tasdik etmekle hidâyetinizi artırmak için yaptı. 21Ve henüz güç yetiremediğiniz, Allah'ın ise onu kuşattığı başka (ganimetler). Allah her şeye kadirdir. "Başka ganimetler de": Manası şöyledir: Allah size başka ganimetler de va’detti. Bunda da dört görüş vardır: Birincisi: O, Müslümanlar için bundan sonra olacak fetihlerdir. Simak el - Hanefi, İbn Abbâs’tan "henüz güç yetiremediğiniz ganimetler” üzerinde: Allah’ın size nasip ettiği bu fetihler, dediğini rivayet etmiştir. Bunu da Mücâhid, demiştir. İkincisi: O Hayber’dir, bunu da Atıyye ile Dahhâk, İbn Abbâs’tan rivayet etmişler; İbn Zeyd de öyle demiştir. Üçüncüsü: Persler ve Rumlardır, yine bu da İbn Abbâs’tan rivayet edilmiş; Hasen ile Abdurrahman b. Ebi Leyla da böyle demişlerdir. Dördüncüsü: Mekke'dir, bunu da Katâde ile İbn Kuteybe zikretmişlerdir. "Gerçekten Allah onu kuşatmıştır": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: İlmiyle ileride yapacağınızı bildiği fetihlerdir. İkincisi: Sizi muhafaza edip fetihler yapmanız için sizi diğerlerinden korumasıdır. 22Eğer kâfirler sizinle savaşsalardı, mutlaka arkalarını dönerler, sonra da ne bir dost ne de bir yardımcı bulamazlardı. "Eğer kâfirler sizinle savaşsalardı": Bu da Hudeybiye seferine kaplanlara hitaptır, bunu da Katâde, demiştir. Kâfirler de Kureyş müşrikleridir. Buna göre mana şöyle olur: Eğer Hudeybiye günü sizinle savaşsalardı, "mutlaka arkalarını dönerlerdi". Çünkü kalplerinde korku vardı. "Sonra bir dost bulamazlardı": Çünkü Allah onları perişan etmişti. Zeccâc, mana şöyledir, demiştir: Eğer savaşmayanlar seninle savaşsalardı, mutlaka onlara karşı zafer kazanırdın. Çünkü Allah’ın adeti, dostlarına yardım etmektir. 23Allah’ın önceden geçmiş adeti olarak. Sen Allah’ın adeti için asla bir değişiklik bulamazsın. "Sünnetallah” bu mastar olarak mensubtur, çünkü "levellevül edbara"nın manası: Sennallahu azze ve celle hizlanehüm sünneten (Allah onların perişan olmasını adet edinmiştir) şeklindedir. Bunun benzeri de "kitaballahi aleyküm” (Nisa: 24) ve "sun’allah” (Neml: 88) kavillerinde geçmiştir. 24O ki, Mekke’nin karnında / göbeğinde sizi onlara muzaffer kıldıktan sonra onların ellerini sizden, sizin de ellerinizi de onlardan çekti. Allah yaptıklarınızı hakkıyla görendir. "O ki, ellerini sizden çekti": Enes b. Malik bunların seksen kişi olduklarını rivayet etmiştir. Bunlar Mekke halkından idiler, Ten'im dağından sİlâhlı olarak ansızın Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in üzerine indiler. Peygamber de onları barışla etkisiz hale getirdi ve canlarını bağışladı. Allah da bu âyeti indirdi; Abdullah b. Muğaffel de şöyle rivayet etmiştir: Biz Hudeybiye’de o ağacın altında Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber idik, birden karşımızda otuz genç peyda oldu. Üzerimize çullandılar, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem onlara beddua elli; Allah da onların gözlerini aldı. Biz de kalkıp onları yakaladık. