58-MÜCADELE SÛRESİ

Medine'de inmiştir. 22 ayettir.

O; İbn Abbâs, Hasen, Mücâhid, İkrime ve cumhûra göre Medeni’dir. Atâ’’dan onun: tik on âyetinin Medeni, kalanının ise Mekki olduğunu söylediği rivayet edilmiştir, İbn Saib’ten de, onun:

"Ma yekunu min necva selasetin” âyeti dışında Medeni olduğu da rivayet edilmiştir.

Bismillahirrahmanirrahim

1

Gerçekten Allah kocası hakkında seninle mücadele eden ve Allah'a şikayette bulunan kadının sözünü duydu. Allah karşılıklı konuşmanızı işitiyor, Çünkü Allah hakkıyla işiten, her şeyi görendir.

"Gerçekten Allah kocası hakkında seninle mücadele eden kadının sözünü duydu":

İniş sebebi şöyledir:

Hazret-i Âişe'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Bütün sesleri en ince teferruatına kadar işiten Allah pek yücedir, mücadele eden kadın geldi; Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ile konuştu; ben de evin bir köşesinde idim, onun konuşmasını işitiyordum; bir kısmını anlamıyordum. O ise kocasından şikayet ediyor ve: Ya Resûlallah, kocam gençliğimi bitirdi, ben ona karnımı döşek yaptım; yaşım ilerleyip de çocuktan kesilince, bana zıhar yaptı. Allah'ım onu sana şikayet ediyorum, diyordu. Henüz evden ayrılmamıştı ki, Cebrâil bu âyetleri indirdi. 1

1 - Hakim, Müstedrek, 2/481. Sahihtir, demiş, Zehebi de ona katılmıştır; Beyhakî, es -Sünen el - Kübra, 7/382.

Tefsiri: "Kad semiallahu”

Zeccâc şöyle demiştir: Mahreçleri yakın olduğu için dal’ı sine idgam etmek güzeldir; çünkü ikisi de dilin ucundan çıkan harflerdendir. Dal’ı izhar ile okumak da câizdir; çünkü her ne kadar mahreci “sîn” in mahrecine yakın ise de onun çıkış yeri ayrıdır. Dalın çıktığı yerden tı ile te çıkar. Bu üç harf aynı yerden çıkar; sin, ze ve sad da başka bir yerden çıkar. Bunlara safir (ıslık) harfleri denir.

Mücadele eden kadının ismi hakkında da dört görüş vardır:

Birincisi: Havle bint Saleb’dir, bunu da Mücâhid, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; İkrime, Katâde ve Kurazi de böyle demişlerdir.

İkincisi: Havle bint Huveylid'dir, bunu da İkrime, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir.

Üçüncüsü: Havle bint Samit’tir, bunu da el - Avfi, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir.

Dördüncüsü: Havle bint Delic’tir, bunu da Ebû’l - Âliyye, demiştir. Kocasının ismi de: Evs b. Samit’tir, ikisi de ensardan idiler.

İbn Abbâs şöyle demiştir: Cahiliye döneminde bir erkek karısına: Sen bana göre anamın sırtı gibisin, derdi, böylece karısı ona haram olurdu. İslâm'da ilk zıhar yapan Evs’tir, sonra pişman oldu, karısına:

Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e git; ona sor, dedi. O da geldi; bunun üzerine bu âyetler indi. 2

2 - Beyhakî, Sünen, 7/383.

Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ile mücadelesi de şudur: Ona her seferinde: Sen kocana haram oldun dediği zaman: Allah'a yemin ederim ki, boşamayı ağzına almadı, demesidir. O da: Bu hususta bana bir şey vahyedilmedi dedi. Kadın Allah’a şikayet etmeye başladı. Teşteki, teşku manasınadır. İştekeytü ma bi ve şekevtuhu (ona şikayet ettim) demektir. Kadın: Benim küçük çocuklarım var; eğer onları ona bırakırsam perişan olurlar; eğer yanıma alırsam aç kalırlar, dedi. Tehavur, karşılıklı konuşma (diyalog) demektir. Antere atını anlatırken şöyle demiştir:

Eğer karşılıklı konuşmanın ne olduğunu bilse idi dert yanardı,

Eğer konuşmanın ne olduğunu bilse idi, benimle konuşurdu.

2

O kimseler ki, kadınlarından zıhar yapıyorlar, o kadınlar onların anaları değildir. Onların anaları ancak onları doğuran kadınlardır. Gerçekten onlar hoşa gitmeyen ve yalan bir söz diyorlar. Şüphesiz Allah elbette çok affedici, çok bağışlayıcıdır.

"Ellezine yüzahirune minküm":

İbn Kesir, Nâfi ve Ebû Amr, ye’nin fethi, zının şeddesi ve fethi, henin de fethi ve elifsiz olarak "yazzahherune” okumuşlardır.

Ebû Cafer, İbn Âmir, Hamze ve Kisâi de, yenin fethi, zının şeddesi ile elifle, heyi de şeddesiz okumuşlardır.

Âsım da, yenin zammesi, zı ve he şeddesiz, he de iki yerde de meksur olarak elifle, "yüzahirune” okumuştur.

İbn Mes’ûd, ye, te ve elifle "yetezaherune” okumuştur.

Übey b. Ka’b, ye, te, ye de şeddesiz, he şeddeli, elifsiz olarak "yetezahherune” okumuştur.

