54-KAMER SÛRESİMekke'de inmiştir. 55 ayettir. Bismillahirrahmanirrahim 1Kıyamet yaklaştı ve ay ikiye ayrıldı. Kamer suresi ittifakla Mekki'dir. Mukâtil de şöyle demiştir: Mekki’dir, ancak "seyühzemül cem” (Kamer: 45) âyeti değildir. Ondan şöyle dediği de rivayet edilmiştir: Ancak şu üç âyet Mekki değildir: "Em yekulune nahnü cemiün munlasır... ve emer” (Kamer: 44 -46). İbn Abbâs da şöyle demiştir: Müşrikler Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e toplandılar: Eğer doğru isen bize ayı ikiye ayır, dediler. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem de onlara: "Eğer yaparsam iman eder misiniz?” dedi. Onlar da: Evet, dediler. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem de dedikleri şeyi Rabbinden istedi; ay da iki parçaya ayrıldı. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem: Ey filan, ey filan, şahit olun, dedi. Bu da hicretten önce Mekke’de idi. 1 Buharı ile Müslim de Sahih'lerinde İbn Mesuddan şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: 1- Suyuti, ed - Dürrül Mensur, Ebû Nuaym, Hilye'den. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem: "Şahit olun” dedi. 2 Ayın yarılma hadisini rivayet edenlerden bazıları şunlardır: 2- Buhârî, Menakıb, bab, 27; Menakbu'l - Ensar, bab, 36, Tefsirü sûre 54, bab, 1; Müslim, Sıfatü'l - Münafikin, hadis no, 43,45; Ahmed, Müsned, 1/377. Abdullah b. Ömer, Huzeyfe, Cübeyr b. Mut’im, İbn Abbâs ve Enes b. Malik. Bütün müfessirler bunda icma etmişlerdir. Ancak bir topluluk katılmamış: Kıyamet gününde yarılacaktır, demiştir. Osman b. Atâ’, babasından böyle rivayet etmiştir. Bu görüş, kural dışıdır, icmaa karşı koyamaz. Bir de "inşakka” kavli mazidir, maziyi de müstakbel manasına almak ancak bir karine ve bir delile muhtaçtır. Bu ise mevcut değildir. "Eğer bir mucize görürlerse, yüz çevirirler” kavlinde de bunun olduğuna delil vardır. "İkterebet"in manası: Yaklaştı, demektir. "Saat” ise kıyamettir. Fena, burada takdim ve tehir vardır, takdiri şöyledir, demiştir: İnşakkal kamerü vekterebetis saatü. Mücâhid de şöyle demiştir: Ay yarıldı, iki parça oldu; bir parçası yerinde kaldı, bir parçası ise dağın arkasına çekildi. İbn Zeyd de şöyle demiştir: Ay yarıldığı zaman yarısı Kuaykıan üzerinde görüldü, öteki yarısı da Ebukubeys dağının üzerinde. İbn Mes’ûd da şöyle demiştir: Ay yarıldığı zaman Kureyş: İbn Ebi Kebşe (Muhammed) sizi büyüledi, yolculardan sorun, dediler. Onlar da sordular, yolcular: Evet, biz de gördük, dediler. Bunun üzerine aziz ve celil olan Allah "kıyamet yaklaştı, ay ikiye ayrıldı” âyetini indirdi. 2Eğer bir mucize görürlerse, yüz çevirirler ve: "Sürekli bir büyüdür” derler. "Eğer bir mucize görürlerse": Yani Peygamberin doğruluğunu gösteren, demektir. Burada ondan maksat da ayın yarılmasıdır. "Yüz çevirirler” onu tasdik etmekten. "Sihrün müstemir, derler": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: Giden, demektir. Bu da merreş şey'ü vestemerre kavlinden gelir ki, gitmek manasınadır. Bunu da Mücâhid, Katâde, Kisâi ve Ferrâ’, demişlerdir. Buna göre mana şöyle olur: Bu sihirdir, sihir de gider, sabit kalmaz. İkincisi: Keskin ve kuvvetli demektir, bunu da Ebû’l - Âliyye ile İbn Kuteybe, demişlerdir. Bu da, mirre sözcüğündan gelir ki, bükmek, demektir. Üçüncüsü: Sürekli demektir, bunu da Zeccâc nakletmiştir. 3Yalanladılar ve keyiflerine uydular. Her iş bir sonuca varır. "Yalanladılar"; Yani Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i ve gördükleri kudret-i İlâhiyeyi yalanladılar, "keyiflerine uydular” şeytanın süslediği şeylere uydular. "Her iş bir sonuca varır": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: Her iş sahibinde karar kılar; hayır hayır sahibinde karar kılar, şer de şer sahibinde karar kılar. Bunu da Katâde, demiştir. İkincisi: Her sözün bir sonucu ve gerçeği vardır. Bunu da Mukâtil, demiştir. Üçüncüsü: Yalanlama kararlan bir noktada duracak ve tasdik edenlerin tasdik kararları da bir noktaca duracaktır, öyle ki, gerçek sevap ve azabı bileceklerdir. 