57-HADİD SÛRESİ

Medine’de inmiştir. 29 ayettir.

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: O Medeni’dir, bunu da el - Avfi, İbn Abbâs’tan rivayet elmiş; Hasen, Mücâhid, İkrime, Cabir b. Zeyd, Katâde ve Mukâtil de böyle demişlerdir.

İkincisi: Mekki’dir, bunu da İbn Saib, demiştir.

Bismillahirrahmanirrahim

1

Göklerde ve yerde kim varsa, hepsi Allah’ı tesbih etti.

2

Göklerin ve yerin mülkü O’nundur. Diriltir ve öldürür. O, her şeye kadirdir.

"Göklerde ve yerde kim varsa, hepsi Allah’ı tesbih etti": Akıllıların tesbihi bellidir, akılsızların tesbihini de

"O’nu tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur” (İsra: 44) âyetinde zikretmiştik.

3

O; ilktir, sondur, görünendir, görünmeyendir. O, her şeyi hakkıyle bilendir.

"O ilktir": Ebû Süleyman Hattâbî şöyle demiştir: O her şeyden önce var idi

"sondur” mahlukat yok olduktan sonra da baki kalacaktır.

"Görünendir” meydandaki delilleri, açık kanıtları ve gerçek birliğini gösteren şahitleriyle görünendir. Görünen: Kudretiyle her şeyin üstünde olan manasına gelir, bazen üste çıkmakla da olur, galip gelmekle de olur. Görünmeyen de: Mahlukatın gözüne görünmeyen, nasıl olduğu halk tarafından anlaşılmayan manasınadır. Bazen görünmek ve görünmemek; bakanların gözüne görünmemek, tefekkür edenlerin basiretlerine tecelli etmek manasına da olur. Manası da şöyle olur: O; görünen şeyleri bilen, görünmeyen şeylerden de haberdar olandır.

4

O ki, gökleri ve yeri altı günde yarattı, sonra Arş'in üzerine kuruldu. Yere gireni, ondan çıkanı, gökten ineni ve ona çıkanı bilir. O, nerede olursanız sizinledir. Allah yaptıklarınızı hakkıyle görendir.

"O ki, gökleri ve yeri yarattı": Bu da A’raf: 54'te tefsir edilmiştir.

"Yere gireni bilir": Bu da Sebe’: 2’de tefsir edilmiştir.

"O, nerede olursanız sizinledir": Yani ilmi ve kudreti ile sizinledir, demektir.

5

Göklerin ve yerin mülkü O'nundur. İşler yalnız Allah’a döndürülür.

6

Geceyi gündüze sokar, gündüzü geceye sokar. O, göğüslerin sahibini (içini) bilir.

7

Allah’a ve Peygamberine iman edin ve size vekalet verilen şeylerden harcayın. Sizden iman edip harcayanlar için büyük bir mükafat vardır.

Bundan sonrası da

"Allah’a ve Resul’üne iman edin” kavline kadar açıktır. Bu da Kureyş kâfirlerine hitaptır.

"Size vekalet verilen şeylerden harcayın": Yani başkalarının ellerinde olup da Allah'ın helak ettiği ve Kureyş’e verdiği o mallardan Allah yolunda harcayın, demektir. Kureyş böylece onların yerine geçmiş olur.

8

Size ne oluyor da iman etmiyorsunuz, Peygamber sizi Rabbinize iman etmeniz için davet ediyor. Oysa sizden gerçekten sözünüzü almıştı, eğer mü’minlerseniz.

"Size ne oluyor da Allah’a iman etmiyorsunuz?": Bu ret mahiyetinde bir sorudur,

Mana da şöyledir: Allah'a iman etmediğiniz takdirde ahirette ne sevabınız olabilir?

"Ve kad ehaze misakaküm": Ebû Amr hemzenin ref'i ile "uhize” okumuştur. Diğerleri ise hı’nın fethi ile "ehaze” ve kafin fethi ile "misakaküm” okumuşlardır. Alınan kesin sözden maksat da Âdem’in belinden çıkarıldıkları zaman (kalu belâ'da, elestü bezminde) alınan sözdür.

"Eğer mü’minler iseniz": Delil ve kanıtlara.

9

O ki, sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarması için kuluna apaçık âyetler indiriyor. Şüphesiz Allah size elbette çok şefkatli, çok merhametlidir.

"O ki, kuluna indiriyor": Yani Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e

"açık âyetler” yani Kuran’ı indiriyor,

"sizi karanlıklardan çıkarması için” yani şirkten

"nûra” iman nuruna.

"Şüphesiz Allah size elbette çok şelkatli, çok merhametlidir” size elçi göndermek ve deliller getirmekle.

