79-NAZİAT SÛRESİ

Mekke’de inmiştir. 56 ayettir. Tamamı ittifakla Mekki’dir.

Bismillahirrahmanirrahim

1

Yemin olsun, şiddetle çekenlere,

"Yemin olsun, şiddetle çekenlere":

Bunda yedi görüş vardır:

Birincisi: Onlar kâfirlerin ruhlarını çeken meleklerdir, bunu da Hazret-i Ali ile İbn Mes’ûd, demişlerdir. Atıyve de İbn Abbâs’tan: Onlar âdemoğullarının canlarını çeken meleklerdir, dediğini rivayet etmiş; Mesruk da böyle demiştir.

İkincisi: O canları çekip alan ölümdür, bunu da Mücâhid, demiştir.

Üçüncüsü: Onlar çekilen nefislerdir, bunu da Süddi, demiştir.

Dördüncüsü: Onlar ufuktan ufuka çekilip doğan, sonra da kaybolan yıldızlardır. Bunu da Hasen, Katâde, Ebû Ubeyde, Ahfeş ve İbn Keysan, demişlerdir.

Beşincisi: Onlar, okla çekilen yaylardır, bunu da Atâ’ ile İkrime, demişlerdir.

Altıncısı: Onlar çekilen ve ürken vahşi hayvanlardır, bunu da Maverdi nakletmiştir.

Yedincisi: Onlar ok atanlardır, bunu da Sa’lebî hikaye etmiştir.

"Garka": Bu isimdir, iğrak mastarının yerine geçirilmiştir.

İbn Kuteybe, mana şöyledir, demiştir: Vennaziati garka, yaya dalan, yani (yayı) son kerteye kadar çekenlere yemin olsun ki, demektir.

2

Yavaşça çekmekle çekenlere,

"Ven-nâşitati neşta":

Bunda da beş görüş vardır:

Birincisi: Onlar meleklerdir, sonra

Kelâmın manasında da iki görüş vardır:

Birincisi: Onlar kâfirler can verirken onları şiddet ve üzüntü ile çıkarırlar, bunu Hazret-i Ali radıyallahu anh, demiştir.

Mukâtil de şöyle demiştir: Ülüm meleği kâfirin ruhunu çeker, köprücük kemiklerine geldiği zaman onu boğazına tıkar; ona hayatında da azap eder. Sonra onu boğazından çeker, tıpkı ıslak yüne saplanmış çengeli çeker gibi.

İkincisi: Onlar mü’minlerin ruhlarını tez alırlar, tıpkı dizindeki ilmeği çözülen deve gibi. Bunu da İbn Abbâs, demiştir.

Ferrâ’ da şöyle demiştir: Benim Araplardan işittiğim şu şekildedir: Kema ünşita min ikalin (ilmeği çözülmesi gibi). Burada ikal lâfzı elifledir. Devenin dizindeki ipi bağladığın zaman: Neşettuhu, dersin, çözdüğün zaman da: Enşattuhu, dersin.

İkincisi: Onlar mü’minlerin ruhlarıdır ki, ölüm anında çıkmak için harekete geçer. Yine bu da İbn Abbâs’tan rivayet edilmiştir. Bunun açıklaması da şudur: Mü'min ölümden önce cennetteki yerini görür; bu nedenle canı hemen çıkmak ister.

Üçüncüsü: Naşitat: İnsanın canını harekete geçiren ölümdür, bunu da Mücâhid, demiştir.

Dördüncüsü: Onlar ufuktan ufka giden aktif yıldızlardır, bunu da Katâde, Ebû Ubeyde ve Ahfeş, demişlerdir. Yaban öküzüne (ceylan, geyik ve benzerlerine) de nevaşit denir; çünkü o da bir yerden bir yere hızla gider.

Ebû Ubeyde de şöyle demiştir: Üzüntüler de insanı alıp götürür. Şair Heyman b. Kuhafe de şöyle demiştir:

Kederlerim akşam beni alıp götürdü:

Bir kere Şam 'a, bir kere de Vasıt'a.

Beşincisi: O ölümle harekete geçen candır.

3

Yüzmekle yüzenlere,

"Yüzmekle yüzenlere":

Bunda da altı görüş vardır:

Birincisi: Onlar mü’minlerin ruhlarını yüzdüren meleklerdir, bunu da Hazret-i Ali radıyallahu anh, demiştir,

İbn Saib de şöyle demiştir: Onlar mü’minlerin ruhlarını suda yüzer gibi alırlar; bir ara batar, bir ara çıkarlar; onu incitmeden alırlar, sonra da istirahat etmesi için bırakırlar.

