52-TUR SÛRESİ1Yemin olsun Tûr’a, "Tûr’a yemin olsun": Bu, Allahü teâlâ'nın Mûsa aleyhisselam’lâ üzerinde konuştuğu dağa yemindir. O Medyen toprağındadır, adı da Zebir’dir. 2Satır satır yazılmış kitaba, "Satır satır yazılmış kitaba": Bunda da dört görüş vardır: Birincisi: O Levh-i Mahfuz’dur, bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan, demiştir. İkincisi: Âdemoğullarının amel defterleridir, bunu da Mukâtil ile Zeccâc, demişlerdir. Üçüncüsü: Tevrat’tır. Dördüncüsü: Kur’ân’dır, bu ikisini de Maverdi nakletmiştir. 3Yayılmış ince deriye (yazılmış). "Fi rakkın": Ebû Ubeyde şöyle demiştir: Rak: Kağıttır, menşur da: Yayılmış, açılmış manasınadır. 4Beyt-i Mamur’a, "Beyt-i Mamur": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: O gökte bir evdir. O hangi göktedir? Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: O yedinci kat göktedir, bunu da Enes, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den rivayet etmiştir. Buhârî ile Müslim’de rivayet edilen Malik b. Sa’saa hadisi de bunu göstermektedir. İkincisi: O altıncı kat göktedir, bunu da Hazret-i Ali radıyallahu anh, demiştir. Üçüncüsü: O dünya göğündedir, bunu da Ebû Hureyre, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’den rivayet etmiştir, İbn Abbâs şöyle demiştir: O Ka’be istikametindedir, her gün onu yetmiş b. melek tavaf eder, bir daha da dönmezler. Bu kıyamete kadar devam eder. Ona Durah, denir. Rebi’ b. Enes de şöyle demiştir: Beytülmamur, Âdem zamanında Kabe’nin yerinde idi, Nûh zamanı gelince onu haccetmelerini emretti. Su taşınca dünya göğünde Beytullah’ın hizasına kaldınldı. İkincisi: O Beytullah’tır, bunu da Hasen, demiştir. Ebû Ubeyde de: Mamurun manası: Ziyaretçisi çok demiştir. 5Yükseltilmiş tavana, "Yükseltilmiş tavan": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: O göktür, bunu da Hazret-i Ali radıyallahu anh ile cumhûr, demiştir. İkincisi: Arş'tir, bunu da Rebi’, demiştir. 6Kaynatılmış denize, "Deniz": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: O Arş’in altında bir denizdir, suyu koyudur, sura ilk üfürüldükten sonra ondan kulların üzerine kırk gün yağmur yağar; onlar da kabirlerinde ot gibi biterler. Bunu da Hazret-i Ali radıyallahu anh, demiştir. İkincisi: O dünya denizidir, bunu da Maverdi, zikretmiştir. "Mescur": Bunda da dört görüş vardır: Birincisi: Doludur, bunu da Hasen, Ebû Salih, İbn Saib ve bütün dilciler demişlerdir. İkincisi: Tutuşmuş, demektir, bunu da Mücâhid ile İbn Zeyd, demişlerdir. Şinıir b. Atıyye de şöyle demiştir: O tutuşmuş firın gibidir. Üçüncüsü: O kurumuş, suyu çekilmiştir, bunu da Ebû’l- Aliye, demiştir. Hasen'den de şöyle dediği rivayet edilmiştir: O denizler tutuşturulur, öyleki suyu gider, bir damla kalmaz. Bu iki görüş Mücâhid’in görüşüne dayanmaktadır. Hadiste de Allahü teâlâ’nın bütün denizleri ateşe çevireceği ve cehenneme ilâve edileceği nakledilmiştir. Dördüncüsü: "Mescur": Tatlısı tuzlusuna karışmış, demektir, bunu da Rebi’ b. Enes, demiştir. Allahü teâlâ bu şeylerle yemin etti, çünkü bunlarda müşriklere edeceği azaba gücünün rahat yeteceğine delil vardır. O nedenle: 7Ki, şüphesiz Rabbinin azabı elbette vaki olacaktır. "Şüphesiz Rabbinin azabı elbette vaki olacaktır” dedi. Yani ahirette gerçekleşecektir. Sonra ne zaman gerçekleşeceğini açıklayıp 8Onun için bir önleyici yoktur. 