53-NECM SÛRESİMekke'de inmiştir. 62 ayettir. İcma ile Mekki’dir. Ancak İbn Abbâs ile Katâde’den "ellezine yectenibune kebairel ismi” (Necm: 32) âyetinin Medeni olduğunu söyledikleri nakledilmiştir. Mukâtil de aynı şekilde demiştir ve şöyle demiştir: O, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in Mekke’de ilk defa açık okuduğu suredir. Bismillahirrahmanirrahim 1Yemin olsun yıldıza, battığı zaman, "Yemin olsun, yıldıza, battığı zaman": Bu yemindir, yıldızdan murat edilen şey hususunda da beş görüş vardır: Birincisi: O Süreyya yıldızıdır, bunu da el - Avfi, İbn Abbâs'tan, İbn Ebi Necih de Mücâhid’ten rivayet etmiştir. İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Araplar Süreyya'ya - ki, o altı yıldızlı bir takımdır - yıldız, der. Başkası da şöyle demiştir: O yedili bir takımdır; altısı görünür, birisi gizlidir, insanlar gözlerini onunla imtihan ederler. İkincisi: Yıldızlardan atılan parçadır, yani şeytanların taşlandığı şeydir, bunu da İkrime, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Üçüncüsü: O parça parça inen Kur’ân’dır, bunu da Atâ’, İbn Abbâs’tan, A’meş de Mücâhid’ten demişlerdir. Mücâhid şöyle derdi: Kur’ân üçerli dörderli... âyet halinde inerdi. Dördüncüsü: Gökteki bütün yıldızlardır, yine bu da Mücâhid’ten rivayet edilmiştir. Beşincisi: O Venüs yıldızıdır, bunu da Süddi, demiştir. O: Süreyya yıldızıdır diyenlere göre batması, kaybolmasıdır. Kim de: Şeytanlara atılan taşlardır derse, batması atılmasıdır. Kim de: Kur’ân'dır derse, batması inmesidir. Kim de: Gökteki bütün yıldızlardır derse, bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Batması kaybolmasıdır. İkincisi: Kıyamet gününde dökülmesidir. İbn Kesir ile İbn Âmir bütün sûrenin âyet sonlarını fetha ile okumuşlardır. Ebû Amr ile Nâfi de fetha ile kesre arası okumuşlardır. Hamze ile Kisâi de hepsini imale ile okumuşlardır. 2Arkadaşınız sapmadı da, azmadı da. "Arkadaşınız sapmadı, azmadı da": Bu, yeminin cevabıdır, mana da: Doğru yoldan sapmadı, demektir. Ondan murat edilen de Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’dir. 3Hevâsından/kendiliğinden konuşmaz. " Hevâsından konuşmaz": Yani bâtıll konuşmaz, demektir. Ebû Ubeyde: "An” be manasınadır, demiştir. Çünkü onlar: O, Kur’ân’ı kendiliğinden söylüyor, demişlerdi. 4O ancak (kendisine) vahyolunan bir vahiydir. "O değildir": Yani Kur’ân değildir, "ancak vahiydir” Allah’tan "vahyolunan". Bu, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in içtihat etmesinin câiz olmadığını ileri sürenlerin delilidir; mesele onların zannettiği gibi değildir; çünkü içtihat vahiyden sadır olursa, bunun vahye nisbet edilmesi câizdir. 5Ona çetin güçleri olan öğretti. "Ona çetin güçleri olan öğretti": O da Cebrâil aleyhisselam'dır ki, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e öğretti. İbn Kuteybe şöyle demiştir: Bunun aslı "kuvel habl"den gelir ki, ipin sapları (katları, telleri)dir. Tekili: Kuvvettir. "Zû mirreh": Güçlü demektir. Mirrenin aslı: Bükmektir. Müfessirler şöyle demişlerdir: (Cebrâil) o kadar güçlü idi ki, Lût kavminin kentlerini söktü, onları kanadı ile kaldırıp ters yüz ederek yere çarptı. Semud kavmine bir haykırdı, sönüp gittiler. 6Akl-i selim sahibi. Dikeldi. "Dikeldi, o en yüksek ufukta idi": Bunda iki görüş vardır: Birincisi: Cebrâil dikeldi, "ve-hüve” (o da), yani Peygamber de. Mana şöyledir: İkisi de Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem miraca çıkarıldığı zaman en yüksek ufukta dikeldiler. Bunu da Ferrâ’, demiştir. İkincisi: Cebrâil dikeldi, "ve-hüve” (o) yani Cebrâil en yüksek ufukta esas suretinde idi; çünkü o, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e vahiy getirdiği zaman bir erkek suretinde inerdi. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ise onu gerçek suretinde görmek isterdi. O da doğu ufkunda dikeldi, utku doldurdu. O zaman mana şöyle olur: Cebrâil en yüksek ufukta esas suretinde göründü. Bu da Zeccâc'ın görüşüdür. Mücâhid de şöyle demiştir: En yüksek ufuk, güneşin doğduğu yerdir. Başkası da şöyle demiştir: Ona 7O en yüksek ufukta idi. "en yüksek” denilmesi, havada değil de yeryüzünde batı tarafının üzerinde olmasındandır. 