İkincisi: Onlar gökten hızla inen meleklerdir; nitekim koşu atma da, hızlı koştuğu zaman: Sabih denir. Bunu da Mücâhid, Ebû Salih ve Ferrâ’, demişlerdir.

Üçüncüsü: O âdemoğullarının ruhları içinde yüzen ölümdür, yine bu da Mücâhid’ten rivayet edilmiştir.

Dördüncüsü: Onlar suda yüzen gemilerdir, bunu da Alâ, demiştir.

Beşincisi: Onlar; yıldızlar, güneş ve aydır; her biri bir yörüngede yüzerler. Bunu da Katâde ile Ebû Ubeyde, demiştir.

Altıncısı: Onlar atlardır, bunu da Maverdi nakletmiştir.

4

Koşmakla koşanlara,

"Koşmakla koşanlara":

Bunda da beş görüş vardır:

Birincisi: Onlar meleklerdir, sonra

Kelâmın manasında da üç görüş vardır:

Birincisi: Onlar vahyi koşarak peygamberlere şeytanlardan önce getiren meleklerdir, bunu da Ali ile Mesruk, demişlerdir.

İkincisi: Onlar mü'minlerin ruhlarını koşarak cennete götüren meleklerdir, bunu da Mücâhid ile Ebû Ravk, demişlerdir.

Üçüncüsü: Onlar âdeınoğullarını imana koştururlar.

İkincisi: Onlar Allahü teâlâ’ya iştiyaklarından dolayı melekleri geçen mü’minlerin ruhlarıdır; melekler de onları neşeyi görmüş vaziyette kabzeder. Bunu da İbn Mes’ûd, demiştir.

Üçüncüsü: O nefislere koşan ölümdür, yine bu da Mücâhid’ten rivayet edilmiştir.

Dördüncüsü: Onlar atlılardır, bunu da Atâ’, demiştir.

Beşincisi: Onlar yürürken birbirlerini geçen yıldızlardır. Bunu da Katâde, demiştir.

5

İşi idare edenlere,

"İşi idare edenler":

İbn Abbâs: Bunlar meleklerdir, demiştir.

Atâ’ da şöyle demiştir: Onlar Allah’ın kendilerine yapmayı tarif ettiği birtakım işlerle görevlendirilmiştir. Ahdurrahman b. Sabit de şöyle demiştir: Dünya işlerini dört melek idare eder: Cebrâil rüzgar ve ordu ile görevlidir; Mikâil yağmur ve bitki ile görevlidir; Azrail canları almakla görevlidir; İsrafil de büyük işleri yere indirmekle görevlidir. Şöyle de denilmiştir: Cebrâil vahiy ile, İsrafil de suru üfürmekle görevlidir.

İbn Kuteybe de şöyle demiştir: İşi idare edenler: Helâl ve haramı indirenler, demektir.

Eğer:

"Bu yeminlerin cevabı nerede?” denilirse, buna iki cevap verilir:

Birincisi: Cevap Allahü teâlâ’nın

"gerçekten bunda korkan için elbette bir ibret vardır” (Naziat: 26) kavlidir. Bunu da Mukâtil, demiştir.

İkincisi: Cevap gizlidir, takdiri de şöyledir: Elbette öldükten sonra diriltilecek ve hesaba çekileceksiniz. Bunu da

"çürümüş kemikler olduğumuz zaman mı?” kavli göstermektedir. Bunu da Ferrâ’, demiştir.

6

O günde sarsan sarsar,

"O günde sarsan sarsar": Bu da bütün mahlukatın öleceği ilk üfürmedir.

"Râcife": Gök gürültüsü gibi tekrar tekrar dönüp gelen korkunç sestir.

"Tercufu” şiddetle hareket etmektir.

7

Onu arkadan gelen izler.

Onu arkadan gelen izler": O da ikinci üfürmedir ki, birinciyi takip eder, yani ondan sonra gelir. Bir şeyin ardından gelen her şeye "radife” denir.

8

O gün kalpler titremektedir.

"O gün kalpler titremektedir": Kıyamet korkularını gördüğü için şiddetle sarsılmaktadır.

9

Gözleri yerdedir.

"Gözleri yerdedir": Cehennemi gördüğü için yere bakmaktadır.

