66-TAHRÎM SÛRESİMedine'de inmiştir. 12 ayettir. O, hepsinin icmaı ile Medeni’dir. Bismillahirrahmanirrahim 1Ey o Peygamber, niçin eşlerinin rızasını aramak için Allah’ın sana helâl ettiğini kendine haram ediyorsun? Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir. "Allah’ın sana helâl ettiğini niçin haram ediyorsun?": İniş sebebinde iki görüş vardır: Birincisi: Hafsa, babasının yanına konuşmaya gitti, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de cariyesine haber gönderdi, o da Hafsa’- nın evinde onunla (Peygamber’le) uzun süre kaldı. O da Âişe’nin nöbet günü idi. Hafsa döndü, cariyeyi kendi evinde buldu, çıkmasını bekledi ve çok kıskandı. Hafsa içeri girince: Yanında kimin olduğunu gördüm, Allah’a yemin ederim ki, beni üzdün, dedi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de: Allah’a yemin ederim ki, seni razı edeceğim; sana bir sır veriyorum, onu sakla, dedi. O da: "Nedir o?” dedi. O da: Seni şahit tutuyorum ki, bu cariyem senin rızan için bana haramdır, dedi. Âişe ile Hafsa Peygamberin diğer kadınlarına karşı birlik idiler. Hafsa, Âişe’ye gitti, ona: Müjde, Peygamber genç cariyesini kendine haram etti, dedi. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu el - Avfi, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Bu mananın bir benzeri de Hazret-i Ömer’den rivayet edilmiş, onda şöyle denilmiştir: Hafsa: "Onu kendine nasıl haram edersin, o senin cariyendir, demiştir. O da, ona yaklaşmayacağına yemin etti ve: Bunu kimseye söyleme, dedi. O ise Âişe’ye söyledi. O da kadınlarına bir ay yaklaşmamaya yemin etti. Bunun üzerine bu âyet indi. Dahhâk şöyle demiştir: Ona, bu gördügünü Âişe’ye anlatma, dedi; o da anlattı; Âişe de kızdı; durmadan Peygamberin üzerine gitti, o da cariyesine yaklaşmamaya yemin etti. Said b. Cübeyr, Mücâhid, Atâ’, Şa’bî, Mesruk, Mukâtil ve çokları böyle demişlerdir. İkincisi: Urve, Hazret-i Âişe’den şöyle dediğini rivayet etmiştir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem tatlıyı ve balı severdi, ikindi namazından çıktıktan sonra kadınlarının yanına girerdi. Hafsa bint Ömer’in kızının yanına gitti, orada çok eğleşti. O da bunu sordu. Ona aşiretinden bir kadın küçük bir tulum bal hediye etti, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e bir bardak bal şerbeti içirdiği söylendi. Ben de (Âişe): Vallahi ona (Peygambere) bir kurnazlık edeceğiz, dedim ve Sevde'ye: O (Peygamber) sana yaklaşacaktır, yanına girdiği zaman ona: "Ya Resûlallah sen mağafir balı mı yedin” de. O da sana: Hafsa bana bir bardak bal şerbeti içirdi, der. Sen de: O arı urfut çiçeğinden bal almış de. Ve, ey Safiye, sen de aynısını söyle. Peygamber, Hafsa’- nın yanına girince, ona: "Ya Resûlallah, sana ondan bir bardak daha içireyim mi?” dedi. O da: Hayır, istemiyorum, ona ihtiyacım yok, dedi. Hazret-i Âişe diyor ki: Şevde, "sübhanallah, ona (Peygambere) balı haram ettirdik, dedi. Ben de ona: Sus, dedim. Hadisi Buhârî ile Müslim, Sahih'lerinde rivayet etmişlerdir. İbn Ebi Mülevke rivâyetinde Efendimize bal şerbeti sunan Sevde’dir, Âişe de ona (Peygamberimize): Senden bir koku duyuyorum, dedi. Sonra Peygamber, Hafsa’nın yanına girdi, o da: Senden bir koku duyuyorum, dedi. O da: Sanırım Sevde’nin yanında içtiğim bal şerbetindendir, Allah’a yemin ederim ki, bir daha