56-VAKI’A SÛRESİ

Mekke’de inmiştir. 96 ayettir.

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: O, Mekki’dir, bunu da çoğunluk demiştir; İbn Abbâs, Hasen, Atâ’, İkrime, Katâde, Cabir ve Mukâtil de onlara dahildir.

İbn Abbâs’tan şöyle dediği de rivayet edilmiştir: Onda bir Medeni âyet vardır, o da:

"Ve tecalune rizkaküm enneküm tükezzibun” kavlidir (Vakıa: 83).

İkincisi: O, Medeni dir, bunu da Atıyye, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir.

Bismillahirrahmanirrahim

1

O olacak olduğu zaman,

"O olacak olduğu zaman": Ebû Süleyman Hattâbî şöyle demiştir: Müşrikler:

"Bu vaat ne zamandır? Bu fetih ne zamandır?” deyince,

"o olacak olduğu zaman” âyetleri indi.

Mana da: O, olacak olduğu zaman olur, demektir.

Müfessirler şöyle demişlerdir: Vakıa: Kıyamettir ve olması beklenen her şeye, olduğu zaman: Oldu, gerçekleşti, denir. Burada bundan maksat, kıyametin kopması için sura üftirülmesidir.

2

Ki, onun olması için bir yalanlayıcı yoktur.

"Ki, onun olması için bir yalanlayıcı yoktur": Yani olması yalan değildir. Bu

"latesmau fiha lağiyeh” (Ğaşiye: 11) kavline benzer ki, lağv manasınadır.

Zeccâc da şöyle demiştir: Kazibeh, mastardır; afahullahu afiyeten ve kezebe kazibeten gibi. Bunlar isimdir, mastar yerinde kullanılmıştır.

Kelâmın manasında da iki görüş vardır:

Birincisi: Onun için dönüş ve tekrarlanma yoktur, bunu da Katâde, demiştir.

İkincisi: Onun hakkında verilen haber yalan değildir. Bunu da Maverdi nakletmiştir.

3

Alçaltıcı, yükselticidir.

"Hafidatün": Yani hiye hafidatün, demektir.

"Rafıatün": Ebû Rezin, Ebû Abdurrahman, Ebû’l - Âliyye, Hasen, İbn Ebi Able, Ebû Hayve ve Yezidi de kendi tercihi olarak, nasb ile "hafidaten raifaten” okumuşlardır.

Kelâmın manasında da iki görüş vardır:

Birincisi: O alçak sesle konuşmuş, yakına duyurmuştur; sesini yükseltmiş;. uzağa duyurmuştur. Bunu da el - Avfi, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Bu da vakıadan, kıyamette duyulacak ses murat edildiğini gösterir.

İkincisi: O, birtakım insanları alçalttı, diğerlerini de yükseltti. Bunu da İkrime, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir.

Müfessirler şöyle demişlerdir: Bazılarını alçaltır, cehennemin esfel-i safilinine atar, bazılarını da yükseltir, cennetin a’lay-ı illiyyinine çıkarır.

4

Yer sarsılmakla sarsıldığı zaman,

"Yer sarsılmakla sarsıldığı zaman": Yani şiddetle sarsılıp da deprendiği zaman demektir. Bu da o sarsılıp da üzerindeki bütün yapılar devrildiği ve üzerindeki dağlar paramparça olduğu zaman gerçekleşecektir.

Onun sarsılmasında da iki görüş vardır:

Birincisi: O, üzerindeki canlıları öldürmek içindir.

İkincisi: içindeki ölüleri çıkarmak içindir.

5

Dağlar parçalanmakla parçalandığı zaman,

"Dağlar parçalanmakla parçalandığı zaman":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Un ufak olduğu zaman, bunu da İbn Ebi Talha, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Mücâhid de öyle demiştir.

İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Dağılıp da un gibi ve karıştırılmış kavut (pelte) gibi olduğu zaman.

İkincisi: Karıştırıldığı zaman,

Zeccâc: Karıştırılıp ezildiği zaman demiştir. Şair de şöyle demiştir:

Ekmek yapmayın, ıslatıp iyice karıştırın, yeter.

6

Dağılmış toz olduğu (zaman),

Heba kelimesini de Furkan: 23’te zikretmiştik.

İbn Kuteybe: Heba, atların tırnaklarından sıçrayan şeydir, demiştir. O, hebve’den gelir, hebve de: Toz demektir.

Mana da: Yükselen toz haline geldiği zaman şeklindedir.

7

Siz çift çift olduğunuz zaman,

"Siz üç çift” yani üç sınıf olduğunuz zaman.

8

Sağın sahipleri, nedir sağın sahipleri?

"Sağın sahipleri":

Bunda da sekiz görüş vardır:

Birincisi: Onlar zürriyeti belinden çıkarılırken Âdem’in sağmda olanlardır, bunu da İbn Abbâs, demiştir.

İkincisi: Onlar amel defterleri sağ ellerine verilenlerdir, bunu da Dahhâk ile el - Kurazi, demişlerdir.

Üçüncüsü: Onlar nefisleri mübarek olanlardır, bunu da Hasen ile Rebi’, demişlerdir.

Dördüncüsü: Onlar Âdem’in sağından alınanlardır, bunu da Zeyd b. Eslem, demiştir.

Beşincisi: Onların yeri sağ olanlardır, bunu da Meymun b. Mihran, demiştir.

Altıncısı: Onlar cennetliklerdir, bunu da Süddi, demiştir.

Yedincisi: Onlar yüksek derece sahipleridir, bunu da Zeccâc, demiştir.

Sekizincisi: Onlar sağ tarafa çekilip cennete götürülenlerdir. Bunu da Ali b. Ahmed Neysaburi zikretmiştir.

"Nedir sağın sahipleri?":

Ferrâ’ şöyle demiştir: Peygamberinin dikkatini çekti, mana da: Onlar nasıl kimselerdir, demektir. Bu kalıp Arapça’da şaşkınlık ifade etmek için kullanılır, aziz ve celil olan Allah için mevzu bahis olduğu zaman bir şeyi kullara önemsetmek manasına gelir.

"Hakka nedir?” (Hakka: 1) ve

"Karia nedir?” (Karia: 2) âyetleri gibi. Zeydün ma zeydün, sözü de böyledir ki: "Zeyd, ne adamdır!” demektir.

9

Solun sahipleri, nedir solun sahipleri?

"Solun sahipleri, nedir solun sahipleri": Burada meş’eme zikredilmiştir ki, Araplar sol ele: eş - Şu’ma, sol tarafa da: el - eşem, derler. Yümn ve şü’m de buradan gelir; yümn (bereket) sanki sağ taraftan gelen, demek olur. Şü'm (uğursuzluk) da sol taraftan gelen demek olur. Yemen ve Şam da buradan gelir; çünkü Ka’be’nin sağında ve solunda bulunurlar.

Müfessirler şöyle demişlerdir: Sağın sahipleri: Sağ taraftan tutulup kitapları sağlarından verilenlerdir. Solun sahiplerinin izahı da sağın sahiplerinin izahı gibidir.

Mana da:

"Onlar nasıl kimselerdir, onlar için ne azaplar hazırlanmıştır?!” demektir.

10

Öne geçenler öne geçenlerdir.

"Öne geçenler öne geçenlerdir":

Bunlarda da beş görüş vardır:

Birincisi: Onlar her ümmetten imanda öne geçenlerdir, bunu da Hasen ile Katâde, demişlerdir.

