62-CUMA SÛRESİMedine’de inmiştir. 11 ayettir. Bu, ittifakla Medeni’dir. Giriş kısmının tefsiri yukarıda geçmiştir. Ebudderda, Ebû Abdurrahman es - Sülemi, İkrime, Nehaî, Velid de Ya’kûb rivâyetinde "bütün sıfatlarda ref ile "el - melikül kuddusül azizül hakimü” okumuşlardır. Eğer: "Bu surede tesbihi tekrar etmenin faydası nedir?"denilirse, Cevap şöyledir: Bu, sûreyi aziz ve celil olan Allah’ın sıfatları ile başlatmak içindir, tıpkı bismillahirrahmanirrahim ile başlatmış gibi olur. Allah’ı ululamada mana ne kadar derin olursa, onunla başlamak da o kadar güzel olur. Bismillahirrahmanirrahim 1Göklerde ve yerde olan şeyler; mülk sahibi, kutsal, mutlak galip ve hikmet sahibi Allah’ı tesbih eder. 2O ki, ümmilerin içinde kendilerinden, onlara âyetlerini okuyacak, onları temizleyecek ve onlara kitabı ve hikmeti öğretecek bir Peygamber gönderdi. Gerçi onlar önceden elbette apaçık bir sapıklık içinde idiler. "O ki, ümmilere gönderdi": Yani Araplara, onlar okuryazar değillerdi. Biz de hu manavı Bakara: 78’de şerh etmiştik. "Bir Peygamber": Yani Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'i. "Kendilerinden": Yani kendi cins ve soylarından, demektir. Eğer: "Ümmi peygamber göndermek nasıl bir nimetti?” denilirse. Cevap üç türlüdür: Birincisi: Çünkü peygamberlerin kitaplarındaki müjdeye uygun düşmekledir. İkincisi: Durumlarına uygun olduğu için onlarla daha kolay anlaşır. Üçüncüsü: Daha öncekilerin kitaplarını bildiği zannedilmesin, diye. Bundan sonrası da Bakara: 129’da geçmiştir. "Gerçi onlar daha önce apaçık bir sapıklık içinde idiler": O apaçık sapıklık da şirktir. 3Onlardan başka henüz kendilerine yetişmeyenlere de (böyle yapar). O (Allah) mutlak galip, hikmet sahibidir. "Onlardan başkalarına da": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Muhammed’i başka ümmilere de gönderdi, demektir. İkincisi: O başkalarına da öğretir ve onları da temizler. Başkalarından murat edilenler hakkında da dört görüş vardır: Birincisi: Onlar Arap olmayanlardır, bunu da İbn Ömer ile Said b. Cübeyr, demişlerdir. Leys’in Mücâhid'ten rivâyeti de böyledir. Buna göre "onlardan (kendilerinden) demesi, müslüman oldukları takdirde onlardan olacakları içindir; çünkü müslümanlar tekeldir ve tek millettir. İkincisi: Onlar tabiinlerdir, bunu da İkrime ile Mukâtil, demişlerdir. Üçüncüsü: Kıyamet gününe kadar İslâm’a girecek olanlardır. Bunu da İbn Zeyd, demiştir. Ebû Necih’in, Mücâhid’ten rivâyeti de böyledir. Dördüncüsü: Onlar çocuklardır, bunu da Maverdi, nakletmiştir. "Henüz kendilerine yetişmeyenlere de": Yani yetişmemiş olanlara da, demektir. 4Bu, Allah'ın lütfudur; dilediğine verir. Allah büyük lütuf sahibidir. "Bu, Allah'ın lütfudur": Yani İslâm ve hidayet Allah'ın lütfudur, demektir. "Allah büyük lütuf sahibidir": Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’i göndermekle büyük lütuf etmiştir. 