4

Maliki Yevmiddin

Bunda birçok faydalar vardır.

Birinci fayda: (......) sözünün anlamı, diriliş ve ceza gününün sahibi demektir. Bunun izahı şudur: Kötülük yapanla iyilik yapanın, itaatkârla âsînin, uyanla uymayanın birbirinden ayırt edilmesi gerekir. Bu da, ancak Cenâb-ı Allah'ın:

"Kötülük yapanları yaptıklarına karşılık cezalandırmak ve iyilik yapanları da en iyi mükâfatla mükâfatlandırmak îçın". (Necm. 31).

"Yoksa biz iman edip de güzel amel işleyenleri, yer yüzünü bozguna verenler gibi mi tutacağız? Yahut müttakileri, günahkârlar gibi mi tutacağız?" (Sad. 28) ve

"Kıyamet gelecektir. Nerdeyse Ben, her nefis yaptığının karşılığını görmesi için, onu gizliyorum " (Tâhâ. 15) ayetlerinde ifade ettiği gibi, ancak ceza gününde tahakkuk edecektir. Zâlimi mazluma musallat edip de, sonra mazlumun hakkını zalimden almayan, ya aczinden, ya cehaletinden veya bu zulme razı olmasından dolayı böyle yapmaktadır. Bu üç sıfat da, Cenâb-ı Allah için düşünülemez. Bundan dolayı, Cenâb-ı Allah'ın zalimlerden mazlumların intikamını alması gerekir. Bu intikam dünyada alınmazsa, bu dünyadan sonra ahirette alınması gerekir. İşte

"Din gününün yegâne sahibi" (Fatiha. 4) ve:

"Kim zerre ağırlığınca bir hayır yaparsa, onun karşılığını görecek; kim de zerre miktarı kötülük işlerse, onun da karşılığını görecektir" (Zilzâl. 7) ayetleriyle kastedilen budur.

Rivayet edildiğine göre, kıyamet günü bir adam getirilir. Bu adam kendi durumlarına bakar da, hiç bir iyiliğinin olmadığını görür. Tam o esnada, "ey falanca, yaptığın amele karşılık, gir cennete!" diye bir ses gelir. Adam, "Ya Rabbî, ben ne yaptım ki!" der. Cenâb-ı Allah buyurur ki; "Falanca gece sen uyurken, bir tarafından bir tarafına döndüğünde, o esnada Allah! demiştin. Sonra, o anda sana uyku baskın çıktı da, sen bunu unuttun. Bana gelince, beni uyku ve uyuklama tutmaz. Onun için, ben onu unutmadım."

Yine bir adam getirilir. İyilikleri ile kötülükleri tartılır Ama, iyilikleri hafif gelir Derken adama bir kart gelir. Kart teraziye konulunca, terazinin iyilik kefesi ağır basar. Bir de ne görsün, o kartta kelime-i şehâdet var. Kelime-i şehâdet karşısında hiç bir şey ağır olamaz.

Mükellefiyetler iki kısımdır: Allah'ın haklan ve kulların hakları.. Allah'ın haklarının esası hoşgörüdür. Çünkü Cenâb-ı Hakk, âlemlerde müstağnidir. Kulların haklarına gelince, işte esas bunlardan kaçınmak lâzım.

Rivayet edildiğine göre, Ebû Hanîfe (radıyallahu anh)'in bir mecusîde malı vardı, onu istemek için mecusînın evine gitti. Evin kapısına gelince, ayakkabısına bir pislik bulaştı. Bunun üzerine ayakkabısını silkeleyince, pislik mecusînın evinin duvarına bulaştı. Şaşıran Ebû Hanîfe, şöyle dedi: Eğer bunu böyle bıraksam, mecusînin evinin duvarının çirkin görünmesine sebeb olacağım. Yok. oradan pisliği kazısam, duvarın toprağı dökülecek.. Derken kapıyı çaldı; bir cariye çıkınca da, cariyeye şöyle dedi: Efendine "Ebû Hanîfe kapıda... de" dedi. Bunun üzerine adam kapıya çıktı ve, Ebû Hanîfe'nın malını isteyeceğini zannederek, özür dilemeye başladı. Ebû Hanîfe (radıyallahü anh) de. şu anda bu önemli değil dedi ve, duvarın hikâyesini anlattı. Bu duvarı nasıl tem izleyebilirdi? Bunun üzerine, Mecusî. bu duvarı ben kendim temizlerim dedi ve o anda müslüman oldu. Buradaki nükte şudur: Ebû Hanîfe, bu ufacık şeyde mecusîye zulmetmekten çekindiği ve bundan dolayı ondaki malını ona bıraktığı için, mecusî küfürden imana geldi. Zulümden çekinen kimsenin, ya Allah katındaki durumu nasıl olur?

