68-KALEM SÛRESİ

Mekke’de inmiştir. 52 ayettir.

Tamamı ittifakla Mekki’dir, ancak İbn Abbâs ile Katâde’den gelen bir rivayette:

"Inna belevnahüm... lev kânu ya’lemun” âyetleri Medeni'dir.

Bismillahirrahmanirrahim

1

Nun. Yemin olsun, kaleme ve yazdıkları şeye.

"Nun": İbn Kesir, Nâfi, Ebû Amr, İbn Âmir, Hamze ve Hafs: "Nun velkalemi” okumuşlardır ki, nun, hece harflerinin sonuda vavın yanında açık okunmuştur. Hu, Ferrâ’’nın da tercihidir. Ebû Bekir, Âsım’dan "nun"daki nunu açık okumadığını rivayet etmiştir. Kisâi, Halef ve Ya’kûb da böyle okumuşlardır, Zeccâc’ın tercihi de budur. İbn Abbâs, Ebû Rezin, Katâde ve A’meş de, nunun kesri ile "nuni velkalemi” okumuşlardır. Hasen, Ebû İmran ve Ebû Nehik, nunun ref'i ile "nunu velkalemi” okumuşlardır.

Nun'un manasında da yedi görüş vardır:

Birincisi: O mürekkep hokkasıdır. Ebû Hureyre, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’den şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Allah’ın ilk yarattığı Kalem’dir, sonra da nunu yarattı ki, o da hokkadır". Bu, Said b. Cübeyr rivâyetinde İbn Abbâs’ın görüşüdür; Hasen ile Katede de böyle demişlerdir.

İkincisi: O Rahman isminin son harfidir, bunu da İkrime, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir.

Üçüncüsü: O yerin sırtındaki balıktır, bu mana da Ebû Zabyan rivâyetinde İbn Abbâs’tan rivayet edilmiştir. Mücâhid, Süddi, İbn Saib ve Mukâtil’in görüşleri de böyledir.

Dördüncüsü: O nûrdan bir levhadır, bunu da Muaviye b. Kurra, demiştir.

Beşincisi: O Nasîr ve Nâsır isimlerinin baş harfleridir, bunu da Atâ’, demiştir.

Altıncısı: O Allah’ın mü’minlere yardım edeceğine dair ettiği bir yeminden Bunu da el - Kurazi, demiştir.

Yedincisi: O cennette bir ırmaktır, bunu da Cafer Sadık, demiştir.

Kalem’de de iki görüş vardır:

Birincisi: O Levh-i Mahfuz’a yazı yazan kalemdir.

İkincisi: İnsanların yazı yazdıkları kalemdir. Ona yemin etmesi, kitaplarının onunla yazılmasındandır.

"Yazdıkları şeylere":

Yazanlar hakkında da iki görüş vardır:

Birincisi: Onlar meleklerdir.

Ne yazdıkları hususunda da iki görüş vardır:

Birincisi: O zikirdir, bunu da Mücâhid ile Süddi, demişlerdir.

İkincisi: Âdemoğullarının amelleridir, bunu da Mukâtil, demiştir.

İkincisi: Onlar bütün katiplerdir, bunu da Sa’lebî nakletmiştir.

2

Ki, sen, Rabbinin nimeti sayesinde deli değilsin.

"Ki, sen, Rabbinin nimeti sayesinde deli değilsin": Yani Rabbinin sana iman ve peygamberlik vermesiyle deli değilsin.

Zeccâc şöyle demiştir: Bu: "Sen kesin delisin” sözlerinin cevabıdır, tevili de şöyledir: Allah’ın nimetiyle delilik senden uzaktır.

3

Şüphesiz senin için elbette kesilmeyen bir mükafat vardır.

"Şüphesiz senin için vardır” onların sana iftira etmelerine ve sana nisbet ettikleri deliliğe sabrettiğin için vardır

"kesilmeyen bir mükafat": Yani bitmeyen ve eksilmeyen demektir.

4

Şüphesiz sen elbette büyük bir ahlak üzerindesin.

"Şüphesiz sen, elbette büyük bir ahlak üzerindesin":

Bunda da üç görüş vardır:

Birincisi: İslâm dinidir, bunu da İbn Abbâs, demiştir.

İkincisi: Kur’ân adabıdır, bunu da Hasen Basri, demiştir.

Üçüncüsü: Hoş karakterdir. Alılakın aslı, insanın kendini sorumlu tuttuğu edeptir; ona ahlak denilmesi, insanın yaratılışı gibi olmasındandır. Ama insanın esas yaratılışında olana: Hiym denir ki, doğal karakteridir, ahlakise sonradan öğrenilen mizaçtır. Bu, Maverdi’nin görüşüdür. Hazret-i Âişe radıyallahu anha’ya, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in ahlakını sordular, o da: Onun ahlakı Kur’ân idi, dedi ve o, Allah’ın Kur’ân’da emrettiği gibi yaşardı, demek istedi.

