74-MÜDDESSİR SÛRESİ

Mekke’de inmiştir. 56 ayettir.

O, ittifakla Mekki’dir. Mukâtil ise onda bir âyet Medeni’dir, demiştir, o da

"Vema cealna iddetehüm illâ fitneten” (Müddessir: 31) âyetidir.

Bismillahirrahmanirrahim

1

Ey o (elbisesine) sarınan,

İniş sebebi: Buhârî ile Müslim, Sahihlerinde Cabir b. Abdullah’tan şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem bize şöyle konuştu: Bir ay Hira dağında kaldım, sonunda aşağı indim, vadinin ortalarına gelince, bana seslenildi, önüme, arkama, sağıma, soluma baktım; kimseyi göremedim. Sonra bir daha seslenildi, başımı kaldırdım, onu yani Cebrâil aleyhisselam’ı havada gördüm; hemen Hatice’ye koştum, beni bürüyün, beni bürüyün (üzerimi örtün) dedim. Bunun üzerine aziz ve celil olan Allah:

"Ey elbisesine sarınan, kalk uyar” âyetlerini indirdi. 1

1 - Buhârî, Tefsirü Suretil Müddessir, bab, 1 - 3; Müslim, İman, hadis no, 257; Ahmed, Müsned, 3/306, 392.

Müfessirler şöyle demişlerdir: Peygamber, Cebrâil’i görünce bayıldı, ayılınca Hatice’nin yanına girdi, su istedi, üzerine döktü ve: Üzerimi örtün, dedi. Üzerine bir kadife örttüler; Cebrâil ona geldi:

"Ey o elbisesine sarınan", dedi. Übey b. Ka’b, Ebû İmran ve A’meş, te’yi açık olarak

"el - mütedessir” okumuşlar; Ebû Recâ’, İkrime ve İbn Ya’mur, te’yi atarak,

"el - müddessir” okumuşlardır. Dilciler:

"el-müddessir"in aslı, el - mütedessir; te dal'a idgam edilmiştir, demişlerdir. Nitekim aynısını el - mütezemmil’de de söylemiştik. Bu, cumhûra göre elbiseye sarınmak manasına tedsirden gelir. Mananın: Ey peygamberlik libasına bürünen ve ağırlığını taşıyan, şeklinde olduğu da söylenmiştir.

İkrime de: Düssirte hazel emre fekum (bu işi üstlendin, onu yerine getir) deyiminden gelir, demiştir.

2

Kalk uyar.

"Kalk uyar": Mekke kâfirlerini uyar, eğer, Allah’ın birliğini kabul etmezlerse, demektir.

3

Rabbini tekbir et.

"Rabbini tekbir et": Yani O’nu putperestlerin dediklerinden tenzih et.

4

Elbiselerini temizle.

"Elbiselerini temizle":

Bunda da sekiz görüş vardır:

Birincisi: Onu günah ve gaddarlık üzerine giyme, Gaylan b. Seleme es - Sekal'i, şöyle demiştir:

Allah 'a şükür, ben günahkar elbisesini giymedim,

Gaddarlık peçesine de bürünmedim.

Bu manayı İkrime, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir.

İkincisi: Elbiselerin temiz olmayan kazançtan olmasın. Yine bu da İbn Abbâs’tan rivayet edilmiştir.

Üçüncüsü: Nefsini günahtan temizle, bunu da Mücâhid ile Katâde, demişlerdir. Antere’nin şu sözü de buna şahitlik eder.

Sert mızrağı elbiselerine (canına) sapladım,

Soylularda kargıdan korunmuş değildir.

Beyitte geçen siyab, nefis manasınadır, bu da İbn Kuteybe’nin görüşüdür, mana şöyledir, demiştir: Nefsini günahlardan arındır. Bedene kinaye ile elbise denilmiştir; çünkü bedeni örter. Leyla el - Ahyeliyye de develerden bahsederek şöyle demiştir:

Hafif elbiseleri (canlarını) onların üzerine attılar,

Onlar ürkek deve kuşuna benzer.

Yani develere bindiler, kendilerini üzerine attılar. Araplar iffet için: Etek, derler; çünkü iffetli kimse elbise giymiş gibidir.

Dördüncüsü: Amelini düzelt, bunu da Dahhâk, demiştir.

Beşincisi: Ahlakım güzelleştir, bunu da Hasen ile el - Kurazi, demişlerdir.

Altıncısı: Elbiselerini temizle, onları kısalt ve kıyafetini topla. Bunu da Tâvûs, demiştir.