İkinci fayda: Kıraat âlimleri, (......) kelimesini farklı okumuşlardır. Kimisi, , kimisi de diye okudular" kıraatinin hücceti şudur:

Birincisi: Bu kelimede ((......) kelimesine göre) fazla olan bir harf vardır. Bundan dolayı bunu okumak daha sevaplıdır.

İkincisi: Kıyamet gününde birçok melik ortaya çıkacaktır. Fakat, din gününde gerçek mâlik, ancak Allahü Teâlâ'dır.

Üçüncüsü: Melık'in bazan mâlik olup bazan olmadığı gibi. mâlik de bazen melik olur bazen de olmaz. Buna göre melik olmak ve mâlik olmaktan herbıri bazen diğerinden ayrıdır. Ancak mâlikıyyet mutlak tasarrufun sebebidir Melıkıyyet ise böyle değildir. O halde mâlik, melikten evlâdır.

Dördüncüsü: Melik, tebaanın melikidir, mâlik ise kulların mâlikidir. Kul nitelik bakımından tebaadan daha aşağıdır. Bu sebeble mâlikıyette bulunan hakimiyetin, melikiyyettekinden daha çok olması gerekir. Böylece de mâlikin nitelik bakımından melikten daha üstün olması gerekir.

Beşincisi: Tebaanın kendi istekleriyle melikin tebaası olmaktan çıkmaları mümkündür. Köleye gelince, onun kendi isteği ile bu mâlikin mülkü olmaktan çıkması mümkün değildir. Böylece mâlıkiyyette olan hâkimiyetin, melikiyyettekinden daha mükemmel olduğu ortaya çıkar.

Altıncısı: Melikin, tebaasının durumunu gözetmesi gerekir. Zira, Hazret-i Peygamber (aleyhisselâm) "Hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüğünüzden (idare ettikleriniz kimselerden) mesulsünnüz. Buhâri. Cuma. 11 (1/215): Müslim. İmaret. 20 (3/1459). buyurmuştur. Tebaanın melike hizmet etmeleri şart değildir. Kölenin ise malikine hizmet etmesi şarttır O, sahibinin izni olmaksızın, müstakil olarak hareket edemez. Hatta onun hüküm vermesi, imam olması, şahidlık yapması bile doğru olmaz, efendisi yolculuğa niyet ettiğinde, o da onunla birlikte yolcu (-seferi) olur. Yine efendisi mukim olmaya niyet ettiğinde o da mukim olur. Böylece memlûkiyyette (kölelikte) bulunan emre itaat edip boyun eğmenin, tebaadaki itaat ve boyun eğmeden daha ileri derecede ve tam olduğunu anlamış olduk. İşte bütün bunlar mâlikin melikten daha üstün olduğuna delâlet eden hususlardır.

"Melik"in, "Mâlik"ten daha üstün olduğunu söyleyenlerin delilleri şunlardır.

Birincisi: Belde halkından her biri mâlik olabilir. Melike gelince, sadece insanların en yüce ve en üstünlerinden olur. O halde melik mâlikten daha şereflidir.

İkincisi: Onlar Cenâb-ı Allah'ın "De ki insanların rabbine ve melikine sığınırım." (Nas 1) ayetinde melik lâfzının yer aldığında ittifak etmişlerdir Şayet melikin durumu mâlikten üstün olmasaydı ayette bu lafız yer almazdı.