9O günde ki, gök bir çalkalanmakla çalkalanır. "O gün gök bir çalkalanmakla çalkalanır” dedi. Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: Dönmekle döner, bunu İkrime, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Mücâhid de böyle demiştir. Onu Ferrâ’, İbn Kuteybe ve Zeccâc da tercih etmişlerdir. İkincisi: Sarsıldıkça sarsılır, bunu da İbn Ebi Talha, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Katâde de böyle demiştir. Ebû Ubeyde de: Salınır, demiştir. Şair A’şa da bu manada kullanmıştır: Komşusunun evinden çıkıp bir yürüyüşü vardır ki, bulut gibi ağar, ne yavaş ne hızlı. Üçüncüsü: Allahü teâlâ’nın emrinden dolayı birbirine girer, bunu da Dahhâk, demiştir. Bundan sonrasının açıklaması da Neml: 88'de geçmiştir. 10Dağlar bir yürümekle yürür. 11O gün vay yalanlayanlara! 12O kimseler ki, onlar, daldıkları şeyde oynuyorlar. "Onlar daldıkları şeyin içinde oynuyorlar": Yani Muhammed'den konuşurken onu yalanlamak ve onunla alay etmekle konuşmaya daldıkça dalıyorlar, O'nun zikrini unutuyorlar. Yazıklar olsun onlara! 13O gün cehenneme bir itilmekle itilirler. "Yevme yuda une": İbn Kuteybe: İtilirler, demiştir. Dea’tuhu edu’uhu, itmek manasınadır. "Yedu’ul yetime” (Maun: 2) de bundandır. İbn Abbâs da: Boyunlarından çekilir, ta cehenneme atılırlar, demiştir. Mukâtil de şöyle demiştir: Elleri boyunlarına bağlanır, perçemleri ayaklarıyla birleştirilir, sonra da cehenneme yüzleri üstü sürüklenirler. Ona yaklaşlıklan zaman bekçileri onlara: 14"İşte yalanladığınız ateş budur!” denir. "İşte bu, inanmadığınız o ateştir” denilir, yani dünyada iken inanmadığınız, demektir. 15"Bu sihir midir yoksa siz görmüyor musunuz?" "Bu sihir midir?": Yani bu gördüğünüz azap. Çünkü sizler pegamberlerin sihirbaz olduklarını iddia ettiniz "yoksa görmüyor musunuz?” ateşi. 16"Girin oraya; ister sabredin ister sabretmeyin; size birdir. Ancak yaptığınız şeyle cezalandırılıyorsunuz!" Ona atıldıkları zaman bekçileri onlara: "girin içine” derler. Başkası da şöyle demiştir: Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’i gözbağcı sihirbaz olarak niteleyince, ateşi gördükleri zaman bu şekilde azarlanırlar ve onlara: "islevha": Onun sıcağını çekin, denilir. "Sabredin” azaba "ister sabretmeyin, sizin için birdir” sabretmek de etmemek de "ancak cezalanıyorsunuz” cezasını çekiyorsunuz, "yaptığınız şeylerin” küfür ve yalanlama gibi. 17Şüphesiz müttakiler cennetlerde ve nimetlerdedir. 18Rablerinin kendilerine verdiği ile zevk sürerek. Rableri onları cehennem azabından korumuştur. Sonra bunun ardından mü’minler için hazırlanan şeyleri niteledi, "fakihin": Ulifle de elifsiz de okunmuştur. Biz de bunu Yûnus: 55'te şerh etmiş idik. "Onları korudu": Yani onlardan çevirdi, demektir. "Cahim” de Bakara: 119’da zikredilmiştir. 