55-RAHMAN SÛRESİ78 ayettir. Nerede indiğinde iki görüş vardır: Birincisi: O Mekki'dir, bunu da İbn Ebi Talha, İbn Abbâs'tan rivayet etmiş; Hasen, Atâ’, Mukâtil ve cumhûr da böyle demişlerdir. Ancak İbn Abbâs: Onda bir âyet hariç, demiştir ki, o da: "Yes'eluhu men fissemavati veladr” (Rahman: 29) kavlidir. İkincisi: O Medenidir, bunu da Atıyye, İbn Abbâs'tan rivayet etmiş; İbn Mes’ûd da öyle demiştir. Bismillahirrahmanirrahim 1Rahman, "Er-rahman, allemel Kur’ân": Mukâtil şöyle demiştir: "Rahman’a secde edin” (Furkan: 60) âyeti inince, Mekke kâfirleri: "Rahman nedir?” deyip hoşlanmadılar ve: Biz Rahman’ı bilmiyoruz, dediler. Allahü teâlâ da: "Rahman” yani bilmedikleri Rahman, "Kur’ân’ı öğretti” dedi. 2Kur’ân’ı öğretti. "Kur’ân’ı öğretti” kavlinde de iki görüş vardır: Birincisi: Onu Muhammed’e öğretti, Muhammed de ümmetine öğretti. Bunu da İbn Saib, demiştir. İkincisi: Kur’ân’ı kolaylaştırdı, bunu da Zeccâc, demiştir. 3İnsanı yarattı. "İnsanı yarattı": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: O cins ismidir, Mana da şöyledir: Bütün insanları yarattı. Bunu da çoğunluk, demiştir. Buna göre "beyan"da altı görüş vardır: Birincisi: Konuşma ve ifade-i meram etmedir. Bunu da Hasen, demiştir. İkincisi: Helâl ve haramdır, bunu da Katâde, demiştir. Üçüncüsü: Kendinin dediği ve kendine deneridir, bunu da Muhammed b. Ka’b, demiştir. Dördüncüsü: Hayır ve şerdir, bunu da Dahhâk, demiştir. Beşincisi: Hidayet yollarıdır, bunu da İbn Cüreyc, demiştir. Altıncısı: Yazma ve çizmedir, bunu da Yeman, demiştir. İkincisi: O Âdem'dir, bunu da İbn Abbâs ile Katâde, demişlerdir. 4Ona konuşmayı öğretti. Buna göre de "beyan"da üç görüş vardır: Birincisi: Her şeyin isimleridir. İkincisi: Her şeyin açıklamasıdır. Üçüncüsü: Dillerdir. Üçüncüsü: O Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’dir; ona olmuş ve olacağı öğretti. Bunu da İbn Keysan, demiştir. 5Güneş ile ay hesapladır. "Güneş ile ay hesapladır": Yani hesap ve evrelerledir, onları geçmezler. Biz de bu manayı En’am: 96' da açıklamış bulunuyoruz. Ahfeş şöyle demiştir: Haberi gizlemiştir, sanırım - Allah bilir ya - şöyledir: Yecriyani bihüsbanin (bir hesaba göre akarlar). 6Sapsız bitkiler ve ağaçlar secde ederler. “Vennecmü veşşecerü yescüdan": Necm hakkında iki görüş vardır: Birincisi: O gövdesi olmayan bitkidir, bu da İbn Abbâs, Süddi, Mukâtil ve dilcilerin görüşleridir. İkincisi: O gökteki yıldızdır. Bundan maksat da bütün yıldızlardır, bunu da Mücâhid, demiştir. Şecer ise: Gövdesi olandır. Ferrâ’ şöyle demiştir: Bunların secde etmeleri: Doğan güneşe dönmeleridir, sonra da gölge dönünceye kadar onunla beraber meylederler. Ben de Nahl: 49’da akılsız varlıkların secdesine işaret etmiştim. Ebû Ubeyde şöyle demiştir: Fiillerinin tesniye olması lâfızlarından dolayıdır. 7Göğü yükseltti ve teraziyi koydu. "Göğü yükseltti": Bunu yapması hayvanların yaşayıp rahat nefes almaları içindir. Mahlukat rahat etsin diye gökle yer arasında rüzgar estirdi. Eğer bu olmasa idi mahlukat daralmaktan ölürdü. "Teraziyi koydu": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: O adalettir, bunu da çoğunluk demiştir; Mücâhid, Süddi ve dilciler de bunlara dahildir. Zeccâc şöyle demiştir: Bu da dengeyi sağlamak içindir. İkincisi: O bilinen terazidir, insanlar birbirlerinden haklarını alsınlar diye. Bunu da Hasen, Katâde ve Dahhâk, demişlerdir. Üçüncüsü: O Kur’ân’dır, bunu da Hüseyfı b. Fadl, demiştir. 8Tartıda taşkınlık etmeyin, diye. "Ella tetğav": Zeccâc şöyle demiştir: "En"de iki mülahaza vardır: Birincisi: Onun lâm manasına olmasıdır, mana da: Taşkınlık etmeyesiniz diye, olur. İkincisi: O tefsir (açıklama) içindir; bu durumda da "lâ” nehy için olur, Mana da şöyledir: Taşkınlık etmeyin, yani adaleti aşmayın. 9Tartıyı adaletle tutun, tartılanı eksik yapmayın. "Tartıyı eksik yapmayın": İbn Kuteybe: Tartıyı eksik tutmayın, demiştir. 10Yeri mahlukat için alçalttı. En’âm kelimesine gelince: Onda da üç görüş vardır: Birincisi: insanlardır, bunu da İkrime, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. İkincisi: Bütün canlılardır, bunu da el - Avfi, İbn Abbâs'tan rivayet etmiş; Mücâhid, Şa’bî, Katâde, Süddi ve Ferrâ’ da böyle demişlerdir. Üçüncüsü: İnsanlarla cinlerdir. Bunu da Hasen ile Zeccâc, demişlerdir. 11Onda meyve ve tomurcuklara sahip hurma ağaçları vardır. "Orada meyve vardır": Fakihe eğlencelik yemişlerdir. "Vennahlu zatül ekmam": Ekmam: Kapçık ve torbacıklardır. Bunu da geniş olarak Hamim, Secde: 47’de şerh etmiştik. 