78-NEBE’ SÛRESİ

40 ayettir. Tamamı ittifakla Mekki'dir.

Bismillahirrahmanirrahim

1

Hangi şeyden birbirlerine soruyorlar?

"Amme yetesaelun": Aslı

"an ma"dır, nun mime idgam edilmiş,

"ma"daki elif de atılmıştır; tıpkı fime ve bime’de olduğu gibi.

Müfessirler şöyle demişlerdir: Resûlüllah sallallahu alayhi ve sellem Allah tarafından gönderilince, müşrikler kendi aralarında: "Ne getirdi?” dediler ve mücadele ettiler, getirdiği şey hakkında tartıştılar. Bunun üzerine bu âyet indi. Lâfız soru ise de mana kıssayı büyütmektir, nitekim: "Zeyd nedir?” derler ki, maksat onu büyütmektir. Sonra soruşturdukları şeyi açıklayıp

2

O büyük haberden mi?

"o büyük haberden mi?” dedi. Yani şanı büyük haberden demektir.

Bunda da üç görüş vardır:

Birincisi: Kur’ân’dır, bunu da Mücâhid, Mukâtil ve Ferrâ’ demişlerdir.

Ferrâ’ şöyle demiştir: Cevap verince

"amme” sanki şu manaya gelmiş oldu: Hangi şey için Kur’ân’dan soruyorlar?

İkincisi: Yeniden dirilmedir, bunu da Katâde, demiştir.

Üçüncüsü: O. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in durumudur.

3

O ki, onlar onda ihtilaf ediciler.

"O ki, onlar onda ihtilaf ediyorlar": Kim: O, Kur’ân’dır, derse, gerçekten müşrikler onda ihtilal etmişlerdi; bazıları: O sihirdir dediler, bazıları: O şiirdir, dediler, bazıları da evvelkilerin masallarıdır vs. dediler. O, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in durumudur, diyenler için de mesele aynıdır. Kim de: O yeniden dirilme ve kıyamettir, derse,

bunda da ihtilaflarında da iki görüş vardır:

Birincisi:'Onlar onu işitince ihtilaf ettiler; kimileri tasdik edip iman etti, kimileri de yalanladı. Bu da Katâde'nin görüşünden çıkarılmıştır.

İkincisi: Müslümanlarla müşrikler onda ihtilaf ettiler; Müslümanlar onu tasdik etti, müşrikler ise onu inkâr ettiler. Bunu da Yahya b. Selam demiştir.

4

Hayır, yakında bilecekler.

"Hayır": Bazıları bunun azarlama ve paylama olduğunu söylemişler; bazıları da o, ihtilaflarını rettir, demişlerdir,

Mana da şöyledir: Mesele onların dediği gibi değildir.

"Yakında bilecekler": Durum aydınlandığı zaman yalanlamalarının akibetini bileceklerdir.

5

Yine hayır, yakında bilecekler.

"Yine hayır, yakında bilecekler": Tehdit üstüne tehdittir. İbn Âmir ikisinde de te ile "setalemune” okumuştur. Sonra Allahü teâlâ birliğini tanımaları için eserleri zikredip şöyle dedi:

6

Yeri bir döşek kılmadık mı?

"Yeri bir döşek kılmadık mı?": Yani döşek ve yaygı,

7

Dağları kazıklar.

"dağları kazıklar kılmadık mı?": Yere kazık yaptık ki, sizi sarsmasın, diye.

8

Sizi çift çift yarattık.

"Sizi çift çift yarattık": Yani sınıflar, zıtlar halinde, erkekli dişili, siyah, beyaz ve kırmızı olarak.

9

Uykunuzu dinlenme kıldık.

10

Geceyi örtü kıldık.

"Uykunuzu dinlenme kıldık":

İbn Kuteybe: Bedenlerinizin rahat etmesi için, demiştir. Biz de bunu Fur’kan: 47’de şerh etmiştik. Orada

"ve ce’alnel leyle libâsen” kavlini de açıklamıştık.

11

Gündüzü geçim vakti kıldık.

