69-HAKKA SÛRESİ

Mekke'de inmiştir. 52 ayettir.

O, hepsinin ittifakı ile Mekki’dir.

Bismillahirrahmanirrahim

1

O hak olan,

"Hakka": Kıyamettir.

Ferrâ’ şöyle demiştir: Ona: Hakka, denilmesi, onda hak olan işlerin olmasındandır.

Zeccâc da şöyle demiştir: Ona hakka denilmesi, her insana hayır ve şer amelini hak ettirmesindendir.

2

Nedir o hak olan?

"Hakka nedir?” Bu istifhamdır, manası durumu büyütmektir, nitekim şöyle dersin: Zeyd, Zeyd nedir? (ne büyük adamdır!). Bu da onu yüceltmek için denilir.

3

Hak olanın ne olduğunu sana ne bildirdi?

Sonra Allahü teâlâ kıyametin korkunçluğunu artırmak için şöyle dedi:

"Hakkanın ne olduğunu sana ne bildirdi?": Yani sen bilemezsin, çünkü onu görmedin, ondaki korkunç şeyleri idrak etmedin.

4

Semud ve Ad (kavimler) i kıyameti yalanladılar.

Sonra ona inanmayanlardan haber vererek şöyle dedi:

"Semud ve Ad kavimleri kıyameti yalanladı":

İbn Abbâs şöyle demiştir: Karia, kıyamet gününün isimlerinden bir isimdir.

Mukâtil de şöyle demiştir: Ona Karia denilmesi, Allahü teâlâ’nın, düşmanlarını azapla yere çalmasındandır.

İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Karia kıyamettir; çünkü yere çalar. Esabethüm kavariud dehri denir ki, zaman onları çarptı, manasınadır.

Zeccâc da şöyle demiştir: Çünkü herkesi korku ile yere çalar. Başkaları da şöyle demişlerdir: Çünkü kalplerin kapısını korku ile çalar.

5

Semud'a gelince, o azgın sesle helak edildi.

"Tağıye” lâfzında da üç görüş vardır:

Birincisi: O, onların taşkınlık ve inkârlarıdır, bunu da İbn Abbâs, Mücâhid, Mukâtil, Ebû Ubeyde ve İbn Kuteybe, demişlerdir.

Zeccâc da şöyle demiştir: Dilcilere göre tağıyenin manası, taşkınlıklarıdır. Faile kalıbı bazen mastar manasına kullanılır; meselâ: Akibet ve afiyet gibi.

İkincisi: Çok gürültülü sestir, bunu da Katâde, demiştir, çünkü o normal ses duvarını aşıp onları helak etmişti.

Üçüncüsü: Tağıye: (Mucize) deveyi kesendir, bunu da İbn Zeyd, demiştir.

6

Ad’e gelince, onlar da gürültülü, azgın bir rüzgarla helak edildiler.

"Birihin sarsarin” bunu da Hamim Secde: 16’da tefsir etmiş bulunuyoruz. Atiye de: Haddini aşan demektir. Tefsirde şöyle gelmiştir: Rüzgar o gün görevlileri dinlemedi, onu zaptedemediler.

7

Onu yedi gece sekiz gün üzerlerine kahırla saldı. O kavmi onda çarpılmış görürsün, sanki onlar içi boş hurma kütükleri gibidirler.

"Sehhareha aleyhim": Üzerlerine saldı ve onlara Mûsallat etti. Teshir: Bir şeyi güç yetirerek kullanmaktır.

"Husumen":

Bunda da üç görüş vardır:

Birincisi: Arka arkaya demektir,

Ferrâ’ şöyle demiştir: Huşum: Arka arkayadır, birbirini takip edip de arkası kesilemeyen şeye: Huşum denir. Allah bilir ya o, hasmidda’ kavlinden alınmıştır ki, kişi dağlanmaktır. Çünkü hasta önce sıtmaya yakalanır, sonra da dağlanır, İm da arka arkaya takip edilir.

İkincisi: Tam demektir, o zaman mana şöyle olur: O rüzgar tamdı, hiç eksiği yoktu; zira güneşin doğumu ile başladı, batarken bitti.

Mukâtil de şöyle demiştir: Rüzgar sabahleyin esmeye başladı, sekizinci gün akşam üzeri dindi. O günde ruhlarını kabzetti. Sonra Allahü teâlâ onlara siyah kuşlar gönderdi, onları toplayıp denize attı.

