50-KAF SÛRESİMekke’de inmiştir. 45 ayettir. Ona Basikat suresi de denir, el - Avfi ve diğerleri İbn Abbâs'tan onun Mekki olduğunu rivayet etmişlerdir. Hasen, Mücâhid, İkrime, Katâde ve cumhûr da böyle demişlerdir. İbn Abbâs ile Katâde’den onda bir âyet Medeni olduğu nakledilmiştir, o da: "Velad halaknes semavati velarda...” (Kaf: 38) âyetidir. Bismillahirrahmanirrahim 1Kaf. O şerefli Kur’ân'a yemin olsun. "Kaf": Cumhûr kafin sükunu ile okumuşlardır. Ebû Abdurrahman es - Sülemi, Ebû'l - Mütevekkil, Ebû Recâ’ ve Ebû’l - Cevza, fenin nasbi ile "Kafe” okumuşlardır. Ebû Rezin ile Katâde de, fenin ref'i ile "Kafu” okumuşlardır. Hasen ile Ebû İmran da fenin kesri ile "Kafi” okumuşlardır. "Kaf” üzerinde beş görüş vardır: Birincisi: O Allahü teâlâ'nın yemin ettiği bir kasemdir, O'nun isimlerindendir. Bunu da İbn Ebi Talha, İbn Abbâs'tan rivayet etmiştir. İkincisi: O yeşil zebercetten bir dağdır, bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs'tan demiştir. İkrime, İbn Abbâs’tan şöyle dediğini rivayet etmiştir: Allah "Kaf” adında bir dağ yarattı, alemi kuşatmıştır, damarları yedi kat yerin altındaki kayaya gider. Aziz ve celil olan Allah bir kenti sarsmak isterse, o dağa emreder, o da o kente bağlı damarı sallar. Mücâhid de şöyle demiştir: O, yeri kuşatan bir dağdır. Dahhâk’tan onun yeşil zümrütten olduğu rivayet edilmiştir, göğün kenarları ona dayanmaktadır ve göğün maviliği ondandır. Üçüncüsü: O cehennemde ateşten bir dağdır, bunu da bir rivayette Dahhâk, İbn Abbâs'tan, demiştir. Dördüncüsü: O Kur’ân’ın isimlerinden bir isimdir. Beşincisi: O bir kelimeden bir harftir. Sonra bunda da beş görüş vardır: Birincisi: O, "Kadîr” isminin baş harfidir, bunu da Ebû’l -Âliyye demiştir. İkincisi: O Kadîr, Kahir, Karîb vb. gibi isimlerin baş harfidir. Bunu de el - Kurazi, demiştir. Üçüncüsü: O "kudıyel emr (iş bitirildi) cümlesinin baş harfidir, şu mısraı şahit getirmişlerdir: O kadına "dur” dedik, o da: Kaf, dedi. Manası: Duruyorum, demektir. "Ekıfü” yerine kaf demekle yetinmiştir. Bunu da içlerinde Zeccâc’ın olduğu bir cemaat nakletmiştir. Dördüncüsü: Emir ve yasağımızın yanında dur, onları geçme. Bunu da Ebû Bekir el - Verrak, demiştir. Beşincisi: Kul ya Muhammed (ey Muhammed, de ki,). Bunu da Sa’lebî nakletmiştir. "O şerefli Kur’ân’a yemin olsun": İbn Abbâs ile İbn Cübeyr: Mecid: Değerli ve şerefli, demişlerdir. Bu kasemin cevabında da dört görüş vardır: Birincisi: O gizlidir, takdiri de "öldükten sonra dirileceksiniz” kavlidir, bunu da Ferrâ’ ile İbn Kuteybe, demiştir. "Bu şaşılacak bir şeydir” sözü de buna işaret etmektedir. İkincisi: O, "yerin onlardan ne eksilttiğini gerçekten bildik” kavlidir ki, mana şöyle olur: Kaf'a ve şerefli Kur’ân yemin olsun ki, biz bildik (kad alimna). Kad’den önceki lâm atılmıştır, çünkü ondan önce geçenler onun yerini tutmaktadır, meselâ "veşşemsi ve duhaha... kad efleha” (Eşşems: 1-9) gibi ki, aslı: Lekad, demektir. Bu görüşü Zeccâc kabul etmiştir. Üçüncüsü: O, "ma yelfızu min kavlin” sözüdür, bu da Ahfeş’ten nakledilmiştir. Dördüncüsü: O, başka bir surededir, bunu da Ebû Süleyman Dımeşki nakletmiş, hangi surede olduğunu açıklamamıştır. 2Bilakis onlar içlerinden kendilerine bir uyarıcı gelmesine şaştılar. Kâfirler: "Bu, şaşılacak bir şeydir” dediler. "Bilakis şaştılar": Bu da Sad: 4’te: "Bu şaşılacak bir şeydir” sözüne kadar tefsir edilmiştir. Acîb de: Acayip, tuhaf şey demektir. 3Öldüğümüz ve toprak olduğumuz zaman mı (tekrar hayata döneceğiz)? Bu, çok uzak bir dönüştür. "Öldüğümüz zaman mı?": Ahfeş şöyle demiştir: Bu söz bir cevap üzerine denilmiştir, sanki onlara: Siz döneceksiniz, denildi de onlar da: "öldüğümüz ve toprak olduğumuz zaman mı?” dediler. Başkası da şöyle demiştir: Kelâmın takdiri şöyledir, Kaf. Şerefli Kur’ân’a yemin olsun ki, elbette diriltileceksiniz. Onlar da: "öldüğümüz ve toprak olduğumuz zaman mı?” dediler. Manası da şöyledir: Böyle olduğumuz zaman mı diriltileceğiz? İbn Cerir de şöyle demiştir: Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’i yalanlamaları üzerine Allah’ın tehdidine şaştılar: Bu şaşılacak bir şeydir, dediler. Sanki onlara: Yeniden dirildiğiniz zaman Muhammed'i yalanlamanın ne demek olduğunu bileceksiniz, dedi, onlar da: "Öldüğümüz ve toprak olduğumuz zaman mı?” dediler. "Bu bir dönüştür": Yani hayata dönüştür, "çok uzaktır": İbn Kuteybe: Olmaz, demiştir. 