83-MUTAFFİFİN SÛRESİ

Mekke’de inmiştir. 36 ayettir.

Bunda da üç görüş vardır:

Birincisi: O Mekki’dir, bunu da İbn Mes’ûd, Dahhâk ve Yahya b. Selam, demişlerdir.

İkincisi: Medeni’dir, bunu da İbn Abbâs, Hasen, İkrime, Katâde ve Mukâtil, demişlerdir. Ancak İbn Abbâs ile

Katâde şöyle demişlerdir: Onda sekiz âyet vardır ki, onlar Mekki’dir;

"innellezine ecremu

"dan başlar, sonuna kadar devam eder (Mutaffifin: 29-36).

Mukâtil de şöyle demiştir: Onda bir âyet Mekki vardır, o da

"iza tütla aleyhi ayatüna kale esatiritül evvelin"dir (Mutaffifin: 13).

Üçüncüsü: O Mekke ile Medine arasında inmiştir; bunu da Cabir b. Zeyd ile İbn Saib, demişlerdir. Müfessir Hibetullah İbn Selame, onun hicret esnasında Mekke - Medine arasında, yarısının Mekke’ye yakın, yarısının da Medine’ye yakın indiğini söylemiştir.

Bismillahirrahmanirrahim

1

Yazıklar olsun, ölçü ve tartıda hile yapanlara!

"Yazıklar olsun, ölçüde ve tartıda hile yapanlara":

İbn Abbâs şöyle demiştir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem Medine’ye gelince onların ölçüde ve tartıda çok kötü insanlar olduklarını gördü; bunun üzerine Allahü teâlâ:

"Yazıklar olsun ölçü ve tartıda hile yapanlara” âyetini indirdi. 1

1 - İbn Mâce, Ticarat: bab, 35.

Süddi de şöyle demiştir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem Medine’ye geldi, orada Ebû Cüheyne denen bir adam vardı, yanında iki ölçeği vardı (çifte standart); biri ile ölçerek verir, diğeri ile de ölçerek alırdı. Bunun üzerine Allahü teâlâ bu âyeti indirdi. Biz de

"veyl"in manasını Bakara: 79'da şerh etmiştik.

İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Mutaffif: Ölçüyü tam yapmayandır, inaun taffan denir ki: Dolu olmayan kap demektir.

Zeccâc da şöyle demiştir: Mutaffif demesi, ölçüde ve terazide çaldığı şeyin az olmasındandır. Bir ucundan almış demektir ki, taffuş şey, bir şeyin ucu, kıyısıdır.

2

Onlar ki, insanlardan ölçü ile aldıkları zaman tam alırlar.

"Ellezine izektalu alenimsi": Minennasi demektir; bu durumda

“alâ” tefsirci ve dilcilere göre "min” manasına olur.

Ferrâ’ da şöyle demiştir:

“alâ” ile "min” burada birbirinin yerine kullanılmıştır; çünkü sen: îkteltü aleyke dediğin zaman, sanki: Ehaztü ma aleyke keylen (sendeki ölçü hakkımı aldım) demiş ve: îkteltü minke dersen: İstevfeytii minke keylen (senden ölçüyü tam aldım) demiş gibi olursun.

Zeccâc da, mana şöyledir, demiştir: İzektalu minennasi istevfev aleyhimül keyle (insanlardan ölçekle aldıkları zaman tam alırlar) tartı ile aldıkları zaman da öyle. Tartıyı zikretmemesi, alışverişin ölçülen ve tartılan şeylerde bu ikisi ile olmasındandır; biri diğerini akla getirir.

3

Onlara ölçü yahut tartı ile verdikleri zaman eksik verirler.

"Ve iza kâlühüm” kâlu lehüm, demektir,

"ev vezenuhum” da: Vezenu lehüm, demektir.

"Eksiltirler"; Yani ölçüyü ve tartıyı eksik yaparlar, demektir. Buna göre "kâlu” üzerinde vakfetmek câiz değildir. Bazıları ise

"hüm” zamirini (mef'ul değil de) tekit kabul eder ve "kâlu” üzerinde durmayı câiz görür; tercihe şayan olanı birincisidir.