12Ekin yaprağına sahip taneler ve kokulu bitkiler. "Hububat": Arpa, buğday vs. gibi bütün taneler kastedilmiştir. İbn Âmir, benin nasbi ile "velhabbe", elifle de "zelasfi” ve nunun nasbi ile de "verreyhane” okumuştur. Hamze, Kisâi - İbn Ebi Süreyc rivâyeti hariç- ve Halef nunun kesri le "velhabbü zülasfı verreyhani” okumuşlar; diğerleri ise nunun zammı ile "verreyahanu” okumuşlardır. "Asf” ta da iki görüş vardır: Birincisi: O rüzgânn savurduğu ekin yaprağı ve samandır, bunu da İbn Abbâs, demiştir. Mücâhid de böyle: O ekin yaprağıdır, demiştir. İbn Kuteybe de: Asf: Ekin yaprağıdır, sonra kuruyup da gevrer ve çiğnenirse, saman olur. İkincisi: Asf, yenen her türlü hububattır. Bunu da Ferra nakletmiştir. "Reyhan"da da dört görüş vardır: Birincisi: O rızıktır, bunu da İkrime, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; İkrime, Mücâhid ve Said b. Cübeyr de böyle demişlerdir. Ferrâ’ şöyle demiştir; Beyhan Arap dilinde: Rızıktır. Harecna natlubu reyhanallahi (Allah'ın rızkını aramaya çıktık) dersin. Zeccâc da Nemrbin Tevleb’in şöyle bir beytini misal getirmiştir: Allah'ın selamı, rızkı Rahmet ve kesilmeyen yağmuru üzerine olsun. İkincisi: O, yeşil ekindir, bunu da Valibi, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Ebû Süleyman Dımeşki de şöyle demiştir: Buna göre ona reyhan denilmesi; nefsin ona bakmakla rahat etmesindendir. Üçüncüsü: O kokladığınız güzel kokudur. El-Avfı, İbn Abbâs’tan şöyle dediğini rivayet etmiştir: Reyhan, yerden biten hoş kokulu şeylerdir. Bu da Hasen, Dahhâk ve İbn Zeyd’in görüşleridir. Dördüncüsü: O yenmeyen hububattır, asf da yenendir. Bunu da Ferrâ’ nakletmiştir. 13O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız. "Fe-bi-eyyi âlai rabbiküma tükezziban": Eğer: "Nasıl ikiye hitap etti, aslında yalnız insanı zikretmişti?” denilirse, buna iki cevap verilir, bunları da Ferrâ’ zikretmiştir. Birincisi: Araplar bire iki kalıbı ile hitap ederler, nitekim bunu "elkıya fi cehenneme” (Kaf: 24) kavlinde açıklamıştık. İkincisi: Bundan insanla cin kastedilmiştir; o nedenle sûrenin başından sonuna kadar o ikisine hitap etmiştir. Zeccâc da şöyle demiştir: Allahü teâlâ bu sûrenin başında insanı yaratma, güneşi, ayı, göğü ve yeri yaratma gibi birliğine delalet eden şeyleri zikredince, cin ve insana hitap edip: "Artık Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız?” dedi, yani bu zikredilen şeylerden Rabbinizin hangi nimetini inkâr edersiniz. Çünkü bunların hepsi size verilmiştir; bunlar onun birliğine delalet eder, bunları size rızık etmekle de varlığınızı sürdürürsünüz. İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Alâ: Nimet manasınadır, tekili: Elen’dir, kafan gibi ve ilen’dir, mian gibi. 14İnsanı saksı gibi kuru balçıktan yarattı. "İnsanı yarattı": yani Âdem’i, "kuru balçıktan": salsal va cann’ı Hicr: 26 ve 27'de zikretmiştik. "Fehhar"a gelince: Ebû Ubeyde şöyle demiştir: Pişmemiş kuru çamurdan yarattı, vurulduğu zaman ses çıkarır, o kuruluğundan saksı gibidir. Fehhar: Ateşte pişmiş şeydir. 15Cinleri yalından, ateşten yarattı. Mâric: İbn Abbâs şöyle demiştir: O ateş alevlendiği zaman ucunda dil gibi görünen şeydir. Mücâhid de şöyle demiştir: O ateş yakıldığı zaman kızıl, sarı ve yeşil alevlerin karışımıdır. Mukâtil de şöyle demiştir: O ateşin dumansız saf alevidir. Ebû Ubeyde de: Karışık ateştir, demiştir. İbn Kuteybe ise: Ateşin alevidir, demiştir, kadnıericeşşey’ü sözünden gelir ki, sarsılmak ve karar kılmamaktır. Zeccâc da: O ateşin dumanına karışan alevidir, demiştir. Eğer: Allahü teâlâ Âdem aleyhisselam'ın yaratılışını değişik lâfızlarla ifade etti; bazen "onu topraktan yarattı” (Al-i İmran: 59), bazen "kuru balçıktan", bazen "yapışkan çamurdan” (Saffat: 11), bazen "saksı gibi” (Rahman: 14), bazen de "kokuşmuş balçıktan” (Hicr:29) dedi, bunun hikmeti nedir denilirse, cevap şöyledir Aslı topraktır, ondan çamur yapılmıştır, sonra kokuşmuş balçık gibi olmuş, sonra saksı gibi kuru balçık olmuştur. Bütün bunlar aslının aldığı değişik hallerdir. Eğer: 16O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız? "Febieyyi alai rabbiküma tükezziban” kavlini tekrar etmesinin faydası nedir, denilirse, cevap şöyledir: Bu, nimetleri zihinlere yerleştirmek ve onlarla verilen öğüdü pekiştirmek için yapılan tekrardır, İbn Kuteybe şöyle demiştir: Araplar pekiştirme ve iyice anlatma için tekrar ederler, nitekim hafifletmek ve veciz kılmak için de kısa keserler; çünkü konuşmacının ve hatibin çeşitli sanat dallarında dolaşması, tek sanat üzerinde durmasından (tek düzeden) daha güzeldir. Meselâ bir konuşmacı: Allah'a yemin ederini ki, onu yapmam, der, sonra da, Allah'a yemin ederim ki, onu yapmam, der, onu yapmamasını pekiştirmek ve yapmasından ümitleri kesmek için böyle der. Nitekim kısa kesmek için de, olumsuzluk edatını gizleyerek: "Allah’a yemin ederim ki, onu yaparım” der (aslında yapmanı demek ister). Acele konuşan da muhatabına. Acele et, acele et, ok atacak olana da: At, at, der. Şair de şöyle demiştir: Onun nice nimetleri vardı, nice nice... Başkası da şöyle demiştir: Kinde topluluğuna arkalarını döndükleri zaman Sorsaydın: Nereye nereye, diye? Bazen bir sıfat gelir, onu tekit etmek isterler, onu aynen tekrar etmekten hoşlanmazlar; o nedenle bir harfini değiştirir, hemen arkadan söylerler meselâ: Atşane netşane, şeytana leytane, Hasen besen, derler. İbn Düreyd de şu örnekleri vermiştir: Cai’ nai’, melih karih, kabih şakih, şahih