Yedincisi: Kalbini temizle, bunu da Said b. Cübeyr, demiştir. İmruulkays’in şu sözü de buna şahitlik eder:

Ey kadın, eğer bir huyum seni üzerse,

Elbiseni elbisemden çek, o zaman sıyrılır çıkarsın.

Yani kalbini kalbimden çek, demek istemiştir.

Sekizincisi: Elbiselerini su ile temizle, bunu da İbn Sîrin ile İbn Zeyd, demişlerdir.

5

Azaba götürecek şeyleri terk et.

"Verrücze fehcür": Hasen, Ebû Cafer, Şeybe, Âsım - Ebû Bekir rivâyeti hariç - Ya’kûb , İbn Muhaysın ve İbn Semeyfa’ ranın zammı ile "verrücze” okumuşlar; diğerleri ise kesri ile (verricze) okumuşlardır. Bundan başka bir yerde de ihtilaf etmemişlerdir.

Zeccâc da: İki okuyuşun da manası birdir, demiştirt

Ebû Ali de şöyle demiştir: Hasen’in okuyuşu zamme iledir ve: O (rücz) bir putun adıdır, demiştir.

Katâde de: Onlar İsaf ve Naile adlarında iki put idi, demiştir. Kim kesre ile okursa, azap demektir, mana da: Azap sahibini terk et, demektir.

Ricz’in manasında da altı görüş vardır:

Birincisi: O, putlar ve idollardır. Bunu da İbn Abbâs, Mücâhid, Katâde, Zührî, Süddi ve İbn Zeyd, demişlerdir.

İkincisi: O, günahtır, yine bu da İbn Abbâs’tan rivayet edilmiştir.

Üçüncüsü: Şirktir, bunü da İbn Cübeyr ile Dahhâk, demişlerdir.

Dördüncüsü: Günahtır, bunu da Hasen, demiştir.

Beşincisi: Azaptır, bunu da İbn Saib, demiştir.

Zeccâc da şöyle demiştir: Ricz lügatte azaptır, âyetin manası da şöyledir: Allah'ın azabına götürecek şeyi terk et.

Altıncısı: Şeytandır, bunu da İbn Keysan, demiştir.

6

Çoğunu bekleyerek verme.

"Çoğunu bekleyerek verme":

Bunda da dört görüş vardır:

Birincisi: Bir şey verip de ondan daha fazlasını bekleme, bunu da İbn Abbâs, İkrime ve Katâde, demişlerdir.

Müfessirler, manası şöyledir, demişlerdir: Malından bir şey verip de ondan daha çoğunu bekleme. Bu da özellikle Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem için edeptir. Ümmetinden bir başkası için ise bir hediye verip de ondan daha çok karşılık beklemede bir günah yoktur.

İkincisi: Amelini dile getirerek onu Rabbine çok görme, bunu da Hasen, demiştir.

Üçüncüsü: Çok yaptığını sanarak hayırdan zayıflama, bunu da Mücâhid, demiştir.

Dördüncüsü: Onlardan ücret almak için peygamberliğini insanların başına kakma.

7

Rabbin için sabret.

"Rabbin için": Bunda da dört görüş vardır:

Birincisi: Rabbinin hatırı için.

İkincisi: Rabbinin sevabı için.

Üçüncüsü: Rabbinin emri için.

Dördüncüsü: Rabbinin va’di için.

"Sabret": Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Taat ve farzlarına karşı.

İkincisi: Eziyet ve yalanlayamaya karşı.

8

O boruya üfürüldüğü zaman,

"O boruya üfürüldüğü zaman": Yani sura üfürüldüğü zaman demektir. Bu ilk üfürme midir veya ikinci üfürme midir?

Bunda da iki görüş vardır:

9

İşte o, o gün çok zor bir gündür.

"İşte o, o gün çok zor bir gündür": Yani işler onda zorlaşır.

10

Kâfirlere kolay olmayan (bir gündür).

"Kâfirlere kolay olmayan bir gündür": Basit değildir.

11

Beni baş başa bırak o kimse ile ki, onu tek yarattım.

"Beni baş başa bırak": Bunu da müzzemmil: 11 'de şerh elmiş idik,

"tek yarattığım kimse ile":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Onu anasının karnında tek yarattım, ne malı ne de çoluğu çoc uğu vardı (dünyaya çıplak geldi), bunu da Mücâhid, demiştir.