İkincisi: Onlar iki kıbleye de namaz kılanlardır, bunu da İbn Sirin, demiştir.

Üçüncüsü: Kur’ân ehlidirler, bunu da Ka’b, demiştir.

Dördüncüsü: Peygamberlerdir, bunu da Muhammed b. Ka’b, demiştir.

Beşincisi: Mescitlere ve Allah yolunda çıkmaya ilk safta koşanlardır. Bunu da Osman b. Ebi Bürde, demiştir.

İkinci kez zikredilmelerinde de iki görüş vardır:

Birincisi: Bu, tekit içindir.

İkincisi:

Mana şöyledir: Allah’a itâatte önde koşanlar, Allah’ın rahmetine de önde koşanlardır. Bu ikisini Zeccâc zikretmiştir.

11

İşte onlar yaklaştırılanlardır.

12

Naim cennetlerinde.

"İşte onlar yaklaştırılanlardır": Ebû Süleyman Dımeşki, şöyle demiştir: Onlar Allah’ın Arş’inin gölgesinde ve civarında olanlardır.

13

Öncekilerden pek çok.

14

Sonrakilerden pek az.

"Sülletün minel evvelin": Sülle, sayısı belli olmayan cemaattir.

Burada öncekiler ve sonrakiler hakkında da üç görüş vardır:

Birincisi: öncekiler: Âdem zamanından bizim Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem zamanına kadar olanlardır; sonrakiler de: Bu ümmettir.

İkincisi: Öncekiler: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in ashabıdır. Sonrakiler de: Tabiin’dir.

Üçüncüsü: öncekiler de sonrakiler de: Peygamberimiz Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabıdır.

Birinciye göre mana şöyle olur: öncekiler ve sonrakiler geçmiş ümmetlerden bir cemaattir ki, bunlar peygamberlerini tasdikte kendilerinden sonra mü’min olarak gelenleri geçmişlerdir. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in ümmeti içinde sayıları daha azdır. Çünkü bütün peygamberleri görüp de onları tasdik edenler, bizim Peygamberimizi görüp de onu tasdik edenlerden daha çokturlar.

İkinciye göre ise öne geçenler, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabından bir cemaattir, onlar da muhacir ve ensarın ilkleridir. Tabiinler ise daha azdır, onlar da onlara güzellikle tabi olanlardır.

Üçüncüye göre ise öne geçenler: Muhacir ve ensardan ilklerdir, daha sonra gelenler de daha azdır, çünkü sonrakiler öncekilerin derecesini yakalayamazlar, öncülükte onlara yaklaşanlar azdır.

15

Altın ve cevahirle süslü tahtların üzerinde.

16

Karşılıklı, üzerlerine yaslanmışlar.

"Mevdune":

İbn Kuteybe: Dokunmuş, sanki birbirine girdirilmiş ve üst üste istif edilmiştir, demiştir. Bunun içindir ki, zırha da: Mevdune denir, Devenin kolanına da sırımları birbirine girdirildiği için vadiyn, denilmiştir.

Ferrâ’ da şöyle demiştir: Bazı Araplardan el - acurru mevdunetün baduhu alâ ba’d dediklerini işittim ki: Tuğla üst üste dizilmiştir, demektir.

Müfessirlerin mevdune hakkında iki görüşleri vardır;

Birincisi: Altınla işlenmiş, demektir. Bunu Mücâhid, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir.

İkrime de: inci ve yakutla süslü, demiştir. İbn Kuteybe’den naklettiğimiz şey de bu manayadır. Çoğunluk da böyle demiştir.

İkincisi: Dizili demektir, Bunu da İbn Ebi Talha, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir.

17

Etraflarında ölümsüz gençler dolaşır.

Bundan sonrasının tefsiri de

"vildanun muhalledun” kavline kadar Kehf: 30’da geçmiştir.

Vildan da: Oğlan çocuğu demektir.

Hasen Basri şöyle demiştir: Bunlar iyilikleri olmadığı için ödüllendirilmeyen, kötülükleri olmadığı için de cezalandırılmayan erkek çocuklardır, onun için buraya konulmuşlardır.

Muhalled üzerinde de iki görüş vardır:

Birincisi: Mana, onlar ölümsüzdürler, devamlı kalmak için yaratılmışlardır, değişmezler. Onlar aynı yaştadırlar.

Ferrâ’ da şöyle demiştir: Araplar yaşlanıp da saçı ağaran kimse için: Muhalled (ölümsüz) derler. Bu da cumhûrun görüşüdür.

İkincisi: Küpelidirler, bileziklidirler de denilmiştir. Bunu da Ferrâ’ ile İbn Kuteybe zikretmişler ve şu beyiti şahit getirmişlerdir:

Kollarında gümüş bilezikler vardır,

Kalçaları da küçük kum tepeleri gibidir.

18

Testilerle ibriklerle ve kaynaktan (doldurulmuş) bardakla.

"Biekvabin ve ebarika": Kub: Kulpsuz ve hortumsuz kaptır (kupa). Bunu da Zuhruf: 72’de zikretmiştik. Ebarik ise: Kulpu ve hortumu olan kaptır. Ben şeyhimiz dilci Ebû Mansur’dan şöyle okudum: İbrik Farsça’dır, Arapçalaşmıştır, Farsça’den tercüme edilirse iki mana çıkar: Ya su yolu demektir ya da suyu yavaş dök, demektir. Araplar eskiden beri bu kelimeyi kullanırlar, şair Adiy b. Zeyd bir beyitinde şöyle demiştir:

Bir gün sabah şarabını istedi; bir cariye

Sağ elinde bir ibrikle geldi.

Âyetlerin kalan kısımları da Saffat: 46'da geçmiştir.

19

Ondan baş ağrısına tutulmazlar, sarhoş da olmazlar.

"Ondan baş ağrısına tutulmazlar, sarhoş da olmazlar":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Dünyada şarap içenler gibi başlan ağrımaz.

"Anha” zamiri de adı geçen bardağa râcîdir. Ondan murat edilen de içkidir. Bu da cumhûrun görüşüdür.

İkincisi: Ondan dağılmazlar, demektir. Sadda’tuhu fensadaa kavlide bundan gelir. Bunu da İbn Kuteybe nakletmiştir.

"Vela yünzifun” da Saffat: 47’de tefsir edilmiştir.

20

Seçtikleri meyvelerle.

"Mimma yetehayyerun": Seçtikleri meyvelerden demektir. Tehayyertüş şey’e denir ki: Bir şeyi seçip iyisini almaktır.

21

Canlarının çektiği kuş eti ile.

"Kuş eti":

İbn Abbâs şöyle demiştir: Cennetteki kimsenin aklına kuş gelir; hemen önünde istediği şekilde hazır olur. Muğis b. Sümey de şöyle demiştir: Tuba ağacının dallarına Horasan develeri gibi kuşlar konar, adamın ondan gönlü çekti mi gelir sofrasına konulur. Bir tarafından pastırma, diğer tarafından döl kebap yer. Sonra kuş olarak uçar gider.

22

Ve iri gözlü hurilerle.

"Ve hurun iyn":

İbn Kesir, Âsım, Nâfi', Ebû Amr ve İbn Âmir, ikisinde de ref ile "ve hurun iynun” okumuşlardır.

Ebû Cafer, Hamze, Kisâi ve Mufaddal da Âsım rivâyetinde, ikisinde de cer ile okumuşlardır.