19Yiyin, için; yaptığınız şeylerle afiyetle. "Yiyin": Yani onlara: Yiyin, denir, "için, afiyetle” ondan hastalanmaktan emin olunuz. Zeccâc, mana şöyledir, demiştir: Bu son halinizden dolayı sizi tebrik ederiz. Biz de bunu Nisa: 4’de şerh etmiştik. Sonra yiyip içerken hallerini zikretti: 20Sıra sıra dizilmiş koltuklara yaslanarak. Onları iri gözlü hurilere eş yaptık. "Koltuklara yaslanarak” dedi. İbn Cerir şöyle demiştir: Burada söylenmeyen kelime vardır, takdiri şöyledir: Alâ nemarika alâ sürürin (sedirler üzerindeki yastıklara yaslanarak). Sürür de serir’in çoğuludur. "Sıra sıra dizilmiş": Yan yana konulmuş, demektir. Âyetin kalan kısmı da Duhan: 54’te tefsir edilmiştir. 21İman edip de zürriyetleri kendilerine imanla tabi olanlara zürriyetlerini de onlara kattık. Onların amellerinden hiçbir şey eksiltmedik. Her kişi kazandığı şeye karşılık rehindir. "Veetbanahüm zürriyyatihim": İbn Kesir, Âsım, Hamze ve Kisâi, te ile "vettebathüm", tekil olarak da "zürriyyetehüm” yine tekil olarak “bihim zürriyyetühüm” okumuşlardır. Nâfi de, tekil olarak "vettebeathüm zürriyyetühüm” ve çoğul olarak da "zürriyyatihim” okumuştur. İbn Âmir de, iki yerde de "ve etbanahüm zürriyyatihim” ve "bihim zürriyyatihim” okumuştur. Tefsirinde de üç görüş halinde ihtilaf etmişlerdir: Birincisi: Bunun manası şudur: Zürriyetleri imanla onları takip ettiler, bizde mü'min olan zürriyetlerini cennette onlara kattık. Bunlar atalarının derecesine ulaşmasalar da Allahü teâlâ atalarına ikram olarak onları evlatları ile birleştirir. Bu mana Said b. Cübeyr ile İbn Abbâs'tan rivayet edilmiştir. İkincisi: Zürriyetleri imanla onlara tabi oldular yani baliğ olup iman ettiler, biz de iman derecesine ermeyen küçük zürriyetlerini onlara kattık. Bu mana da İbn Abbâs'tan rivayet edilmiş, Dahhâk da böyle demiştir. Bu görüşün manası şöyledir: Onların büyük zürriyetleri iman etmekle onlara tabi oldular, küçük çocukları da babalarının iman etmeleriyle kendilerine tabi oldular. Çünkü baba Müslüman olursa çocuk da hükmen Müslüman sayılır. Üçüncüsü: "Zürriyetlerini onlara tabi kıldık” babalarının iman etmeleriyle, o yüzden onları da cennete girdirdik. Yine bu da İbn Abbâs’tan rivayet edilmiştir. "Vema eletnahüm": Nâfi, Ebû Amr, İbn Âmir, Âsım, Hamze ve Kisâi, “Lâm” ın fethi ve hemze ile "eletnahüm” okumuşlar; İbn Kesir de “Lâm” ın kesri ile "elitnahüm” okumuştur. İbn Şünbuz da Kunbui’dan rivayet ederek hemzesiz olarak “Lâm” ın kesri ile "velitnahüm” okumuşlardır. Ebû'l-Al iye, Ebû Nehik ve Muaz el -Kari, hemzesiz olarak “Lâm” ın fethi ile okumuşlardır. İbn Semeyfa hemzeyi meftuh ve medli olarak "âletnahüm” okumuştur. Dahhâk ile Âsım el - Cahderi de, meftuh vav, mensûb lâm ile hemzesiz okumuşlardır. İbn Mes’ûd ile Ebû’l - Mütevekkil, cealıülıüm kalıbında "vema elettühiim” okumuşlardır. Biz bu kelimeyi Hucurat: 140'ta zikretmiştik, mana da: Zürriyetlerine vermekle babaların hakkını kısmadık, demektir. "Her kişi kazandığı şeye karşılık rehindir": Yani ameline karşı ipotektir, kimse kimsenin amelinden sorulmaz. Bu Kelâmın cehennemliklere mahsus olduğu da söylenmiştir. Söz burada tamam oldu. 22Onlara canlarının çektiği meyve ve etten bol bol verdik. "Onlara bol bol verdik": İbn Abbâs: bu haklarının üzerine yapılan ilavedir, demiştir. 