Atâ’ da şöyle demiştir: Bunlar İslâm üzere ölmeyenlerin gözleridir; bunu da Allahü teâlâ’nın tekrar dirilmeyi inkâr edenleri zikrettikten sonra:

10

"Biz mi gerçekten elbette eski hale döndürüleceğiz?” dediler.

"Biz mi gerçekten elbette eski hale döndürüleceğiz?” derler” sözü göstermektedir. İbn Âmir ile Küfe halkı istifham anlamında iki harekeli hamze ile

"einna” okumuşlar; kalanlar ise birincisi harekeli, İkincisi müleyyen (yumuşak) olarak okumuşlardır. Nâfi ile Ebû Amr da ikisinin arasında elifle okumuşlardır.

Kelâmın manasında da üç görüş vardır:

Birincisi: Hafire: ölümden sonraki hayattır,

Mana şöyledir: Biz ölümümüzden sonra diri olarak geri ini döneceğiz? Bu da İbn Abbâs, Atıyye ve Süddi’nin görüşüdür.

Ferrâ’ da şöyle demiştir: Demek istiyorlar ki, ilk halimize yani hayata mı döneceğiz? Araplar şöyle derler: Eteytü fülanen sümme raca'tü alâ hafireti (filancaya geldim, sonra da geldiğim yerden geri döndüm).

Ebû Ubeyde de şöyle demiştir: Recea fülanün fi hafiretihi ve alâ hafiretihi (geldiği yerden geri döndü) denir. Bu da Zeccâc’ın görüşüdür.

İkincisi: O kabirlerin kazıldığı yerdir, ona hafine denilmiştir, mana da: Mahfuıe (kazılmış) demektir. Nitekim

"maün dafik” (Tarık: 6) ve

"iyşetiin radıyeh” (Hakka: 21) de böyledir. Bu da Mücâhid ile Halil’in görüşleridir. O zaman mana şöyle olur: Bizler yeniden yaratılmak üzere yere, toprağa mı gömüleceğiz?

İbn Kuteybe de

"hafire” hususunda şöyle demiştir: İlk durumumuza mı döndürüleceğiz? Kim onu yer (toprak) ile tefsir ederse, bu görüşe katılmış olur; çünkü başlangıcımız ondandır. Şair şöyle demiştir:

Kelimden ve ak saçlarımdan sonra geriye mi döneceğim,

O akılsızlık ve ardan Allah korusun!

Demek istiyor ki: Yaşlandıktan ve saçım döküldükten sonra gençliğimdeki çapkınlık ve aşka geri mi döneceğim?

Üçüncüsü: Hafire: Ateştir, bunu da İbn Zeyd, demiştir.

11

"Çürümüş kemikler olduğumuz zaman mı?"

"Eiza künna izamen nahirah": Hamze, Ebû Bekir de Âsım’dan rivayetle "nâhireten” okumuşlardır.

Ferrâ’ da: İkisi de lügatte bir manayadır, demiştir; tıpkı tami’ ve tâmi', hazir ve hâzir gibi. Ahfeş de: İkisi de lügattir, demiştir: Nahiral azmu yenhuru fehüve nahirün, denir ki, afıneş şeyü ya’fünü fe hüve afinün gibi. Nahire içi boş, rüzgar vurdukça horlama (kaval) gibi ses çıkaran kemiktir.

Müfessirler şöyle demişlerdir: Bundan murat edilen, onların öldükten sonra dirilmeyi kabul etmeyip öldüğümüz ve kemiklerimiz çürüdüğü zaman dirilecek miyiz, demeleridir.

12

Dediler:

"O takdirde işte bu, ziyanlı bir dönüştür".

"Bu ziyanlı bir dönüştür": Yani eğer öldükten sonra tekrar hayata döndürülürsek Muhammed’in dediği şey başımıza gelmekle elbette ziyan etmiş oluruz. Allah da onları diriltmenin kendisi için kolay olduğunu bildirdi:

13

O ancak bir tek haykırıştır.

"O” yani sura ikinci üfürme

"bir tek haykırıştır” dedi, yani sura bir üfürmedir ki, onlar yerde yatarken İsrafil’den duyar ve kabirlerinden çıkarlar.

14

Bakarsın ki, onlar toprağın üstündedir.

"Bakarsın ki, onlar toprağın üstündedir":

Burada geçen sahire lâfzında da dört görüş vardır:

Birincisi: Sahire yeryüzüdür, bunu da İbn Abbâs, Mücâhid, İkrime, Dahhâk ve dilciler, demişlerdir.