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem onlara: "Bir antlaşma ile mi geldiniz?” dedi. Onlar da: Hayır, vallahi, dediler. O da onları serbest bıraktı. Bu âyet de indi. Katâde de şöyle anlatmıştır: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem birkaç atlı gönderdi, onlar da kâfirlerden on iki atlı getirdiler; Resûlüllah da onları salıverdi. Mukâtil de şöyle demiştir: Onlar Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ile savaşmak üzere çıktılar, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem mızrak sallayarak ve ok atarak onları hezimete uğrattı, kaçarak Mekke evlerine girdiler. Müfessirler, âyetin manası şöyledir, demişlerdir: Allahü teâlâ minnetinden bahsetti; çünkü iki fırkanın arasına girdi, onlar da savaşmadılar, işi sulh ile hitirdiler. Mekke'nin göbeğinde: Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: O Hudeybiye’dir, bunu da Enes demiştir. İkincisi: Mekke vadisidir, bunu da Süddi, demiştir. Üçüncüsü: Ten’im’dir, bunu da Ebû Süleyman Dımeşki nakletmiştir. "Mekke” kelimesine gelince, Zeccâc şöyle demiştir: O, müennes olduğu için gayri munsariftir, "Bekke” gibi türemesi câizdir, mîm de be’den bedeldir; darbetün lazimün velazibün denildiği gibi. İmtekkel fasilü ma fiddar'i kavlinden gelmesi de câizdir ki, deve yavrusu annesinin memesindeki sütü son damlasına kadar emdi, demektir. Bu itibarla ona Mekke denilmesi oradaki izdihamdan dolayıdır. Birinci görüş daha güzeldir. Kutrub da şöyle demiştir: Mekke, temekkektül muhha'dan gelir ki, kemikteki iliği sömürmektir. İbn Fâris de: Temekkektül azme denir ki: Kemiğin iliğini çıkarmaktır, demiştir. 3- Müslim, Cihad ve Siyer, tıadis no, 133. Temekkük, bir şeyi sonuna kadar götürmektir. Hadiste: Borçlularınızı son kuruşuna kadar sıkıştırmayın, denilmiştir. Ona "Mekke” denilmesinde de dört görüş vardır: Birincisi: Çünkü orası bütün dag yollarından halkın toplandığı yerdir, sanki onları çeker. Bu da: İmtekkel fasilü ma fi dar’innakati (deve yavrusu annesinin memesindeki sütü son damlasına kadar emdi) sözünden gelir. İkincisi: Ona Mekke denilmesi: Bekektür recüle'den gelir ki, birini alçaltmak, itibarını kırmaktır; sanki o da orada haksızlık edeni kırar ve alçaltır. Şöyle bir beyit getirmişlerdir: Ey Mekke, kötüye istediğini yap (onu ez); Mezhic ile Ak kabilelerine bir şey yapma. Üçüncüsü: Ona bu ad verilmesi halkının sıkıntısındandır. Dördüncüsü: Suyunun kıtlığındandır. Mekke ile Bekke bir midir? Biz de bunu Al-i İmran: 96’da zikretmiştik. "Sizi onlara muzaffer kıldıktan sonra (min ba’di en ezferekiim aleyhim)": Bu da "bihim” demektir. Çünkü: Zafirtü bifülanin de denir, zafirtü aleyhi de denir. "Ve kânallahu bima ta’melune basira": Ebû Amr ye ile diğerleri de te ile okumuşlardır. 25Onlar o kimselerdir ki, kâfir oldular ve sizi Mescid-i Haram’dan, kurbanlığı da hapsedilerek yerine varmaktan çevirdiler. Eğer kendilerini tanımadığınız mü'min erkekler ve mü’min kadınları bilmeden çiğneyip de o yüzden başınıza bir vebal gelecek olmasa idi (size fetih için izin verirdi. İzin verilmemesi) Allah’ın, dilediğini rahmetine sokması içindir. Eğer ayrılsalardı, onlardan kâfirlere acıklı bir azapla azap ederdik. "Onlar o kimselerdir ki, kâfir oldular": Yani Mekke halkı demektir, "ve sizi Mescid-i Haram’dan çevirdiler” onu tavaf edip umrenizi yapmaktan "ve kurbanlığı": Yani onu da çevirdiler, "hapsedilerek” çevirdiler, "ulaşmasından, yerine” yeri de kesilecek kurban mahallidir. "Eğer mü'min erkekler ve mü’min kadınlar olmasaydı” ki, onlar Mekke'de zayıf görülen kimselerdi "bilmediğiniz” yani tanımadığınız demektir. "Çiğnemekten” öldürmekle