23Orada bir bardak kapışırlar ki, onda ne boş lâf ne de günaha sokma yoktur. "Kapışırlar": Ebû Ubeyde şöyle demiştir: Karşılıklı alıp verirler, dolaştırırlar. Şair Ahtal şöyle demiştir: Kuzey rüzgarı ile soğumuş hoş kokulu bardağı elinden kaptım, Horoz da öttü, gece yürüme vakti geldi. Zeccâc da şöyle demiştir: Bu, bardağı onun elinden alır, o da bunun elinden alır, demektir. Ke’s kelimesini ise Saffat: 45’te şerh etmiş idik. "Lâ lağvım fiha vela te’sim": İbn Kesir ile İbn Âmir nasb ile "lalağve fiha vela te’sime” şeklinde rasb ile okumuşlar; diğerleri ise ref ile tenvinli olarak "lalağvun fiha vela te’simün” okumuşlardır. İbn Kuteybe şöyle demiştir: Akılları gidip de boş konuşarak günaha girmezler, nitekim dünya içkilerinde öyle olur. Başkası da şöyle demiştir: Te’sim, ism kökünden tef il kalıbındadır, âsemeiıu denir ki: Birini günaha sokmaktır, Mana da şöyledir: O bardak onları günaha sokmaz. 24Etraflarında saklı inciler gibi uşakları dolaşır. "Etraflarında dolaşır” hizmet için "uşakları, sanki onlar” güzellik ve beyazlıkta "saklı bir incidir": Yani korunmuştur, el değmemiştir. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e: "Ya Nebiyyallah, hizmetçi böyledir, gör ki, efendi nasıldır?” dediler, o da şöyle dedi. Efendinin hizmetçiye karşı üstünlüğü dolunayın diğer yıldızlara karşı üstünlüğü gibidir. 25Kimileri kimilerine döndü, soruşturuyorlar. "Kimileri kimilerine döndü, soruştururlar": İbn Abbâs: Dünyadaki korku ve yorgunluklarını hatırlarlar, demiştir. O da arkadaki cümledir: 26Dediler: "Gerçekten biz bundan önce ailemizin içinde korkardık". "Gerçekten biz bundan önce ailemizin içinde": Yani dünyada iken "korkardık": yani azaptan korkardık. 27"Allah bize lütfetti ve bizi insanın içine işleyen o azaptan korudu". "Allah bize lütfetti” bağışlamakla "ve bizi insanın içine işleyen azaptan korudu": Yani ateş azabından, Hasen şöyle demiştir: Semum cehennemin isimi erindendir. Başkası da şöyle demiştir: O cehennemin yalını ve sıcaklığıdır. 28"Şüphesiz biz bundan önce O’na ibadet ediyorduk. Şüphesiz O, ihsanı bol, çok merhamet edendir". "Şüphesiz biz bundan önce O’na ibadet ediyorduk": Yani O'nu birliyor ve O'na karşı İhlas gösteriyorduk, "lnnehu hüvel berrü": Nâfi ile Kisâi, hemzenin fethi ile "ennehu” okumuşlardır. "Berr"in manasında da üç görüş vardır: Birincisi: Va'dinde sadık demektir, bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. İkincisi: Lütufkârdır, bunu da İbn Ebi Talha, İbn Abbâs'tan rivayet etmiştir. Üçüncüsü: Kullarına karşı şefkatli, onlara iyilik eden, lütfundan kimseyi dûr etmeyen (uzaklaştırmayan)dır. Bunu da Ebû Süleyman Hattâbî, demiştir. 29Sen öğüt ver; sen Rabbinin nimeti sayesinde ne bir kahinsin ne de bir deli. "Sen öğüt ver": Yani Kur’ân'lâ öğüt ver, "sen Rabbinin nimeti sayesinde değilsin": Yani O’nun sana peygamberlik nimeti sayesinde "bir kahin” o gaybı bildiğini vehmeder ve vahiy gelmediği halde yarın ne olacağını haber verir. Mana da şöyledir: Sen ancak vahiyle konuşursun, Mekke kâfirlerinin sana dediği gibi değilsin. 