Ferrâ’ da şöyle demiştir: Ona bu ismin verilmesi, canlıların uyuma ve uyanmalarının onda olmasındandır.

İkincisi: O Beytülmukaddes in yanında bir dağdır, bunu da Vehb b. Münebhih, demiştir.

Üçüncüsü: O cehennemdir, bunu da Katâde, demiştir.

Dördüncüsü: O Şam toprağıdır, bunu da Süfyan, demiştir.

15

Sana Mûsa'nın sözü geldi mi?

"Sana Mûsa’nın sözü geldi mi?": Gerçekten geldi, demektir. Bunu ve sonrasını Taha: 9’da açıklamıştık.

16

Hani, Rabbi ona Kutsal Tuva vadisinde seslenmişti.

İbn Kesir ile Ebû Amr "tuvezheb” okuyarak tenvin vermemişler; diğerleri ise

"tuven” şeklinde tenvinle okumuşlardır.

17

"Fir’avn’e git, çünkü o azdı".

18

Ona de:

"Temizlemeyi ister misin?"

"Fekul hel leke ilâ en tezekkâ": İbn Kesir ile Nâfi, ze’nin şeddesi ile

"tezzekkâ” okumuşlardır ki, şirkten iyice temizlenmektir.

19

"Seni Rabbine hidayet edeyim mi, korkarsın".

"Seni Rabbine hidayet edeyim mi?": Seni O'nu birlemeye ve ibadet etmeye davet edeyim mi?

"Korkarsın” azabından.

20

Ona en büyük mucizeyi gösterdi.

"Ona en büyük mucizeyi gösterdi":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: O Beyaz el ile asa’dır, bunu da müfessirlerin cumhûr kısmı demiştir.

İkincisi: O el mucizesidir, bunu da Zeccâc, demiştir.

21

O da yalanladı ve isyan etti.

"O da yalanladı” onun Allah’tan olduğuna inanmadı "ve isyan etti": Nebisine.

22

Sonra koşarak arkasını döndü.

"Sonra arkasını döndü": Yani imandan yüz çevirdi,

"koşarak” yani yeryüzünde bozgunculuk ederek.

23

(Adamlarını) topladı da seslendi.

"Topladı": Yani kavmini ve askerlerini, demektir,

"seslendi” onlar toplanınca,

24

"Sizin en yüce Rabbiniz benim!” dedi.

"sizin en yüce Rabbiniz benim, dedi": Yani Benim üstümde ilâh yoktur. Şöyle de denilmiştir: Putların ilâhlar olduğunu ve kendisinin de onların da sizin de Rabbiniz olduğunu kastetmiştir. Şöyle de denilmiştir: Ben efendilerin de yöneticilerin de ilâhsıyım, demek istemiştir.

25

Allah da onu sonun ve ilkin ibretli cezası ile yakaladı.

"Allah da onu sonun ve ilkin ibretli cezası ile yakaladı":

Bunda da dört görüş vardır:

Birincisi: İlk

"sizin için benden başka ilâh bilmiyorum” (Kasas: 38), son da

"ben sizin en yüce rabbinizim” sözüdür. Bunu da İbn Abbâs, İkrime, Şa’bî, Mukâtil ve Ferrâ’, demişlerdir. Bunu İbn Ebi Necih, Mücâhid’ten rivayet etmiştir.

İbn Abbâs şöyle demiştir: İkisinin arasında kırk yıl vardır.

Süddi de şöyle demiştir: Sonuncusundan sonra otuz sene daha kaldı. Ferrâ’ da, mana şöyledir, demiştir: Allah onu ilk ve sona ibret olmak için yakaladı.

İkincisi:

Mana şöyledir: Allah onu dünya ve ahiretin ibreti ile yakaladı; onu dünyada suya boğdu, ahirette de azap etti. Bunu da Hasen ile Katâde, demişlerdir.

Rebi’ b. Enes de şöyle demiştir: Allah ona gündüzün başında suya boğmakla azap etti, sonunda da ateşle azap etti.

Üçüncüsü: İlk: Yalanlayıp isyan etmesidir, son da

"en yüce Rabbiniz benim” sözüdür. Bunu da Ebû Rezin, demiştir.

Dördüncüsü: O amellerin başı ve sonudur, bunu da Mansur, Mücâhid ten rivayet etmiştir.

