51-ZARİYAT SÛRESİMekke’de inmiştir. 60 ayettir. Tamamı icma ile Mekki’dir. Bismillahirrahmanirrahim 1Yemin olsun, savurdukça savuranlara, "Yemin olsun, savurdukça savuranlara": Yani rüzgarlara demektir. Zeretir rihut türabe tezruhu zerven denir ki: Rüzgar toprağı dağıtmaktır. Zeccâc da şöyle demiştir: Zeret fehiye zariyetün, fehiye müzriyetün, bu ikisi bir manayadır. "Vezzariyati": Kasem olarak mecrurdur, mana da: bu şeylere yemin ederim ki, demektir. Cevap da: "Gerçekten size va’dolunan şey elbette doğrudur” cümlesidir. Bir grup da: Savuranların ve akanların Rabbine yemin ederim ki, demiştir. 2Yük taşıyanlara, "Yük taşıyanlara": Yani su yükü taşıyan bulutlara, demektir. 3Kolayca akanlara, "Kolayca akanlara": Yani suda rahatça yüzen gemilere, demektir. 4İşi taksim edenlere, "İşi taksim edenlere": Yani işleri Allah’ın emrettiği gibi taksim eden meleklere, demektir. İbn Saib de: Taksim edenler dörttür, demiştir: Cebrâil ki, o, vahiy ve şiddet görevlisidir. Mikâil ki, o da rızık ve rahmet görevlisidir. İsrafil: O da Sûr ve Levh-i Mahfuz görevlisidir. Azrail de: Ruhları kabzetmekle görevlidir. Bu şeylere yemin etmesi, bunların O'nun eserine ve kudretine delalet etmesindendir. 5Ki, gerçekten size va'dolunan şey elbette doğrudur. Sonra yemin konusunu zikredip "size va’dolunan şey” yani kıyamet günündeki sevap ve azap "elbette doğrudur": Yani gerçektir, dedi. 6Şüphesiz ceza elbette gerçekleşecek. "Şüphesiz ceza": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Hesaptır. İkincisi: Amelin karşılığıdır, "elbette gerçekleşecek” yani olacaktır. 7Çizgili yollara sahip göğe yemin olsun ki, Sonra başka bir yemini zikredip şöyle dedi: "Çizgili yollara yemin olsun ki, (vessemai zatil hubuki)": Ömer b. Hattab ile Ebû Rezin, ha ile be’nin ikisinin de kesri ile "hibiki” okumuşlardır. Osman b. Affan, Şa’bî, Ebû’l - Âliyye ve Ebû Hayve, hanın kesri ve benin sükunu ile "hibki” okumuşlardır. Übey b. Ka’b, İbn Abbâs, Ebû Recâ’ ve İbn Ebi Able, hanın ref'i ve benin sükunu ile "hubki” okumuşlardır, İbn Mes’ûd ile İkrime de hanın ve benin ikisinin de fethi ile "habeki” okumuşlardır. Ebudderda, Ebû’l - Cevza, Ebû’l - Mütevekkil, Ebû İmran el - Cevni ve Âsım el - Cahderi de hanın fethi ve benin kesri ile "habiki” okumuşlardır. Sonra "hubuk"in manasında da dört görüş vardır: Birincisi: Güzel yaratılan, demektir, bunu da İbn Ebi Talha, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Katâde de öyle demiştir. İkincisi: Sağlam yapılı, demektir, bunu da Mücâhid, demiştir. Üçüncüsü: Süslü, bunu da Said b. Cübeyr, demiştir. Hasen de: Hubuk, gökteki yıldızlardır, demiştir. Dördüncüsü: Yollara sahip, demektir. Bunu da Dahhâk ile dilciler, demişlerdir. Ferrâ’ da şöyle demiştir: Hafif rüzgarın şekillendirdiği kum gibi, rüzgarın dalgalandırdığı su gibi, kıvırcık saçtaki lüleler gibi şeylere hubuk derler ki, dalgalı demektir. Tekili de hibak ve habike’dir. Zeccâc da şöyle demiştir: Dilciler hubuk diye: Hoş yollara derler. Lügatte mahbuk: Güzel yapılan şeydir. Suda gördüğün bütün dalgalar ve rüzgarın şekillendirdiği kum kıvrımlarıdır. Abdullah b. Amr’dan da: O, yedinci kat göktür, dediği rivayet edilmiştir. 8Gerçekten siz, elbette farklı söz (görüş)tesiniz. Sonra da ikinci yeminin cevabını zikredip şöyle dedi. "Gerçekten siz” yani Mekke halkı, "elbette farklı görüştesiniz” Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem hakkında. Kiminiz: Şairdir, kiminiz: Delidir, diyorsunuz. Kur’ân hakkında da kiminiz: Sihirdir, kiminiz de kehanet ve recez (yeknesak halk şiiri) vs. diyorsunuz. 