Üçüncüsü: Rüzgar onları kesip attı, öyle ki, onlardan bir tane bırakmadı; yani onları götürdü, yok etti. Bu da İbn Zeyd’in görüşüdür.

"O kavmi onda çarpılmış görürsün": Yani o gecelerde ve o gündüzlede, demektir.

"Sar’a” bu da sarî’in çoğuludur; zira onlar ölerek çarpıldılar. "Sanki onlar içi boş hurma kütükleridir": Yani

"çürümüş” hurma gövdesidir. Biz de bunu Kamer suresi, âyet: 20’de beyan etmiştik.

8

Onlar için bir kalıntı görüyor musun?

"Fehel tera lehüm min bakıyeh":

Bunda da üç görüş vardır:

Birincisi: Beka (kalmak)tır, bunu da Ferrâ’, demiştir.

İkincisi: Bakiyedir, bunu da Ebû Ubeyde, demiştir ve bunun Tağıye gibi mastar olduğunu söylemiştir.

Üçüncüsü: Kalıntı, demektir, bunu da İbn Kuteybe, demiştir.

9

Fir'avn, ondan öncekiler ve Mü’tefikeler yanlışlarla geldiler.

"Ve cae fıravnü ve men kablehu": Ebû Amr, Ya’kûb , Kisâi ve Eban, kafin kesri ve benin fethi ile (kıbelihi) okumuşlar; diğerleri ise kafin fethi ve benin sükunu ile (kablihi) okumuşlardır. Kim kafi kesre ile okursa, yanında bulunan ve etrafını saran askerleri ve adamlarıdır, demek ister. Kim de fetha ile (kablehu) okursa, ondan önceki kâfir milletler demek ister.

"Mü’tefikât"ta da üç görüş vardır:

Birincisi: Lût kavminin kentleridir, mana da: Kentlerin halkları demektir. Bu da çoğunluğun görüşüdür.

İkincisi: Onlar günahları ile helak olan kimselerdir ki, en büyük günahları ifk (yalan) idi. Bunu da Zeccâc, demiştir.

Üçüncüsü: O Karun ile kavmidir, bunu da Maverdi nakletmiştir.

"Bil-hâtıeh": Hala yani günahlarla geldiler. Zeccâc, hatıe: Büyük hatadır, demiştir.

10

Rablerinin elçisine isyan ettiler; O da onları şiddeti (gittikçe) artan bir yakalama ile yakaladı.

"Rablerinin elçisine isyan ettiler": Yani elçilerini yalanladılar.

"O da onları şiddeti gittikçe artan bir yakalama ile yakaladı": Yani olaylarla orantılı olarak artan, demektir.

11

Gerçekten biz, su azgınlaştığı zaman sizi akıp gemide taşıdık.

"Gerçekten biz, su azgınlaştığı zaman": Yani Nûh zamanında haddini aşıp da her şeyin üzerine çıkınca, "sizi taşıdık": Yani siz onların sulplerinde iken atalarınızı taşıdık.

"Akan şeyde": O da suda yüzen gemidir.

12

Onu size bir öğüt kılmamız için ve kavrayan kulaklar kavrasın, diye.

"Onu kılmamız için": Yani Nûh kavmini suya gark etme ve gemide taşıdıklarımızı kurtarma fiilini kılmamız için

"bir öğüt” yani bir ibret kılmamız için.

"Kavrayan kulaklar kavrasın diye": İşittiğini kavrayan ve gereğince amel eden kulaklar, demektir.

Ferrâ’ da şöyle demiştir: Kulaklar onları saklasın da kendilerinden sonra gelenlere ibret olsun diye.

13

Sûr’a tek bir üfürme ile üfürüldüğü zaman,

"Sûr’a tek bir üfürülme ile üfürüldüğü zaman":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: O ilk üfürmedir, bunu da Atâ’, demiştir.

İkincisi: Son üfürmedir, bunu da İbn Saib ile Mukâtil, demişlerdir.