"Gündüzü geçim vakti kıldık": Yani geçiminize sebep kıldık. Maaş: geçimdir, geçime sebep olan her şey: Maaş’tir,

Mana da şöyledir: Gündüzü rızık aranacak yer yaptık.

İbn Kuteybe de: Maaşen, yani ayşen demiştir ki, mastar olduğunu hatırlatmak istemiştir.

12

Üstünüze sağlam yedi kat (gök) yaptık.

"Üstünüzde sağlam yedi kat (gök) yaptık":

Mukâtil: Onlar göklerdir, demiştir. Her göğün kalınlığı beş yüz yıllık yoldur, her iki göğün arası da onun kadardır. O, ey âdemoğulları, üstünüzdedir, isyan edip de üzerinize kapanmasından sakının.

13

(Onda) çok parlak bir kandil kıldık.

"Onda çok parlak bir kandil kıldık": O da güneştir.

"Vehhacen":

İbn Abbâs: Işık saçan demiştir. Dilciler de, vehhac: Yanan, demişlerdir. Şöyle de denilmiştir: Vehhac ışığı da harareti de olandır.

14

Sıkışan (bulut)lardan şarıl şarıl bir su indirdik.

"Sıkıştıranlardan indirdik":

Bunda da üç görüş vardır:

Birincisi: Onlar göklerdir, bunu da Übey b. Ka’b, Hasen ve İbn Cübeyr, demişlerdir.

İkincisi: Onlar rüzgarlardır, Inmu da el - Avfi, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Mücâhid, İkrime, Katâde ve Mukâtil de böyle demişlerdir. Zeyd b. Eslem de şöyle demiştir: Onlar güney rüzgarlarıdır. Buna göre

"min” "ba” manasına olur, takdiri de: Bilmu’sıratı (sıkıştıranlardan) olur. Rüzgarlar niçin mu’sırat denildi? Çünkü yağmuru akıtan onlardır.

Üçüncüsü: Onlar buluttur, bunu da el - Valibi, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Ebû’l - Âliyye, Dahhâk ve Rebi’ de böyle demişlerdir.

Ferrâ’ da şöyle demiştir: Sıkışan bulutlar yağmur yağdıran, fakat henüz toplanmamış olan bulutlardır, tıpkı cariye mu'sır denildiği gibi ki, genç kız hayız görme çağına gelip de henüz görmemektir,

İbn Kuteybe de böyle demiştir: Bulut hayzı yaklaşan genç kızlara benzetilmiştir.

Zeccâc da şöyle demiştir: Buluta mu’sırat denilmesi, ecezzezzerü fehüve mücez (ekin biçilmeye yüz tuttu) sözü gibidir ki, bulut da yağdırmağa yüz tutunca fekad a’sara, denir.

"Şarıl şarıl bir su indirdik":

Mukâtil: Kesintisiz yağan bol yağmurdur, demiştir. Bir başkası da şöyle demiştir: Seccel mau yesiccü denir ki, su dökülmektir.

15

Onunla hububat ve bitki çıkaralım, diye.

"Onunla çıkaralım diye": Yani o su ile demektir.

"Habben ve nebaten":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Hab: İnsanların yediği, nebat da: Yerden bitip de insanların ve hayvanların yediği şeylerdir. Bu da cumhûrun görüşüdür.

Zeccâc da şöyle demiştir: Biçilen her şey hububattır, davarların yediği ot da bitkidir.

İkincisi: Hab (tane): incidir, bitki de: Ottur.

İkrime de şöyle demiştir: Allah ne kadar gökten yağmur damlası indirirse, o kadar denizde inci oluşturur, yerde de ot bitirir.

16

Sarmaş dolaş bahçeler.

"Bahçeler": Yani bostanlar,

"sarmaş dolaş":

Ebû Ubeyde: Ağaçları arasında boşluk kalmayacak şekilde birbirine dolaşmış, demiştir. Elfaf'ın tekili: Leffa’dır, çoğul olarak lüf, denir, çoğulun çoğulu da: Elfaf'tır.