10

Size ne oluyor da Allah yolunda harcamıyorsunuz? Göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. İçinizden fetihten önce harcayıp da savaşanlar bir değildir. İşte onlar sonradan harcayıp da savaşanlardan derece itibarı ile daha büyüktür. Gerçi Allah her birine en güzelini va'detmiştir. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.

Sonra onları Allah yolunda harcamaya teşvik edip:

"Size ne oluyor da Allah yolunda harcamıyorsunuz? Oysa göklerin ve yerin mirası Allah’ındır” dedi. Yani ölürken mallarınızı terk ettiğinizde sizi aziz ve celil olan Allah’a yaklaştıracak harcamayı yapmamada ne gibi mazeretiniz vardır, demektir? Sonra da inlakta diğerlerini geçenlerin faziletlerini beyan edip:

"Sizden fetihten önce harcayanlar eşit değildir” dedi.

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: O Mekke’nin fethidir, bunu da İbn Abbâs ile cumhûr, demiştir.

İkincisi: Hudeybiye’nin fethidir, bunu da Şa’bî demiştir,

Mana da şöyledir: Bundan önce harcayanlar eşit değildir.

"Savaşan": Fetihten sonra bunu yapan, demektir.

Müfessirler: Bu âyet Ebû Bekr es - Sıddik hakkında indi, demişlerdir.

"Onların derecesi daha büyüktür":

İbn Abbâs: dereceleri Allah katında daha yüksektir, demiştir.

Atâ’ da şöyle demiştir: Cennetin dereceleri fazilet bakımından farklıdır; fetihten önce harcayanlar en üstünündedirler.

Zeccâc da şöyle demiştir: Çünkü öncekilerin basiretleri daha açık idi ve daha çok sıkıntı çekmişlerdir.

"Gerçi Allah her birine en güzeli va’detmiştir": Yani Allah her iki gruba da cenneti va'detmiştir. İbn Âmir ref ile "ve küllün” okumuştur.

11

Kim Allah’a güzel bir ödünç verir ki, Allah ona katlayıversin. Onun için çok değerli bir mükafat vardır.

"Men zellezi yukridullaha karden hasenen feyudaıfehu lehu":

İbn Kesir ile İbn Âmir, şedde ile elifsiz olarak "feyuda’ifehu” okumuşlar; ancak İbn Kesir fe’yi zammeli, İbn Âmir de fethali okumuştur.

Nâfi, Ebû Amr, Hamze ve Kisâi, fenin zammesi ve elifle "feyudaifehu” okumuşlardır; Âsım da onlara katılmış, ancak o, feyi meftuh okumuştur.

Ebû Ali şöyle demiştir: Yudaifu ile yuda’ifu aynı manayadır, ancak

"yudaifu"da ref daha iyidir, çünkü o, "yukridu"ya bağlıdır yahut yeni söz başıdır. Sanki, fehüve yudaifu demiş gibidir. Mensûb okuyanlar da manayı göz önüne almışlardır; çünkü o, "men zellezi yukridullahe”nin manası: Eyukridullaha ahadun feyudaifehu, demektir. Âyet Bakara: 245’te tefsir edilmiştir. Çok değerli mükafat da: Cennettir.

12

O günde mü’min erkekler ve mü’min kadınları görürsün ki, nurlan önlerinde ve sağlarında koşmaktadır. Bugün müjdeniz, altlarından ırmaklar akan cennetlerdir, içinde ebedi kalıcılar olarak. İşte büyük kurtuluş budur.

"Nurları koşar":

Müfessirler şöyle demişlerdir: Sırat köprüsü üzerinde amelleri kadar nurları olacaktır.

İbn Mes’ûd da şöyle demiştir: Kiminin nurıı dağ kadardır, nûru en az olanınki de başparmağında parlayacak, bir sönecek bir yanacaktır.

"Sağlarında” kavlinde de iki görüş vardır:

Birincisi: Kitapları onlara sağ taraflarından verilir, bunu da Dahhâk, demiştir.

İkincisi: Nurları koşar, yani önlerine, sağlarına ve sollarına geçer, demektir. Ba "fi” manasına; "fi” de "an” manasınadır. Bu da Ferrâ’’nın görüşüdür.

"Bugün müjdeniz": Bunu da onlara melekler der.

13

O günde erkek münafıklar ve kadın münafıklar iman edenlere:

"Bizi bekleyin de nurunuzdan alalım” derler. (Onlara):

"Arkanıza dönün de nûr arayın” denir. Aralarına kapısı olan bir sur vurulur. Onun içinde rahmet, dış tarafında da azap vardır.

