63-MÜNAFİKUN SÛRESİ

Medine’de inmiştir. 11 ayettir.

O ittifakla Medeni’dir.

Müfessirler bunun Abdullah b. Übey ve emsalleri hakkında indiğini bildirmişlerdir.

İniş sebebi şöyledir: Abdullah birçok münafıkla beraber Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ile Müreysi’ seferine çıkü. O, Mustalik oğullarına ait bir su idi. Abdullah cihad değil ganimet arıyordu. Çünkü mesafe yakındı. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem gazayı bitirince, Cüheyne kabilesinden Sinan adında ve Abdullah b. Übey’in müttefiği bir olan kimse ile Gıfar oğullarından ve Hazret-i Ömer’in işçisi Cehcah b. Said denen bir adam su almak için kuyuya geldiler. Aralarında sözle atışma oldu. Gıfarh elini Cüheyneliye kaldırdı, bir tokat attı; yüzünü kanattı. Cüheyneli:

Ey Hazreç oğulları, imdad, diye seslendi; onlar da geldiler. Gıfarlı da:

Ey Kureyşliler, dedi, onlar da geldiler; durumu muhacirlerden birkaç kişi düzelttiler. Haber Abdullah'a ulaştı, yanında da bir bölük münafık vardı: Allah’a yemin ederim ki, sizin durumunuz tam: Besle kargayı oysun gözünü atasözündeki gibidir; fakat buna siz sebep oldunuz; onları evlerinizde barındırdınız, onlara mallarınızdan harcadınız, onlar da güçlendi, siz zayıfladınız. Allah’a yemin ederim ki, eğer ellerinizi sıkı tutsaydınız, bu kalabalık onun başından dağılırdı. Allah’a yemin ederim ki, eğer Medine’ye dönersek, şerefliler şerefsizleri oradan çıkaracaktır. O cemaatin arasında Zeyd b. Erkam da vardı. O gün için gençti, kendisine önem verilmiyordu. Abdullah’a: Allah’a yemin ederim ki, şerefsiz ve azınlık olan senshı, dedi. Abdullah da: Ben şaka ediyordum, dedi.

Zeyd de haberi Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e ulaştırdı. Hazrcti Ömer: Bırak, onun boynunu vurayım, dedi. O da: O zaman büyük burunlar bize gürlerler (büyük başlar bize kükrerler), dedi. O da: Eğer onu bir muhacirin öldürmesini istemiyorsan, Sa’d b. Ubade'ye yahut Muhammed b. Mesleme’ye veyahut Abhad b. Bişı’e emret, onu öldürsün, dedi. O da: O zaman da insanlar: Muhammed ashabım öldürüyor, derler, dedi.

Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem Abdullah b. Übey’e adam yolladı, o da geldi, Ona: "Sen böyle dedin mi?” dedi. O da: Sana vahiy indirene yemin ederim ki, ben böyle bir şey demedim, Zeyd yalancının tekidir, dedi. Oradakiler de: Bir çocuğun dediğine inanılmaz, belki evham etmiştir, dediler.

Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem de Abdullah’ı mazur gördü, bütün ensar Zeyd’i kınadılar, yalancı olduğunu söylediler. Amcası da: "Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ile ashabı seni yalanladılar, bunu mu istedin?” dedi. Zeyd mahcup oldu, evinden çıkmadı. Abdullah b. Übey’in oğlu Abdullah babasının durumunu öğrendi; Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e gitti: Duyduğuma göre babam Abdullah b. Übey’i öldürmek istemişsin, eğer böyle bir şey yapacaksan, bana emret, sana kellesini getireyim. Onu benden başka birinin öldürmesinden korkuyorum. Katilini öldürmedikçe yüreğim soğumaz, o zaman da cehenneme giderim, dedi.

Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem de: Hayır, o bizimle beraber kaldıkça sen ona iyi bakacaksın, dedi. Allahü teâlâ Zeyd’i tasdik etmek ve Abdullah’ı yalanlamak sadedinde Münafikun suresini indirdi.

Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem, Zeyd'e haber gönderdi; ona sûreyi okudu: Allah seni tasdik etti, dedi. Abdullah b. Übey Medine’ye girmek isteyince, oğlu geldi: Geri dön, dedi. O da: "Neyin var?” dedi. O da: Allah’a yemin ederim ki, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem sana izin vermedikçe oraya asla giremezsin; bugün şerefli kimmiş şerefsiz kimmiş bileceksin, dedi. Abdullah da oğlunun yaptığını Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'e şikayet etti. O da: Bırak babanı, girsin, diye haber gönderdi. Sûre İnip de yalanı açığa çıkınca, kendisine, ey Hubab’ın babası, senin hakkında ağır âyetler indi, Resûlüllah’a git, sana istiğfar etsin, dediler. Abdullah başını büktü, işte

"başlarını bükerler” dediği budur. Kendisine bunu diyenin Ubade b. Samit olduğu da söylenmiştir.