9Döndürülen ondan döndürülür. "Döndürülen ondan döndürülür": Döndürülüp de mahrum kalan ondan çevrilir. "Anhu"daki “He” zamiri Kur’ân'a râcîdir. Şöyle de denilmiştir: Çevrilen bu sözden, yani bu söz için ve bu sebepten dolayı imandan çevrilir. Katâde de hemze ve fe’nin fethi ile "men efeke” okumuştur. Amı b. Dinar da, hemzenin fethi ve fe’nin kesriyle "men efîke” okumuştur. 10O yalancılar kahrolsun. "O yalancılar kahrolsun": Fena şöyle demiştir: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem için yalancı bir sihirbaz ve şairdir, diyen ve bilmedikleri şeyi yalanla söyleyenlere lânet olsun. El -Avfı rivâyetinde de İbn Abbâs: Onlar kahinlerdir, demiştir. İbn Enbari de şöyle demiştir: Kati kelimesi Allah hakkında söylenirse, lânet manasınadır; çünkü Allah’ın lânet ettiği kimse öldürülmüş ve helak olmuş gibidir. 11O kimseler ki, onlar, sapıklık içinde gafillerdir. "O kimseler ki, onlar sapıklıktadır": Ahiret işine karşı körlük ve cehalet içindedir. "Gafiller": Sehv içindedirler, sehv de bir şeyden gafil olup onu aklına getirmemektir. 12"Ceza günü ne zaman?” diye sorarlar. "Ceza günü ne zaman, diye sorarlar": Yani: Ey Muhammed, hesap günü ne zaman, derler, bunu da yalanlamak ve alay etmek için söylerler. 13O günde onlar ateş üzerinde yakılır. Sonra o günden haber verip "o günde onlar ateş üzerinde” Zeccâc: "Elyevme” manaen mensubtur demiştir, mana da: Onlar ateş üzerinde oldukları gün ceza gerçekleşir, demektir, "yakılırlar (yüftenun)": Yani azap görürler. Bundan dolayıdır ki, yanmış gibi simsiyah karataşa: Fetîn, denir. 14(Onlara): "Yakılmanızı tadın. Bu, acele istediğiniz şeydir” (denir). "Tadın": Yani onlara tadın, denir. "fitneteküm (fitnenizi)": Bunun manasında da iki görüş vardır: Birincisi: Yalanlamanızı, bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Yanmanızı, bunu da Mücâhid, demiştir. Ebû Ubeyde şöyle demiştir: Söz burada bitti. Sonra yeniden başlayıp şöyle dedi: "Bu, acele istediğiniz şeydir": Müfessirler şöyle demiştir: Yani dünyada alay yollu acele istediğiniz şeydir. 15Şüphesiz müttakiler cennetlerde ve pınarlardadır. Sonra Allah’ın cennet halkına va’dettiği şeyi zikredip şöyle dedi: "Şüphesiz müttakiler cennetlerde ve pınarlardadır": Bunun şerhi de Bakara: 25 ve Hicr: 45’te geçmiştir. 16Rablerinin kendilerine verdiğini alıcılar olarak. Şüphesiz onlar bundan önce iyilik edenlerdir. "Ahizine": Zeccâc şöyle demiştir: Bu, hâl olmak üzere mensubtur, Mana da şöyledir: Cennetlerde ve pınar başlarındadır alma durumunda olarak "Rablerinin kendilerine verdiğini": Müfessirler şöyle demişlerdir: Allah’ın kendilerine ettiği ikramı. "Şüphesiz onlar bundan önce iyilik edenler idiler": İyi ameller edenler, demektir. Âyette başka bir yorum da vardır: "Rablerinin verdiğini alarak": Yani onlara emrettiği farzları yerine getirerek. "Şüphesiz onlar bundan önce idiler” onlara farz kılınmadan önce "iyilik edenler” Yani itâat edenler. Bu da Müslim el - Batin rivâyetinde İbn Abbâs’ın görüşünden çıkarılmıştır. 