Ferrâ’ şöyle demiştir: Bir bedevi kadından şöyle dediğini işittim: insanlar memleketlerine döndükleri zaman biz tüccara giderdik; bize bir iki ölçek ölçer ve gelecek hac mevsimine kadar verirlerdi (kadın burada Kur’ân’da geçtiği gibiyekilüna şeklinde kullanmıştır. Mütercim).

4

Onlar gerçekten diriltileceklerini sanmıyorlar mı?

"Onlar gerçekten diriltileceklerini sanmıyorlar mı?": Zeccâc, mana şöyledir, demiştir: Eğer diriltileceklerini zannetselerdi, ölçüyü ve tartıyı eksik yapmazlardı.

5

Büyük bir günde.

"Büyük bir günde” yani kıyamet gününde, demektir.

6

O günde insanlar âlemlerin Rabbi için kalkarlar.

"Yevme yekumun nasu": Bu da

"mebusun” kavli ile mensubtur.

Müfessirler, zan burada bilmek ve yakin sahibi olmaktır, demişlerdir. Yekumun nasu’nun manası da: Kabirlerinden kalkarlar, demektir.

"Âlemlerin Rabbi için": Yani emri için yahut cezası ve hesabı için. Davaları hallolmak için huzurunda dururlar da, denilmiştir.

Buhârî ile Müslim’de İbn Ömer hadisi olarak şöyle rivayet edilmiştir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem bu âyette şöyle dedi: Bazıları kulaklarının Ortasına kadar tere batarlar.2

2- Buhârî, Rikak, bab, 47; Tefsirü suretil Mutaffifin, bab, 1; Müslim, Cennet, hadis no, 60; Tirmizî, Kıyamet, bab, 2; Tefsirü suretil Mutaffifin, bab, 2 ve 3; İbn Mâce, Zühd, bab, 33; Ahmed, Müsned, 2/13,19...

Ka'b de şöyle demiştir: Üç yüz yıl ayakta dumrlar.

Mukâtil de: Kabirlerinden çıktıkları zaman ayakta dururlar, demiştir.

7

Hayır, gerçekten kötülerin kitabı elbette Siccin'dedir.

"Hayır": Azarlama ve paylamadır, yani durum onların dediği gibi değildir; artık vazgeçsinler. Ulemanın çoğunluğuna göre söz burada tamam olmuştur. Ebû Hatim şöyle derdi:

"Kellâ” başlangıçtır, arkasındakine bağlıdır, manası da: Gerçekten, demektir.

"Gerçekten kötülerin kitabı":

Mukâtil: Amel defterleri, demiştir.

"Elbette Siccîn’dedir":

Bunda da dört görüş vardır:

Birincisi: O yedinci kat yerdir, bu da Mücâhid, Katâde, Dahhâk, İbn Zeyd ve Mukâtil’in görüşleridir.

Mücâhid’ten şöyle dediği rivayet edilmiştir:

"Siccîn” yedinci kat yerin altında bir kayadır, kötülerin kitabı onun altına konulur, bu da onların ziyanlarını ve derecelerinin düşük olduğunu gösterir.

İkincisi:

Mana şöyledir: Onların kitapları aşağılardadır. Bunu da Hasen, demiştir.

Üçüncüsü: Ziyandadır, bunu da İkrime, demiştir.

Dördüncüsü: Hapistedir, sicıı kökünden fı’iyl veznindedir, bunu da Ebû Ubeyde, demiştir.

8

Siccîn’in ne olduğunu sana ne bildirdi?

"Siccîn'in ne olduğunu sana ne bildirdi?": Bu da onu büyütmek içindir.

Zeccâc da şöyle demiştir: Bu, ne senin ne de kavminin bildiği şeylerden değildir.

9

Yazılmış bir kitaptır.

"Yazılmış bir kitaptır": Yani bu Siccin’deki kitap, yazılmış bir kitaptır, demektir.

İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Rakm: Yazıdır, şair Ebû Zueyb şöyle demiştir:

Yurdu divitin yazısı (elimle yazmış) gibi bilirim,

Himyerli katibin yazısı gibi.

Zeccâc beyitteki kelimeye noktalı zal ve be'nin kesri ile

"yezbirüha” okumuştur.

Esmaî de şöyle demiştir: (Ze ile) zebere: Yazdı, (zal ile) zebere de: Okudu, demektir. Ebû Amr, Saleb’ten, o da İbn A’rabi’den şöyle dediğini rivayet etmiştir: Doğrusu ze iledir ve zammelidir.

İbn Kuteybe de şöyle demiştir: "Ze ile

"yezbürüha” ve zal ile

"yezbürüha” rivayet edilir ki, ikisi de birdir. Zeberel kitabe yezburuhu ve yezbiruhu ve zal ile zeberehu yezbüfuhu ve yezbiruhu denir.

Katâde de: Ona kötü bir işaret vurdu, demektir; sanki onun kâfir olduğunu bildiren bir işaret koydu, demiştir. Mananın şöyle olduğu da söylenmiştir: O onlar için kumaştaki işaret gibi tespit edilmiştir, cezalarını çekinceye kadar ne unutulur ne de silinir.

10

Yazıklar olsun o gün yalanlayanlara.

"Yazıklar olsun o gün yalanlayanlara": Bu da:

"O gün insanlar kalkarlar” kavline bağlıdır, aralarına başka kelâm girmiştir.

11

Onlar ki, ceza gününü yalanlıyorlar.

12

Onu ancak mütecaviz, çok günahkar yalanlar.

13

Ona âyetlerimiz okunduğu zaman: "Öncekilerin masalları” der.

14

Hayır, doğrusu, kazandıkları şeyler onların kalplerini paslandırdı.

Bundan sonrası da

"bel râne alâ kulûbihim” kavline kadar yukarıda açıklanmıştır. İbn Kesir, Ebû Amr ve İbn Âmir, meftuh ra ile idgamlı şekilde

"berrane” okumuş; Ebû Bekir de Âsım’dan meksur ra ile idgamlı (berriyne) okuduğunu rivayet etmiştir.

Hafs Âsım’dan naklederek lâm’ı açık olarak idgamsız, rayı da fethalayarak "râne” okumuştur (sekte yapmıştır. Mütercim). Dilciler şöyle demişlerdir: Kalplerini paslandırdı. El- hamretü terinü alâ aklıs sekrani (içki sarhoşun aklını bastırdı) denir.

Zeccâc da şöyle demiştir: “Lâm” ın raya idgamı ile okunmuştur: çünkü mahreçleri yakındır. Lamı açık okumak da câizdir; çünkü o bir kelimedendir, kelimenin başı da başka bir kelimedendir. Rane alâ kalbihiz zenbü yerinü reynen denir ki: Günah kalbini paslandırdı, demektir. Ğane yeğinü de denir, ğayn ise ince bulut gibi bir şeydir. Reyn de kalbi kaplayan pas gibi şeydir. Ben şeyhimiz dilci Ebû Mansûr’dan şöyle dediğini işittim: Gayn: İta ile (reyn) denir, ğayınla (ğayn) da denir. Kur’ân’da ra ile "kella bel rane” şeklindedir. Hadiste ise ğayınla

"innehu leyuğanu alâ kalbi” geçmektedir. 3

3- Müslim, Sahih, hadis no, 41.

Rave de ra ile de ğayn ile de denir. Rümeysa da ğayın ile de (ğumeysa) ra ile de (rümeysa) denir. Çünkü ranıs ikisi ile de yazılır.

Müfessirler şöyle demişlerdir: Günahları çok olduğu için kalplerini sarmıştır.

Hasen de şöyle demiştir: O günah üstüne günahtır ki, sonunda kalbi kör eder.

15

Hayır, gerçekten onlar o gün Kablerinden elbette perdelenmişler.