5

Sen de göreceksin, onlar da görecekler.

"Sen de göreceksin, onlar da görecekler": Yani Mekke halkı, demektir. Bu da onları azapla tehdittir,

Mana da şöyledir: Başlarına Bedir’de azap geldiği zaman sen de göreceksin, onlar da görecekler.

6

Delilik hanginizde imiş?

"Delilik hanginizde imiş?":

Burada geçen meftun kelimesinde dört görüş vardır:

Birincisi: O sapıklıktır, bunu da Hasen, demiştir.

İkincisi: Şeytandır, bunu da Mücâhid, demiştir.

Üçüncüsü: Mecnun (deli)dir, bunu da Dahhâk, demiştir.

Mana da: Delilikle aklını yemiş demektir.

Dördüncüsü: Azap edilendir, bunu da Maverdi nakletmiştir.

"Bi-eyyiküm"deki be üzerinde de iki görüş vardır:

Birincisi: O zaittir, bunu da Ebû Ubeyde ile İbn Kuteybe, demişler ve şu mısraı şahit getirmişlerdir:.

Nadrihü bisseyfi ve nercu bilfereci

(Kılıçla vurur ve aydınlığı umarız).

İkincisi: O asildir, bu da Ferrâ’ ile Zeccâc’ın görüşleridir.

Zeccâc şöyle demiştir: Onun zait olması Arap dilini bilen hiçbir kimseye göre câiz değildir.

Kelâmda da nahivcilerin iki görüşü vardır:

Birincisi: Burada

"meftun” fütun, manasınadır. Mastarlar mef’ul kalıbında gelir, Araplar şöyle derler: Leyse hâza ma’kudu re’yin (bu bağlayıcı görüş değildir). Sen de: Da’hu ilâ meysuretin dersin ki, yüsrihi demek istersin (onu bolluğa çıkıncaya kadar bırak).

İkincisi: Senin takımın mı yoksa onların takımı mı delidir? O zaman

Mana da şöyle olur: İki gruptan hangisi delidir? Ferrâ’ da Zeccâc'ın açıklamasına benzer görüş beyan etmiştir. Übey b. Ka’b, Ebû Imran ve İbn Ebi Able "fi eyyil meftun” okumuşlardır.

7

Şüphesiz Rabbin O, yolundan sapanı pekala bilendir ve O, doğru yolda olanı pekiyi bilendir.

Sonra da bunun ardından iki grubu da pekiyi bildiğini haber vermiştir.

8

öyleyse yalanlayanlara itâat etme.

"öyleyse yalanlayanlara itâat etme": Bu da şöyledir; Mekke halkının ileri gelenleri onu atalarının dinine davet ettiler; Allah da onu onlara itâat etmekten men etti.

9

İsterler ki, sen yağ yakasın da onlar da yağ yaksınlar.

"İsterler ki, sen yağ yakasın da onlar da yağ yaksınlar":

Bunda da yedi görüş vardır:

Birincisi: Sen yumuşayasın da onlar da yumuşasınlar. Bunu İbn Abbâs, demiştir.

İkincisi: Sen onların yüzlerine gülesin de onlar da dinlerinde senin yüzüne güleler. Bunu da Hasen, demiştir.

Üçüncüsü: Sen inkâr edesin de onlar da inkâr edeler. Bunu da Atıyye, Dahhâk ve Mukâtil, demişlerdir.

Dördüncüsü: Sen gevşeklik edesin de onlar da gevşeklik edeler. Bunu da İbn Saib, demiştir.

Beşincisi: Sen münafıklık ve riyakârlık edesin de onlar da münafıklık ve riyakârlık etsinler. Bunu da Zeyd b. Eslem, demiştir.

Altıncısı: Sen dininde yağcılık edesin de onlar da dinlerinde yağcılık etsinler (taviz versinler). Ondan bir süre kendi ilâhlarına tapmasını, kendilerinin de bir süre Allah’a tapmalarını istemişlerdi. Bunu da İbn Kuteybe, demiştir.

Ebû Ubeyde: Bu da yağcılıktır, demiştir.

Yedincisi: Onlara yaklaşasın da onlar da sana yaklaşalar. Bunu da İbn Keysan, demiştir.

10

İtâat etme her çok yemin edene, aşağılık kimseye.

"İtâat etme her çok yemin edene": Hallaf, haksız yere çok yemin edendir.

"Mehîn": Hor ve aşağılık, demektir. El-Avfi, İbn Abbâs’tan, mehin: Çok yalan söyleyendir, dediğini rivayet etmiştir.

Bunun kimin hakkında indiğinde üç görüş halinde ihtilaf etmişlerdir:

Birincisi: O Velid b. Muğire’dir, bunu da İbn Abbâs ile Mukâtil, demişlerdir.

İkincisi: Ahnes b. Şerik'tir, bunu da Atâ’ ile Süddi, demişlerdir.

Üçüncüsü: Esved b. Abdiyeğus’tur. Bunu da Mücâhid, demiştir.