ezilmekten. Âyetin manası şöyledir: Eğer öldürülmekle çiğnenecek, ezilecek ve tanımadığınız erkek ve kadın mü'minler olmasaydı. "O yüzden başınıza bir vebal gelmeseydi": Âyette vebal diye tercüme edilen maarre kelimesinde dört görüş vardır: Birincisi: Günahtır, bunu da İbn Zeyd, demiştir. İkincisi: Diyet borcudur, bunu da İbn İshak, demiştir, Üçüncüsü: Yanlışlıkla öldürme kefaretidir, bunu da İbn Saib, demiştir. Dördüncüsü: Dininizden olanları öldürme ayıbı, bunu da bir bölük müfessir nakletmiştir. Âyette atılan kelime vardır, takdiri şöyledir: Sizi bu sene Mescid-i Haram’a girdirirdim. Buna engel olmam sadece "Allah'ın, rahmetine girdirmesi içindir” yani dinine girdirmesi içindir "dilediğini” Mekke halkından. Onlar da Hudeybiye sulhundan sonra Müslüman oldular. "Eğer ayrılsalardı": İbn Ab bas: Bir tarafa çekilselerdi, demiştir. İbn Kuteybe ile Zeccâc da: Bilinselerdi, demişlerdir. Müfessirler de: Eğer müşriklerden seçilselerdi, demişlerdir, "mutlaka kâfirlere azap ederdik” ellerinizle öldürmek ve esir etmekle. Bir cemaat de şöyle demişler: Eğer mü’minler kâfirlerin bellerinden (sulplerinden) ayrılsalardı. Bazıları da şöyle demişlerdir: "Mutlaka azap ederdik” kavli, iki Kelâmın cevabıdır: Birincisi: Eğer bazı erkekler olmasaydı, İkincisi de: Eğer ayrılsalardı kavlidir. 26O zaman kâfirler kalplerine taassubu, cahiliyet taassubunu, Allah da huzurunu Resul’ünün ve mü'minlerin üzerine indirmiş ve onları takva kelimesine zorlamıştı. Onlar da buna daha haklı ve ehil / layık idiler. Allah her şeyi hakkıyla bilendir. "İzceala (o zaman)": Bu "mutlaka azap ederdik", kavline bağlıdır. Hamiyet: Taassup ve kibir demektir. Onlar şöyle dediler: Muhammed’in ashabı, oğullarımızı ve kardeşlerimizi öldürdükleri halde Mekke'ye girerlerse, Araplar bunu başımıza kakarlar. Allah'a yemin ederiz ki, bu olmaz, dediler. "Allah da Resul'ünün ve mü’minlerin üzerine huzurunu indirdi” onlar da aynı duyguya kapılıp da savaşarak Allah’ın emrine karşı gelmediler. Şöyle de denilmiştir: Zikri geçen taassup (fanatizm) elçi Süheyl b. Amr’ın sulh metnine "Rahman Rahim” ve "Allah’ın Resul’ü” gibi ifadeleri yazmak istememesidir. "Allah da onları “takva” sözüne zorladı": Bunda da beş görüş vardır: Birincisi: "Lailâhe illallah"tır, bunu da İbn Abbâs, Mücâhid, Said b. Cübeyr, İkrime, Katâde, Dahhâk, Süddi, İbn Zeyd ve diğerleri demişlerdir. Peygamber sallallahu aleyhi ve selleme isnat edilen hadis olarak da zikredilmiştir. Buna göre "elzemehüm” kelimesinin manası: Onlar için hükmetti olur ki, o da şirki onlardan bertaraf etmesidir. İkincisi: "Lailâhe illallahu vallahu ekber"dir, bunu da İbn Ömer, demiştir. Ali b. Ebû Talip'ten de iki görüş nakledilmiştir. Üçüncüsü: "Lailâhe illallahu vahdehu laşerike leh, lehül mülkü velehül hamdü ve hüve alâ külli şeyin kadir” kelimesidir. Bunu da Atâ’ b. Ebi Rebah, demiştir. Dördüncüsü: "Lailâhe illallah Muhammedün Resûlüllah"tır, bunu da Atâ’ el - Horasani, demiştir. Beşincisi: "Bismillahirrahmanirrahim"dir. Bunu da Zührî, demiştir. Buna göre mana şöyle olur: Müşrikler sulh kağıdına bunu yazmak istemeyince Allah da bunu mü’minlerin kalplerine yazdı. "Onlar da buna daha haklı idiler” müşriklerden "ve ehil idiler” Allahü teâlâ’nın ilminde. 