86-TARIK SÛRESİ

Mekke’de inmiştir. 17 ayettir. Tamamı ittifakla Mekki’dir.

Bismillahirrahmanirrahim

1

Yemin olsun, göğe, Tarık'a,

"Yemin olsun, göğe, Tarık’a":

İbn Kuteybe şöyle demiştir: Tarık yıldızdır, ona böyle denilmesi, gece doğduğundandır. Sana gece her gelene Tarık, denir. Hint bint Utbe’nin şu sözü de bundandır:

Biz Tarık’ın kızlarıyız,

Halılar üzerinde yürürüz.

Babamız şeref ve yücelikte yıldız gibidir, demek istiyor.

2

Tarık'ın ne olduğunu sana ne bildirdi?

"Tarık’ın ne olduğunu sana ne bildirdi?":

Müfessirler şöyle demişlerdir: Çünkü bu, gece her gelene denir; onun için Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bundan ne murat edildiğini bilmiyordu. Sonunda:

3

Delip geçen yıldızdır.

"Delip geçen yıldızdır” diyerek onu açıkladı. Yani o ışık saçan yıldızdır, demektir. Nitekim bunu Saffat: 10’da açıklamıştık.

Bu yıldızdan ne murat edildiğinde de üç görüş vardır:

Birincisi: O Zühal (Satürn) gezegenidir, bunu da Hazret-i Ali radıyallahu arıh, demiştir, Ebû'l - Cevza, İbn Abbâs radıyallahu anh’ten şöyle dediğini rivayet etmiştir: O Zühal yıldızıdır, yedinci kat göktedir, orada başka yıldız bulunmaz. Yıldızlar gökteki yerlerini aldığı zaman o da iner, onlarla beraber olur. Sonra da yedinci kat gökteki yerine döner. O inerken Tarık’dır, çıkarken de Tarık’tır.

İkincisi: Süreyya yıldızıdır, bunu da İbn Zeyd, demiştir.

Üçüncüsü: O cins ismidir, bunu da Ali b. Ahmed en - Nisaburi zikretmiştir.

4

Her nefis üzerinde mutlaka bir koruyucu vardır.

"İn küllü nefsin": Übey b. Ka’b ile Ebû’l - Mütevekkil, şeddeli ve mensûb olarak "külle” okumuşlardır. "Lemma aleyha hafız": Ebû Cafer, İbn Âmir, Âsım el - Cahderi ve

Ebû Hatim de Ya’kûb 'tan, şedde ile "lemma” okumuşlar; diğerleri ise şeddesiz okumuşlardır.

Zeccâc da: Kasemin cevabı bu ayettir, demiştir. Kim şeddesiz okursa,

Mana şöyledir: "Lealeyha hafız” manın ise hükmü yoktur. Kim şedde ile okursa, illâ, manasınadır. Ve

Zeccâc şöyle demiştir: "Lemma iki yerde

"illâ” manasına kullanılmıştır:

Birincisi: Budur. Ötekisi de: Kasem babındadır; meselâ sen: Seeltüke lemma faalte dersin ki: Mutlaka yapmanı istiyorum, demektir.

Müfessirler, mana şöyledir, demişlerdir: Üzerinde muhafız olmayan hiçbir nefis yoktur.

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Onlar hafaza melekleridir, bunu da İbn Abbâs demiştir.

Katâde de şöyle demiştir: Bu melekler insanların hayır veya şer her amelini muhafaza ederler.

İkincisi: İnsanı koruyan muhafız, öyle ki, onu takdire teslim edinceye kadar muhafaza ederler, bunu da Ferrâ’, demiştir. Sonra Allahü teâlâ öldükten sonra dirilmeye dikkat çekerek şöyle buyurdu:

5

İnsan neden yaratıldı, baksın,

"İnsan neden yaratıldı, baksın": Yani Allah onu neden yarattı? Tefekkür ve ibret nazarı ile baksın da onu baştan meniden yaratanın onu tekrar diriltmeye kadir olduğunu anlasın.

6

Dökülen bir sudan.

"Dökülen bir sudan": Ferrâ’, mana şöyledir, demiştir: Medkuk (fışkıran sudan), nitekim Araplar sirrun katim (gizli sır), hemmün nasıb (insanı yoran üzüntü), leylün naim uyuyan (sessiz) gece ve işyetün radıyeh (memnun hayat) derler. Hicaz halkı ism-i mef'ulü ism-i fail yerinde kullanırlar.

Zeccâc şöyle demiştir: Sibeveyh ile arkadaşları bunun atılma ile ilgili su olduğu görüşündeler ki, mana da: Fışkıran bir sudan demektir.

7

Bel ile göğüs kaburgalarının arasından çıkar.

"Yahrucu min beynis sulbi vet-terâib": İbn Mes’ûd, İbn Sîrin, İbn Semeyfa ve İbn Ebi Able, şadın ve “Lâm” ın ikisinin de zammı ile "sulubi” okumuşlardır ki, erkeğin belinden ve kadının kaburgalarından çıkar, demektir.

Ferrâ’ da şöyle demiştir: Belden ve göğüsten çıkar. Şöyle de denilmiştir: Bu iki şeyin arasından çok hayır çıkar, yani bu ikisinden çıkar, demektir.

"Terâib” lâfzında da üç görüş vardır:

Birincisi: Gerdanlığın takıldığı yerdir, bunu da İbn Abbâs, demiştir.

Zeccâc şöyle demiştir: Bütün dilciler teraib’in göğüste gerdanlığın yeri olduğunda müttefiktirler, ispat için İmrulkayls’in şu beyitini delil getirmişlerdir:

Balık etlidir, beyaz tenlidir, etleri gevşek değildir,

Göğsü ayna gibi parlaktır.