17Gece pek az uyurlardı. Sonra da iyiliklerinden bahsedip: "kanu kalilen minelleyli ma yehceun (gece pek az uyurlardı)” dedi. Hucu: Gece uyumaktır, gündüz değil. "Ma” edatı hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: Olumsuzluktur, sonra onun manasında da iki görüş vardır: Birincisi: Gece uykusuz kaldıklan az olurdu (az da olsa uyurlardı). Enes b. Malik ile Ebû’l - Âliyye şöyle demişlerdir: O akşamla yatsı arasıdır. İkincisi: Gece az uyumazlardı. Bazı kurralar "kalilen” kavli üzerinde vakfı tercih etmişlerdir, mana şöyle olur: İnsanlar içinde az idiler. Sonra yeni söze başlayıp "gece az uyurlardı” dedi. Mana da gece hiç uyumazlardı, demek olur. Bu da Dahhâk ile Mukâtil’in görüşleridir. İkincisi: "Ma” ellezi manasınadır, anlam şöyle olur: Uyudukları gece az idi, bu da Hasen, Ahnef b. Kays ve Zührî'nin görüşleridir. Buna göre "ma"nın zait olma ihtimali vardır. 18Seherlerde onlar istiğfar ederlerdi. "Seherlerde onlar istiğfar ederlerdi": Biz de bunu Al-i İmran: 17’de şerh etmiştik. 19Onların mallarında dilenci ve yoksul için bir hak vardır. "Mallarında bir hak vardır": Yani hisse vardır, bunda da iki görüş vardır: Birincisi: O; sıla-i rahim yaptıkları veya misafire ikram ettikleri veyahut mahrum birine yardımda bulunduklarıdır, zekât değildir. Bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: O zekattır, bunu da Katâde ile İbn Sîrin, demişlerdir. "Dilenci için” o da isteyendir. "Mahrum"da da sekiz görüş vardır: Birincisi: Müslümanların ganimetinde hissesi olmayandır ki, ona memnu denir. Bunu da İbn Abbâs, demiştir. İbrahim de: Ganimette payı olmayandır, demiştir. İkincisi: O artan bir şeyi olmayandır, bunu da Mücâhid, demiştir. Atâ’ da böyle: O rızkı ve ticareti gelişmeyendir, demiştir. Üçüncüsü: O fakir müslümandır, bunu da Muhammed b. Ali, demiştir. Dördüncüsü: Kimseden bir şey istemeyen onurlu kimsedir, bunu da Katâde ile Zührî, demişlerdir. Beşincisi: O ganimetten sonra gelendir, ona hisse yoktur. Bunu da Hasen b. Muhammed b. el -Hanefiyye, demiştir. Alrmctsı: O serveti ve ekini veyahut nesil ve davarı afete maruz kalandır. Bunu da İbn Zeyd, demiştir. Yedincisi: O köledir, bunu da Maverdi nakletmiştir. Sekizincisi: O köpektir, bu da Ömer b. Abdülaziz’den rivayet edilmiştir. Şa’hi şöyle derdi: Mahrumun ne manaya geldiğini bir türlü anlayamadım. Görüşlerin en açığı Katâde ile Zührî’nin görüşleridir. Çünkü onu isteyenle yanyana zikretmiştir: illetli kimse istemez -insanlar da neredeyse istemeyene vermezler- sonra illetli kimse fakir görüntüsü vermekten kaçınır; o zaman istemediği için kendi tarafından mahrum olur, vermedikleri için insanlar tarafından da mahrum olur. Onu ancak uyanık kimse anlar. Müfessirler bu âyetin mensuh olduğunu söylemişlerdir ki, doğru değildir. 20Yeryüzünde kesin iman edenler için ibretler vardır. "Yeryüzünde ibretler vardır": Dağlar, ırmaklar, ağaçlar, meyveler vs. gibi, "kesin iman edenler için": Aziz ve celil olan Allah'a inanıp O’nu eserleriyle tanıyanlar için. 21Nefislerinde de; görmüyor musunuz? "Kendi nefislerinizde” de âyetler vardır, çünkü bir zamanlar meni idiniz, sonra kemikler oldunuz, sonra kan pıhtısı, sonra bir çiğnem et parçası ve diğer çeşitli evreler gibi. Sonra da suretler, renkler ve tabiatlar değişti, kuvvetli organlar verildi: kulak, göz ve akıl ihsan edildi, yediğini kolayca çıkarma ve insanoğlunda görülen daha birçok acayip şeyler gibi. "Kendi nefislerinizde” söz burada bitti. Sonra "görmüyor musunuz?” dedi. Mukâtil: Sizi nasıl yarattığını görüp de ölüleri diriltmeye gücünün yettiğini anlamaz mısınız, demiştir. 22Gökte rızkınız ve size va’dolunan şey vardır. "Ve fissemai rizkuküm": Übey b. Ka'b, Humeyd ve Ebû Husayn el - Esedi, sakin ra ve ze ile kaf arasında elifle "erzakuküm” okumuşlar; İbn Mes’ûd, Dahhâk ve Ebû Nehik, meftuh ra, meksur ze ve ikisinin arasında elifle "razikuküm” okumuşlardır. İbn Muhaysın'dan da bu ikisi gibi okuduğu rivayet edilmiştir. Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: O yağmurdur, bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan, Leys de Mücâhid’ten rivayet etmiştir. O da cumhûrun görüşüdür. İkincisi: Cennettir, bunu da İbn Necih, Mücâhid’ten rivayet etmiştir. "Size va’dedilen": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: O hayır ile şerdir, ikisi de gökten gelir, bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan, İbn Ebi Necih de Mücâhid’ten demiştir. İkincisi: Cennettir, bunu da Leys, Mücâhid’ten rivayet etmiştir. Ebû Ubeyde şöyle demiştir: Bunun mecaz yönü: Rızkınız gökte olanın yanındadır ve size va’dolunan da O’nun yanındadır. Araplar bazı kelimeyi gizlerler. Nabiğa Zübyani şöyle demiştir: Sanki sen Ukayş oğulları devesindensin, Arka ayaklarına ses çıkaran kuru deri bağlanmış. Sanki sen Ukayş oğulları develerinden bir devesin, demek istemiştir. 23Göğün ve yerin Rabbi hakkı için, şüphesiz o, konuştuğunuz şey gibi elbette gerçektir. "Şüphesiz o elbette gerçektir": Yani onun zikrettiği âyetler, rızık, va’dolunan şeyler ve Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in durumu, "mislü ma enneküm tentıkun": Hamze, Kisâi, Ebû Bekir de Âsım rivâyetinde, “Lâm” ın ref'i ile "mislü” okumuşlardır. Kalanlar ise “Lâm” ın nasbi ile okumuşlardır. Zeccâc da şöyle demiştir: Kim ref ile "mislü” okursa, hakka sıfat yapmış olur, Mana da şöyledir: Şüphesiz o konuşmanız gibi gerçektir. Kim de nasb ile okursa, bu da iki mülahaza iledir: Birincisi: Mahallen merfu olmasıdır, ancak "enne"ye izafe edildiği için meftuh olmuştur. İkincisi: Tekit için mensûb olmuştur, Mana da şöyledir: İnnehu lehakkun hakkan misle nutkıküm. Bu da şu sözün gibidir: İnnehu lehakkun kema enneke tetekellemü. 24Sana İbrahim’in saygı değer misafirlerinin haberi geldi mi? "Hel etake hadisü dayfi ibrahimel mükremin (sana İbrahim’in saygı değer misafirlerinin haberi geldi mi?)": "Hel” İbn Abbâs ile Mukâtil’in görüşlerinde "kad” manasınadır, o zaman anlam şöyle olur: Sana gerçekten geldi, sen de onu dinle, onu sana anlatacağız. Misafirleri de: Müjde getirenlerdir. Onların sayılarını da Hûd: 70’te zikretmiştik. Orada misafirin manasını da zikretmiştik. "Mükremin"in manasında da dört görüş vardır: Birincisi: Çünkü onlara dana kızartması ikram etmişti, bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan demiş; Mücâhid de öyle demiştir. İkincisi: Onlara kendisi ve karısı bizzat ikram etmişlerdi, bunu da Süddi, demiştir. Üçüncüsü: Onlara Allah katında ikram edilmiştir (saygı değer), bunu da Abdülaziz b. Yahya, demiştir. Dördüncüsü: Çünkü misafirdirler, misafire ise ikram edilir, bunu da Ebû Bekr el - Verrak, demiştir. 25Hani, yanına girmişler: "Selam!” demişlerdi. O da: "Selam. Tanınmamış bir topluluk(sunuz, sizi tanıyamadım) demişti. "Selam, dediler": Bunu da Hûd: 70’te zikretmiştik. "Tanınmamış bir topluluksunuz (kavmun münkerun)": Zeccâc: Entüm kavimin münkerun manasında merfu olmuştur, demiştir. Onları tanımamasında da müfessirler dört görüş beyan etmişlerdir: Birincisi: Çünkü onları bilmiyordu, bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Çünkü ona öyle bir selam vermişlerdi ki, o zamanda o yerde öyle selam yoktu. Bunu da Ebû’l - Âliyye, demiştir. Üçüncüsü: Çünkü yanına izinsiz girmişlerdi. Dördüncüsü: Çünkü hem insana hem de meleklere benziyorlardı. 