Üçüncüsü: Daha kısa olduğu için melik lâfzı evlâdır. Öyle vakit olur ki insan o durumda yalnız melik kelimesini söyleyebilir, mâlik (diye uzatmaya) vakit yetmeyebilir. Demek ki, mâlik kelimesini tamamıyla telaffuza yetecek bir zamanın bulunamaması ihtimali vardır Ebû Amr'dan da bu şekilde rivayet edilmiştir Kisâi" de Ebû Amr'e şöyle cevap vermiştir: "Bu kelimeyi söylemeye başlarım. Onu yetıştirememişsem bile. onu tamamıyla söylemeye niyet ettiğim için, yetiştirmiş gibi olurum. Bunun fıkhı hükümlerdeki benzen şudur: Ramazan ayında, güneş batmadan yarının orucunu tutmaya niyetlenen kimseye bu niyeti yetmez. Çünkü o, bu günde henüz bu günün orucunu tutmakla meşguldür. Bundan dolayı, yarının orucuna niyetlendiğinde bu tûl-u emel olur. Ama güneş battıktan sonra, ertesi günün orucuna niyet ederse, bu niyet ona kâfidir Çünkü, bu da her ne kadar tûl-u emel olsa da. bu kimse, güneş battığı için o günün orucunu tamamlamıştır. Bu kimsenin o gecede ölmesi mümkündür. Eğer ölürse şöyle diyebilir: "Yarına çıkamazsam da hiç olmazsa oruç tutmaya niyet ettim ya." Burada da durum aynıdır. Okuyan mâlik lâfzını söylemeye başlar, eğer tamamlarsa ne âlâ, yok eğer tamamlayamazsa, tamamlamaya niyet etmiş olur ya. Bu izahtan kastedilen de budur."

Sonra biz deriz ki: âyetteki lâfzın "melik" okunmasına terettüp eden hükümler vardır. "Mâlik" okunmasına terettüp eden başka hükümler de vardır.

Melik okunmasına terettüp eden hükümler şunlardır:

Birinci hüküm: Dört çeşit siyaset (idare) vardır: Halktan olan yöneticilerin idaresi, padişahların (meliklerin) idaresi, meleklerin idaresi ve Melıkü'l-mülûk (padişahlar pâ'dişahı) olan Allah'ın siyaseti (idaresi).

Meliklerin idaresi, halktan olan yöneticilerin idaresinden daha güçlüdür. Halkın yöneticilerinden bir topluluk bir araya gelse tek bir padişaha mukavemette bulunamazlar. Görmezmısın ki Ebû Hanîfe'ye göre köle sahibi kölesine hadd cezası uygulayamaz. Halbuki âlimler melikin (hükümdarın) insanlara hadd cezası uygulayabileceğine ittifak etmişlerdir

Meleklerin tdaresıne gelince, bu hükümdarların idarelerinin üstündedir. Zira büyük hükümdarların teşkil ettiği bir grup. tek bir meleğin idaresine bile karşı koyamazlar.

Melıkü'l-mülük olan Allah'ın idaresine gelince bu idare de meleklerin idaresinin üstündedir. Cenâb-ı Allah'ın şu ayetine bakmaz mısın:

"O gön Rûh ve melekler saf halinde'ayakta duracaktır. Rahman olan Allah'ın kendilerine izin verdiğinden başkaları o gün konuşamazlar. Onlar da ancak ruyu söylerler." (Nebe 38) ve"izni olmadan Cenâb-ı Allah'ın yanında şefaatte bulunacak kimdir." (Bakara 255) Yine Cenâb-ı Allah, meleklerin sıfatları hakkında.

"O melekler ancak Allah'ın razı olduğu kimse hakkında şefaat ederler." (Enbiyâ. 28) buyurmuştur. Buna göre Cenâb-ı Allah sanki şöyle demektedir: "Ey hükümdarlar! Malınıza ve mülkünüze aldanmayınız. Çünkü sizler de Din Günü'nün yegâne sahibinin kudret elinde esirsiniz. Ey idare edilenler sizler, hükümdarların (meliklerin) idaresinden korkuyorsunuz da, Din Günü'nün yegâne Sahibi olan O, Melikler Melikinin idaresinden korkmaz mısınız?"