içmem, dedi. Bu âyet de bunun üzerine indi. Ubeyd b. Umeyr’in hadisinde de yanında bal şerbeti içtiği kadını Zeynep bint Cahş’tir; Hafsa ile Âişe ona böyle demede anlaştılar. Ebû Ubeyd şöyle demiştir: Mağafir, reçine gibi tatlı bir şeydir. Harecen nasu yetemeğğarune derler ki, o reçineyi toplamaktır. Ona bazen de se ile: Mağasir de denir, meselâ cedes ve cedef dedikleri gibi. Zeccâc da şöyle demiştir: Mağafir: Kötü kokulu bir zamktır. Böylece Allah’ın ona helâl ettiği şeyde iki görüş meydana çıkmıştır: Birincisi: O cariyesidir. İkincisi: Baldır. "Eşlerinin rızasını arıyorsun": Yani bunu haram etmekle onların rızasını arıyorsun, demektir. "Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir": Allah bu haram etmeni bağışlamıştır. 2Gerçekten Allah size yeminlerinizi çözmeyi farz kıldı. Allah yardımcınızdır. O, her şeyi bilen, hikmet sahibidir. "Allah gerçekten size farz kıldı": Mukâtil: Allah size açıkladı, demiştir "yeminlerinizi çözmeyi": Yani yeminlerinizin kefaretini. Bu açıklama da Maide: 89’dadır. Müfessirler şöyle demişlerdir: "Tehılle"nin aslı tef ile vezninde tahlile’dir, Mana da şöyledir: Allah size yeminlerinizi kefaretle çözmeyi helâl etmiştir. Allah ona yemininin kefaretini vermesini buyurdu, o da bir köle azat etti. Âlimler Efendimizin Mâriye’yi kendine yeminle mi, yeminsiz mi haram ettiğinde iki görüş halinde ihtilaf etmişlerdir: Birincisi: Onu yemin zikretmeden haram etti; haram etmesi de yemin kefareti gerektiriyordu. Bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: O yemin etti, onunla da kendine haram etti, bunu da Hasen, Şa’bî ve Katâde, demişlerdir. "Allah sizin yardımcınızdır": Yani sahibiniz ve muininizdir. 3Hani, Peygamber bazı eşlerine bir söz sır vermişti. Kadın da ona haber verip de Allah onu açığa çıkarınca, bir kısmını bildirdi, bir kısmından da vazgeçti. Peygamber ona bildirince, kadın: Bunu sana kim haber verdi?” dedi. O da: "Bana her şeyi bilen, her şeyden haberdar olan (Allah) haber verdi” dedi. "Hani, Peygamber bazı eşlerine bir söz sır vermişti": Bu da Hafsa'dır, bunda da hiçbir ihtilaf bilmiyoruz. Bu sırda da üç görüş vardır: Birincisi: Ona şöyle demişti: Sana bir sır veriyorum, bu cariyem bana haramdır, dedi. Bunu da el - Avfi, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Atâ’, Şa’bî, Dahhâk, Katâde, Zeyd b. Eslem, oğlu ve Süddi de böyle demişlerdir. İkincisi: Ona şöyle demişti: Baban, Âişe’nin babası, benden sonra insanların başına geçeceklerdir; sakın bunu kimseye haber verme. Bunu da Said b. Cübeyr, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Üçüncüsü: Ona, benden sonra halifem Ebû Bekir’dir diye sır vermişti. Bunu da Meyınun b. Mihran, demiştir. "O da Âişe’ye haber verince” yani bunu Âişe’ye aktarınca, "Allah da onu açığa çıkarınca” yani Peygamberini Hafsa’nın Âişe'ye dediğinden haberdar edince, Resûlüllah’a sallallahu aleyhi ve sellem çok kızdı, zira Hafsa’dan bunu saklamasını istemişti. İşte Allahü teâlâ’nın "bir kısmını bildirdi, bir kısmından da vazgeçti” dediği budur. O kadına bildirdiği şeyde de iki görüş vardır: Birincisi: Ona Âişe’nin Ebû Bekir’le Ömer hakkında konuştuğu şeyi demiş; Âişe'nin Mariye’nin haram edilmesiyle ilgili haberinden ise bahsetmemişti. Çünkü bu hususta açıkladığı şeyle