30Yoksa: "Şairdir, ona zamanın hadiselerini mi bekliyoruz?” diyorlar. "Em yekulune şairün": Yani hüve şairün (o şairdir mi diyorlar?) Ebû Ubeyde: "Em” "bel” (hayır) manasınadır, demiştir. Şair Ahtal da bu mana da şöyle demiştir: Gözün sana yalan söyledi, hayır, sen Vasıt’ta gördün, Alaca karanlıkta sisin altında hayal (gördün). Şair burada sormuyor, kesin gördüğüne hükmediyor. "Neterabbesu bihi reybel menün": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Reybel menün ölümdür, bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Zamanın hadiseleridir, bunu da Mücâhid, demiştir. İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Zamanın hadiseleri, acıları ve musibetleridir. "Menün” dehr (zaman) demektir. Şair Ebû Zueyb şöyle demiştir: Zamandan ve cilvesinden mi sızlanıyorsun, Zaman (dehr, felek) kimsenin gözyaşına bakmaz. Esmaî beyti bize böyle aktardı. O, menun’un zaman manasına geldiğini söylerdi. Şiirde geçen "veddehrü leyse bu mutibin” kavli de bunu gösterir, sanki "zamandan ve cilvesinden mi acınıyorsun” demek istemiştir. Kisâi de şöyle demiştir: Araplar: Laukellimüke ahirel menuni derler ki: Seninle dünyanın sonuna kadar konuşmam, demektir. 31De ki: "Bekleyin; şüphesiz ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim!" "De ki: Bekleyin": Yani benim için bunu bekleyin, "ben de sizinle beraber beklemekteyim": Yani ben de sizin azabınızı bekliyorum. Onlar Bedir savaşında kılıçla azap gördüler. Bazı müfessirler de: Bu, kılıç âyetiyle mensuhtur, demişlerdir ki, doğru değildir. Çünkü iki âyet arasında çelişki yoktur. 32Yoksa onlara bunu akılları mı emrediyor yoksa onlar bir azgınlar toplumu mudur? "Yoksa onlara bunu akılları mı emrediyor?": Müfessirler şöyle demişlerdir: Kureyş ulularına ahlam denir ki, akıl (âkil) adamlar, demektir. Allah da akıllarını küçük düşürdü. Çünkü akılları onları batıldan çıkarıp hakka götürmedi. Amr b. As’a: "Senin kavmin neden Allah onları akıllı kimseler olarak nitelediği halde iman etmediler?” dediler. O da: Çünkü akılları hidâyetten mahrumdu, dedi. "Em te'mürühüm” ve "em hüm fihi” kavillerinde iki görüş vardır: Birincisi: Onların ikisi de "bel” (hayır) manasınadır, bunu da Ebû Ubeyde, demiştir. İkincisi: İstifham edatı manasınadır, bunu da Zeccâc, demiştir. Mana da şöyledir: Yoksa akılları onlara kendilerini tevhide davet edeni terk etmeyi mi emrediyor ve buna deliller mi getiriyor? Yoksa hak belli olduktan sonra taşkınlık ederek inanmıyorlar mı? İbn Kuteybe de, mana şöyledir, demiştir: Yoksa bunu onlara akıllan mı söylüyor. Çünkü anlayış akılla olur, âyette de akıl yerine hilm kullanılmıştır. 33Yoksa: "Onu kendi uydurdu” mu diyorlar? Hayır, onlar inanmıyorlar. "Yoksa onu kendi mi uydurdu, diyorlar?": Yani onu kendiliğinden mi söylüyor, diyorlar? Âyette geçen tekavvül: Zoraki söz söylemektir, ancak yalanda kullanılır, "hayır” yani durum onların iddia ettikleri gibi değildir. "İman etmiyorlar": Kibirlerinden Kur’ân’a inanmıyorlar. 34Öyleyse onun gibi bir söz getirsinler, eğer doğru söyleyenler iseler. "Öyleyse onun gibi bir söz getirsinler": O nazımda ve onun kadar açık ve güzel. Ebû Recâ’, Ebû Nehik, Müverrık el - İclî ve Âsım el - Cahderı, tenvınsiz olarak "bihadisi mislihi” okumuşlardır. "Eğer doğru söyleyenler iseler” onu Muhammed uydurdu iddialarında. 