90-BELED SÛRESİ

Mekke’de inmiştir. 20 ayettir. İttifakla Mekki'dir.

Bismillahirrahmanirrahim

1

Yemin ederim şu beldeye,

"Lâ uksimu": Zeccâc, mana: Uksimu

"dur, "lâ” tekit için gelmiştir, demiştir, tıpkı:

"Li-ellâ ya'leme ehlül kitabi” (Hadid: 29) âyeti gibi.

İkrime, Mücâhid, Ebû İmran ve Ebû’l-Âliyye, "leuksimu” okumuşlardır.

Zeccâc da: Bu kıraat Arapça'da uygun değildir, demiştir. Biz de bunu "Kıyamet” suresinin başında şerh etmiştik. Burada belde: Mekke’dir.

2

Sen bu beldede bulunur iken,

"Sen bu belde de bulunur iken":

Bunda da üç görüş vardır:

Birincisi: Bu beldede öldürme vs. gibi yaptığın şey sana helaldir, bunu da İbn Abbâs ile Mücâhid, demişlerdir.

Zeccâc şöyle demiştir: Recülün lıillün ve helalün ve muhillim (ona helaldir) denir.

Müfessirler, mana şöyledir, demişlerdir: Allah Nebisine Mekke'yi fethettiği zaman ona helâl edeceğini onun da orada helâl (ihramlı değil) olacağını bildirmiştir.

İkincisi: Bu şehre girmen helaldir, haram değildir, yani fetih yılında. Bunu da Hasen ile Alâ, demişlerdir.

Üçüncüsü: Bu şehirdeki müşrikler; av avlamayı haram saydıkları halde seni çıkarmayı ve öldürmeyi helâl görüyorlar. Bunu da Sa’lebî nakletmiştir.

3

Babaya ve doğan şeye.

"Babaya ve doğan şeye":

Bunda da üç görüş vardır:

Birincisi: O Âdem’dir, doğan da evlatlarıdır. Bunu da Hasen, Mücâhid, Dahhâk ve Katâde, demişlerdir.

İkincisi: Baba İbrahim, doğan da zürriyetidir, bunu da Ebû İmran el - Cevni, demiştir.

Üçüncüsü: O her baba ve ondan doğan için geneldir, bunu da Zeccâc nakletmiştir.

4

Yemin olsun, gerçekten insanı meşakkat içinde yarattık.

"Yemin olsun, gerçekten insanı yarattık": Bu da kasemin cevabıdır.

İnsandan kimlerin kastedildiği hususunda da beş görüş vardır;

Birincisi: O cins ismidir, bu mana da İbn Abbâs’ın görüşünden çıkarılmıştır.

İkincisi: O Ebuleşeddeyn el - Cumahi’dir, bunun zikri de el - Müddessir: 29 ve el - İnfitar: 5 âyetlerinde geçmiştir. Bunu da Hasen, demiştir.

Üçüncüsü: O Haris İbn Nevfel’dir, zira o bir günah işledi; Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de ona kefaret vermesini buyurdu; o da: Bütün malım Muhammed’in dinine girdikten sonra kefaretlere ve nafakalara gitti, dedi. Bunu da Mukâtil, demiştir.

Dördüncüsü: Âdem aleyhisselam’dır, bunu da İbn Zeyd, demiştir.

Beşincisi: Velid b. Muğire’dir, bunu da Sa’lebî nakletmiştir.

"Fi kebed":

Bunda da üç görüş vardır:

Birincisi: Yorgunluk içinde, bunu da el - Valibi, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Hasen, Mücâhid, Said b. Cübeyr ve Ebû Ubeyde de böyle demişlerdir. Çünkü onlar: Zorluk içinde, demişlerdir.

Hasen de şöyle demiştir: Bollukta şükre, darlıkta sabra katlanır; zira insan bu ikiden birinden; dünya musibetlerinden ve ahiret zorluklarından azade olmaz.

İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Baskın zorluk ve dünya ve ahiret işlerinin sıkıntısı içimle, demiştir. Buna göre (kebed) mükabede’den gelir ki, o da didinmektir.

İkincisi:

Mana şöyledir: O iki ayak üzere yürüyecek şekilde dik yaratıldı, diğerleri ise dik durmazlar. Bunu da Mukassim, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; İkrime, Dahhâk, Atıyye ve Ferrâ’ da böyle demişlerdir. Buna göre kebed’in manası: Dik ve doğru olmaktır.

Üçüncüsü: Göğün ortasında, İbn Zeyd şöyle demiştir:

"Yemin olsun, gerçekten insanı yarattık” yani Âdem'i "fi kebed” göğün ortasında.

5

İnsan hiç kimsenin ona güç yetiremeyeceğini mi sanıyor?

"İnsan hiç kimsenin ona güç yetiremeyeceğini mi sanıyor?": Yani aziz ve celil olan Allah’ın, daha açıkçası: Onu diriltemeyeceğini ve onu cezalandıramayacağını mı sanıyor?