4Yerin onlardan eksilttiğini gerçekten bildik. Yanımızda tespit eden bir kitap vardır. "Yerin onlardan ne eksilttiğini gerçekten bildik": Yani öldükleri zaman etlerinden, kanlarından ve saçlarından yediğini demektir, daha açıkçası: Bu ilmimizden kaçmaz, demektir. "Yanımızda vardır": Onu bilmemizle beraber "tespit eden bir kitap": Yani onların sayılarını, isimlerini ve yerin onlardan ne eksilttiğini kaydeden demektir ki, o da Levh-i Mahfuzdur, olacak şeyler onda tespit edilmiştir. 5Bilakis kendilerine geldiği zaman hakkı yalanladılar. Artık onlar karışık bir durumdadırlar. "Bilakis hakkı yalanladılar": O da Kur’ân’dır. Meriç ise: Karışık demektir. İbn Kuteybe şöyle demiştir: Merice emrünnasi ve mericeddinü denir ki, iş karışmaktır. Bunun da aslı bir şey sarsılıp karar kılmamaktır. Mericel hatemü fı yedi, denir ki, yüzük zayıflıktan dolayı parmağımda durmadı, demektir. Müfessirler şöyle demişlerdir: işlerinin karışmasının manası şöyledir: Onlar Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e bazen sihirbaz, bazen şair, bazen de öğretilmiş derlerdi. Kur’ân için de bazen sihir, bazen uydurma, bazen de recez (yeknesak bir şiir türü) derlerdi. O yüzden işleri (kafaları) karışmıştı. 6Üstlerindeki göğe bakmadılar mı? Onu nasıl bina ettik ve süsledik. Onun yarıkları / çatlakları yoktur. Sonra: "Üstlerindeki göğe bakmadılar mı? Onu nasıl bina ettik” direksiz, sözü ile yeniden diriltmeye gücü yeteceğini gösterdi. "Onu süsledik” yıldızlarla. "Onun yarıkları yoktur": Yani çatlakları yoktur, demektir. 7Yeri de uzattık ve ona sabit dağlar attık. Onda her göz alıcı çiftten yarattık. "Zevc": Sınıf ve cins, "behîc” de güzel ve çekici, demektir. Ebû Ubeyde: Behic ihtişamlı, görkemli, demiştir. 8(Allah’a) dönen her kulun gözünü açmak ve ibret için. "Allah'a dönen her kulun gözünü açmak için": Zeccâc şöyle demiştir: Bunu yaptık ki, kuvvet ve kudretimizi gösterelim. Münib de: Allah’a dönen ve kudretini tefekkür eden kimsedir. 9Gökten mübarek bir su indirdik de onunla bahçeler ve hasat edilen hububat bitirdik. "Gökten su indirdik” o da yağmurdur, "mübarek” yani hayrı bol, onda her şey için hayat var, demektir. "Onunla bahçeler bitirdik", yani bostanlar "ve habbel hasıyd (hasat edilen hububat)” elhabbel hasıyd demektir, burada şey nefsine izafe edilmiştir, tıpkı şunlar gibi: "Lehiive hakkal yakin” (106 - Vakıa: 95) ve "min hablil verid” (107-Kaf: 16). Çünkü habl, veridin ta kendisidir. Nitekim: Salatül ula denir ki, essalatül ula, demektir. Mescidül cami denir ki, el - mescidül cami demektir. Burada bu şeylerin kendi nefislerine izafesi lâfızlar farklı olduğu için câiz görülmüştür. Bu Ferrâ’ ile İbn Kuteybe’in görüşleridir. Başkası da şöyle demiştir: Bundan: Habben nebtil hasıyd murat edilmiştir. 10Dizilmiş tomurcukları olan yüksek hurma ağaçları (bitirdik). "Hurma ağaçları” Yani hurma ağaçları da bitirdik, demektir. "Basikat": Uzun demektir. İbn Kuteybe şöyle demiştir: Besekeş şey’ü yebsuku büsukan denir ki, uzamaktır. Nadiyd ise: Üst üste dizilmiş, istif edilmiş manasınadır. Bu da açılmaktır. Yarılır da kapçığı kurur ve dağılırsa, nadiyd denilmez. 11Kullara rızık için. Ve onunla ölü yeri dirilttik. (Kabirden) çıkış da böyledir. "Kullara rızık için": Yani bu şeyleri rızık için bitirdik, demektir. "Onunla dirilttik": Yani yağmurla, "ölü yeri, çıkış da böyledir” kabirden. 12Onlardan önce Nûh kavmi, Res halkı ve Semud (kavmi) yalanladı. 13Ad (kavmi), Fir’avn ve Lût’un kardeşleri. 14Eyke halkı ve Tübba’ kavmi. Hepsi peygamberleri yalanladı; tehdidim de hak oldu. Sonra bunun ardından inanmayan ümmetleri zikretti, bunun açıklaması da yukarıda geçmiştir. "Tehdidim hak oldu": Yani azabım vacip oldu, demektir. 15Biz ilk yaratmadan acizlik mi gösterdik? Hayır, onlar yeni yaratmadan şüphe içindeler. "Biz ilk yaratmadan aciz mi kaldık?": Bu da "bu çok uzak bir dönüştür” kavlinin cevabıdır, Mana da şöyledir: Biz, yaratmayı başlatmaktan aciz mi kaldık, o da ilk yaratmadır. Ondan aciz mi kaldık ki, yeniden diriltmeden aciz kalalım, o da ikinci yaratmadır. Bu da onlara onaylatmadır, çünkü onlar O’nun yaratıcı olduğunu itiraf ettiler ve yeniden dirilmeyi inkâr ettiler. "Hayır, onlar şüphe içindeler": Yani kuşku içindeler "yeni yaratmadan” o da öldükten sonra diriltmedir. 