Bismillahirrahmanirrahim

1

Münafıklar sana geldikleri zaman: "Şahitlik ederiz ki, sen şüphesiz cihette Allah'ın Peygamberisin” derler. Allah da bilir ki, şüphesiz sen elbette O'nun Peygamberisin. Allah şahitlik eder ki, şüphesiz münafıklar, elbette yalancılardır.

"Münafıklar sana geldikleri zaman": Yani Abdullah b. Übey ile arkadaşları,

"şahitlik ederiz ki, sen şüphesiz Allah’ın Peygamberisin, derler". Burada haber bitti. Sonra da Allahü teâlâ yeni söze başlayıp şöyle dedi:

"Allah bilir ki, şüphesiz sen elbette O'nun Peygamberisin. Allah şahitlik eder ki, şüphesiz münafıklar, elbette yalancılardır": Neden onları yalancı saydı? Çünkü onların içi ile dışı ayrıdır.

Ferrâ’ da: Ancak onların içlerini yalan çıkardı, demiştir.

2

Onlar, yeminlerini bir kalkan edindiler de (insanları) Allah’ın yolundan çevirdiler. Şüphesiz onlar ne kötü şey yapıyorlar!

"Yeminlerini bir kalkan edindiler de (insanları) Allah’ın yolundan çevirdiler.” Biz de bunu Mücadele: 16’da zikretmiştik.

Kadı Ebû Ya’lâ şöyle demiştir: Bu âyet, "şahitlik ederim ki,” sözünün yemin olduğunu gösterir; çünkü onlar

"şahitlik ederiz” dediler, Allah da onu

"yeminlerini bir kalkan edindiler” dedi. İmam Ahmed, Evzai, Sevri ve Ebû Hanife: Şahitlik ederim, kasem ederim, azm ederim, ant içerim kalıplarının hepsinin yemin olduğunu söylemişlerdir. Şâfiî de şöyle demiştir: "Kasem ederim” yemin değildir. Ancak

"Allah'a kasem ederim” der de yemin kastederse yemin olur.

3

Sebebi şu; çünkü onlar iman ettiler, sonra da kâfir oldular. Bu yüzden kalpleri mühürleneli. Artık onlar anlamazlar.

"Sebebi şu; çünkü onlar iman ettiler” dilleriyle

"sonra da kâfir oldular” içlerinden.

"Kalpleri mühürlendi; artık onlar anlamazlar” imanı da Kur’ân’ı da.

4

Onları gördüğün zaman kalıpları hoşuna gider. Eğer konuşurlarsa, sözlerini dinlersin. Sanki onlar duvara yaslanmış kütüklerdir. Her sesi aleyhlerine sanırlar. Onlar düşmandır; onlardan sakın. Allah onları kahretsin; nasıl da (haktan) çevriliyorlar!

"Onları gördüğün zaman kalıpları hoşuna gider.” Yani onlar iri yarı, gösterişlidirler.

İbn Abbâs şöyle demiştir: Abdullah b. Übey, iri yarı idi ve düzgün konuşurdu. Hitabeti güzeldi. Konuştuğu zaman, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem onun dediğini dinlerdi. Başkası da, mana şöyledir, demiştir: Konuşmalarına kulak verirsin, onun hak olduğunu zannedersin.

"Keennehüm huşubun müsennedelı": İbn Kesir, Nâfi’, Âsım, Ebû Amr, İbn Âmir ve Hamze: Hıran ve şinin ikisinin de zammı ile

"huşubun” okumuşlardır ki, o, haşebe’nin çoğuludur; tıpkı semere ve sümür gibi.

Kisâi de hinin zammı ve “sîn” in sükunu ile okumuştur, tıpkı bedene ve büdün, ekeme ve üküm gibi.