İkincisi: Onu tek yarattım: onu yaratmada ortağım yoktu. Bunu da Zeccâc, demiştir,

İbn Abbâs şöyle demiştir: Velid b. Muğire, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e geldi, Peygamber ona Kur’ân okudu, kalbi yumuşar gibi oldu; bu da Ebû Cehil’e ulaştı, ona geldi: Amca, halkın senin için mal toplamak istiyorlar; çünkü sen Muhammed’e gitmiş, ondan bir şeyler istemişsin, dedi. O da: Kureyş şüphesiz bilir ki, ben onların malı en çok olanıyım, dedi. O da: öyleyse bu hususla bir söz söyle ki, halkın onu duysun da Muhammed'e inanmadığını bilsin, dedi. O da: Ne diyeyim? Allah’a yemin ederim ki, içinizde şiiri benden daha iyi bilen yoktur; Allah’a yemin ederim ki, onun dediği şiire benzemiyor; Allah’a yemin ederim ki, onun sözünde öyle bir tat ve öyle bir zerafet vardır ki, onun dalları meyveli, kökü bereketlidir. O, yukarı çıkar, onun üzerine çıkılmaz, dedi. Ebû Cehil de: Bu hususta illaki bir şey söyleyeceksin, yoksa kavmin senden razı olmaz, dedi. O da: Beni bırak, biraz düşüneyim, dedi, sonra da: Bu, başkasından aktarılan sihir dir, dedi. Bunun üzerine: Tek başına yarattığım kimse ile beni başbaşa bırak... âyetleri indi.

Mücâhid de şöyle demiştir: Velid, Kureyş’e şöyle dedi: Benim sizden bir isteğim var, darünnedve’de (kulüpte) toplanın, dedi. Onlara şöyle hitap etti: Sizler soylu ve akıllı kimselersiniz, Araplar size gelir, kafaları karışık olarak dönerler; artık bir şeyde karar kılın; bu adam hakkında ne diyorsunuz? Onlar da: O şairdir, diyoruz, dediler; o zaman suratını ekşitti ve: Şiiri İliliyoruz; onun sözü şairlerinkine benzemez, dedi. Onlar da: O kahindir, diyoruz, dediler; O zaman da: O takdirde ona gidersiniz, kahinler gibi konuşmadığını görürsünüz, dedi. Onlar da: O delidir, diyoruz, dediler; o da: Gidin bakın, onun deli olmadığını görürsünüz, dedi. Onlar da: Sihirbazdır, diyoruz, dediler; o da: "Sihirbaz nedir?” dedi. Onlar da: O bir insandır; sevişmeyenleri sevdirir, sevenleri nefret ettirir, dediler. O da: İşte o, sihirbazdır, dedi. Onlar da yıktılar; peygambere rastladıkları zaman; Ey sihirbaz, diye seslendiler. Bu da ona yok zor geldi. Aziz ve celil olan Allah da bunun üzerine:

"Ey o elbiselerine sarınan... o ancak nakledilen bir sihirdir” âyetlerini indirdi. Bazı müfessirler de:

"Beni o yarattığım kimse ile başbaşa bırak” kavlinin kılıç âyetiyle neshedildiğini söylemişlerdir ki, doğru değildir.

12

Ona uzun boylu mal verdim.

"Ona uzun boylu mal verdim (memduda)":

Memdûd’un manasında da üç görüş vardır:

Birincisi: Çoktur, bunu da Ebû Ubeyde, demiştir.

İkincisi: Devamlıdır, bunu da İbn Kuteybe, demiştir.

Üçüncüsü: Kesilmeyendir, bunu da Zeccâc, demiştir.

Müfessirlerin bunun miktarında da dört görüşleri vardır:

Birincisi: Her ay geliri vardı, bunu da Ömer b. Hattab, demiştir.

İkincisi: Bin dinar, bunu da İbn Abbâs, Mücâhid ve İbn Cübeyr, demişlerdir.

Ferrâ’ da şöyle demiştir: Memdud, sayının sonu kılınmıştır, çünkü

"b.” sayının sonudur, devam etmek için ondan başlarlar.

Üçüncüsü: Dört b., bunu da Katâde, demiştir.

Dördüncüsü: O Taifte bir bahçe idi, yaz kış meyvesi tükenmezdi. Bunu da Mukâtil, demiştir.

13

Hazır oğullar (verdim).

"Hazır oğullar verdim": Yani yanında demektir ki, iş ve sefer için yanından ayrılmazlardı.

Sayılarında da dört görüş vardır:

Birincisi: On, bunu da Mücâhid ile Katâde, demişlerdir.