16Yemin olsun, gerçekten biz insanı yarattık ve nefsinin ona verdiği vesveseyi biliriz. Biz ona şahdamarından daha yakınız. "Yemin olsun, gerçekten biz insanı yarattık": Yani âdem oğlunu, demektir. "Nefsinin ona verdiği vesveseyi biliriz": Yani içinden geçeni, demektir. Zeccâc şöyle demiştir: İçinde sakladığını biliriz. "Biz ona daha yakınız": Yani bilgi ile "şahdamarından (min hablil verid)": Habl veridin ta kendisidir. Nefsine nasıl izafe edildiğini az önce geçen "ve habbel lıasıyd” (107-Kaf: 9) kavlinde şerh etmiş idik. Ferrâ’ şöyle demiştir: Verid: Boğazla boyun sinirleri arasında bir damardır. Yine ondan şöyle dediği de rivayet edilmiştir: Gerdan ile boyun sinirleri arasında bir damardır. Zeccâc da şöyle demiştir: Verid: Boynun iç kısmında bir damardır, bunlar karşılıklı olarak iki tanedir. Boyun siniri denen ilbavan da boynun ense kısmında bulunur. Lebbetan da: Boyunda küpenin sarktığı yerdir. İbn Enbari de şöyle demiştir: Lebbe, kulak memesine yakın yerde küpenin sallandığı kısımdır. Bazı Âlimlerden de şöyle dedikleri nakledilmiştir: Verid: Bedene yayılan ve bütün organlara dallanan bir damardır. İnsan organları birbirini kapattığı için Allahü teâlâ hiçbir şeyin O’nu perdeleyemeceğini bildirdi, Mana da şöyledir: Ona iki yaklaşan yaklaştığı zaman biz ona damarlarından daha yakınız. İki yaklaşan da insanoğluna görevlendirilmiş iki melektir. Onun amellerini kaydederler. 17Hatırla o zamanı ki, sağdan ve soldan oturan iki alıcı vardır. "Hatırla o zamanı ki, iki alıcı alır” yani o şeyi alır ve tespit ederler. "Sağdan” o da iyilikleri yazandır, "soldan” o da kötülükleri yazandır. Zeccâc şöyle demiştir: "Sağda oturan ve solda oturan” biri diğerine de işaret ettiği için birinci oturan atılmıştır. Şair şöyle demiştir: Biz kendi yanımızdakine sen de kendi yanındakine Razısın, ancak görüşler farklıdır. Bir başkası da şöyle demiştir: Bana bir iftira attı, ben ve babam Ondan beri idi, kuyu meselesinden bana iftira attı. Mana: Ben ondan beriydim, demektir. İbn Kuteybe de şöyle demiştir: "Kaîd” kaid manasınadır, nitekim kadir de kadir manasınadır. Kaîd bazen mukaid manasına da gelir, meselâ ekîl’in muakil, şeribinde de muşarib manasına geldiği gibi. 18Bir söz telaffuz ederse, mutlaka yanında hazır bir gözcü vardır. "Telaffuz etmez": Yani insan bir kelime söyleyip de ağzından atmayadursun, "mutlaka onun yanında bir gözcü": Yani bir muhafız vardır, o da ona görevlendirilmiş melektir; o da ya sağda oturur ya da solda, "hazır” sabit durur, ondan ayrılmaz. Başkası da: Atiyd: Nereye gitse onun yanında hazırdır, demiştir. Ebû Ümame rivayet etmiştir, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle demiştir: İyilikleri yazan sağında, kötülükleri yazan da solunda oturur; iyilikleri yazan kötülükleri yazanın amiridir; kul bir iyilik yaptığı zaman onun için on iyilik yazar, bir kötülük yaptığı ve soldaki de onu yazmak istediği zaman sağdaki: Bekle, der, o da birkaç saat bekler. Eğer o günahtan istiğfar ederse, ona bir şey yazılmaz. Eğer istiğfar etmezse, ona bir kötülük yazılır. İbn Abbâs da şöyle demiştir: Allah âdemoğlunun yanına gündüz iki muhafız koymuştur. Bütün yaptıklarını yazar mı diye iki görüş halinde ihtilaf etmişlerdir: Birincisi: Onlar her şeyini yazarlar, öyleki hastayken inlemesini bile yazarlar, bunu da Mücâhid, demiştir. İkincisi: Ancak sevap veya günah olanı yazarlar, İkrime de şöyle demiştir: Kur’ân onların sağda ve solda oturduklarını söylemiştir. Biz de Ebû Umame hadisinde zikretmiştik. Hazret-i Ali kerremallahu veçhe de Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den şöyle dediğini rivayet etmiştir: Senin iki meleğin öndişlerinin üzerinde otururlar; dilin onların kalemi, tükrüğün onların mürekkebidir. Sen ise füzuli şeylerin arkasında koşturur durursun. Hasen ile Dahhâk'tan da şöyle dedikleri rivayet edilmiştir: Onlar senin çene kıllarının altında otururlar. 