27Yemin olsun, gerçekten Allah, Resul’üne gördüğü rüyayı hak ile tasdik etti. Eğer Allah dilerse, muhakkak Mescid-i Haram’a başlarınızı tıraş ederek ve kısaltarak korkmadan güvenle gireceksiniz. Allah sizin bilmediğinizi bildi de bunun ötesinden yakın bir fetih kıldı. "Yemin olsun, gerçekten Allah, Resul’üne gördüğü rüyayı tasdik etti": Müfessirler, iniş sebebi şöyledir, demişlerdir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e Hudeybiye seferine çıkmadan önce rüyasında biri: "Elbette Mescid-i Haram'a gireceksiniz...” dedi. Kendisi ve ashabının Mekke'ye saçlarını tıraş etmiş ve kısaltmış olarak girdiklerini gördü. Bunu da ashabına haber verdi, onlar da sevindiler. Hudeybiye seferine çıkınca Mescid-i Haram’a o sene gireceklerini zannettiler. Girmeden geri dönünce münafıklar: "Gördüğü rüya nerede?!” dediler. Bunun üzerine bu âyet indi; onlar da ertesi sene girdiler. "Eğer Allah dilerse (inşallah)": Bunda da altı görüş vardır: Birincisi: "İn” "iz” (zaman) manasınadır, bunu da Ebû Ubeyde ile İbn Kuteybe, demişlerdir. İkincisi’O Allah’tan istisnadır, bildiği halde böyle demiştir, insanlar ise bilmedikleri şeyde böyle derler. Bunu da Sa’leb demiştir. Buna göre Mana şöyledir: O, onların gireceklerini bildi, ancak insanların inşaallah demesi gibi onlar adına inşaallah, dedi. Üçüncüsü: Mana şöyledir: Mescid-i Haram’a elbette gireceksiniz, eğer Allah size bunu emrederse. Bunu da Zeccâc, demiştir. Dördüncüsü: İnşallah, bazılarının veya hepsinin gireceklerine râci olabilir, çünkü bazılarının öleceklerini biliyordu. Bunu da Maverdi aktarmıştır. Beşincisi: Bu, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in rüyasında birinin "Mescid-i Haram’a inşaallah emniyet içinde gireceksiniz” şeklindeki sözün hikaye edilmesidir, bunu da Kadı Ebû Ya’lâ nakletmiştir. Altıncısı: O güven ve korkuya râcîdir; girişte ise şüphe yoktur. Bunu da Sa’lebî aktarmıştır. "Güvende olarak” düşmanlardan, "başlarınızı tıraş etmiş veya kısaltmış olarak” saçlarınızı "korkmadan” düşmandan. "Sizin bilmediğinizi O bildi": Bunda da üç görüş vardır; Birincisi: O, yararın sulhta olduğunu bildi. İkincisi: Geç girmede yarar olduğunu bildi. Üçüncüsü: Size bundan önce Hayber’i fethedeceğini bildi. "Bunun öncesinden de yakın bir fetih kıldı": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Hayber’in fethidir, bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Atâ’, İbn Zeyd ve Mukâtil de böyle demişlerdir. İkincisi: Hudeybiye barışıdır, bunu da Mücâhid ile İbn İshak, demişlerdir. Biz de nasıl fetih olduğunu sûrenin başında açıklamıştık. 28O ki, Resul’ünü hidayetle ve hak din ile gönderdi ki, onu (hak dini) bütün dinlerin üzerine galip kılsın. Allah şahit olarak yeter. Bundan sonrası da "şahit olarak Allah yeter” kavline kadar Beraet: 33'te tefsir edilmiştir. Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: O, İslâm'ı bütün dinlerin üzerine çıkaracağına kendine karşı şahitlik etti. Bunu da Hasen, demiştir. İkincisi: Muhammed’in Allah’ın Resul’ü olduğuna O’nun şahitliği yeter. Bunu da Mukâtil, demiştir. 