Müfessirler şöyle demişlerdir: Allahü teâlâ mahlukatını, yeniden diriltmeye delil getirmiştir. Sonra kıyametten haber verip şöyle dedi:

17

Gerçekten ayrım günü, belirlenen vakit oldu.

"Gerçekten ayrım günü": Yani mahlukat arasında hüküm günü

"belirlenen vakit oldu": Allah’ın va’dettiği sevap ve azaba.

18

O gün sûra üfürülür; bölük bölük gelirsiniz.

"O gün sûra üfürülür; gelirsiniz": kabirlerinizden

"bölük bölük": Yani her taraftan zümre zümre demektir.

19

Gök açıldı, kapı kapı oldu.

"Ve futihati’s-semâü": İbn Kesir, Nâfi', Ebû Amr ve İbn Âmir, şedde ile "ve futtihat” okumuşlar; Âsım ile Kisâi de şeddesiz olarak okumuşlardır. Gök sadece meleklerin inmesi için açılır.

"Kapı kapı oldu": Yani kapıları oldu.

20

Dağlar yürütüldü; bir serap oldu.

"Dağlar yürütüldü": Yerlerinden,

"bir serap oldu": Yani serap gibi oldu; çünkü dağılmış toz gibi olur, bakan insan o sert ve dayanıklı şeyleri serap gibi görür.

21

Şüphesiz cehennem gözlem evi yeri oldu.

"Şüphesiz cehennem gözlem yeri oldu":

Müberrid şöyle demiştir: Suçluların gözlendiği yer oldu, yani cehennem hazinleri orada kâfirleri beklerler. Ezberi de şöyle demiştir: Mirsad: Pusuya yatanın düşmanı gözetlediği yerdir. Sonra bunun kimler için olduğunu açıklayıp şöyle dedi:

22

Azgınlar için dönüş yeri olarak.

"Azgınlar için":

İbn Abbâs: Müşrikler için, demiştir. Meab da: Dönüş yeri, demektir.

23

Orada asırlarca kalıcılar.

"Labisine": Hamze "lebisine” okumuş ve ikisinin manası birdir, demiştir. Huve labisün bilmekani ve lebisün, denir, tıpkı, tâmi’ ve lami', fârih ve ferih, gibi. Ahkab ise: Hukub'un çoğuludur, ondaki ihtilafı da Kehf: 60’da zikretmiştik.

Eğer:

"Ahkabı zikretmenin manası nedir, çünkü onlar orada süresiz kalacaklardır?” denilirse, bunun iki cevabı vardır:

Birincisi: Bu, bir sonu göstermez, zira her hukub geçtikçe arkasından bir hukub daha gelir. Eğer: Orada on hukub veya beş hukub kalacaklar, dese idi, bunun bir sonu olabilirdi. Bu da İbn Kuteybe ile cumhûrun görüşüdür. Bunun açıklaması da şöyledir: Cennet ve cehennemdekilerin zaman itibarı ile sonu olmamakla beraber yine de bir sayı altına girmesi düşünülebilir.

İkincisi:

Mana şöyledir: Orada hukublarca eğleşirler, tatmazlar, o hukublarda

24

Orada ne bir serinlik ne de bir içecek tatmazlar.

"ne bir serinlik ne de bir içecek” ama ebediyetleri devam eder. Bu da Zeccâc’ın görüşüdür, açıklaması da şöyledir: Ahkab onların kaynar su ve irinle azaplarının sınırıdır; hukublar bitince başka türlü azapla azap edilirler.

"Soğuktan” murat edilen şey hakkında da üç görüş vardır:

Birincisi: O şarabın soğukluğudur, bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs'tan: Orada ne şarabın soğukluğunu ne de şarabı tadarlar, demiştir.

İkincisi: O güzel koku ve rahatlıktır, bunu da Hasen ile Atâ’, demişlerdir.

Üçüncüsü: O uykudur, bunu da Mücâhid, Süddi, Ebû Ubeyde ve İbn Kuteybe, demişler ve şu beyiti şahit getirmişlerdir:

Eğer istersem öteki kadınları da kendime haram ederim,

Eğer istersem tatlı su ve uyku da tatmam.