İkinci hüküm: Cenâb-ı Hakkın "melik olmasının hükümlerinden ikincisi şudur; O'nun melik olması, diğer melıklerinkine benzemez. Çünkü diğer melikler her hangi bir şey verdiklerinde mülkleri noksanlaşır ve hazineleri eksilir. Ama Cenab-ı Allah'ın mülkü, vermekle, ihsan etmekle eksilmez, aksine artar. Bunu şöyle izah edebiliriz: Hak teâlâ sana. tek bir çocuk verdiğinde. O'nun hükmü bu tek çocuğa yönelmiş olur Ama on çocuk verdiğinde, O'nun hükmü ve teklifi bunların hepsine şamil olur. Böylece Cenâb-ı Allah çok verdikçe, mülkü artar eksilmez.

Üçüncü hüküm: Rahmetinin tam olmasıdır Bunun delili ise şu ayetlerdir:

Bu ayetlerden birincisi: Fatihada zikredilen. Allah'ın rabb, rahman, rahîm olduğunu bildiren ayettir.

İkincisi:

"O Öyle Allah'tır ki. kendisinden başka hiç bir İlâh yoktur. O gizliyi de bilir aşikârı da. O rahman (çok esirgeyen) ve rahîm (çok bağışlayandır)." (Haşr 22) ayetidir

Bunun peşinden Cenâb-ı Allah şöyle buyurur: "O öyle Allah'tır ki kendisinden başka hiç bir İlâh yoktur. O meliktir." (Haşr, 23) Bundan sonra O. kendisinin zulüm ve haksızlık yapmaktan münezzeh olduğunu, daha sonra, kendisinin "Selâm" (emniyetin taa kendisi) olduğunu söylemiştir ki, bu da kullarının, kendi zulmünden ve haksızlığından salim olduklarını ifade eder. Yine kendisinin "mümin" olduğunu ifade etmiştir ki bu, kulunun, kendisinin zulmünden ve haksızlığından emin olduğunu gösterir Böylece de O'nun "melik" olması, ancak rahmetinin tanrılığı ile tamamlanır

Üçüncüsü: Cenâb-ı Hakkın "O gün gerçek mülk Allah'a aittir" (Furkân 26) ayetidir Cenâb-ı Hakk mülkün kendisine âit olduğunu bildirmesinin peşinden. "Rahman" olduğunu söylemiştir. Yani, bu günde mülkün kendisinin olması, O'nun hükümran gücünün kemâline delâlet eder Buna göre de O'nun rahman olması, bu korkunun giderek rahmetin meydana gelmesini gösterir.

Dördüncüsü: "De ki: İnsanların rabbine ve melikine sığınırım " (Nas, 1) ayetidir Cenâb-ı Allah bu ayette, önce kendisinin insanların rabbı olduğunu zikretmiş, peşinden de insanların meliki olduğunu eklemiştir İşte bütün bu ayetler Cenâb-ı Hakk'ın "melik" olmasının ancak ihsanı ve rahmeti ile güzel ve mükemmel olacağına delâlet ederler. Buna göre Allah, sanki şöyle demektedir: "Ey hükümdarlar (idareciler) bu ayetleri dinleyin, şu miskinlere acıyın da mülkünüzde, Allah'ın mülkü karşısında. bir derece istemeyiniz."

Dördüncü hüküm: Tebaanın hükümdara itaat etmeleri gerekir. Eğer tebaa melike itaat etmez de karşı çıkarlarsa, âlemde karışıklık, anarşi ve kargaşa meydana gelir. Bu da âlemin harap olup halkın yok olmasına sebeb olur. Mecazî manada melik olana muhalefet etmenin neticede âlemin harap edilmesine ve halkın yok olmasına sebep olduğunu gördüğümüze göre, Hükümdarlar Hükümdarı olan Allah'a muhalefet etmenin neticesini bir düşünün. Bu muhalefetin, faydalı şeylerin ortadan kalkması ve bozuklukların ortaya çıkışındaki tesirlerinin nice olacağını bir düşün! Bunu tam olarak şöyle izah edebiliriz: Cenâb-ı Allah, küfrün, âlemin harap olmasına sebeb olacağını beyan ederek şöyle buyurmuştur:

"Onlar O, Rahman olan Allah'a çocuk nisbet ettiler diye neredeyse gökler parçalanacak, yer yarılacak, dağlar dağılıp çökecekti." (Meryem, 90-91).