6

"Ben yığın yığın mal telef ettim” der.

"Ehlektü malen lübeda": Yani çok mal telef ettim, demektir.

Ebû Ubeyde şöyle demiştir: O, telebbüd’den gelir ki, birbiri üstüne yığılmış çok mal, demektir.

İbn Kuteybe de: Keçeleşmiş, sanki üst üste sığılmış gibi, demiştir.

Zeccâc da şöyle demiştir: O çokluğu gösteren bir fiildir, nitekim: Recülün hutamun denir ki: Çok kıran adam (Ali kıran), demektir. Ebû Bekr es- Sıddik radıyallahu anh, Hazret-i Âişe, Ebû Abdurrahman, Katâde, Ebû’l - Âliyye ve Ebû Cafer, “Lâm” ın zammı ve şeddeli meftuh be ile "lübbeden” okumuşlar; Ömer b. Hattab radıyallahu anh, Ebû’l - Mütevekkil ve Ebû İmran, “Lâm” ın fethi ve şeddesiz sakin be ile "lebden” okumuşlar; Osman b. Affan, Hasen ve Mücâhid, lâm merfu, be de şeddesiz olarak, "lübüden” okumuşlar; Ali ile İbn Ebi’l - Cevza da, “Lâm” ın kesri, be de meftuh ve şeddesiz olarak, libeden” okumuşlardır.

Ne için böyle dediği hususunda da iki görüş vardır:

Birincisi: O şöyle demek istemiştir: Muhammed’e düşmanlıkla çok mal harcadım, bunu da İbn Saib demiştir. Yani harcadığını başa kakar gibi olmuştur.

İkincisi: Allah yolunda ve kefaretlerde çok mal harcadım,

Mukâtil de şöyle demiştir: Sanki harcadığından pişman olmuş gibidir.

7

Onu kimsenin görmeyeceğini mi sanıyor?

"Onu kimsenin görmediğini mi sanıyor?": Yani aziz ve celil olan Allah’ın onu görmediğini mi sanıyor?

Mana da şöyledir: Harcadığını Allah’ın görmediğini ve onu sayıp kayda geçirmediğini mi zannediyor? O, harcamadığı halde harcadığını iddia etmişti.

8

Ona vermedik mi, iki göz?

"Ona vermedik mi, iki göz?",

Mana şöyledir: Ona Allah'ın ölüleri dirilteceğini gösteren şeyler yapmadık mı?

9

Bir dil, iki dudak.

10

Ona iki yol gösterdik.

"Ona iki yol gösterdik":

Bunda da üç görüş vardır:

Birincisi: Hayır ve şer yolunu, bunu da Ali, Hasen ve Ferrâ’, demişlerdir.

İbn Kuteybe de: Hayır ve şer yolunu murat etmiştir, demiştir.

Zeccâc da: İki yol: Açık iki yoldur, demiştir. Necri: Yüksek yerdir, bu durumda mana şöyle olur: Ona yüksek iki yol gibi açık duran hayır ve şer yollarını göstermedik mi?

İkincisi: Eğri ve doğru yolu, bunu da İbn Abbâs, demiştir.

Mücâhid de: O bahtsızlık ve bahtiyarlık yoludur, demiştir.

Üçüncüsü: Sütten gıda almak için iki meme, yine bu da İbn Abbâs’tan rivayet edilmiş; İbn Müseyyeb, Dahhâk ve Katâde böyle demişlerdir.

11

Sarp yokuşa atılmadı.

"Sarp yokuşa atılmadı":

Ebû Ubeyde: Dünyada yokuşa atılmadı, demiştir.

İbn Kuteybe de: Ne de yokuşa atıldı, demiştir.

Ferrâ’ da şöyle demiştir: Aziz ve celil olan Allah:  

"Felaktehamel akabete” kavline, içinde "lâ” bulunan başka kelâm eklemedi. Hâlbuki Araplar başka bir kelâmda tekrar etmeden lâ'yı tek başına söylemezler; meselâ şu âyetlerde olduğu gibi:  

"Fela asaddeka vela salla” (Kıyamet: 31),

"vela havfun aleyhim velahüm yahzenun": (Bakara: 62). "Lâ"nın manası Kelâmın sonundan alınmıştır; onun için biri ile yetinip diğerlerini tek etmiştir; baksanıza O, yokuşa dalmayı açıklamış:

"Köle azat etmektir;

"yahut açlık gününde yemek yedirmektir”

"sonra da iman edenlerden oldu” demiştir. Onu bu üçü ile izah etmiştir. Sanki Kelâmın başında: Fela feale za vela za (ne onu yaptı, ne de bunu yaptı) demiştir. İbn Zeyd de diğerleriyle beraber, mananın istifham şeklinde

"yokuşa dalamadı mı?” tarzında olduğuna kail olmuştur. Bu durumda

Mana şöyledir: O yokuşu aşmak için malını köle azat etmede ve yemek yedirmede harcasaydı ya!

İktiham lâfzını da Sad: 59’da açıklamıştık.