ilgilenmemişti. Bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. İkincisi: Bildirdiği: Mariye’nin haram edilmesidir, yüz çevirdiği de: Yayılmasın diye hilafet meselesidir. Bunu da Dahhâk, demiş; Zeccâc da bunu tercih etmiş ve, bir kısmını bildirdi sözünün manası: Hafsa’ya bildirdiği şeydir, demiştir. Kisâi, şeddesiz olarak "arefe” okumuştur. Zeccâc da şöyle demiştir: Bu kıraata göre sır verdiği şeyin "tamamını bildirmiştir, ancak mana bir kısmı olarak geçer, meselâ "ma tefalu min hayrin ya’lemhullah” (Bakara: 179) kavli gibi ki, Allah onu bilir ve karşılığını da verir, demektir. "Femen yamel miskale zerretin hayran yer ah” (Zelzele: 7) âyeti de böyledir ki, yaptığı hayrın karşılığını görür, demektir. Şöyle de denilmiştir: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Hafsa’yı bir talakla boşadı, bu da ona vereceği ceza oldu. Allahü teâlâ da Peygamberimize Hafsa’yı geri almasını emretti. Mukâtil b. Hayyan da: Onu boşamadı, ancak boşamayı düşündü, demiştir. Cebrâil de: Onu boşama, çünkü o çok oruç tutan ve çok namaz kılan bir kadındır, dedi. Hasen de: Asil bir kimse yolu tamamen tıkamaz demiş, sonra da "bir kısmını bildirdi, bir kısmındım da yüz çevirdi” âyetini okumuştur, İbn Mes’ûd, Übey b. Ka’b ve İbn Semeyfa’, ayn’ın refi, ranın şeddesi ve elifle "urrafe” cer ile de "badıhi” okumuştur. "Ona bildirince": Yani Hafsa'ya, sırrını ifşa ettiğini bildirince Hafsa: "Bunu sana kim bildirdi?” dedi": Yani sırrını ifşa ettiğimi sana kim haber verdi, dedi? "O da: Bana her şeyi bilen, her şeyden haberdar olan (Allah) haber verdi, dedi". 4Eğer ikiniz Allah’a Tevbe ederseniz (ne âlâ), zaten kalpleriniz kaymıştır. Eğer ona karşı yardımlaşırsanız onun yardımcısı Allah’tır, Cebrâil'dir ve mü’minlerin iyileridir. Bundan sonra da melekler yardımcıdır. Sonra da Âişe ile Hafsa’ya seslenerek: "Eğer ikiniz Allah’a Tevbe ederseniz” dedi. Yani Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e eziyet etmek için yardımlaşmanızdan Tevbe ederseniz, demektir. "Zaten kalpleriniz kaymıştır (fekad sağat kulubukuma)": İbn Abbâs: Sağat, kaydı ve günahkar oldu, demiştir. Zeccâc da: Eğildi, haktan saptı, demiştir. Mücâhid de şöyle demiştir: Biz, "fekad sağat kulubukuma” kavlini basit bir ifade sanırdık; İbn Mes’ûd’un: Fekad zağat kulubuma şeklinde okuduğunu görünce, işin ciddiyetini anladık. Neden iki kalbi çoğul yapmıştır? Çünkü iki ve üzeri cemaat manasınadır. Biz de şuralarda buna işaret etmiştik: "Fein kâne lehu ihvetün” (Nisa: 11), "iz tesevverul mihrabe” (Sad: 11). Müfessirler şöyle demişlerdir: Çünkü o iki kadın, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in, cariyesinden uzak kalmaktan hoşlanmamasından memnun kalmışlardı. "Vein tezahera": İbn Mes’ûd, Ebû Abdurrahman, Mücâhid ve A’meş, zı’yı şeddesiz olarak "tezahera” şeklinde okumuşlardır ki, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i incitmede işbirliği etmeleridir. "Şüphesiz onun yardımcısı Allah'tır” yani ona yardım ve nusret eden velisi Allah’tır, "Cebrâil’dir ve mü’minlerin iyileridir": Mü’minlerin iyileri ifadesinde de altı görüş vardır: Birincisi: Onlar Ebû Bekir ile Ömer’dir, bunu da İbn Mes’ûd, İkrime ve Dahhâk, demişlerdir. İkincisi: Ebû Bekir’dir, bunu da Mekhûl, Ebû Umame’den rivayet etmiştir. Üçüncüsü: Ömer’dir, bunu da İbn Cübeyr, demiştir. Dördüncüsü: Mü'minlerin