105-FÎL SÛRESİ

Mekke’de inmiştir. 5 ayettir.

İttifakla Mekki’dir.

Bismillahirrahmanirrahim

1

Görmedin mi, Rabbin fil sahiplerine ne yaptı?

"Görmedin mi?":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Haberin olmadı mı? Bunu da Ferrâ’, demiştir.

İkincisi: Bilmedin mi? Bunu da Zeccâc, demiştir. Kelâmın manası şaşma ve dikkat çekmedir. Fil sahipleri de Ka’be’yi yıkmak isteyen kimselerdir.

Ka’be'yi yıkmak istemelerinde de iki görüş vardır:

Birincisi: Ebrehe bir kilise yaptı: Arap hacılarını buraya çekmedikçe bu işe son vermeyeceğim, dedi. Bunu da Kinane oğullarından bir adam işitti; gece içine girip onu kirletti. Bu da Ebrehe’ye ulaştı. Kabe’ye yürüyüp onu yıkacağına yemin etti. Bunu da İbn Abbâs, demiştir.

İkincisi: Kureyş’ten birkaç kişi Necaşi’nin toprağına ticarete çıktılar; kilisenin yanına konakladılar; ateş yaktılar ve et pişirdiler. Gittikten sonra rüzgar çıktı, orası yandı. Necaşi kilise için kızdı; adamlarının büyüklerinden biri ona - ki, onlardan biri Hicr b. Şerahil, diğeri de Ebû Yeksum idi - üzülme: Biz de Ka'be’yi yıkarız, dedi. Bunu da Mukâtil, demiştir. İbn İshak da şöyle demiştir: İşte Yeksum dedikleri Ebrehe b. Eşrem’dir. Veziri de denilmiştir. Hicr ise komutanlarındandır.

Fil Kıssasına İşaret

Tefsirciler şöyle demişlerdir: Ebrehe yıkmak için ordularıyla Ka’be'ye yürüyünce, filini de yanına aldı. Mekke’ye yaklaşınca halkın davarlarını yağına etmelerini emretti. Onlar da gece Abdülmuttalib’e ait develeri ele geçirdiler. Ebrehe de bir komutanını gönderdi: Git, Mekke’nin Şerifini bul, ona savaş için gelmediğimi, sadece şu Beyt’i yıkmak için geldiğimi haber ver, dedi. O da gidip Mekke’ye girdi, Abdülmuttalib b. Haşim ile karşılaştı. Ona: Kral beni sana şu mesajla gönderdi: Siz onunla savaşmadıkça sizinle savaşmayacak, o sadece şu Beyt’i yıkmak için gelmiştir. Sonra da çekip gidecektir. Abdülmuttalib de: Biz de onunla savaşmayacağız, buna imkanımız da yoktur, biz onu ne için gelmişse onunla baş başa bırakacağız. Çünkü bu Beytullah’tır Haram’dır, İbrahim aleyhisselam’ın Beytidir, O beytini koruyacaktır. O kendinin Beyti ve Harem’idir. Allah’a yemin ederiz ki, bizim ona gücümüz yetmez, dedi. O da: Benimle beraber Kral’a gel, dedi.

Abdülmuttalib, Ebrehe’nin huzuruna girince, ona hürmet ve ikram etti, sonra da tercümanına:

Ona söyle, Kral’dan isteğin nedir, diye sor, dedi. Tercüman ona bunu söyleyince, o da: Benim isteğim ele geçirdiği iki yüz devemi geri vermesidir, dedi. Ebrehe de tercümanına: Ona de ki: Seni gördüğüm zaman hoşuma gitmiştin, şimdi ise gözümden düştün. Ben senin dinin olan Beyt’i yıkmaya geldim, sen ise benimle o hususta konuşmuyor, yakaladığım develer için konuşuyorsun. Abdülmuttalib de:

Ben bu develerin sahibiyim, Bu Beytin Rabbi de onu koruyacaktır, dedi. Devesi ona iade edildi, o da çıkıp Kureyş’e haber verdi. Onlara dağ yollarına ve dağ başlarına çekilmelerini ve ordunun girdiği takdirde vereceği zarardan korunmalarını emretti. Onlar da öyle yaptılar. Abdülmuttalib de Ka'be’ye geldi; kapının halkasından tuttu, şöyle demeye başladı:

Ya Rabbi, senden başka umudum yoktur,

Ya Rabbi, Haremini onlardan koru.

Evinin düşmanı senin de düşmanındır,

Kentlerini tahrip etmelerine fırsat verme.

Ve yine şöyle dedi:

Allah’ım, kişi ailesini korur,

Sen de aileni koru.

Onların haçları ve hileleri

Senin hilene galip gelmesin.

Bütün ülkeyi sürükleyip getirdiler,

Ailene sövmek için Fil'i de getirdiler.

Tuzak kurarak Haremine kastettiler,

Cahillik gösterdiler, ululuğuna saygı göstermediler.

Eğer onları ve Kabe’mizi baş başa bırakacaksan,

Bu da senin bileceğin bir şeydir!

Sonra Ebrehe sabahleyin saldırıya geçmek üzere hazırlandı, Fil çöktü; onu sürdülerse de inat etti. Vurdular, yine inat etti. Yemen tarafına çevirdiler, kalkıp koştu. Şam tarafına çevirdiler yine öyle yaptı. Doğuya çevirdiler yine öyle yaptı; Harem’e çevirdiler, yerinden kalkmadı. Allah da üzerlerine deniz tarafından kuşlar gönderdi.

