71-NUH SÛRESİ

Mekke'de inmiştir. 28 ayettir. Tamamı ittifakla Mekki'dir.

Bismillahirrahmanirrahim

1

Gerçekten biz Nûh'u kavmine gönderdik, kavmini kendilerine acıklı bir azap gelmeden önce uyar, diye.

2

(Nûh) dedi:

"Ey kavmim, gerçekten ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım".

"En enzir kavmeke": Yani bien enzir kavmeke, demektir.

"Acıklı azap” da: Suya boğmadır.

3

"Allah’a ibadet edin, O'ndan sakının. Bana itâat edin” diye.

"Eni’budullahe":

İbn Kesir, Nâfi, İbn Âmir, Kisâi ve Ali b. Nasr da Ebû Amr’dan, nunun zammı ile "enu’budullahe” okumuşlardır.

Âsım, Hamze, Abdülvaris de Ebû Amr'dan, nunun kesri ile "eni’budullahe” okumuşlardır.

Ebû Ali de şöyle demiştir: Zamme ile okuyan kesreden hoşlanmaz.

"Ve etiuniye": Ya’kûb her iki halde de ye ile okumuştur.

4

"Sizin için günahınızdan bağışlasın ve sizi belli bir süreye kadar ertelesin. Şüphesiz Allah’ın süresi, geldiği zaman ertelenmez, eğer bilseydiniz".

"Min zünubiküm":

"Min” burada zaittir, mana da: Yağfir leküm zünubeküm, demektir. Bunu Süddi ile Mukâtil, demişlerdir.

Zeccâc da şöyle demiştir:

"Min” buraya diğer eşyaların arasından günahları vurgulamak için getirilmiştir, bazı günahlar demek değildir,  

"fectenibür ricse minelevsan” (Hac: 30) âyetinde de böyledir. Bazı maani Âlimleri de, bunun ba’zı manasına olduğunu söylemişlerdir ki,

Mana da şöyledir: îman vaktine kadar işlediğiniz günahları bağışlasın.

"Sizi ertelesin” azaptan,

"belli bir süreye kadar": O da ecellerinin sonudur,

Mana da şöyledir: Ecelleriniz geldiği zaman azap görmeden ölürsünüz.

"Allah'ın süresi":

Bunda da üç görüş vardır:

Birincisi: O ölüm ecelidir, bunu da Mücâhid, demiştir: o zaman mana şöyle olur: Allah’ın sizin için tesbit ettiği ecel geldiği zaman ertelenmez, o zaman da iman etmeniz mümkün olmaz.

İkincisi: O, öldükten sonra dirilme ecelidir, bunu da Hasen, demiştir.

Üçüncüsü: Azap ecelidir, bunu da Süddi ile Mukâtil, demişlerdir.

5

Dedi: "Rabbim, gerçekten ben kavmlmi gece gündüz davet ettim."

6

"Davetim onların ancak kaçmalarını artırdı".

"Davetim onların ancak kaçmalarını artırdı": Yani imandan uzaklaşmalarını artırdı.

7

"Gerçekten ben onları, senin onları bağışlaman için ne zaman davet etti isem, parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler. Direttiler ve büyüklük taslamakla büyüklük tasladılar".

"Gerçekten ben onları ne zaman davet etti isem” iman ve taate

"parmaklanın kulaklarına tıkadılar” sesimi işitmemeleri için,

"Elbiselerine büründüler", beni görmemeleri için yüzlerini kapattılar.

"Direttiler” küfürlerinde

"ve büyüklük tasladılar” sana iman etmekten ve bana tabi olmaktan.

8

"Sonra gerçekten ben onları açıkça davet ettim".

"Sonra gerçekten ben onları açıkça davet ettim": Davetimi açıktan yaptım.

İbn Abbâs: En yüksek sesimle, demiştir.

9

"Sonra gerçekten ben onlara açıkladım ve gizlemekle gizli söyledim".

"Sonra gerçekten onlara açıkladım": Yani onlara açık daveti tekrarladım "ve gizlemekle gizli söyledim":

İbn Abbâs şöyle demiştir: Her adamla gizlice teker teker konuştum, onu senin birlik ve ibadetine davet ettim.

10

Dedim: "Rabbinize istiğfar edin. Çünkü O, çok bağışlayandır".

"Dedim: Rabbinize istiğfar edin":

Müfessirler şöyle demişlerdir: Allah yağmurlarını kesti ve kadınlarını kırk yıl kısır bıraktı. Nûh onlara şöyle dedi:

"Rabbinize istiğfar edin": Şirkten, yani birleyerek O’ndan bağışlanmanızı dileyin.