14

Yer ve dağlar yüklenilip de tek bir ufalanma ile ufalandıkları zaman,

"Yer ve dağlar yüklenilip de": Yani yer ve dağlar içlerindeki şeylerle yüklenilip de

"tek bir ufalanma ile ufalandıkları zaman": Yani kırılıp da un ufak edildiği, üzerinde bir girinti olmadan yayılmış deri gibi dümdüz edildiği zaman, demektir. Biz de bu manaya A'raf: 143'te

"cealehu dekkâ” kavlinde işaret etmiştik.

Ferrâ’ da şöyle demiştir: Fedükketa deyip de, fedükikne dememesi, dağları tek bir şey kabul etmesindendir, nitekim

"ennes semavati velarda kaneta retkan” (Enbiya: 30) âyeti de böyledir. Şu beyiti şahit getirmişlerdir:

Onlar iki efendi olduklarını iddia ediyorlar, ancak bize

Koyunlarının doğurması ile efendilik ediyorlar.

Araplar: Kad yesseretil ğanemü derler ki: Koyun doğurmak yahut doğurmaya hazır olmaktır.

15

İşte o gün olan olmuştur.

"İşte o gün olan olmuştur": Yani kıyamet kopmuştur.

16

Gök yarılmış, artık o, zayıflayıp sarkmıştır.

"Gök yarılmış” ondaki meleklerin inmesi için

"artık o, o gün zayıflayıp sarkmıştır":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Onun zayıflaması korkudan parçalanmasıdır, bunu da Mukâtil, demiştir.

İkincisi: Onun yarılmasıdır, bunu da Ferrâ’ demiştir.

17

Melekler etrafında. Rabbinin Arş’ini o gün üstlerinde sekiz (melek) taşır.

"Melek” yani melekler, demektir. Melek cins ismidir,

"onun etrafındadır": Yanlarındadır.

Zeccâc şöyle demiştir: Reca her şeyin tarafı, ucudur, medsizdir, tesniyesi recavani, çoğulu da: Erca'dır.

Müfessirlerin çoğu “He” zamirinin göğe râci olması görüşündedir.

Dahhâk da şöyle demiştir: Gök varıldığı zaman Allah emredinceye kadar melekler kenarında olur, hemen yere iner; onu ve üzerindeki şeyleri kuşatırlar. Said b. Cübeyr'den ise, melekler dünyanın etrafında olacakları rivayet edilmiştir.

"Rabbinin Arş'ini o gün üstlerinde sekiz (melek) taşır":

Bunda da üç görüş vardır:

Birincisi: Başlarının üstünde, yani Arş onu taşıyanların başlarının üstündedir, bunu da Mukâtil, demiştir.

İkincisi: Etrafındakilerin üstündedir, yani Arş'i taşıyanlar onun etrafındaki meleklerin üzerindedir.

Üçüncüsü: Onlar kıyamet halkının üstündedir, bu ikisini Maverdi nakletmiştir.

"O gün” kıyamet günüdür.

"Sekiz (melek)":

Bunda da üç görüş vardır:

Birincisi: Sekiz melek, hadiste şöyle gelmiştir: Onlar bugün dörttür, kıyamet günü olduğu zaman Allah onlara imdat olarak dört melek daha gönderir. Bu da cumhûrun görüşüdür.

İkincisi: Sekiz saf melektir ki, sayılarını ancak aziz ve celil olan Allah bilir. Bunu da İbn Abbâs, İbn Cübeyr ve İkrime, demişlerdir.

Üçüncüsü: Kerubiyyun'dan sekiz sınıf melektir ki, sayılarını ancak Allah bilir, bunu da Mukâtil, demiştir. Ebû Dâvud, Sünen'inde, Cabir b. Abdullah hadisinde Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'den şöyle dediğini rivayet etmiştir: Bana Allah'ın Arş'i taşıyan meleklerinden bir melek hakkında konuşmama izin verildi: Onun kulak memesi ile omuzu arasındaki mesafe yedi yüz yıllık yoldur.1

1- Ebû Dâvud, Sünnet, bab, 18.

18

O gün sunulursunuz, sizden hiçbir sır gizli kalmaz.

"O gün sunulursunuz": Hesap vermek için Allah'a sunulursunuz,

"latahfa aleyhi (ona gizli kalmaz)": Hamze ile Kisâi, ye ile "layahfa” okumuşlar; kalanlar ise te ile okumuşlardır.

