İkincisi: Onlar Allah'ın akla uygun emir ve yasağı ile gönderilen meleklerdir, bunu da Mestlik, İbn Mes’ûd’dan rivayeı etmiş; Ebû Hureyre ile Mukâtil de böyle demişlerdir.

Ferrâ’ da: Onlar meleklerdir, demiştir.

"Urfen": Akla, mantığa yatan şey demektir. Atın yelesi gibi arka arkaya olan da denilmiştir. Araplur: Yerkebün nasü ilâ fülanin urfen vahiden derler ki: Çok miktarda insanlar birine doğru gitmektir.

İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Maksat meleklerin peygamberlerle gönderilen şeyleri takip etmeleridir. Aslı da urful feres (atın yelesin)den gelir. Çünkü o da birbirini takip etmede düz bir satır gibidir. Sonra da istiare yolu ile birbirini izleyen topluluk için kullanıldı.

Üçüncüsü: Onlar bilinen mucizelerle gönderilen peygamberlerdir, bu Ebû Salih'in görüşüdür, bunu da Zeccâc zikretmiştir.

Dördüncüsü: Melekler ve rüzgardır, bunu da Ebû Ubeyde, demiştir. Ve şöyle demiştir:

"Urfen"in manası birbirini takip edendir. Cauni urfen (bana arka arkaya geldiler) denir.

2

Savurdukça savuranlara,

"Savuranlar"da da iki görüş vardır:

Birincisi: Onlar sert esen rüzgârlardır, bunu da cumhûr, demiştir.

İkincisi: Meleklerdir, bunu da Müslim b. Subeyh demiştir.

Zeccâc da şöyle demiştir: Kâfirin ruhunu alıp götürür.

3

Yaydıkça yayanlara,

"Yaydıkça yayanlar":

Bunda da beş görüş vardır:

Birincisi: Onlar bulutları yayan rüzgârlardır, bunu da İbn Mes’ûd ile cumhûr, demiştir.

İkincisi: Kitapları yayan (açan) meleklerdir, bunu da Ebû Salih, demiştir.

Üçüncüsü: Allahü teâlâ’ya kulların amellerini açan kitaplardır, bunu da Dahhâk, demiştir.

Dördüncüsü: Kıyamet için dirilmedir ki, onda ruhlar her tarafa yayılır.

Beşincisi: Otları (her tarafa) yayan yağmurdur, bunu da Maverdi nakletmiştir.

4

Ayırdıkça ayıranlara,

"Ayıranlar":

Bunda da dört görüş vardır:

Birincisi: Hak ile batılı ayırmak için gelen meleklerdir, bunu da çoğunluk, demiştir.

İkincisi: Helâl ile haramı ayıran Kur’ân âyetleridir, bunu da Hasen, Katâde ve İbn Keysan, demişlerdir.

Üçüncüsü: Bulutu dağıtıp ayıran rüzgârdır, bunu da Mücâhid, demiştir.

Dördüncüsü: Peygamberlerdir, bunu da Zeccâc nakletmiştir.

5

Öğüt bırakanlara,

"öğüt bırakanlar":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Meleklerdir ki, yüklendikleri vahyi peygamberlere bırakırlar. Bu da İbn Abbâs, Katâde ve cumhûrun görüşleridir.

İkincisi: Peygamberlerdir ki, kendilerine indirileni ümmetlere bırakırlar, bunu da Kutrub, demiştir.

6

Özür için yahut uyarmak için.

"Uzren ev nüzren": İbn Kesir, Nâfi, İbn Âmir, Ebû Bekir de Âsım’dan rivayet ederek, sakin olarak "uzren", zammeli olarak da "nüzüren” okumuşlardır.

Ebû Amr, Hamze, Kisâi, Hafs ve Halef de, sükün ile "uzren ev nüzren” okumuşlardır.

Ferrâ’ şöyle demiştir: O harekeli de olsa sakin de mastardır, nasbi şu mana itibarı iledir: Ürsiltü bima ürsiltü bihi i’zaren minallahi ve inzara (bunu özür dilemek ve uyarmak için getirdim).

Zeccâc da, mana şöyledir, demiştir: Özür veya uyarma bırakanlar. Mananın şöyle olması da câizdir: özür veya uyarma için zikir bırakanlar.

7

Gerçekten size va’dolunan şey elbette gerçekleşecek.

Zikredilen bu şeyler kasemle mecrurdur, kasemin cevabı da

"innema tuadune levakı’” cümlesidir.