35Yoksa bir şeysiz mi yaratıldılar? Yoksa yaratanlar onlar mı? "Yoksa bir şeysiz mi yaratıldılar?": Bunda da dört görüş vardır: Birincisi: Yaratıcı bir Rab olmadan mı yaratıldılar? İkincisi: Babaları ve anaları olmadan mı yaratıldılar da o yüzden akıl etmiyorlar? Üçüncüsü: Yoksa gökler ve yer gibi bir şeysiz mi yaratıldılar, yani onlar yaratılma bakımından göklerden ve yerden daha zor değildirler; çünkü onlar bir şey olmadan (yoktan) var edildiler; kendileri ise Âdem’den yaratıldılar. Âdem de topraktan yaratıldı. Dördüncüsü: Yoksa hiçbir şey için (gayesiz) mi yaratıldılar? O zaman "min” lâm manasına gelmiş olur, Mana da şöyledir: Boş yere yaratılmadılar ki, emir ve yasak altına girmesinler. "Yoksa yaratanlar onlar mı?” ki, bu yüzden emir ve yasak altına girmiyorlar. Çünkü Yaratıcı emir ve yasak altına girmez. 36Yoksa gökleri ve yeri kendileri mi yarattılar? Hayır, onlar kesin şekilde inanmıyorlar. "Hayır, kesin inanmıyorlar” hakka, o da Allah’ın birliği ve yeniden yaratmaya gücünün yettiğidir. 37Yoksa Rabbinin hâzineleri onların yanında mı? Yoksa onlar zorbalar mı? "Yoksa Rabbinin hâzineleri onların yanında mı?": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: Yağmur ve rızıktır, bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Peygamberliktir, bunu da İkrime, demiştir. Üçüncüsü: Gayb ilmidir, bunu da Sa’lebî zikretmiştir. Zeccâc da, mana şöyledir, demiştir: Rabbinin hâzinelerindeki ilim onların yanında mı? Rabbinin yanındaki rızık da, denilmiştir. Bunlara ihtiyaçları olmadığı için mi Rablerinden yüz çeviriyorlar? "Em hümül Mûsaytırun": İbn Kesir, sin ile "museytırun” okumuştur. İbn Abbâs da: Mûsallat manasını vermiştir. Ebû Ubeyde de, el - Mûsaytırun: İlâhlar, demiştir. Teseytarte aleyye denir ki, beni köle edindin, demektir. Arap dilinde "müfeyil” vezninde ancak beş isim gelmiştir: Müheymin, müceymir, Mûsaytır, mübeytır ve mübeykır. Müheymin: Her şeyi sayıp kaydeden Allah’tır ki, hiçbir şey O’nun gözünden kaçmaz. Museytır: Mûsallat, demektir. Mübeytır: Baytardır, mübeykır da: Bir yerden çıkıp bir yere gidendir. Beykara denir ki: Diyar diyar dolaştı, demektir. Şair İmruulkays de şöyle demiştir: Haberiniz olsun, o kadına haber mi geldi -ki, olaylar gayet çoktur- Temlik oğlu İmruulkays diyar diyar dolaşıyor? Zeccâc da, el - Mûsaytırun: Mûsallat ilâhlardır, demiştir. Teseytara aleyna ve tesaytara denir ki, sin ile de sad ile de söylenir. Aslı sin’dir, her sin’den sonra tı gelirse, sad'a çevrilmesi câizdir. Setara ve satara, seta aleyna ve sata, denir. Müfessirler, Kelâmın manası şöyledir, demişlerdir: Yoksa onlar tannlar da dilediklerini yaparlar ve kimsenin emri ve yasağı altına girmezler? 38Yoksa onların çıkıp dinleyecekleri merdiven mi var? Öyleyse dinleyicileri açık bir delil getirsin. "Yoksa onların merdiveni mi var?” Yani göğe çıkacak asansörleri mi var? "Yestemiune fihi” onun üzerinde vahyi dinlerler? Burada "fi” “alâ” manasınadır, "Tıcuzuin nahli” (Taha: 71) âyetinde de böyledir. Mana: Vahyi dinlerler de haklı olduklarını mı öğrenirler? "öyleyse dinleyicileri getirsin": Eğer bunu iddia ederse "açık bir delil": Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem gibi o da kendi sözüne bir delil getirsin. 39Yoksa kızlar O’nun da oğullar sizin mi? "Yoksa kızlar O'nun da oğullar sizin mi?": Bu da onların kızları Allah’a nislıet etmelerine rettir. 