Yine Cenâb-ı Allah, kendisine itaat etmenin, her türlü iyiliğin sebebi olduğunu şöyle buyurarak açıklamıştır:

"Ehline (ve ümmetine) namazı emret. Kendin de ona sebatla devam et. Biz senden bir rızık istemiyoruz. Seni Biz rızıklandırırız. Güzel akıbet takva (erbâbi)nındır." (Tâhâ. 132) Öyleyse ey yönetilenler, yöneticilerinize itaat ediniz. Ve ey siz hükümdarlar (yöneticiler), meliku'l-mulûk olan Bana itaat ediniz ki, âlemin nizamı bozulmasın."

Beşinci hüküm: Cenâb-ı Allah, kendisini Din Günü'nün Meliki olarak tavsif edince, adaletinin tam olduğunu âlemlere açıklayarak şöyle buyurmuştur:

"Senin Rabbin kullarına asiâ zulmetmez." (Fussilet. 46) Sonra Cenâb-ı Allah, adaletinin nasıl olduğunu açıklayarak şöyle buyurdu:

"Biz kıyamet gününde adalet terazileri koyacağız. Artık hiç bir kimse, en ufak bir zulme bile uğratmayacaktır." (Enbiyâ. 47)

Böylece anlaşılıyor ki Allah'ın Din Günü'nün yegâne gerçek Melik'i olması, adaleti ile tahakkuk edecektir Mecazî manada melik olan (dünya idarecileri) âdil olursa, meşru hükümdar, aksi takdirde batıl melik olur. Eğer hak ve âdil bir melik olursa, onun adaletinin bereketinden âlemde hayır ve huzur meydana gelir. Eğer zalim bir hükümdar olursa, âlemden hayır ve bereket kalkar.

Anlatıldığına göre Enûşirvân bir gün ava çıkmış ve atını mahmuzlayarak karargâhından iyice uzaklaşmış. Derken bir müddet sonra iyice susamış. Bir bahçeye varmış. Bahçeye girince nar ağaçlarını görmüş. Bunun üzerine bahçede bulunan çocuğa: ': Bana bir nar ver." demiş. Çocuk da ona bir nar vermiş. Narı yarıp tanelerini çıkarmış ve sıkmış. Bundan epey bir nar suyu çıkmış. Bunu içmiş ve nar çok hoşuna gitmiş de sahibinden bu bahçeyi satın almak istemiş. Sonra oradaki çocuğa, '- Bana bir nar daha ver." demiş. Çocuk bir nar daha vermiş. Bu narı da sıkarak suyunu çıkarmış, ama bu sefer nardan az miktarda su çıkmış. Bu nar suyunu içince, acı ve buruk olduğunu görmüş. Bunun üzerine. "- Bana bak çocuk! Bu nar niçin böyle çıktı?" demiş. Çocuk, "Belki de beldenin meliki zulmetmeye niyetlenmiştir. Onun zulmünün uğursuzluğundan da nar bu hale gelmiştir" dedi. Enûşirvân, bunun üzerine, gönlünden bu zulümden tevbe etmiş ve çocuğa "Bana bir tane nar daha ver" demiş. Çocuk ona üçüncü bir nar vermiş. O da narı sıkınca, ilk nardan daha tatlı olduğunu görmüş. Böylece de çocuğa, "Narın tadı niçin değişdi" deyince, çocuk: "Belki de beldenin meliki zulmünden tevbe etti." diye cevap vermiş. Enûşirvân, bunu çocuktan duyup kalbindekine tam tamına uyduğunu görünce zulümden kesinkes tevbe etmiş. Hiç şüphesiz onun ismi bu dünyada adaletle şöhret bulmuştur Hatta insanlardan bazıları, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den şöyle dediğini rivayet ederler: "Ben âdil bir hükümdarın zamanında dünyaya geldim."