11

"Üzerinize göğü(n yağmurunu) bol bol göndersin.

12

"Size mallarla ve oğullarla yardım etsin; sizin için bahçeler kılsın; sizin için ırmaklar kılsın".

"Üzerinize göğün bol bol yağmurunu göndersin": Bunu da En’am’ın başmda, âyet: 6’da şerh etmiş idik. Kelâmın manası şöyledir: Onlara imanın kendilerine dünya ve ahiretin hayrını toplayacağını haber verdi.

13

"Size ne oluyor da Allah için vakar ummuyorsunuz?"

"Size ne oluyor da Allah için vakar ummuyorsunuz?":

Bunda da dört görüş vardır:

Birincisi: Allah için ululuk görmüyorsunuz, bunu da Fena ile İbn Kuteybe, demişlerdir.

İkincisi: Allah’ın azametinden korkmuyorsunuz, bunu da Fena ile İbn Kuteybe, demiştir.

Üçüncüsü: Allah’a itâati hak görmüyorsunuz, bunu da İbn Zeyd, demiştir.

Dördüncüsü: İman ve tevhitten iyi sonuç ummuyorsunuz, bunu da Zeccâc, demiştir.

14

"O ki, sizi gerçekten aşama aşama yarattı".

"O ki, sizi gerçekten aşama aşama yarattı": Yani nefsinizde O’nun birliğini gösteren işaret koydu; sizi meniden, sonra kan pıhtısından yavaş yavaş yaratarak kemale erdirdi.

İbn Enbari şöyle demiştir: Tavr: Hâl ve durumdur, çoğulu: Etvar’dır.

İbn Fâris de şöyle demiştir: Tavr: Defa (tur), demektir, tavren bade lavrin de dönem dönem manasınadır. Tavrdan görünüşlerin ve ahlakın farklılığı kastedilmiştir, diyenler vardır; meselâ uzunluk, kısalık vs. gibi.

15

Görmedin mi, Allah yedi gökleri kat kat nasıl yarattı?

Sonra da onlara ikrar ettirdi:

"Elem terev keyfe halakallahu seba semavatin tıbaka” dedi: İbn Mes’ûd ile İbn Ebi Able, kafin iki esresi ile elifsiz olarak "tıbakın” okumuşlardır. Biz de bunu Mülk suresi, âyet: 3’te açıklamıştık.

16

Onlarda ay’ı nûr, güneşi de bir lamba kıldı.

"Onlarda ay’ı bir nûr kıldı":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Ayın yüzü göklerden tarafadır, arkası da yerden tarafadır, yer halkını aydınlattığı gibi göklerin halkını da aydınlatır. Güneş de öyledir. Bu da Abdullah b. Amr’ın görüşüdür.

İkincisi: Ay dünya güğündedir. "Filiinne” demesi, onları tek bir şey gibi kabul etmesindendir: meselâ: Eleytii beni temim (Temim oğullarına geldim) dersin ki, ancak birilerine gelmişsindir. Rekibtüs sülüne (gemilere bindim) dersin ki, ancak birine binınişsindir. "Güneşi de bir lamba kıldı": Âlemlerin aydınlandığı lamba.

17

Allah sizi yerden bitirmekle bitirdi.

"Allah sizi yerden bitirdi": Yani yaratılmanızın başı yerdendir, demektir ki, o da Âdem’dir,

"bitirmekle (nebata): Halil şöyle demiştir: Manası: Fenehetliimnebaıa (bitmekle bittiniz).

Zeccâc da şöyle demiştir: "Nebaten” manaya göredir, çünkü enbeteküm’ün manası: Cealekiinı lenbiitune nebata (sizi bitmekle bitirdi) demektir.

İbn Kuteybe de: Burada mastarların babı değişmiştir, demiştir; çünkü o nebete’den gelmiştir (enbete’den gelmeli idi. Mütercim).

"Ve tebettel ileyhi tebtila” (Müzzemmil: 8) de öyledir, o da

"bettele” fiilinden gelmiştir (tebettcle’den gelmeli idi. Mütercim). Şair de şöyle demiştir:

İşin hayırlısı önceden planladığındır;

Yoksa arkasına düşüp kovaladığın değildir.

Burada da itteba’tü babından getirmiştir (aslında tetebbuan demeli idi. Mütercim).

Bir başkası da şöyle demiştir:

Eğer isterseniz yeniden başlarız.

Mastarlar fiillerine uymayarak da gelir, çünkü fiillerin bablan değişse de manası birdir.