"Unzuruna naktebis": Hamze hemze-i kat’ ile meftuh, zı da meksur olarak, "enzırıına” okumuştur.

Müfessirler şöyle demişlerdir: Kıyamet gününde insanları zifiri bir karanlık kaplar; bunun üzerine mü’minlere nûr verilir; münafıklar ise mü’minlerin nurlarında yürürler. Mü'minler onları geçince, münafıklar: Bizi bekleyin, nurunuzdan alalım, derler,

"arkanıza dönün denilir":

Bunu diyende de iki görüş vardır:

Birincisi: Onlar mü’minlerdir, bunu da İbn Abbâs, demiştir.

İkincisi: Meleklerdir.

Kelâmın manasında da üç görüş vardır:

Birincisi: Nûru aldığınız yere dönün, onlar da dönerler; hiçbir şey göremezler.

İkincisi: Dönün; Allah’ın size nûr kılacağı amel işleyin.

Üçüncüsü:

Mana şöyledir: Yanımızda sizin için nûr yoktur.

"Aralarına bir sur vuruldu":

İbn Abbâs: O A’raf tır, o da cennetle cehennem arasında bir surdur, demiştir.

"İçinde rahmet vardır": O da cennettir.

"Dış tarfında da” yani surun dış tarafında

"azap vardır” o da cehennemdir. Bazıları bu surun Beytülmukaddes’te doğu surunun yerinde Cehennem vadisi denen yerle rahmet kapısı denen yer arasında olacağını söylemişlerdir. Ubade b. Samit, Abdullah b. Amr ve Ka’b de bu görüştedirler.

14

Onlara:

"Biz de sizinle değil miydik?” (diye) seslenirler.

"Evet, ancak siz kendinizi yaktınız, beklediniz, şüphe ettiniz ve kuruntular sizi aldattı. Nihayet Allah'ın emri geldi ve sizi çok aldatan (şeytan) aldattı” derler.

"Onlara seslenirler": Yani münafıklar surun arkasından mü’minlere seslenirler

"biz de sizinle değil miydik, derler?” Yani sizin dininizde idik, sizin gibi namaz kılar ve sizinle beraber gaza ederdik? Mü’minler onlara şöyle derler:

"Evet ancak siz kendinizi yaktınız”

Zeccâc şöyle demiştir: Fitnelere kapıldınız. Başkası da: Kendinizi nifak yüzünden günaha soktunuz, demiştir.

"Beklediniz":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Tevbeyi geciktirdiniz.

İkincisi: Muhammed’in ölmesini beklediniz ve: Yakında ölürse rahat ederiz, dediniz. "Şüphe ettiniz": Hakta tereddüt gösterdiniz

"kuruntular sizi aldattı” yani mü’minlerin başına gelecek belaları beklemeniz sizi aldattı, demektir. "Nihayet Allah’ın emri geldi":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: O ölümdür.

İkincisi: Ateşe atılmalarıdır.

"O çok aldatan sizi aldattı": Yani şeytan Allah’ın hükmü ve mühlet vermesiyle sizi aldattı, demektir.

15

"Bugün ne sizden ne de kâfirlerden fidye alınmaz. Barınağınız ateştir. Size yaraşan odur. Ne kötü varış yeridir!"

"Felyevme layu’hazu minküm fidyetün": Ebû Cafer, İbn Âmir ve Ya’kûb te ile "latu’hazu” okumuşlardır. Yani azabınıza karşılık ve bedel alınmaz, demektir. Bu da münafıklara hitaptır. Bunun içindir ki, Allahü teâlâ:

"Kâfirlerden de alınmaz” demiştir.

"Size yaraşan odur":

Ebû Ubeyde: Size en yakını odur, demiştir.

16

İman eden kimseler için, kalplerinin Allah’ın zikrine ve Hak’tan inene saygı duyacağı ve önceden kendilerine kitap verilip de üzerlerinden uzun zaman geçtiği için kalpleri katılaşanlar gibi olmayacakları vakit gelmedi mi? Onlardan çoğu fasıklardır.

"îman edenler için vakit gelmedi mi?":

Kimler hakkında indiğinde iki görüş halinde ihtilaf etmişlerdir:

Birincisi: O mü’minlerin hakkında indi, İbn Mes’ûd şöyle demiştir: Bizim İslâm’a girmemizle bu âyet ile sitem edilmemiz arasında ancak dört sene geçti. 1

1 - Müslim, Tefsir, hadis no, 24.

İkincisi: O münafıklar hakkında indi, bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan demiştir.

Mukâtil de şöyle demiştir. Münafıklar Selman-ı Farisi’ye sordular: Bize Tevrat’tan konuş; gerçekten onda acayip şeyler var, dediler. Bunun üzerine bu âyet indi.