Zeccâc şöyle demiştir: Nekâl mefulü mutlak olmak üzere mensubtur, çünkü Ahazehullah'ın manası: Nekelallahu bihi nekâlel ahireti veluala, demektir ki,. Allah onu dünyada suya boğdu, ahirette de ona azap edecektir, anlamınadır.

26

Gerçekten bunda korkan için elbette bir ibret vardır.

27

(Ey inkârcılar!) Sizi yaratmak mı daha zor, yoksa göğü yaratmak mı? Onu Allah kurmuştur (yaratmıştır).

Zeccâc şöyle demiştir: Bazı nahivciler şöyle demişlerdir:

"benâha” sema’nın sıfatıdır, o zaman mana şöyle olur: Yoksa yarattığı gök mü daha çetindir?

Bazıları da şöyle demişlerdir: Semadan sonra vasl edilmez (orada durmak lazımdır), ancak

Mana şöyledir: Sizi yaratmak mı daha zor, yoksa göğü yaratmak mı?  Sonra Allahü teâlâ onu nasıl yarattığını açıklayıp şöyle dedi:

"Onu bina etti/yarattı".

Müfessirler şöyle demişlerdir: Size göre öldükten sonra sizi yaratmak mı daha çetindir yoksa sizce gök mü daha çetindir? Aslında ikisi de Allah’ın kudretine nispetle birdir.

28

Boyunu yükseltip onu düzenledi.

"Benâha"nın manası: Yükseltti, demektir. Bir şeyin üzerine yükselip çıkan her şey binadır: "Rafea semkeha"nın manası da onu havaya doğru yükseltti, demektir.

"Onu düzenledi": Yarıksız, çatlaksız, iniş ve çıkışsız; birbirinin üzerinde.

29

Gecesini kararttı, nurunu çıkardı.

"Gecesini kararttı": Yani onu karanlık kılıp simsiyah kıldı.

Zeccâc şöyle demiştir: Gataşel leylü ve ağtaşe, ğabeşe ve ağbeşe, ğaseka ve ağseka, ğaşiye ve agşa denir ki, hepsi kararmak manasınadır.

"Nurunu çıkardı": Yani gündüzünü açığa çıkarttı, mana da güneşle nurunu aydınlattı, demektir. Neden nûr ve karanlık göğe nispet edilmiştir? Çünkü ikisi de ondan çıkarlar.

30

Bundan sonra da yeri döşedi.

"Yeri de bundan sonra": Yani göğü yaratıktan sonra

"döşedi": Yani yaydı, demektir. Yerin gökten önce yaratıldığını iddia eden bazıları burada

"ba’de"nin "kable” (önce) manasına olduğunu söylemişlerdir, tıpkı

"velekad ketebna fizzeburi min ba’diz zikri” (Enbiya: 105) âyetinde olduğu gibi. Bazıları da onun

"maa” (beraber) manasına olduğunu derler, tıpkı

"utullin ba’de zalike zenim” (Kalem: 13) kavlinde olduğu gibi. Yerin gökten önce yaratılıp da gök kemale erdikten sonra döşenmiş olması da imkansız değildir. Bu da Abdullah b. Amr b. el - As’ın görüşüdür. Biz de bu ihtilafa Bakara: 29’da işaret etmiştik. Ard lâfzı da gizli bir şeyle mensûb olmuştur ki, onu Allahü teâlâ’nın

"dehaha” kavli açıklar.

31

Ondan suyunu ve otlağını çıkardı.

"Ondan suyunu çıkardı": Yani ondan pınarlar fışkırttı, demektir, "ve otlağını (mor’aha)": O da insanların ve hayvanların yiyeceği şeyler demektir.

32

Dağları dikti.

"Dağları dikti":

Zeccâc: Tespit etti demiştir.

33

Sizin ve hayvanlarınızın faydası için.

"Metaan leküm” lilimta’ demektir; çünkü ahrece minha maeha ve mer’ah’nın manası: Bununla yararlandırdı, demektir,

İbn Kuteybe de:

"Meta’an leküm": İstifadeniz için, demiştir.

34

En büyük bastıran belâ geldiği zaman,

"Feiza caetit tammetül kübra": Tamme: Her şeyin üzerine çıkan, onları bastıran büyük hadisedir. Bundan murat edilen şey hususunda da üç görüş varılır:

Birincisi: O sura ikinci üfürmedir ki, öldükten sonra dirilme onda olacaktır.

İkincisi: O cehennemliklere: Kalkın cehenneme gidin, denildiği andır.

