70-MEÂRİC SÛRESİMekke’de inmiştir. 44 ayetti;:. Seele sailün suresi, buna: Mearic suresi, Vaki’ suresi de denilir. O ittifakla Mekki’dir. Bismillahirrahmanirrahim 1Bir soran inecek azabı sordu. "Bir soran sordu": Müfessirler şöyle demişlerdir (Enfal: 32): Âyet Nadr b. el - Haris hakkında indi; o şöyle demişti: "Allah’ım, eğer bu, senin katından bir hak ise üzerimize gökten taş yağdır". Bu cumhûrun görüşüdür; İbn Abbâs ile Mücâhid de onlara dahildir. Rebi’ b. Enes: O Ebû Cehil’dir, demiştir. Ebû Cafer, Nâfi ve İbn Âmir, hemzesiz olarak "sale” okumuşlardır. Kalanlar ise hemze ile okumuşlardır. Kim hemze ile "seele” okursa, bunda da üç görüş vardır: Birincisi: Biri kendi nefsine gerçek azapla beddua etti. İkincisi: Bir soran, "gerçek azap kim için, kime inecek ve ne zaman olacak?” diye sordu. Bu da alay yollu idi. Bu durumda "be” "an” manasına olur. Delil için şu beyiti getirmişlerdir: Eğer bana kadınlardan sorarsanız, Ben kadın hastalıklarını iyi bilen bir doktorum. Üçüncüsü: Seele sailün azaben vakıan demektir ki, be zaittir. Kim de hemzesiz okursa, bunda da iki görüş vardır: Birincisi: O da sual kökünden gelir, ancak hemzeyi yumuşatmış (elif etmiştir); seele ve sale denir. Ferrâ’ şahit için şu beyiti getirmiştir: Geliniz, soralım, insanlar bihinler; Uzun zamandan beri kim tabidir? İkincisi: Mana şöyledir: Sal cehennemde kâfirlerin azap göreceği bir deredir. Bu da Zeyd b. Sabit, Zeyd b. Eslem ve oğlu Abdurrahman’ın görüşleridir, İbn Abbâs diğerleriyle beraber sin’in fethi ve ye’nin sükunu ile elifsiz ve hemzesiz olarak "sale seyliin” okurdu. Eğer: O sualdandır dersek, "kâfirler için” sözü, sualin cevabı olur. Sanki: "Azap kimin içindir?” diye sorunca, "kâfirler içindir” denilmiştir. Vaki’ de: Olacak demektir, Mana da şöyledir: Bu kâfirin sorduğu azap ahirette muhakkak olacaktır. 2Kâfirler için onu önleyici yoktur. "Kâfirler için onu önleyici yoktur": Zeccâc, mana şöyledir, demiştir: O azap Allah tarafından kâfirlere gelecektir. 3Merdivenlerin sahibi Allah’tan. "Merdivenlerin sahibi": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Onlar göklerdir, bunu da İbn Abbâs, demiştir. Mücâhid de: Onlar meleklerin çıkış yerleridir, demiştir, İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Mearic’in aslı merdivenlerdir ki, o da yukarı çıkmak manasına olan arec'ten gelir. Ferrâ’ da şöyle demiştir: Melekler ona çıktığı için, kendini böyle nitelemiştir. Hattâbî de şöyle demiştir: Mearic: Merdivendir, tekili ma’rec’tir, o da basamak demektir. Ondan kulların amelleri ve mü’minlerin ruhları çıkar. Mearic: Yukarı çıkılan yollardır. İkincisi: Mearic: Lütuf ve nimetlerdir. Bunu da Katâde, demiştir. 4Melekler O’na süresi elli bin sene olan bir günde çıkarlar. "Tarucul melaiketü": Kisâi, ye ile "yarucu” okumuştur. "Ruh "tada iki görüş vardır: Birincisi: Cebrâil’dir, bunu da çoğunluk, demiştir. İkincisi: Ölünün kabzolunan ruhudur, bunu da Kabisa b. Züeyb, demiştir. "ileyhi (ona)": Yani aziz ve celil olan Allah’a, "süresi elli bin sene olan bir günde çıkar": Bu günde de iki görüş vardır: Birincisi: O kıyamet günüdür, bunu da İbn Abbâs, Hasen, Katâde ve el - Kurazi, demişlerdir. Bu da kıyamet gününün dirilme anından mahlukat arasında hüküm verilinceye kadarki süresidir. Hadiste şöyle denilmiştir: O, mü’mine hafifletilir; öyle ki, bir farz namazdan daha hafif gelir. 