Zeccâc da şöyle demiştir: Bu âyet birtakım mü’minler hakkında indi, bunlar ince kalpliliğe ve tevazua teşvik edilmişlerdi. Aziz ve celil olan Allah’ın tevazu ve ince kalplilikle niteledikleri mü’minler bunların üstünde olan bir kesimdir. Birinciye göre iman gerçek olur. İkinciye göre de mana şöyle olur:

Dilleriyle "iman edenler için vakit gelmedi mi?” Eneşşey'ü denir ki: Bir şeyin vakti ve zamanı gelmektir.

"Kalplerinin saygı duyması": Yani Allah’ın zikri ile incelip yumuşaması demektir.

Mana da şöyledir: Zikir onlara yufka kalplilik ve tevazu kazandırmalıdır.

"Ve-ma nezele mine’l-hak": İbn Kesir, Âsım, Ebû Amr, İbn Âmir, Hamze ve Kisâi, numın ve şeddeli zenin fethi ile "nezzele” okumuşlardır. Nâfi', Hafs, Mufaddal da Âsım rivâyetinde nunun fethi ve şeddesiz ze ile "nezele” okumuşlardır. Ebû Abdurrahman es - Sülemi, Ebû’l - Âliyye, İbn Ya’mur, Yûnus b. Habib de Ebû Amr rivâyetinde ve Eban da Âsım rivâyetinde, nunun ref'i ve meksur ve şeddeli ze ile "nüzzile” okumuşlardır. İbn Mes’ûd ile Ebû Recâ’ da, meftuh hemze ve meftuh ze ile "vema enzele” okumuşlardır. Ebû Miclez ile Amr b. Dinarda böyle, ancak hemzenin zammı ve zenin kesri ile okumuşlardır,

"hak” da Kur’ân’dır.

"Vela yekunu": Rüveys, Ya’kûb ’tan te ile "vela tekunu” okuduğunu rivayet etmiştir.

"Kendilerine kitap verilenler” de: Yahudilerle Hıristiyanlardır.

"Fetale aleyhimül emedü": Emed zaman demektir,

İbn Kuteybe de, emed: Hedef ve gayedir, demiştir.

Mana da: Onların peygamberleri ve iyi kimseleri görmeleri çok eskidendi, demektir.

"Kalpleri katılaştı, onlardan çoğu da fasıktırlar": Onlar İsa’ya da Muhammed’e de iman etmediler.

17

Bilin ki, Allah yeri ölümünden sonra diriltir. Size âyetleri gerçekten açıkladık ki, aklınızı iyice çalıştırasınız diye.

"Bilin ki, Allah yeri ölümünden sonra diriltir": Yani kuruduktan sonra ondan bitki çıkarır. Böylece ölüleri diriltmeye de gücü yeter.

"ki, aklınızı çalıştırasınız diye (bunlar açıklanıyor)": Yani düşünüp taşınırsınız.

18

Gerçekten sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar ve Allah’a güzel bir ödünç verenler için (ödünçleri) katlanır ve onlar için pek güzel bir mükafat vardır.

"innel mussaddikine velmussaddikati": İbn Kesir, Hafs rivâyeti hariç Âsım, tasdikten gelmek üzere ikisinde de şeddesiz sad ile okumuşlardır; kalanlar ise sadakadan gelmek üzere şedde ile okumuşlardır.

19

Allah'a ve peygamberine iman edenler (yok mu), işte onlar Rablerinin katında sıddikler ve şehitlerdir. Onlar için mükafatları ve nurları vardır. İnkar edip âyetlerimizi yalanlayanlar (var ya), işte onlar cehennemin yaranıdırlar.

"Ülâike humussıddikune inde rabbihim": Âyetin nazmında (vakf mahallinde) iki görüş beyan ederek ihtilaf etmişlerdir:

Birincisi: Kelâm:

"Ülâike humussıddikune"de tamam olmuş, sonra da

"veş-şühedau inde rabbihim” diyerek söz başı yapmıştır. Bu İbn Abbâs, Mesruk, Ferrâ’ ve diğerlerinin görüşleridir.

İkincisi: Görüldüğü gibidir,

"veşşühedaü"deki vav atıf vavıdır.

Sonra manasında da iki görüş vardır:

Birincisi: Her mü'min sıddık ve şehittir, bunu da İbn Mes’ûd ile Mücâhid, demişlerdir.

İkincisi: O özel bir topluluk hakkında inmiştir; onlar İslâm’a ilk giren şu sekiz kimsedir: Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali, Hamza b. Abdülmuttalib, Talha, Zübeyr, Sa’d ve Zeyd. Bunu da Dahhâk, demiştir.