11

Daima ayıplayana, hep gammazlıkla gezene,

"Hemmaz":

İbn Abbâs: O gıybet edendir, demiştir.

İbn Kuteybe de: O daima ayıplayandır, demiştir.

"Hep gammazlıkla gezene": Yani insanlar arasında kovuculukla dolaşana demektir ki, o da ara bozmak için insanlara kötü söz taşıyandır.

12

Hayra hep engel olana, mütecavize, çok günahkâra,

"Hep hayra engel olana":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: O, çocuklarının ve oymağının İslâm’a girmelerine mani olmuştu. Bunu da İbn Abbâs, demiştir.

İkincisi: Malına taalluk eden hakları vermeyendir. Bunu da Maverdi zikretmiştir.

"Mutedin": Zalim ve mütecaviz,

"esim” de çok günahkar, demektir.

13

(Bütün) bunlardan sonra kaba, kulağı kesiğe.

"Bütün bunlardan sonra kabadır":

Utul hakkında yedi görüş vardır:

Birincisi: O haddini aşan aşırı münafık demektir. Bunu da İbn Abbâs, demiştir.

İkincisi: O iri yarı, çam yarması gibidir. Bunu da Hasen, demiştir.

Üçüncüsü: Sert ve şirret, bunu da Mücâhid demiştir.

Dördüncüsü: Küfründe güçlü (ondan dönmez). Bunu da İkrime, demiştir.

Beşincisi: Çok yiyip içen, manda gibi kuvvetli, bunu da Ubeyd b. Umeyr, demiştir.

Altıncısı: Haksız yere çok gavga eden. Bunu da Ferrâ’, demiştir.

Yedincisi: Kaba ve katı, bunu da İbn Kuteybe, demiştir.

"Zenîm” hakkında da dört görüş vardır:

Birincisi: O Kureyş’e sığınmıştı, onlardan değildi. Bunu da Atâ’, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Bu da lügatte bilinen bir şeydir ki, zenim bir topluma onlardan olmadığı halde dışarıdan katılandır. Ferrâ’, Ebû Ubeyde ve

İbn Kuteybe de böyle demişlerdir. Hassan şöyle demiştir:

Sen zenim sin. Haşim oğullarına dışarıdan katılmışsın,

Tıpkı binicinin arkasındaki tek su kabı gibi.

İkincisi: O şer ile bilinen biridir, tıpkı zenemesi (gıdığı ile bilinen koyun) gibi. Bunu da Said b. Cübeyr, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir.

Üçüncüsü: Onun koyunun küpesi gibi küpesi vardı.

İbn Abbâs şöyle demiştir: O kadar sıfatı sayıldı, tanınmadı; ne zaman ki, zenim denildi, o zaman tanındı. Allahü teâlâ’nın Velid b. Muğire kadar ayıplarını saydığı bir kimse bilmiyoruz. Çünkü onu yemin etmek, değersizlik, insanları ayıplama, kovuculuk etme, cimrilik, zulüm, vefasızlık ve soysuzlukla saydı; ona öyle bir utanç verdi ki, ondan dünya ve ahirette ayrılmaz. Zeneme: Keçilerin kulak arkasında sallanan küpe gibi iki deri parçasıdır. İbn Fâris de: Kulaklarından sarkan demiştir.

Dördüncüsü: O çok zalimdir, bunu da el - Valibi, İbn Abbâs'tan rivayet etmiştir.

14

Mal ve oğullar sahibi oldu, diye.

"En kân eza malin ve benin": İbn Kesir, Nâfi, Ebû Amr ve Hafs da Âsım rivâyetinde haber olarak

"en kâne” okumuşlardır ki, lien kâne (olduğu için) demektir.

Mana da şöyledir: Malı ve oğulları için ona itâat etme.

İbn Abbâs da biri meftuh, diğeri müleyyen iki hemze ile okumuştur.

Ebû Cafer de iki hemzenin arasında elif getirmiştir.

Hamze de istifham tarzında iki meftuh hemze ile

"een kâne” okumuştur. Bunun da iki izahı vardır:

Birincisi: Lien kâne za malin tutiuhu (mal sahibi olduğu için mi ona itâat edeceksin)?

İkincisi: Mal ve oğullar sahibi olduğu için mi?

15

Ona âyetlerimiz okunduğu zaman: "Öncekilerin masalları” der.

"Ona âyetlerimiz okunduğu zaman” inkâr eder ve:

"öncekilerin masalları” der. Bu iki görüşü Ferrâ’ zikretmiştir.

İbn Mes’ûd da, bir tek hemze-i maksure ile okumuştur.

16

Burnunun üzerine damga vuracağız.

Sonra Allahü teâlâ onu tehdit edip şöyle dedi.

"Burnunun üzerine damga vuracağız": Hortum: Burun, demektir.

Bu damgada da üç görüş vardır:

Birincisi: Ona kılıçla vuracağız, bunu da yaşadığı sürece burnunun üzerinde iz kılacağız. Nitekim Bedir savaşma katıldı, burnunun üstünden kılıç yedi. Bunu da İbn Abbâs, demiştir.