40Yoksa sen onlardan bir ücret istiyorsun da ağır borç altında mı kalmışlar? "Yoksa sen onlardan bir ücret istiyorsun da ağır borç yükü altında mı kalmışlar?": Yani sen getirdiğin Bin için onlardan ücret mi istiyorsun ki, bu isteğin onlara ağır gelmiş olsun da onların İslâm'a girmelerine mani olsun? Mağrem ile ğuını aynı manayadır. Biz de bunu Beraet: 98’de şerh etmiştik. 41Yoksa gayb onların yanında da onlar mı (ona bakarak mı) yazıyorlar. "Yoksa gayb onların yanında mı?": Bu da "ona zamanın getireceklerini bekliyoruz” sözlerine cevaptır. Mana da şöyledir: Gayb onların yanında mıdır? Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: O Levh-i Mahfuz’dur, "onlar yazıyorlar": Ondakileri yazıp insanlara haber veriyorlar. Bunu da İhıı Abbas, demiştir. İkincisi: Gayb ilmi onların yanında mı ki, Muhammed'in onlardan önce öleceğini biliyorlar. "Onlar yazıyorlar": Yani hüküm verip: Seni ezeceğiz, diyorlar. Kitap: Hüküm manasınadır, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in: "Aranızda Allah’ın kitabı ile hüküm vereceğim” 1 hadisi de bundandır. Yani aziz ve celil olan Allah'ın hükmü ile hüküm vereceğim, demektir, İbn Kııleyhe de bu manaya kail olmuştur. 1 - Buhârî, Müslim ve Sünen sahiplerinin Ebû Hureyre'den rivayet ettikleri uzun bir ha-disten parçadır. 42Yoksa tuzak kurmak mı istiyorlar? Asıl kâfirler tuzağa düşenlerdir. "Yoksa tuzak kurmak mı istiyorlar?": O da Darunnedve’de verdikleri karardır. Biz de bunu "Hani bir zamanlar kâfirler senin için tuzak kuruyorlardı” (Enfal: 30) âyetinde şerh etmiştik. "Asıl kâfirler tuzağa düşenlerdir” sözünün manası da: Tuzaklarının ceremesini kendileri çekerler, demektir. Çünkü bunun zararı onlara döner. Nitekim Bedir savaşında ve diğer yerlerde öldürüldüler. 43Yoksa onların Allah’tan başka bir İlâhı mı var? Allah onların şirk koştukları şeyden münezzehtir. "Yoksa onların Allah’tan başka bir İlâhı mı var?": Yani onlara rızık veren ve onları Allah’tan başka muhafaza eden bir ilâh mı var? Mana şöyledir: Putlar İlâh değildir, çünkü onlar fayda ve zarar vermezler. Sonra da âyetin kalan kısmında kendini onların koştukları şirkten tenzih etti. 44Eğer gökten bir parça düştüğünü görseler: "Üst üste yığılmış bir bulut” derler. "Eğer gökten bir parça düştüğünü görseler": Mana şöyledir: Gökten üzerlerine bir parça düşse yine küfürlerinden vazgeçmezler ve bu, üst üste yığılmış bir bulut parçasıdır, derler. 45Bırak onları, ta çarpılacakları günlerine kavuşuncaya kadar. "Bırak onları": Onları kendi hallerine bırak "hatta yulaku": Ebû Cafer, ye’nin ve kafin fethi, “Lâm” ın sükunu ve elifsiz olarak, "yelkav” okumuşlardır. "Günlerine kavuşuncaya kadar": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: O ölüm günleridir. İkinci: Kıyamet günüdür. Üçüncüsü: Sûr’a ilk üfürme günüdür. "Yusakun": Âsım ile İbn Âmir, ye’nin ref’i ile meçhul olarak "yus’akun” okumuşlardır. Diğerleri de fethi ile malum olarak (yes’akun) okumuşlardır. "Yus’akun"da da iki görüş vardır: Birincisi: ölürler. İkincisi: Bayılırlar, meselâ "ve harra Mûsa saika” (A’raf: 143) âyetinde de böyledir. Bu da: O kıyamet günüdür diyenlere göredir ki, onlar korkularından bayılırlar. Müfessirler bu âyetin kılıç âyetiyle neshedildiğini söylerler ki, doğru değildir. Çünkü âyetin manası tehdittir (tehditte de nesih olmaz). 