İbn Kuteybe şöyle demiştir: Beyitte geçen Nukah: Sudur, berd de: Uykudur; ona berd (soğukluk) denilmesi onda hararetin düşmesindendir.

Mukâtil de şöyle demiştir: Orada ateşin hararetini dindirecek bir soğuk da tatmazlar, susuzluğu kesecek bir içecek de tatmazlar.

25

Ancak kaynar su ve irin.

"İlla hamimen ve ğassaka (ancak kaynar su ve irin)": İbn Kesir, Nâfi', Ebû Amr ve İbn Âmil, şeddesiz olarak "ğasakan” okumuşlar; Hamze, Kisâi, Mufaddal, Hafs da Âsım’dan şedde ile okumuşlardır. Hamim de yukarıda Sad: 57’de geçmiştir.

26

Uygun bir karşılık olarak.

"Uygun bir karşılık olarak": Fena: Amellerine uygun olarak, demiştir. Başkası da: Amellerine uygun, tam o kadar cezalandılar; şirkt en daha büyük günah, ateş azabından daha çetin bir azap yoktur, demiştir.

27

Çünkü onlar bir hesap ummuyorlardı.

"Çünkü onlar bir hesap ummuyorlardı":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Hesaba çekilmekten korkmuyorlardı, çünkü onlar öldükten sonra dirilmeye inanmıyorlardı, bunu da cumhûr, demiştir.

İkincisi: Hesaptan sevap ummuyorlardı, çünkü onlar dirilmeye inanmıyorlardı. Bunu da Zeccâc, demiştir.

28

Âyetlerimizi yalanlamakla yalanladılar.

"Ve kezzebu biayatine kizzaba":

Ferrâ’ şöyle demiştir: Şedde ile kizzab, Yemen lehçesidir ve düzgündür, onlar: Kezzebtü bihi kizzaben (ona yalan söyledim), harraktul kamisa hırrakan (gömleği yırttım) derler, "Fe’altü” babının bütün mastarları onlarda şeddelidir. Bir bedevi Merve'de benden bir fetva sordu: El- halku ehabbu ileyke emil - kısanı (saçı tıraş etmek mi daha iyidir yoksa kısaltmak mı?) dedi. Kilab oğullarından biri bana şöyle bir şiir okudu:

Ne kadar beni arkadaşlarımdan geri koydu Ve görülmesi bana şifa veren ihtiyaçlarımdan geri koydu.

Necid halkı ise: Kezzebtü bihi tekziben, derler,

Ebû Ubeyde de şöyle demiştir: El - Kizzab, kizap'tan daha abartılıdır, ikisi de mükazebe’nin mastarıdır. Şair A'şa şöyle demiştir:

Ona doğru da söyledim, yalan da (kizaben)

Bazen yalan insana fayda verir.

29

Her şeyi yazarak saydık.

"Ve külle şeyin ahsaynahu”

Zeccâc şöyle demiştir:

"Külle” gizli bir fiille mensubtur, ahsaynahu da onu tefsir etmektedir, mana da:

Ahsayna külle şeyin, demektir.

"Kitaben” bu

"ahsaynahu"yu tekit etmektedir; çünkü

"ahsaynahu” ile "ketebnahu” sonuçta birdir,

Mana da şöyledir: Ketebnahu kitaben (onu yazmakla yazdık).

Müfessirler şöyle demişlerdir: Bütün amellerini Levh-i Mahfuza’a kaydettik.

30

Tadın, sizin ancak azabınızı artıracağız.

"Tadın” yani onlara: Yaptıklarınızın cezasını tadın / çekin, denir.

"Sizin yalnız azabınızı artıracağız.

31

Şüphesiz müttekîler için kurtuluş vardır.

Şüphesiz müttekîler için vardır” onlar da şirk koşmayanlardır,

"kurtuluş vardır”

bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Gezinti yeri vardır, bunu da İbn Abbâs ile Dahhâk, demişlerdir.