seçkinleridir, bunu da Rebi’ b. Enes, demiştir. Beşincisi: Onlar Peygamberlerdir, bunu da Katâde, Alâ b. Ziyad el-Adevi ve Süfyan demişlerdir. Altıncısı: Ali radıyallahu anh’tir, bunu da Maverdi nakletmiştir. Ferrâ’ da şöyle demiştir. "Mü'minlerin iyisi” sözü bütün ulemanın görüşüne göre tekildir. Nitekim: Bana ancak harp siyasetini bilen gelsin, dersin ki, kim harp siyasetini bilirse onun gelmesi istenmiştir. Şu âyetler de öyledir: "Vessariku vessarikatü” (Maide: 38), "vellezani ye'tiyanihe minküm” (Nisa: 16), "innel insane hulika helua” (Mearic: 19). KUR’ÂN’ın birçok yerinde tekil mana çoğul kalıbı ile dile getirilmiştir. "Bundan sonra da melekler yardımcıdır": Bunun da (zahir'in de) lâfzı tekil, manası çoğuldur, şu da öyledir "yuhricüküm tıflen” (Gafir: 67). Biz de bunu orada şerh etmiştik. 5Eğer sizi boşarsa, ona sizden bedel dullar ve bakireler olarak Müslüman kadınlar, mü’min kadınlar, divan duran kadınlar, Tevbe eden kadınlar, ibadet eden kadınlar ve oruç tutan kadınlar verebilir (şüphesiz verir). Sonra Peygamberin kadınlarını korkutup şöyle dedi: "Eğer sizi boşarsa, umulur ki (şüphesiz), Rabbi ona kadınlar verir": İniş sebebi şöyledir: Enes b. Malik rivâyetine göre Ömer b. Hattab şöyle demiştir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in bazı kadınlarının ona eziyet ettiklerini duydum, yanlarına gittim, onları teker teker sorguya çektim: Allah’a yemin ederim ki, ya buna son verirsiniz ya da Allah sizlerin yerine ona daha hayırlı eşler verir, dedim. Bunun üzerine bu âyet indi. Mana da şöyledir: Allah’a vaciptir "eğer sizi boşarsa” Resul'ü, "sizin yerinize ona sizden daha hayırlı Müslüman kadınlar vermesi": Yani itâat ederek boyun büken kadınlar, demektir. "Mü’min kadınlar” Allah’ın birliğini tasdik eden kadınlar, "divan duran kadınlar” Yani itâatkâr demektir. "Saihat": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Oruç tutan kadınlar, bunu da İbn Abbâs ile cumhûr, demiştir. Biz de bu manayı "essaihune” (Tevbe: 112) âyetinde şerh etmiştik. İkincisi: Hicret eden kadınlar, bunu da Zeyd b. Eslem ile oğlu demişlerdir. "Seyyibatin” seyyib’in çoğuludur, o da evlenen, sonra da ebeveyninin yanına dönen kadındır, Sanki kocası yokmuş gibi geri döner. "Ebkâr” ise: Bakireler, demektir. 6Ey o iman edenler, kendinizi ve ailenizi öyle bir ateşten koruyun ki, onun yakıtı insanlar ve taşlardır. Onun üzerinde sert, katı melekler vardır ki, onlara emrettiği şeylerde Allah'a isyan etmezler ve kendilerine emrolunanı yaparlar. "Kendinizi ve ailenizi ateşten koruyun": Kendini korumak; emirleri yerine getirip yasaklardan kaçınmakla olur; aileyi korumak da onlara sevabı emredip günahtan men etmekle olur. Hazret-i Ali radıyallahu anh şöyle demiştir: Onlara öğretin ve terbiye edin (eğitin). "Onun yakıtı insanlarla taşlardır": Biz de bunu Bakara: 24’te zikretmiştik. "Üzerinde katı melekler vardır” cehennem halkına karşı katı, "sert” onlara karşı sert, demektir. Şöyle de denilmiştir: Kalpleri katı, bedenleri serttir. Ebû Salih, İbn Abbâs’tan şöyle dediğini rivayet etmiştir: Cehennem hazinleri on dokuzdur, her birinin iki omuz arası bir yıllık yoldur. Gücü de şöyledir: Bir topuzla vurur, o vuruşla yetmiş b. kişiyi cehenneme atar. Onlar da cehennemin dibine giderler. "Emrettiği şeyde Allah’a isyan etmezler": Yani emrettiği şeyde (Allah’tan başkasından) korkmazlar, "kendilerine emredileni yaparlar": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Emredilenin dışına çıkmazlar. İkincisi: Onu vaktinde yaparlar, geciktirmezler de erken yapmazlar da. 7Ey kâfirler, bugün özür dilemeyin. Ancak yaptığınız şeylerle cezalanıyorsunuz. Cehennem halkına: "Bugün özür dilemeyin” denilir. 