İkincisi: Ona öyle bir şey takacağız ki, ondan ayrılmayacaktır, bunu da Katâde demiş ve

İbn Kuteybe de tercih etmiştir.

Üçüncüsü:

Mana şöyledir: Onun yüzünü kara çıkaracağız.

Ferrâ’ da şöyle demiştir: Her ne kadar burnuna damga vuracağız denilmişse de bundan yüz kastedilmiştir, çünkü burun da yüzdendir.

Zeccâc da şöyle demiştir: Ona ahirette öyle bir işaret koyacağız ki, cehennem halkı onu yüzünün karasından tanıyacaktır. Allah daha iyi bilir ya, şöyle olması da câizdir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e aşırı düşmanlığından dolayı ona çok belirgin bir alâmet konacak ve onunla diğer insanlardan ayrılacaktır.

17

Gerçekten onları denedik; bahçe sahiplerini denediğimiz gibi. Hani,

"onu sabahleyin elbette keseceklerine (devşireceklerine) yemin etmişlerdi.

"Gerçekten onları denedik": Yani Mekke halkını demektir, onları açlık ve kıtlıkla denedik.

"Bahçe sahiplerini denediğimiz gibi": Bahçeleri helak olduğu zaman.

Kıssalarına İşaret

Tefsirciler şöyle anlatmışlardır: Yemen taraflarında bahçesi olan bir adam vardı, mü’mindi. Bu da Meryem oğlu İsa’dan sonra idi - Allah’ın selamı ikisinin üzerine olsun. Yeteceği kadar alır, kalanını sadaka ederdi. Şöyle de denilmiştir: Orak artığını, hurma ağaçlarının başından düşenleri ve ekin döverken etrafa saçılanları yoksullara bırakırdı. Bundan da çok şey toplanırdı. Adam üç oğlan çocuğu bırakarak öldü, onlar da: Allah’a yemin ederiz ki, mal az, aile çoktur. Babamız bunu yaptığı zaman mal çok, aile az idi. Şimdi ise aynısını yapamayız, dediler. Yoksulları mahrum bırakmaya karar verdiler. Erkenden insanlardan önce çıkacaklarına ve hurmalarını devşireceklerine yemin ettiler. İşte

"yemin ettiler, onu keseceklerine sabahleyin” dediği budur. Yoksullara bir şey kalmasın diye alaca karanlıkta çıkmışlardı.

18

İstisna etmiyorlardı.

"İstisna etmiyorlardı":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: İnşallah, demiyorlardı. Bunu da çoğunluk demiştir.

İkincisi: Yoksulların hakkını ayırmıyorlardı, bunu da İkrime demiştir.

19

Onlar uyurlarken üzerine Rabbinden bir dolaşıcı dolaştı;

"Üzerine Rabbinden bir dolaşıcı dolaştı” yani Rabbinin emrinden demektir.

Ferrâ’ da: Âyette geçen taif (dolaşıcı) ancak gece olur, demiştir.

20

Koyu karanlık gece gibi oldu.

Müfessirler şöyle demişlerdir: Allah onun üzerine gece bir ateş gönderdi, yandı, simsiyah oldu. İşte

"sabahleyin koyu karanlık gece gibi oldu” dediği budur.

Bunda da üç görüş vardır:

Birincisi: Siyah kül gibi oldu.

İkincisi: Karanlık gece’gibi oldu, bunu da Ferrâ’, demiştir.

İbn Kuteybe de o şekilde: Yanarak karanlık gece gibi oldu, demiştir. Gece sarim’dir, aynı zamanda sabah da sarim’dir; çünkü her biri diğerini bırakarak çeker gider.

Üçüncüsü: Meyvesi gitti, demektir, sanki kesilmiş ve devşirilmiş gibi oldu. Yine bunu da İbn Kuteybe nakletmiştir.

21

Sabahleyin seslendiler:

"Sabahleyin seslendiler": Yani sabah olunca birbirlerini çağırdılar

22

Ekininize çıkın, eğer kesecekseniz, diye.

"ekininize çıkın, diye": Yani meyvelere, tarlalara ve bağlara,

"eğer kesenlerseniz": Yani hurma salkımlarını kesecekseniz, demektir.

23

Fısıldaşarak gittiler.

"Gittiler” yani bahçelerine gittiler,

"fısıldaşarak":

İbn Kuteybe: Gizlice konuşarak, demiştir.

24

"Bugün üzerinize bir yoksul sakın girmesin” diye.

25

Engellemeye güçleri yetermiş gibi erkenden gittiler.

"Bugün yanınıza sakın bir yoksul girmesin, diye. Engellemeye güçleri yetermiş gibi (alâ hardin)":

Bunda da sekiz görüş vardır:

Birincisi: Güçleriyle gittiler, bunu da İbn Abbâs, demiştir.