Hasen, Katâde ve Dahhâk, ye ile zının fethi, şeddesiz, he de meksur ve şeddeli olarak, "yezahherune” okumuşlardır.

Mana da şöyledir: Onlara: Siz kadınlar analarımızın sırtı gibisiniz, dersiniz,

"mahünne ümmehatihim": Çoğunluk tenin kesri ile okumuştur. Mufaddal da Âsım’dan ref’ini rivayet etmiştir,

Mana da şöyledir: Mellavati tücalne kelümmehati biümmehatihim (anneleri gibi kılınan kadınlar onların anneleri değildir).

Ferrâ’ da şöyle demiştir: Burada "ümme hatihim"in mensûb olması, benin atılması iledir. Bu da Abdullah b. Mesud’un kıraatidir ki, o, "mahünne biümmehatihim” okumuştur.

"Mahaza beşerün” (Yûsuf: 31) de böyledir, mana da:

"Mahaza bibeşerün", demektir. Be atılınca etkisi yerinde kalmıştır, o da nasbtır. Bu Hicaz halkının konuşmasına göredir. Necid halkı ise be'yi attıkları zaman merlü okur ve

"mahünne ümmehatühüm” ve

"mahaza beşerün” derler. Bir Arap bana şöyle bir şiir okudu:

Hüseyl'in bineği yaz sonunda iridir,

Amr'ın devesinin de semeri üzerinden indirilmez.

Hüseyl, kendisinin kavminin bir kolu olduğunu zannediyor.

Ey Hüseyl, sen ne kolsun, ne de köksün.

"Gerçekten onlar” yani zıbar yapanlar

"elbette kötü bir söz söylüyorlar": Eşlerini annelerine benzetmekle, hâlbuki anneleri ebediyen haramdır; eşleri ise öyle değildir.

"Ve yalan” bir söz söylüyorlar.

"Şüphesiz Allah elbette çok affedici, çok bağışlayıcıdır” zira size bunun kefaretini meşru kılmıştır.

3

Kadınlarından zıhar edip de sonra dediklerine dönenler, temaslarından önce bir köle azat (ederler). İşte size verilen öğüt budur. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.

"Sümme yeudune lima kalu": "Lima"daki lâm "ilâ” manasınadır.

Mana da şöyledir: Sonra kendi nefislerine haram ettikleri zevceleriyle teması yeniden temasa azmetmekle helâl etmeye dönerlerse.

Ferrâ’ da, âyetin manası şöyledir, demiştir: Dediklerinden ve dedikleri şeyi bozmaya dönerlerse.

Said b. Cübeyr de, mana şöyledir demiştir: Kendi nefislerine haram ettikleri cimaa yeniden dönmek isterlerse.

Hasen, Tâvûs ve Zührî: Avd cimâdır demişlerdir ki, bu da bizim dediğimiz aynı manayadır.

Şâfiî de şöyle demiştir: O zıhaı dan sonra boşaması mümkün iken boşamayıp da tutmasıdır. Eğer böyle bir şey olursa, kefaret vermesi kesinleşir. Çünkü o, zıharla kadının haram olmasını kastetmiştir. Eğer bunun arkasından talâk verirse, başladığı şeye dönmüş olur. Eğer talakı telaffuz etmezse, başladığı şeye pişman olmuş olur ki, bu da eski haline dönmektir; o zaman da kefaret vacip olur. Dâvud da şöyle demiştir: O, kelimeyi ikinci kez tekrar etmektir, çünkü

"dönerler” sözünün manası, lâfzı tekrar etmeyi gösterir.

Zeccâc da şöyle demiştir: Bu, dili bilmeyenin görüşüdür.

Ebû Ali el - Farisi de şöyle demiştir: Bunda onların iddia ettikleri gibi bir şey yoktur; çünkü dönmek daha önce yapmadığı şey için de olur. Ahirete mead denilmiştir; hâlbuki kimse önceden orada değildi. Şair Hüzeli de şöyle demiştir:

Delikanlı sanki orta yaşlı birine döndü, dedikleri,

Hak dışı bir şey değildi, böylece kınayan kadınlar da rahat etti.

Biz de bunu

"işler Allah’a döndürülür” (Bakara: 210) âyetinde şerh etmiştik.

İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Kim zıhar ikinci kez telaffuz edilmeden gerçekleşmez sanırsa, bu hiçbir şey değildir. Çünkü insanlar zıharın bir lafızla gerçekleşeceğine icma etmişlerdir. Âyetin tevili şöyledir: Cahiliye halkı zıharla boşarlardı, Allahü teâlâ da İslâm’da zıharın hükmünü onlardaki hükmünden çıkardı ve

"karılarına zıhar yapanlar” âyetini indirdi ki, cahiliyeye dönmeyi murat etti.

"Sonra da dönerler” dedi ki, İslâm'da dönerler, yani dedikleri bu söze dönerler, demektir.

"Bir köle azat etmektir":

Müfessirler şöyle demişlerdir: Onların bunu yapmaları yahut bir köle azat etmeleri gerekir. Kadının imanlı olması şart mıdır? İmam Ahmed’ten bu hususta iki görüş vardır.

"Temas etmelerinden önce": Bu da cimadan kinayedir. Ulema zıhar yapanın ellemek veya öpmekle istifade etmesi câiz midir, diye ihtilaf etmişlerdir. İmam Ahmed’ten bu hususta da iki görüş vardır.