İbn Kesir ile Ebû Amr da öyle okumuşlardır. Ebû Bekr es - Sıddik ile İbn Sîrin de hinin ve “sîn” in ikisinin de fethi ile "haşebün” okumuşlardır. Ebû Nehik, Ebû’l - Mütevekkil ve Ebû Imran da hinin fethi ve “sîn” in sükunu ile okumuşlardır. Allah onları güzel suret ve açık konuşma ile nitelemiş; sonra da onları anlayışsızlık ve basiretsizlikte kütüklere benzetmiştir. Müsennede: Duvara yaslanmış demektir. Maksat şudur: Onlar gelişen ve meyve veren ağaçlar değildir; bilakis duvara yaslanan kuru kütükler gibidir. Sonra da onları korkaklıkla ayıpladı

"her sesi aleyhlerine sanırlar” dedi. Yani bir ses işitirlerse sarıldıklarını sanırlar; çünkü sırları açığa çıkar endişeleri vardır. Bu da korkaklığın ileri derecesidir. Bu manada şöyle bir beyit irat ederler:

Eğer bir serçe uçsa, onu sanırsın

Ubeyd ve Eznem kabilesine saldıran atlar.

Yani: Eğer bir serçe uçsa onu korkundan bu iki kabileye saldıran atlılar sanırsın, demektir.

"Onlar düşmandır": Yani onlara sır verme, çünkü onlar kâfir düşmanlarının casustandır.

"Allah onları kahretsin” bu da Beraet: 30’da tefsir edilmiştir.

5

Onlara: "Gelin, Allah’ın peygamberi sizin için istiğfar etsin” denildiği zaman, başlarını bükerler ve onların kibir taslayarak yüz çevirdiklerini görürsün.

"Onlara: Gelin, Allah'ın Peygamberi size istiğfar etsin, denildiği zaman": Bunun sebebini sûrenin başında açıklamıştık.

"Levvev ruusehüm": Nafî’, Mufaddal da Âsım’dan ve Ya’kûb , şeddesiz olarak "levev” okumuşlardır. Ebû Ubeyde ise şeddeyi tercih etmiş ve şöyle demiştir: Çünkü onlar bunu defalarca yaptılar.

Mücâhid de şöyle demiştir: Abdullah b. Übey’e: Gel, Resûlüllah senin için istiğfar etsin, denildiği zaman başını çevirdi:

"Ben ne dedim ki?” dedi.

Mukâtil de şöyle demiştir: İstiğfara gönülsüzlük ederek başlarını çevirdiler.

Ferrâ’ da: Peygamber ve duasıyla alay ederek başlarını salladılar, demiştir.

"Yüz çevirdiklerini görürsün": Yani istiğfardan yüz çevirdiklerini demektir.

"Onlar kibir taslayanlardır": Yani buna karşı kibir gösterenlerdir, demektir.

6

Onlar için istiğfar etsen de yahut istiğfar etmesen de birdir: Allah onları asla bağışlamaz. Şüphesiz Allah fasıklar topluluğuna hidayet etmez.

Sonra istiğfarın onlara fayda sağlamayacağını bildirerek

"istiğfar etsen de istiğfar etmesen de birdir” dedi. Ebû Cafer, med ile "âstağferte” okumuştur.

7

Onlar öyle kimselerdir ki: "Peygamberin yanındakilere harcamayın ki, etrafından dağılsınlar” derler. Göklerin ve yerin hâzineleri Allah'ındır. Ancak münafıklar anlamazlar.

"Onlar öyle kimselerdir ki: Peygamberin yanındakilere harcamayın, derler": Biz de bunun Abdullah b. Ubey’in sözü olduğunu açıklamıştık.

"Yenfaddu” dağılsınlar, demektir.

"Göklerin ve yerin hâzineleri Allah’ındır":

Müfessirler şöyle demişlerdir: Göklerin hâzineleri: Yağmur, yerin hâzineleri de: Bitkilerdir.

Mana da şöyledir: O muhacirlere rızık veren Allah’tır, onlar değildir.

"Ancak münafıklar anlamazlar": Yani kendileri harcasa da rızık verenin Allah olduğunu bilmezler.

8

Derler ki:

"Yemin olsun, eğer Medine’ye dönersek, en şerefliler en şerefsizleri oradan elbette çıkaracaktır". Şeref; Allah’ın, Peygamberin ve mü’minlerindir. Ancak münafıklar bilmezler.

"Eğer Medine’ye dönersek, derler” bu gazadan, bu da yukarıda geçmişti, bu da Ubey’in sözüdür.

"En şerefliler çıkaracaktır” kendisini kastediyor,

"en şerefsizleri” bundan da Resûlüllah sallalluhu aleyhi ve sellem’i kastediyor. Hasen, mazmum nun ve meksur ra ile "lenuhricemıc", zenin nasbı ile de

"eleazze” okumuştur. Elezel hal olarak mensubtur, bu da halin marife olmasını câiz görenlere yahut ondaki

"el” takısının zait olması esasına veyahut

"misi” takdirine göredir.