26Hemen ailesine sıvıştı; semiz bir dana (kızartması) getirdi. "Ferağa ilâ ehlihi (hemen ailesine sıvıştı)": İbn Kuteybe şöyle demiştir: Gizlice onlara doğru gitti, revağ ancak gizli gidip gelmeye denir. "Semiz bir dana getirdi": O kızarmış idi. 27Onu onlara yaklaştırdı: "Yemez misiniz?” dedi. "Onu onlara yaklaştırdı": Zeccâc şöyle demiştir: Ondan yemeleri için onu onlara yaklaştırdı; yemediler, "yemez misiniz?” dedi. Hoşlanmayarak, yani yememeniz kabul edilir bir durum değildir, dedi. 28Onlardan bir korku hissetti. "Korkma” dediler ve onu bilgili (akıllı) bir oğulla müjdelediler. "Onlardan bir korku hissetti": Bunu da Hûd: 70’te şerh etmiş idik. "Bilgili (uslu) çocuğu” da Hicr: 54’te zikretmiştik. 29Karısı çığlık içinde gelip yüzünü tokatladı: "(Ben) kısır bir karıyım” dedi. "Karısı çığlık içinde geldi": O da Sara’dır. Ferrâ’ ile İbn Kuteybe şöyle demişlerdir: Karısı bir yerden bir yere gelmedi, bu şunun gibidir: Akbele yeştümüni (bana sövmeye başladı), asbaha yesihu ve yettekilü (bağırmaya ve dayanmaya başladı) yani bu hareketi yaptı, demektir. Sarra ise: Çığlıktır. Ebû Ubeyde: Sarra, şiddetli sestir, demiştir. Nasıl bir ses çıkardığında da iki görüş vardır: Birincisi: Ah etti, bunu da Katâde, demiştir. İkincisi: Eyvah, dedi, bunu da Ferrâ’ zikretmiştir. "Yüzünü tokatladı": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Yüzüne tokat vurdu, bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Şaşkınlığından alnını dövdü, bunu da Mücâhid, demiştir. Sakk’in manası: Bir şeye yassı bir şeyle vurmaktır. "Ve kalet acuzun": Ferrâ’ şöyle demiştir: Bu, gizli bir fiille merfudur, "etelidü acuzun (yaşlı kadın doğurur mu?) demektir. Zeccâc da mana şöyledir, demiştir: Ene acuzun akimün fekeyfe elidü (ben kısır bir karıyım, nasıl doğururum?) Biz de "akim"in manasını Hûd. 72 de zikretmiştik. 30Onlar da: "Öyledir, Rabbin, dedi. Çünkü O, hikmet sahibi, her şeyi bilendir” dediler. "Öyledir, dediler": Sen bir oğlan doğuracaksın, Mana da şöyledir: Biz sana aziz ve celil olan Allah’tan haber veriyoruz, O hikmet ve ilim sahibidir, kısırı doğurgan yapmaya gücü yeter. İbrahim o zaman onların melek olduklarını anladı. 31Dedi: "Meseleniz nedir, ey elçiler?" 32Dediler: "Gerçekten biz, bir suçlular kavmine gönderildik". "Dedi: Meseleniz nedir?": Bu da Hicr: 57’de tefsir edilmiştir. 33"Onların üzerlerine çamurdan taş gönderelim, diye". "Çamurdan taş": İbn Abbâs: Tuğla, demiştir. 34"Rabbinin katında aşırı gidenler için işaretlemiş (taşlar). "Rabbinin katında işaretlenmiş": Bunu da Hûd: 83’te şerh etmiştik. "Aşırı gidenler için": İbn Abbâs: Müşrikler için, demiştir. 35Derken orada mü’minlerden kim varsa, hepsini çıkardık. "Orada kim varsa çıkardık": Yani Lût’un kentlerinden, "mü’minlerden": Bu da "Aileni gece yürüt” kavlidir (Hûd: 82). 36Orada Müslümanlardan bir evden başkasını bulamadık. 37Orada acıklı azaptan korkanlar için bir işaret bıraktık. "Orada Müslümanlardan bir evden başkasını bulamadık": O da Lût ile iki kızıdır. Aziz ve celil olan Allah onları iman ve İslâm'lâ niteledi; çünkü nerede bir mü'min varsa aynı zamanda müslümandır. 38Mûsa'da da (bir işaret bıraktık). Hani, onu açık bir delille Fir’avn’e göndermiştik. "Mûsa’da da": Yani onda da bir işaret vardır. "Hani onu açık bir delille Fir’avn’e göndermiştik": Açık kanıtla demektir. 