Ebû’l-Hasen Ahfeş, âyetin takdiri şöyledir, demiştir: "Kadınlarına zıhar yapanlar, dedikleri şeyden dolayı bir köle azat ederler", sonra da kadınlarına dönerler.

Zıhar eden kefaret vermeden önce cimâ ederse, günahkar olur, kefaret de kesinleşir. Ebû Hanife de: Zıhar da kefaret de düşer, demiştir. Âlimler, üzerine vacip olan şeyi yapan kimse hakkında ihtilaf etmişlerdir:

Hasen, Said b. Müseyyeb , Tâvûs, Mücâhid, İbrahim ve İbn Sîrin: Ona bir kefaret gerekir, demişlerdir.

Zührî ile diğerleri de: İki kefaret gerekir, demişlerdir. Eğer: Sen bana bugün anamın sırtı gibisin, derse, günün geçmesiyle zıhar iptal olur. Bu bizim arkadaşlarımızın, Ebû Hanife, Sevri ve Şâfiî’nin görüşüdür.

İbn Ebi Leyla, Malik ve Hasen b. Salih de: Sonsuza kadar zıhar yapmış olur, demişlerdir.

Cariyeye zıhar yapma hususunda da ihtilaf etmişlerdir:

İbn Abbâs: Cariyede zıhar yoktur, demiştir; Said b. Müseyyeb , Şa’bî, Nehaî, Ebû Hanife ve Şâfiî de böyle demişlerdir.

Said b. Cübeyr, Tâvûs, Atâ’, Evzai, Sevri ve Malik de: O zıhardır, demişlerdir.

Ebû Talib, İmam Ahmed’den şöyle dediğini rivayet etmiştir: Cariyesinden zıhar yapmış olmaz, ancak ona zıhar kefareti lâzım gelir, nitekim kadın da kocasından zıhar yaparsa, zıhar yapmış olmaz, ona zıhar kefareti lâzım gelir.

Birkaç kere zıhar yapan hakkında ihtilaf etmişlerdir: Ebû Hanife ile Şâfiî: Eğer ayrı ayrı meclislerde yaparsa, ona o kadar kefaret lâzım gelir; eğer bir mecliste olursa, bir kefaret yeter, demişlerdir.

Kadı Ebû Ya’lâ da şöyle demiştir: Bizim arkadaşlara göre ise, bir kefaret lâzım gelir, isler bir mecliste olsun, ister ayrı ayrı meclislerde olsun, kefaret vermedikçe böyledir. Bu da Malik’in görüşüdür.

"İşte size verilen öğüt budur":

Zeccâc şöyle demiştir: Bu ağırlaştırma size verilen bir öğüttür,

Mana da şöyledir: Kefaretin ağırlığı zıharı bırakmanız sizin için bir öğüttür.

4

Artık kim bunu bulamazsa, temas etmelerinden önce arka arkaya iki ay oruç tutar. Kimin de buna gücü yetmezse, altmış fakiri doyurur. İşte bu, Allah’a ve Resul’üne iman etmeniz içindir. İşte bunlar Allah’ın hudutlarıdır. Kâfirler için pek acıklı bir azap vardır.

"Kim bulamazsa” yani bir köle bulamazsa,

"iki ay oruç tutar": Yani iki ay oruç tutması gerekir.

"Arka arkaya. Kimin de buna gücü yetmezse” yani oruç tutmaya

"onun kefareti altmış fakiri doyurmaktır. Bu": Yani anlattığımız bu farz

"Allah’a ve Resul’üne iman etmeniz içindir": Yani bunu Allah’ın emrettiğini tasdik etmeniz ve bunu Resul’ün de getirdiğini ikrar etmeniz içindir.

"İşte bunlar Allah'ın hudutlarıdır” yani Allah’ın zıharda tarif ettiği kefaretlerdir. "Kâfirler için pek acıklı bir azap vardır":

İbn Abbâs şöyle demiştir: Bunu inkâr edip yalanlayanlar için.

5

O kimseler ki, Allah’a ve Resul’üne muhalefet ediyorlar, kendilerinden öncekiler perişan edildiği gibi onlar da perişan edildiler. Gerçekten açık açık âyetler indirdik. Kâfirler için aşağılayıcı bir azap vardır.

"İnnellezine yuhaddunallaha ve resulehu” burada geçen muhaddenin manasını Tevbe: 63;

"kübitü” kelimesinin manasını da Al-i İmran’da

"ev yekbilehüm” (Al-i İmran: 127) kavlinde zikretmiştik.

İbn Abbâs şöyle demiştir: Onlardan önce peygamberlerle savaşanlar perişan oldukları gibi onlar da Hendek savaşında yenilmekle perişan oldular.

6

O günde ki, Allah onların hepsini diriltecek de onlara yaptıklarını soracaktır. Allah onu saydı (kaydetti), onlarsa onu unuttular. Allah her şeye hakkıyla şahittir.

"O günde ki, Allah hepsini kaldıracak” yani kabirlerinden,

"yaptıklarını onlara haber verecektir” emrine karşı gelmeleri ve farzlarını zayi etmeleri gibi günahlarını.

"Allah onu saydı” yani aleyhlerine kaydetti,

"onlarsa onu unuttular. Allah her şeye” gizli ve açık yaptıklarına

"şahittir".