Mana da şöyledir: Onu nasıl olursa olsun şerefsiz (hor) olarak çıkaracağız. Hepsi

"elezelle"yi mensûb okumuşlardır. Aziz ve celil olan Allah bunu ona iade ederek:

"Şeref Allah'ındır” dedi, o da dayanılmaz güç ve kuvvettir,

"Peygamberin ve mü minlerindir” Allah'ın aziz kılması ve onlara yardım etmesi ile.

"Ancak münafıklar bilmezler” bunu.

9

Ey o iman edenler, ne mallarınız ne de evlatlarınız sizi Allah’ın zikrinden oyalamasın. Kim bunu yaparsa, işte onlar, ziyan edenlerin ta kendileridir.

"Sizi oyalamasın": Yani meşgul etmesin, demektir.

Burada Allah’ın zikrinden murat edilen şey hususunda da dört görüş vardır:

Birincisi: Cihatta Allah’a itâat etmektir, bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan, demiştir.

İkincisi: Farz namazdır, bunu da Atâ’ ile Mukâtil, demişlerdir.

Üçüncüsü: Farz namazlar ve diğer emirlerdir, bunu da Dahhâk, demiştir.

Dördüncüsü: Geneldir.

Zeccâc: Böylece onları devamlı zikre teşvik etmiştir, demiştir.

"Size rızık ettiklerimizinden harcayın":

Bu harcamada (infakta) da üç görüş vardır:

Birincisi: O malların zekatıdır, bunu da İbn Abbâs, demiştir.

İkincisi: O malda vacip olan zekât, hac vs. gibi haklardır. Bu mana Dahhâk’tan rivayet edilmiştir.

Üçüncüsü: O nafile sadakadır, bunu da Maverdi, zikretmiştir. Buna göre emir, mendup, bundan öncekine göre de vacip olur.

10

Birinize ölüm gelip de: "Rabbim, keşke beni yakın bir süreye kadar geri bıraksan da sadaka versem ve iyilerden olsam” demesinden önce rızık ettiğimiz şeylerden (Allah yolunda) harcayın.

"Birinize ölüm gelmeden önce":

Zeccâc: Kesin ölüm işaretleri belirmeden önce, demiştir.

"Beni yakın bir süreye kadar bıraksaydın": Bundan sadaka ve zekât vermesi için ecelinin uzatılmasını kastetmektedir, o da  

"feessaddeka” kavlinden anlaşılmaktır.

Ebû Ubeyde şöyle demiştir:  

"Feessaddeka” mensubtur; çünkü bütün istifhamların fe alan cevabı mensubtur; meselâ: Men indeke featiyeke (yanındaki kim, sana geleceğim) dersin. Hella fealte keza ve keza feefale keza (şöyle yapsaydın, ben de şöyle yapardım) gibi. Sonra (kâne) vavsız olarak "ve ekün, dedi.

Ebû Amr şöyle demiştir: O aslında "veekune” idi, vav yazıdan düşmüştür, tıpkı hece harflerini söylerken ebced dediğimiz gibi ki, aslı, ebu cad’dır. Ebû Amr böylece vavlı olarak ve nunun nasbi ile "veekune” okur. Diğerleri ise vavsız olarak "ve ekün” okumuşlardır.

Zeccâc şöyle demiştir: Kim vavla "veekune” okursa, onu "feessaddeka"nin üzerine atfeder. Kim de cezmle

"ekün” okursa, "fessaddeka"nin mahalline atfeder. Çünkü mana: İn ahharteni essaddeka ve ekün, demektir. Ebû Salih de İbn Abbâs’tan  

"feessaddeka"nin malımın zekatını verseydim,

"iyilerden olsaydım"ın da mü’minlerle beraber hac etseydim, manasında olduğunu rivayet etmiştir.

11

Allah, bir nefsi, eceli geldiği zaman asla geri bırakmaz. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.

"Allah sizin yaptıklarınızdan haberdardır” sözünün manası da şöyledir, demiştir: Sadakaya inanmamanızı bilir.

Mukâtil de: Münafıkların kastedildiğini söylemiştir. Dahhâk, İbn Abbâs’tan şöyle rivayet etmiştir: Kim ölür de malı olur, zekatını vermez, hacca gücü yeter de hac etmezse, mutlaka ölüm anında Cenab-ı Allah’tan dünyaya dönmek ister. Ona: Bunu ancak kâfir ister, dediler, o da: Ben size Kur’ân okuyorum, dedi ve bu âyeti okudu.

0 ﴿