Übey b. Ka’b, Hazret-i Âişe, Ebû’l - Âliyye ve Âsım el - Cahderi, ikisinde de nasb ile "ve huren iynen” okumuşlardır.

Zeccâc şöyle yorumlamıştır: Merfu okuyanlar, kesre okumaktan hoşlanmamışlardır; çünkü o

"yetufu aleyhim” kavline ma’tûftur. Huriler dolaştırılmaz, demişlerdir. Ancak o, bunların dediklerinin aksine mecrurdur, çünkü

Mana şöyledir: Yetufu aleyhim vildanun muhalledune biekvabin yunamune biha vekezalike yunamune bİlâhmi tayrin fekezalike yunamune bihurin iynin (etraflarında ölümsüz çocuklar dolaşırlar, bundan nimetlenirler, aynı şekilde kuş etinden nimetlenirler ve aynı şekilde iri gözlü hurilerden de nimetlenirler). Merfu okumak en güzelidir,

Mana da şöyledir: Velehüm hurun iynün (onlar için iri gözlü huriler vardır). Kim de "ve huran iynen” diyerek mensûb okursa, manaya bağlamış olur; çünkü

Mana şöyledir: Yu'tavne hazihil eşyae ve yu’tavne huren iynen (onlara bu şeyler verilir ve onlara huriler verilir). Ancak bu, Mushafa muhalif olduğu için mekruhtur.

23

Saklı inci timsali gibi.

"İnci timsali": Yani saflıkları ve parıltıları inci gibidir. Meknun da: zamanın ve değişik kullanışların bozmadığı demektir. Onlar sadefinden yeni çıkmış inci gibidirler.

24

Yaptıklarına mükafat olarak.

"Cezaen” mef'ulun leh olarak mensubtur,

Mana da şöyledir: Onlara bu, amellerine karşılık için yapılır. Mastar (mefulu mutlak) olarak mensûb olması da câizdir; çünkü

"yetufu aleyhim vildanun muhalledun” kavlinin manası: Yücazevne cezaen bia’malihim (amelleriyle mükafatlanmakla mükafatlanırlar) demektir. Nahivcilerin çoğu bu görüştedirler.

25

Orada ne boş lâf ne de günaha sokma duymazlar.

"Lâ yesmaune fiha lağven": Lağvin ve selamın manasını Meryem suresinin başında (Meryem: 62), te’simin manasını Tûr’da (âyet: 23’te),

"ma ashabul yemin"in manasını da bu surede (Vakıa: 9’da) tefsir etmiştik.

Eğer: "Günaha sokma işitilmez, onu işitilen şeyle nasıl birlikte zikretti?” denilirse.

Cevap şöyledir: Araplar sözün sonunu başına bağlarlar, birinde güzel olan diğerinde güzel olmasa da böyle yaparlar; meselâ: Ekeltü hubzen ve lebenen (ekmek ve süt yedim) derler, hâlbuki süt yenilmez, ancak yenilen bir şeyin yanında zikri güzel olmuştur.

Ferrâ’ da şöyle demiştir: Bir Arap bana şöyle bir beyit okudu:

Güzel kadınlar bir gün çıkıp da

Kaşlarını ve gözlerini incelttiklerinde.

Göz için inceltme tabirini kullanmıştır, hâlbuki göz inceltilmez, sürmelenir. Onu da kaşa atfetmiştir; çünkü mana bilinmektedir.

Bir başkası da bana şunu söyledi:

Savaşta kocana rastladım,

Kılıç ve mızrak kuşanmıştı.

Bir başkası da bana şunu söyledi:

Ona yem olarak saman ve su verdim.

Hâlbuki su yem olarak verilmez; ancak içirtilir. Onu da samana atfetmiştir.

Ferrâ’: Cer ile "ve hurin iynin” okuyanların dayanakları da budur, demiştir. Bu sadece sözün sonunu başına bağlamaktır ki, Arapça’da câizdir.

26

Ancak bir söz: selam selam!

27

Sağın sahipleri, nedir sağın sahipleri?

Biz

"ve ashabul yemin” kavlinin manasını  

"feashabul yemin” kavlinde (Vakıa: 9’da) şerh etmiştik. Hazret-i Ali radıyallahu anh’ten, sağın sahipleri: Mü'minlerin çocuklarıdır, dediği rivayet edilmiştir.

28

Dikensiz kirazlarda,

"Dikensiz kirazlarda": îniş sebebi şöyledir: Müslümanlar Taifteki verimli Vec vadisine baktılar, kirazları hoşlarına gitti: Keşke bizim de böyle olsa, dediler. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu da Ebû’l - Âliyye ile Dahhâk, demişlerdir.

"Mahdûd” kavlinde de üç görüş vardır:

Birincisi: Dikensizdir, bunu da Ebû Talha, İbn Abbâs'tan rivayet etmiş; İkrime ile Kasame b. Züheyr de böyle demişlerdir.

İbn Kuteybe de: Onun sanki dikenleri sökülmüştür, demiştir. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in "layuhdadu şevkuha” (Haremin dikenleri sökülmez, koparılmaz) hadisi de bundandır. 1

1 - Sıhah sahiplerinin rivayet ettikleri uzun bir hadisten parçadır.

İkincisi: Meyve yüklüdür, demektir, bunu da el-Avfi, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Mücâhid ile Dahhâk da böyle demişlerdir.

Üçüncüsü: Meyve yüklüdür, dikeni de yoktur, bunu da Katâde zikretmiştir.

29

İstifli muzlarda,

"Talh” hakkında iki görüş vardır:

Birincisi: O muzdur, bunu da Hazret-i Ali, İbn Abbâs, Ebû Hureyre, Ebû Said el - Hudri. Hasen, Atâ’, İkrime, Mücâhid ve Katâde, demişlerdir.

İkincisi: O, iri dikenli büyük bir ağaçtır.

Ebû Ubeyde şöyle demiştir: O Araplara göre muz ağacıdır. El - Hadiy şöyle demiştir:

Rehberi onu müjdeledi:

Yarın muzu ve dağları göreceksin, dedi.

Eğer:

"Muzun ne faydası vardır?” denilirse.

Cevap şöyledir: Onun çiçeği ve hoş kokusu vardır. Allah onlara bildikleri ve hoşlandıkları şeyi va'detmiştir; bunlar dünyadakilere uymasa da böyle yapmıştır.

Mücâhid de şöyle demiştir: Onlar Taif teki Vec vadisinden ve ondaki muz ve kirazlardan hoşlanırlardı. Mandut hakkında

İbn Kuteybe şöyle demiştir: O başından sonuna kadar meyve veya yapraklarla istif edilmiştir. Onun görünürde gövdesi yoktur. Mesruk da şöyle demiştir: Cennetin ağaçları dibinden başına kadar istiflidir.

30

Uzamış gölgede,

"Uzamış gölgede": Yani devamlıdır, onu güneş silmez.

31

Devamlı akan suda,

"Devamlı akan suda": Yani akar, kurumaz.

32

Pek çok meyvede,

33

Kesilmemiş, yasaklanmamış,

"Kesilmemiş, yasaklanmamış":

Bunda da üç görüş vardır:

Birincisi: Meyvesi zaman zaman kesilmez, duvarlar ve bekçilerle de yasaklanmış değildir. O isteyen için serbesttir. Bu da İbn Abbâs, Hasen, Mücâhid ve Katâde’nin görüşleridir. Bazıları da bunu şöyle özetlemişlerdir: Zamanla kesilmez, paralarla yasaklanmaz.