4Yemin olsun, gerçekten onlara haberlerden öyle şey geldi ki, onda vazgeçirme vardır. "Yemin olsun, onlara öyle şey geldi” yani Mekke halkına, demektir "haberlerden": Yani Kur’ân'da gerçeğe inanmayan milletlerin haberlerinden "onda vazgeçirme vardır": İbn Kuteybe: Öğüt ve ve vazgeçme vardır, demiştir. 5O tam bir hikmettir. Uyarıcılar fayda vermiyor. "O tam bir hikmettir (hikmetün baliğatün)": Zeccâc şöyle demiştir: O merfudur, çünkü o, "ma"dan bedeldir, Mana şöyledir: Ve lekad caehiim hikmetün baliğatün. Eğer istersen onları gizli mübteda ile merfu edersin: Hüve baliğatün, dersin. "Fema tuğnin nüzür” kavlindeki "ma"nın azarlama manasına istifham olması da câizdir ki, o zaman mana şöyle olur: Uyarıcılar ne işe yarar? Nefiy edaü olması da câizdir ki, mana şöyle olur: Uyarıcılar bir fayda vermez. Müfessirler, mana şöyledir, demişlerdir: Onlara Kur’ân geldi, o da tam bir hikmettir, hikmetin de zirvesidir. İman etmedikleri takdirde uyarıcılar ne işe yarar? 6Öyleyse onlardan yüz çevir, o günde ki, davetçi hoşa gitmeyen bir şeye çağırır. "Fetevelle anhüm": Zeccâc burada vakf-ı tam vardır, demiştir. "Yevmi'": Bu da "yahrucune minel ecdasi” kavli ile mensubtur. Mukâtil de: Fetevelle anhüm ilâ yevmi "yed’üd daiy” demiştir. Ya’kûb her iki halde ye ile okumuştur. Ebû Cafer ile Ebû Amr da vasılda ona katılmışlardır. Çoğu ise ya’yı iki halde de atmışlardır. "Davetçi” İsrafil’dir, ikinci üfürmeyi yapar, "ilâ şey in nükür": İbn Kesir, sükunla "nükrin” okumuştur ki, feci durum demektir. Mukâtil de: "Nükür” hoşa gitmeyen şeydir ki, o da kıyamettir, demiştir. Ondan hoşlanmamaları onun büyük bir gün olduğunu gösterir. Âyette geçen yüz çevirme olayı müfessirlere göre kılıç âyetiyle mensubun. 7Gözleri yere bakarak. Kabirlerden sanki yayılan çekirgeler gibi çıkarlar. "Huşşean ebsaruhum": Hicaz halkı, İbn Âmir ve Âsım, hı’nın zammı, şin’in şeddesi ve elifsiz olarak "huşşean” okumuşlar; Ebû Amr, Hamze ve Kisâi, hı’nın fethi, arkasından elif ve şeddesiz, şin ile "Haşian” okumuşlardır. Zeccâc da, mana: Yahrurıına haşian ve hıışşaan demektir ki, hal olarak mensûb olur, demiştir. İbn Mes’tıd da "haşiaten” okumuştur. Cemilerden önce geçen ismül failleri tekil, tenis ve cemi ile okuman câizdir; şöyle diyebilirsin: Merertü hişübbanin hasenin evcühülıiim ve hisanin evcühühüm ve hasenetin evcühühüm (yüzleri güzel gençlere rastladım). Şair de şöyle demiştir: Yüzleri güzel gençler, İyad b. Nizar b. Ma’d kabilesinden. Müfessirler, mana şöyledir, demişler: Azabı gördükleri zaman zilletten gözlerini yere dikerler. Ecdas da kabirlerdir. Onları yayılmış çekirgelere benzetmesi şunun içindir, çünkü çekirge istikamet takip etmez, rast gele karışık vaziyette uçarlar. Onlar da kabirlerden telaşla çıkarlar, hedefsiz olarak sağa sola koşarlar. 8Davetçiye koşarak. Kâfirler: "Bu, zor bir gün” derler. Davetçi de İsrafil'dir. İbn Kesir ile Ya’kûb iki halde de ye ile "ed - daiy” okumuşlar; Nâfi ile Ebû Amr da onlara katılmışlardır. Diğerleri ise iki halde de ye’yi atmışlardır. "Muhtı’în"in manasını da İbrahim suresi, âyet: 43’te beyan etmiştik. Asîr ise: Zor ve çetin demektir. 9Onlardan önce Nûh kavmi kulumuzu yalanladılar: "Deli” dediler ve men edildi. "Onlardan önce yalanladı": Yani Mekkelilerden önce, demektir, "Nûh kavmi, yalanladılar kulumuzu” Nûh’u demektir. "Delidir, dediler ve men edildi": Ebû Ubeyde şöyle demiştir: Üzdicire üftiiile veznindedir, müfessirler, konuşmaktan men edildi, demişlerdir. 