8Sonra yaklaşıp sarktı. "Sonra yaklaşıp sarktı": Ferrâ’, mana şöyledir, demiştir: Sonra sarkıp yaklaştı, ancak mana bir olduktan sonra iki fiilden istediğini öne almak câizdir; bu nedenle kad dena fekartıbe ve karube fedena, şeteme fe esae ve esae feşetcme (sövüp kötülük etti, kötülük edip sövdü). "İkterebis saatti venşekkal kamer” (Kamer: 1) âyeti de böyledir ki, mana - Allah bilir ya - Ay yarıldı, kıyamet yaklaştı, demektir. İbn Kuteybe de mana şöyledir, demiştir: Sarkıp yaklaştı, çünkü yaklaşmak için sarktı ve sarkarak yaklaştı. Zeccâc da şöyle demiştir: Dena yaklaştı manasınadır, ledella ise daha da yaklaştı, demektir. İki lâfzın da manası birdir. Başkaları da şöyle demiştir: Sarkmak bir şeye yaklaşacak şekilde aşağı inmektir, o nedenle yaklaşma yerine konulmuştur. "Sonra yaklaştı” diye işaret edilen hakkında da üç görüş vardır: Birincisi: Aziz ve celil olan Allah’tır. Buhârî ile Müslim, Sahihlerinde Enes b. Malik’ten şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: İzzet sahibi Rab yaklaştı, öyle ki, ona iki yay kadar veya daha az kaldı. Ebû Seleme de İbn Abbâs'tan, "sonra yaklaştı” kavli üzerinde: Rabbi yaklaşıp sarktı, dediğini rivayet etmiştir. Mukâtil’in tercihi de budur, miraç gecesinde Rabbi Muhammed’e yaklaştı; ona iki yay kadar veya daha az kaldı, demiştir. Ben de bu görüşün izahını "el - Muğni” kitabında açıkladım, onun mesafeyi kat ederek cisimlerin yaklaşması gibi olmadığını beyan ettim. Çünkü mesafe kat etmek cisimlere hastır, Allah ise bundan münezzehtir. İkincisi: Muhammed Rabbine yaklaştı, bunu da İbn Abbâs ile Kurazi, demişlerdir. Üçüncüsü: O Cebrâil’dir, sonra onda da iki görüş vardır: Birincisi: Cebrâil yerin en yüksek ufkunda dikeldikten sonra yaklaşıp Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e indi. Bunu da Hasen ile Katâde, demişlerdir. İkincisi: Cebrâil, aziz ve celil olan Rabbine yaklaştı; ona iki yay kadar veya daha yakın oldu. Bunu da Mücâhid, demiştir. 9İki yay kadar yahut daha yakın oldu. "Fekâne kabe kavseyni ev edna": İbn Mes’ûd ile Ebû Rezin dal ile "kade kavseyni” okumuşlardır. Ebû Ubeyde: Kab ile kad birdir, demiştir. İbn Fâris de şöyle demiştir: Kab miktar demektir. Şöyle de denilmiştir: Hayır, kab: Yayın baştan kıvrık yerinden kabzasına kadar olan yerdir ki, yarım yay kadar demek olur. Yayın uçlardan kabzaya doğru iki kıvrık yeri vardır. İki yaydan kastedilen şey hususunda da iki görüş vardır: Birincisi: O ok atılan yaydır, bunu da İbn Abbâs, demiş; İbn Kuteybe de tercih ederek: İki yay kadar demiştir. Kisâi’de: İki yaydan bir yay kastedildi, demiştir. İkincisi: Yay (kavs): Arşındır, Mana da şöyledir: İkisinin arasında bir arşın kadar kaldı demektir. Bunu İbn Kuteybe nakletmiştir. Bu aynı zamanda İbn Mes’ûd, Said b. Cübfryr ve Süddi'nin görüşleridir. İbn Mes’ûd da şöyle demiştir: Cebrâil ona yaklaştı, öyle ki, bir arşın veya iki arşın kaldı. "Veya daha yakın (ev edna)": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: "Ev” edatı "bel” (hayır) manasınadır, bunu da Mukâtil, demiştir. İkincisi: Onlara kendi dilleriyle hitap edildi, mana da sizin takdir ettiğiniz kadar veya daha az, demektir. Bu da Zeccâc’ın tercihidir. 10Kuluna vahyettiğini vahyetti. "Kuluna vahyettigini vahyetti": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: Allahü teâlâ Hazret-i Muhammed’e doğrudan aracısız vahyetti, o da: Bu miraç gecesinde oldu diyenlere göredir. İkincisi: Cebrâil, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e vahyetti, bunu da Atâ’, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Üçüncüsü: Allahü teâlâ Cebrâil’e vahyetti, bu da Hazret-i Âişe radıyallahu anha, Hasen ve Katâde’den rivayet edilmiştir. 11Gönül gördüğünü yalanlamadı. "Ma kezebel fuadu ma rea": Ebû Cafer, Hişam da İbn Anıir’den ve Eban da Âsım’dan rivayet ederek, zalın şeddesiyle "ma kezzebe” okumuşlar; diğerleri ise şeddesiz okumuşlardır. Kim şeddeli okursa: Gözünün gördüğünü gönlü yalanlamadı, demek ister. Kim de şeddesiz okursa: Gönlü görmediği şeyi gördü zannetmedi, bilakis gönül onun gördüğünü tasdik etti. Görenin kim olduğunda da iki görüş vardır: Birincisi: O aziz ve celil olan Allah’tır, bunu da İbn Abbâs, Enes, Hasen ve İkrime, demişlerdir. İkincisi: O, Cebrâil’i yaratıldığı suretinde gördü, bunu da İbn Mes’ûd ile Hazret-i Âişe demişlerdir. 12Gördüğü şey üzerinde onunla mücadele mi ediyorsunuz? "Efetumarunehu": Hamze, Kisâi, Mufaddal, Halef ve Ya’kûb : "Efetemrunehu” okumuşlardır. İbn Kuteybe de şöyle demiştir: "Efetumarunehu"nun manası: Onunla mücadele mi ediyorsunuz, demektir. O da Mira’ kökünden gelir. "Efetemrunehu” ise: Onu inkâr mı ediyorsunuz, demektir. 13Yemin olsun, gerçekten onu diğer bir defa daha gördü. "Yemin olsun, gerçekten onu diğer bir defa daha gördü": Zeccâc: Bir kez daha gördü, demiştir. İbn Abbâs da: Muhammed, Rabbini gördü, demişin. Bunun açıklaması da şöyledir: O beş vakit namazın tesbiti için birkaç kere gidip geldi. O seferlerden birinde Rabbini bir defa daha gördü. Ka’b de şöyle demiştir: Allahü teâlâ Muhammed ve Mûsa ile konuşmasını ve görünmesini taksim etti; Muhammed O’nu iki defa gördü; Mûsa da O’nunla iki defa konuştu. İbn Mes’ûd’dan bu görmenin Cebrâil’i görme olduğu ve onu yaratıldığı şekli ile gördüğü de rivayet edilmiştir. 