İkincisi: Devşirildiği zaman bitmez, istendiği zaman da kimseden esirgenmez. Bu da İbn Abbâs’tan rivayet edilmiştir.

Üçüncüsü: Yok olup bitmez, bozularak men edilmez. Bunu da Maverdi zikretmiştir.

34

Yükseltilmiş döşeklerde.

"Yükseltilmiş döşeklerde":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Oturmak ve uyumak için içleri doldurulmuştur.

Yükseltilmesinde de iki görüş vardır:

Birincisi: Sedirlerin üzerinde yükselmiştir.

İkincisi: Onların yükseltilmesi, daha hoş kullanılmaları için içlerinin sıkıca doldurulmasıdır.

İkincisi: Döşeklerden kastedilen, kadınlardır; Araplar kadınlara: Döşek, izar ve örtü, derler.

Onların yükseltilmelerinin manasında üç görüş vardır:

Birincisi: Güzelliklerinin dünya kadınlarınkinden a’lâ olmasıdır.

İkincisi: Kirlerden yükseltilmişlerdir.

Üçüncüsü: Onlara çok meyledildiği için kalplerde yükseltilmişlerdir.

35

Gerçekken biz onları yeniden yarattık.

"Gerçekten biz onları yeniden yarattık": Yani kadınları demektir.

İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Döşek demekle yetindi; çünkü orası kadınların yeridir.

İşaret edilen kadınlar hakkında da iki görüş vardır:

Birincisi: Onlar dünyadaki mü’min kadınlardır,

sonra onların yeniden yaratılmalarında da iki görüş vardır:

Birincisi: O onların kabirlerden kaldırılmalarıdır, bunu da İbn Abbâs, demiştir.

İkincisi: Saçları ağardıktan ve yaşlandıktan sonra genç bakire haline getirilmeleridir. Bunu da Dahhâk, demiştir.

İkincisi: Onlar hurilerdir, onların yeni baştan yaratılmaları da doğumsuz var edilmeleridir, bunu da Zeccâc, demiştir. Doğrusu şöyle demektir: Hepsi yeniden yaratılmışlardır: Huriler doğrudan yaratılmışlar, mü’min kadınlar ise yeniden yaratılmış ve sıfatları değiştirilmiştir. Enes b. Malik, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den şöyle dediğini rivayet etmiştir: Yeniden yaratılanlar, dünyada gözleri iyi görmeyen ve çapaklı koca karılardır. 2

2 - Tirmizî, Tefsirü suretil Vakıa, bab, 5.

36

Onları bakireler kıldık.

"Onları bakireler kıldık": Yanı el değmemiş kız oğlan kız kıldık, demektir.

İbn Abbâs da şöyle demiştir: Onlara kocaları ne zaman yaklaşsa, onları bakire bulurlar.

37

Kocalarına düşkünler, yaşıtlar.

"Uruben": Cumhûr ranın zammesi ile okumuşlardır. Hamze ile Halef de ranın sükunu ile okumuşlardır.

İbn Cerir de: O Temim ve Bekr kabilelerinin lehçesidir, demiştir.

Müfessirlerin uruben üzerinde beş görüşleri vardır:

Birincisi: Onlar kocaları taralından sevilen kadınlardır, bunu da el - Avfı, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Said b. Cübeyr, İbn Kuteybe ve Zeccâc da böyle demişlerdir.

İkincisi: Onlar kocalarına aşıktırlar, bunu da Ali b. Ebi Talha, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Hasen, Katâde, Mukâtil ve Müberrid de böyle demişlerdir.

Mücâhid’ten de iki görüşün benzeri rivayet edilmiştir.

Üçüncüsü: Kocalarının haklarına gayet güzel riayet eden kadınlardır, bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Ebû Ubeyde de böyle demiştir.

Dördüncüsü: Edalı, cilveli kadınlardır, bunu da İkrime, demiştir.

Beşincisi: Güzel (tuti) dillidirler, bunu da İbn Zeyd, demiştir.

Etrab'ı da Sad: 52’de zikretmiştik.

38

Sağın sahipleri için.

39

Öncekilerden pek çok.

"öncekilerden pek çok, sonrakilerden de pek çok": Bu da sağın sahiplerinin sıfatıdır, öncekiler ve sonrakiler hakkında değişik görüşler vardır, bunun şerhi de Vakıa: 13'te geçmiştir.

40

Sonrakilerden de pek çok.

Mukâtil şöyle iddia etmiştir: İlk âyet, yani

"sonrakilerden pek az” âyeti inince, Müslümanlar bundan çok üzüldüler; nihayet

"sonrakilerden de pek çok” âyeti indi, onu neshetti. Urbe b. Ruveym’den de bu mananın benzeri rivayet edilmiştir.

Ben de derim ki: Burada nesih iddiasının üç sebepten dolayı tutarı yoktur:

Birincisi: Nasih ve mensuh Âlimleri bunda birlik değildirler.

İkincisi: Kelâm iki âyette de haberdir, habere ise nesih girmez, burada da böyle bir durum yoktur.

Üçüncüsü: Sülle fırka ve topluluk manasınadır.

Zeccâc da şöyle demiştir: O kat' manasından türetilmiştir, çünkü sülle: Kırmak ve kesmektir. Buna göre sülle'nin az manasına gelmesi câizdir.

41

Solun sahipleri, nedir solun sahipleri?

"Solun sahipleri nedir": Biz de bunun onların haline şaşma olduğunu açıklamıştık,

Mana da şöyledir: Onlara ne var? Onlar için ne gibi kötülük hazırlanmış? Sonra varacakları kötü yeri beyan edip

42

Sam rüzgarında, kaynar suda.

"sam rüzgarındalar” dedi.

İbn Kuteybe de: O ateşin hararetidir, demiştir.

43

Kapkara dumandan gölgede.

"Fi zillin min yahmum": İbn Abbsîs: Dumandan gölgede, demiştir.

Ferrâ’ da: Kara dumandan, demiştir.

44

Serin değil, hoş değil.

"Lâ baridin vela kerim": Makabline tabi olduğu için mecrur okunmuştur.

"Zeytunetin lâ şarkıyyetin vela ğarbiyyelin” (Nûr: 35) ve

"fakihetin kesiretin lâ maktuatin vela memnuatin” kavilleri de böyledir. Eğer "lâ"dan sonra merlü okursan o da doğru olur. Araplar kınamak istedikleri ve menfi kullandıkları sözden sonra hep kerim sıfatını getirir: Mahazihid daru bivasiatin vela kerimetin (bu ev geniş de değildir, hoş da değildir), vema hâza biseminin vela kerimin (bu etli de değildir hoş da değildir) derler.

İbn Abbâs da: Girişi serin değil, manzarası da hoş değildir, demiştir.

45

Çünkü onlar bundan önce nimetle şımaranlar idiler.

"Çünkü onlar bundan önce idiler” dünyada iken

"şımaranlar": Yani Allah'ın emrini terk etmeden zevk alırlardı, şımarmalan onları ibret almaktan ve ibadet etmekten alıkoymuştu.

46

Büyük günah üzerinde ısrar ederlerdi.

47

"öldüğümüz, toprak ve kemikler olduğumuz zaman mı, gerçekten biz mi elbette dirilenler?” derlerdi.