Bu lâfzın "mâlik" olmasına terettüb eden hükümlere gelince bunlar dört tanedir.

Birinci hüküm: lâfzı "mâlik" okumak, "melik" okumaktan daha ümit verici manadadır. Çünkü melikten en fazla beklenen şey, âdil ve insaflı olması, insanların kendi kendilerine onun hükmünden çıkabilmeleridir. Mâlike gelince kul, ondan giyecek, yiyecek, merhamet ve terbiye ister. Bu manada olmak üzere sanki Cenâb-ı Allah şöyle demektedir: Ben sızın mâlikinizim. Sizin yemeniz, giyiminiz, mükâfaatınız ve cennetiniz bana aittir.

İkinci hüküm: Melik, her ne kadar mâlikten daha zengin ise de, yine senden bir şeyler umar. Mâlike gelince, sen ondan bir şeyler umarsın. Bizim hiç bir iyiliğimiz ve ibadetimiz olmadığı halde, Allah, kıyamet gününde bizden her türlü hayrı ve ibadeti istemeyi düşünmez ama aksine O, kıyamet gününde bizim kendisinden sırf fazlı ile, bağışlanmamızı ve bize cennet vermesini istememizi murad eder. İşte bu sebebten ötürü Kisâî (......) "şeklinde oku" demiştir. Çünkü bu şekilde okumak, Cenâb-ı Allah'ın çok lütfuna ve geniş rahmetine delâlet eder.

Üçüncü hüküm: Melik'in huzuruna askerler getirildiğinde, o, onlardan sadece güçlü ve sağlam karakterli olanları seçer. Hasta olanları ise kabul etmeyip onlara her hangi bir vazife vermez.-Mâlike gelince, onun kölesi olurda hastalanırsa, o kölesini tedavi ettirir. Köle zayıf ise ona yardım eder. Bir sıkıntısı olursa, sıkıntısından kurtarır. O halde "mâlik" lâfzı ile okumak, günahkârların ve miskinlerin hâline daha uygundur.

Dördüncü hüküm: Melik'in bir heybet ve idaresi vardır. Mâlikin ise acıması ve şefkati vardır. Merhamet ve şefkate olan ihtiyacımız, heybet ve idareye olan ihtiyacımızdan daha fazladır.

Üçüncü fayda: Mülk kudretten ibarettir. Buna göre Cenâb-ı Hakk'ın mâlik ve melik olması, Onun kadir olmasından ibarettir. Burada bir husus vardır ki, o da şudur: Cenab-ı Hakk. ya mevcudatın melikidir, veya madûmattn melikidir Birincisi batıldır, çünkü var olanları yemden icat muhaldir; o halde, Allah'ın mevcudat üzerindeki kudreti, sadece yok etmek iledir. Bu izaha göre, O ancak yokluğun (adem) mâlikidir. İkincisi de, geçersizdir Çünkü bu da, Allah'ın kudretinin ve mülkünün yokluk üzerinde olmasını gerektirir. Buna göre şöyle denilmesi gerekir: Allah'ın mevcudatta ne mâlikiyyet hakkı, ne de mülkiyyet hakkı yoktur.. Bu ise, haktan uzak bir görüştür.

Buna şöyle cevap veririz: Allahü Teâlâ mevcudatın mâliki ve melikidir. Şöyle ki, O bu mevcudatı varlıktan yokluğa çevirmeye veya bu mevcudatı bir sıfattan başka bir sıfata geçirmeye kadirdir. Bu kudret de, sadece Allah için söz konusudur. O halde, gerçek melik yalnız Allahü Teâlâdır. Cenâb-ı Hakk'ın, gerçek melik olduğunu bildıysen biz deriz ki, O "din gününün melikidir" Bu, böyledir; çünkü öldükten sonra varlıkları diriltmeye sadece Cenâb-ı Hakk muktedirdir. İnsanların bedenlerinden ayrılan bu parçaları bilmek (ilm) sadece Ona aittir. Hasrolunma, diriltilme, ba's ve kıyamet ancak malûmatın hepsine taalluk eden bir ilim sayesinde, mumkünattn tamamına taalluk eden bir kudret ile meydana geldiğine göre, Allah'tan başka din gününün mâliki olmadığı ortaya çıkar. Bu konudaki sözün tamamı "haşr" ve "neşr" meselesiyle alâkalıdır.