Şüheda lâfzında da iki görüş vardır:

Birincisi: O şahidin çoğuludur,

sonra onlar hakkında da iki görüş vardır:

Birincisi: Onlar hususiyle peygamberlerdir, bunu da İbn Abbâs, demiştir.

İkincisi: Onlar Rableri katında mü’min olduklarına şahitlik edenlerdir. Bunu da Mücâhid, demiştir.

İkincisi: O şehidin çoğuludur, bunu da Dahhâk ile Mukâtil, demişlerdir.

20

Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, bir eğlence, aranızda övünme ve mallarda ve çocuklarda çokluk yarışıdır. (Bunlar) bitkisi çiftçilerin hoşuna giden bir yağmur gibidir. Sonra o bitki kurur, onu sararmış görürsün. Sonra da bir kırıntı olur. Ahirette (dünyayı tercih edenler için) çetin bir azap var ve (dünyayı tercih etmeyenler için) de Allah'tan bir bağış ve hoşnutluk vardır. Dünya hayatı ancak aldanma metaıdır.

"Bilin ki, dünya hayatı": Yani bu yurttaki hayat

"ancak bir oyun ve bir eğlenceden ibarettir": Yani aldanmadır, tez zamanda elden çıkar. Bazı müfessirler burada kabrin dünyadaki haline işaret edilmiştir, demişlerdir; çünkü onun hayatı eğlence, oyun ve dünya zevki ile geçer. Akranlarına ve komşularına karşı övünür, mallarının ve evlatlarının çokluğu ile gururlanır. Meşru olmayan yerlerden mal toplar, Allah'ın velilerine karşı malı, hizmetçileri ve evlatlarıyla böbürlenir; ömrünü bu şeylerle tüketir, ahiret ameline iltifat etmez. Sonra bu hale bir misal verdi:

"Bir yağmur gibi” dedi

"a’cebel küffara” (çiftçilerin hoşuna gider): Küffar çiftçilerdir, onlara küffar denilmesi attığı tohumu örttüğü içindir.

"Bitkisi” yani o yağmurdan biten şey demektir.

"Sonra kurur; onu sapsarı kesilmiş görürsün” yeşerdikten ve suya kandıktan sonra.

"Sonra da bir kırıntı olur” yani kırılır ve kuruduktan sonra ezilir. Bu misalin açıklaması,

"innemameselül hayatid dünya” kavlinde (Yûnus: 24) ve

"vadrib lehüm meselel hayati dünya” (Kehf: 45) kavlinde geçmişti.

"Ahirette de şiddetli bir azap vardır": Yani Allah'ın düşmanlarına

"ve Allah’tan bir bağışlanma ve bir hoşnutluk vardır” dostlarına ve kendisine itâat edenlere.

21

Rabbinizden bir mağfirete ve eni göğün ve yerin eni gibi geniş olan ve Allah'a ve peygamberlerine iman edenler için hazırlanan cennete koşuşun. İşte bu, Allah'ın lütfudur; onu dilediğine verir. Allah büyük lütuf sahibidir.

Bundan sonrası da Al-i İmran; 185’de geçmiştir.

"Bu Allah’ın lütfudur": Burada da hiç kimsenin Allah’ın lütfü olmadan cennete giremeyeceğini beyan etmiştir.

22

Yerde ve nefislerinizde başınıza gelen herhangi bir musibet, mutlaka onu yaratmamızdan önce bir kitaptadır. Şüphesiz bu, Allah'a pek kolaydır.

"Yerde başınıza gelen herhangi bir musibet": Musibet; yağmur kıtlığı, ürün azlığı ve meyve eksikliğidir.

"Nefislerinizde” bunlar da hastalık ve çocuk kaybıdır.

"Mutlaka bir kitaptadır": O da Levh-i Mahfuz’dur.

"Onu yaratmamızdan önce” yani nefisleri yaratmamızdan önce demektir.

"Şüphesiz bu, Allah'a pek kolaydır": Çok olmalarına rağmen bunları yapmak aziz ve celil olan Allah’a karşı basittir.

23

(Allah bunu haber verdi) ki, kaçırdığınıza üzülmeyesiniz ve size verdiğine de sevinmeyesiniz. Allah her kendini beğeneni, çok övüneni sevmez.