14Sidretü’l - Münteha’nın yanında. Sidretü'l - Münteha’ya gelince. O Arabistan kirazı ağacıdır, sahih hadiste Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Onun meyveleri Hecer testileri gibidir, yaprakları fil kulağı gibidir. 1 1 - Buhârî, Menakıb, bab, 42; Müslim, İman, hadis no, 264; Nesâî, Salat, bab, 1; Ahmed, Müsned, 3/128, 164. Onun yerinde de iki görüş vardır: Birincisi: O yedi kat göğün üzerindedir, bu da Sahihayn’de Malik b. Sa’saa hadisinde zikredilmiştir. Mukâtil de: O Arş’in sağındadır, demiştir. İkincisi: O altıncı kat göktedir, bunu da Müslim, tek başına rivayet ettiği hadiste İbn Mes’ûd'dan nakletmiş; Dahhâk da böyle demiştir. Müfessirler şöyle demişlerdir: Ona Sidretü’l- Münteha denilmesi şundandır: Çünkü yerden çıkan orada son bulur ve oradan alınır; yukarıdan inen de orada son bulur ve oradan alınır. Meleklerin bilgileri orada sona erer. 15Onun yanında Me’va cenneti vardır. "Ve indeha": Muaz el - Kari, İbn Yamur ve Ebû Nehik, merfu müzekker “He” zamiri ile "indehu” okumuşlardır. "Cennetül me’va": İbn Abbâs: O Cebrâil ile meleklerin barındığı cennettir, demiştir. Hasen de: Cennet halkının varacağı yerdir, demiştir. Mukâtil de: O şehit ruhlarının barındığı cennettir, demiştir. Said b. Müseyyeb , Şa’bî, Ebû’l - Mütevekkil, Ebû’l - Cevza ve Ebû’l - Âliyye, zamir olmayan ve merfu he ile "cennehul me’va” okumuşlardır. Sa’leb de: Ecennehu demek istemişlerdir ki, bu şaz (kural dışı)dır, demiştir. "îndeha"nın manasının: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem orada geceledi şeklinde olduğu da denilmiştir. 16O zaman Sidre’yi bürüyen bürüyordu. "O zaman Sidre’yi bürüyen bürüyordu": Müslim’in, tek başına rivayet ettiği bir hadiste İbn Mes’ûd: Onu altın kelebekler bürümüştü, demiştir. Malik b. Sa’saa hadisinde de Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle demiştir: Onu Allah'ın emriyle bürüyen bürüyünce değişti, artık Allah'ın hiçbir kulu onun güzelleğini anlatamaz. Hasen ile Mukâtil de: Onu ağaçlara üşüşen kargalar gibi melekler bürüdü, demişlerdir. Dahhâk da: Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın nûru bürüdü, demiştir. 17Göz kaymadı da aşmadı da. "Göz kaymadı": Yani Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in gözü ne sağa ne de sola sapmadı "aşmadı": Yani artmadı, gördüğünü aşmadı, demektir. Bu, Sallallahu aleyhi ve sellem’in o makamda gösterdiği edebin tasviridir. 18Yemin olsun, gerçekten Rabbinin en büyük delillerinden gördü. "Yemin olsun, gerçekten Rabbinin en büyük delillerinden gördü": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Rabbinin büyük âyetlerinden gördü. İkincisi: Rabbinin muhteşem kanıtlarından gördü. Gördüğü âyetler hususunda da müfessirlerin üç görüşleri vardır: Birincisi: O cennetten yeşil bir refref (döşek) gördü, ufku kaplamıştı. İkincisi: O, Cebrâil’i göklerde olduğu suretinde gördü. Bunu da İbn Zeyd, demiştir. Üçüncüsü: O Rabbinin alâmet ve delillerinden büyük alâmet ve deliller gördü. 19Lât ve Uzza’yı gördünüz mü? Zeccâc şöyle demiştir: Allahü teâlâ bu kıssaları anlatınca: "Lât ve Uzza’yı gördünüz mü?” dedi. Mana şöyledir: Bize ibadet ettiğiniz bu ilâhlardan haber verin; onların Rabbül izzete verilen kudret ve ululuk gibi sıfatları var mı? "Lât” kelimesine gelince: Cumhûr te’yi şeddesiz okumuştur. O Sakil' kabilesinin Allah’tan başka taptıkları bir putun ismidir. Onlar putlarına Allah’ın isimlerinden türeterek isimler verirlerdi; "Allah"tan Lât, "Aziz"den Uzza, derlerdi, Ebû Süleyman Hattâbî de şöyle demiştir: Müşrikler bazı putlarına "Allah” ismini verirlerdi; Allah da kendi ismini korumak ve savunmak için onu Lât'a çevirdi. İbn Abbâs, Ebû Rezin, Ebû Abdurrahman es - Sülemi, Dahhâk, İbn Semeyfa, Mücâhid, İbn Yamur, A’meş, Verş de Ya’kûb rivâyetinde, tenin şeddesi ile "el -Latt” okumuşlardır. Bunun tefsirinde İbn Abbâs ile Mücâhid'ten şöyle gelmiştir: Bir adam hacılara püre (lett) hazırlardı, ölünce onun kabrinin başında toplanıp ona taptılar. Zeccâc da şöyle demiştir: O adam püre (lett) yapar ve onu o putun yanında satardı. Bu nedenle o puta: Lât, denildi. Kisâi, vakıfta he ile durur ve "lah” derdi. Bu da kıyasa uygundur. En iyisi Mushafa uymak için te ile vakfetmektir. "Uzza"ya gelince: Onda da iki görüş vardır: Birincisi: O Gatafan kabilesinin taptığı bir ağaçtır, bunu da Mücâhid, demiştir. İkincisi: Bir putlarıdır, bunu da Dahhâk, demiştir. "Menat” ise: Müzeyi ile Huzaa kabilelerinin putları idi, ona Mekke halkı da tapardı. Katâde: Hayır o ensara ait bir put idi, demiştir. Ebû Ubeyde de şöyle demiştir: Lât, Uzza ve Menat taştan yontulmuş, Ka’be’nin içinde putlar idi, onlara taparlardı. İbn Kesir, medli hemze ile "Menâet” okumuştur. 