7

Görmedin mi, Allah göklerde ve yerde ne varsa, bilir. Üç kişinin fısıltısı olsa, mutlaka O, dördüncüleridir. Beş kişinin olsa, mutlaka O, altıncılarıdır. Bundan daha az ve daha çok da olsa, mutlaka O, nerede olsalar, onlarla beraberdir. Sonra da onlara yaptıklarını kıyamet gününde haber verir. Şüphesiz Allah her şeyi pekiyi bilendir.

"Görmedin mi?” Yani bilmedin mi, demektir.

"Ma yekunu min necva selasetin": Ebû Cafer, te ile

"ma tekunu” okumuştur.

İbn Kuteybe de, necva: Gizli konuşma, fısıltıdır, demiştir.

Zeccâc da şöyle demiştir: Üç kişinin bir halvete çekilip gizli bir şey konuşmalarıdır.

"Mutlaka O, dördüncüleridir": Yani onu bilir. "Necva” necve’den türemedir ki, yüksek yer demektir. Ya’kûb ref ile "vela eksem” okumuştur. Dahhâk da

"mutlaka onlarladır": İlmi onlarladır, demiştir.

8

Fısıltı etmekten yasaklanıp da sonra yasaklandıkları şeye geri dönenleri ve günahla düşmanlıkla ve Peygambere isyanla fısıldaşanları görmedin mi? Sana geldikleri zaman seni Allah’ın selamlamadığı şeyle selamlarlar ve içlerinden:

"Dediğimiz şeyle Allah bize azap etmeli değil miydi?” derler. Cehennem onlara yeter. Oraya girecekler. Orası ne kötü dönüş yeridir.

"Fısıltı etmekten yasaklananları görmedin mi?":

İniş sebebinde iki görüş vardır:

Birincisi: Yahudiler ve münafıklar hakkında indi, şöyle ki, onlar mü’minleri bırakıp kendi aralarında fiskos ederler, mü’minlere bakarak göz kırparlardı. Mü’minler de onların fiskos ettiklerini görünce: Mutlaka askeri birlikle çıkan akraba ve kardeşlerimizin öldürüldüğünü veya öldüğünü veyahut başlarına bir musibet geldiğini biliyorlardır, derler bu da onları üzerdi. Arkadaşları dönünceye kadar bu tereddüt içinde kalırlardı. Bu durum uzayıp da çoğalınca mü’minler Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e şikayet ettiler; o da onlara mü’minlerin yanında böyle gizli konuşmamalarını emretti. Onlarsa buna son vermediler. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu da İbn Abbâs, demiştir.

İkincisi: Yahudiler hakkında indi, bunu da Mücâhid, demiştir.

Mukâtil de şöyle demiştir: Yahudilerle Resûlüllah’ın arasında banş olmuştu, onlar bir Müslümanı tek başına gördükleri zaman kendi aralarında fiskos ederlerdi, o Müslüman da kendini öldürmeyi veya kendine bir kötülük yapmayı konuştuklarını zannederdi; korkusundan yolu terk ederdi. Bu Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e ulaştı, onları fiskostan men etti. Onlarsa vazgeçmediler, bunu tekrar yaptılar. Bunun üzerine bu âyet indi.

İbn Saib de şöyle demiştir: Münafıklar hakkında indi. Necva da: fiskos etmektir.

"Sonra dönerler” yasaklandıkları fiskosa demektir. "Ve yetenacevne” Hamze, Zeyd rivâyeti dışında Ya’kûb ve Revh da

"yeteneccevne” okumuşlardır, diğerleri ise elifle "veyetenacavne” okumuşlardır.

"Günah ve düşmanlıkla fısıldaşmalarının” manasında da iki görüş vardır:

Birincisi: Müslümanları üzecek şeyle fısıldaşırlardı; bundan da doğal olarak günah ve düşmanlık meydana gelir; birbirlerine de Peygambere isyan etmeyi tavsiye ederlerdi.

İkincisi: Peygamberin yasağından sonra fiskos ederlerdi ki, bu da günah, düşmanlık ve Peygambere isyan demektir.

"Sana geldikleri zaman seni Allah’ın selamlamadığı şeyle selamlarlar": Kimler hakkında indiğinde iki görüş belirterek ihtilaf etmişlerdir:

Birincisi: Yahudiler hakkında indi, Hazret-i Âişe radıyallahu anha şöyle demiştir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e bazı Yahudiler geldiler: Essamu aleyke, ya Ebelkasım, (ölüm üzerine olsun) dediler. Ben de: Ölüm sizin üzerinize olsun ve Allah canınızı alsın, dedim. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve söllem de: Sakin ol, ya Âişe, şüphesiz Allah kaba konuşanı, kaba konuşmaya çalışanı sevmez, dedi. Ben de:

"Ya Resûlallah, dediklerini duymadın mı?” dedim. O da şöyle dedi:

"Benim de nasıl karşılık verdiğimi görmedin mi? Ben de onlara: Sizin üzerinize olsun, dedim. Bunun üzerine bu âyet indi. 3

3-Müslim, Selam, hadis no, 10,11,13; Ahmed, Müsned, 6/37, 116,134,135, 199,229.

Zeccâc da, sam: ölümdür, demiştir.

İkincisi: Münafıklar hakkında indi, bunu da Atıyye, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir.

Müfessirler şöyle demişlerdir:

"Hayyevke"nin manası şöyledir. Seni Allah’ın selamlamadığı şekilde selamlarlar. Onlar: Samun aleyke, derlerdi. Yanından çıkanca da içlerinden veyahut birbirlerine: Eğer peygamber olsa idi ona dediğimiz bu söz dolayısıyla azap edilirdik, derlerdi.