19Ölüm sarhoşluğu gerçek olarak geldi. İşte senin kaçtığın şey budur. "ölüm sarhoşluğu geldi": O da insanı bürüyen, aklını bastıran ve öleceğini gösteren ölüm dalgınlık ve şiddetidir. "Gerçekle” Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Manası şöyledir: ölüm gerçeği ile geldi. İkincisi: Ahiret işinden gerçekle geldi; insan için ahiret işinden açık olmayan şeyi açığa çıkardı. Bu iki mülahazayı da Ferrâ’ ile İbn Cerir zikretmişlerdir. Ebû Bekr es - Sıddik radıyallahu anh: "Ve caet sekretül hakkı bilmevti” (hak sarhoşluğu ölümle geldi) okumuştur. İbn Cerir bu okuyuşun iki mülahazası vardır, demiştir: Birincisi: Hakk’ın Allahü teâlâ olmasıdır, o zaman mana şöyle olur: Allah'ın dalgınlığı (Allah’tan gelen dalgınlık) ölümle geldi. İkincisi: Sarhoşluğun ölüm olmasıdır, o zaman da kendi nefsine muzaf kılınmış olur, meselâ "lehüvel hakkul yakıyn” (Vakıa: 95) kavli gibi. Bu durumda mana şöyle olur: Gerçek sarhoşluk ölümle geldi” bu durumda "hak” önce zikredilmiştir. Ebû Mes’ud ile Ebû İmran şöyle okumuşlardır: "Ve caet sekeratü” bunda cemi sığasıyla okunmuş, "el- hakku bilmevti” denmekle de hak önce gelmiştir. Übey b. Ka'b ile Said b. Cübeyr, cemi sığasıyla "ve caet sekeratül mevti bihkak” okumuşlardır ki, hak ertelenmiş olur. "İşte bu": Yani o zaman insana şöyle denir "işte bu” yani bu ölüm "senin kaçtığın şeydir": Yani kaçıp firar ettiğin şeydir. İbn Abbâs da: Hoşlanmadığın şeydir, demiştir. 20Sûr’a üfürüldü. İşte bu, tehdit günüdür. "Sûr’a üfürüldü": Bu da yeniden dirilme üfürmesidir "işte bu” gün "tehdit günüdür": Yani tehdidin gerçekleştiği gündür. 21Her nefis yanında bir sürücü ve bir şahitle geldi. "Onunla beraber bir sürücü vardır": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Sürücü: Melektir ki, onu mahşer yerine sürer, bunu da Ebû Hureyre demiştir. İkincisi: O yanındaki şeytandır ki, ona, sürücü denilmiştir; çünkü onu teşvik etmese de onu takip eder. "Bir de şahit": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: O, ameline şahitlik eden melektir, bunu da Osman b. Affan ile Hasen, demişlerdir. Mücâhid de: İki melek sürücü ve şahittir, demiştir. İbn Saib de şöyle demiştir: Sürücü: Kötülüklerini yazandır, Şahit de: İyiliklerini yazandır. İkincisi: O, insana şahitlik eden ameldir, bunu da Ebû Hureyre, demiştir. Üçüncüsü: insanın ameline şahitlik eden elleri ve ayaklarıdır, bunu da Dahhâk, demiştir. Bu âyetler genel midir, özel midir? Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: O geneldir, bunu da cumhûr, demiştir. İkincisi: Kafire özeldir, bunu da Dahhâk ile Mukâtil, demişlerdir. 22Yemin olsun, gerçekten sen bundan gaflet içinde idin. Senden perdeni açtık; bugün gözün çok keskindir. "Yemin olsun, gerçekten sen idin": Yani ona şöyle denilir: "Yemin olsun, gerçekten sen bundan gaflette idin” bugünden. Bu âyetin muhatapları hakkında da üç görüş vardır: Birincisi: O, kâfirdir, bunu da İbn Abbâs, Salih b. Keysan ve diğerleri demişlerdir. İkincisi: O, iyi ve kötü için geneldir, bunu da Hüseyn b. Abdullah b. Ubeydullah b. Abbas, demiş; İbn Cerir de bunu tercih etmiştir. Üçüncüsü: O Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’dir. Bu da İbn Zeyd'in görüşüdür. Birinci görüşe göre mana şöyle olur: Sen dünyada bunu inkâr etmekle bu günden gafildin. İkinciye göre de şöyledir: Sen kıyamet korkularından gafildin. "Senden perdeni açtık” dünyada kalbini, kulağını ve gözünü bürüyen perdeni. Mananın şöyle olduğu da söylenmiştir: Sana kapalı olanı gösterdik. Üçüncüye göre de şöyledir: Sen vahiyden önce, sana vahyedilenden gaflette idin. "Senden perdeni açtık” vahy ile. "Bugün gözün çok keskindir": Gözden murat edilen şeyde de iki görüş vardır: Birincisi: Bilinen gözdür, bunu da Dahhâk, demiştir. İkincisi: İlimdir, bunu da Zeccâc, demiştir. "Bugün” üzerinde de iki görüş vardır: Birincisi: O kıyamet günüdür, bunu da çoğunluk, demiştir. İkincisi: O dünyadadır, bu da İbn Zeyd'in görüşüne binaendir. "Hadîd” lâfzı için İbn Kuteybe şöyle demiştir: O, hâd manasınadır ki, kartal gözlü demektir. Sonra bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Gözün keskindir; mizana konulan iyilik ve kötülüklerini çok iyi görür. Bunu da Mücâhid, demiştir. İkincisi: O, ahireti gördüğü için gözünü kırpmamaktadır, bunu da Mukâtil, demiştir. Üçüncüsü: İleri görüştür, bunu da Zeccâc, demiştir. 