18

Sonra sizi oraya geri gönderecek ve sizi bir çıkarışla çıkaracak.

19

Allah yeri sizin için bir döşek kıldı.

20

Ondan geniş yollara gitmeniz için.

"Sübülen ficaca":

Ferrâ’: Geniş yollardır, demiştir.

21

Nûh dedi: "Rabbim, gerçekten onlar, bana isyan ettiler ve malı ve çocuğu ancak zararını artıran o kimseye uydular".

"Vetlebeu men-lem yezidhu maluhu ve veleduhu": Medine halkı, İbn Âmir ve Âsım, “Lâm” ın ve vavın fethi ile "ve veleduhu” okumuşlar; kalan ise, vavın zammı ve “Lâm” ın sükunu ile "vulduhu” okumuşlardır.

Zeccâc: İkisi bir manayadır, demiştir, meselâ arab, urb ve acem, ucm gibi. Hasen, Ebû’l Âliyye, İbn Ya’mur ve Cahderi, vavın kesri ve “Lâm” ın sükunu ile "ve vilduhi” okumuşlardır.

Müfessirler, mana şöyledir, demişlerdir: Uyruklar ve fakirler reislere ve büyüklere uydular.

22

Çok büyük bir tuzak kurdular".

"Ve mekeru mekren kübbara": Ebû Recâ’ ile Ebû İmran, kâfin refi, be de şeddesiz olarak "kübaran” okumuşlardır, İbn Ya’mur, Ebû’l - Cevza ve İbn Muhaysın, kâfin kesri, be de şeddesiz olarak, "kibaren” okumuşlardır. Mana da "kebiren” demektir; kebir de kübar da denilir. Biz de bunu Sad suresinin başında şerh elmiştik.

"Mekr (tuzak)ın manası da bozgunculuk etmektir. Zira reisler kendilerine tabi olanları Nûh’a iman etmekten men etmişlerdi.

23

Dediler:

"İlâhlarınızı bırakmayın; ne Vedd’i ne Suva’ı, ne Yağus’u ne Yauk’u ne de Nesr’i bırakmayın".

"Latezerünne aliheteküm” ilâhlarınıza ibadeti bırakmayın, dediler.

"Vela tezerünne vedden": Ebû Cafer ile Âsım vavın zammı ile, diğerleri ise, fethi ile okumuşlardır. Bu ve bundan sonraki isimler putlarının adlarıdır. Tefsirde şöyle gelmiştir: Bunlar iyi kimselerin isimleridir, bunlar Âdem’le Nûh arasında yaşamışlardı. Kendilerinden sonra gelenler de onların ibadetlerini almışlardı. İblis onlara: Onların heykellerini yapsanız daha aktif ve ibadete dana istekli olursunuz, dedi. Onlar da Inınu yaptılar. Sonra onların ardından başka bir kavim yetişti, İblis onlara da: Sizden öncekiler bunlara taparlardı, dedi; onlar da taptılar. Puta tapma o andan itibaren başladı. O heykellere de hu isimler verildi; çünkü bunlar o isimlerin sahipleri idiler. Şöyle de denilmiştir: Bunlar Âdem'in bazı evlatlarının isimleridir, bazıları ölmüştü. Şeytan onlara:

"Onların heykellerini yapmamı ister misiniz? Onları hatırlarsınız?” dedi ve onların heykellerini yaptı. Sonra biri öldü; onun da heykelini yaptı, nihayet beş heykel oluştu. Sonra aradan uzun zaman geçti; Allah’a ibadeti bıraktılar. Şeytan onlara: "Neden bir şeylere ibadet etmiyorsunuz?” dedi. Onlar da: Kime tapalım?” dediler. O da:

"İşte ilâhlarınız, onların heykellerini mabedinizde görmüyor musunuz?” dedi. Onlar da tapmaya başladılar.

Zeccâc şöyle demiştir: Bu putlar Nûh kavmine ait idi, sonra Araplara geçti; Vedd, Kelb kabilesinin, Suva’, Hemedan’ın, Yağus ile Yauk, Kinane oğullarının, Nesr de Himyer’in putları idi.

Mukâtil şöyle demiştir: Suva’, Hüzeyl’in, Yauk, Hemadan’ın, Yeğus da Murad’ın bir kolu olan Gatif oğullarının putları idi. Şöyle de denilmiştir: Tufan olunca bu putları kapladı, toprağın altında kaldı. Tufandan sonra meydana çıkınca bu adı geçenlere intikal etti. "Vedd” erkek suretinde, "Suva” kadın suretinde,

"Yağus” aslan suretinde,

"Yauk” at suretinde, "Nesr” de akbaba suretinde idi.