46O günde tuzakları onlardan bir şey savmaz ne de onlara yardım edilir. "O günde tuzakları onlardan bir şey savmaz": Bu da ilk gündür, Mana şöyledir: Tuzakları onlara fayda da vermez, onlardan azabı da savmaz. "Onlara yardım da edilmez": Azaptan uzaklaştırılmazlar da. 47Gerçekten zâlimler için bundan başka azap vardır. Fakat onların çoğu bilmezler. "Gerçekten zâlimler için": Yani şirk koşanlar için, "bundan başka bir azap vardır", yani o günden önce. Onda da dört görüş vardır: Birincisi: O kabir azabıdır, bunu da Bera ile İbn Abbâs, demişlerdir. İkincisi: Bedir savaşında öldürülmedir, yine bu da İbn Abbâs'tan rivavet edilmiş; Mukâtil de böyle demiştir. Üçüncüsü: Dünyada başlarına gelen musibetlerdir. Bunu da Hasen ile İbn Zeyd, demişlerdir. Dördüncüsü: Açlık azabıdır, bunu da Mücâhid, demiştir. "Fakat onların çoğu bilmezler": Yani başlarına ne geleceğini bilmezler. 48Rabbinin hükmüne sabret: Çünkü sen gözlerimizdesin. Kalktığın zaman Rabbini hamd ile tesbih et. "Rabbinin hükmüne sabret": Yani sana vereceği karara demektir. "Çünkü sen gözlerimizdesin": Zeccâc şöyle demiştir: Biz seni görür, muhafaza eder ve seni kollarız; sana bir kötülük yapamazlar. Müfessirler: Salımı manasının kılıç âyetiyle neshedildiğini söylemişlerdir ki, doğru değildir; çünkü aralarında tezat yoktur. "kalkacağın zaman Rabbini hamd ile tesbih et": Bunda da altı görüş vardır: Birincisi: Uykundan kalktığın zaman Allah için namaz kıl, bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Meclisinden kalktığın zaman: "Sübhanekellahümme ve bihamdik (Allah’ım, seni hamdinle tesbih ederim). Bunu da Atâ’, Said b. Cübeyr, Mücâhid ve diğerleri demişlerdir. Üçüncüsü: Namaza kalktığın zaman: "Sübhanekellahümme vebihamdik vetebarekesmük veteala ceddük velahİlâhe ğayruk) de. Bunu da Dahhâk, demiştir. Dördüncüsü: Uykundan kalktığın zaman Allah’ı tesbih et, bunu da Hassan b. Atıyye, demiştir. Beşincisi: Öğle uykusundan kalktığın zaman öğle namazını kıl. Bunu da Zeyd b. Elsem, demiştir. Altıncısı: Yatağından kalkıp da namaza girinceye kadar Allah’ı dilinle tesbih et. Bunu da İbn Saib, demiştir. 49Geceden ve yıldızların batmasından sonra O’nu tesbih et. "Geceden de O’nu tesbih et": Mukâtil şöyle demiştir: Akşamı kıl, yatsıyı da kıl "ve idbaren nücum": Zeyd, Ya’kûb ’tan, Harun, Ebû Amr’dau ve Cu’fi de Ebû Bekir’den rivayet ederek, hemzenin fethi ile "ve edbaıen nücum” okumuşlar; diğerleri ise kesri ile okumuşlardır. Biz de bunu Kaf: 140’ta şerh etmiş idik. Mana da şöyledir. Yıldızların arkasından onun için namaz kıl, yani yıldızlar arkalarını dönüp giderken, daha açıkçası: Sabah aydınlığı ile kayıp olurken, demektir. Bu namazda da iki görüş vardır: Birincisi: O sabah namazından önce kılınan iki rekat sünnetidir, bunu da Hazret-i Ali radıyallahu anh, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den rivayet etmiştir. Bu da cumhûrun görüşüdür. İkincisi: O sabah namazının iki rekat farzıdır, bunu da Dahhâk ile İbn Zeyd, demişlerdir. |
﴾ 0 ﴿