23Yoldaşı (olan melek): "Bu, yanımda hazır olan şeydir” dedi. "Yoldaşı dedi": Mukâtil: O dünya evinde kötü amelini yazan meleğidir, demiştir. Rabbine der ki: Bana emrettiğin şeyi yazmıştım, işte onun çirkin ameli yanımda hazırdır; onu ve amelini sana getirdim, der. "Ma” edatı hakkında iki görüş vardır: Birincisi: O "men” manasınadır, bunu da Mücâhid, demiştir. İkincisi: Şey manasınadır, takdiri de: O şey yanımda hazırdır, demektir. Bunu da Zeccâc, demiştir. Atid’in manasını da bu surede (Kaf: 18) zikretmiştik. 24İkiniz, her azılı, inatçı kâfiri cehenneme atın. O zaman Allahü teâlâ şöyle der: "İkiniz cehenneme atın": Hitabın manasında da üç görüş vardır: Birincisi: O tesniye lâfzı ile teke hitaptır, Ferrâ’ şöyle demiştir: Araplar teke de çoğula da tesniye ile hitap ederler, bir adama: Veylek irhalaha vezcüraha (ne duruyorsunuz, ikiniz hayvanı yükleyin ve sürün) derler. Ben bunu Araplardan işittim. Biri bana şahit için şöyle bir beyit getirdi: Arkadaşıma: İkiniz beni eğlemeyin, dedim, Otun köklerini çekerek. Yavşanotundan dal kopar (yeter). Ebû Servan da şunu örnek getirmiştir: Ey Affan’ın oğlu, eğer beni ikiniz kovarsanız, çeker giderim. Eğer beni bırakırsanız, kale gibi namusumu korurum. Görüldüğü gibi bizim konumuz da bunlardandır. Çünkü bir adamın deve ve koyunlarında en az arkadaşı ikidir, yol arkadaşı da en az böyledir. Böylece o iki arkadaşına göre söz etmiştir. Baksanıza, bu, şiirde çok görülür: Ey iki arkadaşım, ey iki dostum gibi sözler söylenir, İmruulkays de şöyle demiştir: İki arkadaşım, Ümmü Cündeb'e uğrayalım, Orada işkence çeken gönül arzularımızı yerine getirelim. Sonra şöyle demiştir: Görmedin mi, ben her gece geldiğimde onda. Koku sürünmese de koku duyarım. Böylece sözünün başı iki ise de sonradan tek arkadaşa dönmüştür. Mukâtil de bu görüştedir ve: "İkiniz cehenneme atın” sözünün tek bir hazine (hazin; yerine koyan) hitap olduğunu söylemiştir. İkincisi: O, tekit için tesniye yapılmış bir fiildir, sanki "ikiniz atın” sözü: At at sözünün yerine geçmiştir. "Kıfa nebki” (ikiniz durun, ağlayalım) sözü de böyledir ki: Dur dur demektir. İki fiilin yerine geçince, tesniye edilmiştir. Bunu da Müberrid, demiştir. Üçüncüsü: O, iki meleğe yani sürücü ile şahide hitaptır, bu da Zeccâc’ın tercihidir. "Keffar” kalıbı ise kafirden daha mübalağalıdır (kart kâfir) demektir. "Anîd"i de Hûd: 59’da tefsir etmiş bulunuyoruz. 25Hayrı engelleyen, mütecaviz şüpheciyi. 26O ki, Allah’lâ beraber başka bir İlâh kıldı / kabul etti. İkiniz onu çok çetin azabın içine atın. "Hayrı engelleyen": Burada hayırdan murat edilen şey hususunda da üç görüş vardır: Birincisi: Farz kılınan zekattır, bunu da Katâde, demiştir. İkincisi: O, İslâm'dır, insanları ona girmekten men eder. Bunu da Dahhâk ile Mukâtil, demişlerdir. Bunun Velid b. Muğire hakkında indiği söylenmiştir ki, o, amcası oğlunun İslâm’a girmesine mani olmuştu. Üçüncüsü: O, söz olsun iş olsun her türlü hayır için geneldir, bunu da Maverdi nakletmiştir. "Mütecaviz": Yani tevhidi ikrar etmeyen bir zalimdir. "Şüpheci (mürib)": Haktan kuşku duyan demektir. Eraber recülü sözünden gelir ki: Şüpheci olmaktır. 27Yoldaşı (şeytan): "Rabbimiz, onu ben azdırmadım. Ancak o uzak / derin bir sapıklık içinde idi” dedi. "Yoldaşı dedi": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Şeytanıdır, bunu da İbn Abbâs, Mücâhid, Katâde ve cumhûr, demiştir. Kelâmda kısaltma vardır, takdiri şöyledir: İnsan yoldaşı olan şeytanın kendini saptırdığını iddia etti, o da: "Rabbimiz, ben onu azdırmadım” dedi. Yani bende onu zorla azdıracak kuvvet yoktu, o ancak kendi sapmasıyla azdı. İkincisi: O, kötülüklerini yazan melektir. Sonra kâfirin melekte iddia ettiği şey hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: O, fazla yazdı, der. Melek de: Onu ben azdırmadım, yani ona ilâve etmedim, der. Bunu da Said b. Cübeyr, demiştir. İkincisi: O: Benim acele Tevbe etmeme mani oldu, der. O da: Rabbimiz, onu ben azdırmadım, der. "Ancak o uzak sapıklık içinde idi": Yani hidâyetten uzak demektir. Allahü teâlâ da: "Huzurumda çekişmeyin” der. Bu çekişmede de iki görüş vardır: Birincisi: O boş yere özür dilemeleridir, bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: O kendini azdıran yanındakilere çekişmesidir, bunu da Ebû’l - Âliyye demiştir. Dünyada yaptıkları haksızlıklarının ise ihmali câiz değildir, çünkü orası adalet günüdür. 