"Israr ederlerdi": Yani dururlardı

"büyük günah üzerinde (alel hinsi)":

Bunda da dört görüş vardır:

Birincisi: O şirktir, bunu da İbn Abbâs, Hasen, Dahhâk ve İbn Zeyd, demişlerdir.

İkincisi: Tevbe etmedikleri büyük günahtır, bunu da Mücâhid, demiştir. Katâde iki görüşün benzerini demiştir.

Üçüncüsü: O yemin -i ğamustur (insanı boyu beraber günaha sokan yemindir), bunu da Şa’bî, demiştir.

Dördüncüsü: Şirktir, yeniden dirilmeyi inkârdır, bunu da Zeccâc, demiştir.

48

önceki atalarımız mı?

"Eve abaunel evvelun":

Ebû Ubeyde şöyle demiştir: Vav harekelidir;

"ev"in vav’ı değildir, aslı "ve abauna"dır. Üzerine istifham hemzesi dahil olmuş ve fethali olarak bırakılmıştır. Medine halkı ile Ebû Amir, vavın sükunu ile

"ev ahauna” okumuşlardır.

49

De ki: "Şüphesiz öncekiler ve sonrakiler",

50

Elbette belli bir günün belli bir vaktinde toplatılmışlar.

51

Sonra sizler, ey sapıklar, yalanlayanlar,

52

Zakkumdan bir ağaçtan mutlaka yiyecek,

53

Ondan karınları(nızı) dolduracaksınız.

54

Üstüne kaynar sudan içeceksiniz.

Burada anlatılmayanların izahı da Hûd: 103, Saffat: 62 ve Enam: 70’te geçmiştir.

55

Susuz develerin içmesi gibi içeceksiniz.

"Feşaribune şürbel hiym": Medine halkı, Âsım ve Hamze, şin’in zammı ile "şiirbe” okumuşlar, kalanlar ise fethi ile okumuşlardır.

Ferrâ’ şöyle demiştir: Araplar: Şeribtuhıı şürben, derler, daha çok Necid halkı fetha ile şet ben, derler. Bana birçokları şöyle bir şiir okudular:

Eğer onu ziyaret ederse, ona bir şiş ciğer kebabı yeter,

Ve küçük bir bardak su yeter.

Kisâi de Sa’d b. Temim oğullarından bir grubun da kesre ile "şirbel lıiym” dediklerini iddia etmiştir.

Zeccâc şöyle demiştir: Şerb mastardır, zamme ile şürb ise isimdir. Onun da mastar olduğunu söyleyenler vardır.

"Hiym” hakkında iki görüş vardır:

Birincisi: O susuz develerdir, bunu da İbn Ebi Talha ile el - Avfi, İbn Abbâs’tan rivayet etmişler; Mücâhid, İkrime, Atâ’, Dahhâk ve

Katâde de böyle demişlerdir.

İbn Kuteybe de: O susuzluk hastalığına yakalanmış devedir, demiştir. Müzekkeri için: Bairün ehyem, dişi için de: Nakatün heymae denir.

İkincisi: O suya doymayan toprak veya kumdur, bu da İbn Abbâs'tan rivayet edilmiştir.

Ebû Ubeyde de: Suya doymayan kum veya devedir, demiştir.

56

İşte bu, ceza günü onların ikramıdır!

"İşte bu, onların ikramıdır": Yani rızıklarıdır. Bunu Abbas, Ebû Amr’dan, za’nın sükunu ile "nüzlühüm” rivayet etmiştir.

"Dîn” lâfzında da iki görüş vardır ki, onları da Fatiha'da zikretmiştik.

57

Biz, sizi yarattık; tasdik etmeli değil misiniz?

58

Akıttığınız meniyi gördünüz mü?

Sonra yeniden yaratmaya onları ilk defa yaratmaya gücü yettiğini delil getirdi ve:

"Akıttığınız meniyi gördünüz mü?” dedi.

Zeccâc şöyle demiştir: Yani sizden oluşan meniyi demektir. Emner recülü yümni ve mena yemni diye çekimi yapılır. Eğer rivayet varsa tenin fethası ile

"temnun” okumak da câizdir.

59

Onu yaratanlar siz misiniz yoksa yaratanlar biz miyiz?

"Onu yaratanlar siz misiniz, yoksa yaratanlar biz miyiz?":

Yani akıttığınız meniyi insan olarak yaratan siz misiniz? Bunda da iki şeye dikkat çekiliyor:

Birincisi: Minnet etmesi, çünkü değersiz bir sudan düzgün bir insan yaratmıştır.

İkincisi: Esas varlığınızdan müşahede ettiğiniz şeyi yaratmaya gücü yetenin görmediğiniz şeyden sizi yeniden yaratmaya daha çok gücü yeter.

60

Biz aranızda ölümü takdir ettik ve biz geçilenler (aciz olanlar) değiliz.

"Nahnu kaderna beynekümül mevte": İbn Kesir, dalı şeddesiz olarak "kaderna” okumuştur.

Kelâmın manasında da iki görüş vardır:

Birincisi: Size ölümü takdir ettik.

İkincisi: Ölümü aranızda eşit kıldık.

61

(Sizi) benzerlerinizle değiştirmekten ve sizi bilmediğiniz şeyde yeniden yaratmaktan.

"Sizi benzerlerinizle değiştirmekten aciz değiliz"; Zeccâc, mana şöyledir, demiştir: Eğer sizden başka bir mahluk yaratmak istersek, önümüze kimse geçemez, bu da elimizden kaçmaz.

İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Sizin yerinize benzerlerinizi getirmekten aciz değiliz.

"Sizi bilmediğiniz şeyde yeniden yaratmaktan":

Bunda da dört görüş vardır:

Birincisi: Sizden öncekilere yaptığımız gibi sıfatlarınızı değiştirip sizleri maymunlara ve domuzlara çevirmekten. Bunu da Hasen, demiştir.

İkincisi: Sizleri Berhut kuyusunda bulunan kara kuşların kursaklarında yeniden yaratmaktan. Bunu da Said b. Müseyyeb , demiştir.

Üçüncüsü: Sizi istediğimiz herhangi bir mahluk şeklinde yaratmaktan, bunu da Mücâhid, demiştir.

Dördüncüsü: Sizi başka türlü yaratmaktan, bunu da Süddi, demiştir.

Mukâtil de şöyle demiştir: Sizi bilmediğiniz suretlerde yaratmaktan.

62

Yemin olsun, gerçekten ilk yaratmayı bildiniz, düşünmeli değil misiniz?

"Yemin olsun, gerçekten ilk yaratmayı bildiniz": O da sizi ilk defa meniden ve kan pıhtısından yaratmadır.

"Düşünmeli değil misiniz?": İbret alıp da Allah'ın kudretini bilerek yeniden diriltmeyi ikrar etmeli değil misiniz?

63

Ektiğiniz şeyi gördünüz mü?

"Ektiğiniz şeyi gördünüz mü?": Yani toprağı sürüp attığınız tohumu demektir.

64

Onu siz mi ekiyorsunuz, yoksa ekenler biz miyiz?

"Onu siz mi ekiyorsunuz?” siz mi topraktan bitiriyorsunuz?! Bu kelâmda bazı şeylere dikkat çekmiştir; meselâ ölüleri diriltme, rızık vererek minnet etme, birliğini gösteren büyük güç gibi.

65

Eğer dilersek, onu elbette kırıntı yaparız da şaşardınız.