Yokuşta da yedi görüş vardır:

Birincisi: O cehennemde bir dağdır, bunu da İbn Ömer, demiştir.

İkincisi: Sırat köprüsünün önünde bir yokuştur, bunu da Hasen, demiştir.

Üçüncüsü: Cehennemde bir tabakadır, bunu da Ka'b, demiştir.

Dördüncüsü: Sırat’tır, bunu da Mücâhid ile Katâde, demişlerdir.

Beşincisi: Sırat köprüsünün önünde bir ateştir, bunu da Katâde, demiştir.

Altıncısı: Kurtuluş yoludur, bunu da İbn Zeyd, demiştir.

Yedincisi: Burada yokuşun zikredilmesi misal yoluyladır; Allahü teâlâ bunu iyilik işlerinde nefis, heves ve şeytanla mücadele etmek için getirmiştir. Sanki bunları yapmaya çalışan kimse yokuşa tırmanmış gibi olur. Köle azat etmek ve yemek yedirmekle kendini zorlamadı, demek istemiştir. Bunu da diğerleriyle beraber Ali b. Ahmed en- Nisaburi zikretmiştir.

12

Sarp yokuşun ne olduğunu biliyor musun?

"Sarp yokuşun ne olduğunu biliyor musun (ve ma edrake mel akbabeh)?": Süfyan b. Uyeyne şöyle demiştir:

"Vema edrake” dediği her şeyi haber vermiş; "vema yüdrike” dediği hiçbir şeyi de haber vermemiştir.

Müfessirler, mana şöyledir, demişlerdir: Yokuşa dalmak nedir, bilir misin? Sonra da Allahü teâlâ bunu açıklamış:

13

Bir boynun bağını açmak (köle azat etmek)tir.

"Fekku rakabeh” demiştir: İbn Kesir, Ebû Amr - Abdülvaris rivâyeti hariç - Kisâi, Dacuni de İbn Zekvan’dan rivayet ederek, kâfin fethi ile mensûb olarak "rakabeten", hemzenin ve mimin fethi, tının sükunu ve elifsiz olarak

"ev et’ame” okumuşlar; Âsım, İbn Âmir, Nâfi' ve Hamze, ref ile "fekkü” cer ile "rakabetin", elif ile de

"ev it’âmun” okumuşlardır. Fekku rakabetin: boynu esaret boyunduruğundan kurtarmaktır. Salıverdiğin her şeye: Fek, denir. Kim fiil kalıbı ile "fekke rakabeten” okursa, o, yokuşa dalmayı fiille tefsir etmiş olur. Ferrâ’ da

"sümme kâne minellezine amenu” kavlinden dolayı bunu tercih etmiştir,

İbn Kuteybe de şöyle demiştir:

14

Yahut açlık gününde yemek yedirmektir.

"Mesğabe": Açlık demektir. Çekimi de: Seğibe yesgabu suğuben şeklindedir.

15

Yakınlığı olan bir yetime,

"Yakınlığı olan bir yetime": Yani akraba yetime demektir.

16

Toz toprak içinde bir yoksula.

"Ev miskinen za metrabeh": Toz toprak içinde kalmış fakire, demektir.

İbn Abbâs da: O toprağa atılmış, koruması da olmayandır, demiştir. Sonra bu yakınlığın ancak imanla fayda vereceğini bildirerek

17

Sonra da iman edip birbirlerine sabrı tavsiye edenlerden ve birbirlerine merhameti tavsiye edenlerden oldu.

"sümme kâne minellezine amenu” dedi.

"Sümme” burada vav (ve) manasınadır, tıpkı:

"Sümmallahu şehidün” (Yûnus: 46) kavlinde olduğu gibi.

"Birbirlerine sabrı tavsiye ettiler” Allah’ın farz ve emirlerine karşı,

"birbirlerine merhameti tavsiye ettiler” yani aralarında merhametleşmeyi tavsiye ettiler, demektir.

18

İşte onlar sağın sahipleridir.

Biz de sağın sahiplerini ve solun sahiplerini Vakıa: 7 ve 8’de zikretmiştik.

19

Âyetlerimizi inkâr edenler ise, onlar solun sahipleridir.

20

Üzerlerine ateş kapatılmıştır.

Ferrâ’: Mu’sade: kapatılmış, demiştir.

Mukâtil de: Kapıları üzerlerine kapatılmış; bir daha açılmaz, ondan keder çıkmaz, içine ebediyen sevinç girmez, demiştir.

İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Evsattül babe ve âsattuhu denir ki: Kapıyı kapatmaktır.

Zeccâc da, mana şöyledir, demiştir: Azap onların üzerine kapatılır. İbn Kesir, Nâfi, İbn Âmir, Kisâi, Ebû Bekir de Âsım’dan rivayet ederek, burada ve Hümeze: 8'de hemzesiz okumuşlar; Ebû Amr, Hamze, Hafs da Âsım’dan rivayet ederek iki yerde de hemze ile okumuşlardır.

0 ﴿