İkincisi: İhtiyaçla, bunu da bir rivayette Hasen, demiştir.

Üçüncüsü: Ciddiyetle, bunu da başka bir rivayette yine Hasen, Katâde, Ebû'l Aliye, Ferrâ’ ve Mukâtil, demişlerdir.

Dördüncüsü: Kendi aralarında verdikleri bir kararla, bunu da Mücâhid ile İkrime, demişlerdir.

Beşincisi: Hard, bahçenin ismidir, bunu da Süddi, demiştir.

Altıncısı: Yoksullara sinirlenerek ve kızarak, bunu da Şa’bî ile Süfyan, demişlerdir.

Ebû Ubeyde şu beyiti şahit getirmiştir:

Şer a bölgesinin aslanları ile Hafiye aslanları karşılaştılar;

Yılanların kanlarını öfke ile nöbetleşe içtiler.

Yedincisi: O (hard) vermemektir, bu da, hârcdetis senetü sözünden gelir ki, yıl kıtlık olmaktır. Haredetin nakatü de, devenin sütü olmamaktır. Bunu da Ebû Ubeyde ile İbn Kuteybe, demişlerdir.

Sekizincisi: O, kastetmektir, harettü hardeke denir ki: Seni ziyaret etmeyi kastettim, demektir. Bunu da Ferrâ’, Ebû Ubeyde ve İbn Kuteybe, demişler ve şu delili getirmişlerdir:

Allah tarafından bir sel geldi,

Ürün veren bahçeye kastetti.

Ebû Kuteybe de şöyle demiştir: Onda iki lügat vardır: Hared ve hard, tıpkı derek ve derk gibi.

"Güçleri yetenler";

Bunda da üç görüş vardır:

Birincisi: Kendilerine göre bahçelerine güçleri yetenler olarak, bunu da Katâde, demiştir.

İkincisi: Yoksullara güçleri yeterek, bunu da Şa’bî, demiştir.

Üçüncüsü:

Mana şöyledir: Yoksulları men ettiler, öfkeli vaziyette. Bunu da İbn Kuteybe, demiştir.

26

Onu gürünce:

"Muhakkak biz elbette şaşırdık (yanlış geldik) dediler.

Dediler

"onu görünce” yanmış vaziyette,

"dediler: Biz elbette şaşırdık": Yani bahçemizin yolunu şaşırdık, bu o değildir.

27

"Hayır, biz mahrumlarız".

Sonra bunun bir ceza olduğunu anladılar, dediler:

"Hayır, biz mahrumlarız": Yani yoksulları men etmekle bahçemizin meyvesinden mahrum kaldık.

28

Ortancaları:

"Tesbih etmeli değil miydiniz demedim mi?” dedi.

"Ortancaları dedi": Yani en mutedil ve en üstünleri

"tesbih etmeli değil miydiniz?":

Bunda da üç görüş vardır:

Birincisi: İnşaallah demeli değil miydiniz,

"sabahleyin onu devşireceğiniz zaman": Bunu da İbn Cüreyc ile cumhûr demişlerdir.

Mana da şöyledir: İnşaallah deseydiniz ya!

Zeccâc şöyle demiştir: înşaallah’a tesbih denilmesi, tesbihin lügatte, aziz ve celil olan Allah’ı tenzih manasırıa olmasındandır. İstisna da Allah’ı büyütmektir, Allah dilemedikçe kimsenin bir şey yapamayacağını ikrar etmektir.

İkincisi: Onların inşaallahları "sübhanallah” deme şeklinde idi, bunu da Ebû Salih, demiştir.

Üçüncüsü: Allah’ı tesbih edip size verdiğine karşı O’na şükretmeli değil miydiniz? Bunu da Sa’lebi nakletmiştir.

29

Dediler: Rabbimizi tenzih ederiz. Gerçekten biz zâlimler olduk".

"Rabbimizi tesbih ederiz, dediler” yaptığı şeyde zalim olmaktan O’nu tenzih ettiler; kendilerinin zalim olduklarını ikrar ettiler:

"Gerçekten bizler zâlimler idik” çünkü yoksulları biz men ettik, dediler.

30

Kimileri kimilerine dönüp kınamaya başladılar.

"Kimileri kimilerine dönüp kınamaya başladılar": Biri ötekine: Bunu bana sen hatırlattın, diyordu; öteki de: Sen de yaptın, diyordu.

31

Dediler:

"Eyvah bize, gerçekten biz azgınlar olduk".

Sonra kendilerine acındılar,

"eyvah bize, gerçekten biz azgınlar olduk” dediler; babamızın yaptığını yapmamakla.

32

"Rabbimizin bunun yerine bize daha hayırlısını vermesi umulur. Şüphesiz biz Rabbimize yönelenleriz".