2 Şöyle de denilmiştir: Hayır, halkın hesabını Allah’tan başka biri görecek olsa, onu ancak elli bin senede bitirebilirdi. Hak Teala ise gündüzün bir saatinde bitirir. Atâ’ da şöyle demiştir: Allah halkın hesabını dünya günlerinden yarım günde bitirir. Buna göre mana şöyle olur: Miktarı elli bin sene olacak bir gündeki azabı Allah'tan savacak yoktur, Şöyle de denilmiştir: Bir soran miktarı elli bin sene sürecek bir günde olacak azabı sordu. Buna göre kelâmda takdim ve tehir meydana gelmiş olur. 2 - İmam Ahmed, Müsned, 3/75. İkincisi: Meleklerin yerin alt katından Arş’e çıktıkları mesafeyi başkaları çıkacak olsa idi, onu ancak elli bin yılda kat ederdi. Bu mana da Mücâhid'in görüşünden alınmıştır. 5Öyleyse güzel bir sabırla sabret. "Öyleyse sabret": Yani seni yalanlamalarına sabret "güzel bir sabırla” içinde endişe olmayan sabırla demektir. Bu da onlarla savaşma emrinden önce idi, sonra kılıç âyetiyle neshedildi. 6Gerçekten onlar onu (o azabı) uzak görüyorlar. "Gerçekten onlar onu (o azabı) uzak görüyorlar” olmayacak sanıyorlar. 7Biz ise onu yakın görüyoruz. "Biz ise onu yakın görüyoruz” olmuş biliyoruz; çünkü her gelecek yakındır. 8O gündeki gök erimiş maden gibi olur. Sonra bunun ne zaman olacağını haber verip şöyle dedi: "O günde ki, gök erimiş bakır gibi olur": Biz de bunu kehf: 29’da şerh etmiş bulunuyoruz. 9Dağlar boyalı yün gibi olur. "Dağlar boyalı yün gibi olur": İhn yün demektir, onu zayıflıkta ve yumuşaklıkta yüne benzetmiştir. Şöyle de denilmiştir: Onu hafiflikte ve yürüyüşte ona benzetmiştir; çünkü onların toz görüntüsünde yürüyeceği nakledilmiştir. Zeccâc da şöyle demiştir: Ihn, yündür, tekili ihne'dir, uhne ve uhn da denilir, tıpkı şule ve suf gibi. İbn Kuteybe de: îhn boyalı yündür, demiştir. 10Dost dostu sormaz. "Vela yeselu hamimün hamima": Çoğunluk, ye’nin fethası ile okumuşlardır, Mana da şöyledir: Yakın yakınını sormaz; çünkü kendi nefsiyle meşguldür. Mukâtil de şöyle demiştir: Adam akrabasını sormaz, şiddetli korkulardan dolayı onunla konuşmaz. Muaviye, Ebû Rezin, Hasen, Said b. Cübeyr, Mücâhid, İkrime, İbn Muhaysın, İbn Ebi Able ve Ebû Cafer ye’nin zammı ile okumuşlardır. Mana da şöyledir: Dosta: "Dostun nerede?” denilmez. 11Onlara gösterilirler. Suçlu o günün azabından (kurtulmak için) oğullarını feda etmek ister. 12Yastık arkadaşını ve kardeşini. "Onlara gösterilirler": Yani dost dosta tanıtılır, o da tanır; bununla beraber halini sormaz, kendisiyle meşgul olduğu için onunla konuşmaz. Bassartii zeyden keza denir ki: Zeyd’e onu gösterdim, yani tanıttım elemektir. İbn Kuteybe de, âyetin manası şöyledir, demiştir: Akraba akrabasından sormaz, ancak birbirlerine gösterilir, yani tanıtılır. Katâde, Ebû’l - Mütevekkil ve Ebû İmran sakin be, şeddesiz ve meksuı sad ile (yubsirunehum) okumuşlardır. "Suçlu arzular": Yani müşrik fidyesinin kabul edilmesini temenni eder, "o gün oğullarını ve yastık arkadaşını (karısını) ve aşiretini feda etmek ister” İbn Kuteybe, fasiyle: Aşirettir, demiştir. Zeccâc da, en yakın kabilesidir, demiştir. 13Kendini barındıran aşiretini. "Tü’vihi” bunun manası da bağrına basmak, barındırmaktır. Bu zikredilenleri feda etmek ister. 