"Onu elbette kılarız": Yani ekini

"kırıntı": Atâ’: Tanesiz saman, demiştir.

Zeccâc da: Onu bozardık, öyle ki, tanesiz kırıntı olurdu, içinde hiçbir şey olmazdı, demiştir.

"Fezaltüm": Şa’bî, Ebû’l - Âliyye ve İbn Ebi Able, zı’nın kesri ile "fezaliltüm” okumuşlardır. Biz de bunu

"zalte aleyhi akifa” kavlinde açıklamıştık (Taha: 97).

"Tefekkehun": Übey b. Ka'b, İbn Semeyfa’, Kasım b. Muhammed ve Urve, nun ile "tefekkenun” okumuşlardır.

Manada da dört görüş vardır:

Birincisi: Şaşarsınız, bunu da İbn Abbâs, Mücâhid, Atâ’ ve Mukâtil, demişlerdir.

Ferrâ’ da şöyle demiştir: Ekininizin maruz kaldığı şeye şaşar kalırsınız.

İkincisi: Pişman olursunuz, bunu da Hasen ile Zeccâc, demişlerdir. Katâde'den de bu iki görüş naklşdilmiştir.

İbn Kuteybe de şöyle demiştir:

"Tetefekkehûn": Pişman olursunuz, demektir, tefekkenun da öyledir, o da Ukl kabilesinin lehçesidir.

Üçüncüsü: Birbirinizi kınarsınız, bunu da İkrime, demiştir.

Dördüncüsü: Sızlanırsınız, bunu da İbn Zeyd, demiştir.

66

"Gerçekten biz elbette borçlananlarız” (derdiniz).

"Elbette borçlananlarız":

Zeccâc şöyle demiştir: Borç altına girdik ve ekinimiz mahvoldu, dersiniz.

İbn Kuteybe de şöyle demiştir: "Lemuğremun” Azab olunanlardır.

67

"Daha doğrusu:

"Biz mahrumlarız".

"Daha doğrusu:

"Biz mahrumlarız": Yani ekinimizde beklediğimiz üründen mahrum kaldık.

Bununla iki şeye dikkat çekmiştir:

Birincisi: Onlara nimet vermesidir, çünkü ekinlerini kırıntı haline getirmemiştir.

İkincisi: Ekini helak etmeye gücü yettiği gibi onları helak etmeye de gücü yeter.

68

İçtiğiniz suyu gördünüz mü?

69

Onu buluttan siz mi indirdiniz yoksa indirenler biz miyiz?

Müzn ise: Buluttur, tekili de: Müzne’dir.

70

Eğer dilersek, onu tuzlu yaparız. Şükretmeli değil misiniz?

71

Çaktığınız ateşi gördünüz mü?

Bundan sonrası da

"turun” kavline kadar açıktır,

Ebû Ubeyde şöyle demiştir: Bu kelime: Çıkarırsınız manasınadır, evreytü’den gelir, daha çok: Vereytü, denir.

İbn Kuteybe de: Çakmaktan ateş çıkarırsınız, demiştir.

Zeccâc şöyle demiştir:

"Tûrun": Çakmak çakmaktır, evreytün nara denir ki: Çakmak çakarak ateş yakmaktır.

72

Onun ağacını siz mi yaptınız yoksa yapanlar biz miyiz?

"Eentüm enşe’tüm şecereteha":

Şecereden murat edilen şey üzerinde de üç görüş vardır:

Birincisi: O demirdir (çakmağın demiridir), bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir.

İkincisi: O çakmak yapılan ağaçtır, o da iki tahta parçasıdır, birbirine sürtülür, ondan ateş çıkar. Bu da İbn Kuteybe ile Zeccâc'ın görüşüdür.

Üçüncüsü: Onun ağacı, aslıdır, bunu da Maverdi zikretmiştir.

73

Biz onu (cehennem ateşi için) bir hatırlatma ve yolcular için bir yararlanma kıldık.

"Biz onu bir hatırlatma yaptık":

Müfessirler şöyle demişlerdir: İnsan onu gördüğü zaman cehennem ateşini ve onun korkulan azabını hatırlar; ondan da Allah'a sığınır.

"Bir yararlanma": Yani faydalanma kıldık,

"lilmukvin": Bunda da dört görüş vardır:

Birincisi: Onlar yolculardır, bunu da İbn Abbâs, Katâde ve Dahhâk, demişlerdir.

İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Onlara mukvin denilmesi, kavaya indikleri içindir, o da yabandır. Bazı Âlimler de şöyle demişlerdir: Yolcular ateşe yerlilerden daha çok ihtiyaç duyarlar; çünkü onlar ateş yaktıkları zaman canavarlar onlardan kaçar ve kaybolan yolunu bulur.

İkincisi: Onlar hem yolcular hem de yerlilerdir, bunu da Mücâhid, demiştir.

Üçüncüsü: Onlar açlardır, İbn Zeyd şöyle demiştir: el - Mukvi, Arap dilinde aç, demektir.

Dördüncüsü: Onlar azıkları ve malları olmayanlardır, bunu da Ebû Ubeyde, demiştir.

74

Öyleyse ulu Rabbinin ismini tesbih et.

"Öyleyse ulu Rabbinin ismini tespih et":

Zeccâc şöyle demiştir: Allahü teâlâ birliğini, kudretini ve nimetini gösteren şeyleri zikredince,

"tesbih et” dedi, yani Allah'ı onların niteledikleri şeylerden tenzih et, demektir. Dahhâk da, manası şöyledir, demiştir: Rabbinin ismiyle tesbih et, yani tekbir getirerek namaza başla.

İbn Cerir de şöyle demiştir: Rabbinin zikriyle ye ismini anmakla tesbih et. Be’nin zait olduğu da söylenmiştir, o zaman İsim zat manasına gelir, mana da: Rabbini tesbih et, olur.

75

Hayır, yıldızların düştükleri yere yemin ederim,

"Fela uksimu": "Lâ"de iki görüş vardır:

Birincisi: O (zaittir) tekit için gelmiştir, mana da, yemin ederim, demektir.

"Li-ellâ ya’leme ehlül kitabi” (Haşr: 29) kavlinde böyledir.

Zeccâc: Said b. Cübeyr de bu görüştedir, demiştir.

İkincisi: O asildir,

sonra onun manasında da iki görüş vardır:

Birincisi: O yukarıda geçenlere râcîdir, manası da, men etmektir, Kelâmın takdiri şöyledir: Zikrettiğim nimet ve kanıtları yalanlamayın, inkâr etmeyin. Bunu da Maverdi, demiştir.

İkincisi: "Lâ” kâfirlerin Kur’ân için: O sihirdir, şiirdir, kehanettir demelerine rettir. Sonra da kasemle söze başlamış, şüphesiz o Kur’ân-ı Kerim’dir, demiştir. Bunu da Ali b. Ahmed en - Neysaburi, demiştir. Hasen de lâm ile hemze arasında elifsiz olarak, feleuksimu” okumuştur.

"Bi-mevâkı’ ": Hamze ile Kisâi, tekil olarak "bimevkı’i ” okumuşlardır.

Ebû Ali de: Düştükleri yerlerdir, demiştir. Kim tekil olarak okursa, ism-i cins olduğu içindir, cemi olarak okursa, yerlerinin farklı olmasındandır.

Yıldızlarda da iki görüş vardır:

Birincisi: Gökteki yıldızlardır, bunu da çoğunluk demiştir.