"Hayır": Yani onlar tasdik etmezler. Sonra yeni söze başlayıp şöyle dedi:

"Gerçekten onlar o gün Rablerinden perdelenmişler":

İbn Abbâs şöyle demiştir: Onlar Rablerine bakmaktan engellenmişler, mü’min ise O'nu görmekten engellenmemiştir.

Malik b. Enes de şöyle demiştir: Düşmanlarını perdeleyip de O’nu göremeyince, dostlarına tecelli etti, onlar da O'nu gördüler.

Şa’bî de şöyle demiştir: Gazap ettiği için bazılarını perdeleyince, razı olduklarına da göründü.

Zeccâc da şöyle demiştir: Bu âyette aziz ve celil olan Allah'ın kıyamette görüleceğine delil vardır. Eğer böyle olmasa idi, bu âyetin manası kalmazdı ve Rablerini göremeyen kâfirlerin dereceleri ele düşmezdi.

16

Sonra gerçekten onlar elbette alevli ateşe girecekler.

Sonra Rablerinden perdelenmelerinin ardından ateşe girerler, bu da

"sonra gerçekten onlar elbette alevli ateşe girecekler” kavli ile ifade buyrıılmuştur.

17

Sonra (onlara): İşte yalanladığınız şey budur” denir.

"Sonra onlara şöyle denir": Yani cehennem Hazinleri onlara:

"Bu” azap

"yalanladığınız şeydir” der.

18

Hayır, gerçekten iyilerin kitabı elbette İlliyyin’dedir.

"Hayır": Yani içine gireceği azaba inanmaz. Sonra

"İyilerini kitaplarının” nerede olacağını bildirip

"elbette Illiyyin'dedir” dedi.

Bunda da yedi görüş vardır:

Birincisi: O cennettir, bunu da Atâ’, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir.

İkincisi: O yeşil zebercetten bir levhadır, Arş’in altında asılıdır, onda amelleri yazılıdır. Yine bu da İbn Abbâs’tan rivayet edilmiştir.

Üçüncüsü: O yedinci kat göktür, onda mü’minlerin ruhlan vardır. Bunu da Ka’b, demiştir; Mücâhid ile İbn Zeyd’in mezhepleri de böyledir.

Dördüncüsü: O Arş’in sağ ayağıdır, bunu da Katâde, demiştir.

Mukâtil de: Arş’in gövdesidir, demiştir.

Beşincisi: O Sidretülmünteha’dır, bunu da Dahhâk, demiştir.

Altıncısı: O aziz ve celil olan Allah'a çıkan yükseklik ve âli makamdır, bunu da Hasen, demiştir.

Ferrâ’ da: Yüksekliğin ötesindeki yüksekliktir, demiştir.

Yedincisi: O mekanların en yücesidir, bunu da Zeccâc, demiştir.

19

Illiyyin’in ne olduğunu sana ne bildirdi?

"Illiyyin’in ne olduğunu sana ne bildirdi?": Bu da onun şanını yüceltmedir!

20

Yazılmış bir kitaptır.

"Yazılmış bir kitaptır": Bu da daha önce (âyet 9:da) anlatıldığı gibidir.

21

Ona yaklaştırılmışlar şahitlik ederler.

22

Gerçekten iyiler elbette nimetlerdeler.

"Ona yaklaştırılmışlar şahitlik eder": Yani yaklaştırılmış melekler onda hazır olur veya İlliyyin'e çıkarıldığı zaman kitaba hazır olur, demektir.

23

Koltuklar üzerindeler.

Bundan sonrası da

"yenzurûn” kavline kadar İnfitar: 13’te geçmiştir.

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Allah’ın kendilerine ettiği ikrama bakarlar.

İkincisi: Azap çeken düşmanlarına bakarlar.

24

Yüzlerinde nimetlerin tazeliğini tanırsın / görürsün.

"Ta’rifü fi vücûhihim nadraten naîm": Ebû Cafer ile Ya’kûb , tenin zammı ve ranın fethi ile

"tu’rafu", ra’nın zammı ile de "nadratü” okumuşlardır.