14Yeryüzündeki herkesi. Sonrada kendisini kurtarsın (ister). "Sonra da kendini kurtarsın” bu fidye. 15Hayır, şüphesiz o, halis alevdir. "Hayır” bu onu kurtarmaz, "şüphesiz o halis alevdir (Leza’dır)": Ferrâ’ şöyle demiştir: O, cehennemin isimlerindendir, bunun içindir ki, gayri munsariftir. Bir başkası da şöyle demiştir: Leza’nın lügat manası: Halis alevdir. İbn Enbari de şöyle demiştir: Ona Leza denilmesi, şiddetli tutuşup alevlenmesindendir. Hüveyetelazza denir ki, tutuşuyor, alevleniyor, demektir. Cehennem ateşi de böyle alevlenir ki, bu mana kastedilir. Şahit olarak şöyle bir beyit getirmişlerdir: Öyle bir cehennem ki, alevler, biran dinmez, Isısı da uzun zamanlar soğumaz. 16Baş derisini soyan. "Nezzaaten lişşeva": Cumhûr ref ile "nezzatün lişşeva” okumuştur ki, manası da: Hiye nezzaatün, demektir. Ömer b. Hattab, Ebû Rezin, Ebû Abdurrahman, Mücâhid, Ikritne, İbn Ebi Able, Hafs da Âsım rivâyetinde, nasb ile "nezzaaten” okumuşlardır. Zeccâc şöyle demiştir: Bu tekit mahiyetinde hal olması hasebiyledir. Nitekim Allahü teâlâ bunun gibi "hüvel hakku Mûsaddikan” (Fatır:31) buyurmuştur. "Inneha tetelazza nezzaten” manasıyla mensûb olması da câizdir. "Şeva"dan murat edilen şey hakkında da dört görüş vardır: Birincisi: Başın derisidir, bunu da Mücâhid, demiştir. İkincisi: Yüzün güzellikleridir, bunu da Hasen ile Ebû’l - Âliyye demişlerdir. Üçüncüsü: Sinir ve ökçedir, bunu da İbn Cübeyr, demiştir. Dördüncüsü: Eller, ayaklar ve baş gibi vücudun etrafıdır, bunu da Ferrâ’ ile Zeccâc, demişlerdir. 17Arkasını dönüp yüz çevireni çağırır. "Arka döneni çağırır": imandan arka döneni, demektir “yüz çevireni” haktan. Müfessirler şöyle demişlerdir: Leza cehennemi: Bana gel, ey müşrik ve ey münafık, der. 18Toplayıp kap içinde saklayanı. "Mal topladı, kap içinde sakladı": Ferrâ’ şöyle demiştir: Mal toplayıp kasaya tıktı, zekâtını vermedi, sıla-i rahim yapmadı. 19Şüphesiz insan hırslı yaratıldı. "Şüphesiz insan hırslı yaratıldı": Mukâtil, bundan Ümeyye b. Halef el - Cumahi kastedilmiştir, demiştir. Helu’da da yedi görüş vardır: Birincisi: O bu âyeti takip eden şeylerle nitelenen kimsedir, bunu da Atıyye, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Ebû Ubeyde ile Zeccâc da böyle demişlerdir. İkincisi: O kendisine helâl olmayan şeye hırslı kimsedir, bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Üçüncüsü: O cimridir, bunu da Hasen ile Dahhâk, demişlerdir. Dördüncüsü: Pintidir, bunu da İbn Cübeyr, demiştir. Beşincisi: Açgözlüdür, bunu da Mücâhid demiştir. Altıncısı: Canı sıkkın, sabırsızdır, bunu da İkrime, Katâde, Mukâtil ve Ferrâ’, demişlerdir. Yedincisi: Çok telaşlıdır, bunu da İbn Kuteybe, demiştir. 20Kendisine şer dokunduğu zaman feryat eden, "Kendisine şer dokunduğu zaman” yani fakirlik geldiği zaman "feryat eder” sabretmez, sevabını Allah’tan beklemez. 21Kendisine hayır dokunduğu zaman çok cimri. "Kendisine hayır dokunduğu zaman": Yani eline mal geçtiği zaman çok cimri” aziz ve celil olan Allah’ın hakkını vermez. 22Ancak namaz kılanlar müstesna. "Ancak namaz kılanlar müstesna": Onlar Allah’a inanan kimselerdir. Neden Mûsallin diyerek insandan çoğul şeklinde istisna etti? Çünkü insan cins ismidir. 