İkincisi: Cehennemden kurtulup cennete girmek ve azaptan kurtulup rahmete ermekle kurtuluş vardır, bunu Katâde, demiştir.

İbn Kuteybe de:

"Metazen” "fevz” gibi mastardır, demiştir.

32

Bahçeler ve üzüm bağları.

"Hadâik":

İbn Kuteybe: Hurma bahçeleri demiştir, tekili hadika’dır (bir hurma bahçesi).

33

Göğüsleri tomurcuklanmış yaşıt genç kızlar.

"Ve kevâib":

İbn Abbâs: Kevâib, memeleri dolgun kızlar, demiştir.

İbn Hâris de şöyle demiştir: Kaabetil ıner’etü lelıiye kiahun denir ki: Göğüsleri henüz tomurcuklanan kadındır. Biz de

"etrâb"ın manasını Sad: 52’de zikretmiştik.

34

Dolu kadehler.

"Ve kesen dihaka":

Bunda da üç görüş vardır:

Birincisi: Dolu bardaklardır, bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Hasen, Katâde ve İbn Zeyd de böyle demişlerdir.

İkincisi: O arka arkaya demektir, bunu da Mücâhid, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; İbn Cübeyr de böyle demiştir. Mücâhid’ten de her iki görüş de rivayet edilmiştir.

Üçüncüsü: O saf ve berrak demektir, bunu da İkrime, demiştir.

35

Orada ne boş bir lâf ne da yalanlama işitmezler.

"Orada işitmezler": Yani cennette şarap içtikleri zaman

"boş lâf": Biz de bunu Tûr: 23 vd. yerlerde anlatmıştık.

"Yalanlama da işitmezler": Yani birbirlerini yalanlamazlar; çünkü dünya insanları içki içtikleri zaman bâtıll konuşurlar, cennet insanları ise bundan beridirler.

Ferrâ’ şöyle demiştir: Hazret-i Ali radıyallahu anh, şeddesiz olarak "kizaben” okurdu. Sanki - Allah daha iyi bilir ya - orada birbirlerini yalanlamazlar demek isterdi. Kisâi de bunu şeddesiz okur, "ve kezzabu biayatina kizzaba

"yı ise şeddeli okurdu; çünkü "kezzebu"nun mastarı "kizzab

"tır. Bunda ise onu mastar kılacak bir fiil yoktur. Ebû Ubeyde’nin kizzab’ı mükazebe’nin mastarı olarak şeddeli ve şeddesiz okuduğunu zikretmiştik.

Ebû Ali el - Farisi de şöyle demiştir: "Kizab” şeddesiz olarak "kezebe"nin mastarıdır, "kitab"ın "ketebe"nin mastarı olduğu gibi.

36

Rabbinden bir mükâfat, yeterli bir vergi olarak.

"Cezaen": Zeccâc, mana şöyledir, demiştir: Cazahumullahu bizalike cezaen (Allah onları bununla cezalandırdı).

"Atâ’en” de öyledir, çünkü ata ile cezanın manası birdir.

"Hisaben” bunun manası da: Onlara yetecek şekilde, demektir: Yani orada gönüllerinin çektiği her şey vardır, demektir. Ahsebcni keza denir ki: Bana yetti, manasınadır.

"Rabbis semavati” Nâfi, İbn Kesir, Ebû Amr ve Mufaddal "rabbu"nun besini ve "rahman"ın nun’unu refi ile okumuşlardır ki, huve rabbus semavati, demektir. Âsım ile İbn Âmir de "rabbike"nin sıfatı olmak üzere

"be'nin ve nun’un cerri ile okumuşlardır. Hamze ile Kisâi de be’nin kesri ve nun’un refi ile okumuşlardır. Ferrâ’ da bu kıraati beğenmiş, bir grup da ona katılmıştır. Sebep olarak da rabb’in mecrura yakın olup rahman’ın ise uzak olmasını göstermişlerdir.

37

Göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rahman Rabbi. O’ndan bir hitaba sahip olamazlar.