Müfessirler şöyle demişlerdir: Size va'dedilen kıyamet, dirilme ve ceza gibi şeyler elbette olacaktır. Sonra Allahü teâlâ bunun ne zaman olacağını zikredip şöyle dedi:

8

Yıldızlar silindiği zaman,

"Yıldızlar silindiği zaman": Yani ışığı karardığı zaman, demektir.

9

Gök yarıldığı zaman,

"Gök yarıldığı zaman": Yani parçalandığı zaman, demektir.

10

Dağlar savrulduğu zaman,

"Dağlar savrulduğu zaman":

Zeccâc şöyle demiştir: Hızla yerinden götürüldüğü zaman, İnteseftüş şey’e denir ki: Bir şeyi hızla kapmaktır.

11

Peygamberler vakitlendirildiği zaman (muayyen vakitleri geldiği zaman),

"Ve izer rüsülü ukkitet": Ebû Amr, şeddeli kaf ve vav ile "vukkıtet” okumuş, Ebû Cafer de ona katılmış, ancak o, kafi şeddesiz okumuştur. Diğerleri de kafin şeddesiyle birlikte vavın yerine elifle "ukkitet” okumuşlardır. Zeccâc da, şöyle demiştir: Vukkıtet ile ukkitet aynı manayadır; kim hemze ile "ııkkıtei” okursa, hemzeyi vavdan çevirmiştir, çünkü vavın makabli maznunudur. Her mazmum vavm zammesi devamlı ise onu hemzeye çevirmek câizdir.

Ferrâ’ da şöyle demiştir: Vav ilk harf olur da mazmum olursa, hemzeye kalp olunur; meselâ sallel kavmu uhdanen (toplum ayrı ayıı namaz kıldı) ve lıazihi ucuhun hisanun (bu yüzler güzeldir), denir, "Ukkıtet"in manası kıyamet günündeki vaktinde toplanmaktır.

İbn kuteybe de: Bir vakit için toplanmıştır ki, o da kıyamet günüdür, demiştir.

Zeccâc şöyle demiştir: Ümmetler arasında hüküm verilmek için onlara bir vakit ayrıldığı zaman.

12

Hangi gün için ertelendi?

"Hangi gün için ertelendi": Yani tehir edildi, demektir. Onları toplamak için süre verilmesi, kulları o günün korkusundan şaşırtır. Sonra Allahü teâlâ onu açıklayıp şöyle dedi:

13

Ayrım günü için.

"Ayrım günü için": O da Allahü teâlâ'nın mahlûkat arasında hüküm vereceği gündür. Sonra da şöyle diyerek o günü büyüttü:

14

Ayrım gününün ne olduğunu sana ne bildirdi?

"Ayrım gününün ne olduğunu sana ne bildirdi? Vay haline o gün yalanlayanların": Ölümden sonra dirilmeyi yalanlayanların, demektir. Sonra Allahü teâlâ yalanlayan ümmetlere ne yaptığını haber vermek üzere şöyle dedi:

15

Vay haline o gün (bunu) yalan sayanların!

16

öncekileri helak etmedik mi?

"Öncekileri helak etmedik mi?": Yani peygamberleri yalanladıkları zaman dünyada azap etmekle.

17

Sonra ötekileri arkalarına düşürmedik mi?

"Sümme nütbiuhumul aharin": Kurralar, "nütbiuhum

"daki ayn’ın refi görüşündeler, onlardan bazıları da aynı sakin olarak okumuşlardır.

Ferrâ’ şöyle demiştir: "Nütbiuhum” merfudur, İbn Mes’ûd'un "vesenütbiuhumul aharin” okuması da bunu gösterir. Eğer: Öncekileri helak etmeye ve ötekileri de arkalarına düşürmeye gücümüz yetmedi mi?” manasında cezmle "nütbi’hüm” okunursa, bu da güzel bir yorum olur.

Zeccâc şöyle demiştir: Cezm "nühlik” üzerine atıf dolayısıyladır, mana da: önce ve sonra helak edilen için, şeklinde olur. Ref de şu manaya göredir: Sonra her önceki günahkârın ardına ötekisini düşürürüz.

Mukâtil de şöyle demiştir: Sonra ötekileri onların ardına düşürürüz, yani Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'i yalanlayan Mekke kâfirlerini, demektir.

İbn Cerir de şöyle demiştir: öncekiler: Nûh, Ad ve Semud kavimleridir; sonrakiler de İbrahim, Lût ve Medyen kavimleridir.

18

İşte biz, günahkarlara böyle yaparız.