İkincisi: On üç, bunu da İbn Cübeyr, demiştir.

Üçüncüsü: On iki, bunu da Süddi, demiştir.

Dördüncüsü: Yedi. Bunu da Mukâtil, demiştir.

14

Onun için serdikçe serdim.

"Onun için serdikçe serdim (önüne mal serdim)": Yani ona müreffeh bir hayat ve uzun bir ömür verdim.

15

Sonra da artırmamı umuyor.

"Sonra da artırmamı umuyor":

Bunda da iki görüş vardır:

Onu cennete girdirmemi bekliyor, bunu da Hasen, demiştir.

İkincisi: Malını ve evladını artırmamı istiyor, bunu da Mükatil, demiştir.

16

Hayır, çünkü o, âyetlerimiz için çok inatçı idi.

"Hayır": Yani bunu yapmam; Allah onda mal ve evlat bırakmadı; fakir olarak öldü.

"Çünkü o, âyetlerimiz için çok inatçı idi": Yani dikkafalı idi.

Âyetlerden ne murat edildiği hususunda da üç görüş vardır:

Birincisi: O Kur’ân’dır, bunu da İbn Cübeyr, demiştir.

İkincisi: Haktır, bunu da Mücâhid, demiştir.

Üçüncüsü: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’dir, bunu da Süddi, demiştir.

17

Onu yokuşa sardıracağım.

"Onu yokuşa sardıracağım":

Zeccâc: Onu çetin bir azaba taşıyacağım, demiştir. Başkası da: Ona öyle çetin bir azap yükleyeceğim ki, onda rahat diye bir şey yoktur, demiştir

İbn Kuteybe de şöyle demiştir:

"es - Saud” Dik yokuştur,

"el - kevııd” da öyledir, Ebû Said’in Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den "sourhikuhu suuda” kavlinde şöyle denilmiştir: O, cehennemde tırmanılması istenen ateşten bir dağdır; oraya ayağını bastığı zaman erir, kaldırdığı zaman eski haline döner. Ona yetmiş yıl tırmanır, sonra da o kadar zaman içinde uçuruma yuvarlanır, İbn Saib de onun cehennemde kaygan bir kaya olduğunu, oraya çıkılması isleneceğini söylemiştir. Zirvesine ulaştığı zaman dibine kayar, sonra da tekrar çıkması istenilir. Sonsuza kadar böyle devam eder. Önünden demir zincirlerle çekilir, arkasından da demir topuzlarla vurulur; ona kırk senede tırmanır.

18

Gerçekten o düşündü, ölçtü.

"Gerçekten o düşündü": Yani Kur’ân hakkımla ne diyeceğini iyice düşündü,

"ve ölçtü” onun hakkında diyeceğini.

19

Kahrolsun, nasıl ölçtü?

20

Sonra kahrolsun, nasıl ölçtü?

"Kahrolsun": Yani lânet edilsin,

"nasıl ölçtü, sonra kahrolsun, nasıl ölçtü?": Yani diyeceği her sözü takdir ettiği her hal ıı kârda kahrolsun. Şöyle de denilmiştir: Burada

"nasıl” ifadesi şaşma, ret ve azarlama manasınadır, tekit için tekrar edilmiştir.

21

Sonra baktı,

"Sonra baktı” Kur’ân'ı def ve ret edecek şeyi aramaya,

22

Sonra kaşlarını çattı, surat astı.

"sonra kaşlarını çattı, surat astı": Dilciler şöyle demişlerdir: Yüzünü çirkinleştirdi ve kaşlarını çattı. Beserer recülü denir ki: Kaş çatmak ve yüzünü ekşitmektir. Şair Tevbe şöyle demiştir:

Ondan gördüğün yan çizmeler ve ihtiyacımdan

Yüz çevirip kaşlarını çatması beni kuşkulandırdı.

Müfessirler şöyle demişlerdir: Yüzünü kötüleştirdi, kötü kötü baktı, bir şeye dalmış ve derin düşünen gibi,

23

Sonra arkasını döndü, kibirlendi.

"sonra arkasını döndü” imana,

"kibirlendi": Yani ona davet edilince,

"şöyle dedi":

24

"Bu, ancak nakledilen bir sihirdir” dedi.

"Bu değildir” yani bu Kur’ân değildir

"ancak nakledilen bir sihirdir": Yani sihirbazlardan intikal eden bir büyüdür.

25

"Bu, ancak insan sözüdür” dedi.