nahih, habis nebis, kesir besir, seyyiğ leyyiğ, saiğ laiğ, hakir nakir, dail beil, hadır madır, ifrit nifi it, sika nika, kinn inn, vahid fahid, hair bair ve semh lemh gibi (Türkçe’mizde de: Yalan dolan, kitap mitap, bardak mardak gibi çok örnekleri vardır. Mütercim). İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Allahü teâlâ bu surede nimetlerini sayıp da kullarına hatırlatıp kudretine dikkat çekince, bunlardan her iki nimetin arasına bu cümleyi koydu; maksat nimetleri iyice anlatmak ve onları onaylatmaktır. Meselâ birine şöyle dersin: Sen kovgundun, sana barınak temin etmedim mi? Bunu inkâr mı ediyorsun? Sen hiç hacca gitmemiştin, seni hacca göndermedim mi? Bunu inkâr mı ediyorsun? Hakim Ebû Abdullah, Sahih’inde Cabir b. Abdullah hadisinde şöyle dediğini rivayet etmiştir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem bize Rahman suresini okudu, onu hatmetti, sonra da şöyle dedi: "Neden susuyorsunuz? Cinler sizden daha iyi dinleyicilerdi; onlara bu "Rabbinizin hangi nimetlerini inkâr edersiniz?” diye okuduğumda mutlaka: Rabbimiz, hiçbir nimetini inkâr etmeyiz, sana hamd olsun, diye karşılık verdiler. 1 1 - Hakim, Müstedrek, 3/473. 17İki doğunun ve iki batının Rabbidir. "Rabbul meşrikayni": Ebû Recâ’ ile İbn Ebi Able, kesre ile "rabbil meşrikayni ve rabbil mağribeyni” okumuşlardır. İki doğu ile iki bati da ay ve güneş için yaz ve kış doğu ve batılarıdır. 18O halde Rabbinizin hangi nimetlerini inkâr edersiniz. 19Birleşen iki denizi salıverdi; "İki denizi salıverdi": Yani tatlı ile acıyı saldı. Onları serbest bıraktı ve onları Hasen de şöyle demiştir: "İki denizi salıverdi” yani Fars denizi ile Rum denizini salıverdi, aralarında engel vardır, yani adalar vardır, demektir. Bunun açıklaması da Furkan: 53’te geçmiştir. 20Aralarında bir engel vardır; tecavüz etmezler. "birleşmeye bıraktı, aralarında bir engel vardır” Allah'ın kudretinden bir engel vardır, "tecavüz etmezler": Yani karışıp da biri diğerinin üzerine çıkmaz. İbn Abbâs şöyle demiştir: Her sene göğün denizi ile yerin denizi birleşirler. 21O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız. 22İkisinden inci ve mercan çıkar. "İkisinden inci ve mercan çıkar": Zeccâc şöyle demiştir: Bunlar ancak tuzlu denizden çıkar. Onları birleştirmesi şunun içindir; çünkü birinden çıkınca, ikisinden çıkmış olur. Şu da öyledir: "Ve cealel kamere fihinne” (Nûh: 16), Ebû Ali el - Farisi şöyle demiştir: Yahrucu min ahadihima demek istemiş, muzafı hazfetmiştir. İbn Cerir de "minhüma” demesi, yağmur damlasından, sedeflerden çıkmasındandır, demiştir. İnci ve mercan, bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Mercan, küçük incidir, lü'lü’ de büyük taneli incidir. Bu da çoğunluğun görüşüdür, İbn Abbâs, Katâde, Dahhâk ve Ferrâ’ da içlerine dahildir. Zeccâc da şöyle demiştir: İnci (lü’lü’) denizden çıkan bütün tanelere denir. Mercan ise ufaklarıdır. İkincisi: İnci küçükleridir, mercan da büyükleridir, bunu da Mücâhid, Süddi ve Mukâtil, demişlerdir. İbn Abbâs da şöyle demiştir: Yağmur yağdığı zaman sadetler ağızlanın açar, içine düşen damla inci olur. İbn Cerir de şöyle demiştir: Nereye düşerse inci olur. Ben şeyhimiz dilci Ebû Mansur’dan şöyle okudum: Bazı dilciler mercanın yabancı bir kelime olduğunu söylemişlerdir. Ebû Bekir yani İbn Düreyd şöyle demiştir: Ben onun çekimli bir fiilini işitmedim, bu nedenle yabancı olması daha uygundur. İbn Mes’ûd da: Mercan kırmızı boncuk demiştir. Zeccâc da şöyle demiştir: Mercan çok beyazına denir. Kadı Ebû Ya’lâ da şöyle demiştir: Mercan: Çubuk gibi bir tür incidir. 23O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız? 24Denizde dağlar gibi inşa edilmiş akar gemiler O’nundur. "Akanlar O’nundur” yani akan gemiler O’nundur "inşa edilmiş” Mücâhid şöyle demiştir: O yelkenleri açılan gemilerdir, açılmayanlar değil. İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Onlar "denizde” yeni baştan inşa edilen gemilerdir, Hamze, "el - münşiat” okumuştur ki, oluşan demektir. Meselâ enşeetis sehalnı tünıtııu denir ki: Yağmur yağmaya başladı, demektir. Enşeeş şairü denir ki: Şair söylemeye başladı, demektir. A’lâm ise: Dağlar manasınadır. Bu da Şura: 32'de geçmiştir. 25O halde Rabbinizin hangi nimetlerini inkâr edersiniz? "Onun üzerindeki her şey fanidir": Yani yerin üzerindeki demektir. Bu da zikredilmeyen nimetlerden kinayedir, "fanin” helak oldu, demektir. 26Onun (yerin) üzerindeki her şey fanidir. 27(Ancak) celal ve ikram sahibi Rabbinin yiizü (zatı) baki kalır. "Rabbinin yüzü baki kalır": Yani Rabbin baki kalır demektir. "Zülcelali vel ikram": Celal mastardır, ululuk ve azameti açık olan demektir. İkram ise, ekreme yükrimü ikramdan mastardır, Mana da şöyledir: Allahü teâlâ ululamaya ve hürmet göstermeye layıktır, inkâr edilemez, yadsınamaz. Mananın şöyle olma ihtimali de vardır: O, veli kullarına ikram eder, onların derecelerini yükseltir. Şöyle iki ihtimal de vardır: Birincisi: Celal sıfatı olmak üzere Allah’a izafe edilmiştir, ötekisi de (ikram) kula izafe edilmiştir. Meselâ "hüve ehlüt takva ve ehlül mağfireti” (Müddessir: 56) kavli gibi ki, iki şeyden biri Allah'a izafe edilmiştir o da bağışlamadır, ötekisi de kula izafe edilmiştir, o da korkmaktır. 