20Diğer üçüncü Menat’ı. "Üçüncü (es-sâlise)": Bu "Menat'ün sıfatıdır, o da anlatımda üçüncü, demektir. "Diğer” bu da onun sıfatıdır. Sa’lebî şöyle demiştir: Araplar: Salise için sıfat olarak el uhra demezler, ancak uhra saniye’nin sıfatı olur. Bu durumda manada iki düşünce ortaya çıkar: Birincisi: Bu, âyet başlarına (fasılalara) riayet içindir, meselâ "mearibe uhra” (Taha: 18) kavli gibi. Aher demedi, bunu da Halil, demiştir. İkincisi: Âyette takdim ve tehir vardır, takdiri şöyledir: Efereaytümüllate veluzza el - uhra ve menates salisete, bunu da Hüseyn b. Fadl, demiştir. 21Erkek sizin de dişi O’nun mu? "Erkek sizin mi?": İbn Saib şöyle demiştir: Kureyş müşrikleri putlar ve melekler için: Allah’ın kızlan, derlerdi. Onlardan bir erkeğe kız çocuğu müjdesi verildiği zaman bundan hoşlanmazdı. Allahü teâlâ bu durumu reddederek: "Erkek sizin de dişi O'nun mu?” dedi, onlar da kız ismi taşıyan putlardır. 22O zaman bu, insafsız (adil olmayan) bir taksimdir. "Tilke izen kısmetün dıyza": Âsım, Nâfi, İbn Âmir, Hamze ve Kisâi, dadın kesri ile hemzesiz olarak "dıyza” okumuşlardır. İbn Kesir de dadın kesrinde onlara katılmıştır, ancak o, hemze ile okumuştur. Übeyy b. Ka’b ile Muaz el - Kari, dadın fethi ile hemzesiz olarak "dayza” okumuşlardır. Zeccâc şöyle demiştir: Dıyza Arap dilinde, haksız yere eksik vermektir, Dazehu yedıyzuhu denir ki, hakkını kısmaktır. Hemze ile de daezehu yedezuhu da denir. Nahiv bilginleri şunda müttefiktirler ki, dıyza’nın aslı duza’dır. Delilleri de şudur: O "fu’lâ” vezninde duvza’dan dıyza’ya çevrilmiştir, sebebi de ye harfinin selametidir. Nitekim Ebyad ve biyd derler ki, aslı: Buvd’dur, zamme kesreye çevrilmiştir. Ben lügat bilginlerinden "dıyza"da şu lügatlerin olduğunu okudum: Dıyza, duvza, du’za, da’za, "fe’lâ” vezninde. Kur’ânda ise ancak hemzesiz ve ye ile "dıyza” câiz olur: Neden nahivciler, onun aslı üzere kalamayacağını söylediler? Çünkü onlar Arap dilinde sıfat olarak "fı'lâ” kalıbını bilmezler. Onlar sıfatlarda ancak "fe’lâ” vezninde sekra ve gadba ile zammeli olarak da hubla ve fudla gibi şeyleri bilirler. 23Onlar (putlar) ancak sizin ve atalarınızın taktığı, onlara bir delil indirmediği birtakım isimlerdir. Onlar ancak zanna ve nefislerin heves ettiği şeye tabi oluyorlar. Yemin olsun, gerçekten onlara Rablerinden rehber geldi. "Onlar değildir” yani putlar "ancak birtakım isimlerdir", Mana da şöyledir: Bu isimleri verdikleri putlar, anlamları olmayan şeylerdir; çünkü bunlar fayda veya zarar vermezler. Bunlar cansızlara verilmiş isimlerdir. "Allah onlara bir delil indirmedi": Yani bunların ilâhlar olduğuna dair içinde delil bulunan bir kitap indirmedi, demektir. Sonra onlara hitabının ardından onlardan haber vermeye dönüp şöyle dedi: "Tabi olmuyorlar” bunların İlâhlığında ancak "zanna ve nefislerin hevesine tabi oluyorlar” o da şeytanların onlara süslediği şeydir. "Yemin olsun, gerçekten onlara Rablerinden rehber geldi": O da kitap ve peygamber ile açıklamadır. Bu da hallerine şaşmadır, çünkü iş ayan beyan ortaya çıktığı halde onlara ibadeti bırakmadılar. 24Yoksa insan için arzuladığı şey mi vardır? Sonra onların şefaatlerini temenni etmelerini beğenmeyerek şöyle dedi: "Yoksa insan için arzuladığı şey mi vardır?” yani kâfir için temenni ettiği putların şefaati mi vardır? 25Son da ilk de Allah'ındır. "Son da ilk de Allah'ındır": Yani bu ikide hiç kimse onun izni olmadan bir şeye sahip olamaz. Sonra bu sözünü tekit edip şöyle dedi: 26Göklerde ve yerde nice melek vardır ki, şefaatleri hiçbir şey sağlamaz, ancak Allah'ın, dilediğine ve razı olduğuna izin vermesinden sonra. "Göklerde ve yerde nice melek vardır ki, şefaatleri hiçbir şey sağlamaz": Neden şefaatühüm diye cemi zamiri kullandı? Çünkü Kelâmın manası cemidir. "Ancak Allah’ın izin vermesinden sonra” şefaate "dilediğine ve razı olduğuna": Mana da şöyledir: Onlar ancak Allah'ın razı olduklarına şefaat ederler. 27Şüphesiz ahirete inanmayanlar, meleklere dişi isimleri verirler. "Şüphesiz ahirete inanmayanlar": Yani öldükten sonra dirilmeye inanmayanlar, "meleklere kesin dişi isimleri verirler": Çünkü onların Allah’ın kızları olduklarını iddia ediyorlar. 28Onların bu hususta bir bilgileri yoktur. Ancak zanna tabi olurlar. Şüphesiz zan da haktan hiçbir şeyi fayda vermez. "Onlar için yoktur” bu hususta "bir bilgi": Yani onların dişi olduklarından emin değiller. "Ancak zanna tabi olurlar. Şüphesiz zan da haktan hiçbir şeyi fayda vermez": Yani ilini yerine geçmez. Burada hak, ilim manasınadır. 29Zikrimize arka dönen ve ancak dünya hayatım isteyenden yüz çevir. "Zikrimize arka dönenden yüz çevir": Yani Kur’ân'dan dönenlere, demektir. Bu, müfessirlere göre kılıç âyetiyle mensuhtur. 