"Bu ancak insan sözüdür": Yani insan kelâmıdır, Allahü teâlâ’nın kelâmı değildir. Bunun üzerine Allahü teâlâ şöyle dedi:

26

Onu Sekar’a atacağım.

"Onu Sekar’a atacağım": Yani onu ateşe tıkacağım.

"Sekar” de Kamer suresi, âyet: 48’de geçmiştir.

27

Sekar nedir, bilir misin?

"Sekar nedir, bilir misin?": O kadar büyüktür ki,

28

Bir şey koymaz, bırakmaz.

"bir şey koymaz, bırakmaz": Yani onların ne kadar eti varsa hepsini yakar, tekrar yaratıldıkları zaman da onlardan bir şey bırakmaz.

29

Deriyi çok kavurucudur.

"Deriyi çok kavurucudur": Değiştirici ve karartıcıdır, lahathüş şemsti denir ki: Onu güneş yakıp kararttı, demektir. Şiir:

Ey amca kızı, beni öğle sıcakları kararttı.

İbn Mes’ûd, İbn Semeyfa' ve İbn Ebi Able, nasb ile "levvahaten” okumuşlardır.

"Beşer” üzerinde de iki görüş vardır:

Birincisi: O, beşere’nin çoğuludur ki, insanın dış derisi (cildi)dir, bu da Mücâhid, Ferrâ’ ve Zeccâc’ın görüşleridir.

İkincisi: Onlar cehennemlik insanlardır, beşerdir, bunu da Ahfeş, İbn Kuteybe ve diğerleri demişlerdir.

30

Üzerinde on dokuz (melek) vardır.

"Üzerinde on dokuz (melek) vardır": Onlar da Hazinler (görevlilerdir), Malikle beraber on dokuz tanedir. Gözleri şimşek gibi, dişleri kale burçları gibidir. Ağızlarından alevler çıkar. Her birinin iki omuz arası, bir yıllık yoldur. Birisi avucu ile Rebia ve Mudar kabileleri kadar insanı alır. Onlardan rahmet alınmıştır. Bu âyet inince Ebû Cehil şöyle dedi: Muhammed sizi on dokuz melekle korkutuyor; bütün askeri bu kadar mıdır? İçinizden her on kişi, onlardan birine karşı koyamaz mı? Sonra da cehennemden çıkarlar. Ebuleşeddeyn de - bu adamın adı Esiyd b. Kelede’dedir. Başkası da: Kelede b. Halef el Cumehi’dir, demiştir - şöyle dedi: Ey Kureyşliler, ben önünüzde yürür, sağ omzuma onlardan onunu, sol omzuma da dokuzunu alırım, hep beraber cennete gireriz.

31

Ateşin sahiplerini ancak melekler kıldık ve sayılarını da ancak kâfirler için bir sınama kıldık ki, kendilerine kitap verilenler kesin inansınlar, iman edenlerin imanı artsın ve kitap verilenlerle mü'minler şüphe etmesinler ve kalplerinde hastalık olanlarla kâfirler:

"Allah bu misalle ne istedi?” desinler, diye. İşte Allah dilediğini böyle şaşırtır ve dilediğine hidayet eder. Rabbinin ordularını ancak O bilir. O insan için ancak bir öğüttür.

"Ateşin sahiplerini ancak melekler kıldık": İnsanlar değil, onlara kimin gücü yeter ve onları kim mağlup eder?

"sayılarını kılmadık” bu kadar az olmalarını

"ancak bir sınama kıldık” bir saptırma kıldık,

"kâfirler için” ta ki, diyeceklerini dediler.

"Kendilerine kitap verilenler iyice bilsinler, diye” Muhammed’in getirdiğinin hak olduğunu; çünkü Tevrat’ta da sayıları on dokuzdur.

"İman edenler artsın” ehl-i kitaptan iman edenler

"iman bakımından” Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’i tasdik açısından. Çünkü haber verdiği şeyin kitaplarına uygun olduğunu gördüler.

"Kitap verilenlerle mü’minler de şüphe etmesinler": Yani bunlar Hazinlerin sayısında şüphe etmesinler

"ve kalplerinde hastalık olanlar şöyle desin diye":

Bunda da üç görüş vardır:

Birincisi: O nifaktır, bunu da çoğunluk, demiştir.

İkincisi: Şirktir, bunu da Mukâtil, demiş ve onların Medine’deki Yahudiler olduğunu iddia etmiştir. Ona göre bu âyet Medeni’dir.

Üçüncüsü: O, muhalefettir, bunu da Hüseyn b. Fadl, demiş ve: Mekke’de nifak yok idi, o nedenle bu muhalefettir ve âyet de Mekki’dir, demiştir.