28O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız? 29Göklerde ve yerde olan kimse O’ndan ister. O her gün (başka) bir durumdadır. "Göklerde ve yerde olan kimse O’ndan ister": Mana şöyledir: Herkes O’na muhtaçtır, O’ndan isterler; O’nunsa onlara ihtiyacı yoktur. "O her gün başka bir durumdadır": Meselâ dirilme ve öldürme, aziz ve hor etme, hastalara şifa verme, isteyene ikram etme vs. fiilleri gibi. Hasen b. Fadl da şöyle demiştir; O mukadderatın yerini bulmasıdır. Mukâtil de şöyle demiştir: Bu âyetin iniş sebebi şöyledir: Yahudiler: Allah Cumartesi günü hiçbir şey yapmaz, dediler; bunun üzerine "O her gün bir durumdadır” âyeti indi. 30O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız? 31Ey iki ağırlık (cinler ve insanlar), sizin (hesabınızı görmek) için boş kalacağız. "Senefruğu leküm": İbn Kesir, Nâfi. Âsım, Ebû Amr ve İbn Âmir, meftuh nun ile "senefruğu” okumuşlardır. İbn Mes’ûd, İkrime, A’meş, Hamze, Kisâi ve Abdülvaris, meftuh ye ile "seyefruğu” okumuşlardır. İbn Semeyfa’, İbn Yamur, İbn Ebi Able, Âsım el-Cahderi, Abdülvaris’ten rivayet ederek mazmum ye ve meftuh ra ile "seyufrağu” okumuşlardır. Bu da Allah’tan tehdittir, çünkü O’nu hiçbir şey meşgul edemez. İşi olmayan birine: Benim için boş vakit buldun, bana sövüyorsun, dersin ki: Bu işe başladın ve ona yöneldin, demektir. Zeccâc da şöyle demiştir: Ferağ lügatte iki kısımdır: Birincisi: Bir meşguliyeti bitirmektir. İkincisi: Bir şeye yönelmektir. İçinde bulunduğum işten ayrıldım dersin ki, meşguliyetim sona erdi, demektir. Bir de: Filanca için boşalacağım, dersin ki, ona döneceğim, demektir. Âyetin manası da: Hesabınızı görmeye yöneleceğiz, demektir. "Sekalan” ise cin ile instir, onlara böyle denilmesi, yere ağırlık vermelerindendir. 32O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız? 33Ey cin ve insan topluluğu, eğer göklerin ve yerin bucaklarından çıkmaya güç yetirebilirseniz, haydi çıkın. Ancak bir güçle çıkarsınız. 34O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız? "En tenfuzu": Çıkmanız demektir. Nefezeşşey’ü mineşşey’i denir ki, delip geçmektir, meselâ okun hedefi delip geçmesi gibi. Aktar da etraf ve çevre demektir, Kelâmın manasında da üç görüş vardır: Birincisi: Eğer göklerde ve yerde olanları bilmeye gücünüz yeterse bilin, bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Eğer göklerin ve yerin çevrelerinden kaçmaya gücünüz yeterse, kaçın, ondan çıkın. Maksat şudur: Sizler nerede olsanız ölüm sizi bulur, demektir. Bu da Dahhâk, Mukâtil ve diğerlerinin görüşüdür. Üçüncüsü: Eğer göklerin ve yerin uçlarından geçip de Rabbinizin elinden kurtulabilirseniz, geçin. Bu da onlara kıyamet gününde denir. Bunu da İbn Cerir, demiştir. "Ancak bir güçle çıkarsınız": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: Ancak Allah’ın saltanat ve mülküne çıkarsınız, çünkü O, her şeyin sahibin Bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Ancak bir delille çıkarsınız, bunu da Mücâhid, demiştir. Üçüncüsü: Ancak mülkle çıkarsınız, sizin de mülkünüz yoktur, bunu da Katâde, demiştir. 35Üzerinize ateşten bir yalın ve duman gönderilir de yardımlaşamazsınız. "Yurselu aleyküma": Lâfızdan dolayı (ins ve cin) tesniye olmuş; "inistetatüm” kavlinde de manadan dolayı cemi olmuştur. "Şuvaz” lâfzında da üç görüş vardır: Birincisi: O ateşin alevidir, bunu da İbn Abbâs, demiştir. Mücâhid de: Ateşten ayrılan yeşil alevdir, demiştir. İkincisi: Dumandır, bunu da Said b. Cübeyr, demiştir. Üçüncüsü: Sırf ateştir, bunu da Ferrâ’ demiştir. Ebû Ubeyde de: Dumansız yanan ateştir, demiştir. Şuvaz ve şivaz okunur. İbn Kesir şinin kesri ile okumuştur. Yine o ve Basralılar cer ile "ve nuhasin” okumuşlar, diğerleri ise ikisini de merfu okumuşlardır. "Nuhas"ta da iki görüş vardır: Birincisi: O ateşin dumanıdır, bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs'tan rivayet etmiş; Said b. Cübeyr, Ferrâ’, Ebû Ubeyde, İbn Kuteybe ve Zeccâc da böyle demişlerdir. Bir kadından bahseden şair el - Ca’di’nin şu beyti de bundandır: Zeytinyağı gibi ışık vermektedir, Allah ona hiç duman koymamıştır. Ferrâ’ ise beyitte geçen selit hakkında üç görüş zikretmiştir: Birincisi: O hörgüç yağıdır, kandile konulduğu zaman dumanı çıkmaz. İkincisi: Susam yağıdır. Üçüncüsü: Zeytinyağıdır. İkincisi: O cehennemdekilerin başlarına aktarılan erimiş bakırdır. Bunu da el -Avfi, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Mücâhid ile Katâde de böyle demişlerdir. Mukâtil de şöyle demiştir: Âyetten maksat cin ve insanların kâfirleridir. Ahirette üzerlerine ateş alevi ile erimiş bakır gönderilir. Bunlar da beş nehirdir, Arş’in altından cehennemliklerin başlarına akar. Üçü gece süresince, ikisi de gündüz süresince akar. "Yardımlaşamazsınız": Yani buna mani olamazsınız, demektir. 