39(Fir’avn) erkanı ile yüz çevirdi ve: (Bu), bir sihirbaz yahut delidir” dedi. "Fetevella": Yüz çevirdi, "erkanı ile": Mücâhid: Adamları ile demiştir. Ebû Ubeyde şöyle demiştir: Erkanı ve etrafı aynı manayadır, o da çevresi demektir. "Sihirbaz dedi": Yani Mûsa için: O sihirbazdır, dedi. "Yahut delidir (ev mecnun)": Ebû Ubeyde: "Ev” ve manasınadır, demiştir. 40Biz de onu ve ordularını yakalayıp onları denize attık. O ise kendini kınıyordu. "Yemm"i A’raf: 136’da, "mülim"i de de Saffat: 142’de zikretmiştik. 41Ad (kavmin)de de (bir işaret bıraktık). Hani, onların üzerlerine de o kısır rüzgarı göndermiştik. "Ad'de de": Yani onların helakinde de işaret vardır. "Hani onlara o kısır rüzgarı göndermiştik": O da hayırsız ve bereketsiz demektir ki, ağacı aşılamaz, yağmur taşımaz; o sadece mahvetmek içindir. Said b. Müseyyeb de: O güney rüzgarıdır, demiştir. 42Üzerinden geçtiği her şeyi mutlaka çürümüş gibi bırakıyordu. "Üzerinden geçtiği her şeyi": Can olsun mal olsun, "çürümüş gibi yapardı": Eskimiş ve helak olmuş gibi yapardı. Ferrâ’ şöyle demiştir: Remim: Kuruyan ve ezilen ottur. Zeccâc da, remim: Kuruyan ve kırılan yapraktır, demiştir ki, beşim de o manayadır. 43Semud’da da (bir işaret bıraktık). Hani onlara: "Bir süreye kadar istifade edin” denilmişti. "Semud'da da": Yine onlarda da bir âyet ve ibret vardır, "hani onlara: Bir süreye kadar istifade edin, denilmişti": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Onlara tehdit mahiyetinde: Dünyada ecelleriniz gelinceye kadar istifade edin, denilmişti. İkincisi: Salih Peygamber, deve kesildikten sonra onlara: Size üç gün süre verilmiştir, dedi. O sürenin dolması ecellerinin gelmesi idi. 44Onlar Rablerinin emrine baş kaldırdılar da onları bakarlarken yıldırım yakaladı. "Rablerinin emrine baş kaldırdılar": Mukâtil: O'mın emrine karşı geldiler, demiştir. "Onları yıldırım yakaladı": Yani azap, o da Cebrâil'in sesiyle ölmektir. Yalnız Kisâi, aynın sükunu ile dilsiz olarak "es - sa'katii” okumuştur, o da azaptan işitilen sestir. "Oysa onlar bakıyorlardı": Bunda da iki görüş vardı: Birincisi: Onu gözleriyle görüyorlardı. İkincisi: Onlar azabı bekliyorlardı; Cumartesi günü onlara çığlık halinde geldi. 45Kalkmaya güç yetiremediler ve öç alanlar da olmadılar. "Kalkmaya güç yetiremediler": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: O çarpılmadan kalkamadılar. İkincisi: Allah’ın azabına dayanamadılar, "öç de alamadılar” Yani azaba mani de olamadılar, demektir. 46Nûh kavmini de daha önceden (helak ettik). Çünkü onlar bir fasıklar kavmi idiler. "Ve kavme Nûh’ın min kablii": Ebû Amr-Abdülvaris rivâyeti hariç - Hamze ve Kisâi, mimin kesri ile (ve kavmi) okumuşlardır. Abdülvaris ise mimin ref'i ile rivayet etmiştir. Diğerleri ise nasbi ile okumuşlardır. Zeccâc şöyle demiştir: Kim kavm’i mecrur okursa, ve fi kavmi Nûh’ın ayettin demek istemiştir. Kim de mensûb okursa, onu "feehazethümtis saikatii” kavlinin manasına atfetmiş olur; çünkü onun manası: Ehleknahüm (onları helak ettik) demektir. O zaman mana şöyle olur: Ve ehlekna kavme Nûh’ın. En güzeli - Allah bir ya - "feehaznalıü ve cünudehu fenebeznahüm filyemmi” kavline bağlanmasıdır; zira mana: Ağraknahu ve ağrakna kavme Nûh’ın, demektir. 