"Kâfirler” ise Arap müşrikleridir.

"Allah bu misalle ne istedi?” Yani Allah neyi murat etti?

"bununla” bu söz ve haberle.

"Misal olarak": Misal da bizzat sözün kendisi olur. Kelâmın manası da şöyledir: Derler ki: Bu söz nedir?

"İşte böyle": Yani Hazinlerin sayısından beğenmeyeni saptırdığı ve tasdik edeni hidayet ettiği gibi

"Allah dilediğini saptırır ve dilediğini hidayet eder". Ebû Cehil'in:

"Muhammed’in bütün ordusu on dokuz melek midir?” demesi üzerine de:

"Rabbinin ordularını ancak O bilir” âyetini indirdi. Yani cehennem halkına azap etmek için yarattığı meleklerin sayısını ancak kendisi bilir. Çünkü o on dokuz melekten her birinin elinin altında sayılarını ancak Allah’ın bileceği yardımcıları vardır. Maverdi onların on dokuz olmalarındaki hikmeti akla uygun bir şekilde yorumlamış ve şöyle demiştir: On dokuz azın en çoğunu ve çoğun en azını toplayan bir sayıdır; çünkü birler sayıların en azıdır, çoğu da dokuzdur. Birlerin dışındakiler de çoktur (çok sayılır). Çoğun en azı da ondur. Böylece çoğun en azı ile azın en çoğunu birleştiren sayı tercih edilmiştir. Sonra ateşten bahsetmeye döndü, Hak Teala:

"O insan için ancak bir öğüttür” dedi, yani dünyadaki ateş, ancak ahiretteki için bir hatırlatmadır

32

Hayır, ay’a yemin olsun,

"Hayır” yani gerçekten, "velkameri izedbere": İbn Kesir, Bini Amr, İbn Âmir, Kisâi, Ebû Bekir de Âsım rivâyetinde,

33

Arkasını döndüğü zaman geceye yemin olsun,

"iza edbere” okumuş; Nail, Hamze, Hafs, Fadl da Âsım rivâyetinde, zal’ın sükunu, elif'siz olarak

"iz", arkasından da dalın sükunu ve ondan önce de hemze ile

"edbere” okumuşlardır. İki kıraatin manası bir midir, yoksa değil midir?

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: O iki lügatin manası birdir; deberel leyü ve edbere, deberes sayfu ve edbere, denir. Bu da Ferrâ’, Ahfeş ve Saleb'in görüşüdür.

İkincisi:

"Debere” izledi,

"edbere” ise arkasını döndü demektir. Debereni fülanün denir ki: Arkamdan geldi, demektir. Ebû Ubeyde ile İbn Kuteybe bu manaya kail olmuşlardır.

34

Ağardığı zaman sabaha yemin olsun ki,

"İza esfere": Aydınlanıp meydana çıkmak demektir.

35

Gerçekten o (cehennem), elbette en büyük (belalar)dan biridir.

"Gerçekten o": Yani Sekar cehennemi

"le-ihdel küber":

İbn Kuteybe şöyle demiştir: El -Küber, kübra’nın çoğuludur; meselâ uvel ve ula, suğarve suğra gibi. Bu, inneha leihdel azaim (bu büyük belalardan biridir) sözü gibidir.

Hasen de şöyle demiştir: Allah’a yemin ederim ki, Allah bundan daha vahim bir şeyle uyarmamıştır.

İbn Saib ile Mukâtil de şöyle demişlerdir: Küber’den, yedi kat cehennemin aşağı inen katları murat edilmiştir.

36

İnsan için bir uyarıcı olarak.

"Neziren lil-beşer":

Zeccâc şöyle demiştir: "Neziren” hâl olarak mensûb olmuştur,

Mana da şöyledir: O uyarma durumunda elbette büyük bir şeydir. "Nezir” müzekker olmuştur; çünkü azap manasınadır. "Nezir

"in sûrenin başına bağlı olarak mensûb olması da câizdir, o zaman mana şöyle olur: Kalk, insanları korkutucu olarak.

37

Sizden ileri gitmek yahut geri kalmak isteyen için.

"Limen şae minktim” bu da

"lilbeşer” kavlinden bedeldir.

"İleri gitmek veya geri kalmak isteyen":

Bunda da dört görüş vardır:

Birincisi: Allah'a itâatte ileri gitmek veyahut O’rıa isyanda geri kalmak. Bunu da İbn Cüreyc, demiştir.