Sonra Allahü teâlâ’ya dönüp başka bir bahçe vermesini istediler. İşte

"Rabbimizin bunun yerine bize daha hayırlı bir bahçe vermesi umulur (yübeddilena)” dediği budur. Bazıları bunu şeddesiz olarak

"yübdilena"okumuştur, ikisi de geçerli lügattir. Bazıları da aralarında fark görmüşler ve şöyle demişlerdir; Tebdil: Bir şeyin aslı baki kalarak hal ve sıfatını değiştirmektir. İhdal ise: Bir şeyi ortadan kaldırıp yerine başkasını koymaktır. Şöyle de nakledilmiştir: Allah o üç kardeşe bir bahçe vermiştir ki, her hurma salkımı bir katır yükü gelirdi.

33

İşte azap böyledir. Elbette ahiret azabı daha büyüktür, keşke bilselerdi!

"İşte azap böyledir": Onlara yaptığımızı hudutlarımızı aşanlara yaparız. Bahçe sair iplerinin kıssası burada bitti, sonra Allahü teâlâ şöyle dedi:

"Elbette ahiret azabı daha büyüktür, keşke bilselerdi": Yani müşrikler bilselerdi.

34

Şüphesiz müttakiler için Rablerinin katında Naim cennetleri vardır.

Sonra bunun ardından müttakiler için yanında hazırladığı şeylerden bahsetti.

35

Biz Müslümanları suçlular gibi kılar mıyız?

Müşrikler de: Ahirette bize sizinkinden daha iyisi verilir, deyince. Allahü teâlâ onları yalanlayarak:

"Biz, Müslümanları suçlular gibi kılar mıyız?” dedi.

Zeccâc da şöyle demiştir: Bu, soru hemzesidir, tevili de azarlama ve onaylamadır.

36

Size ne oluyor? Nasıl hükmediyorsunuz?

"Nasıl hükmediyorsunuz?": Yani nasıl haksız karar veriyorsunuz.

37

Yoksa sizin kitabınız var da onda ders mi okuyorsunuz?

"yoksa sizin kitabınız mı var?” Allah katından indirilmiş,

"onda” bu mu vardır?

"okuyorsunuz": Yani onda okuyorsunuz.

38

Gerçekten sizin için onda seçeceğiniz şeyler mi var?

"şüphesiz sizin için vardır” o kitapta

"seçeceğiniz şeyler": Yani tercih edip hoşlandığınız şeyler, demektir. Ebû’l - Cevza, Âsım el - Cahderi ve Ebû İmran, hemzenin fethi ile

"enne leküm” okumuşlardır. Bu da batılı temenni etmelerinden dolayı onlar için azarlama ve paylamadır.

"Sor onlara, buna hangileri kefildir?"

39

Yoksa bizim üzerimizde kıyamet gününe ulaşan, gerçekten hükmettiklerinizin sizin olduğuna dair yeminler mi var?

"Yoksa sizin için üzerimizde ağır yeminler mi vardır?": Yani bu iddia ettiklerinize karşı Allah’ın üzerinizde sağlam yeminleriniz mi vardır? Son derece iyi ve sağlam olan şeylere: Baliğa, denir. Bunun, kıyamete kadar süren manasına olması da câizdir ki, o zaman, bu yeminler gereklik ve sağlamlık bakımından kıyamete ulaşır, demek olur.

"Gerçekten hükmettiklerinizin sizin olduğuna dair” yani Allah katında sizin için hayır ve ikram olduğuna dair yeminler mi vardır, demektir.

Ferrâ’ şöyle demiştir: Kurralar, ref ile

"baliğatün” okumuşlar, ancak Hasen müstesnadır ki, o mastar olarak nasb ile (baliğaten) okumuştur, tıpkı Rum: 47'deki

"hakkan” gibi. Âyetin manası da şöyledir: Yoksa sizin bizim üzerimizde kıyamet gününe kadar ulaşan, gerçekten hükmettiklerinizin sizin olduğuna dair yeminler mi vardır? Lâm inne’nin cevabında olduğu için onu meksur okutmuştur.

40

Sor onlara:

"Buna hangileri kefildir?"

"Sor onlara: Buna hangileri kefildir?":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: O (zaîm) kefil manasınadır, bunu da İbn Abbâs ile Katâde, demişlerdir,

Mana da şöyledir: Ahirette Müslümanlar için olanların kendileri için de olacağına hangileri kefildir?

İkincisi: O, elçidir, bunu da Hasen, demiştir.

41

Yoksa onların ortakları mı var? Öyleyse, eğer doğrular iseler, ortaklarını getirsinler.

"Yoksa onların ortakları mı var?": Allah’a eş koştukları putları kastediyor,

Mana da şöyledir: Onların bu iddia ettiklerini yapacak ilâhları mı var? Şöyle de denilmiştir: İddia ettiklerinin doğruluğuna şahitlik edecek ortakları mı var?

"Öylese, eğer doğrular iseler, ortaklarını getirsinler” bunların Allah’ın ortakları olduğuna dair. Neden, ortakları, dedi; çünkü onlar putların Allah’ın ortakları olduğunu iddia ederlerdi.