23Onlar ki, namazlarına devam ederler. "Onlar ki, namazlarına devam ederler": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: Onlar farz namazlarını kaçırmazlar, bu mana İbn Mes’ûd’un görüşünden alınmıştır. İkincisi: Onlar namaz kılarken göz ucu ile sağa sola bakmazlar. Bunu da Ukbe b. Amir, demiş, Zeccâc da tercih etmiş ve şöyle açıklamıştır: O, daim'den türemedir ki, sakin duran demektir. Nitekim hadiste: O, durgun (sakin) suya idrar etmeyi yasakladı denilmiştir. Üçüncüsü: Onlar nafileyi çok yaparlar, bunu da İbn Cüreyc, demiştir. 24Onlar ki, mallarında belli bir hak vardır. "Onlar ki, mallarında belli bir hak vardır": Bu âyetin ve arkasındakilerin şerhi Zariyat: 19’da geçmiştir. 25Dilenci ve mahrum için. 26Onlar ki, ceza gününü tasdik ederler. "Yevmüddin"in manasını da Faliha’du beyan ettik. Bundan sonrasını da: Mü’minun: 7 ve 8’de şerh etmiştik. 27Onlar ki, Rablerinin azabından korkarlar. 28Gerçekten Rablerinin azabı garantili değildir. 29Onlar ki, namuslarını korurlar. 30Ancak eşlerine yahut sağ ellerinin sahip olduğu cariyelerine; çünkü onlar (bundan) kınanmazlar. 31Kim bunun ötesini ararsa, işte onlar haddi aşanlardır. 32Onlar ki, emanetlerine ve sözlerine riayet ederler. "Li-emânâtihim": Yalnız İbn Kesir "li-emânetihim” okumuştur. 33Onlar ki, şahitliklerini yerine getirirler. "Vellezine hüm bi-şehadatihim": İbn Kesir, Nâfi, Ebû Amr, Hamze, Kisâi ve Hini Bekir de Âsım rivâyetinde, tekil olarak, "bi-şehâdetihim” okumuşlardır. Hafs da Âsım’dan rivayet ederek çoğul şeklinde "bi-şehâdâtihim” okumuştur. "Yerine getirirler": Yani şahitliklerini doğru yaparlar, hakkı gizlemezler. 34Onlar ki, namazlarını muhafaza ederler. 35İşte onlar cennetlerde ikram edilenlerdir. 36Kâfirlere ne oluyor da sana doğru devamlı bakıyorlar? "Kâfirlere ne oluyor da sana doğru devamlı bakıyorlar?": Bir grup kâfir hakkında inmiştir, bunlar Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in etrafında oturur, Kur’ân'lâ alay eder ve onu yalanlarlardı. Zeccâc şöyle demiştir: Muhtı’: Bir şeye gözünü ayırmaksızın bakandır, onlar Peygamber’e düşmanca bakarlardı. Muhtıin hakkındaki ihtilaf da İbrahim: 43 ve Kamer: 8’de geçmiştir. 37Sağdan ve soldan bölük bölük. "Anil yemini ve aniş şimali izin": Ferrâ’ şöyle demiştir: el - İzun: halkalar ve cemaatlerdir, tekili: îzet’tir. Onlar Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in etrafında oturur: Eğer bunlar, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in dediği gibi cennete girerse, biz mutlaka onlardan önce gireriz, derlerdi. 38Onlardan her kişi Naim cennetine girdirilmesini umuyor. Bunun üzerine "eyatmau küllümriin minhüm en yüdhale cennete naim” âyeti indi. İbn Mes’ûd, Hasen, Talha b. Mûsarrif, A’meş ve Mufaddal da Âsım’dan ye’nin fethi ve hı’nın zammı ile "en yedhule” okumuşlardır. Ebû Ubeyde de şöyle demiştir: İziyn, izet’in çoğuludur, siibe ve sübiyn gibi ki, öbek öbek topluluklardır. 