28(Allahü teâlâ): "Huzurumda çekişmeyin. Ben size tehdit takdim etmiştim” dedi. "Ben size tehdidi takdim etmiştim": Yani beni inkâr edenlere azap edeceğimi peygamberlerin dili ile size haber vermiştim. 29"Benim huzurumda söz değiştirilmez. Ve ben kullara zulümkâr değilim". "Benim huzurumda söz değiştirilmez": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Va’dettiğim sevap ve azapta söz değiştirilmez, bunu da çoğunluk, demiştir. İkincisi: Yalanlanmaz ve başka tarafa çekilmez, çünkü ben gaybi bilirim, nasıl saptıklarını bilirim ve onları nasıl saptırdıklarını bilirim. Bu da İbn Saib’in görüşü ve Ferrâ’ ile İbn Kuteybe’nin tercihidir. "Benim huzurumda söz değiştirilmez” ifadesi de bunu gösterir; çünkü "benim sözüm değiştirilmez” dememiştir. "Ben kullara asla haksızlık etmem” ki, kötünün kötülüğüne ilâve edeyim veya iyinin iyiliğini eksilteyim. 30Ogunde ki, cehenneme: "Doldun mu?” deriz. O da: "Fazlası var mı?” der. "Yevme nekulu licchenneme": İbn Kesir, Ebû Amr, İbn Âmir, Hamze ve Kisâi, meftuh nun ve mazmum kaf ile "yevme nekulu” okumuşlardır. Nâfi, Ebû Bekir, Mufaddal da Âsım rivâyetinde, meftuh ye ve mazmum kaf ile "yevme yekulu” okumuşlardır. Übey b. Ka'b, Hasen, Abdülvaris de Ebû Amr’dan rivayet ederek, mazmum ye, meftuh kaf ve elifle "yevme yukalu” okumuşlardır. Zeccâc da şöyle demiştir: Yevme’nin mensup oluşu iki mülahaza iledir: Birincisi: Şu manaya göredir: Mayübeddeliil kavili ledeyye fizalikel yevmi. İkincisi: Şu manaya göredir: Ve enzirhüm yevme nekulu licehenneme. Onun dolu olup olmadığını bildiği halde ona bu soruyu sormanın faydası; oraya giren için haşlamadır, kötülüğünü artırmadır ve "yemin olsun, cehennemi mutlaka dolduracağım” (A'raf: 18) sözünü yerine getirmedir. "Fazlası var mı?": Bunda da dilcilerin iki görüşü vardır: Birincisi: O bunu dolduktan sonra der, Mana da şöyle olur: Bende dolmadık yer kaldı mı? Gerçekten doldum. İkincisi: O, Allahü teâlâ’ya isyan edenlere öfkesinden der. Allah ona ayrım ve hitap etme gücü verir, nitekim karıncaya da: "Yuvalarınıza girin” (Neml: 18) dedirtmiş ve mahlukata da O’nu tesbih etme gücü vermişti. 31Cennet, uzak olmayarak müttakiler için yaklaştırılmış. "Cennet müttakilere yaklaştırılmıştır": Yani şirkten uzak duranlara demektir. "Uzak olmayarak": Yani mahşer halkının göreceği şekilde Arş’in sağına getirilmiştir. Onlara şöyle denir: 32(Onlara): "Bu, sizden (Allah'a) her dönen, (hududunu) muhafaza eden için va'dolunan şeydir” (denir). "İşte” bu gördüğünüz "size va’dolunan şeydir (matuadun)": Osman b. Affan, İbn Ömer, Mücâhid, İkrime ve İbn Muhaysın, ye ile yuadun okumuşlardır. "Likülli evvab": Bunda da bazı görüşler vardır ki, onları da İsra suresi, âyet: 25’te zikretmiştik. "Hafife (muhafaza eden)": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Onlardan dönmek için günahlarını muhafaza eden, bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Allahü teâlâ’nın emrini muhafaza eden, bunu da Mukâtil, demiştir. 33Rahman’dan gıyaben korkan ve (O’na) yönelen bir kalp ile gelen kimse (için). "Rahman’dan gıyaben korkan": Bunu da Enbiya: 49’ta beyan etmiş bulunuyoruz. "Yönelen bir kalp ile gelen": Yani isyanından vazgeçip Allah'a itâate dönen demektir. 34(Onlara): "Oraya selametle girin. İşte bu, ebedilik günüdür” (denir). "Girin oraya": Yani onlara: Cennete girin, denir, "selametle": Şöyle ki, artık onlar Allah’ın azabından sahil-i selamete çıkmışlardır; orada kederden, değişiklik ve zevaldan emin olmuşlardır, Allah ve melekleri onlara selam ederler. "İşte bu ebedilik günüdür": Cennette, çünkü orada ölüm de yoktur, zeval de yoktur. 35Onlar için orada istedikleri vardır. Yanımızda fazlası vardır. "Onlar için orada her diledikleri vardır": Şöyleki onlar her şeyi Allah’tan isterler, sonunda isteyecek bir şey kalmaz; onlara istedikleri verilir, sonra da ilaveten istemedikleri de verilir. İşte "yanımızda fazlası vardır": sözü budur. Müfessirlerin bundan ne murat edildiği hususunda da üç görüşleri vardır: Birincisi: O, aziz ve celil olan Allah’a bakmaktır. Hazret-i Ali radıyallahu anh, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'den "yanımızda fazlası vardır” konusunda: Allah onlara tecelli eder, dediğini rivayet etmiştir. Enes b. Malik de "yanımızda fazlası vardır” kavlinde: Allahü teâlâ her Cuma günü onlara tecelli eder, demiştir. İkincisi: Bulut cennet halkının yanından geçer, onlara huri yağdırır, huriler: Bizler aziz ve celil olan Allah’ın "yanımızda fazlası vardır” buyurduğu şeyiz, derler. Üçüncüsü: Temenni edip de istedikleri şeylere ilaveten verilenler; kulakların duymadığı, hiçbir insanın aklına gelmeyen şeylerdir. Bunu da Ebû Süleyman Dımeşki, zikretmiştir. 