5Tevrat’ı yüklenip de onu taşımayanlar, koca kitaplar taşıyan eşeğin misaline benzerler. Allah'ın âyetlerini yalanlayan o kavmin misali ne kötüdür! Sonra Tevrat'lâ amel etmeyi bırakan Yahudilere bir misal getirdi: "Tevrat’ı yüklenenlerin misali” dedi. Yani içindekilerle amel etmekle sorumlu tutulanların misali, demektir. "Sonra da taşımayanlar” yani gereğince amel etmeyip hakkını yerine getirmeyenler "koca kitaplar taşıyan merkebin misali gibidir": Esfar, sifr’in çoğuludur, o da kitap demektir. Onları taşıdığı şeyi anlamayan merkebe benzetti. Çünkü onlar da Tevrat’taki şeylerden yararlanmadılar. Bu da Muhammed’e imanı göstermektedir. Bu misal, Kur’ân'lâ amel etmeyen ve manalarını anlamayanlar için de geçerlidir. "O kavmin misali ne kötüdür": Onların misallerini kötüledi, maksat onları kötülemektir. Yahudiler Muhammed’e iman etmemekle Kur’ân’ı da Tevrat’ı yalanladılar. "Allah zâlimler topluluğuna hidayet etmez": Peygambere inanmayanlara, demektir. 6De ki: "Ey o Yahudi olanlar, eğer siz, insanlardan başka Allah'ın dostları olduğunuzu iddia ediyorsanız, eğer doğru söylüyorsanız, ölümü temenni edin". 7Ellerinin öne sürdüğü şeyler sebebiyle onu asla temenni etmezler. Allah zâlimleri hakkıyla bilendir. "Eğer siz Allah’ın dostları olduğunuzu iddia ediyorsanız": Çünkü Yahudiler: Biz İsrâilullah’ın evlatlarıyız, biz Allah’ın kurbanının oğluyuz, biz Halilullah’ın oğluyuz ve biz, Allahü teâlâ'ya diğer insanlardan daha yakınız, peygamberlik yalnız bizde olur, dediler. Bunun üzerine aziz ve celil olan Allah, Peygamberine - salat ve selam onun üzerine olsun - şöyle dedi: "De ki,", onlara de ki: eğer siz idiyseniz "Allah’ın dostları, öyleyse ölümü temenni edin". Çünkü ölüm, Allah’ın dostları için dünyadan daha hayırlıdır. Bizde bu manayı ve arkasındakileri Bakara: 94’te açıklamıştık. 8De ki: "Şüphesiz, ondan kaçtığınız ölüm şüphesiz size ulaşacaktır. Sonra da görünmeyeni ve görüneni bilene döndürülürsünüz; o da size yaptıklarınızı haber verecektir. "De ki: kaçtığınız ölüm", çünkü Yahudiler, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e iman etmemekle ahiret işlerini bozduklarını bilirlerdi. Onlar ölümden de hoşlanmazlardı; onlara: "Feinnehü mülakiküm (şüphesiz o size ulaşacaktır) “sözü ile başlarına geleceği bildirildi. Ferrâ’ şöyle demiştir: Araplar isminde "men” ve "ellezi” gibi mevsul bulunan her haberin başına fe getirir. Burada fe getiren "ellezi"yi ceza ile tevil etmiştir. Abdullah b. Mes’ud kıraatında da "innel mevtellezi tefimme minhü mülakiküm” denilmiştir. Kıyasa uygun olan da budur. Çünkü sen: inne ehake kaimün dersin de, fekaimün demezsin. Eğer: inne daribeke fezalimün dersen câizdir, tevili de şöyledir: inne men yadribüke fezalimün (sana vuran zalimdir). Zeccâc şöyle demiştir: Burada fe’nin gelmesi şunun için câizdir; çünkü kelâmda şart ve ceza manası vardır. Kelâmın "tefırrune minhü "de tamam olması da câizdir. Sanki: în ferertüm min eyyi mevtin kane min katlin ev ğayrihi (öldürülme veya başka herhangi bir ölümden kaçarsanız) denilmiş gibi olur. "Feinnehu mülakiküm (şüphesiz o size ulaşır), "feinnehu” birinci haberden sonra söz başı olur. 9Ey o iman edenler, Cuma günü namaza çağrıldığı zaman Allah’ın zikrine koşun ve alışverişi bırakın. Bu, eğer bilirseniz, sizin için daha hayırlıdır. "Namaza çağırıldığı zaman": Bu, imam minbere çıkıp da oturduğu zaman okunan ezandır. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem zamanında bundan başka ezan yoktu. Minbere oturduğu zaman Bilal mescidin kapısında ezan okurdu. Ebû Bekir ve Ömer zamanlarında da beyleydi. Osman zamanında insanlar çoğalınca "Zevra” denen evinin kapısında ezan okunmasını emretti, minbere oturduğu zaman bir ezan daha okunurdu. "Namaz için” yani namaz vakti için, demektir. "Cumua” kelimesinde de üç lügat vardır: Cimin ve mimin zammıdır (cumua) bu da cumhûrun okuyuşudur. Cimin zammı ile mimin sükunudur Icum'a), Ebû Abdurrahman es - Sülemi, Ebû Recâ’, İkrime, Zührî, İbn Ebi Leyla, İbn Ebi Able ve A’meş de böyle okumuşlardır. Cimin zammı ve mimin fethi (cumaa), Ebû Miclez. Ebû’l - Âliyye, Nahi, Adiy b. Fadl da Ebû Amr’dan böyle okumuşlardır. Zeccâc şöyle demiştir: Kim mimin sükunu ile okursa, iki zamme dile ağır geldiği için hafifletmek istemiştir. Mimin fethinin manası da, insanları toplayan gün demektir; nitekim çok lânet eden için: Luane, çok gülen için de: Duhake, denir. Bu güne Cuma denmesinde de üç görüş vardır: Birincisi: Çünkü onda Âdem’in yaratılması toparlanmıştır, Selman'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem bana: "Cuma nedir bilir misin?” dedi. Ben de: Hayır, dedim, "Onda atan Âdem toplandı, yani yaratılması o günde tamamlandı, dedi. İkincisi: İnsanların o gün namaz için toplanmalarındandır. Üçüncüsü: Mahlukatın o günde toplanmasındandır; çünkü o günde varlığın yaratılması bitirilmiştir. Ona ilk defa Cuma diyen hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: Ona Ka’b b. Luey bu adı vermiştir, Cuma gününe daha önce "Arube” derlerdi. Bunu da Ebû Seleme, demiştir. Şöyle de denilmiştir: Ona bu adın verilmesi, Kureyş’in onda toplanmasındandır. İkincisi: Ona ilk defa bu ismi ensar vermiştir, bunu da İbn Sîrin, demiştir. "Allah’ın zikrine koşun": Bu koşmada da üç görüş vardır: Birincisi: O yürümektir, bunu da İbn Abbâs, demiştir. İbn Mes’ûd "femdu (ilerleyin) şeklinde okur ve eğer "fesav” okursam, ridam düşünceye kadar koşmam lâzım, derdi. Atâ’ da: O yürümek ve namaza gitmektir, demiştir. İkincisi: Koşmaktan maksat çalışmaktır, bunu da İkrime, Kurazi ve Dahhâk, demişlerdir. Bu durumda mana şöyle olur: Kendinizi boşaltarak ve temizlik vb. şeyler yaparak Allah’ı zikretmeye çalışın. Üçüncüsü: O kalp ile niyettir, bunu da Hasen, demiştir. İbn Kuteybe de: O niyet ve ciddiyetle girişmektir, demiştir. "Allah’ın zikrinden” ne murat edildiği hususunda da iki görüş vardır: Birincisi: O namazdır, bunu da çoğunluk, demiştir. İkincisi: İmamın hutbesidir, bunu da Said İrin Müseyyeb, demiştir. "Alışverişi bırakın": Yani o vakitte ticaret yapmayın, demektir. Bize göre