36O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız? 37Gök yarılıp da kırmızı sahtiyan gibi bir gül olduğu zaman, "Gökyarılıp da": Yani içindekilerin inmesi için samanyolundan ayrılıp da "gül olduğu zaman": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Verde gül rengi at demektir, bunu da Ebû Salih ile Dahhâk, demişlerdir. Ferrâ’: Verde gül rengi (doru) attır, demiştir. O baharda kızıl olur sarıya çalar, sıcak kızdığı zaman da kızıllaştır. Bundan sonra da boz olur. Göğün renk değiştirmesi bu dondaki atlara benzetilmiştir. Zeccâc böyle demiş: "Bir gül olduğu zaman": Yani doru at rengi aldığı zaman, demiştir. Kestane rengi al, renkten renge girer; yazınki rengi kışınkine, kışınki rengi de yazınkine benzemez, işte gök de büyük korkudan dolayı renkten renge girer. İbn Kuteybe de, mana şöyledir, demiştir: Gül rengi at gibi kızıl olur. İkincisi: O bildiğimiz gül çiçeğidir, onun değişik renkleri vardır; ancak kırmızı renk galiptir. Bunu da Maverdi zikretmiştir. Dihan'da da iki görüş vardır: Birincisi: O tekildir, o da kırmızı deridir, bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: O dühn'ün çoğuludur, dühn de (yağ) yeşil, kırmızı ve sarı olur. Bunu da Yezidi nakletmiş, Mücâhid de benzeri şeyler söylemiştir. Ferrâ’ da şöyle demiştir: Göğün renklenmesi gül rengi atlara benzetilmiştir. Gül de çeşitli renkleriyle yağa benzetilmiştir. 38O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız? 39İşte o gün ne bir insan ne de bir cin günahından sorulmaz. "İşte o gün ne bir insan ne de bir cin günahından sorulmaz": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: Halleri bilinmek için sorulmaz, çünkü Allahü teâlâ onları kendilerinden daha iyi bilir. İkincisi: Birbirlerine hallerini sormazlar; çünkü herkes kendi nefsi ile meşguldür. Bu iki görüş İbn Abbâs’tan rivayet edilmiştir. Üçüncüsü: Günahları sorulmaz; çünkü onlar simalarından tanınır; kâfirin yüzü kara; mü’minin ise abdest azalan abdestten dolayı bembeyazdır. Bunu da Ferrâ’, demiştir. Zeccâc şöyle demiştir: Kimseye günahı öğrenilmek için sorulmaz, ancak azarlamak için sorulur. 40O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız? 41Suçlular simalarından tanınır; perçemlerden ve ayaklardan tutulur. "Suçlular simalarından tanınır": Hasen: Yüzleri siyah, gözleri mavi olur, demiştir. "Perçemlerden ve ayaklardan tutulur": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Cehennem bekçileri ayaklarını saçlarıyla arkadan bağlar, sonra da onları yüzükoyun cehenneme atarlar. Bunu da Mukâtil, demiştir. İkincisi: Perçemler ve ayaklardan tutulur, cehenneme sürüklenirler. Bunu da Sa’lebî zikretmiştir. Merdeveyh es - Saiğ şöyle demiştir: İmam bize sabah namazı kıldırdı, "er - Rahman” suresini okudu, aramızda da Ali b. Fudayl b. İyad vardı, imam "suçlular simalarından tanınır” âyetini okuyunca, bayılıp düştü, biz namazı bitirinceye kadar öyle kaldı, sonra kendisine, imamın "çadırlarda hapsolunmuş huriler vardır” okuduğunu duymadın mı?” dedik. O da: "Suçlular simalarından tanınır, perçemlerden ve ayaklardan tutulur” kavli aklımdan çıkmadı, dedi. 42O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız? 43İşte bu, suçluların yalanladığı cehennemdir. "İşte bu cehennemdir": Yani onlara: "İşte bu, suçluların yalanladığı cehennemdir” denilir. Suçlular müşriklerdir. "Yetulüne beyneha” Ebû’l -Âliyye ile Ebû İmran el - Cevni, mazmum ye ve şeddeli vav ile "yutavvifune” okumuşlardır. A’meş de öyle, ancak o, te ile okumuştur. 44Onunla çok sıcak (kaynar) su arasında dolaşırlar. "Ve beyne hamimin ân": İbn Kuteybe: Hamim, sıcak sudur, demiştir. Ân ise gayet sıcak demektir. Müfessirler mana şöyledir, demişlerdir: Onlar cehennem azabı ile kaynar su arasında koştururlar; ateşten feryat ettikleri zaman onlara gayet sıcak kaynar su ile imdat edilir. 45O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız? 46Rabbinin makamından korkan için iki cennet vardır. "Rabbinin makamından korkan için iki cennet vardır": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Ceza gününde aziz ve celil olan Rabbinin huzurunda durması. İkincisi: Yaptıklarını sorgulamak için Allah’ın kulun tepesinde durması. Tefsirde şöyle gelmiştir: Bir kul bir günah işlemeyi düşünür de aziz ve celil olan Allah korkusu ile onu terk ederse, onun için iki cennet, yani iki bahçe vardır. 47O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız? 48Dalların sahibi (dallı budaklı iki cennet). "Zevata efnan": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Dallı budaklı demektir, efnan, fenen’in çoğuludur ki, uzunluğuna yükselen dal demektir. Bu da Mücâhid, İkrime, Atıyye, Ferrâ’ ve Zeccâc'ın görüşleridir. İkincisi: O her şeyden renkler ve çeşitler demektir, fenen’in çoğuludur. Bu da Said b. Cübeyr’in görüşüdür. Dahhâk da: Çeşitli meyvelere sahip, demiştir. Atâ’ da iki görüşü birleştirip: Her dalında çeşitli meyveler olan demiştir. 