8Ey o iman eden kimseler, Allah’a samimi bir Tevbe ile Tevbe edin. Rabbinizin kötülüklerinizi örtmesi ve sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere girdirmesi umulur. O günde ki, Allah Peygamberi ve onunla beraber iman edenleri perişan etmez. Nurları önlerinde ve sağlarında koşar. "Rabbimiz, nurumuzu tamamla ve bizi bağışla. Şüphesiz sen her şeye kadirsin” derler. "Tubu ilallahi tevbeten nasuha": Ebû Bekir, Âsım'dan, Harice de Nâfi’den, nunun zammı ile "nusuha” okumuşlar; diğerleri de fethi ile okumuşlardır. Zeccâc şöyle demiştir: Kim feth ile okursa, tevbenin sıfatı olur, manası da: Çok samimi tevbe ile demek olur. Feul kalıbı sıfatta mübalağa içindir: Keciilün sahurun ve şekurun denir ki: Çok sabırlı ve çok şükürlü, adam, demektir. Kim zamme ile okursa, manası: O Tevbede samimi olurlar demektir. Bir başkası da şöyle demiştir: Kim zamme ile okursa: Nefsiniz için samimi Tevbe demek istemiştir. Ömer b. Hattab da şöyle demiştir: Tevbe-i nasuh: Kulun bir daha dönmemek üzere Tevbe etmesidir. Hasen Basri’ye tevbe-i nasuhu sordular, o da şöyle dedi: Kalp ile pişman olmak, dille istiğfar etmek, organlarla yapmamak ve bir daha dönmemeye azmen cezmen kastetmektir. İbn Mes’ûd da, tevbe-i nasuh: Bütün günahları siler süpürür, demiş ve hu âyeti okumuştur. "Yevme lâ yuhzillahün nebiyye” biz de hizy’in manasını Al-i İmran 192, "nuruhum yesa beyne eydihim ve bieymanihim"in manasını da Hadid: 12’de beyan etmiştik. "Rabbimiz nurumuzu tamamla, derler": Bu da şöyle olur: Mü’minler, münafıkların nurlarının söndüğünü gördükleri zaman Allahü teâlâ’dan nurlarını tamamlamasını ve o sayede kendilerini cennete ulaştırmasını isterler. İbn Abbâs da şöyle demiştir: Kıyamet gününde kendisine nûr verilmeyecek kimse yoktur; ama münafığın nûru söner, mü'min de nurunun sönmesinden endişe eder, işte onlar: "Rabbimiz, nurumuzu tamamla” derler. 9Ey o Peygamber, kâfirler ve münafıklarla cihad et, onlara sert davran. Onların barınakları cehennemdir. O ne kötü varış yeridir! "Kâfir ve münafıklarla cihad et": Biz de bunu Beraet: 73’te şerh etmiştik. 10Allah kâfirler için Nûh'un karısı ile Lût’un karısını misal verdi: Bu ikisi, kullarımızdan iki iyi kimsenin (nikahları) altında idi. (Onlara) hiyanet ettiler de hiyanetleri onlardan Allah’tan hiçbir şeyi savmadı. Onlara: "Ateşe, girenlerle beraber girin” denildi. "Allah kâfirler için Nûh'un karısını misal verdi": İçlerinde Mukâtil’in de bulunduğu müfessirler şöyle demişlerdir: Bu, Âişe ile Hafsa’yı korkutmayı da içine alan bir misaldir; eğer bu ikisi de Rablerine isyan ederlerse, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem onlardan hiçbir şeyi savamaz. Mukâtil şöyle demiştir: Nûh’un karısının adı: Valihe, Lût’un karısının adı da: Valiğa’dır. "Onlar kullarımızdan iyi iki kimsenin nikahlan altında idiler": Yani Nûh ile Lût’un, Allah’ın selamı onların üzerine olsun. "Onlara hiyanet ettiler": İbn Abbâs