Mana da şöyledir: O'na gizli kalmaz

"sizden bir sır” yani gizli bir nefis yahut gizli bir fiil, demektir. Ebû Mûsa hadisinde Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle demiştir: Kıyamet gününde üç sunuş olur: İkisi tartışma ve mazeret beyan etmedir, üçüncüsünde ise amel defterleri ellerde uçuşur; kimi sağı ile alır, kimi de solu ile alır.2

2- Tirmizî, Kıyamet, bab, 4; İbn Mâce, Zühd, bab, 33; Ahmed, Müsned, 4/414.

Ömer b. Hattab şöyle derdi: Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekin, amelleriniz tartılmadan önce tartın, büyük sunuş için süslenin. O gün sizden hiçbir şey gizli kalmaz.

19

Kitabı sağından verilene gelince:

"Alın kitabımı okuyun” der.

"Feyekulu haum":

Zeccâc şöyle demiştir:

"Haum” çoğul emir kalıbıdır, haküm gibi. Tekil için: Ha ya recülü, ikil için: Hauma ya recülani, üç için de: Haum ya ricalu (alın, tutun) dersin.

Müfessirler şöyle demişlerdir: Bunu da esenliğe kavuşmasına güvendiği ve kurtuluşuna sevindiği için der. Mukâtil bunun Ebû Seleme b. Abdülesed hakkında indiğini söylemiştir.

20

"Gerçekten ben hesabımla karşılacağımı anlamıştım".

"Ben anlamıştım": Yani dünyada iken bilmiş ve kesin inanmıştım

"hesabımla karşılaşacağıma": Yani dirilip, ahirette hesap vereceğime, demektir.

21

Artık o, hoşnut bir yaşamda.

"Artık o bir yaşamda": Yani hoş bir geçim içindedir,

"hoşnut bir yaşamda",

Ferrâ’: İçinde rızalığın bulunduğu bir yaşamda, demiştir.

Zeccâc da: Onu yaşayan memnun kalır, demiştir.

Ebû Ubeyde de: Radıyeh, merdıyyelı ile aynıdır, demiştir.

22

Yüksek bir cennette.

"Yüksek bir cennette": Yani konakları yüksek, demektir.

23

Devşirilecek meyveleri yakın.

"Devşirilecek meyveleri yakındır” el yetecek yerdedir. Kutuf: Kıtf'ın çoğuludur, kıtf da: Devşirilecek meyve demektir. Bera b. Azib de: Yatan bile ona uzanabilir, demiştir.

24

Yiyin, için afiyetle, geçen günlerde önceden gönderdiklerinizle.

"Yiyin": Yani onlara: Yiyin, denilir

"için, afiyetle, geçen günlerde önceden gönderdiğiniz, şeylere karşılık” onlar da önceden yapılan iyi amellerdir. Geçen günler de dünya hayatıdır.

25

Kitabı solundan verilene gelince: "Keşke, kitabım bana verilmeseydi!” der.

"Kitabı solundan verilene gelince":

Mukâtil şöyle demiştir: Esved b. Abdülesved hakkında indi, onu Hazret-i Hamza Bedir’de öldürmüştü. O, Ebû Seleme'nin kardeşidir. Ebû Cehil hakkında indiği de söylenmiştir.

"Keşke, kitabım bana verilmeseydi": İçinde çok kötü şeyler gördüğü için.

26

"Hesabım nedir bilmeseydim".

"Hesabım nedir bilmeseydim” çünkü o hesaptan eline geçecek yoktur, hepsi aleyhinedir. İbn Mes’ûd, Katâde ve Ya’kûb vasılda, "kitabiyeh” ve

"hisabiyeh"ten heyi atarlardı.

Zeccâc: Doğrusu bu he’lerin üzerinde durmaktır, demiştir; çünkü bunlar vakıf için gelmiştir. Bazıları vasılda bunu atmışlarsa da ben Mushafa muhalif olduğu için hoşlanmıyorum.

"Vema edrake mahiyeh” (Karia: 10) da böyledir.

27

"Ah keşke, (dünyadaki ölüm) işi bitiren olsaydı!"

"Keşke o” yani dünyada öldüğü ölüm

"işi bitiren olsaydı": Yani hayatı kesip atsaydı. Sanki o, ölümün devamını ve hesap için dirilmemeyi temenni etmiştir.

28

"Malım bana fayda vermedi".

29

"Gücüm benden yok oldu".