"İşte böyle” yani bunun gibi yaparız,

"günahkârlara": Yani yalanlayanlara.

19

Vay haline o gün (bunu) yalan sayanların!

Eğer:

"Vay haline o gün yalanlayanların” sözünü tekrar etmenin faydası nedir?” denilirse.

Cevap şöyledir: O her âyette öncekinden başkasını murat etmiştir (yalanlananlar değişmiştir. Mütercim). Çünkü her yeni şey zikrettiği zaman

"vay haline o gün yalanlayanların” dedi ki, bunu yalanlayan, demektir.

20

Sizi hakir (değersiz) bir sudan yaratmadık mı?

"Elem nahlükküm": Kalun, Nâfi’den kafi açık okuduğunu rivayet etmiştir. Diğerleri ise kâf’a idgam ile okumuşlardır.

"Bir hakir sudan yaratmadık mı?": Yani zayıf, demektir.

21

Onu sağlam bir karargahta kıldık.

"Onu sağlam bir karargâhta kıldık": Yani rahme yerleştirdik, demektir.

22

Belli bir süreye kadar.

"Belli bir süreye kadar” o da gebelik müddetidir.

23

Biz kadir olduk. Biz ne güzel kadirleriz.

24

Vay haline o gün (bunu) yalanlayanların!

"Fekaderna": Medine halkı ile Kisâi, şedde ile "kadderna” okumuşlar; kalanlar ise, şeddesiz okumuşlardır. Aralarında fark var mıdır?

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: İkisi aynı manaya lügattir,

Ferrâ’ da şöyle demiştir: Araplar: Kadere aleyhi ve kaddere aleyhi, derler. Şeddesiz okuyanlar şu delili getirmişlerdir: Eğer şeddeli olsa idi: Feni'mel mukaddirun, derdi. Ferrâ’ da buna cevap vermiş ve şöyle demiştir: Araplar bazen iki lügati birleştirirler, meselâ  

"femehhilil kafirine emhilhüm ruvevda” (Tarık: 17) âyetinde olduğu gibi. Şair de şöyle demiştir:

(Kadın) beni beğenmedi, benden beğenmediği de

Ak saçlarımla kelliğimdir.

Yani beğenmediği şey herkeste olan şeydir, demek istiyor. (Şairenkeret ve nekiret baplarını aynı manaya kullanmıştır. Mütercim).

İkincisi: Şeddesiz güç ve mülkten gelir, şeddeli de takdir ve kazadan gelir. Sonra ibret alıp kendini birlemeleri için eserlerini açıklayıp şöyle dedi:

25

Yeri toplayıcı kılmadık mı?

"Elem necalil arda kifata": Keft lügatte: Zam yapmak ve toplamaktır, Mana da şöyledir. Yer dirileri üstünde, ölüleri de altında loplar.

İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Ükfüt hâza ileyke denir ki: Bunu yanına al, demektir. Onlar Bakiülğarğad mezarlığına: Ölüleri içine aldığı için kefte, derlerdi.

26

Diriler ve ölüler için.

"Ahyaen ve emvata":

Mana şöyledir: Yer onları diri iken de ölü iken de toplar, bunu da cumhûr, demiştir.

Ferrâ’ da şöyle demiştir: Ahyaen ve emvaten kifat’tan etkilenerek mensûb olmuştur, sanki şöyle demişsin gibidir: Elem necalil arda kifate ahyain ve emvalin. Tenvinlediğin zaman mensûb okursun, tıpkı,

"ev itamun fi yevmin zi mesğabetin yetimen” kavlinde olduğu gibi (Beled: 14). Ahfeş de: Hâl olarak mensûb olmuştur, demiştir.

İkinci görüş: Yeri bitki ve yapılarla diriltmedik mi, harap ederek ve kurutarak da öldürmedik mi? Bu da Mücâhid ile Ebû Ubeyde’nin görüşleridir.

27

Orada yüksek dağlar kıldık ve size tatlı bir su içirdik.

"Onda sabit dağlar kıldık": Bunun açıklaması da yukarıda geçmiştir.

"Şamihâtin” yüksek demektir,

"ve eskaynaküm”

"eskayna"nın manası da Hicr: 22 ve Cin: 16’da geçmiştir.

"Furat"ın manası da Furkan: 52, Fatır: 12'de geçmiştir.

Mana da şöyledir: Bu şeyler öldükten sonra diriltmeden daha acayiptir. Sonra ahireite onlara ne denileceğini zikredip şöyle dedi:

28

Yazıklar olsun o gün (bunu) yalan sayanlara!