36Onlardan önce kendilerinden kuvvetçe çetin nice nesiller helak ettik. Onlar ülkeyi delik deşik ettiler, kaçacak yer var mı? (diye). Sonra bunun ardından "fenakkabu filbilad” cümlesine kadar olanlarla Mekke halkını korkuttu. Cumhûr, nunun fethi ve kafin da fethi ve şeddesiyle "fenakkabu” okumuşlardır. Übey b. Ka’b, İbn Abbâs, Hasen, İbn Semeyfa ve Yahya b. Yamur da böyle okumuşlardır. Ancak onlar tehdit olmak üzere emir kalıbı ile "nakkıbu” okumuşlardır. Ömer b. Hattab, Ömer b. Abdülaziz, Katâde, İbn Ebi Able, Ubeyd de Ebû Amr’dan rivayet ederek kafin fethası ile şeddesiz olarak "fenekabu” okumuşlardır. Ferrâ’ şöyle demiştir: "Fenakkabu"nun manası: Ölüm korkusu ile "kaçacak yer var mı?” diye ülkenin her tarafını dolaştılar, demiştir. Burada "kâne” fiili gizlenmiştir, tıpkı "ehleknahüm fela nasıra lehiim” (Muhammed: 13) âyetinde olduğu gibi ki: Felem yekûn lehtim nasırtın (onlar için bir yardımcı olmadı) demektir. Kim kafin kesri ile "fenakkıbu” okursa, bu tehdit gibidir, Mana da şöyle olur: Ülkeyi baştan aşağı dolaşın da ölümden kaçacak yer bulabilir misiniz? Zeccâc da şöyle demiştir: "Nakkıbu” dolaşın ve araştırın, ölümden kaçacak yer bulamazsınız, demiştir. Şair İmruulkays de şöyle demiştir: Ülkeyi dolaştım, Öyle ki, ganimet yerine, Sağ salim dönmeye razı oldum. Mahîs ise sapacak, kaçacak yer demektir. Biz de onu Nisa: 121 'de enine boyuna şerh etmiştik. 37Gerçekten bunda kalbi olan yahut huzur-ı kalp içinde kulak veren için elbette öğüt vardır. "Gerçekten bunda": Yani zikrettiği kentlerin helakinde, "elbette öğüt vardır” hatırlatma ve nasihat vardır, "kalbi olan için": İbn Abbâs: Aklı olan için, demiştir. Ferrâ’ da: Bu câizdir, lügatte şöyle diyebilirsin: Senin kalbin yoktur, içinde kalp yoktur, der bundan aklı kastedersin. İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Kalp aklın yeri olduğu için öyle denilmiştir. Zeccâc mana: Kalbini anlamaya çevirenler için, demiştir. "Ya da kulak veren” yani benden dinleyen için, demektir. "Huzur-ı kalp ile” yani aklı dinlediğinde olan, demektir. Ferrâ’ da: Huzur-ı kalbi, yani orda olup da aklı başka yerde olmayan diye açıklamıştır. 38Yemin olsun, gerçekten biz gökleri, yeri ve aralarındaki şeyleri altı günde yarattık. Bize yorgunluk da dokunmadı. "Biz gökleri ve yeri yarattık": Müfessirler şöyle anlatmışlardır: Yahudiler: Allah gökleri, yeri ve aralarındakileri altı günde yarattı, sonu da Cuma günü idi, cumartesi günü de istirahat etti, biz de onun için çalışmıyoruz, dediler. Bunun üzerine bu âyet indi. Aziz ve celil olan Allah onları "bize bir yorgunluk dokunmadı” diyerek onları yalancı çıkardı. Zeccâc: Lügub: Yorgunluk ve bitkinliktir, demiştir. 39Onların dediklerine sabret. Güneşin doğmasından önce ve batmasından sonra Rabbini hamd ile tesbih et. "Onların dediklerine sabret": Yani iftira ve yalanlarına, demektir. Müfessirler şöyle demişlerdir: "Sabret” kavlinin hükmü kılıç âyetiyle neshedilmiştir. "Rabbini hamd ile tesbih et": Yani Rabbini methederek ve batılcıların dediklerinden tenzih ederek O’nun için namaz kıl. "Güneşin doğmasından önce": O da sabah namazıdır "ve batmasından önce": Onda da iki görüş vardır: Birincisi: Öğle ile ikindi namazlarıdır, bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: İkindi namazıdır, bunu da Katâde, demiştir. Buhârî ile Müslim, Sahih’lerinde Cabir b. Abdullah’tan şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: Biz bir dolunay gecesinde Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in yanında idik: Şüphesiz şu ayı gördüğünüz gibi Rabbinizi ayan beyan göreceksiniz, hem de hiç izdiham etmeden. Eğer güneş doğmadan önce ve güneş batmadan önce namaz kılabilirseniz bunu yapın, dedi ve: "Güneşin doğmasından önce ve batmasından önce Rabbini hamd ile tesbih et” âyetini okudu. 