"Üzülmemeniz için kaçırdığınız” dünyalığa

"ve size verdiğine sevinmemeniz için”

Ebû Amr, Yezidi rivâyeti hariç, kısa hemze ile, size gelen dünyalık manasında (etaküm) okumuştur. Diğerleri ise medli hemze ile, size verdiği manasında "âtaküm” okumuşlardır. Burada Allahü teâlâ şunu bildirmiştir ki, kim takdirinde olanın başına geleceğini bilirse, üzüntüsü ve sevinmesi az olur. Kuteybe b. Sin Said şöyle rivayet etmiştir: Bir Arap kabilesine gittim, geniş bir meydanlıkta sayısız ölü develer gördüm, bir ihtiyar kadına,

"bu develer kimindi?” dedim; bir tepenin başında yün eğiren bir ihtiyarı gösterdi; ben de ona:

"Ey ihtiyar, bu develer senin miydi?” dedim. O da: Benim adıma idi, dedi. Ben de:

"Onlara ne oldu?” dedim, o da: Sahibi geri aldı, dedi. Bu hususta bir şey (şiir) söyledin mi, dedim. O da: Evet şöyle bir şiir söyledim, dedi:

Hayır, kendisine taptığım Allah’a yemin ederim ki,

Kişi ağır kayıplarla keder arasındadır.

Develerimin canlı olması beni sevindirmedi,

Rabbimin takdir ettiği şey mutlaka olacaktır.

24

Onlar ki, cimrilik ederler ve insanlara cimriliği emrederler. Kim yüz çevirirse, şüphesiz Allah, O zengindir, övgüye layıktır.

Bundan sonrasını da Nisa: 37’de zikretmiştik. Orada cimrilik hakkında denenler burada

"kim yüz çevirirse” cümlesine kadar ifade edilen iştir. Yüz çevirme de imandan geri durmaktan

"Şüphesiz Allah zengindir” kullarına ihtiyacı yoktur,

"övgüye layıktır": Dostları tarafından övülmeye. Bu iki ismin manası da Bakara: 267’de geçmiştir.

Nâfi ile İbn Âmir "hüve"siz "feinnallahel ganiyyül hamid” okumuşlardır. Medine ve Şam halklarının Mushaf'larında da böyledir.

25

Yemin olsun, gerçekten peygamberlerimizi kesin delillerle gönderdik ve onlarla beraber kitabı ve teraziyi indirdik ki, insanlar adaleti ayakta tutsunlar diye. Demiri de indirdik; onda çetin bir sertlik ve insanlar için faydalar vardır. Ve Allah gıyapta kendine ve peygamberine kim yardım ediyor bilsin diye. Şüphesiz Allah pek güçlüdür, mutlak galiptir.

"Gerçekten peygamberlerimizi kesin delillerle gönderdik": Yani âyetlerle burhanlarla demektir.

"Onlarla beraber kitabı indirdik” şeriatleri ve hükümleri açıklayarak.

"Terazi"den kastedilen şey hususunda da iki görüş vardır:

Birincisi: O adalettir, bunu da İbn Abbâs ile Katâde, demişlerdir.

İkincisi: O tartı aletidir, bunu da İbn Zeyd ile Mukâtil, demişlerdir.

Birinci görüşe göre, mana şöyle olur: Adaleti emrettik.

İkinci görüşe göre de şöyle olur: Teraziyi koyduk, yani onu emrettik ki,

"insanlar adaleti ayakta tutsun” yani adaletten ayrılmasınlar.

"Demiri de indirdik":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Allahü teâlâ Âdem’le beraber cennetten örs, çekiç ve maşa indirdi. Bunu da İbn Abbâs, demiştir.

İkincisi: Mana, onu var ettik ve yarattık, demektir, tıpkı

"sizin için sekiz sınıf hayvan indirdi” (Zümer: 6) âyetinde olduğu gibi.

"Onda çetin bir sertlik vardır":

Zeccâc şöyle demiştir: Çünkü onunla korunulur ve onunla savaşılır,

"insanlar için faydalar vardır” alet ve edavat yapmada, kap kacak hazırlamada.

"Veliyalemallahu” bu

"liyekumennasu” kavline ma’tûftur,

Mana da şöyledir: Ta ki, insanlar adaletle muamele etsinler ve Allah da bilsin

"kendisine yardım edeni” yolunda savaşmakla dinine yardım etmekle. Çünkü O indirdiği kitapta bunu emretmiştir.

"Allah bilsin” kavlinin manası da birkaç yerde geçmiştir.

"Gıyabında” sözü de: Allah’ı ve ahiret hükümlerini görmediği halde, demektir. Ancak çabalayan ve görmediği lıalde Allah’a itâat eden sevap kazanır.

26

Yemin olsun, gerçekten Nûh’u ve İbrahim’i gönderdik ve soylarına peygamberlik ve kitap verdik. Onlardan kimi doğru yoldadır. Onlardan çoğu da fasıklardır.