29Muhammed Allah’ın Resul'üdür. Onun yanındakiler kâfirlere karşı pek çetinler, kendi aralarında pek merhametliler. Onların rukû’ ve secde ettiklerini görürsün. Allah’tan lütuf ve rıza isterler. Yüzlerinde secde izinden nişanları vardır. İşte bu, onların Tevrat’taki misalidir. Onların İncil’deki misali de şöyledir: (Onlar) filizini çıkarıp da onu güçlendiren, kalınlaşıp gövdesi üzerine dikilen, çiftçinin hoşuna giden bir ekin gibidir. (Onların buna benzetilmesi) onlarla kâfirleri kızdırması içindir. Allah onlardan iman edip iyi şeyler yapanlara bir bağış ve büyük bir mükafat va’detmiştir. "Muhammedün Resûlüllah": Şa’bî, Ebû Recâ’, Ebû’l - Mütevekkil ve Cahderi, ikisinde de nasb ile "muhammeden Resûlallah” okumuşlardır. İbn Abbâs da: Onun resullüğüne şahitlik etti, demiştir. "Onun yanındakiler": Ashabını kastediyor, eşidda’ da şedid’in çoğuludur. Zeccâc şöyle demiştir: Aslı eşdida’dır, tıpkı nasib ve ensıba’ gibi. Ancak dallar harekeli olduğu için birincisi ikincisine idgam edilmiştir. "Men yertedde minküm” (Maide: 54) de böyledir. "Ruhamau beynehüm": Ruhama, da rahim'in çoğuludur, Mana da şöyledir: Onlar kâfirlere serttirler, birbirlerini ise severler. "Onları rukû’ ve secde ederlerken görürsün": Çok namaz kılmaları ile niteliyor. "Allah’tan lütuf isterler” o da cennettir, "rıza isterler” o da kendilerinden razı olmasıdır. Bu sıfat cumhûra göre bütün ashap içindir. Mübarek b. Fedale de Hasen’den şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Yanındakiler” Ebû Bekir'dir, "kâfirlere serttirler” de Ömer’dir, "kendi aralarında merhametliler” de Osman’dır, "onları rukû’ ve secde ederlerken görürsün” Ali b. Ebû Talip’tir. "Allah’tan lütuf ve rıza isterler” de Talha, Zübeyr, Abdurrahman, Sa’d, Said ve Ebû Ubeyde’dir. "Nişanları” yani alâmetleri "yüzlerindedir". Bu alâmet dünyada mıdır, yoksa ahirette midir? Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Dünyadadır, sonra bunda da üç görüş vardır: Birincisi: O güzel tavırdır, bunu da İbn Ebi Talha rivâyetinde İbn Abbâs, demiştir. Mücâhid rivâyetinde de şöyle demiştir: O gördüğünüz şey değildir, ancak o, İslâm siması, tarzı ve alçak gönüllülüğüdür. Mücâhid de şöyle demiştir: O alındaki nasır işareti değildir, fakat huşu, vakar ve tevazudur. İkincisi: O abdest suyunun ve ıslak toprağın izidir, bunu da Said b. Cübeyr, demiştir. Ebû’l - Âliyye de şöyle demiştir: Çünkü onlar kumaş üzerinde değil toprağa secde ederlerdi. Evzai de şöyle demiştir: Bana ulaştığına göre o, alna yapışan topraktır. Üçüncüsü: O solgunluktur, adamın yüzü gece solarsa, sabahleyin sararır. Hasen Basri de şöyle demiştir: "Yüzlerindeki simaları” sarılıktır. Said b. Cübeyr de: Uykusuzluğun eseridir, demiştir. Şimr b. Atâ’ da: O gece uykusuz kalmaktan dolayı yüzdeki sarılıktır, demiştir. İkincisi: O ahirettedir, sonra bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Onların kıyamet gününde secde yerleri diğer yerlerinden daha çok beyaz olur, bunu da Atıyye al - Avfi, demiştir. Hasen ile Zührî de bu görüştedirler. El - Avfi, İbn Abbâs’tan: Namazları kıyamet gününde yüzlerinde görünür, demiştir. İkincisi: Onlar kıyamet gününde abdest azalan bembeyaz olarak haşrolunurlar. "İşte bu onların misalidir": Yani sıfatı ve niteliğidir, Mana da şöyledir: Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem ile ashabının Tevrat’taki sıfatı budur. "İncil’deki misali": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: Bu Tevrat’ta zikredilen misal onların İncil’de de misalidir. Mücâhid şöyle demiştir: Onların Tevrat ve İncil’deki