Buna göre yıldızların düştükleri yerde üç görüş vardır:

Birincisi: Kıyamet gününde düşüp dökülmeleridir, bunu da Hasen, demiştir.

İkincisi: Yerleridir, bunu da Atâ’ ile Katâde, demişlerdir.

Üçüncüsü: Batıda kayboldukları yerdir, bunu da Ebû Ubeyde, demiştir.

İkincisi: O, Kur’ân’ın parça parça inmesidir, bunu da İbn Cübeyr, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Buna göre ona nucum denilmesi farklı zamanlarda inmesindendir, düşmesi de inmesidir.

76

Gerçekten bu, eğer bilirseniz, elbette büyük yemindir.

"Veinnehu lekasemün": “He” zamiri kinaye olarak kaseme râcîdir. Kelâmda takdim ve tehir vardır, takdiri şöyledir: Veinnehu lekasemün azimün ve innehu lev talemune azimün (gerçekten o büyük bir yemindir, eğer büyüklüğünü bilirseniz öyledir). Sonra da üzerine yemin edilen şeyi zikredip:

77

Şüphesiz o elbette Kur’ân-ı Kerim'dir.

"Şüphesiz o elbette Kur’ân-ı Kerim’dir” dedi. Kerim, bütün övülecek şeyleri içinde toplayan bir isimdir; çünkü onda açıklama, hidayet ve rahmet vardır. O aziz ve celil olan Allah katında çok büyüktür.

78

Saklı bir kitapta.

"Kitaptadır": Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: O Levh-i Mahfuz’dur, bunu da İbn Abbâs, demiştir.

İkincisi: Ellerimizdeki Mushaf’tır, bunu da Mücâhid ile Katâde, demişlerdir.

"Saklı": Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Halktan saklıdır, bunu da Mukâtil, demiştir. Bu da birinci görüşe göredir.

İkincisi: Dokunulmazdır, bunu da Zeccâc, demiştir.

79

Ona ancak iyice temizlenenler el sürer.

"Ona ancak iyice temizlenenler el sürer":

Kim: O, Levh-i Mahfuz’dur derse, ona göre iyice temizlenenler:

Meleklerdir. Bu da İbn Abbâs, İkrime, Mücâhid ve Said b. Cübeyr’in görüşleridir. Buna göre kelâm haber olur. Kim de:

Mushaf’tır derse,

iyice temizlenenlerde dört görüş vardır:

Birincisi: Onlar hadesten taharet edenlerdir, bunu da cumhûr, demiştir. Buna göre Kelâmın dışı olumsuz, manası yasak olur (dokunmasınlar).

İkincisi: Sirkten temizlenenlerdir, bunu da İbn Saib, demiştir.

Üçüncüsü: Günahlardan temizlenenlerdir. Bunu da Rebi’ b. Enes, demiştir.

Dördüncüsü: Kelâmın manası şöyledir: Onun tadını ve yararını ancak ona iman eden alır. Bunu da Ferrâ’ nakletmiştir.

80

Âlemlerin Rabbinden indirilme.

"Tenzîlün": Yani hüve tenzilün, demektir, mana da: Hüve münezzelün, demektir. Münezzele tenzil denilmesi dilin buna müsaade etmesindendir. Nitetim makdur yerine: Kader, mahluk yerine de: Halk denilir.

81

Bu sözü mü siz küçümsüyorsunuz?

"Bu sözü mü": Yani Kur’ân’ı mı

"entüm müdhinûn (siz küçiimsüyorsunuz)?":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Yalanlıyorsunuz, bunu da İbn Abbâs, Dahhâk ve Ferrâ’, demişlerdir.

İkincisi: Onu inkârda kâfirlere destek oluyorsunuz, bunu da Mücâhid, demiştir. Ebû Ubeyde de, mana şöyledir, demiştir: Yağcılık ediyorsunuz.

İbn Kuteybe de aynı şekilde:

"Müdhinun” müdahinun manasınadır, demiştir. Edhene Fı dinihi ve dahene denir ki: Dinde ikiyüzlülük etmektir.

82

Rızkınızı muhakkak onu yalanlamak mı kılıyorsunuz?

"Rızkınızı onu yalanlamak mı kılıyorsunuz?": Müslim, Sahih'inde 3 İbn Abbâs hadisinde şöyle dediğini rivayet etmiştir:

3 - Kitabu'l - İman, hadis no, 125.

Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem zamanında yağmur yağdı, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: İnsanlardan kimi şükreden, kimi de inkâr eden şeklinde sabahladı, dedi. (Şükredenler): Bu Allah’ın rahmetidir, onu istediği yere koyar, dediler. Bazıları da: Falanca yıldız doğru söyledi (ondan yağdı) dediler. Bunun üzerine

"yıldızların düştükleri yerlere yemin ederim ki,” âyeti indi. Buhârî ile Müslim, Sahih’lerinde Zeyd b. Halid el - Cüheni hadisinde şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem Hudeybiye seferinde bir yağmurun ardından bize namaz kıldırdı, namazdan ayrılınca, insanlara döndü: "Rabbinizin ne dediğini biliyor musunuz?” dedi. Onlar da Allah ve Resul’ü daha iyi bilir, dediler. Kendisi de şöyle dedi: Kullarımdan kimi mü’min, kimi de kâfir olarak sabahladı; mü’min:

"Allah'ın lütuf ve rahmeti sayesinde bize yağmur yağdı” diyendir. Bu, aynı zamanda yıldızları inkâr etmiştir. Ama kim de: Filanca yıldız sayesinde yağdı dediyse, beni inkâr etmiş, yıldızlara iman etmiştir. 4

4- Buhârî, Ezan, bab, 156; İstiska, bab, 28; Mağazi, bab, 35; Müslim, hadis no, 125; Ebû Dâvud, Tıb, bab, 22; Malik, Muvatta', İstiska, hadis no, 4; Ahmed, Müsned, 4/117.

Müfessirlerin bu âyetin manasında üç görüşleri vardır:

Birincisi: Rızık burada şükür manasınadır, Hazret-i Âişe, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'den

"rızkınızı kılıyorsunuz” âyetinde şükrünüzü dediğini rivayet etmiştir.5

5- İmam Ahmed, Müsned, 5/77, Hazret-i Ali hadisidir; Âişe hadisi olarak bulamadık.

Ali b. Ebû Talip ile İbn Abbâs’ın görüşleri de böyledir. Hazret-i Ali "ve tecalune şükreküm” şeklinde okurdu.

İkincisi:

Mana şöyledir: Rızkınıza şükrü yalanlamanız haline getiriyorsunuz (şükredeceğinize inkâr ediyorsunuz). Bu da çoğunluğun görüşüdür. Zira onlara yağmur yağmış, onlar da: Felanca yıldızdan yağdı, demişlerdi.

Üçüncüsü: Rızık, nasip manasınadır, anlamı da şöyledir: Kur’ân’dan şans ve nasibinizi onu yalanlama yapıyorsunuz. Bunu da Sa’lebî zikretmiştir. Übey b. Ka’b, Mufaddal da Âsım rivâyetinde, tenin fethi, kâfin sükunu, zal da şeddesiz olarak,

"tekzibun” okumuşlardır.

83

Can boğaza dayandığı zaman değil mi?