42

O günde bacaktan açılır ve secdeye davet edilirler de güç yetiremezler.

"O gün açılır”

Mana şöyledir: Bacak açıldığı gün ortaklarını getirsinler. Cumhûr, ye’nin zammesi ve şinin fethası ile

"yükşefü” okumuştur. İbn Ebi Able, Âsım el - Cahderi ve Ebû’l - Cevza, yenin fethi ve şinin kesri ile okumuşlardır.

Übey b. Ka’b ile İbn Abbâs, meftuh te ve meksur şin ile

"tekşifü” okumuşlar; İbn Mes’ûd, Ebû Miclez, İbn Yamur ve Dahhâk, meftuh nun ve meksur şin ile "nekşifü” okumuşlardır. Bu gün de kıyamet günüdür. İkrime, İbn Abbâs’tan,

"yevme yükşefu an sakin” kavlinin manası: Şiddet ortaya çıkar, dediğini rivayet etmiş ve şu beyti delil getirmiştir:

Savaşımız bacak üzerine dikildi

(Yani şiddetlendi, demektir). Bu da Mücâhid ile Katâde’nin görüşüdür.

İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Bunun aslı şudur: Bir adam, çok sıkıntılı ciddi bir şeyin içine düştüğü zaman, bacağını çemredi, denir. Bacak istiare yolu ile şiddet yerinde kullanılır.

Bu da Ferrâ’, Ebû Ubeyde ve dilcilerin görüşüdür. Bu durum da Allah'a nisbet edilmiştir; çünkü Buhârî ile Müslim’de Ebû Said el - Hudri hadisi olarak Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, “(Allah) bacağını açar” demiştir. 2

2 - Buhârî ve Müslim'in uzun olarak rivayet ettikleri hadisten bir parçadır.

Bu, O’na nisbet edilmiştir; çünkü hepsi O’nundur ve O’nun fiilidir. Ebû Ömer ez - Zahid de: Bundan nefis murat edilmiştir, demiştir. Hazret-i Ali’nin şu sözü de ondandır: Onlarla savaşacağım, ister ki, bacağım telef olsun, yani canım çıksın. Buna göre mana: Allah onlara tecelli eder, demek olur.

"Secdeye davet edilirler” yani münafıklar,

"güç yetiremezler” sanki sırtlarında demir şişler varmış (oklava yutmuşlar) gibi. Nakkaş şöyle demiştir: Bu, aciz oldukları halde onlara secde etmeleri teklifi değildir, ancak o, secdeyi terk ettikleri için onları azarlamadır.

43

Gözleri yerde, onları zillet bürür. Onlar sağlamken secdeye davet ediliyorlardı.

"Gözleri yerde": Yani başları aşağıda demektir,

"onları zillet bürür” hor ve hakir olurlar.

"Onlar secdeye davet edilirlerdi” yani dünyada iken ezanla, farz namazları kılmalan emredilirdi.

"Onlar sağlamken": Yani sağlıklı iken ve oklava yutmuş gibi değillerken. Bunda da cemaatle namazı terk edenler için tehdit vardır.

Ka’b şöyle derdi: Allah’a yemin ederim ki, bu âyet, cemaatten geri kalanlar için inmiştir.

44

Bırak beni, bu sözü yalanlayanla baş başa. Biz onları bilmedikleri yerden derece derece azaba yaklaştıracağız.

"Bırak beni, bu sözü yalanlayanla baş başa” yani Kur’ân’ı yalanlayanla demektir,

Mana da:

Beni onunla bırak, araya girme, demektir.

Zeccâc da: Kalbin onunla meşgul olmasın, onu bana havale et, ben hakkından gelirim, demiştir. Bazı müfessirler de

"bu sözü inkâr edenle beni baş başa bırak” kısmının kılıç âyetiyle mensuh olduğunu söylemişlerdir.

45

Ben onlara süre veriyorum. Şüphesiz benim tuzağım sağlamdır.

46

Yoksa sen onlardan bir ücret istiyorsun da onlar ağır borç altında mı kalmışlar?

Bundan sonrası da

"yoksa onlardan bir ücret mi istiyorsun?” kavline kadar olan kısmı A’raf: 182 ve 183’te, ondan önceki de Tûr: 39 ve 40’ta tefsir edilmiştir.

47

Yoksa gayb onların yanında da ondan mı yazıyorlar?

48

Öyleyse Rabbinin hükmüne sabret ve balık sahibi gibi olma. Hani, gamla dolu olarak seslenmişti.

"öyleyse Rabbinin hükmüne sabret": Yani Rabbinin tecelli edecek olan takdiri için eziyetlerine sabret. Şöyle de denilmiştir: Sabır emri, kılıç âyetiyle neshedilmiştir.

"Balık sahibi gibi olma": O da Yûnus'tur,

hangi hususta onun gibi olmamasında da iki görüş vardır:

Birincisi: Acele etmede ve öfkelenmede, bunu da Katâde, demiştir.