10O da Rabbine dua etti: "Şüphesiz ben mağlubum; bana yardım et” diye. "O da dua etti” Nûh onlar için beddua etti "Rabbine” "şüphesiz ben mağlubum, yardım et diye": Yani beni yalanlayanlardan intikamımı al, dedi. Zeccâc şöyle demiştir: İsa b. Ömer en - Nahvi, hemzenin kesri ile "inni” okumuş; Sibeveyh de onu açıklayıp: Bu, kavi maddesi gizleme esasına dayanır, mana da: Kâle inni mağlubun (ben mağlubum, dedi) olur. Kim de fetha ile okursa, mana: Dea rabbehu bienni mağlubun (Rabbine ben mağlubum, diye dua etti) olur. 11Biz de göğün kapılarını şarıl şarıl dökülen su ile açtık. "Fefetahna ebvabes semai": İbn Âmir şedde ile "fefettahna” okumuştur. Münhemir ise, İbn Kuteybe’ye göre çok ve hızlı dökülen sudur. Hemerer reciilü de ondan gelir ki: Adam çok ve hızlı konuşmaktır. Hazret-i Ali radıyallahu anh’ten de şöyle dediği rivayet edilmiştir: Göğün su kapıları onlara Samanyolu galaksisinden açıldı. Hazret-i Ali’nin açıklamasında geçen mecerre: Suyolu demektir. Hûd: 44’te kıssasını anlattığımız üzere onlara gelen yağmur buradaki "göğün kapılarını açtık” kavli ile murat edilendir. Müfessirler şöyle demiştir: Su onlara kırk gün üstlerinden geldi, yerden de kırk gün pınarlar fışkırdı. 12Yeri de pınarlar halinde fışkırttık da su gerçekten takdir edilen emir üzerine birleşti. "Feltekal mau": Übey b. Ka’b, Ebû Recâ’ ve Âsım el - Cahderi, hemze ve elif ile nun da meksur olarak "elmaani” okumuşlardır, İbn Mes’ûd da ya ve elif ile nun da meksur olarak hemzesiz "elmayani” okumuştur. Hasen ile Ebû Amr da vav ve elifle nun da meksur olarak "elmavani” okumuşlardır. Zeccâc da: Sudan göğün ve yerin suyu kastedilmiştir, demiştir. İki su da câizdir, çünkü su ismi göğün ve yerin suyunu birleştiren bir isimdir. "Takdir edilen emir üzerine": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Göğün suyunun miktarı yerin suyunun miktarı kadardı. Bunu da Mukâtil, demiştir. İkincisi: Levh-i Mahfuz’da takdir edilmişti. Bunu da Zeccâc, demiştir. O zaman mana: Onlara takdir edilen emir üzere olur ki, o da boğulmaktır. 13Onu tahtaların ve mıh (çivi)ların sahibine (gemiye) yükledik. "Onu yükledik” yani Nûh’u "tahtaların ve mıhların sahibi üzerine": Yani tahta levhalardan yapılmış gemiye demektir. Müfessirler şöyle demişlerdir: Levhaları gemiyi meydana getiren yassı tahtalardır. Düşür üzerinde de dört görüş vardır: Birincisi: Onlar mıhlardır, bunu da el - Valibi, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Katâde, Kurazi ve İbn Zeyd de böyle demişlerdir. Zeccâc da şöyle demiştir: Düşür: Levhaları birbirine bağlayan çiviler ve çemberlerdir. Çivi vb. gibi şeyleri bir yere kuvvetle girdirmeye desr denir. Desertül mismare edsüruhu ve edsiruhu denir ki: Çivi çakmaktır. Tekili disar’dır, himar ve humur gibi. İkincisi: O geminin göğsüdür, ona böyle denilmesi suyu itmesindendir. Bunu da el - Avfi, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Hasen ile İkrime de böyle demişlerdir. Anber (balina türü) hadisinde geçen "şey’ün deserehül bahrü” ifadesi de ondan gelir ki: Denizin attığı şey, demektir. Üçüncüsü: Düşür: Geminin tahtalarıdır, bunu da Mücâhid, demiştir. Dördüncüsü: Düşür: Geminin iki ucu ve gövdesidir, levhalar ise iki yanıdır. Bunu da Dahhâk, demiştir. 14İnkar edilen kimse için gözlerimizin önünde akıyordu. "Gözlerimizin önünde akıyor": Yanı bizden gaip değildi, "cezaen (bir mükafat olarak)": Ferrâ’ şöyle demiştir: Buna ve onlara yaptığımız kurtarma ve suya boğma gibi şeyleri inkâr edilene karşılık olarak yaptık. "İnkar edilen kimse (men)” hakkında da üç görüş vardır: Birincisi: O aziz ve celil olan Allah’tır, bu da Mücâhid’in görüşüdür; bu durumda mana şöyle olur: Allah için ve onu inkâr ettikleri için cezalandılar. İkincisi: O Nûh’tur, o inkâr edildi, emrine karşı gelindi, bunu da Ferrâ’, demiştir. Üçüncüsü: "Men” "ma (şey) manasınadır, anlam da şöyledir: Boğulanların inkâr ettikleri İlâhi nimetlere karşılık olarak. Bunu da İbn Cerir nakletmiştir. Katâde de kâfin ve fenin fethi ile "limen kâne kefere” okumuştur. 