"O’ndan bir hitaba sahip olamazlar":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: O izin vermedikçe şefaat etme hakkına sahip olamazlar, demektir, bunu da İbn Saib, demiştir.

İkincisi: Mahlukat Allah izin vermedikçe konuşamazlar demektir, bunu da Mukâtil, demiştir.

38

O günde Ruh ve melekler saf saf dururlar. Konuşmazlar, ancak Rahman'ın izin verip de doğru diyen müstesna.

“O günde Ruh kalkar":

Bunda da yedi görüş vardır:

Birincisi: O, Allahü teâlâ’nın ordularından bir ordudur; melek değildirler. Bunu da İbn Abbâs, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’den rivayet etmiştir.

Mücâhid de şöyle demiştir: Onlar Âdem gibi bir mahluktur, yerler, içerler.

İkincisi: O bir melektir ki, göklerden, dağlardan ve meleklerden daha büyüktür. Bunu da İbn Mes’ûd ile Mukâtil b. Süleyman demişlerdir. Atâ’ da,

İbn Abbâs’tan şöyle dediğini rivayet etmiştir: Allah ondan daha büyük bir mahluk yaratmamıştır. Kıyamet günü geldiği zaman o tek başına bir saf olur, bütün melekler de bir tek saf olurlar. O ise onlar kadar büyük olur.

Üçüncüsü: O insanların ruhlarıdır, iki üfürme arasında ruhlar cesetlere dönmeden önce meleklerle beraber kalkar. Bunu da Atıyye, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir.

Dördüncüsü: O Cebrâil aleyhisselam’dır, bunu da Şa’bî, Said b. Cübeyr ve Dahhâk, demişlerdir.

Beşincisi: Onlar âdemoğullarıdır, bunu da Hasen ile Katâde, demişlerdir.

Altıncısı: O Kur’ân’dır, bunu da Zeyd b. Eslem, demiştir.

Yedincisi: Onlar meleklerin eşrafıdır, bunu da Mukâtil b. Hayyan, demiştir.

"Melekler safsaf olurlar": Şa’bî şöyle demiştir: Orada iki saf vardır: Biri ruhun safı, diğeri ise meleklerin safıdır. Buna göre mana şöyle olur: Ruh bir saf olarak, melekler de bir saf olarak durur.

İbn Kuteybe de:

"Saffen” kavlinin manası: Saflar halinde, demiştir.

"Konuşmazlar": Yani mahlukal konuşmazlar, demektir.

"Ancak Rahman’ın izin verdiği müstesna” konuşmaya izin verdiği, "ve doğru diyen": Yani dünyada doğru konuşan demektir ki, o da müfessirlerin çoğunluğuna göre kelime-i Tevhidtir.

Mücâhid de şöyle demiştir: Dünyada hak konuşup onunla amel eden müstesnadır.

39

İşte bu o hak gündür. Artık kim dilerse, Rabbine bir yol edinir.

"İşte bu o hak gündür": Vukuunda şüphe olmayan gündür.

"Artık kim dilerse, Rabbine bir yol edinir": Yani O’na itâat ederek bir yol bulur. Sonra Allahü teâlâ Mekke kâfirlerini korkutup şöyle dedi:

40

Gerçekten biz, sizi yakın bir azapla uyardık. O günde kişi iki elinin önceden gönderdiğine bakar ve kâfir:

"Ah keşke, toprak olsaydım!” der.

"Gerçekten biz sizi yakın bir azapla korkuttuk": O da ahiret azabıdır, her gelecek yakındır.

"O günde kişi iki elinin önceden yaptığına bakar": Yani lıayıı veya şer amelinin deflere kay dedildiğini görür. "Kâfir:

"Ah keşke, toprak olsaydım” der": Yani keşke dirilmeseydim. Sa’lebî şeyhlerinden birinden, bir tefsirde şöyle gördüğünü nakletmiştir: Burada kâfir, İblis’tir, çünkü o, Âdem’i topraktan yaratıldığı için kınamıştı. Kıyamet gününde ise Âdem’in yerinde olmak isler ve: Keşke toprak olsaydım, der.

0 ﴿