29

Yalanladığınız o şeye gidin;

"Yalanladığınız, o şeye gidin": Dünyada yalanladığınız şeye ki, o da ateştir, cehennemdir.

30

Üç kola sahip bir gölgeye.

"Intaliku ilâ zillin” cumhûr bu ikincisini emir manasında “Lâm” ın kesri ile okumuştur. Übey b. Ka’b, Ebû İmran, Rüveys de Ya’kûb 'tan mazi gaip olarak “Lâm” ın fethi ile (intalaku) okumuşlardır. İbn Kutevbe şöyle demiştir: "Zil” burada cehennem ateşinin dumanıdır ki, yükselir, sonra da üç dala ayrılır. Büyük dumanlar da yükseldiği zaman böyle olur. Onlara şöyle denilir: Hesap bitinceye kadar bu dumanın içinde kalın, nitekim Allah'ın velileri de Arş'in gölgesinde yahut Allah’ın dilediği bir yerde olurlar. Sonra her zümrenin cennet ve cehennemdeki karargahına gitmeleri emredilir.

31

Ne gölgeleyici ne de alevden savar.

"Gölgelendirici değildir": Yani sizi o günün sıcağından gölgelemez, bilakis sizi güneşin sıcağından daha yüksek olan ateşin alevine yaklaştırır.

Mücâhid şöyle demiştir: Onun bir dalı insanın tepesinde, bir dalı sağında, bir dalı da solunda olur, onu her taraftan kuşatır.

Dahhâk da şöyle demiştir: Üç dal şunlardır: Kuru diken, zakkum ve irin. Bu görüşe göre bu, cehenneme girdikten sonra olur.

"Ne de alevden savar": Yani cehennem alevini sizden savmaz, demektir. Sonra ateşi niteleyip şöyle dedi.

32

Gerçekten o, saray gibi kıvılcımlar atar.

"Gerçekten o, saray gibi kıvılcımlar atar (saçar)": Şerer, ateşten sıçrayan kıvılcımlardır.

"Kelkasr": Cumhûr tekil olarak sad’ın sükunu ile okumuştur ki, saray manasınadır. Bu mana İbn Ebi Talha’nın, İbn Abbâs rivâyetinde geçmektedir, cumhûr da bu görüştedir. İbn Abbâs, Ebû Rezin, Mücâhid ve Ebû’l - Cevza, şadın fethi ile "kelkasar” okumuşlardır. Buhârî’nin efrad olarak rivayet ettiği hadiste

İbn Abbâs şöyle demiştir: Biz tahta ve keresteleri iki veya üç arşın boyunda keser kışa saklardık, buna da kasar, derdik.

İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Kim kasar okursa, kesilen hurma kütüklerinin toprakta kalanını kastetmiş olur.

Zeccâc da şöyle demiştir: Kasr deve boyunudur. Sa’d b. Ebi Vakkas, Hazret-i Âişe, İkrime, Ebû Miclez, Ebû’l - Mütevekkil ve İbn Yamur, kafin fethi ve şadın kesri ile "kelkasır” okumuşlardır.

İbn Mes’ûd, Ebû Hureyre ve Nehaî de, kafin ve şadın ikisinin de ref’i ile "kelkusur” okumuşlardır. Ebudderda ile Said b. Cübeyr de kafin kesri ve sadın fethi ile "kelkısar” okumuşlardır.

Ebû’l - Âliyye Ebû İmran, Ebû Nehik ve Muaz el - Kari de, kafin zammı ve sadın sükunu ile "kelkusr” okumuşlardır.

33

Sanki o, sarı sarı develerdir.

34

Vay haline o gün (bunu) yalanlayanların!

"Keennehu cimalatün":

İbn Kesir, Nâfi, Ebû Amr, İbn Âmir ve Kisâi, çoğul olarak cimin kesri ile "cimalatün” okumuşlar; Hamze, Kisâi, Hafs da Âsım’dan, tekil olarak "cimaletün” okumuşlardır. Riiveys de Ya’kûb ’tan, cimin zammı ile "cümalatün” okumuş; Ebû Rezili, Humeyd ve Ebû Mayve, tekil olarak cimin ref’i ile "cümaletün” okumuşlardır.