15Yemin olsun, gerçekten onu bir ibret olarak bıraktık; ibret alan var mı? "Onu bıraktık": İşaret edilen şeyde de iki görüş vardır: Birincisi: O gemidir, Katâde şöyle demiştir: Allah onu Cudi dağının üzerinde bıraktı; öyle ki, bu ümmetin ilkleri ona yetiştiler. İkincisi: O, olaya râcîdir, Mana da şöyledir: Biz o olayı ve geminin durumunu âyet yani ibret alınacak bir alâmet olarak bıraktık, demektir. "Fehel min müddekir": Aslı müdtekir’dir; ta dal’a kalbolmuştur, nitekim bunu "veddekere ba’de ümmetin” (Yûsuf: 45) kavlinde anlatmıştık. İbn Kuteybe şöyle demiştir: Aslı Müztekir’dir, ta zala idgam edilmiş, sonra da şeddeli dal’a kalbedilmiştir. Müfessirler, mana şöyledir, demişler: Düşünecek, bundan ibret alacak yok mu? 16Azabım ve uyarılarım nasıl oldu? "Fekeyfe kâne azabi ve nüzür": Bu surede altı yerde "ve nüzür” vardır, Ya’kûb hepsini ya ile okumuş, Verş de ona vasılda katılmıştır; diğerleri ise ya’yı atmışlardır. "Azabım nasıl oldu?": Bu da bu durumu sormaktadır, mana ise o azabı büyütmektir. İbn Kuteybe şöyle demiştir: Nüziir burada nezir’in çoğuludur, o da uyarmaktır. Nekir de öyledir ki, inkâr manasınadır. Müfessirler: Bu, Mekke müşriklerini korkutmadır, demişlerdir. 17Yemin olsun, gerçekten Kur’ân'ı düşünmek için kolaylaştırdık; öğüt alan var mı? "Gerçekten Kur’ân’ı kolaylaştırdık": Kolay hale getirdik "liz-zikri": Yani ezberlemek ve okumak için. "Öğüt alan var mı?": Yani onu düşünecek ve okuyacak var mı? Mana da şöyledir: Bu, onu okuyup öğrenmeye teşviktir. Said b. Cübeyr şöyle demiştir: Allah'ın Kur’ân dışında tamamı ezberlenen bir kitabı yoktur. 18Ad (kavmi) de yalanladı; azabım ve uyarılarım nasıl oldu? 19Şüphesiz üzerlerine uğursuz sürekli bir günde gürültülü bir rüzgar gönderdik. "Rihan sarsaran” kavlini ise Hamim Secde: 160'da zikretmiştik. "Fi yevmin nahsin müstemir": Hasen, nahs’in yevm'in sıfatı olmak üzere lenvinle "fi yevmin” okumuştur. Müslemir ise sürekli ve uğursuz, demektir. Uğursuzluğu ile birlikte onlara uzun sürdü. İbn Abbâs da şöyle demiştir: O kavim o günü uğursuz sayarlardı. Onun o ayın sonundaki Çarşamba günü olduğu da söylenmiştir. 20İnsanları sanki kökünden koparılmış hurma kütükleri gibi çekip alıyordu. "İnsanları çekip alıyordu": Yani onları ayaklarının altındaki yerden söküyor, onları boyunları üstü yere çarpıyor, boyunlarını kırıyor; başı cesetten ayırıyordu. "Keennehüm a’cazu nahlin münka’ır": Übey b. Ka’b ile İbn Semeyfa, cimin ref'i ve cimden sonra elifsiz olarak "a'cüzü nahlin” okumuşlardır. İbn Mes’ûd, Ebû Miclez ve Ebû İmran da aynın ve cimin zammı ile "keennehüm ucuzu naillin” okumuşlardır. Kelâmın manası da: Sanki onlar "kökünden koparılmış” hurma kütükleridir, demektir. Ferrâ’: Munkair: Yere düşen hurma ağacıdır, demiştir. İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Kaartuhu fenkaara denir ki: Onu çektim, o da düştü manasınadır. Ebû Ubeyde de şöyle demiştir: Nahl kelimesi müzekker de müennes de olur. Bu âyet müzekker yapanlara göredir, "A’cazu nahlin haviyeh” (Hakka: 8) kavli de müennes yapanlara göredir. Mukâtil de şöyle demiştir: Onları şiddetli azaptan dolayı yere düştükleri zaman devrilen başsız hurma kütüklerine benzetmiştir. Onları hurma ağacına benzetmesi, uzun olmalarından dolayıdır. Onların her biri on iki arşın idi. 21Azabım ve uyarılarım nasıl oldu? 22Yemin olsun, Kur’ân’ı düşünmek için kolaylaştırdık; öğüt alan var mı? 23Semud (kavmi) de uyarıcıları yalanladı. "Semud kavmi uyarıcıları yalanladı (binnüzür)": Bunda da iki görüş vardır; Birincisi: O, nezir’in çoğuludur, biz de şöyle izah etmiştik: Bir peygamberi yalanlayan hepsini yalanlamış olur. İkincisi: Nüzür uyarma manasınadır, nitekim bunu "fe-keyfe kane azabi ve nüzür” kavlinde beyan etmiştik. Sanki onlar Salih’in getirdiği uyarıyı yalanlamışlardı. 