Onların sıfatları hakkında ihtilaf ettiler:

İbn Abbâs: Kuş gagası gibi hortumları ve köpek pençesi gibi pençeleri vardı, dedi.

İkrime de: Canavar başlan gibi başlan vardı, dedi. İbn İshak da: Kırlangıç kuşları gibiydiler, dedi.

Renginde de üç görüş belirterek ihtilaf ettiler:

Birincisi: Onlar yeşildiler, bunu da İkrime ile Said b. Cübeyr, demişlerdir.

İkincisi: Siyahtılar, bunu da Ubeyd b. Umeyr, demiştir.

Üçüncüsü: Beyazdılar, bunu da Katâde, demiştir. Ve şöyle demiştir: Her kuşta üç taş vardı: İki taş ayaklarında, bir taş da gagasında.

Taşların niteliklerinde de ihtilaf ettiler: Bazıları: Nohut ve mercimek kadar dediler. Ubcyd b. Umayr ise şöyle demiştir: Hayır, taş adam ve deve başı gibiydi; askerin üzerine gelince taşları attılar, taşlar kime değdi ise onu mutlaka helak etti. Taş adamın tepesinden giriyor, arkasında çıkıyordu. Şöyle de denilmiştir: Her taşın üzerinde düşeceği adamın adı yazılıydı. Böylece Harem’e giremeden helak oldular. Allah Ebrehe’ye bir hastalık verili; parmak uçları döküldü, göğsü kalbiyle birlikte iki parçaya bölündü, öyle helak oldu. Mekke halkı kuşların deniz tarafından geldiğini gördüler; Abdülmuttalib: Bu kuşlar gariptir, dedi. Sonra Abdülmuttalib, duruma bakması için oğlu Abdullah’ı at üzerinde gönderdi. O da koşturarak geri döndü: Hepsi helak olmuşlar, dedi. Abdülmuttalib ve arkadaşları da çıkıp onların mallarını yağma ettiler. O askerden ancak Ebû Yeksum’un kurtulduğu da söylenir. O yürüdü, kuş de tepesinde uçarak yürüdü, Necaşi’nin huzuruna girdi, askerin başlarına geleni anlattı. Sözünü bitirince kuş ona bir taş atlı, o da öldü. Böylece Allah Necaşi’ye adamlarının nasıl helak olduğunu gösterdi.

Bu kıssa ile Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in doğumu arasında ne kadar süre olduğu hususunda da üç görüş halinde ihtilaf ettiler:

Birincisi: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem Fil senesinde doğdu, en doğrusu da budur.

İkincisi: İkisinin arasında yirmi üç yıl vardır. Bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan demiştir.

Üçüncüsü: Kırk yıl vardır. Bunu da Mukâtil nakletmiştir.

2

Onların tuzaklarını boşa çıkarmadı mı?

"Onların tuzaklarını çıkarmadı mı?” o da Ka’be'yi tahrip etme niyetleridir

"boşa” yani alıp götürmedi mi?

Mana da şöyledir: Onların tuzakları maksatlarına ulaşmadı.

3

Onların üzerine sürü sürü kuş gönderdi,

"Onların üzerine sürü sürü kuşlar gönderdi":

"Ebâbil” kelimesinde de beş görüş vardır:

Birincisi: Oradan buradan zırba zırba gelen kuşlardır, bunu da İbn Mes’ûd ile Ahfeş demişlerdir.

İkincisi: Onlar arkaya arkaya gelen kuşlardır, bunu da İbn Abbâs, Mücâhid ve Katâde, demişlerdir.

Üçüncüsü: Çok demektir, bunu da Hasen ile Tâvûs, demişlerdir.

Dördüncüsü: Onlar arka arkaya gelen sürülerdir, bunu da Atâ’ ile Ebû Salih, demişlerdir. Ebû Ubeyde, İbn Kuteybe ve Zeccâc da böyle: Ayrı bölüklerdir, demişlerdir.

Beşincisi: Çeşitli renklerde, bunu da Zeyd b. Eslem, demiştir. Ferrâ’ ile

Ebû Ubeyde şöyle demişlerdir: Ebabil'in tekili yoktur.

4

Onlara pişmiş çamurdan taşlar atıyordu;

"Termihim": Ebû Abdurrahman es - Sülemi, ye ile

"yermihim” okumuştur. Biz de

"Siccil"in manasını Hûd: 82,

"asf"ın manasını da Rahman: 12’de beyan etmiştik.

5

Onları yenmiş ekin sapı gibi yaptı.

"Yenmiş” kelimesinde de üç görüş vardır:

Birincisi: Tanesi alınmış, tanesiz kalmış da yenmiş demek istemiş olabilir.

İkincisi: Asf hayvanların yediği şey demek istemiş olabilir, nitekim buğdaya: Bu yenmiştir, henüz yenmiş değildir, suya: Bu içilmiş, henüz içilmiş değildir, denir ki, bu ikisi yenen ve içilen şeylerdendir, demek ister. Bu ikisini İbn Kuteybe, demiştir.

Üçüncüsü: Burada

"me’kûl” kelimesi, onları ükâl (kangren) hastalığına tutulmuş, kuruyup da kangren olmuş ekin yaprağı gibi kıldı demektir. Bunu da Zeccâc, demiştir.

0 ﴿