şöyle demiştir: Hiçbir peygamberin karısı fuhuş işlememiştir; onların hiyanetleri ancak din hususunda idi. Nûh'un karısı, halka onun deli olduğunu söylerdi, Lût’un karısı da gelen misafirleri haber verirdi. Lût’a misafir gece geldiği zaman ateş yakar, gündüz geldiği zaman da duman tüttürürdü; böylece kavmi ona misafir geldiğini anlardı. Süddi de: Onların hiyaneti inkâr idi, demiştir. Dahhâk da: Kovuculuk yapmalarıdır, demiştir. İbn Saib de: Münafıklık idi, demiştir. "Onlardan Allah’tan hiçbir şeyi savamadılar": Yani onlardan Allah’ın azabından hiçbir şeyi savamadılar, demektir. Bu âyet şunu kesin olarak haber vermektedir ki, bir kimse günah işlerse, başkasının iyi olması ona fayda sağlamaz. 11Allah iman edenler için de Fir’avn’in karısını misal verdi: Hani: Rabbim, benim için kendi katında, cennette bir ev yap ve beni Fir’ avn’den ve işinden kurtar ve beni zâlimler kavminden kurtar” demişti. Sonra da "Allah iman edenlere Fir’avn’in karısını misal verdi” sözü ile de şunu da haber verdi ki, başkasının günahı da itâat eden kimseye zarar vermez. Fir’avn’nin karısı: Asiye bini Müzahim’dir, Allah ondan razı olsun. Yahya b. Selam da şöyle demiştir: Allah birinci misali Âişe ile Hafsa radıyallahu anhumu'yı ikaz etmek için getirdi. Sonra da onları taate sarılmak için bu misali verdi. Asiye, Mûsa’ya iman etmişti. Ebû Hureyre de şöyle demiştir: Fir’avn karısının ellerine ve ayaklarına kazıklar çaktı. Başından ayrıklıkları zaman melekler onu gölgelerdi. O da: "Rabbim, bana cennetle kendi yanında bir ev yap” dedi. Allah da gözünden perdeyi kaldırdı; o da ölümünden önce onu gördü. "Rabbim, beni Fir’avn’den ve işinden kurtar": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Onun ameli onunla cimâ etmesidir. İkincisi: Onun dinidir, bu ikisi İbn Abbâs'tan rivayet edilmiştir. "Beni zâlimler kavminden kurtar": Yani onun putperest halkından, demektir. 12Ve İmran kızı Meryem'i (misal verdi). O ki, namusunu korudu; biz de ona ruhumuzdan üfledik. Rabbinin sözlerini ve kitaplarını tasdik etti, divan duranlardan oldu. "Velletli ahsanet ferceha": Bunda da iki görüş olduğunu Enbiya suresi, âyet: 92’de zikretmiştik. Kim o, elbisesinin yakasıdır, derse, "fenefahna fihi "deki zamir ona râcîdir, der. Çünkü Cebrâil geceliğinin yakasını genişletmiş, içine girmişti. Kim de: O, çocuğun çıktığı yerdir, derse, “He” zamiri zikri geçmeyen bir şeye râci olur, çünkü o, fercine değil, geceliğinin yakasına üfürmüştü. "Rabbinin sözlerini doğruladı": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: O, Cebrâil’in "ben ancak Rabbinin elçisiyim” (Meryem: 19) sözüdür. İkincisi: O, daha önce indirilmiş kitaplarda geçen sözlerdir. Übey b. Ka’b, Ebû Miclez ve Âsım el - Cahderi, tekil olarak "bikelimeti rabbiha” "ve kütübihi” okumuşlardır. İbn Kesir, İbn Âmir, Mamze, Kisâi ve Ebû Bekir de Âsım rivâyetinde, tekil olarak "ve kitabihi” okumuşlardır. Ebû Amr, Hafs da Âsım rivâyetinde, Harice de Nâfi rivâyetinde cemi olarak okumuşlardır. Onlar da peygamberlere indirilen kitaplardır. Kim tekil olarak "ve kitabihi” okursa, o da Bakara’nın sonunda, âyet 285'te açıkladığımız gibi cins ismidir. Orada kunutun manasını da âyet: 116’da açıklamıştık. Âyetin manası şöyledir: O divan duranlardandır (minel kanitin), onun için: Minel kanitat, dememiştir. |
﴾ 0 ﴿