"Gücüm (sultan) benden gitti":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Delilim aklımdan çıkıp gitti, bunu da Mücâhid, İkrime, Dahhâk ve Süddi, demişlerdir.

İkincisi: Mülküm elimden gitti. Bunu da İbn Zeyd, demiştir.

30

(Cehennem bekçilerine denir):

"Onu tutun, bağlayın",

"Onu tutun": Yani Allahü teâlâ:

"Onu tutun, bağlayın” der, yani elini boynuna bağlayın.

31

"Sonra onu cehenneme atın".

"sonra da onu cehenneme atın": Yani ateşe sokun.

Zeccâc şöyle demiştir: Onu ateşe girdirin

32

"Sonra yetmiş arşın bir zincire sokun / vurun onu".

"sonra bir zincire” o da birbirine geçmiş halkalardır,

"yetmiş arşın zincire sokun".

İbn Abbâs: Meleğin arşını ile demiştir. Nevf eş - Şami de şöyle demiştir: Her arşın yetmiş kulaçtır. Her kulacın uzunluğu da burası ile Mekke arası kadardır. Nevf o zaman Rahbe’de idi. Süfyan da: Her arşın yetmiş arşındır, demiştir.

Mukâtil de: Birinci arşınla yetmiş arşındır, demiştir. Şöyle de denilmiştir: Bütün cehennem halkı o zincirin içindedir.

"Sokun": Yani girdirin.

Ferrâ’ şöyle demiştir: Anlatıldığına göre o zincir kâfirin arkasından girer, başından çıkarmış. İşte, ona sokun dediği budur.

Mana şöyledir: Ona zinciri sokun, demektir. Ancak Araplar: Başımı külaha soktum da derler, onu başıma geçirdim de derler. Yüzük parmağıma girmiyor denir, aslında parmak yüzüğe girer, ancak mecazen bunu câiz görmüşlerdir; çünkü manası bellidir.

33

"Çünkü o, ulu Allah'a inanmazdı".

"Çünkü o, ulu Allah’a inanmazdı": Yani O'nun birliğini ve büyüklüğünü tasdik etmezdi.

34

Yoksulu yedirmeye teşvik etmezdi.

"Yoksulu yedirmeye teşvik etmezdi": Yani onu yedirmezdi, yedirilmesini de istemezdi.

35

"Onun için yoktur ne sıcak bir dost".

"Onun için yoktur ne sıcak bir dost": Yani ona fayda sağlayacak bir yakın ve şefaatçi yoktur.

36

Ne de bir yiyecek, ancak irinden",

"Ne de bir yiyecek, ancak irinden":

Âyette geçen ğıslin hakkında üç görüş vardır:

Birincisi: O, cehennem halkının İrinidir, bunu da İbn Abbâs, demiştir.

Mukâtil de şöyle demiştir: Sarı sular aktığı zaman onu ateş yiyip bitirmeden kendileri yemeye koşarlar.

İkincisi: O, cehennem halkının yediği bir bitkidir. Bunu da Dahhâk ile Rebi’ demişlerdir.

Üçüncüsü: O cehennemliklerin içlerinden akan şeylerdir, bunu da Yahya b. Selam, demiştir.

İbn Kuteybe de şöyle demiştir: O ğaseltü kökünden fi’liyn veznindedir, bulaşık suyu gibi bir şeydir.

37

"Onu ancak günahkâr yer".

"Onu ancak günahkarlar yer” Yani kâfirler, demektir.

38

Hayır, gördüklerinize yemin ederim,

39

Görmediklerinize de.

"Fela uksimu” "lâ” müşriklerin sözünü ret içindir, sanki: Durum müşriklerin dediği gibi değildir, "gördüklerinize ve görmediklerinize yemin ederim” demiş gibidir. Bazıları da: "Lâ” zaittir, tekit içindir, demişlerdir,

Mana da şöyledir: Gördüklerinize de görmediklerinize de yemin ederim. Bundan bütün varlıkları kastetmiştir. Cisim ve ruhlar da denilmiştir.

40

Gerçekten o saygı değer bir elçinin sözüdür.

"Gerçekten o” yani Kur’ân

"saygı değer bir elçinin sözüdür":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’dir, bunu da çoğunluk, demiştir.