47Göğü kuvvetle bina ettik ve gerçekten biz, elbette genişletenleriz. "Göğü de bina ettik (vessemae beneynaha)": Mana: Vebeneynes semae beneynaha, demektir. "Bieydin": Kuvvetle demektir. İbn Abbâs, Mücâhid, Katâde, diğer müfessir ve dilciler de: Bieydin, kuvvetle manasınadır, demişlerdir. "Gerçekten biz elbette genişletenleriz": Bunda da beş görüş vardır: Birincisi: Rızkı yağmurla genişletiyoruz, bunu da Hasen, demiştir. İkincisi: Göğü genişletiyoruz, bunu da İbn Zeyd, demiştir. Üçüncüsü: Güçlüyüz, bunu da İbn Kuteybe, demiştir. Dördüncüsü: Gökle yerin arasını genişletmekteyiz. Bunu da Zeccâc, demiştir. Beşincisi: Genişiz, islediğimiz şeyi yapamamaktan daralmayız. Bunu da Maverdi nakletmiştir. 48Yeri, onu da döşedik; biz ne güzel döşeyenleriz. "Velarda fereşnaha fenimel mahidtın": Zeccâc şöyle demiştir: Bu, makabline ma’tûftur, gizli bir fiille mensubtur, onu da "fereşnaha” göstermektedir; mana: Fereşnel arda fereşnaha demektir. "Fenimel mahidun": Fenimel mahiduna nahnu, demektir. Mukâtil: Onu döşedik, yani onu yaydık, o da beş yüz yıllık yoldur, demiştir ki, uzak ihtimaldir. Katâde ise şöyle demiştir: Yerin çevresi yirmi b. fersahtır. Allah daha iyi bilir. 49Her şeyden iki çift yarattık ki, iyice düşünesiniz diye. "Her şeyden iki çift yarattık": Yani erkek ve dişi, kara ve deniz, gece ve gündüz, tatlı ve acı, aydınlık ve karanlık vb. gibi iki sınıf ve iki çift yarattık, demektir. "ki, iyice düşünesiniz diye": O zaman çiftleri yaratanın tek olduğunu görürsünüz. 50Allah’a koşun. Şüphesiz ben sizin için O'ndan apaçık bir uyarıcıyım. "Allah'a koşun": Günahlarınızdan Tevbe ederek, Mana da şöyledir: inkâr ve isyan gibi azap gerektiren şeylerden itâat ve iman gibi sevap gerektiren şeylere koşun. 51Allah ile başka bir İlâh kılmayın. Şüphesiz ben sizin için bir uyarıcıyım. 52İşte böyle. Kendilerinden öncekilere de bir peygamber gelse, mutlaka: "Bir sihirbaz yahut bir deli” dediler. "İşte böyle": Yani senin kavmin seni inkâr edip de sihirbazdır veya delidir, dedikleri gibi senden öncekiler de peygamberler için aynısını dediler. 53Bunu birbirlerine tavsiye mi ettiler? Hayır, onlar azgın bir topluluktur. "Bunu birbirlerine tavsiye mi ettiler?": Yani bu inkârı öncekiler sonrakilere tavsiye mi ettiler? Bu, azarlama sorusudur. Ebû Ubeyde şöyle demiştir: Bunda anlaştılar da birbirlerinden mi aldılar? "Hayır, onlar azgın bir topluluktur": Kendilerine verilen şeylerdeki taşkınlık onları yalanlamaya sürükledi. İşaret edilenlerde Mekke halkıdır. 54Onlardan yüz çevir. Sen kınanmış değilsin. "Onlardan yüz çevir” sen onlara tebliğ ettin, "sen kınanmış değilsin” çünkü sen mesajı ilettin. Müfessirlerin çoğuna göre bu âyet mensuhtur. Onu nesh eden hakkında da iki görüş vardır: 55Öğüt ver; zira öğüt mü’minlere fayda verir. Birincisi: O, "sen hatırlat, hatırlatma mü’minlere fayda verir” kavlidir. İkincisi: Kılıç âyetidir (Hac:39). "Zekkir": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: öğüt ver, bunu da Mukâtil, demiştir. İkincisi: Onlara Allah’ın belli günlerini, azap ve rahmetini hatırlat. Bunu da Zeccâc, demiştir. 56Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler, diye yarat tını. "Vema halaktül cinne velinse illâ liyabüduni": Ya’kûb vasılda da vakıfta da "yabuduni” ve "yutimuni” ve "vela yastaciluni "de ye ile okumuştur. Bu âyette dört görüş halinde ihtilaf etmişlerdir: Birincisi: Bana ibadet etmelerini emretmek için yarattım, bunu da Ali b. Ebû Talib demiş; Zeccâc da bunu tercih etmiştir. İkincisi: Kulluğu ister istemez ikrar etmeleri için, bunu da İbn Abbâs, demiştir. Bunun açıklaması da: "Eğer onlara, kendilerini kim yarattı, diye sorsan, elbette Allah, derler” (Zuhruf: 87) âyetidir. Üçüncüsü: O, mü'minlere özeldir, Said b. Müseyyeb şöyle