30İşte onların ilimden ulaşacakları budur. Şüphesiz Rabbîn, kendi yolundan sapanı en iyi bilen O’dur. O, doğru yolu bulanı da pekiyi bilendir. "İşte onların ilimden ulaşacakları budur": Zeccâc şöyle demiştir: Onlar ancak geçimleri için ihtiyaç duydukları şeyleri bilirler, ahireti arkalarına atmışlardır. "O, yolundan sapanı daha iyi bilir...” Mana şöyledir: O, her iki takımı da bilir; onları layık oldukları şekilde cezalandırır. 31Göklerde ve yerde olan her şey Allah'ındır. (Bu da) kötülük edenleri yaptıkları ile cezalandırması ve iyilik edenleri de en güzelle mükâfatlandırması içindir. "Göklerde ve yerde olan her şey Allah’ındır": Bu, O’nun kudretini ve mülkünün genişliğini haber vermedir. O, ilk âyetle "kötülük edenleri cezalandırması için” kavli arasına giren mutarıza cümlesidir. Çünkü "liyezciye"deki lâm, ilk âyetin manasına bağlıdır. Zira O, ikisinde olanları pekiyi bilince, her birini hak ettiği şeyle cezalandırması câiz olur. Bu, akibet lâm’tdır. Çünkü O’nun her iki takımı bilmesi, onları hak ettikleri ile cezalanmaya götürdü. İki takıma da ceza vermeye gücü yeten, ancak mülkü geniş olan Allah'tır. Onun için "göklerdeki ve yerdeki şeylerin hepsi Allah’ındır” diyerek bunu haber vermiştir. Müfessirler şöyle demişlerdir: Kötülük edenler müşrikler, iyilik edenler de müvahitlerdir. En güzel de: Cennettir. 32(İyilik edenler) o kimselerdir ki, küçük günahlar müstesna, büyük günahlardan ve çirkin şeylerden kaçınırlar. Şüphesiz Rabbin bağışlaması geniş olandır. O; sizi yerden meydana getirdiği zaman da analarınızın karınlarında döller iken de sizi çok iyi bilendir. Öyle ise kendinizi temize çıkarmayın. O sakınanı pekiyi bilendir. Büyük günahlar da Nisa suresi, âyet: 31’de zikredilmiştir. Şöyle de denilmiştir: Büyük günahlar: Karşılığında cehennem gösterilenlerdir; çirkin şeyler de: Had gerektiren bütün günahlardır. Hamze, Kisâi, Mufaddal ve Halef, "kebirel ismi” şeklinde okumuşlardır. Lemem Arap dilinde: Bir şeye yaklaşmaktır. Bundan murat edilen şeyde de altı görüş vardır: Birincisi: dahiliye döneminde yaptıkları günahlardır ki, o, İslâm’da bağışlanır. Bunu da Zeyd b. Sabit, demiştir. İkincisi: Bir günaha bulaştığı zaman Tevbe edip bir daha ona dönmemektir. Bunu da İbn Abbâs, Hasen ve Süddi, demişlerdir. Üçüncüsü: Onlar zina dışında öpme ve bakma gibi küçük günahlardır. Bunu da İbn Mes’ûd, Ebû Hureyre, Şa’bî ve Mesruk, demişlerdir. Bu, Ebû Hureyre'nin Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'den rivayet ettiği şu hadisi desteklemektedir: Şüphesiz Allah âdemoğluna zinadan hissesini yazmıştır; binaenaleyh gözlerin zinası bakmaktır, dilin zinası konuşmaktır. Nefis ise iştah duyar ve çeker. Cinsel organ da bunları ya tasdik eder ya da yalanlar. 2 Eğer işe cinsel organ karışırsa zina olur, yoksa o küçük günahtır. 2 - Buhârî. İsti'zan, bab, 12; Kader, bab, 9; Müslim, Kader, hadis no, 20/2; Ebû Dâvud, Nikah, bab, 43; Ahmed, Müsned, 2/276. Dördüncüsü: O, insanın aklından geçen şeydir, bunu da Muhammed b. el -Hanefiyye, demiştir. Beşincisi: O, kalbe gelen hatıradır, bunu da Said b. Müseyyeb , demiştir. Altıncısı: O, istemeden bakmaktır, bunu da ilüseyn b. el-Fadl, demiştir. İlk iki görüşe göre istisna muttasıldır (aralıksızdır), diğer görüşlere göre de munkatıdır (kesilmiştir). "Şüphesiz Rabbin bağışlaması geniş olandır": İbn Abbâs: Bunu yapıp da sonra Tevbe eden için, demiştir. Burada söz bitti. Sonra şöyle dedi: "O, sizi daha iyi bilir": Yani sizi yaratmadan önce demektir. "Sizi yerden yaratmıştı": Yani Âdem aleyhisselam’ı. "Sizler döller (cenin) idiniz": Ecinne, cenin’in çoğuludur, Mana da şöyledir: O sizin yaptıklarınızı da bilir, sonunuzun ne olacağını da. "Öyleyse kendinizi temize çıkarmayın": Yani temiz ve günahtan beri olduğunuzu söylemeyin. Şöyle de denilmiştir: Kendinizi güzel amellerle methetmeyin. Âyetin iniş sebebinde de iki görüş vardır: Birincisi: Yahudiler bir çocukları öldüğü zaman: Sıddık’tır (cennet serçesi), derlerdi: bunun üzerine bu âyet indi. Bu da Hazret-i Âişe radıyallahu anha’nın görüşüdür. İkincisi: Müslüman bazı kimseler: Bizler namaz kıldık, oruç tuttuk ve şöyle şöyle yaptık, dediler, kendilerini temize çıkarmak istediler; bunun üzerine bu âyet indi. Bunu da Mukâtil, demiştir. "O sakınanı pekiyi bilendir": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: İyi amel edip de günahtan çekinendir. Bunu da Hazret-i Ali radıyallahu anh, demiştir. İkincisi: Allah için ihlasla amel edendir, bunu da Hasen, demiştir. Üçüncüsü: Şirkten sakınıp iman edendir, bunu da Sa’lebî, demiştir. 