"Ve soylarına peygamberlik ve kitap verdik": Yani kitaplar demektir.

"Onlardan” yani soylarından

"doğru yolda olanlar vardır, onlardan çoğu da fasıklardır":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Kâfirlerdir, bunu da İbn Abbâs, demiştir.

İkincisi: Asilerdir, bunu da Mukâtil, demiştir.

27

Sonra da arkalarından peygamberlerimizi gönderdik. Arkasından da Meryem oğlu İsa'yı gönderdik ve ona İncil'i verdik. Ona tabi olanların kalplerine bir şefkat ve bir rahmet koyduk. Ruhbanlığı ise onu kendileri icat ettiler. Onu üzerlerine biz yazmadık, ancak Allah’ın rızasını aramak için. Ona da hakkı ile riayet edemediler. Onlardan iman edenlere mükafatlarını verdik. Onlardan çoğu da fasıklardır.

"Sonra da arkalarından gönderdik": Yani Nûh, İbrahim ve zürriyetlerinin ardından demektir.

"İsa’yı” İsrâil oğullarının son peygamberi idi.

"Ona tabi olanların kalplerine koyduk": Yani onun dinine tabi olan Havârilerle diğerlerinin kalplerine demektir

"bir şefkat". Bunun izahı da Nûr: 2’de geçmiştir ki: Birbirlerini severler demektir. Nitekim Allahü teâlâ Peygamberimiz aleyhissalatu vesselam'ın ashabım da

"kendi aralarında merhametlidirler” (Feth:29) diye nitelemiştir.

"Rahbaniyyeten ibtedauha” bu daha önce geçene ma’tûf değildir, ancak arkasından gelen kısmın da gösterdiği gizli bir fiille mensubtur. Takdiri deşöyledir: Vebtedeu rahbaniyyeten ibtedauha: Yani onu kendiliklerinden yaptılar, demektir ki, o da ibadette aşırılıkları; kendilerini yemeden, içmeden, giymeden ve evlenmeden men edip dağlarda ibadete çekilmeleridir.

"Onu biz onlara yazmadık” yani onu kendilerine biz farz kılmadık.

"Ancak Allahın rızasını aramak için":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: O,

"onu kendileri icat ettiler” kavline bağlıdır, takdiri de şöyledir: Onu biz farz etmedik, ancak kendileri Allah’ın rızasını aramak için uydurdular. Bunu da Ali b. İsa, Rummani de Katâde’den ve Zeyd b. Eslem, demişlerdir.

İkincisi: O

"onu biz yazmadık” kavline râcîdir, bu durumda

Kelâmın manasında da iki görüş vardır:

Birincisi: Onu dine girmelerinden sonra biz sadece Allah rızasını aramaları için yazdık.

Hasen de şöyle demiştir: Onu nafile olarak uydurdular, sonra da Allah onlara farz etti.

Zeccâc da şöyle demiştir: Onu nafile olarak zorunlu hale getirince, tamamlamaları lâzım geltli. Nitekim bir insan kendisine farz olmayan bir orucu lâzım kılarsa, onu tamamlaması gerekir.

Kadı Ebû Ya’lâ şöyle demiştir: İcat etme bazen adak yapma ve kendine lâzım kılmakla olur. Bazen de o şeye girmekle olur. Âyetin genel hükmü ikisini de içine almaktadır. Bundan şu sonuç çıkmıştır ki, bir kimse söz veya fiil halinde bir ibadeti kendine lâzım kılarsa, ona riayet edip tamamlaması gerekir.

İkincisi:

Mana şöyledir: Biz onlara ancak aziz ve celil olan Allah’ı razı edecek şeyi emrettik, başkasını değil. Bunu da İbn Kuteybe, demiştir.

"Ona da hakkı ile riayet etmediler":

İşaret edilen kimseler hakkında da iki görüş vardır:

Birincisi: Onlar ruhbanlığı icat edenlerdir, bunu da cumhûr, demiştir.

Sonra bu Kelâmın manasında da üç görüş vardır:

Birincisi: Dinlerini değiştirdikleri ve bozdukları için ona riayet etmediler, bunu da Atıyye el - Avfi, demiştir.

İkincisi: Kendilerine lâzım kıldıkları şeyde kusur ettikleri için.

Üçüncüsü: Sonradan gönderilen Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’i inkâr ettikleri için. Bu iki görüşü Zeccâc zikretmiştir.

İkincisi: Onlar ruhbanlığı icat edenlerin arkalarına düşenlerdir ki, ilklerinin yoluna gitmemekle ona riayet etmediler. Bu manayı Said b. Cübeyr, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir.