9

Ey o iman eden kimseler, gizli konuştuğunuz zaman günahla düşmanlıkla ve Peygambere isyanla gizli konuşmayın; iyilikle ve takva ile gizli konuşun. Kendisine toplanacağınız Allah'tan korkun.

"Ey o iman eden kimseler, gizli konuştuğunuz zaman":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Münafıklar hakkında indi,

Mana da şöyledir:

"Ey o kendi iddialarına göre iman edenler. Bu da Atâ’ ile Mukâtil’in görüşleridir.

İkincisi: O mü’minler hakkındadır,

Mana da şöyledir: Bu, onları münafıklarla Yahudilerin yaptıkları şeylerden men ediyor. Bu da içlerinde Zeccâc'ın da bulunduğu bir cemaatin görüşüdür.

"Tetenacev": Bir grup böyle elifle okumuşlardır, yalnız Ya’kûb "felaleteneccev” okumuştur.

"İyilik” itâat,

"takva” da isyan etmemektir.

Ebû Süleyman Dımeşki de şöyle demiştir:

"İyilik” doğruluk,

"takva” da yalan söylememektir.

10

Fısıltı ancak, iman edenleri üzmesi için şeytandandır. Allah'ın izni olmadan onlara hiçbir şeyle zarar vermez. Mü’minler ancak Allah'a tevekkül etsinler.

Sonra da Yahudilerle münafıkların yaptıklarının şeytandan olduğunu zikredip

"ancak fısıltı şeytandandır” dedi. Yani onun süslemesidir,

Mana da şöyledir: Bunu ancak o süslü gösterir.

"İman edenleri üzmesi için": Biz de bu gizli konuşmadan mü’minleri üzen şeyleri az önce açıklamıştık.

"Onlara hiçbir şeyle zarar veremez": Yani şeytan hiçbir şekilde onlara zarar veremez,

"ancak Allah’ın izni ile zarar verir” yani dilemesiyle demektir.

"Mü’minler ancak Allah’a tevekkül etsinler": Yani işlerini ona ısmarlasınlar.

11

Ey o iman edenler, size:

"Meclislerde genişleyin” denildiği zaman genişleyin ki, Allah da size genişlik versin. Size: "Kalkın” denildiği zaman, hemen kalkın. Allah içinizden iman edenleri yükseltir. Kendilerine ilim verilenleri ise derecelerle (yükseltir). Allah yaptıklarınızdan haberdardır.

"İza kıyle leküm tefessehu fil-mecâlisi": Âsım çoğul olarak "filme-calisi” okumuştur. Zira her oturanın bir meclisi (oturduğu yeri) vardır,

Mana da şöyledir: İçinizden herkes yeni gelene yer versin.

Müfessirler şöyle demişlerdir: Bu, birkaç mü'min hakkında inmiştir, onlar Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in meclisine koşarlardı; muhacirler ve İslâm'a ilk girenler geldikleri zaman, mecliste yer bulamazlardı.

Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem de kendinden bazı şeyleri almaları için fazilet sahibi kimselerin kendine yakın oturmalarını isterdi.

Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem mescidin dar sofasında oturuyordu, Bedir gazilerinden birkaç kişi geldi, içlerinde de Sabit b. Kays b. Şemmas vardı; selam verdiler, kendilerine yer açılmasını beklediler; bazıları yer açtı, bazıları da öyle kaldılar.

Bu da Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in hoşuna giımedi: Ey fülan, kalk, ey fülan, sen de kalk, dedi. Ayakta duran önder kimselerin sayısınca adam kaldırdı. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem, kalkanların yüzlerinde hoşnutsuzluk gördü; münafıklar bu hususta konuşup, Allah’a yemin ederiz ki, adil davranmadı, dediler; işte âyet bunun üzerine indi.

Katâde de şöyle demiştir:

Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in meclisinde yer kapmak için rekabet ederlerdi; biri geldiği zaman yerlerini vermezlerdi. Allah da onlara birbirlerine yer vermelerini buyurdu.

Müfessirler, şöyle demişlerdir:

"Tefessehu"nun manası, genişleyin, demektir. Çünkü onlar Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in etrafında sıkışarak otururlardı; başkası onun yanında yer bulamazdı. Bütün insanlar ondan eşit nasip alsınlar diye onlara başkalarına da yer vermelerini ve Bedir gazileri ve diğer önemli kimselerin üstünlüklerini göstermelerini emretti.

Burada

"meclis"ten ne murat edildiği hususunda da üç görüş vardır:

Birincisi: O, savaş meclisidir ve harp siperleridir, bir adam savaş safına gelir, onlara: Yer verin, derdi; onlar da savaşa hırslarından dolayı bunu kabul etmezlerdi. Bu; İbn Abbâs, Hasen, Ebû’l - Âliyye ve Kurazi’nin görüşleridir.

İkincisi: O, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in meclisidir, bunu da Mücâhid, demiştir.

Katâde de şöyle demiştir: Bu Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile özellikle onun çevresinde oturanlara aittir.

Üçüncüsü: Bütün zikir meclisleridir, bu da yine Katâde’den rivayet edilmiştir.

Ali b. Ebû Talib, Ebû Rezin, Ebû Abdurrahman, Mücâhid, Hasen, İkrime, Katâde, İbn Ebi Able ve A’meş de çoğul şeklinde elifle :

"Tefessühü filmecalisi” okumuşlardır.