33Yüz çeviren kimseyi gördün mü? "Yüzünü çeviren kimseyi gördün mü?": Kimin hakkında indiğinde dört görüş halinde ihtilaf etmişlerdir: Birincisi: O Velid b. Muğire'dir, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in dinine girmişti, bir müşrik onu kınadı ve: "Ulularının dinini terk ettin, onları sapık ilan ettin?” dedi. O da: Allah’ın azabından korktum, dedi. O da ona malından bir miktar vermek ve eski şirkine dönmek şartı ile aziz ve celil olan Allah'ın azabını yükleneceğini garanti etti. O da ona bir şeyler verdi. Sonra da cimrilik edip vermedi. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu da Mücâhid ile İbn Zeyd, demişlerdir. İkincisi: O Nadr b. el - Haris'tir, bir Müslüman fakire beş genç ve dinç deve verdi, o da İslâm’dan döndü, o da ona günahını yükleneceğine söz verdi. Bunu da Dahhâk, demiştir. Üçüncüsü: Ebû Cehil’dir, o: Allah’a yemin ederim ki, Muhammed bize güzel ahlakı tavsiye ediyor, demişti. Bunu da Muhammed b. Ka'b el - Kurazi, demiştir. Dördüncüsü: O As b. Vail es - Sehmi’dir, neredeyse bazı işlerde Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e uymak üzere idi. Bunu da Süddi, demiştir. "Tevella": İmandan yüz çevirdi, demektir. 34Az verip elini sıkı tutanı. "Az verdi ": Bunda da dört görüş vardır: Birincisi: Az verdi, sonra da isyan etti. Bunu İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Nasihati az dinledi, sonra keserek hiç yapmadı, bunu da Mücâhid, demiştir. Üçüncüsü: Malından az verdi, sonra da hiç vermedi. Bunu da Dahhâk, demiştir. Dördüncüsü: Dili ile az hayır söyledi, sonra da kesti, bunu da Mukâtil, demiştir. İbn Kuteybe de şöyle demiştir: "Ekda"nın manası kesmektir. Bu da kuyunun dibinde çıkan sağlam kayadır. Kazıcı oraya varınca, kazma işini keser. Şöyle de denilmiştir: Bir şey isteyip de sonuna varamayan veya biraz verip de tamamlamayan herkese böyle denir. 35Gaybin ilmi onun yanında da onu görüyor mu? "Gaybin ilmi onun yanında da onu görüyor mu?": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: O ahiretleki halini görüyor mu? Bunu da Ferrâ’, demiştir. İkincisi: O ahiret ve diğer işlerinden gaip olanı görüyor mu? Bunu da İbn Kuteybe, demiştir. 36Yoksa Mûsa'nın sahifelerindekinden haberdar edilmedi mi? "Yoksa Mûsa’nın sahifelerindekinden haberdar edilmedi mi?” yani Tevrat'tan. "Ve İbrahim’inkinden": Yani İbrahim’in sahifelerinkinden, demektir. Ebû Zer hadisinde Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle demiştir: Allah İbrahim’e on suhuf indirdi, Mûsa'ya da Tevrat’tan önce on suhuf indirdi. 37(Görevini) tastamam yapan İbrahim’in (sahifelerindekinden) de. "Ellezi vefa": Said b. Cübeyr, Ebû İmran el - Cevni ve İbn Semeyfa’, şeddesiz fe ile "vefa” okumuşlardır. Zeccâc da şöyle demiştir: "Veffa” kalıbı "vefa” kalıbından daha abartılıdır, zira onun (İbrahim'in) imtihan edildiği şey, en ağır imtihanlardandı. "Onun tastamam yaptığı” şey hakkında da müfessirlerin on görüşü vardır: Birincisi: O günlük işini gündüzün başında dört rekat namazla tamamladı. Bunu da Ebû Umame, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’den rivayet etmiştir. İkincisi: O dediği bazı kelimeleri (duaları) tamamladı. Sehl b. Muaz b. Enes el - Cüheni, babasından, o da Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den şöyle dediğini rivayet etmiştir: Size Allahü teâlâ’nın İbrahim’e niçin vefalı dost, dediğini haber vereyim mi? O her sabah ve akşam şöyle dua derdi: "Fe sübhanallahi hine tümsune ve hine tusbihune...” (Rum: 17) âyeti sonuna kadar okudu. 3 3 - İmam Ahmed, Müsned. 3/339. Üçüncüsü: O oğlu ile ilgili emir işini tastamam yaptı. Bunu da el - Avfi, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; el - Kurazi de böyle demiştir. Dördüncüsü: Rabbinin İslâm şeriati ile ilgili bütün emirlerini yerine getirdi. Bu manayı İkrime, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Beşincisi: O risaleti tebliğ etme emrini yerine getirdi, yine bu da İbn Abbâs’tan rivayet edilmiştir. Altıncısı: O kendine emredileni yaptı, bunu da Hasen, Said b. Cübevr ve Katâde, demişlerdir. Mücâhid de: Kendine farz kılınanı yerine getirdi, demiştir. Yedincisi: O "kimse kimsenin günah yükünü taşımaz...” âyetlerinin tebliğini tam yaptı. Bu da İkrime, Mücâhid ve Nehaî’den rivayet edilmiştir. Sekizincisi: Hac ibadetlerini tastamam yerine getirmiştir. Bunu da Dahhâk, demiştir. Dokuzuncusu: O kimseden hiçbir şey istememeye söz verdi; ateşe atılınca, Cebrâil ona: "Bir ihtiyacın var mı?” dedi. O da: Sana yoktur, dedi. Böylece sözünü tuttu. Bunu da İbn Saib, zikretmiştir. Onuncusu: O emaneti eda etti, bunu da Süfyan b. Uyeyne, demiştir. 38Bir günahkâr başkasının yükünü taşımaz, diye. Sonra o ikisini suhuflarında olanları: "Bir günahkâr başkasının yükünü taşımaz” diye açıkladı: Yani taşıyan bir nefis başkasının yükünü taşımaz, demektir, mana da başkasının günahından sorulmaz, demektir. 