39Hayır, gerçekten biz onları bildikleri şeyden yarattık. "Hayır” bu olamaz "gerçekten biz onları bildikleri şeyden yarattık": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Meniden, sonra kan pıhtısından, sonra bir çiğnem etten; Mana da şöyledir: Hiç kimse iddia ettiği şerefle cenneti hak edemez; çünkü herkesin aslı birdir, cennet ise ancak itâatle hak edilir. İkincisi: Biz onları pislikten yarattık; iman etmedikleri takdirde cenneti ne ile hak ederler? Bişr b. Cehhaş şöyle rivayet etmiştir: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem "biz onları bildikleri şeyden yarattık” âyetini okudu, sonra da tükürdü: Aziz ve celil olan Allah şöyle diyor, dedi: Sen beni nasıl aciz bırakabilirsin ki, seni bunun gibi bir şeyden yarattım! Sonra seni eli yüzü düzgün insan ettim, takım elbise giydin, yere gururla bastın; mal topladın, hakkını vermedin, sonunda can köprücük kemiğine gelince: Şunu sadaka ettim, dedin; o vakitte sadaka nerede? 3 3- İmam Ahmed, Müsned, 4/210; Hakim, Müstedrek, 2/502; İbn Mâce, hadis no, 2707. 40Yine hayır, doğuların ve batıların Rabbine ant içerim ki, biz elbette kadiriz. 41Onların yerine kendilerinden daha hayırlısını getirmeye. Biz geçilenler de değiliz. "Fela uksimu": Bunun üzerinde de el - Hakka: 38’de konuşmuştuk. Doğular ve batılardan maksat, her günün doğusu ve batısıdır. "Biz elbette kadirleriz, onların yerine kendilerinden daha hayırlısını getirmeye": Yani onlardan daha mükemmelini ve günah işledikleri takdirde dönüp Allah’a itâat edenini getirmeye, demektir. "Biz geçilenler değiliz": Bu da Vakıa: 60’da tefsir edilmiştir. 42öyleyse bırak onları, dalsınlar ve oynasınlar, tehdit edildikleri günlerine kavuşana dek. "Bırak onları dalsınlar” bâtılla "oynasınlar” dünyalarında. "Hatta yulâkû": İbn Muhaysın, yelkavyevmehümüllezi yuadun” şeklinde okumuştur ki, o da kıyamet günüdür. Bu emir ise de manası tehdittir. Müfessirler bunun kılıç âyetiyle neshedildiğini söylemişlerdir. Bunun, kıyamet gününe kavuşma olduğunu söylersek, nesih için bir anlam kalmaz. 43O günde kabirlerinden hızlıca çıkarlar, sanki dikili şeye (hedefe) hızla koşuyorlar. "O günde kabirlerden hızla çıkarlar": Yani koşu yapıyorlarmış gibi hızla atılırlar. "Keennehüm ilâ nusubin": İbn Âmir, Hafs da Âsım rivâyetinde nunun ve şadın zammesiyle okumuşlardır. İbn Cerir şöyle demiştir: O, ensab'ın tekilidir, onlar da taptıklan ilâhlardır. Buna göre mana şöyle olur: Sanki onlar ibadet ettikleri ilâhlarına koşuyorlar. İbn Kesir, Âsım, Nâfi, Hamze ve Kisâi, nunun fethi ve şadın sükunu ile (nasbin) okumuşlardır. Bu da birinci okuyuşla aynı manayadır, ancak bu mastardır, meselâ nasabtüş şey'e ensıbuhu nasben denir. Katâde, manası şöyledir, demiştir: Sanki onlar dikili bir şeye (hedefe) doğru koşuyorlar. İbn Cerir de, yorumu şöyledir, demiştir: Sanki onlar dikili bir puta doğru koşuyorlar. İbn Abbâs, Ebû Miclez ve Nehaî, nunun ref'i ve şadın sükunu ile "nusbin” okumuşlardır. Hasen, Ebû Osman en - Nehdi ve Âsım el - Cahderi de nunun ve şadın birlikte nasbi ile "ilâ nasabin” okumuşlardır. Nash, nusb ve nusub okunur. Ferrâ’ şöyle demiştir: Nasb ile nusb aynı manayadır, o da mastardır, çoğulu da: Ensab’tır. Zeccâc da şöyle demiştir: Nasb ve nusub: Dikili bayraktır. Ferrâ’ da: îyfad (yufidun): Hızla koşmaktır, demiştir. 44Gözleri yerde, onları bir horluk bürümüş olarak. İşte bu, tehdit edildikleri gündür. "Terhakuhum zilletim": Ebû’l - Mütevekkil, Ebû’l - Cevza ve Amr b. Dinar tenvinsiz olarak ve mimin cerri (kesresi) ile "zilletü zalikel yevmi” okumuşlardır. Sûrenin kalan kısmının açıklaması da Mearic: 42’de geçmiştir. |
﴾ 0 ﴿