"Değil miydi, boğaza dayandığı zaman?” yani can, anlaşıldığı için zikredilmemiştir. Şu da ondandır;

Bir gün hırıltı çıkardığı ve göğüs ona daraldığı zaman.

(Can hırladığı zaman demektir. Mütercim).

84

O zaman siz bakarsınız.

"Siz” yani ölünün ailesi,

"bakarsınız” Allah'ın gücüne ve emrine.

İkincisi: O durumdaki insana bakarsınız ve ona hiçbir şey yapamazsınız.

85

Biz ona sizden daha yakınız, ancak siz görmezsiniz.

"Biz ona sizden daha yakınız":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: ölüm meleğidir ki, ona ailesinden daha yakındır,

"ancak siz görmezsiniz” melekleri. Bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir.

İkincisi: Biz ona ilim, kudret ve görme bakımından sizden daha yakınız,

"ancak siz görmezsiniz": Yani bilmezsiniz. Hitap kâfirleredir, bunu da Vahidi zikretmiştir.

86

Eğer cezalandırılmıyorsanız, değil mi?

"Eğer cezalandırılmıyorsanız (gayra medinine)":

Bunda da beş görüş vardır:

Birincisi: Hesaba çekilmiyorsanız, bunu da Dahhâk, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Hasen, İbn Cübeyr, Atâ’ ve İkrime de böyle demişlerdir.

İkincisi: Eğer kesin inanmıyorsanız, bunu da Mücâhid, demiştir.

Üçüncüsü: Tekrar dirilmeyecekseniz, bunu da Katâde, demiştir.

Dördüncüsü: Cezalandırılmıyorsanız, dintuhu ve kema tedinü tüdan (onu cezalandırdım, kime ne yaparsan karşılığını görürsün) kavli de bundan gelir. Bunu da Ebû Ubeyde, demiştir.

Beşincisi: Sefil köleler, demektir, bu da dintü lehu bittaati kavlinden gelir ki, ona baş eğip itâat ettim, demektir. Bunu da İbn Kuteybe, demiştir.

87

Eğer doğru söylüyorsanız, onu geri döndürmeli (değil misiniz?)

"Onu geri döndürmeli değil misiniz?": “He” zamiri cana râcîdir,

Mana da şöyledir: Sizi hesaba çekecek ve cezalandıracak İlâhyı inkâr ediyorsanız, çıkacak canı geri getirsenize! Sizin için bu mümkün olmayınca, bilin ki, iş başkasının elindedir.

Ferrâ’ şöyle demiştir:

"Terciûneha”  

"felevla iza belağatil hulkuma” ve  

"felevla inküntüm gayra medinine” kavillerinin cevabıdır; ikisine bir cevap verilmiştir. Şu âyet de öyledir:  

"Fe imma ye'tiyenneküm mini hüden femen tebia hüdaye fela havfun aleyhim” (Bakara: 38).

88

Şimdi, eğer o yaklaştırılanlardan ise,

Sonra Allahü teâlâ ölüm anında insanların derecelerini zikredip şöyle dedi: "Şimdi eğer o": Yani canı gırtlağa gelen kimse

"yaklaştırılanlardan ise” yani Allah katında böyle ise, demektir. Ebû’l - Âliyye: Onlar öncülerdir, demiştir.

89

Rahatlık, güzel koku ve Naim cenneti.

"Güzel koku” onun için güzel koku vardır. Cumhûr ra’yı meftuh olarak (ravh) okurlar.

Onun manasında da altı görüş vardır:

Birincisi: Ferahlıktır, bunu Said b. Cübeyr, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir.

İkincisi: Rahatlıktır, bunu da Ebû Talha, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir.

Üçüncüsü: Bağışlanma ve merhamettir, bunu da el - Avfi, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir.

Dördüncüsü: Cennettir, bunu da Mücâhid, demiştir.

Beşincisi: İçinde bulunduğu sıkıntıdan rahatlamadır, bunu da Muhammed b. Ka’b, demiştir.

Altıncısı: Kabirde güzel kokudur, bunu da İbn Kuteybe, demiştir. Ebû Bekr es - Sıddik, Ebû Rezin, Hasen, İkrime, İbn Yamur, Katâde, Üveys de Ya’kûb ’tan ve İbn Ebi Süreye de Kisâi’den, ra’nın ref'i ile "ferûhun” okumuşlardır.

Bu okuyuşun manasında da iki görüş vardır:

Birincisi: Manası: Rahmettir, bunu da Katâde, demiştir.

İkincisi: Hayat ve ölümsüzlüktür, bunu da İbn Kuteybe, demiştir. Zeccâc da, manası şöyledir, demiştir: Sürekli bir yaşam vardır, ölüm yoktur.

"Güzel koku (reyhan)” hakkında da dört görüş vardır:

Birincisi: O rızıktır, bunu da Said b. Cübeyr, İbn Abbâs'tan rivayet etmiştir.

İkincisi: O istirahatgâhtır, bunu da İbn Ebi Talha, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir.

Üçüncüsü: O cennettir, bunu da Mücâhid ile Katâde, demişlerdir.

Dördüncüsü: O kokladığımız fesleğen çiçeğidir (güzel kokudur).

Ebû’l - Âliyye şöyle demiştir: Allah’a yakın hiç kimse, kendisine cennetten hoş kokulu bir dal getirilip de onu koklamadıkça can vermez. Hasen de aynısını söylemiştir. Ebû İmran el - Cevni de şöyle demiştir: Bize ulaştığına göre mü’minin ruhu kabzedildiği zaman kendisine cennetten hoş kokulu bir buket çiçek getirilir, ruhu onun içine konulur.

90

Ama eğer sağın sahiplerinden ise,

91

Selam sana, sağın sahiplerinden.

"Selam sana sağın sahiplerinden":

Bunda da üç görüş vardır:

Birincisi: Senin için azaptan esenlik vardır, bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan demiştir.

İkincisi: Ona melekler selam verir ve onun sağın sahiplerinden olduğunu bildirirler, bunu da Atâ’, demiştir.

Üçüncüsü:

Mana şöyledir: Sen onların arasında istediğin güvenliği görürsün. Onlar için ne gibi mükafatlar hazırlandığım zaten biliyorsun. Bunu da Zeccâc, demiştir.

92

Ama eğer yalanlayanlardan, sapıklardan ise,

"Eğer yalanlayanlardan ise": Yani öldükten sonra dirilmeyi,

"sapıklardan ise” hidâyetten sapanlardan ise

93

Kaynar sudan bir ikram.

94

Cehenneme atılış.

"fenüzülün” bunu da bu surede (Vakıa: 56'da) beyan etmiştik.

95

Şüphesiz bu, elbette kesin bilginin gerçeğidir.

"Şüphesiz bu": Yani bu surede zikredilenler,

"kesin bilginin gerçeğidir” Yani o kesin gerçektir. Burada şey (hak) kendine (yakine) izafe edilmiştir, tıpkı şuralarda olduğu gibi: Salatul ula (ilk namaz), salatul asr (ikindi namazı)

"veledarul ahireti” (Yûsuf: 109). Bu mana yukarıda geçmiştir. Bir grup alim de mana: O gerçek takva sahipleri içindir, demişler. Hakkın yakiyn manasına geldiğini söyleyenler de olmuştur.

96

Öylese ulu Rabbinin ismini tesbih et.

"Öyleyse ulu Rabbinin ismini tesbih et": Biz de bunu bu surede (Vakıa: 74 ’te) zikretmiştik.

0 ﴿