39İnsan için çalıştığından başkası yok, diye. "İnsan için çalıştığından başkası yok, diye": Zeccâc: Bu da o ikisinin suhufundadır, demiştir, manası da şöyledir: İnsan için ancak çalışmasının karşılığı vardır; eğer hayır işlerse onun karşılığını görür ve eğer şer işlerse onun karşılığını görür. Âlimler bu âyet üzerinde sekiz görüş ileri sürerek ihtilaf etmişlerdir: Birincisi: O "zürriyetlerini de imanla onlara kattık” (Tûr: 21) âyetiyle neshedilmiştir. Çünkü çocuklar babalarının iyiliği dolayısıyla cennete girdirilmiştir. Bunu da İbn Abbâs, demiştir ki, doğru değildir; zira iki âyetin de lâfzı haberdir, haber de neshedilmez. İkincisi: O İbrahim ve Mûsa kavmi içindi, bu ümmete gelince, onlar hem çalışmalarının hem de başkalarının çalışmalarının karşılığını görürler. Bunu da İkrime demiş ve delil olarak Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e: "Babam öldü, haccetmedi” diye soran kadına: "Onun yerine sen haccet” demesini göstermiştir. 3 3 - Buhârî, Hac, bab, 1; Sayd, bab, 23,24; Ebû Dâvud. Menasik, bab, 25; Tirmizî, Hac, bab, 54; Nesâî, Hac, bab, 9, 11,112; Kada, bab, 9, İbn Mâce, Menasik, bab, 10; Malik, Muvatta, hadis no, 97. Üçüncüsü: Burada insandan maksat kâfirdir; mü’min ise kendi çalışmasından da başkasının kendisi için çalışmasından da istifade eder. Bunu da Rebi’ b. Enes, demiştir. Dördüncüsü: İnsan için yalnız çalışmasının olması, adalet bakımındandır, ama ikram bakımındım Allah’ın ona dilediği şeyi fazladan vermesi câizdir. Bunu da Hüseyıı b. Eadl, demiştir. Beşincisi: "Çalışmasının” manası: Niyet ettiği şeydir, bunu da Ebû Bekr el - Verrak, demiştir. Altıncısı: kâfir için dünyada yaptığı hayrın karşılığı vardır; onun sevabım görür, ahirette ise ona hiçbir hayır kalmaz. Bunu da Sa’lebî zikretmiştir. Yedincisi: "ham” “alâ” manasınadır, takdiri şöyledir: Leyse alel insani illâ ma sea (insan ancak kendi yaptığından sorumlu olur). Sekizincisi: Onun için ancak çalışması vardır, fakat sebepler farklıdır; bazen çalışması ona bir akraba kazandırır, çocuğu ona merhamet eder, bir dost kazanır; bazen de dine ve ibadete çalışır; böylece dindarların sevgisini kazanır; bu da kendi çalışması ile meydana gelen bir sebep olur. Bu iki görüşü Ali b. Abdullah Zağvani nakletmiştir. 40Şüphesiz onun çalışması sonra (ahirette) görülür. "Şüphesiz onun çalışması sonra görülür": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Sonra bilinir, bunu da Katâde, demiştir. İkincisi: Kul sonra çalışmasının karşılığını ahirette görür, yani amelini mizanda görür. Bunu da Zeccâc, demiştir. 41Sonra da onunla, en mükemmel ödülle ödüllendirilir. "Yüczahu” “He” zamiri çalışmaya râcîdir. "Elcezael evfa” da: Tam karşılık, demektir. 42Gerçekten son gidiş Rabbinedir. "Gerçekten son gidiş Rabbinedir": Kulların son varacağı ve müracaat edecekleri O'dur. Zeccâc şöyle demiştir: Bütün bunlar İbrahim ile Mûsa suhuflarındadır. 43Gerçekten O, güldürdü ve ağlattı. "Gerçekten O güldürdü ve ağlattı": Hazret-i Âişe şöyle demiştir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem gülen bir cemaatin yanından geçti: "Eğer benim bildiklerimi bilse idiniz, az güler, çok ağlardınız” dedi. Bunun üzerine Cebrâil aleyhisselam bu âyeti indirdi; o da onlara döndü: "Kırk adım atmamıştım ki, bana Cebrâil geldi: Sen onlara öyle dedin, onlara Allah'ın "güldüren de ağlatan da O’dur” dediğini söyle dedi. 4 Bunda şu uyarı vardır ki, bütün ameller Allah’ın kaza ve kaderi iledir, hatta gülme ve ağlama bile. Mücâhid de şöyle demiştir: Cennet halkını güldürdü ve cehennem halkını ağlattı. Dahhâk da: Yeri bitki ile güldürdü ve göğü yağmurla ağlattı, demiştir. 4 - Suyuti, ed - Dürrü'l - Mensur, Merdeveyh'ten. 44Gerçekten O, öldürdü ve diriltti. "Gerçekten O, öldürdü” dünyada "ve diriltti” ahirette. 45Gerçekten iki çifti, erkek ile dişiyi O yarattı. "Gerçekten iki çifti yarattı” iki sınıfı "erkek ile dişiyi": Bütün canlılardan. 46Meniden (rahme) döküldüğü zaman. "meniden (rahme) dökülen": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Rahme döküldüğü zaman, bunu da İbn Saib, demiştir. İkincisi: Yaratılır ve takdir edilirken. 47Gerçekten öteki diriltme de O’nun üzerinedir. "Gerçekten öteki diriltme de O'nun üzerinedir": O da kıyamet gününde toplanma için ikinci yaratmadır. 48Gerçekten O, zengin ve fakir etti. "Gerçekten O zengin etti": Bunda da dört görüş vardır: Birincisi: Yeterlik vererek zengin etti, bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Geçindirmekle, bunu da Dahhâk, demiştir. Üçüncüsü: Mallarla, bunu da Ebû Salih, demiştir. Dördüncüsü: Kanaatle, bunu da Süfyan, demiştir. "Akna": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: Verdiği ile razı etti, bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Hizmetçi vermekle, bunu da Hasen ile Katâde, demişlerdir. Mücâhid‘ten de iki görüşün benzeri rivayet edilmiştir. Üçüncüsü: İnsana sermaye verdi, bunu da Ebû Ubeyde, demiştir. 