"Bir şeye mâlik olmak, ancak memlûk (mâlik olunan) var olduğunda tahakkuk eder; kıyamet şu anda mevcut değildir Buna göre Allah din gününün mâliki olmaz. Bunun aksine şöyle denilmesi uygundur: "Din gününde mâliktir" Çünkü insan, " (Ben, Zeyd'ın katiliyim." dediğinde, bu bir ikrardır Ama, tenvinle, (Ben zeyd'i öldüreceğim) derse, bu tehdit ve korkutma ifade eder" denilirse, deriz ki sizin söylediğiniz doğrudur Ancak kıyametin kopması, hikmeti ilâhîde aksinin olması caiz olmayan katî bir iş olunca, kıyametin varlığı şu anda meydana gelen ve var olan bir şey gibi kabul edilmiştir. Yine bunun gibi, birisi öldüğü zaman, onun kıyameti kopmuş olur. Buna göre, bu durumda kıyamet var demektir Böylece bu sual, ortadan kalkar.

Dördüncü fayda: Cenâb-ı Hakk, bu sûrede kendi isimlerinden, " diye beş ismim zikretmiştir. Bunun sebebi şudur: "Sanki O şöyle buyuruyor: İlk önce seni yarattım, o halde Ben ilâhım. Sonra seni çeşitli nimetlerimle büyüterek terbiye ettim, o halde Ben, Rabbim. Sonra sen isyan ettin, Bense senin isyanlarını örttüm. O halde Ben Rahmân'ım. Sonra sen tevbe ettin, Ben de bağışladım. O halde Ben, Rahîm'im Sonraysa, cezayı sana ulaştırmak gerekir Bunun için Ben. din gününün yegâne sahibiyim."

"Cenâb-ı Hakk, besmelede bir kere Rahman ve Rahîm kelimelerini söyledi. Fâtıha'da da ikinci kere tekrarladı. O halde, bu iki isimde bir tekrar vardır. Halbuki, diğer isimlerde bir tekrar söz konusu değildir. Bunun hikmeti nedir? denilirse, biz deriz ki, sözün takdiri şöyledir: Ben, ilâh ve Rabb olduğumu bir kere; Rahman ve Rahim olduğumu ise, iki kere söyledim ki, benim rahmet ile olan yardımımın, başka şeylerle olan yardımımdan daha çok olduğunu bilesin. Hak teâlâ rahmetinin kat kat olduğunu beyan edince, âdeta şöyle demiştir: "Sakın buna aldanma. Çünkü Ben. din gününün de Mâlikiyim" Bunun bir benzen de O'nun

"Günahı bağışlayan, tevbeyi kabul eden, azabı çetin ve fazl sahibi olandır" (Mü'min. 3) ayetidir.

Beşinci fayda: Mutezile, "eğer kulların amellerinin yaratıcısı Cenâb-ı Hakk olursa, sevabın. ıkâbın ve cezanın olduğunu söylememiz imkansızlaşır. Çünkü, insana yapmadığı bir şeye karşılık sevap vermek abes; yapmadığı bir şeye karşılık onu cezalandırmak ise zulümdür. Bu duruma göre de, Cenâb-ı Allah'ın din gününün mâliki olması batıl olur" demiştir. Cebriye de, "eğer kulların amelleri Cenab-ı Allah'ın takdir ve tercihi ile olmamış olsaydı, O kolların mâliki olamazdı. Müslümanlar Cenab-ı Allah'ın, kulların ve amellerinin mâliki olduğunda icmâ ettiklerine göre, O'nun onları yaratan ve takdir eden olduğunu da anlarız" demişlerdir. En iyi bilen, Allah'tır.

Beşinci Fasıl

Bu fasıl

4 ﴿