ezan vaktinde alışveriş yapmak câiz değildir, cuma kılması farz olanın yaptığı alışveriş hükümsüz olur; İmam Malik, çoğunluğa mahalefet ederek böyle demiştir. Cuma şehirde olup da müezzini duyana vaciptir, Ancak müezzinin sesinin gür, havanın da sakin olması şarttır. İmam Malik bunu bir fersahla sınırlamıştır. İmam Ahmed’ten de sınırlama hususunda benzeri görüş rivayet edilmiştir. Cuma köydekilere vaciptir. Ebû Hanife ise ancak şehirdekilere vacip olur, demiştir. Şehir halkının cumayı şehre yakın kırsalda kılmaları câizdir, Şâfiî buna muhalefet eder. Cuma kırktan az kişiyle kılınmaz. İmam Ahmed’in ise: En az elli kişi olmalıdır, dediği rivayet edilmiştir. Ondan: En azı üç kişidir, dediği de rivayet edilmiştir. Ebû Hanife ise: İmam ve üç kişi ile kılınır, demiştir. Cumada sayı şarttır, Ebû Hanife, iki rivâyetin birinde: Tek başına da hutbe okumak câizdir, demiştir. Kölelere cuma vacip midir? Bunda da İmam Ahmed’ten iki rivayet vardır. Bize göre: Eğer yedekçisi (yardımcısı) varsa âmâya da cuma vaciptir. Ebû Hanife bunu kabul etmez. Cuma köle ve yolcularla kılınmaz, Ebû Hanife buna da muhalefet eder. Cuma ve iki bayram sultanın izni olmadan vacip olur mu? İmam Ahmed’ten iki rivayet vardır. İhtiyaç olduğu zaman bir beldede iki yerde cuma kılmak câizdir. Malik, Şâfiî ve Ebû Yûsuf: Ancak bir yerde câiz olur, demişlerdir. Cuma zevaldan önce kılmabilir, çoğunluk ise bunu kabul etmez. Bayram cumaya rastlarsa Cuma’nın da yerine geçer mi? Şa’bî ile Nehaî bunu kabul etmişlerdir. Çoğunluk ise olmaz, der. Özürlüler için cumayı cemaatle kılmaları müstehaptır. Ebû Hanife ise: Mekruhtur, demiştir. Cuma günü zevaldan sonra sefere çıkmak câiz değildir. Ebû Hanife: Câizdir, demiştir. Şafak söktükten sonra sefere çıkmak câiz midir? İmam Ahmed’ten iki rivayet vardır. İmam Ahmed’ten: Cuma günü ancak cihada çıkmak câizdir, dediği de rivayet edilmiştir. Ebû Hanife: Her yolculuk için câizdir, demiştir. Şâfiî de: Asla câiz olmaz, demiştir. Cumada hutbe şarttır. Dâvud ise: Müstehaptır, demiştir. Hutbede abdest şart değildir, Şafi iki görüşünden birinde buna muhalefet eder. Hutbeyi ayakta okumak şart değildir; Şâfiî buna da muhalefet eder. İki hutbe arasında oturmak da vacip değildir. Şâfiî buna da muhalefet eder. Hutbede hamdele, peygamber, sallallahu aloylıi ve sellem’e salâvat getirmek, bir âyet okumak ve va’zetmek de şarttır. Ebû Hanife ise: Bir tesbih getirerek hutbe okumak câizdir, demiştir. İki hutbe de vaciptir. İkinci hutbede okumak şarttır, Şâfiî buna muhalefet eder. İmam minbere çıktığı ve halka yüzünü döndüğü zaman selam verebilir, Ebû Hanife ile İmam Malik buna muhalefet ederler. Hutbe dinlerken konuşmak haram mıdır? İmam Ahmed’ten iki rivayet vardır. Dinleyiciye haramdır da hutbe okuyana değil. Hutbeye başlamadan önce ve hutbeyi bitirdikten sonra konuşmak mekruh değildir, Ebû Hanife’ye göre ise mekruhtur. İmam hutbe okurken tahiyyetül mescit namazı kılmak müstehaptır, Ebû Hanife ile Malik buna muhalefet ederler. Bir kimsenin hutbe okuyup bir başkasının da namaz kıldırması câiz midir? İmam Ahmed’ten bu konuda iki rivayet vardır. "Bu sizin için daha hayırlıdır, eğer bilirseniz” Yani eğer en iyisini bilirseniz, demektir. 