Ferrâ’: Nimetin parıltısı ve ıslaklığı, demiştir.

Müfessirler de şöyle demişlerdir: Onları gördüğün zaman onların cennet halkından olduklarını anlarsın, zira onlarda güzellik ve nûr görülür.

25

Mühürlü halis şaraptan içerler.

"Rahik"te de üç görüş vardır:

Birincisi: O içkidir, bunu da cumhûr, demiştir. Sonra içkide de dört görüş beyan ederek ihtilaf etmişlerdir:

Birincisi: İçkinin en kalitelisidir, bunu da Halil b. Ahmed, demiştir.

İkincisi: Katkısı yoktur, halistir, bunu da Ahfeş, demiştir.

Üçüncüsü: Beyaz şaraptır, bunu da Mukâtil, demiştir.

Dördüncüsü: Yıllanmış şaraptır, bunu da İbn Kuteybe, nakletmiştir.

İkincisi: O cennette miskle karıştırılmış bir pınardır, bunu da Hasen, demiştir.

Üçüncüsü: O katıksız şaraptır, bunu da İbn Kuteybe ile Zeccâc, demişlerdir. Allahü teâlâ’nın:

"Mühürlü” kavlinde de üç görüş vardır:

Birincisi: Karışıktır, bunu da İbn Mes’ûd, demiştir.

İkincisi: Kabı mühürlüdür, Mücâhid de bu görüşü kabul etmiştir.

Üçüncüsü: Onun sonu vardır, yani gaz sonu vardır (gaz çıkarır), bu son da Allahü teâlâ’nın

"sonu misktir” sözüdür. Bu da Ebû Ubeyde’nin görüşüdür.

26

Sonu misktir. Artık yarışanlar bunda yarışsınlar.

"Hitamuhu misk": İbn Kesir, Âsım, Nâfi, Ebû Amr, İbn Âmir ve Hamze, hı’nın kesri, te’nin fethi ve ikisinden sonra elifle mîm de meı fu olarak

"hitamuhu” okumuşlardır. Kisâi de, hı’nın fethi, arkasından elif, arkasından da meftuh te ile

"hâtemehu” okumuştur. Şeyzeri de bunun gibi okumuştur, ancak o leyi meksur kılmıştır. Übey b. Ka'b, Urve ve Ebû’l - Âliyye, hının ve tenin fethi, mimin zammı ile elifsiz olarak

"haternehu” okumuşlardır.

Müfessirlerin

"hitamuhu misk” kavlinde dört görüşleri vardır:

Birincisi:-Onun karışımı misktir, bunu da İbn Mes’ûd ile Mücâhid, demişlerdir.

İkincisi: Kabının mühürlendiği mühür misktir, bunu da İbn Abbâs, demiştir.

Üçüncüsü: Tadı ve kokusu misktir, bunu da Alkame, demiştir.

Dördüncüsü: Tadının sonu misktir (sonunda misk kokusu gelir), bunu da Said b. Cübeyr, Ferrâ’, Ebû Ubeyde ve İbn Kuteybe, Zeccâc ve diğerleri demişlerdir.

"Artık yarışanlar bunda yarışsınlar": Yani onu ciddi arasınlar ve Allah'a itâat ederek üzerinde hırsla dursunlar. Tenafüs: Bir şeyi vermemek ve o hususta çekişmektir.

27

Katkısı Tesnim’den.

"Katkısı Tesnim’den":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: O cennette mukarreblerin sade olarak içtikleri bir pınarın adıdır, kitapları sağdan verilenler ise karışık içerler.

İkincisi: Tensim sudur, bunu da Dahhâk, demiştir.

Mukâtil de şöyle demiştir; Ona tensim denilmesi, yükseklerden, Adn cennetinden gelip üzerlerine dökülmesindendir. İçkiyi o sudan içerler.

İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Tesnim cennet şarabının en kalitelisidir. Şöyle de denilmiştir: O tesnim denen yani yukarıdan (şelaleden) dökülen bir su ile karıştırılmıştır. Bunun da aslı, senamul bair (devenin hörgücün)den ve kabrin tümseğinden gelir. Bu da çok hoşuma gidiyor, çünkü şair Müseyyeb b. Ales, bir kadını methederken şöyle demiştir:

Sanki tükrüğü zirvenin karı ile soğutulmuş

Şarap gibidir.

Zeccâc da, mana şöyledir, demiştir: Onun karışımı yüksek odalardan üzerlerine dökülen tensim adındaki bir pınardandır.

28

Bir pınar ki, ondan yaklaştırılmışlar içerler.

Bu görüşe göre

"aynen” mensubtur, tıpkı

"ev it’amun fi yevmin zi mesğabetin yedmen” (Beled: 15) kavlinde olduğu gibi.

"Aynen"in yuskavne aynen, yani min aynin kavli ile mensûb olması da câizdir. Biz de

"yeşrebu biha"nın manasını Hel eta: 6’da açıklamıştık.

29

Gerçekten suç işleyenler, iman edenlere gülerlerdi.

"innellezine ecremu” Yani müşrikler, demektir,

"iman edenlere” yani Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabından Ammar, Bilal, Habbab vd. gibilere

"gülerlerdi” onlarla alay ederek.

30

Onlara rastladıkları zaman kaş göz hareketi yaparlardı.

"Rastladıkları zaman": Yani mü’minler

"onlara” yani kâfirlere,

"kaş göz hareketi yaparlardı": Yani onlarla alay etmek için böyle yaparlardı.

31

Ailelerine döndükleri zaman zevk duyarak dönerlerdi.

"Döndükleri zaman": Yani kâfirler

"ailelerine zevk duyarak dönerlerdi": Yani onlarda gördüklerinden şaşarak, bunu anlatarak zevklenirlerdi.

Ebû Cafer, Hafs da Âsım'dan, Abdurrazzak da İbn Âmir’den rivayet ederek, elifsiz oarak "fekihin” okurlardı. Biz de her iki okuyuşun manasını Yasin: 55’te şerh etmiştik.

32

Onları gördükleri zaman: "Gerçekten bunlar elbette sapıklar” derlerdi.

"Onları gördükleri zaman” yani Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabını: "Gerçekten bunlar sapıklar” derlerdi": Allahü teâlâ şöyle dedi:

33

Hâlbuki onların üzerine gözcüler olarak gönderilmediler.

"Gönderilmediler” yani kâfirler

"onların üzerine” yani mü’minlerin üzerine

"gözcüler olarak” amellerini onların adına kayda geçirmek için, daha açıkçası: Amellerini zapta geçirmekle görevlendirilmediler.

34

Bugün de iman edenler kâfirlere gülerler.

"Bugün” yani ahirette,

"iman edenler kâfirlere gülerler” onları ateşte azap çekerken gördükleri zaman. Ebû Salih şöyle demiştir: Ateştekiler onun içindeyken onlara: Çıkın, denilir ve onlar için kapılan açılır. Onlar çıkmak için yöneldikleri zaman kapıları yüzlerine kapatılır, mü’minler de

35

Koltuklar üzerinde bakarlar.

"koltuklar üzerinde bakarlar” düşmanlarının azabına bakarlar.

Mukâtil şöyle demiştir: Cennetteki herkes için Allah düşmanlarının nasıl azap edildiklerini görmek üzere bir gedik, aralık vardır; onları görünce Allah’ın onlara ikramına şükrederler. Onlar ateştekilerle onlar da cennettekilerle konuşurlar, sonunda ateş üzerlerine çullanır, o zaman delik de kapatılır.

36

Kâfirler yaptıklarının cezasını çektiler mi?

"Hel süvvibel küffaru": Hamze, Kisâi, Harun da Ebû Amr rivâyetinde, “Lâm” ın se’ye idgamı ile (hessüvvibel küffaru) okumuşlardır ki,

"dünyada mü’minlerle alay etmelerinin cezasını ve karşılığını çektiler mi?” derler. Bu da itiraf ettirme ve onaylatma sorusudur.

0 ﴿