İkincisi: Cehenneme ilerlemek veyahut cennetten geri kalmak. Bunu da Süddi, demiştir.

Üçüncüsü: Hayırda ileri gitmek veya şerde geri kalmak, bunu da Yahya b. Selam, demiştir.

Dördüncüsü: İmanda ileri gitmek veyahut ondan geri kalmak.

Mana da şöyledir: Uyarma ikrar eden veya inkâr eden herkes için tahakkuk etmiştir.

38

Her nefis kazandığı şeyle rehindir.

"Her nefis kazandığı şeyle rehindir":

Bunda da üç görüş vardır:

Birincisi: Buluğa ermiş her nefis, hesap vermek için ameli ile rehindir.

"Ancak sağın sahipleri hariç” onlar da Müslümanların çocuklarıdır; çünkü onlara hesap yoktur. Zira günahları yoktur. Bunu da Ali demiş, Ferrâ’ da tercih etmiştir.

İkincisi: Her nefis cehennemde rehindir, ancak sağın sahipleri hariç, onlar da mü’minlerdir; zira onlar cennettedirler. Bunu da Dahhâk, demiştir.

Üçüncüsü: Her nefis hesap vermek için ameli ile rehindir, ancak sağın sahipleri hariç; onlar hesaba çekilmezler. Bunu da İbn Cüreyc, demiştir.

39

Ancak sağın sahipleri hariç.

40

Onlar cennetlerde soruşurlar.

"Soruşurlar günahkarlardan":

Mukâtil şöyle demiştir: Tevhid ehli cehennemden çıktığı zaman mü’minler, ateşte kalanlara:

41

Günahkarlardan.

42

"Sizi Sekar’a ne attı?” diye.

"Sizi Sekar’a ne soktu?” derler.

Müfessirler şöyle demişlerdir: Selekeküm, sizi girdirdi, manasınadır.

Mukâtil de: "Sizi orada ne hapsetti?” demiştir.

43

Onlar da dediler:

"Biz namaz kılanlardan değildik".

"Onlar da şöyle dediler: Biz namaz kılanlardan değildik” dünya yurdunda Allah için namaz kılmazdık.

44

"Yoksulu yedirmezdik".

"Yoksulu yedirmezdik": Yani Allah için sadaka vermezdik.

45

"(Bâtılla) dalanlarla beraber dalardık".

"Dalanlarla beraber dalardık": Bâtıll ehli ve yalanlayanlarla beraber dalardık.

46

"Ceza gününü yalanlardık".

"Ceza gününü yalanlardık": Ceza ve hesap gününü demektir.

47

"Nihayet bize ölüm geldi".

"Nihayet bize yakin geldi” o da ölümdür. Allahü teâlâ şöyle diyor:

48

Artık onlara, şefaat edenlerin şefaati fayda vermedi.

"Onlara şefaatçilerin şefaati fayda vermez” çünkü bu, peygamberlerin, meleklerin, şehitlerin ve mü’minlerin şefaatinden sonra cereyan etmiştir. Bu da şefaatin ancak iman edenlere fayda vereceğini gösterir.

49

Onlara ne oluyor da öğütten yüz çeviriyorlar?

"Onlara ne oluyor da öğütten yüz çeviriyorlar?": Yani Kur’ân’dan ve onun öğütlerinden kaçan Kureyş kâfirlerine ne oluyor?

Mana da şöyledir: Onlar için ahirette hiçbir şey yoktur; çünkü onlar Kur’ân’dan yüz çevirip ona iman etmediler. Sonra Allahü teâlâ kaçmalarını eşeklere benzetti:

50

Sanki onlar ürken eşeklerdir;

"Sanki onlar ürken eşeklerdir (humurun müstenfireh)” dedi.

Ebû Cafer, Nâfi, İbn Âmir, Mufaddal da Âsım’dan, fe'nin fethi ile diğerleri ise kesri ile okumuşlardır.

Ebû Ubeyde ile İbn Kutevbe şöyle demişlerdir: Kim fetha ile okursa, korkutulmuş, ürkütülmüş de ürkmüş demek ister. Kim de le’nin kesri ile okursa, ürken demek ister.

Ferrâ’ da şöyle demiştir: Hicaz halkı: Humurun müstenfereh, der; bazı Araplar da fe’yi kesre ile seslendirirler. Fetha Arap dilinde daha çoktur, bizim kıraatimiz ise kesre iledir.