10Namaz eda edilince, yeryüzüne dağılın, Allah’ın lütfundan arayın ve Allah’ı çokça zikredin ki, felaha ereresiniz. "Namaz bittiği zaman” ondan ayrıldığınız zaman demektir. "Yeryüzüne dağılın": Bu mubah bir emirdir. "Allah’ın lütfundan arayın” "alışverişi bırakın” yasağından sonra rızık aramak için ticarat yapma da mubahtır. Hasen ile İbn Cübeyr: O ilim aramadır, demişlerdir. 11Onlar bir ticaret yahut bir eğlence gördükleri zaman, ona dağılırlar ve seni ayakta bırakırlar. De ki: "Allah’ın katındaki şey, eğlenceden de ticaretten de daha hayırlıdır. Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır": "Bir ticaret gördükleri zaman": İniş sebebi şöyledir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem Cuma günü hutbe okuyordu, birden bir kervanın geldiği öğrenildi; ona çıktılar, öyle ki, yanında ancak on iki erkek kaldı. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu Buhârî ile Müsilm, Sahih’lerinde Cabir b. Abdullah'tan rivayet etmişlerdir. 2 2- Buhârî, Tersirü sûre 62, bab, 2; Müslim, Cumua, hadis no, 36. Hasen şöyle demiştir: Açlık vardı, fiyatlar yükselmişti, onun geldiğini işitince ona çıktılar. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de: Eğer hepsi çıksa idi, vadilerini ateş kaplardı, dedi. 3 3- Suyuti, ed - Dürrül Mensur, Katâde'den mürsel olarak nakletmiş ve Beyhakî rumuzunu göstermiştir. Müfessirler şöyle demişlerdir: Ticaret yapan Dihye b. Halife el - Kelbî idi. Mukâtil de: Bu, Müslüman olmadan önce idi, demiştir. Diyorlar ki: Şam'dan geldi, gelişini halka duyurmak için davullar çalındı. Kervan gelince böyle yapmak adet idi. Cabir b. Abdullah: Kervanda gıda maddesi vardı, demiştir. Elnı Malik de: Zeytinyağı, demiştir. Eğlenceden maksat da davul çalmaktır. "Dağılırlar": Senden ayrılır, ona giderler, demektir. "İleyha” zamiri ticarete râcîdir. Sadece ona râci olması, onlar için çok önemli olmasındandır. Bu da Ferrâ’ ile Müberrid’in görüşüdür. Zeccâc da, mana şöyledir, demiştir: Bir ticaret gördükleri zaman ona dağılırlar veya bir eğlence gördükleri zaman ona dağılırlar. Birini zikretmemesi ikincinin atılan şeye delalet etmesindendir. İbn Mes’ûd ile İbn Ebi Able, tesniye sığasıyla "infaddu ileyhima” okumuşlardır. İbn Mes’ûd ile İbn Ebi Able’den, müzekker zamiri ile "infaddu ileyhi” okudukları da rivayet edilmiştir. "Seni ayakta bırakırlar” Bu da hutbedeki kıyamdır. "De ki: Allah’ın katındaki” sevab ve Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ile sebat "eğlence ve ticaretten daha hayırlıdır” Çünkü O, kendine iman edip ibadet edene de rızık verir, kendini inkâr edip de iman etmeyene de rızık verir. O, isteyene de verir, istemeyene de verir. Başkası ise ancak fayda umduğuna verir ve hizmetine koşana yönelir. |
﴾ 0 ﴿