Üçüncüsü: O cennetliklerin cennete ve cehennemliklerin cehenneme sevk edildikleri vakittir.

35

O gün insan çalıştığı şeyleri hatırlar.

"O gün insan çalıştığı şeyleri hatırlar": Yani yaptığı hayır ve şerri, demektir.

36

Cehennem gören kimse için açığa çıkarılmıştır.

"Cehennem gören kimse için açığa çıkarılır": Yani görenlerin gözleri için, demektir.

Mukâtil şöyle demiştir: Halkın gözlerinden perde kalkar onu görürler. Ebû Miclez ile İbn Semeyfa’, te ile "limen tera” okumuşlar; İbn Abbâs ile Muaz el - Kari de ra ile elif arasında hemze ile "limen raa” okumuşlardır.

37

Gelince o kimseye ki, taşkınlık etti.

"Gelince o kimseye ki, taşkınlık etti” inkârında

38

Dünya hayatını tercih etti;

"dünya hayatını tercih etti” ahirete

39

Şüphesiz cehennemdir ona barınak.

"şüphesiz cehennemdir ona barınak":

Zeccâc şöyle demiştir: Iliyel me’va lehu, bu da  

"feiza caetit tammeh” kavlinin cevabıdır ki, durum böyledir, demektir.

40

Gelince ona kim, Rabbinin makamından korktu ve nefsi arzudan men etti.

41

Şüphesiz cennettir onun barınağı.

"Gelince ona kim, Rabbinin makamından korktu": Bunu da Rahman suresi, âyet: 46’da zikretmiştik.

"Ve nefsi arzudan men etti": Yani arzuladığı haramlardan, demektir.

Mukâtil: O aklından günah geçirip de hesap için Allah'ın huzurunda durmayı hatırlayarak onu terkeden kimsedir, demiştir.

42

Sana kıyametten soruyorlar; onun demir atması ne zamandır, diye?

"Sana kıyametten soruyorlar; onun demir atması ne zamandır, diye?": Bu da A’raf: 187’de geçmiştir.

43

Onu anmaktan sen neredesin?

"Onu anmaktan sen neredesin?": Sen onu bilemez ve düşünemezsin, demektir ki,

Mana da şöyledir: Sen onu kavrayamazsın.

44

Onun sonu Rabbinedir.

"Onun sonu Rabbinedir": Yani onun ilminin sonu, demektir.

45

Sen ancak ondan korkanın uyancısısın.

"Sen ancak ondan korkanın uyancısısın": Ebû Cafer tenvin ile

"münzirün” okumuştur. Kelâmın manası şöyledir: Sen ancak ondan korkanı korkutursun. Daha açıkçası şöyle demektir: Uyarman ancak ondan korkana fayda verir ki, o da mü'mindir. Ondan korkmayan ise hiç uyarılmamış gibidir.

46

Sanki onlar onu gördükleri gün (dünyada) ancak bir akşamüstü yahut kuşluğu kadar kalmışlardır.

"Sanki onlar” yani Kureyş kâfirleri

"onu gördükleri gün” yani kıyameti gözleriyle gördükleri zaman “kalmadılar” dünyada. Kabirlerinde de, denilmiştir,

"ancak bir akşamüstü yahut kuşluğu": Yani ikindiden sonra gün bitimine kadar veya başından güneşin yükselmesine kadar, demektir.

Zeccâc şöyle demiştir:

"Duhaha"daki “He” zamiri aşiyye’ye râcîdir, mana da: Akşamüstü veya akşamüstünün kuşluğu kadar demek olur.

Ferrâ’ şöyle demiştir:

Eğer:

"Akşamüstünün kuşluğu olur mu, kuşluk ancak gündüzün başının olur?” denilirse.

Cevap şöyledir: Bu Arap dilinde açıktır, onlar: Atikel aşiyyete ev ğadateha ev atikel ğadate ev aşiyyeteha (sana akşamüstü yahut sabahı geleceğim veya sabah yahut akşamı üstü geleceğim) derler. Bu durumda aşiyye "son” ğadat da

"baş” manasına olur. Akil oğullarından biri bana delil olarak şöyle bir beyit okudu:

Biz Amir’i sabahleyin yurdunda bastırdık,

Ayın akşamüstü veya son gecesinde.

Ayın akşamüstü veya ayın son gecesinin akşamüstü demek istemiştir ki, bu: Sana sabah veyahut sabahın akşamüstü sözünden daha karmaşıktır.

0 ﴿