49Gerçekten O, O’dur Şi’ra yıldızının Rabbi. "Gerçekten O, O'dur Şi’ra yıldızının Rabbi": İbn Kuteybe şöyle demiştir: O, ikizler burcunda doğan yıldızdır demiştir (Ak yıldız). Bazı Araplar ona taparlardı. 50Gerçekten O, birinci Âd’i helak etti. 51Semud’u da; geriye bırakmadı. "Ve ennehu ehleke adenil ula": İbn Kesir, Âsım, İbn Âmir, Hamze ve Kisâi, tenvinli olarak, "adenil ula” okumuşlardır: Nafî ile Ebû Amr da bitişik ve idgamlı olarak "aden lula” okumuşlardır. Sonra bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Onlar Hûd kavmidir, onların nesilleri vardı, onlar da sonra Ad oldular. Bu da cumhûrun görüşüdür. İkincisi: Hûd kavmi son Ad’dir, onlar da ilk Ad’in evlatlarındandır. Bunu da Ka’bu’l-Ahbar, demiştir. Zeccâc da şöyle demiştir: "el-ula” da birkaç lügat vardır, en iyisi “Lâm” ın sükunu ile hemzeli olandır. Ondan sonra da iyisi “Lâm” ın zammesi ile hemzesiz olandır. Araplardan, ula manasında "lula” diyenler vardır; lâm harekeli olduğu için hemze atılır. 52Daha önceden Nûh kavmini de. Çünkü onlar daha zalim ve daha azgın idiler. "Daha önceden Nûh kavmini de": Yani Ad ile Semud’dan önce, demektir. "Çünkü onlar daha zalim ve daha azgın idiler": Diğerlerinden daha azgın idiler, çünkü Nûh onları uzun zaman dine davet etmiş, onlarsa isyan etmişlerdi. 53Mü’tefike’yi yere çaktı. "Mü’tefike’yi de” Lût kavminin kentleridir "yere çaktı": Yani yere attı, demektir. Bunu yapan da Cebrâil’di, onları göğe kaldırdıktan sonra yere attı. 54Onlara giydirdiğini giydirdi. Arkasından Allah da üzerlerine taş yağdırdı. İşte "feğaşşaha” dediği budur ki, "onlara giydirdi” demektir "giydirdiğini” yani taş giydirdi, üzerlerini taşla kapattı. 55Artık Rabbinin hangi nimetlerinde kuşkuya düşüyorsun? "Artık Rabbinin hangi nimetlerinde kuşkuya düşüyorsun?": Bu da insana hitaptır, Allah birliğini gösteren şeylerden yaptıklarını sayınca şöyle dedi: Artık Rabbinin birliğini gösteren nimetlerinden hangisinden kuşku duyuyorsun? İbn Abbâs da şöyle demiştir: Ey Velid, yani ey Velid b. Muğire, Rabbinin hangi nimetlerini inkâr ediyorsun? 56Hu, ilk uyarıcılardan bir uyarıcıdır. "Bu bir uyarıcıdır": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: O Kur’ân’dır, eski kitaplar ne ile uyarmışsa o da onlarla uyarmıştır, bunu da Katâde, demiştir. İkincisi: O Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’dir, peygamberlerin uyardığı şeyle uyarmıştır. Bunu da İbn Cüreyc, demiştir. 57Yaklaşan yaklaştı. "Yaklaşan yaklaştı": Yani kıyamet yaklaştı, demektir. 58Onun için Allah’tan başka açığa çıkaracak yoktur. "Onun için Allah’tan başka açığa çıkaracak yoktur": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Mahlukatı kıyametin şiddet ve korkulan sarınca, onu kimse açamaz ve kimse geri çeviremez. Bunu da Atâ’, Katâde ve Dahhâk, demişlerdir. İkincisi: Onun bilgisini Allah'tan başka açığa çıkaracak yoktur, yani onu Allah'tan başka kimse bilmez. Bunu da Ferrâ’, demiştir. Ve şöyle demiştir: "kaşifetün"ün müennesliği "hel tera lehüm min bakıyeh” (Hakka: 8) kavlindeki gibidir (hakiki değildir) demek istiyor ki: Beka manasınadır. Afiyet, bakıyet ve nahiyet’in hepsi mastardır. Başkası da şöyle demiştir: Kaşifetün: Nefsün kaşifetün takdirindedir. 59Bu sözden mi şaşıyorsunuz? "Bu sözden mi?": Mukâtil: Kur’ân’dan mı, demiştir "şaşıyorsunuz": Onu yalan sayarak 60Gülüyorsunuz, ağlamıyorsunuz! "ve gülüyorsunuz” onunla alay ederek, "ağlamıyorsunuz” içindeki tehditlerden. Bunlardan da Mekke kâfirlerini kastetmiştir. 61Siz(i gidi) oyuna düşkün gafiller! "Ve entüm şamillin": Bunda da beş görüş vardır: Birincisi: Eğlenenenler, bunu da el-Avfi, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Ferrâ’ ile Zeccâc da böyle demişlerdir. Ebû Ubeyde de şöyle demiştir: Da’ anke sumudeke denir ki: Eğlenmeyi bırak, demektir. İkincisi: Yüz çevirenler, bunu da Mücâhid, demiştir. Üçüncüsü: Şarkıdır, bu da Yemen dilindedir. Onlar: Üsmüd iena derler ki: Bize şarkı söyle demektir. Bunu da İkrime, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. İkrime de: O, Himyer dilinde şarkıdır, demiştir. Dördüncüsü: Gafillerdir, bunu da katade, demiştir. Beşincisi: Küstah ve şımarıklar, bunu da Dahhâk, demiştir. 62Allah’a secde ve ibadet edin. "Allah’a secde edin": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: O tilavet secdesidir, bunu da İbn Mes’ûd, demiştir. İkincisi: Namazda farz olan secdedir. Mukâtil de şöyle demiştir: "Secde edin": Beş vakit namazdır. "İbadet edin": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Tevhidtir. İkincisi: İbadettir. |
﴾ 0 ﴿