24"İçimizden tek bir adama mı tabi olacağız? Gerçekten biz bu durumda elbette sapıklık ve delilikteyiz!" "Fe-kâlu ebeşeren minna": Zeccâc şöyle demiştir: Ebeşeren gizli bir fiille mensubtur, açık olan tefsiri de şöyledir: İçimizden bir beşere mi tabi olacağız? Müfessirler şöyle demişlerdir: O da bizim gibi bir adamdır, üstelik tektir, ona tabi olamayız. "Gerçekten biz bu durumda": Yani bunu yaparsak, "elbette sapıklık ve delilikteyiz": Yani hatalı ve eğri yoldayız. "Şuur": İbn Abbâs: Deliliktir, demiştir. İbn Kuteybe de: O tesa'aretin naru kavlinden gelir ki: Çılgın ateştir, demiştir. Nakııtün mes’uretün de: Deli gibi hareketli deve, demektir. Başkası da şöyle demiştir: Eğer ona tabi olursak bedbaht olur, sıkıntıya düşeriz. 25"Vahiy aramızdan ona mı indirildi? Hayır, o, çok yalancı, şımarıktır” dediler. Sonra ona vahiy gelmesini kabullenemeyip "vahiy ona mı bırakıldı?” dediler, yani "bizim aramızdan” vahiy ona mı indirildi? Peygamberlik ve vahiy nasıl ona tahsis edilir? "Hayır, o çok yalancı, şımarıktır": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: O, şımarık ve mütekebbirdir, bunu da İbn Kuteybe, demiştir. İkincisi: Mağrurdur, bunu da Zeccâc, demiştir. 26Yarın bileceklerdir, kim yalancı, şımarıkmış? "Seyalemune ğaden": İbn Âmir ile Hamze, te ile "setalemune” okumuşlardır. "Yarın” bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Kıyamet günüdür, bunu da İbn Saib, demiştir. İkincisi: Onlara azabın indiği gündür, bunu da Mukâtil, demiştir. 27Gerçekten biz dişi deveyi onları imtihan etmek için gönderenleriz; onları gözetle ve sabret. "Gerçekten biz dişi deveyi gönderenleriz": Olay şöyle olmuştur: Onlar Salih peygamberden kendilerine bir kayadan dişi deve çıkarmasını istediler; Allahü teâlâ da: "Gerçekten biz dişi deveyi gönderenleriz": Yani onu isledikleri gibi kayadan çıkaracağız, dedi. "Onları imtihan için": Yani denemek ve onlara ateşten gömlek giydirmek için. "Onları gözetle": Yani ne yapacaklarına bak "ve sabret” başına gelecek sıkıntılara. 28Suyun gerçekten aralarında taksim edilmiş olduğunu haber ver. Her içme hakkı gelişledir. "Suyun gerçekten aralarında taksim edilmiş olduğunu haber ver": Yani Semud kavmi ile deve arasında; bir gün onun, bir gün de onların. İşte "her İçme hakkı gelişledir” dediği budur. Sahibi ve hak edeni hazır olur, demektir. 29Arkadaşlarına seslendiler; o da (kılıca) sarıldı, (deveyi) kesti. "Arkadaşlarına seslendiler” adı: Kudar b. Salif'tir, "teata": İbn Kuteybe: Deveyi kesme işini üstlendi, demiştir. "Deveyi kesti": Yani öldürdü. Biz de bunu A’raf: 77'de beyan etmiştik. 30Azabım ve uyarılarım nasıl oldu? 31Gerçekten biz üzerlerine tek bir ses gönderdik; ağılcının kuru otu gibi oldular. "Gerçekten biz üzerlerine tek bir ses gönderdik": Bu da Cebrâil aleyhisselam’ın sesi idi. Buna da Hûd: 61’de işaret etmiştik. "Ağılcının kuru otu gibi oldular": İbn Abbâs şöyle demiştir: Bir adam koyunları yırtıcı hayvanlardan korumak için ağaç dallarından ve dikenlerden bir ağıl yapar, ondan düşen ve ayakaltında çiğnenen şeylere heşim, denir. Biz de heşim’in manasını Kehf: 45’te beyim etmiştik. Zeccâc da şöyle demiştir: Heşim; kuruyan, kırılan ve ayakaltında çiğnenen şeydir. Mana da şöyledir: Onlar ağıl yapanın yakmak için topladığı çok kuru otlar gibi oldular. Hasen, zı nın fethi ile "muhtazar” okumuştur ki, o da ağıl demektir. Mana da şöyledir: Kuru odun parçaları gibi oldular. Said b. Cübeyr de şöyle demiştir: O duvardan dökülen topraktır. Katâde de şöyle demiştir: Yanmış ve çürümüş kemik gibi oldular. Bütün bunlardan maksat: Onlar çiğnenen şey gibi helak oldular, demektir. 