Ben şeyhimiz dilci Ebû Mansur’dan, beyitte geçen secencel’in, Rumca ayna olduğunu okudum. Gümüş külçesi diyenler de olmuştur. Secencel: Safrandır, diyenler ve altın suyudur, diyenler de vardır. Beyit:

"Bissecenceli” şeklinde de rivayet edilmiştir.

İkincisi: Teraib: Eller, ayaklar ve gözlerdir, yine bunu da el - Avfi, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir.

Üçüncüsü: O göğsün sağında dört kaburga ve solunda dört kaburgadır, bunu da Zeccâc nakletmiştir.

8

Şüphesiz O, onu döndürmeye elbette kadirdir.

"İnnehü": “He” zamiri aziz ve celil olan Allah'a râcîdir.

"Alâ rec’ıhi": Rec' bir şeyi ilk haline döndürmektir.

Bu “He” zamirinde de iki görüş vardır:

Birincisi: O insana râcîdir,

sonra bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: O, insan öldükten sonra onu diri olarak döndürmeye kadirdir, bunu da Hasen ile Katâde, demişlerdir. Zeccâc, ilk görüşe

"o gün sırlar yoklanır” kavli delalet etmektedir, demiştir.

İkincisi: O, insanı ihtiyarlıktan gençliğe, gençlikten çocukluğa, çocukluktan meniye döndürmeye kadirdir. Bunu da Dahhâk, demiştir.

İkincisi: O, suya râcîdir,

sonra bu Kelâmın manasında da üç görüş vardır:

Birincisi: Suyu siyek (sitlik yolu) çıkışına döndürmeye kadirdir, bunu da Mücâhid, demiştir.

İkincisi: Beline geri göndermeye kadirdir, bunu da İkrime ile Dahhâk, demişlerdir.

Üçüncüsü: Suyu hapsedip de çıkarmamaya kadirdir, bunu da İbn Zeyd, demiştir.

9

O günde ki, sırlar yoklanır.

"O gün sırlar yoklanır": Kulla Rabbi arasındaki sırlar, öyle ki, hayrı şerrinden, yerine getiren zayi edenden ayrılır. Çünkü insan dünyada saklıdır; namaz kılıp kılmadığı, abdest alıp almadığı bilinmez? Kıyamet günü olunca, Allah bütün sırları açığa çıkarır; o da ya yüzünde güzellik yahutta çirkinlik olur.

İbn Kuteybe de: Kalplerin sırları denenir, demiştir.

10

Artık onun için hiçbir kuvvet, bir yardımcı yoktur.

"Artık onun için hiçbir kuvvet yoktur": Yani öldükten sonra dirilmeyi inkâr eden bu insan için Allah’ın azabından koruyacak bir şey yoktur, demektir,

"yardımcı da” kendisine yardım edecek biri de.

11

Dönüş sahibi göğe yemin olsun,

"Dönüş sahibi göğe yemin olsun": Yani yağmurlu göğe, demektir. Yağmura rec’ denilmesi, gelip dönerek tekrar etmesindendir.

12

Çatlak sahibi yere ki,

"Çatlak sahibi yere": Çatlayan demektir. Ona böyle denilmesi, bitki ile patlayıp çatlamasındandır.

Müfessirlerin ve dilcilerin bu iki kelime üzerinde dedikleri bunlardır.

13

Şüphesiz o (Kur’ân) hak ile bâtılı elbette ayıran sözdür.

"Şüphesiz o ayıran bir sözdür": Yani Kur’ân böyledir. Bu da kasemin cevabıdır. Fasl: Hak ile bâtılı birbirinden ayıran, demektir.

14

O şaka değildir.

"Şaka değildir": Yani oyun değildir,

Mana da şöyledır: O ciddidir, oyunla inmemiştir. Bazıları da,

"innehu"daki zamirin daha önce zikri geçen tehdide dönük olduğunu söylerler.

15

Şüphesiz onlar tuzak kurmakla tuzak kuruyorlar.

"Şüphesiz onlar” yani Mekke müşrikleri

"tuzak kurmakla tuzak kuruyorlar": Yani hile yapıyorlar, bu da Darunnedvc’de Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e hile hazırlamalarıdır.

16

Ben de tuzak kurmakla kuruyorum.

"Ben de tuzak kuruyorum": Yani onlara ummadıkları yerden gelerek tuzaklarına karşılık veriyorum, onlardan dünyada kılıçla, ahirctte de ateşle intikam alıyorum.

17

Öyleyse kâfirlere süre tam, onlara az bir süre vermekle süre ver.

"Femehhilil kafirine (kâfirlere süre tanı)": Bu Allah’tan onlara tehdittir. Mehhil ileemhil iki lügattir, burada birleşmiştir. Âyetin manası da şöyledir: Onlara az bir süre ver ki, onları helak edeyim. Allah da bunu onlara Bedir savaşında yaptı ve süre tanımayı kılıç âyetiyle nesh etti.

İbn Kuteybe de şöyle demiştir:

"Rüveyde"nin manası, ağır ol, demektir. Rüveydeke ise, süre tanı, demektir. Allahü teâlâ: "Fe-mehhilil kafirine emhilhüm rüveyda": Yani onlara az bir bir süre tanı, dedi. Rüveyda'dan önce

"emhilhüm” geçmezse,

"ağır ol” manasına olur. O ancak tasgir sığası ve emir kipi ile kullanılır. Şiirde ise tasgir olmadan ve emir kipi almadan da kullanılmıştır: Şair şöyle demiştir:

Sanki o ağır yürüyen biri gibidir.

Yani: Acele etmeyen, demektir.

0 ﴿