İkincisi: Mesajı tebliğde zafiyet göstennede, bunu da İbn Cerir, demiştir.

İbn Enbari de şöyle demiştir: Bu, Yûnus’u ülülazm (büyük peygamberlerden çıkarmaz, çünkü bu, zelledir. Eğer: Her hata yapan peygamber ülülazmden değildir, dersek, Yahya dışında hepsi dışarıda kalır. Sonra Allahü teâlâ, sabretmediği için onun cezasından bahsedip şöyle dedi:

"Hani, gamla dolu olarak seslenmişti":

Zeccâc: Gam ve kederle dolu olarak, demiştir.

49

Eğer ona Rabbinden bir nimet yetişmese idi, elbette boş alana yerilmiş olarak atılırdı.

"Levla entedarekehu": İbn Mes’ûd, İbn Abbâs ve İbn Ebi Able, meftuh te, kâitan sonra sakin te ve şeddesiz dal ile "levla en tedarekeühü” okumuşlar; Ebû Hureyre ile Ebû’l- Mütevekkil de, tek üstün te ve şeddeli dal ile

"teddarekehu” okumuşlardır. Übey b. Ka’b de, iki meftuh te ile

"tetedarekehu” okumuştur.

"Rabbinden bir nimet": O nimet sayesinde ona merhamet etti ve günahlarından yaptığı Tevbeyi kabul etti.

"Lenübize bilarai vehüve mezmumu": Biz de el - ara’nın manasını, Saffat: 145'te açıklamıştık. Âyetin manası şöyledir: O, Allah'ın Tevbe ve rahmet nimeti sayesinde boş alana yerilmeden atıldı, İbn Cüreyc de şöyle demiştir: Ara’ya atıldı ki, o da mahşer yeridir,

Mana şöyledir: Eğer rahmet olmasa idi, kıyamete kadar orada kalırdı.

50

Böylece Rabbi onu seçti; onu iyilerden kıldı.

"Rabbi onu seçti": Yani beğenip seçti ve onu kınanmaktan kurtardı.

"Onu iyilerden kıldı": Ona yeniden vahyetti ve kavmi ve nefsi hakkındaki şefaatini kabul buyurdu.

51

Kâfirler, bu zikri (Kur’ân'ı) işittikleri zaman neredeyse seni elbette kaydıracaklardı. "Gerçekten o, elbette delidir” diyorlar.

"Ve in yekâdüllezine keferu leyüzlikuneke biebsarihim": Çoğunluk, ezlektuhu’dan getirerek ya’nın zammesi ile okumuşlardır; Medine halkı ile Eban da zelaktuhü ezlikuhu'dan getirerek ya’nın fethi ile okumuşlardır. İkisi de Araplarda meşhur lügattir.

Zeccâc şöyle demiştir: Zelekar recülü re’sehu ve ezlakahu denir ki: Başını tıraş etmektir.

Müfessirlerin âyetin manasında iki görüşleri vardır:

Birincisi: Kâfirler Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e göz etmek istediler; içlerinde de bir adam vardı, iki üç gün bir şey yemezdi, sonra çadırının ucunu kaldırır, yanından geçen davarlar için: Bugünkü gibi ne güzel develer ne de koyunlar gördüm, derdi. Hayvanlar çok gitmeden birçokları düşerdi. Kâfirler bu adamdan Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e göz etmesini istediler; Allah da Peygamberini bundan korudu ve bu âyeti indirdi. Bu, Kelbî’nin görüşüdür, bazı müfessirler de onu izleyip bu tefsirini almışlardır, onlardan biri de Ferrâ’’dır.

İkincisi: Onlar Peygambere o kadar düşmanca bakarlardı ki, neredeyse ayağını kaydıracaklar, yani yere düşüreceklerdi. Bu da Arap dilinde kullanılan bir şeydir: Biri: Filanca bana öyle bir baktı ki, neredeyse beni yere çalacaktı, der. Şu beyiti de delil getirmişlerdir:

Bir yerde buluştukları zaman birbirlerine öyle sert bakarlar ki,

Neredeyse ayakları bastıkları yerden kaydıracaklar.

Yani birbirlerine öyle düşmanca sert bakarlardı ki, neredeyse ayakları kaydıracaklardı. Araştırmacı Âlimler bu manaya kail olmuşlardır; İbn Kuteybe ile Zeccâc da onlardandır. Bunun doğruluğunu şu gösterir ki, Allahü teâlâ bu bakıştan sonra Kur’ân dinlemeyi zikretmiştir. O da:

"Zikri işittikleri zaman” kavlidir. O güruh bundan o kadar rahatsız olurlardı ki, ona nefretle dik dik bakarlardı. Göz değmek ise beğeni ve hoşlanma ile olur, nefretle olmaz. Artık Kelbî’nin bu âyetin manasını anladığı zannedilmesin.

52

Oysa o, âlemler için ancak bir öğüttür.

"O değildir” yani Kur’ân

"ancak bir öğüttür": Yani vaaz ve nasihattir.

0 ﴿