32Yemin olsun, gerçekten Kur’ân’ı düşünmek için kolaylaştırdık; öğüt alan var mı? 33Lût kavmi uyarıcıları yalanladılar. 34Gerçekten biz üzerlerine taş yağdıran fırtına gönderdik, ancak Lût ailesi hariç. Onları seher vakti kurtardık. "Gerçekten biz üzerlerine taş yağdıran fırtına gönderdik": Âyette geçen hasıb, atılan taştır. "Ancak Lût ailesi hariç": Yani Lût ile iki kızı, demektir. "Onları kurtardık” o azaptan "biseherin": Ferrâ’ şöyle demiştir: Burada "biseherin” nekire olduğu için mecrur olmuştur, tıpkı "necceynahüm bileyim” sözü gibi. Araplar ondan be’yi atınca cer vermezler, çünkü onu eliflamlı kullanırlar; mazale indena münzüs seher, derler, neredeyse başka türlü demezler. Ondan eliflam atılırsa, munsarif olmaz. Zeccâc da şöyle demiştir: Seher nekire olur da ondan herhangi bir seher kastedilirse, munsarif olur. Eğer belli bir günün seheri kabul edilirse, munsarif olmaz. 35Katımızdan bir nimet olarak. İşte biz şükreden kimseyi böyle mükafatlandırırız. "İşte biz şükreden kimseyi böyle mükâfatlandırırız": Mukâtil şöyle demiştir: Kim Allah'ı birlerse, müşriklerle beraber azap görmez. 36Yemin olsun, onları sert tutuşumuzdan / pençemizden uyardı; onlarsa uyarımı yalanladılar. 37Yemin olsun, gerçekten onun misafirlerinden murat almak istediler; biz de gözlerini silme kör ettik. "Azabımı ve uyarımı tadın” (dedik). "Yemin olsun, gerçekten onun misafirlerinden murat almak istediler": Yani onları kendilerine teslim etmesini istediler, onlar da meleklerdir. "Biz de gözlerini silme kör ettik": Cebrâil kanadıyla vurdu, gözlerini alıp götürdü. Bizde kıssayı Hûd suresi, âyet: 81'de zikretmiştik. Söz burada lamam oldu. Sonra: "Tadın” dedi. Yani Lût kavmine azap gelince: "Azabımı ve uyarımı tadın” dedik. Uyarı da Lût’un ikazlarıdır. 38Yemin olsun, gerçekten onları sabahleyin sürekli bir azap bastırdı. "Yemin olsun, gerçekten onları sabahleyin bastırdı": Yani onlara sabahleyin geldi "sürekli bir azap": Başlarına inen azap demektir. Mukâtil de: Azap başlarına sabahleyin çullandı, demiştir. Ferrâ’ da şöyle demiştir: Araplar ğudveten'i tenvinle okurlar da "bükreten"i okumazlar. Ğudveten'de tenvinsiz çoktur, bükreten’de ise tenvinli çoktur. Kim tenvinli okumazsa onu marife yapar, çünkü o, emsi (dün) ve "ğad” (yarın) gibi tek bir vakitle olur. Gudveten genellikle âşiyyeten ile birlikte zikredilirse tenvin alır, o zaman Lealiyennehüm ğudveten ve aşiyyeten derler. Bazıları da "ğudve” diyerek tenvin vermezler, "aşiyyeten” diyerek tenvin verirler. Kimi de "ğudveten” ile birlikte çok söylendiği için "aşiyyeten"e tenvin vermezler. Zeccâc da şöyle demiştir: El - ğudve ve el-biikre nekire olurlarsa, tenvin alır ve munsarif olurlar; onlardan bulunduğun günün sabahını ve yarınını kastedersen, onları munsarif yapmazsın. Bükre burada nekire olduğu için munsarif olması daha iyidir. Çünkü o azabın belli bir ayın belli bir gününde olduğuna dair rivayet sabit değildir. 39"Azabımı ve uyarımı tadın” (dedik). 40Yemin olsun gerçekten Kur’ân’ı düşünmek için kolaylaştırdık; öğüt alan var mı? 41Yemin olsun, gerçekten Fir’avn hanedanına uyarılar geldi. "Yemin olsun, gerçekten Fir’avn hanedanına geldi” yani Kıptilere, demektir "uyanlar (nüzür)": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: O nezir’in çoğuludur, o da Mûsa'nın onları korkuttuğu mucizelerdir. İkincisi: Nüzür uyan manasınadır, biz de bunu az önce açıklamıştık. 42Âyetlerimizin hepsini yalanladılar; biz de onları muktedir pek güçlünün yakalaması ile yakaladık. "Onları yakaladık” azapla, "pek güçlünün yakalaması ile” intikam alan Allah’ın yakalaması ile "muktedir” onları helak etmeye muktedir, demektir. 