24

"Gerçekten çoklarını saptırdılar. Zâlimlerin sapıklığından başka bir şeylerini artırma".

"Gerçekten çoklarını saptırdılar":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Putlar insanlardan çoğunu saptırdılar, yani insanlar onların yüzünden saptılar.

İkincisi: Büyükler insanlardan çoğunu saptırdılar.

"Zâlimlerin artırma” yani kâfirlerin

"ancak sapıklığını artır": Bu da Nûh’un onlara bedduasıdır; çünkü Allah ona, artık onlar iman etmezler diye bildirmişti.

25

"Günahlarından dolayı suya boğuldular, ateşe sokuldular. Kendileri için Allah'tan başka yardımcılar bulamadılar".

"Mimma hatiatihim":

"Ma” zaittir, mana da: Min hatiatihim, yani hatalarından dolayı, o sebeple suya boğuldular, demektir.

Ebû Amr "mimma hatayahüm” okumuş; Ebû’l - Cevza ile Cahderi de, elifsiz olarak "hatietihim” okumuşlardır.

"Suya boğuldular, ateşe sokuldular": İbn Saib, mana şöyledir, demiştir: Ahirette ateşe gireceklerdir. Mazi, istikbal yerine kullanılmıştır; çünkü va’d haktır. Bu, çoğunluğun görüşüdür.

Dahhâk da şöyle demiştir: Dünyada ateşe sokuldular; çünkü onlar bir taraftan suya gark olurken bir taraftan da suyun içinde yanıyorlardı.

"Kendileri için Allah’tan başka yardımcılar bulamadılar": Yani kendilerini Allah’ın azabından koruyacak bir kimse bulamadılar, demektir.

26

Nûh dedi: "Rabbim, yeryüzünde kâfirlerden yurt tutan bırakma".

"Deyyara":

İbn Kuteybe: Ehaden, yani bir kimse, demektir. Ma biddari min deyyarin denir ki: Mabiha min ehadin (evde kimse yoktur) demektir. O, dâr kökünden gelir, yani eve konan kimse yoktur, manasınadır.

Zeccâc şöyle demiştir: Aslı: Deyvar’dır, fey’al vezninde, vav ye’ye kalb olunup sonra da biri diğerine idgam olunmuştur. Nûh onlara niçin böyle beddua etti? Çünkü Allahü teâlâ ona:

"Kavminden ancak şimdiye kadar inanan iman eder” (Hûd: 36) diye vahyetmişti.

27

"Şüphesiz sen eğer onları bırakırsan, kullarını saptırırlar; ancak ahlaksız ve kızıl kâfir doğururlar".

"Kullarını saptırırlar": Şöyle ki, onlardan bir adam, çocuğunu Nûh'a götürür, onu tasdik etmekten onu ikaz ederdi.

"Ancak ahlaksız ve kızıl kâfir doğururlar":

Müfessirler şöyle demişlerdir: Allahü teâlâ Nûh’a onlardan mü’min doğmayacağını bildirdi. Bunun içindir ki, itâat dairesi dışına çıkan ahlaksızı bildi.

28

"Rabbim, beni, anamı babamı ve mü’min olarak evime gireni, mü’min erkekleri ve mü’min kadınları bağışla! Zâlimlerin de ancak helakini artır!"

"Rabbim, beni ve ebeveynimi bağışla":

Hasen şöyle demiştir: Çünkü onlar mü’min idiler, Ebû Bekr es - Sıddik, Said b. Müseyyeb , İbn Cübeyr, Cahderi ve el-Cevnî, sakin ye ile tekil olarak, "velivalidiy” okumuşlardır.

İbn Mes’ûd, Ebû’l - Âliyye, İbn Ya’mur, Zührî ve Nehaî, elifsiz ve tesniye olarak "ve liveledeyye” okumuşlardır.

"Velimen dehale beyti ye": Âsım da Hafs rivâyetinde ye’nin fethi ile

"beytiye” okumuştur.

Bunda da üç görüş vardır:

Birincisi: Evine gireni, bunu da İbn Abbâs, demiştir.

İkincisi: Mescidine gireni, bunu da Dahhâk demiştir.

Üçüncüsü: Gemisine bineni, bunu da Sa’lebî naklelmiştir.

"Mü’min erkekleri ve mü'min kadınları": Bu da bütün iman edenler için geneldir.

"Zâlimlerin artırma": Yani kâfirlerin

"ancak helakini” artır. Tebar helak demektir,

"tebberna tetbira” (Furkan: 39) da bundandır.

0 ﴿