Zeccâc da şöyle demiştir; Kim kesre ile "cimalatün” okursa o, cimal’ün çoğuludur, tıpkı buyut ve buyulat gibi ki, çoğulun çoğulu olur,

Mana da şöyledir: Kıvılcımlar develer gibidir. Kim zamme ile "cümalatün” okursa, o da "cümaletü"nün çoğuludur. Kim "cimaletün” okursa, o da cemel ve cimale’nin çoğuludur, tıpkı hacer ve hicaretin, zeker ve zikaretin gibi. Cümalatün’da anlattığımız gibi "cümaletün” de okunmuştur. Sufr burada: Siyah demektir. Sarıya çalan siyah develere; İbilün sufrun, denir.

Ferrâ’ da şöyle demiştir: Sufr: Siyah devedir, nerede bir siyah deve görülürse mutlaka rengi sarıya çalar. Onun içindir ki, Araplar siyah deveye: Sufr, derler; tıpkı ceylana da beyazlığının üzerindeki esmerlikten dolayı: Edm, demeleri gibi.

35

Bu bir gün ki, konuşmazlar.

"Bu bir gün ki, konuşmazlar":

Müfessirler şöyle demişlerdir: Bu, kıyametin bazı duraklarında olur.

İkrime de şöyle demiştir: Konuşurlar, çekişirler; sonra ağızları mühürlenir; elleri ve ayakları konuşur. O zaman kendilerine faydası olacak bir delil konuşamazlar.

Ebû Recâ’, Kasını b. Muhammed, A’meş ve İbn Ebi Able, mimin nasbi ile

"hâza yevme lâ yentıkun” okumuşlardır.

36

Onlara izin verilmez ki, özür dilesinler.

37

Yazıklar olsun o gün (bunu) yalan sayanlara!

38

Bu ayrım günüdür. Sizi de öncekileri de topladık.

"Bu ayrım günüdür": Yani cennetliklerle cehennemliklerin ayrıldığı gündür.

"Sizi topladık": Yani bu ümmetin inanmayanlarını

"ve öncekileri” onlar da peygamberlerini yalanlayan inançsızlardır.

39

Eğer sizin için bir tuzağınız varsa, bana tuzak kurun.

"Fe-in kâne leküm keydün fekiydûni": Ya’kûb her iki halde de ye ile okumuştur, yani eğer bir çareniz varsa, kendiniz için arayın, demektir. Sonra mü’minlere ne olacağından bahsedip şöyle dedi:

40

Yazıklar olsun o gün (bunu) yalan sayanlara!

41

Şüphesiz müttekîler, gölgelerde ve pınarlardadır.

"Şüphesiz müttekîler gölgelerdedir": Yani ağaç gölgelerinde ve sarayların sığınaklarındadırlar.

"Pınarlarda” subaşlarında, demektir. Bunun açıklaması da yukarıda geçmiştir.

42

Canlarının çektiği meyvelerde.

43

Yaptıklarınıza karşdık olarak afiyetle yiyin, için.

"Yiyin": Yani onlara: Yiyin, için dünyada yaptığınız taatlara karşılık afiyetle yiyin, için denilir. Sonra Mekke kâfirlerine şöyle dedi:

44

Gerçekten biz, iyilik edenleri böyle mükafatlandırırız.

45

Yazıklar olsun o gün (bunu) yalanlayanlara!

46

Yiyin ve biraz faydalanın. Şüphesiz sizler suçlularsınız.

"Yiyin ve biraz faydalanın": Ecelleriniz gelene kadar.

"Şüphesiz sizler suçlularsınız": Yani Allah'a şirk koşanlarsınız, demektir.

47

Yazıklar olsun o gün (bunu) yalanlayanlara!

48

Onlara: "Rukû’ edin” denildiği zaman, rukû’ etmezler.

"Onlara: Rukû’ edin” denildiği zaman":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: o kıyamet gününde secdeye davet edildikleri zamandır, bunu da el - Avfi, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir.

İkincisi: O dünyada onlara: Rukû’ edin, yani namaz kılın, denildiği andır.

"Rukû’ etmezler” yani namaz kılmazlar. Mücâhid ile diğerleri bu görüştedirler. Doğrusu da budur. Bunun Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in Sakil heyetine namazı emretmesi ile: Biz eğilmeyiz, bu bizim için ayıptır, demeleri üzerine indiği de söylenmiştir ki, Peygamberimiz de onlara: Rukuu olmayan dinde hayır yoktur, demişti.

49

Yazıklar olsun o gün (bunu) yalanlayanlara!

50

Bundan sonra hangi söze inanacaklar?

"Bundan sonra hangi söze inanacaklar?": Yani eğer bu Kur’ân’ı tasdik etmezlerse, bundan sonra hangi kitabı onaylayacaklar, hâlbuki ondan sonra kitap yoktur!

0 ﴿