49O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız? 50O ikisinde akan iki pınar vardır. "O ikisinde akan iki pınar vardır": İbn Abbâs şöyle demiştir: Soğuk su akan iki pınar, demektir ki, biri Selsebil, diğeri: Tesnim'dir. Atıyye de: Birinden berrak su akar, diğerinden de cennet şerbeti, demiştir. Ebû Bekr el - Verrak da şöyle demiştir: Onlarda dünyada iken ağlayan iki gözü olan için akan iki pınar vardır. 51O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız? 52O ikisinde her meyveden iki çift vardır. "O ikisinde her meyveden iki çift vardır": Yani iki sınıf ve çeşit vardır, demektir. Müfessirler şöyle demişlerdir: O ikisinde yaş ve kuru olmak üzere zevk alman her türlü meyve vardır, fazilette biri diğerinden geri kalmaz. 53O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız? 54Astarlan kalın atlastan döşeklere yaslanmış olarak. İki cennetin devşirilmiş meyveleri yakındır. "Yaslanmış olarak": Bu zikredilenlerin halidir, "döşeklerin üzerine (alâ furuşin)": Firaş’ın çoğuludur, "Betainüha": Bu da bitane’nin çoğuludur, bitane de yüzün altındaki astardır. Ebû Hureyre şöyle demiştir: Astarları böyle ise, gör ki, yüzleri nasıldır! İbn Abbâs da şöyle demiştir: Yüzünden bahsetmedi, çünkü onun ne olduğunu kimse bilmez. Katâde de: Betain yüz kısma gelendir ki, bir kavmin dilinde yüz demiştir. Ferrâ’ da şöyle derdi: Bazen astar yüz, yüz de astar olur; çünkü her biri yüz olabilir. Araplar şöyle derler: Bu göğün dışı yani gördüğümüz kısmı için: İçidir, derler. İbn Zübeyr de Osman’ın katillerini ayıplayarak şöyle demiştir: Ona kentten hırsızlar gibi çıktılar, Allah onlara her türlü ölümü reva görsün, onlardan kurtulanlar yıldızların altında kurtuldular, yani gece kaçtılar demek istemiştir. Bu durumda yıldızların görünen kısmını iç kısım saymıştır, bu da Arap dilinde câizdir (bu Türkçemiz’de de vardır; altımızdaki katın tavanı bizim tabanımızdır. Mütercim), İbn Kuteybe bu görüşü cidden yadırgamış ve şöyle demiştir: Allah bize anladığımız şekilde bu döşeklerin üstünlüğünü anlattı ve onlardan yere gelen kısma istebrak dedi. Eğer yere gelen kısmı böyle olursa, yüzü daha kıymetli ve daha şereflidir. Namaz kılan kimsenin yüzü için bitane, yere gelen kısmı için de zıhara demek câiz olur mu? Bu ancak eşit iki yüzü olan için câizdir, meselâ duvarın senden taraf olan kısmına: Haza zahrul haiti (bu duvarın sırtıdır) dersin, arkadaşın da kendinden taraf olana, hâza zahrul haiti (bu duvarın sırtıdır) der. Gök de böyledir: Bizden taraf olanı göğün sırtıdır, yine o, üstünde olanın altıdır (tıpkı bizim taban ve tavan misali gibi. Mütercim). Biz de istebrakı Kehf: 31'de zikretmiş bulunuyoruz. "O iki cennetin devşirilmiş meyveleri yakındır": Ebû Ubeyde şöyle demiştir: Devşirilecek meyvesi yakındır, devşiren kimseyi yormaz. 55O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız? 56Onlarda gözlerini (kocalarına) diken, kendilerinden önce onlara ne insanların ne de cinlerin dokunmadığı kadınlar vardır. "Onlarda gözlerini kocalarına diken kadınlar vardır": Bunu da Saffat: 48'de şerh etmiştik. "Fihinne” zamirinde de iki görüş vardır: Birincisi: O iki bahçeye ve bu kıssanın sahibi için hazırladığı diğer şeylere râcîdir, bunu da Zeccâc, demiştir. İkincisi: O döşeklere râcîdir. Bunu da Ali b. Muhammed en - Neysaburi zikretmiştir. "Lem yetmishünne": Kisâi mimin zammı ile diğerleri ise kesri ile okumuşlardır; ikisi de lügattir: Yatmisü ve yatmüsü denir, tıpkı ya’kıfü ve ya’küfü gibi. Manasında da iki görüş vardır: Birincisi: Bekaretlerini izale etmedi, tams: Kanatarak bekareti izale etmektir. Bundan dolayı hayızlı kadına: Tamis, denir. Bunu da Ferrâ’ demiştir. İkincisi: Onlara dokunmadı, demektir, ma tamese hazel baire habliin kaıtıı denir ki: Bu deveye hiç ip dokunmamıştır, demektir. Bunu da Ebû Ubeyde demiştir. Mukâtil de şöyle demiştir: Çünkü onlar cennette yaratılmışlardır. Buna göre bu hurilerin sıfatıdır. Şa’bî de şöyle demiştir: Onlar dünya kadınlarıdır, ilk yaratılmalarından itibaren onlara kimse dokunmamıştır. Âyette cinnî bir erkeğin insan gibi dünya kadınına dokunacağına delil vardır. 57O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız? 58Sanki onlar yakut ve mercanlar. "Sanki onlar yakut ve mercanlar": Katâde şöyle demiştir: Onlar saflıkta yakut, beyazlıkta da mercan gibidir. Zeccâc da tefsircilerin ve dilcilerin şöyle dediklerini zikretmiştir: Onlar yakut gibi saf, mercan gibi de beyazdır. Mercan küçük incilerdir, o çok beyazdır. Ben şeyhimiz dilci Ebû Mansur’dan şöyle okudum: Yakut Farsçadır, Arapçalaşmıştır, çoğulu da: Yavakit’tir. Araplar o kelimeyi kullanmışlardır. Malik b. Nüveyre el-Yerbui şöyle demiştir: Zebercet, yakut, ve altın taç, Adi kimsenin adiliğini gidermez. 