43Sizin kâfirleriniz bunlardan daha mı hayırlı yoksa sizin için kitaplarda bir berat mı var? Sonra Mekke halkını korkutup: "Sizin kâfirleriniz mi?” dedi, ey Arap müşrikleri, "daha hayırlıdır": Yani daha çetin ve güçlüdür, "bunlardan?” Bu da istifham ise de manası rettir, anlam da şöyledir: Onlar Nûh, Ad ve Semud kavimlerinden daha güçlü değiller, biz onları bile helak ettik. "Yoksa sizin için berat mı var?” Onlara gelen azap size gelmeyecek diye? "kitaplarda” yani eski kitaplarda, demektir. 44Yoksa: "Biz intikam alan bir topluluğuz” mu diyorlar. "Yoksa "biz intikam alan bir topluluğuz” mu diyorlar?” Mana da şöyledir: Biz muhaliflerimize karşı tekeliz, onlardan intikam alırız. Muntasır lâfzının tekil olması, cemi lâfzından dolayıdır, çünkü o da cemaatin ismi olmakla beraber "tekil” lâfzındadır. 45O topluluk mağlup edilecek ve arkalarını dönecekler. "Seyühzemül cem’ü” Ebû Hatim, Ya’kûb ’tan nun ile "senehzimü” nasb ile de "ehcem'a” okuduğunu rivayet etmiştir, "tüvellune” de te iledir. Cemi’den maksat da Mekke kâfirleridir. "Ve yuvelluned dübür": El-edbar demedi, ikisi de câizdir. Ferrâ’ şöyle demiştir: Bu "inne fülanen lekesirüd dinarı veddirhemi (falancanın altını ve gümüşü çoktur) sözüne benzer. Bu da Allahü teâlâ’nın gayble ilgili verdiği bir haberdir ki, bu yenilgi Bedir savaşında gerçekleşti. 46Doğrusu, onların belirtilen zamanı (onlara verilen randevu) kıyamettir. Kıyamet de daha belalı ve daha acıdır. "Kıyamet daha belalıdır” Mukâtil: Daha fecidir, demiştir. "Daha acıdır": Öldürülmekten, Zeccâc şöyle demiştir: Dahiye: İçinden çıkılmaz zor durumdur. "Emerr” ise öldürülmekten ve esir olmaktan daha acıdır, demektir. 47Şüphesiz, suçlular bir sapıklıkta ve çılgın ateşlerdeler. "Şüphesiz suçlular bir sapıklıkta ve çılgın ateşlerdedir": İniş sebebinde iki görüş vardır: Birincisi: Mekke müşrikleri Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e gelip kader hakkında tartıştılar, bunun üzerine "onu bir takdir ile yarattık” kavline kadar olan kısmı indi. Bunu da Müslim yalnız olarak Ebû Hureyre’den rivayet etmiştir. 3 3- Ayrıca bkz. Ahmed, Müsned, Tirmizî ve İbn Mâce. Ebû Umame de Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’den, "bu âyetin kaderi inkâr edenler hakkında indi” dediğini rivayet etmiştir. 4 4-Suyuti, ed - Dürül Mensur, Taberi, Abd b. Humeyd, İbn Münzir ve İbn Merduye'den nakletmiştir. İkincisi: Necran Piskoposu, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e geldi: Ya Muhammed, sen günahların da takdir ile olduğunu iddia ediyorsun ki, öyle değildir, dedi. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem de: Sizler Allah’ın Kasımlarısınız, dedi, bunun üzerine de "innel mücrimine... bikader” âyetleri indi. Bunu da Atâ’, demiştir. "Şuur": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: Deliliktir. İkincisi: Meşakkattir, bu ikisini sûrenin başında zikretmiştik. Üçüncüsü: Onların üzerinde tutuşan ateştir. 48O günde ateşte yüzleri üstü sürüklenirler, (onlara): "Cehennemin dokunuşunu tadın” (denir). "Sekar” hakkında da Zeccâc şöyle demiştir: O cehennemin isimlerinden bir isimdir, munsarif değildir, çünkü marifedir. O da müennestir. Ben Şeyhimiz Ebû Mansur’dan şöyle okudum: Sekar ahiret narının (ateşinin) ismidir, yabancıdır. Şöyle diyenler de olmuştur: Hayır, Arapça'dır, sekarethüş şemsti kavlinden gelir ki, güneş bir şeyi eritmektir. Ona böyle denilmesi de içine atılan cisimleri eritmesindendir. Ömer b. Hattab radıyallahu anh, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'den şöyle dediğini rivayet etmiştir: Allah mahlukatı kıyamet gününde topladığı zaman bir tellal ünler, onu ilkler ve sonlar duyar: "Allah’ın hasımları nerede?” der. Kaderi inkâr edenler kalkarlar; onların cehenneme gitmesi emredilir. Allahü teâlâ şöyle der: "Sekar ateşinin dokunuşunu tadın, biz gerçekten her şeyi bir kaderle yarattık". 