İkincisi: Cebrâil'dir, bunu da İbn Saib ile Mukâtil, demişlerdir,

İbn Kuteybe de şöyle demiştir: O, elçinin sözüdür demek istememiştir; ancak elçinin Allahü teâlâ’dan sözüdür, demek istemiştir. Zaten elçi kelimesi de bunu gösterir. Onu söylemekle Allah’tan demeye gerek kalmamıştır.

41

O bir şair sözü değildir. Ne de az iman ediyorsunuz!

"Vema hüve bikavli şairin kalilen ma tü’minun":

İbn Kesir ikisinde de ye ile

"yü'minun” ve "yezzekkerun” okumuştur.

Zeccâc da:

"Ma” tekit içindir demiştir. Onun iraptan mahalli yoktur, mana da: Kalilen tü’minun (az iman ediyorsunuz) demektir. Başkası da: Hiç iman etmediklerini murat etmiştir, demiştir.

42

Bir kahin sözü de değildir. Ne de az düşünüyorsunuz!

Biz de

"kahin"in manasını Tûr: 29'da açıklamıştık.

43

Âlemlerin Rabbinden indirilmedir.

Zeccâc şöyle demiştir:

"Tenzilün” gizli hüve ile merfudur,

"vema hüve bikavli şair” de ona işaret etmektedir ki: Hüve tenzilün demektir.

44

Eğer bize karşı bazı sözler söylese idi,

"Eğer bize karşı söylese idi": Yani Muhammed zorlanıp da bizim demediğimiz sözleri söylese idi.

45

Mutlaka ondan sağını (sağ elini) alırdık.

"mutlaka ondan sağ elini alırdık": Yani onu güç ve kuvvetle yakalardık, bunu da Ferrâ’, Müberrid ve Zeccâc, demişlerdir.

İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Neden sağ el kuvvet yerine kullanıldı; çünkü her şeyin kuvveti sağındadır.

46

Sonra elbette ondan kalp damarını keserdik.

"Sonra elbette ondan kalp damarını keserdik": Vetîn belde dolaşan ve kalbe inen aort damarıdır. Eğer o kesilirse bütün güçler çalışmaz olur ve sahibi ölür.

Ebû Ubeyde de şöyle demiştir: Vetîn: Kalbe bağlı damarlardır. Şair Şemmah şöyle demiştir:

Beni yerime ulaştırır ve yükümü Arap atına

Yüklersen, yüreğimin kanını iç.

Zeccâc da şöyle demiştir: Vetîn: Boru gibi beyaz bir damardır.

47

İçinizden ondan men edenler de yoktur.

"içinizden ondan men edenler de yoktur": Yani içinizden kimse onu elimizden alamaz. Neden Allahü teâlâ

"hacizin” dedi; çünkü tek de cemi’ yerine kullanılır; meselâ

"lâ nüferriku beyne ahadin min rüsülih” (Bakara: 285) âyetinde olduğu gibi. Bu; Ferrâ’, Ebû Ubeyde ve Zeccâc’ın görüşüdür. Kelâmın manası da şöyledir: O sizin için zoraki yalan söylemez; çünkü bilir ki, böyle bir şey yapmaya kalkışırsa, onu elbette cezalandırırız, sonra da cezamızı durdurmaya gücü yetmez.

48

Gerçekten o, müttakiler için elbette bir öğüttür.

49

Gerçekten biz şüphesiz sizden yalanlayanlar olduğunu biliyoruz.

50

Gerçekten o, elbette kâfirler için bir hasrettir.

"Gerçekten o” yani Kur’ân

"elbette kâfirler için bir hasrettir": kıyamet gününde, ona 'iman etmedikleri için pişman olurlar.

51

Şüphesiz o, elbette kesin bilginin hakikatıdır.

"Şüphesiz o, elbette kesin bilginin gerçeğidir (lehakkul yakîn)": Burada şey nefsine izafe edilmiştir, çünkü kelimeler farklıdır, meselâ

"veledarul ahireti” (Yûsuf: 109) kavlinde olduğu gibi.

Zeccâc da, mana şöyledir, demiştir: Şüphesiz o, yakin için gerçek yakindir.

52

Haydi tesbih et, Rabbinin azîm ismiyle.

Biz de bu ve arkasından gelen manayı Vakıa: 95 ve 96 âyetlerinde şerh etmiş idik.

0 ﴿