"Onlardan iman edenlere mükafatlarını verdik":

Bunlarda üç görüş vardır:

Birincisi: Onlar Muhammed’e iman edenlerdir.

"Onlardan çokları da fasıklardır” onlar da ona iman etmeyenlerdir.

İkincisi: İman edenler, İsa’ya iman edenlerdir, fasıklar da müşriklerdir.

Üçüncüsü: İman edenler, ruhbanlığı uyduranlardır, fasıklar da onlara yanlış şekilde uyanlardır.

28

Ey o iman edenler, Allah'tan korkun ve Peygamberine iman edin ki, size rahmetinden iki pay versin, size onunla yürüyeceğiniz bir nûr versin ve sizi bağışlasın. Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir.

"Ey iman edenler, Allah'tan korkun ve Peygamberine iman edin":

Müfessirlerin büyük çoğunluğu bunun Yahudi ve Hıristiyanlara hitap olduğu görüşündeler,

Mana da şöyledir: Ey Mûsa’ya ve İsa’ya iman edenler, Allah'tan korkun ve O’nun Resul’ü Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e iman edin.

"Size iki pay versin” yani ki, hisse ve iki nasip versin

"rahmetinden".

Zeccâc şöyle demiştir: Kifl: Bineğin üzerindekini düşmekten koruyan örtüye denir,

Mana da şöyledir: Size iki pay versin de sizi günahların tehlikesinden muhafaza etsin. Biz de "kiiV’in manasını Nisa: 85’te açıklamıştık.

İki paydan ne murat edildiğinde de iki görüş vardır:

Birincisi: Biri geçmiş peygamberlere imanlarından dolayı, diğeri de Muhammed sallalluhu aleyhi ve sellem’e imanları içindir. Bunu da İbn Abbâs, demiştir.

İkincisi: Biri dünya sevabıdır, ötekisi de ahiret mükafatıdır, bunu da İbn Zeyd, demiştir.

"Sizin için bir nûr kılsın":

Bunda da dört görüş vardır:

Birincisi: Kur’ân’dır, bunu da Said b. Cübeyr, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir.

İkincisi: Sırat üzerinde önünüzü aydınlatacak olan nurdur, bunu da Hini Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir.

Üçüncüsü: Hidayettir, bunu da Mücâhid, demiştir.

Dördüncüsü: İmandır, bunu da İbn Saib, demiştir.

29

Ehl-i kitap Allah’ın lütfundan hiçbir şeye güçlerinin yetmeyeceğini ve lütfün Allah'ın elinde olduğunu; onu dilediğine vereceğini bilsinler. Allah büyük lütuf sahibidir.

"Li-ellâ ya’leme":

"ha” zaittir, Eetra şöyle demiştir: Araplar başında veya sonunda inkâr bulunan Kelâmın başına dolgu maddesi olarak "lâ” getirir; bu da sonunda inkâr bulunan bir kelâmdır.

Mana da: Ehl-i kitabın bilmesi için” demektir.

"Ellayakdirune” güçlerinin yetmediğini

"Allah’ın lütfundan hiçbir şeye”

Mana şöyledir: O, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e iman edenlere iki mükafat verdi ki, iman etmeyenlere Allah’ın lütfundan ne bir mükafat ne de bir nasip olmadığını bilsinler.

"Gerçekten lütfün Allah'ın elinde olduğunu, onu dilediğine vereceğini bilsinler” onu da mü’minlere verdi. Bu iki âyette cumhûrun görüşünün özeli budur. Bazıları da şuna kail olmuşlardır: Ehl-i kitaptan Müslüman olanlar hakkında

"ondan önce kendilerine kitap verdiklerimiz ona iman ederler... onlara mükafatları iki kat verilir” (Kasas: 52 - 54) âyetleri inince, mükafatlarının fazla olmasıyla Müslümanlara karşı övündüler, bu da Müslümanlara zor geldi; bunun üzerine de bu iki âyet indi. Bu manayı Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Mukâtil de böyle demiştir. Buna göre hitap Müslümanlaradır,

Mana da şöyle olur: Size iki mükafat verdi ki, kitap ehli Allah’ın size özel olarak verdiği ve sizi bütün mahlukata üstün kıldığı lütuftan hiçbir şeye güçlerinin yetmediğini bilsinler.

Katâde de şöyle demiştir:

"Ey iman edenler, Allah’tan korkun ve Resul’üne İman edin...” âyeti inince, ehl-i kitaplar müslümanları kıskandılar; bunun üzerine de Allahü teâlâ:

"Ehl-i kitap bilsinler ki,...” âyetini indirdi.

0 ﴿