demiştir: Ben bana ibadet edenleri ancak bana ibadet etmeleri için yarattım. Dahhâk, Ferrâ’ ve İbn Kuteybe de şöyle demişlerdir: Bu, O’na itâat edenlere hastır. Bu da Kadı-Ebû Ya’lâ’nın tercihidir, çünkü o şöyle demiştir: Bunun manası özeldir, genel değildir. Çünkü geri zekalılar, çocuklar ve deliler, insan olmakla beraber muhatap değildirler. Kâfirler de "yemin olsun biz cin ve insanlardan çoğunu cehennem için yarattık” (A'raf:279) âyetinin delaletiyle bunun dışındadırlar. Binaenaleyh kim bedbaht olmak ve cehennemde yanmak için yaratılmışsa, ibadet için yaratılmamıştır (yazarın bu görüşüne hemen katılmak mümkün değildir. Mütercim). Dördüncüsü: Boyun eğmeleri ve zillet göstermeleri için yarattım, ibadetin lügattaki manası: Horluk ve bağlılıktır. Bütün mahlukat aziz ve celil olan Allah’ın hükmüne boyun eğmiş ve zillet göstermiştir. Aziz ve celil olan Allah'ın kaza ve kaderinin dışına çıkamazlar. Bu da bir grup ilim adamının görüşleridir. 57Ben onlardan bir rızık istemiyorum ve onlardan beni yedirmelerini de istemiyorum. "Ben onlardan bir rızık istemiyorum": Yani kendilerine rızık vermelerini istemiyorum "beniyedirmelerini de istemiyorum": Yani halkımdan bir kimseyi yedirmelerini de istemiyorum. Çünkü gerçek rızık veren benim. Neden beni yedirmeleri diyerek kendine isnat etti? Çünkü halk Allah'ın ailesidir, kim de bir kimsenin ailesini yedirirse onu yedirmiş gibi olur. Sahih hadiste Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Aziz ve celil olan Allah kıyamet gününde: Ey ademoğlu, senden beni yedirmeni istedim, beni yedirmedin, der. 58Şüphesiz Allah; rızık veren, sağlam kuvvet sahibi O'dur. "Rezzak": Dahhâk ile İbn Muhaysın, alim vezninde "Razık” okumuşlardır. Hattâbî de şöyle demiştir: O rızka kefil olup her nefsin gıdasını veren demektir. "Metin": Çok kuvvetli, gücü bitmeyen ve yaptığı işlerden dolayı sıkıntı duymayan manasınadır. Kuteybe, Kisâi'den, nunun kesresi ile "el - metini” rivayet etmiştir ki, Ebû Rezin, Katâde, Ebû’l - Âliyye ve A’meş de öyle okumuşlardır. Zeccâc da şöyle demiştir: "Züllkuvvetil metin": Çok güçlü ve muktedir, demektir; kim "el - metinü” diyerek merfu okursa, aziz ve celil olan Allah’a sıfat yapmış olur. Kim de kesre ile okursa kuvvete sıfat yapmış olur. Çünkü kuvvet kelimesinin müennesliği mevize’de olduğu gibi gerçek değildir. Şu âyette de durum aynıdır: "Femen caehu mevızetün min rabbihi” (Bakara: 275). 59Şüphesiz zâlimler için arkadaşlarının (azap) hissesi gibi bir hisse vardır. Öyleyse beni aceleye getirmesinler. 60Vay kâfirlere, kendilerine va’dolunan günlerinden dolayı! "Şüphesiz zâlimler için vardır” yani Mekke müşrikleri için "bir hisse": Yani azaptan bir hisse demektir. "Arkadaşlarının hissesi gibi": Yani Nûh, Ad ve Semud kavimleri gibi helak olan kavimlerin demektir. Ferrâ’ da şöyle demiştir: Zenub Arap dilinde: Büyük kovaya denir, ancak Araplar sonra ona nasip ve hisse manası vermişlerdir. Şair şöyle demiştir: Bizim kovalarımız vardır, sizin de kovalarınız vardır, Eğer kabul etmezseniz bizim eski kuyumuz vardır. Zenub müzekker de müennes de kullanılır. İbn Kuteybe şöyle demiştir: Zenub'un aslı: Büyük kovadır, onlar su çekerlerdi, her birinin bir kovası olurdu. O nedenle "zenub” şans ve hisse manasına kullanılmıştır. "Öyleyse beni aceleye getirmesinler": Yani eğer azapları kıyamete bırakılırsa, acele etmesinler ki, o, kendilerine va'dedilen gündür. Onun: Bedir savaşı günü olduğu da söylenmiştir. |
﴾ 0 ﴿