"Yefsehillahu leküm": Allah da size cennette ve meclislerinde geniş yer versin, demektir.

"Ve iza kıylenşuzu": Nâfi, İbn Âmir ve Hafs da Âsım’dan, şin'in ref'i ile "ünşuzu fenşuzu” okumuşlardır. İbn Kesir, Ebû Amr, Hamze ve Kisâi de, ikisinde de şin’in kesri ile okumuşlardır.

"Ünşüzü"nun manası: Ayağa kalkın, demektir. İkisi de lügattir.

Bu kalkmaktan ne murat edildiği hususunda da beş görüş vardır:

Birincisi: O, namaza kalkmaktır; bazı adamlar bunu ağırdan alırlardı; onlara: Namaz için çağrıldığı zaman kalkın, denildi. Bu da İkrime ile İbn Abbâs’ın görüşüdür.

İkincisi: O, düşmanla savaşmak için kalkmaktır, bunu da Hasen, demiştir.

Üçüncüsü: O; savaş, iyiliği emir vb. gibi her türlü hayra kalkmaktır, bunu da Mücâhid, demiştir.

Dördüncüsü: O, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in evinden çıkmaktır; çünkü onlar Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in evinde oturdukları zaman en son kalkan kendileri olmak için uzun otururlardı. Bu nedenle, kendilerine: Kalkın, denildiği zaman, kalkmaları emredildi. Bunu da İbn Zeyd, demiştir.

Beşincisi:

Mana şöyledir: Kardeşleriniz için kalkın, davranın ve yer verin. Bunu da Sa’lebî demiştir.

"Allah içinizden iman edenleri yükseltir": Yani onları imanları dolayısıyla imanda ayan derecede olmayanların üzerine çıkarır, demektir.

"Kendilerine ilim verilenleri ise derecelerle yükseltir” alim olmayanların üzerine. Bu yükseltme dünyada mıdır yoksa ahirette midir? Bunda da iki düşünce vardır:

Birincisi: Bu, cennetteki derecelerin yükselmesini haber vermektedir.

İkincisi: O dünyadaki yerlerinin yükselmesidir; o zaman dereceleri din ve ilimdeki faziletlerine paralel olarak yükselir, İbn Mes’ûd şöyle derdi: Bu âyeti iyi anlayın ve sizi ilme teşvik etsin, çünkü Allah alim mü'mini alim olmayanın üzerine fazla derecelerle yükseltecektir.

12

Ey o iman eden kimseler, Peygamberie gizli konuştuğunuz zaman, gizli konuşmanızdan önce bir sadaka verin. Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Eğer bulamazsanız, şüphesiz Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir.

"Peygamberle gizli konuştuğunuz zaman":

İniş sebebinde iki görüş vardır:

Birincisi: İnsanlar Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e sordular, öyle ki, onu zor duruma soktular, Allah da Peygamberine hafiflik vermek istedi; bunun üzerine bu âyet indi. Bunu İbn Abbâs, demiştir.

İkincisi: Bu zenginler hakkında indi, çünkü onlar Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ile gizli konuşurlardı, meclislerde fakirlere yer bırakmazlardı. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem bundan hoşlanmadı, bunun üzerine bu âyet indi. Fakir olanlar verecek bir şey bulamadılar, zenginler ise cimri davrandılar; bu da Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabına zor geldi, bunun üzerine bu müsaade indi. Bunu Mukâtil b. Hayyan, demiş; Mukâtil b. Süleyman da benzer görüş beyan etmiştir; ancak o şöyle demiştir: O zaman fakirler de Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ile özel konuşma imkanı buldular. Zenginler içinde Ali b. Ebû Talip’ten başkası sadaka takdim etmedi.

Mücâhid, Ali b. Ebû Talip'ten şöyle dediğini rivayet etmiştir: Allah’ın kitabında bir âyet vardır ki, onunla benden önce amel eden olmadı, benden sonra da olmayacaktır; o da: Gizli konuşma âyetidir. Benim bir dinarım vardı, onu on dirheme bozdurdum; Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ile her gizli konuşmak istediğimde bir dirhem sadaka verdim, üteki

"sadaka vermekten korktunuz mu...?” âyeti onu neshetti.

"Bu sizin için daha hayırlı ve daha temizdir": Yani gizli konuşmadan önce sadaka vermeniz sizin için daha hayırlıdır, onda Allah’a itâat vardır ve günahlarınızı daha çok temizleyicidir.

"Eğer bulamazsanız"; Yani ey fakirler, bu imkanı bulamazsanız

"şüphesiz Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir": Çünkü imkan bulamayanı affetmiştir.

13

Gizli konuşmanızdan önce sadakalar takdim etmekten korktunuz mu? Madem ki, yapmadınız, Allah da size Tevbe bahşetti, öyleyse namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin ve Allah’a ve Resul’üne itâat edin. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.

"Korktunuz mu?": Yani sadaka vermekle fakirlikten mi korktunuz?

"Allah size Tevbe bahşetti": Yani sizden vazgeçti, sadakanın vacipliğini nesh etmekle hükmü hafifletti. Mukâtil b. Hayyan şöyle demiştir: Bu, ancak on gün sürdü.

Katâde de: Ancak gündüz bir saat yürürlükte kaldı, demiştir.

14

Allah'ın gazap ettiği bir kavmi dost edinenleri görmedin mi? Onlar; ne sizden ne de onlardandır. Onlar bilerek yalan üzerine yemin ederler.