59O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız? 60İyiliğin mükâfatı yine iyilikten başka mıdır? "İyiliğin mükafatı yine iyilikten başka mıdır?": Zeccâc şöyle demiştir: Dünyada iyilik edenin mükafatı ahirette iyilik görmektir. İbn Abbâs da şöy le demiştir: Lailâhe illallah diyen ve Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in getirdiklerini yapan kimsenin mükafatı cennetten başkası değildir. Enes b. Malik de şöyle rivayet etmiştir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem bu âyeti okudu: "Rabbiniz ne diyor, biliyor musunuz?” dedi. Onlar da: Allah ve Resûlü daha iyi bilir, dediler. O da Rabbiniz: "Kendisine tevhid nasip ettiğimiz kimsenin mükafatı cennetten başkası değildir” diyor, dedi.2 2 - Suyuti, ed - Dürrül Mensur, Hakim Tirmizî, Nevadirül Usul, Deylemi, Müsnedül Firdevs, İbn Neccar, Tarih. 61O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız? 62O ikiden başka iki cennet (daha) vardır. "O ikisinden başka iki cennet daha vardır": Zeccâc, mana şöyledir, demiştir: Rabbinin huzurunda durmaktan korkanlar için iki cennet vardır, bunlardan başka iki cennet daha vardır. "Ve min dunihima": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Derece itibarı ile o ikiden aşağıda, demektir. Bunu İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Fazilette o ikisinden geri demektir, nitekim Ebû Mûsa, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den şöyle dediğini rivayet etmiştir: İki cennet altından ve iki cennet de gümüştendir. 3 İbn Zeyd ile Mukâtil de bu kanaattadırlar. 3 - Buhârî, Tevhid, bab, 24; Tefsirü sûre 55, bab, 1 ve 2; Müslim, İman, hadis no, 296; Tirmizî, Sıfatü'l - Cennet, bab, 3 ve 7; İbn Mâce, Mukaddime, bab, 13; Ahmed, Müsned, 4/411,416. 63O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız? 64Koyu yeşildirler. "Koyu yeşildirler": İbn Abbâs ile İbn Zübeyr: Yeşile doymuşlar, demişlerdir. Ebû Ubeyde de şöyle demiştir: Yeşilliklerinden siyahlaşmalardır. Zeccâc şöyle demiştir: Yeşildirler, koyuluklarından siyaha çalmışlardır. Bütün yeşiller son dereceye gelince siyaha çalar. 65O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız? 66O ikisinde fışkıran iki pınar vardır. "Naddahatan": Ebû Ubeyde: Fışkıranlar, demiştir. İbn Kuteybe de: Köpürenler, demiştir. Fışkırma farklıdır, kimisi daha şiddetli olur. Fışkırarak ne attıklarında da dört görüş vardır: Birincisi: Misk ile kâfur fışkırtırlar, bunu da İbn Mes’ûd, demiştir. İkincisi: Su fışkırtırlar, bunu da İbn Abbâs, demiştir. Üçüncüsü: Hayır ve bereket yayarlar, bunu da Hasen, demiştir. Dördüncüsü: Çeşitli meyve ile bunu da Said b. (Uibeyr, demiştir. 67O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız? 68İkisinde meyve, hurma ve nar vardır. "O ikisinde hurma ve nar vardır": İbn Abbâs şöyle demiştir: Cennet hurmasının gövdesi yeşil zümrüttür, yaprak kökleri çil altındır. Yaprakları cennet halkının giysileridir, bütün kestirdikleri kumaşlar ve süsler ondandır. Said b. Cübeyr de şöyle demiştir: Cennet hurmasının gövdesi altındandır, damarları altındandır, kütükleri zümrüttendir, taze meyvesi kova büyüklüğündedir. Sütten beyaz, kaymaktan daha yumuşaktır, baldan daha tatlıdır. Çekirdeği yoktur. Ebû Ubeyde de şöyle demiştir: Onlar daha önce geçen meyvelere dahil olduğu halde hurma ile nan tekrar zikretmesi, faziletlerini açıklamak içindir. Nitekim "ve melekleri, elçileri ve Cebrâil ve Mikâil” (Bakara: 98) âyetinde de buna işaret etmiştik. Bu genel olarak tefsircilerle dilcilerin görüşleridir. Ferrâ’ ile Zeccâc şöyle nakletmişler: Bir topluluk bu ikisinin meyve olmadığını söylemiştir. Ferrâ’ da şöyle demiştir: Onlar öyle düşünmüşler ama Araplar o ikisini meyve sayarlar. Ezheri de şöyle demiştir: Araplardan hurma ile üzümü meyve saymayan hiçbir kimse duymadım. Bunu diyen Arap dilini bilmediği için demiştir. Araplar bir şeyleri toptan zikrederler, sonra da faziletini beyan etmek istediklerini de onlardan ayn olarak zikrederler; meselâ melekler dedikten sonra "Cebrâil ve Mikâil” (Bakara: 98) demeleri gibi. Kim, o ikisi meleklerden değildir, derse kâfir olur. Kim de hurma ile nar meyvelerden değildir, derse, cahillik etmiş olur. 69O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız? 70Onlarda hayırlı güzel (kadın)lar vardır. "Fihinne” yani o dört cennette vardır, demektir "hayırlı kadınlar” huriler. Muaz el - Kari, Âsım el - Cahderi ve Ebû Nehik yenin şeddesi ile "hayyiratün” okumuşlardır. Dilciler de şöyle demişlerdir: Aslı şedde ile "hayyiratün "dür, sonradan hafifletilmiştir, nitekim: Heynün leynün, heyyinün leyyinün, derler. Ümmü Seleme de Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den: "Ahlakları düzgün, yüzleri güzel” 4 dediğini rivayet etmiştir. 4- İbn Cerir Taberî, 27/158; Suyuti, ed -Dürrülmensur. 71O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız? 72Çadırlarda hapsolunmuş huriler. 