misali birdir. İkincisi: Geçen misalleri Tevrat’tadır, ama İncil’deki misali de "bir ekin gibidir” sözüdür. Bu da Dahhâk ile İbn Zeyd’in görüşüdür. Üçüncüsü: Onların Tevrat ve İncil’deki misali bir ekin gibidir. Bu görüşleri Ebû Süleyman Dımeşki zikretmiştir. "Ahrece şat’ehu": İbn Kesir ile İbn Âmir, tının ve hemzenin fethi ve hemze ile "şataehu” okumuşlar; Nâfi, Ebû Amr, Hamze ve Kisâi de, tının sükunu ile "şat’ehu” okumuşlardır. Hepsi de meftuh hemze ile okumuşlardır. Übey b. Ka’b, Ebû’l - Âliyye ve İbn Ebi Able de tının fethi, hemzenin meddi ve elifle "şetâehu” okumuşlardır. Ebû Ubeyde: Filizi, demiştir. Eştaez zeru fehüve muştıün denir ki: Ekin yavrulamak, filiz çıkarıp çatallamaktır. "Feazerehu” onu güçlendirdi, filiz ana dal gibi oldu demektir. İbn Âmir de fealehu gibi "feezerehu” okumuştur. İbn Kuteybe de: Ona yardım etti ve kuvvetlendirdi, demiştir. "Festağleza” kalınlaştı, demektir. "Festeva alâ sukıhi” sûk, sak’ın çoğuludur, bu da aziz ve celil olan Allah’ın Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem için getirdiği bir misaldir; o tek başına çıktı, onu ashabı ile takviye etti, tıpkı tek ekin dalını yanlarından çıkan filizlerle takviye ettiği gibi. O da büyüdü, kalınlaştı ve sağlamlaştı, İbn Kesir, hemze ile "alâ su’kıhi” okumuş, diğerleri ise hemzesiz okumuşlardır. Katâde şöyle demiştir: İncil’de şöyle deniyor: Bir kavim çıkacaktır, ekin gibi bitecektir. Bu misalden kimlerin kastedildiğinde de iki görüş vardır: Birincisi: Ekinin aslı: Abdulmuttalib’tir, "filizini çıkardı” Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’i çıkardı, demektir. "Kalınlaştı” Ömer’le "dikeldi” Osman’lâ "gövdesi üzerine” Ali b. Ebû Talip’le. Bunu da Said b. Cübeyr, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. İkincisi: Ekinden maksat: Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’dir. "Filizini çıkardı” Ebû Bekir’dir. "Onu güçlendirdi” Ömer’le "kalınlaştı” Osman’lâ, "gövdesi üzerine dikeldi” Ali ile. "Ekincilerin hoşuna gider” yani mü’minlerin, demektir. "Kâfirleri kızdırması için” O da Ömer’in Mekkelilere; bugünden sonra Allah’a gizli ibadet edilmeyecektir, sözüdür. Bunu da Dahhâk, İbn Abbâs’tan, Mübarek de Hasen’den rivayet etmiştir. "Kâfirleri kızdırması için": Yani onları çoğalttı ve güçlendirdi ki, kâfirler onlara kızsınlar. Malik b. Enes şöyle demiştir: Kim sabahleyin kalkar da kalbinde Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in ashabına karşı kin olursa, onu bu âyet çarpar. İbn îdris de şöyle demiştir: Onların kâfirlere yani rafizilere benzeyeceklerinden korkarım, çünkü Allahü teâlâ "kâfirleri kızdırması için” buyurmuştur. "Allah onlardan iman edip iyi şeyler yapanlara bir bağış ve büyük bir mükafat va’detmiştir": Âyette geçen "min” edatı hakkında iki görüş vardır: Birincisi: Cinsi diğerlerinden ayırmak içindir meselâ "fectenibur ricse minelevsan” (Hac: 30) âyetinde olduğu gibi. Şu sözde de böyledir: Enfîk minedderahimi (dirhemlerden harca) yani masrafın o cinsten olsun demektir. İbn Enbari de, âyetin manası şöyledir, demiştir: Allah bu cinsten yani ashap sınıfından olup da iman edenlere şöyle va’detmiştir (açıkçası: Ashabın hepsi öyledir, demektir. Mütercim). İkincisi: Bu va’din onlardan iman ve iyi amel üzerinde duranlara olduğudur. |
﴾ 0 ﴿