15

Allah onlar için çetin bir azap hazırladı. Gerçekten onların yaptıkları ne kötüdür!

"Allah’ın gazap ettiği bir kavmi dost edinenleri görmedin mi?": Yahudileri dost edinen ve mü’minlerin sırlarını onlara aktaran münafıklar hakkında inmiştir. Süddi ile

Mukâtil şöyle demişlerdir: Âyet, münafık Abdullah b. Nebtel hakkında İndi; o, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ile oturur, konuştuğu şeyleri Yahudilere iletirdi. Bir gün yanına girdi, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ona: "Sen ve arkadaşların bana niçin sövüyorsunuz?” dedi. O da böyle bir şey yapmadığına Allah’a yemin etti. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de ona:

"Yaptın” dedi. Onlar da, sövmediklerine dair Allah'a yemin ettiler. Allah da bunun üzerine bu âyetleri indirdi. Hakim Ebû Abdullah, "Sahih"inde, İbn Abbâs hadisi olarak şöyle rivayet etmiştir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem odalarından birinin gölgesinde oturuyordu, yanında da bir bölük Müslüman vardı: "Size bir adam gelecek, size şeytan gözüyle bakacaktır. Geldiği zaman onunla konuşmayın” dedi. Gök gözlü bir adam geldi, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem onu çağırdı: "Sen ve filan ve filan bana niçin sövüyorsunuz?” dedi. Adam gidip onları çağırdı; Allah’a yemin ettiler, özür dilediler. Bunun üzerine Allahü teâlâ.

"Hatırla o günü ki, Allah onları toptan diriltecek... “âyetini indirdi.

Tefsir: Dost edinenler: Münafıklardır. Gazaba uğrayanlar da Yahudilerdir.

"Onlar sizden değildir": Yani münafıklar Müslümanlardan da Yahudilerden de değildir, demektir.

"Yalan yere yemin ederler": O da

iniş sebebinde anlattığımız şeylerdir. Bazıları da şöyle demişlerdir:

Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e sövmediklerine ve Yahudileri dost edinmediklerine yemin ettiler.

"Bilerek” yani kendilerinin yalancı olduklarını bilerek demektir.

16

Yeminlerini kalkan edip (insanları) Allah'ın yolundan çevirdiler. Artık onlar için alçaltıcı bir azap vardır.

"Yeminlerini kalkan edindiler": Yani onu ölümden korunmak için bir engel edindiler.

İbn Kuteyb de, mana şöyledir, demiştir : Yalanın arkasına sığındılar; ceza görmelerini gerektirecek bir şey çıklıkça yalan yere yemin ettiler.

"Allah’ın yolundan çevirdiler": Bunda da iki görüş varılır:

Birincisi: İnsanları İslâm dininden çevirdiler, bunu da Süddi, demiştir.

İkincisi: Öldürülmek ve mallarını almakla kendilerine karşı cihad yapılmasını men ettiler.

17

Ne malları ne de evlatları onlardan Allah’tan hiçbir şey savmaz. İşte onlar ateşin arkadaşlarıdır. Onlar orada ebedidirler.

18

Hatırla o günü ki, Allah onları toptan diriltecek; size yemin ettikleri gibi O'na da yemin edecekler. Kendilerinin bir şey üzerinde (bir şey) olduklarını sanıyorlar. Bilin ki, gerçekten onlar, yalancıların ta kendileridir.

"O’na yemin edecekler": Mukâtil ile

Katâde şöyle demişlerdir: Ahirette mü’min olduklarına yemin edecekler, tıpkı dünyada dostlarına yemin ettikleri gibi.

"Kendilerini bir şey sanıyorlar” yalan yeminlerinden dolayı.

"Bilin ki, onlar, yalancıların ta kendileridir". Sözlerinde ve yeminlerinde.

19

Şeytan onlara hakim oldu da onlara Allah'ın zikrini unutturdu. İşte onlar şeytanın partisidir. Bilin ki, şeytanın partisi, ziyan edenlerin ta kendisidir.

"istahveze aleyhimüş şeytan”

Ebû Ubeyde: Şeytan onları mağlup ve alt etti, demiştir. Biz de bunu Nisa suresi

"nestahviz aleyküm” kavlinde açıklamıştık (âyet: 141).

Bundan sonrası ise

"onlar alçakların arasındalar” kavline kadar açıktır. Alçaklar da: Mağluplar demektir. Onlar için dünyada zillet, ahirette de rezalet vardır.

20

Şüphesiz Allah’a ve Peygamberine muhalefet edenler, işte onlar alçaklarla beraberdirler.

21

Allah:

"Elbette ben ve Peygamberim galip olacağız” diye yazdı. Şüphesiz Allah çok güçlüdür, mutlak galiptir.

"Allah yazdı": Yani hükmetti, demektir "leağlibenne ene ve rüsüliye” Nâfi ile İbn Âmir, ye’nin fethi ile bu şekilde okumuşlardır.

Müfessirler şöyle demişlerdin Savaş emri ile gönderilen peygamberler sonunda kazanmışlardır. Savaşla gönderilmeyenler de delille galip gelmişlerdir.

"Şüphesiz Allah çok güçlüdür, mutlak galiptir": Kendi partisini hor olmaktan koruyacaktır.