Kisâi bana şu beyiti şahit getirdi:

Eşeğini tut, o ürkmüştür,

Gurreb mevkiine yönelmiş eşeklerin arasında.

"Gurrebbir yerin adıdır.

51

Aslandan kaçan.

"Kasvere":

Bunda da yedi görüş vardır:

Birincisi: O aslandır, bunu da Yûsuf b. Milıran, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Ebû Hureyre, Zeyd b. Eslem ile oğlu da böyle demişlerdir.

İbn Abbâs şöyle demiştir: Yabaneşeği aslanı gördüğü zaman ondan kaçar, müşrikler de onun gibi Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i dinledikleri zaman kaçarlardı.

Ebû Ubeyde ile Zeccâc da bu görüşü benimsemişlerdir.

İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Kasvere, kasr ve kahr gibidir; aslan vahşi hayvanları yener.

İkincisi: Kasvere: Ok atıcılardır, bunu da Atâ’, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Ebû Mûsaleş’ari, Mücâhid, Katâde, Dahhâk, Mukâtil ve İbn Keysan de böyle demişlerdir.

Üçüncüsü: Kasvere, avcıların ağıdır, bunu da İkrime, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir.

Dördüncüsü: Onlar grup grup erkeklerdir, bunu da Ebû Hamze, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Ebû Hamze’nin adı Nasr b. İmran ed -

Altıncısı: O karanlık ve gecedir, bunu da İkrime, demiştir.

Yedincisi: O, oktur, bunu da Katâde, demiştir.

52

Doğrusu, onlardan her kişi kendisine açılmış sahifeler verilmesini ister.

"Doğrusu, onlardan her kişi kendisine açılmış sahifeler verilmesini ister":

Bunda da üç görüş vardır:

Birincisi: Onlar Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e şöyle dediler: Eğer sana uymamızı istiyorsan, sabahleyin her adamın yanında Allah'tan, filan oğlu filana diye bir kitap bulunsun, içinde de sana uymamız gerektiği belirtilsin. Bunu da cumhûr, demiştir.

İkincisi: Onlar azap görmeyeceklerine dair bir berat istediler, bunu da I’bu Salih, demiştir.

Üçüncüsü: Onlar şöyle derlerdi: İsrâil oğullarında bir adam günah işlediği zaman bunu sabahleyin bir kağıt içinde yazılı bulurdu, biz neden böyle bir şey görmüyoruz? Bunun üzerine bu âyetindi. Bunu da Ferrâ’, demiştir. Allahü teâlâ da şöyle dedi:

53

Hayır, doğrusu onlar ahiretten korkmuyorlar.

"Hayır": Yani onlara böyle sahifeler verilmez,

"doğrusu onlar ahiretten korkmuyorlar": Yani onun azabından korkmuyorlar, demektir.

Mana da şöyledir: Eğer onlar ateşten koıksalardı bu kadar delillerden sonra mucizeler istemezlerdi.

"Kella” doğru, demektir. Şöyle de denilmiştir: "Kella’nın manası: Mesele onların isledikleri ve dedikleri gibi değildir, demektir.

54

Hayır, şüphesiz o, bir öğüttür.

"Şüphesiz o bir öğüttür": Hatırlatma ve vaazdır.

55

Kim dilerse ondan öğüt alır.

"Kim dilerse ondan öğüt alır": “He” zamiri Kur’ân’a râcîdir,

Mana da şöyledir: Kim dilerse Kur’ân'dan öğüt alır ve onu anlar, iyice düşünür. Sonra Allahü teâlâ dilemeyi kendine verdi:

56

Ancak Allah dilerse öğüt alırlar. O, takvanın da ehlidir, mağfiretin de ehlidir.

"Ancak Allah dilerse öğüt alırlar” dedi, yani ancak hidâyetlerini dilerse öyle olur, demektir.

"O, takvanın da ehildir” yani kendinden çekinilmeye de ehildir

"mağfiretin de ehlidir” yani Tevbe edeni bağışlamaya da ehildir. Enes, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’den şöyle rivayet etmiştir: O, bu âyeti okudu ve şöyle dedi: Aziz ve celil olan Rabbiniz buyurdu ki: Ben kendinden çekinilmeye de ehilimdir; bana şirk koşulmasın; ben başkasını bana şirk koşmaktan korkan için onu bağışlamaya da ehilimdir. 2

2 - Ahmed, Müsned; Tirmizî, Hakim, İbn Mâce, Darimi, Taberani, el - Evsat; İbn Adiy, Ebû Ya'lâ ve Bezzar.

0 ﴿