73O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız? 74Onlara kendilerinden önce ne insanlar ne de cinler dokunmamıştır. "Hurun maksuratun": Hurun manasını Duhan suresi, âyet: 54’te beyan etmiştik. Maksurat’ta da iki görüş vardır: Birincisi: Haclelerde tutuklu, bunu da İbn Abbâs, demiştir; Hasen, Ebû’l - Âliyye, Kurazi, Dahhâk ve Ebû Salih’in görüşleri de böyledir. İkincisi: Gözlerini kocalarına dikmiş kadınlar, başkalarına bakmazlar, bunu da Rebi’, demiştir. Mücâhid’ten de iki görüşün benzeri rivayet edilmiştir. Birincisi daha doğrudur. Çünkü Araplar: İmreetün maksuratun ve kasiretün ve kasuratün derler ki, haremlikten ayrılmayan kadındır. Şair Küseyyir de şöyle demiştir: Hayatıma yemin ederim ki, sen bana bütün kısaları sevdirdin, Kısa derken neyi kastediyorum? Hareminden çıkamayanı kastediyorum, Adımları kısaları değil, çünkü en kötü kadınlar boyu kısa olanlardır. "Çadırlar” ifadesinde de iki görüş vardır: Birincisi: Onlar evlerdir. İkincisi: Köşklere bitişik çadırlardır. Buhârî ile Müslim Sahihlerinde Ebû Mûsa hadisi olarak Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: Mü'minin cennette içi oyuk tek inciden bir çadırı vardır ki, altmış mil yüksekliğindedir. Mü’minin orada aileleri vardır, onları dolaşır, birbirlerini görmezler. 5 Ömer b. Hattab, İbn Mes’ûd ve İbn Abbâs: Çadırlar, içi boş tek incidendir, demişlerdir. İbn Abbâs şöyle de demiştir: Çadır, tek incidendir, dört fersaha dört fersah çapındadır. Dört b. kapı kanadı vardır. 5 - Buhârî, Tefsirü sûre 55, bab, 2; Bed'ü'l - Halk, bab, 8; Müslim, Sıfatü'l - Cenneti, hadis no, 23-25; Tirmizî, Cennet, bab, 3; Ahmed, Müsned, 4/400, 411, 419. 75O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız? 76Yeşil yüksek döşeklerde ve güzel döşemelere yaslanarak. "Müttekiine alâ refrefin": Osman b. Affan, Âsım el - Cahderi ve İbn Muhaysın, cemi sığası ile gayri munsarif olarak "alâ refarife” okumuşlardır. Dahhâk, Ebû’l - Âliyye ve Ebû İmran el - Cevni de onlar gibi okumuşlardır, ancak onlar "refarif’i munsarif okumuşlardır. Saleb de şöyle demiştir: Ahdar dememesi refref in cemi olmasındandır, tekili refrefe’dir, tıpkı "ellezi ceale leküm mineşceril ahdari naren” (Yasin: 80) âyetinde olduğu gibi. Hudr dememesi, şecerin cemi olmasındandır. Haza hasan ebyad ve hasan esved (bu beyaz çakıl taşıdır, bu da siyah çakıl taşıdır) dersin. Şair de şöyle demiştir: Ey Allah'ın kulları, Erak ağaçları yeşil olduğu sürece Hircaba gitmemem hak mıdır? Müfessirler refreften ne kastedildiği hususunda üç görüş belirterek ihtilaf etmişlerdir: Birincisi: O çarşaf ve halıların fazlalıklarıdır, saçaklarıdır, bunu da el - Avfi, İbn Abbâs'tan rivayet etmiştir. Ebû Ubeyde de: O döşekler ve halılardır, demiştir. Ferrâ’ ile İbn Kuteybe de: O çarşaftır demişlerdir. Nakkaş da: Döşeklerin üzerine serilen yeşil çarşaflardır, demiştir. İkincisi: Cennet bahçeleridir, bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Said b. Cübeyr de böyle demiştir. Üçüncüsü: Onlar yastıklardır, bunu da Hasen, demiştir. "Abkariyyin hisan": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Onlar halılardır, bunu da İbn Abbâs, Katâde, Dahhâk ve İbn Zeyil, demişlerdir. İbn Kuteybe de böyle. Abkari, sık dokunmuş kadife halılardır, demiştir. Ebû Ubeyde de şöyle demiştir: Her türlü yaygıya: Abkari, denir. İkincisi: O, kalın atlastır, bunu da Mücâhid, demiştir. Zeccâc da şöyle demiştir: Aslında abkari lügatte çok enfes şeylere denir, bunun da aslı şudur: Abkar halı vb. şeylerin dokunduğu bir memlekettir, bütün kaliteli şeyler oraya nisbet edilir. Şair Züheyr şöyle demiştir: Üzerlerinde Abkar cinleri binili atlarla, Bunlar nereye gitseler elleri boş dönmezler, galip gelirler. Osman b. Affan, Âsım el - Cahderi ve İbn Muhaysın, meksur kaf, meftuh ye, tenvinsiz olarak elifle "abakıriyyin” okumuşlardır. Zeccâc da şöyle demiştir: Bu okuyuşun Arapça’da izahı yoktur, çünkü elifinden sonra iki harf bulunan mesacid ve mefatih gibi cemilerde abakıriy gibi denmesi câiz değildir; çünkü üçü geçen şey nisbet ya’sı ile cemi edilmez, eğer abkariy cemi edilecek olursa, çoğulu "abakıra” olur. Nitekim sen "Mühellebi’yi cemi yapacak olursan, "Mehalibe” dersin, "Mehalibiy” demezsin. Ve Zeccâc şöyle demiştir: Eğer: "Abkariy tekildir, hisan da çoğuldur, nasıl câiz oldu” denirse, cevabı şöyledir: Aslında bunun tekili "abkariyyetün,'dür, tıpkı temretün ve temrün, levzetün ve levzün, dediğin gibi. Yine abkariy cins ismi de olabilir. Dahhâk, Ebû’l-Âliyye ve Ebû İmran, elif ve tenvirde "abakıriyyün” okumuşlardır. 77O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız? 78Celal ve ikram sahibi Rabbinin adı yücedir! "Tebarekesmü rabbik": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: "İsim” lâfzı dolgu maddesidir, mana: Tebareke rabbuk, demektir. İkincisi: Asildir (zait değildir), İbn Enbari mana şöyledir, demiştir: Tebareke bereketten tefaale veznindedir, bereket O’nun ismi ile elde edilir ve kazanılır, demektir. Biz de tebareke’nin manasını A’raf: 54’te zikretmiştik. "Zilcelal vel ikram"ın manasını da Rahman: 27’de zikretmiştik. İbn Âmir: Zülcelali şeklinde okurdu, Şam halkının Mushaflarında da böyledir. Diğerleri ise, zilcelali okurlar, Hicaz ve Irak halkının Mushaflarında da öyledir. Onlar 27. âyette geçeni "zu” şeklinde okumada müttefiktirler. |
﴾ 0 ﴿