40Geceden de secdelerin arkasından da O'nu tesbih et. "Geceden de O'nu tesbih et": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: O, bütün gece namazıdır, hangi vakitte olsa kılar. Bunu da Mücâhid, demiştir. İkincisi: Yatsı namazıdır, bunu da İbn Zeyd, demiştir. Üçüncüsü: Akşam ve yatsı namazlarıdır, bunu da Mukâtil, demiştir. "Ve edbares sücud": İbn Kesir, Nâfi, Hamze ve Halef, hemzenin kesri ile okumuşlar: diğerleri fethi ile okumuşlardır. Zeccâc da şöyle demiştir: Kim hemzenin fethi ile "edbar” okursa, o dübür’ün çoğuludur, kim de kesri ile okursa, o da edbere yüdbirü’den mastardır. Müfessirlerin bu tesbih üzerinde üç görüşleri vardır: Birincisi: O akşam namazından sonra kılanan iki rekattır; Hazret-i Ömer, Hazret-i Ali, Hasen b. Ali - Allah onlardan razı olsun - Ebû Hureyre, Hasen, Mücâhid, Şa’bî, Nehaî, Katâde ve diğerlerinden de böyle rivayet edilmiştir. Bu aynı zamanda el - Avfı’nin, İbn Abbâs’tan rivâyetidir de. İkincisi: O, farzlardan sonra nafilelerdir, bunu da İbn Zeyd, demiştir. Üçüncüsü: O, farz namazların ardından yapılan tesbihattır, bunu da Mücâhid, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Ebû’l - Ahvas'tan bu iki âyette zikredilen bütün tesbihler için de böyle dediği rivayet edilmiştir. 41Dinle, o günde ki, seslenici yakın bir yerden seslenir. "Vestemi’ yevme yünadil münadî": İbn Kesir, Nâfi', Ebû Amr ve İbn Âmir, vasılda ye ile "yünadil münadî” okumuşlardır. İbn Kesir ye ile vakfetmiştir. Nâfi ile Ebû Amr da ye’siz vakfetmişlerdir. Ebû Süleyman, mana şöyledir, demiştir: Seslenicinin seslendiği gündeki sözü dinle. Müfessirler şöyle demişlerdir: Seslenici İsrafil’dir, Beytül Mukaddes kayasının üzerine çıkar: Ey insanlar, hesap vermeye gelin, şüphesiz Allah size karar vermek için toplanmanızı emrediyor, diye seslenir. Bu da sura son üfürmedir. Yakın yer de: Beytül Mukaddes’in kayasıdır. Ka'b ile Mukâtil şöyle demişlerdir: Orası göğe on sekiz mil daha yakın olan bir noktadır. İbn Saib de: On iki mil, demiştir. Zeccâc da şöyle demiştir: O kayanın yerin tam ortasında olduğu söylenir. 42O günde o sesi hak ile gerçekten duyarlar. İşte bu, çıkış günüdür. "O günde o sesi işitirler"; O da ikinci üfürmedir, "hak ile” yani onda şüphe olmayan dirilme ile demektir. "İşte bu, çıkış günüdür” kabirlerden, 43Şüphesiz biz, evet biz, diriltir ve öldürürüz. Dönüş yalnız bizedir. "Şüphesiz biz, evet biz, diriltir ve öldürürüz": Yani dünyada öldürür ve hesap sormak için diriltiriz. "Dönüş yalnız bizedir": Dirildikten sonra. O da: 44O günde ki, yer onlardan hızla yarılır. İşte bu, bize göre kolay bir haşirdir. "O günde ki, yer onlardan yarılır (yevme teşekkakul ardu)” kavlidir: İbn Kesir ile İbn Âmir, şin’in şeddesi ile "teşşekkaku” okumuşlar, kalanlar ise şeddesiz okumuşlardır. "Hızla": Yani ondan süratle çıkarlar "işte bu, bize kolay gelen bir haşirdir": Yani basit, demektir. 45Biz, onların dediğini pekiyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorba değilsin. Öyleyse tehdidimden korkana Kur’ân'lâ öğüt ver. Sonra Peygamberini teselli edip şöyle dedi: "Biz, onların dediğini pekiyi biliriz": Yani Mekke kâfirlerinin seni yalanlarken dediklerini. "Sen onların üzerinde bir zorba değilsin"; İbn Abbâs: Sen onları İslâm’a zorlamak için gönderilmedin, ancak hatırlatıcı olarak gönderildin, demiştir. Bu da onlara savaşla etnrolunmadan önce idi. Ferrâ’ bu sözü beğenmemiş ve şöyle demiştir: Araplar: "Ef'altü"den "faal", demezler. "Harrac” deyip de "muhric” demek, "dehhal” deyip de "müdhil” demek istemezler. Ancak fealtü’den "faal” derler. Cebbarda burada sulta yerindedir ki, zorlamadır. Araplar tek bir kelimede "edrektü"den "derrak” demişlerdir ki, o da kural dışıdır. Eğer bu kelimeyi de öyle kabul ederlerse, belki câiz olabilir. İbn Kuteybe de şöyle demiştir: "Cebbar": Mûsallat, demektir. Cebbar da: Kral manasınadır, ona böyle denilmesi, zorlamasından dolayıdır. Demek oluyor ki: Sen onların başına Mûsallat bir kral değilsin. Yezidi de: Sen onlara Mûsallat olmadın ki, onları İslâm’a zorlayasın, demiştir. Mukâtil de: Onları öldüresin, demiştir. Müfessirler "sen onların üzerinde bir zorba değilsin” sözünün kılıç âyetiyle neshedildiğini söylemişlerdir. "Kur’ân’lâ öğütü ver": Yani onunla va’z et. "men yahafu vaîdi": Ya’kûb her iki halde de ye ile okumuştur. Yani bana isyan edene va’dettiğim azabı hatırlat, demektir. |
﴾ 0 ﴿