22

Allah’a ve ahiret gününe iman eden bir kavmi, Allah’a ve peygamberine muhalefet eden kimselere sevgi besler bulamazsın; ister ki, babaları yahut oğulları yahut kardeşleri veyahut akrabaları olsunlar. İşte Allah onların kalplerine imanı yazdı ve onları kendinden bir ruh ile destekledi. Onları altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacak, orada ebedi kalıcılar olarak. Allah onlardan razı oldu, onlar da O’ndan razı oldular. İşte onlar Allah’ın partisi. Bilin ki, şüphesiz Allah’ın partisi, onlar muratlarına erenlerdir.

"Lâ-tecidü kavmen...": Âyetin kimler hakkında indiğinde dört görüş halinde ihtilaf etmişlerdir:

Birincisi: O, Ebû Ubeyde b. el - Cerrah hakkında indi, çünkü o, Uhut savaşında babasını öldürmüştü; Ebû Bekir hakkında da indi, çünkü o da Bedir savaşında oğlunu düelloya davet etmiş: Ya Resûlallah, bırak beni, öncü bölükte olayım, demişti.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de:

Ey Ebû Bekir, sana çok ihtiyacımız var, demişti. Aynı zamanda Mus’ab b. Umeyr hakkında indi; çünkü o da kardeşi Ubeyd b. Hamne’yi Uhut savaşında öldürmüştü. Amr da kardeşi As b. Hişam’ı Bedir savaşında öldürmüştü. Ali ile Hamza hakkında da indi; çünkü o ikisi de Uhut savaşında Utbe ile Şeybe'yi öldürmüşlerdi. Bunu da İbn Mes’ûd, demiştir.

İkincisi: Ebû Bekr es - Sıddik hakkında indi; şöyle ki, babası Ebû Kuhafe, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e sövdü; Ebû Bekir de ona bir tokat vurup yere düşürdü, sonra da bunu Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e anlattı. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem de:

"Bunu yaptın mı?” dedi. O da: Evet, deyince, Efendimiz: Bir daha öyle bir şey yapma, dedi. Ebû Bekir de: Vallahi, eğer yanımda kılıç olsa idi onu kesinlikle öldürürdüm, dedi. Bunun üzerine bu âyet indi.

Üçüncüsü: Abdullah b. Übey hakkında indi; o, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında oturuyordu; Resûlüllah su içti, Abdullah da: Ya Resûlallah, artığını ver, dedi. O da: "Ne yapacaksın?” dedi. O da: Babama içireceğim, belki Allah onun kalbini temizler, dedi. O da verdi, Abdullah da suyu babasına getirdi.

"Bu nedir?” dedi. O da: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in artığıdır, belki Allah kalbini temizler, dedi. O da: Annenin sidiğini getirseydin, dedi. O da Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e döndü: Ya Resûlallah, izin ver, babamı öldüreyim, dedi. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem de: Ona nazik davran ve ona iyilik et, dedi. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu da Süddi, demiştir.

Dördüncüsü: O, Hatıb b. Ebi Beltea hakkında indi, o da Mekkelilere Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in üzerlerine yürümek istediğini yazdı. Bunu da Mukâtil demiş; Ferrâ’ ile Zeccâc da bunu tercih etmişlerdir.

Bu âyet şunu açıkça ortaya koymuştur ki, kâfirlerle dostluk kurmak, imanın sıhhatine zararlıdır ve mü'min bir kimse babası yahut oğlu veyahut aşireti de olsa bir kafirle dostluk kuramaz.

"İşte onlar": Yani Allah ve Resûlüne muhalefet edenle dostluk kurmayanlar,

"ketebe fi kulubihimül imane (Allah kalplerine imanı yazmıştır): Mufaddal Âsım'dan rivayet ederek onun kâfin ve

"el - imanu"daki nunun da ref’i ile okuduğunu rivayet etmiştir.

Yazma hususunda da beş görüş vardır:

Birincisi: İmanı kalplerine yerleştirdi, bunu da Rebi’ b. Enes, demiştir.

İkincisi: Kalplerinde imanı kıldı, bunu da Mukâtil, demiştir.

Üçüncüsü: Kalplerinde iman olduğunu Levh-i Mahfuz’a yazdı. Bunu da Maverdi nakletmiştir.

Dördüncüsü: İmanlarına hükmetti. Kalplerin zikredilmesi, imanın yeri olmasındandır. Bunu da Sa’lebî zikretmiştir.

Beşincisi: Kalplerinde imanı topladı, o da kemale erdi. Bunu da Vahidi, demiştir.

"Onları destekledi": Yani takviye etti,

"kendinden bir ruh ile",

burada ruhtan ne murat edildiği hakkında da beş görüş vardır:

Birincisi: O zaferdir, bunu da İbn Abbâs ile Hasen, demişlerdir. Bu zafere ruh denilmesi, durumlarını canlandırmasındandır.

İkincisi: İmandır, bunu da Süddi, demiştir.

Üçüncüsü: Kur’ân’dır, bunu da Rebi’, demiştir.

Dördüncüsü: Rahmettir, bunu da Mukâtil, demiştir.

Beşincisi: Cebrâil aleylıisselam’dır, Allah onları Bedir savaşında onunla takviye etti. Bunu da Maverdi zikretmiştir.

"Allah'ın partisi"ne gelince,

Zeccâc şöyle demiştir: Onlar Allah’ın beğenip seçtiği topluluğa dahil olanlardır.

"Elâ” kelimesi uyarmak ve kıssayı tekit etmek içindir.

0 ﴿