5 5- Suyuti, ed - Dürrül Mensur, Merdeveyh'ten. Onlara: "Allah'ın hasımları” denilmesi günahın takdir edilip de sonra da onun üzerine azabın câiz olmamasını söylemelerindendir. Hişam b. Hassan, Hasen’den şöyle dediğini rivayet etmiştir: Allah'a yemin ederim ki, eğer kaderi inkâr eden biri o kadar oruç tutsa da ip gibi olsa, sonra da o kadar namaz kılsa da sırım gibi olsa, sonra da yalan ve dolan ve haksız yere yakalansa da Rükn ile Makam arasında boğazlansa, yine de Allah onu yüzükoyun cehenneme atar. 49Gerçekten biz her şeyi bir takdir ile yarattık. "Biz her şeyi kaderle yarattık": Müslim, tek başına rivayet ettiği İbn Ömer hadisinde Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’den şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Her şey kader iledir; hatta acizlik ve akıllılık bile". 6 6- Müslim, Kitabu'l - Kader, hadis no, 18. İbn Abbâs da şöyle demiştir: Her şey kader iledir, hatta elini yanağına koyman bile. Zeccâc da, "kader iledir” cümlesinin manasının şöyle olduğunu söylemiştir: Her şeyi vukuundan önce Levh-i Mahfuz'da yazılmış bir kaderle yarattık. "Külle şey’in"in mensûb olması da gizli bir fiilledir, manası da şöyledir: İnna halakna külle şeyin halaknahu bikader. 50Bizim emrimiz ancak bir tek göz kırpması gibidir. "Bizim emrimiz bir tektir": Ferrâ’ şöyle demiştir: Yani bir seferdir. Mukâtil de: Bir defadır, tekrar edilmez, demiştir. Atâ’ da İbn Abbâs'tan şöyle dediğini rivayet etmiştir: Demek istiyor ki: Benim halkını üzerindeki hükmüm göz kırpmadan daha hızlıdır. İbn Saib de, mana şöyledir, demiştir: Kıyametin kopmasındaki emrimiz göz kırpmadan daha hızlıdır. Göz kırpma da hızla bakmaktır. 51Yemin olsun, gerçekten benzerlerinizi helak ettik; öğüt alan var mı? "Yemin olsun, gerçekten benzerlerinizi helak etti": Yani geçmiş ümmetlerden küfürde benzer ve emsallerinizi helak ettik, demektir, "öğüt alan var mı?": Yani nasihat dinleyen var mı, demektir. 52Yaptıkları her şey kitaplardadır. "Yaptıkları her şey kitaplardadır": Yani ümmetlerin yaptıkları, demektir. "Zübür"de de iki görüş varılır: Birincisi: O, Hafaza meleklerinin tuttuğu amel defterleridir. İkincisi: Levh-i Mahfüz'dur. 53Her küçük ve büyük yazılmıştır. "Her küçük ve büyük": Yani geçmiş amellerin küçük ve büyüğü "müstetar” yazılmıştır. İbn Kuteyhe şöyle demiştir: O setartü, yazdım manasından "müfteal” veznindedir, yazılmış manasındadır. 54Gerçekten takva sahipleri cennetlerde ve ırmaklardadır. "Fi cennatin ve neher": Zeccâc, mana şöyledir, demiştir: Fi cennatin ve enharin (bahçelerde ve nehirlerde). Tekil isim çoğula delalet eder, o zikredilerek cemi söylemeye ihtiyaç kalmamıştır. Sibeveyh ile Halil şu delili getirmişlerdir: Orada cılız develerin leşleri vardır, kemikleri, Beyazdır, derisi ise kaskatıdır. Şair: Derileri demek istemiştir. Şu da öyledir: Boğazınızda kemik vardır, çok üzüldük. Şu da öyledir: Yarı karın yiyin, rahat yaşarsınız. İbn Kuteybe de, Ferrâ’’dan âyet başı olduğu için tekil getirilmiş; diğer âyetlerle, uyum sağlanmıştır, dediğini nakletmiştir. Ve şöyle demiştir: Neher: Işık ve genişliktir; enhertüt tanete sözünden gelir ki: Geniş yara açtım, demektir. Şair Kays b. Hatiym, bir yarayı anlatırken şöyle demiştir: Kılıcı elime iyice alıp geniş bir yara açtım, Öyle ki, bakan arkasını görürdü (delip geçmiştir). Ben de derim ki: Bu, Dahhâk'ın görüşüdür. A'meş ise: "Ve nühürin” okumuştur. 55Kudretli ve azametli hükümdarın doğruluk meclisinde. "Doğruluk meclisinde": Yani güzel mecliste, demektir. Biz de manaya "enne lehüm kademe sıdkın” (Yûnus: 2) kavlinde dikkat çekmiştik. Melîk'e gelince: Hattâbî şöyle demiştir: el - Melik, malik manasınadır. Fail kalıbı sıfatta mübalağa içindir. Melik bazen de melik manasına gelir, bu âyet de ondandır. Muktedir ise Kehf: 45'te şerh edilmiştir. |
﴾ 0 ﴿