10

Onların kalblerinde bir hastalık vardır. Allah da onların hastalığını arttırmıştır. Yalan söylediklerinden ötürü, onlara acı veren bir azab vardır.

Kalb Hastalığı

Cenâb-ı Hakk'ın sözüne gelince: Bil ki, o sıfattan çıkan fiillerde, bir zararın meydana gelmesini gerektiren bir sıfattır. Kalbe mahsûs olan özellik, Allah'ın bilmek, O'na itaat ve kulluk etmek r'duğu için, kalbte bu özelliklere mani olacak herhangi bir sıfat meydana geldiğinde, bu sıfatlar kalbin hastalığı olurlar. Şayet: "Ziyâde" (fazlalaşma) kendisine ilave edilenin cinsindendir; eğer, buradaki hastalıktan maksat küfür ve cehalet hastalığı ise, o zaman Cenâb-ı Hakk'ın Allah da onların hastalığını artırdı" sözü, bu küfür ve cehalete hamledilmiş olur. Bu durumda da, Allah'ın, küfrün ve cehaletin faili olması gerekir denilmiştir.

Mu'tezile'nin Kalb Hastalığı Hakkındaki Te'vîli

Mû'tezile'ye göre Cenâb-ı Hakk'ın bundan muradının, birçok sebebe binâen, küfür ve cehalet fiili olması caiz değildir.

Birincisi: Şüphesiz kâfirler, Kur'an'ı eleştirme hususunda çok hırslı idiler. Eğer ayetin manası bu olsaydı, "Onlar Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e şöyle derlerdi: Allah, hakkımızda küfrü yaratınca, sen kalkıp bize imanı nasıl emredersin?.

İkincisi: Cenâb-ı Hakk, küfrün faili olsaydı, yalancılar elinde mu'cize göstermesi de caiz olurdu. Bu durumda da, Kur'an'ın hüccet olması diye şey kalmazdı. O halde biz Kur'an'ın tefsiri ve manaları ile ne diye meşgul oluyoruz?

Üçüncüsü: Cenâb-ı Hak, bu ayetleri, onların küfretmelerine karşılık onları kınamak amacıyla zikretmiştir. Bu durumda, kendilerinde yaratmış olduğu bir şeyden dolayı onları nasıl kınar?

Dördüncüsü: Cenâb-ı Hakk'ın, "Onlara elim bir azab vardır" sözüdür. Şayet Allahü Teâlâ onların renklerini ve boylarını yarattığı gibi, bunu da onlarda yaratmış olsaydı, Allah'ın onlara azâb edeceği hangi günahları vardır?

Beşincisi: Cenâb-ı Hak, bu acıklı azabı, "Yalan söylemeleri sebebiyle" sözüyle onlara nisbet etmiştir. İşte buna göre de, onları, yeryüzünde müfsitlerin ta kendileri, akılsızların ta kendileri olarak vasfetmiş, şeytanlarıyla başbaşa kaldıklarında onların, "Biz aslında sizinle beraberiz" ediklerini belirtmiştir.

Râzî'nin Meseleyi İzahı

Bunun böyle olduğu sabit olunca, biz deriz ki: Ayeti birçok bakımdan tevil etmek gerekir;

a- Ayette geçen "hastalık" gam ve keder anlamına hamledilir. Çünkü, "Falan işten ötürü kalbim kederlendi" denilir. Buna göre ayetin manası şu olur: Münafıklar, Hazret-i Peygamberin işinin sağlamlaştığını ve günden güne şanının yüceldiğini gördüklerinde kalpleri kederlenmişti.

Bu durum, onların riyasetlerinin elden gitmesine sebep oluyordu. Nitekim rivayet edildiğine göre Hazret-i Peygamber, bir defasında eşeğine binmiş olduğu halde, Abdullah b. Ubeyy b. Selûl'ün yanından geçmiş, İbn Selûl Hazret-i Peygamber'e "Ey Muhammed, eşeğini uzaklaştır, çünkü onun kokusu bana eziyet veriyor" deyince. Ensârdan bir zat Hazret-i Peygamber'e, "Ey Allah'ın Resulü, onu mazur gör; çünkü sen bize gelmezden önce, biz onu reis yapmaya karar vermiştik!". İşte bu Kimselerin kederleri şiddetlenince, Allahü Teâla bunu ifâde ederek, "Allah da onların hastalıklarını arttırdı" buyurmuştur. Yani, Hazret-i Peygamber'in işinin ve şanının yüceliğini ve ululuğunu arttırtmakla, onların keder üstüne kederlerini arttırdı.

b- Onların hastalıkları ve küfürleri, sorumluluklarının artması sebebiyle de artmıştır. Bu, Cenâb-ı Hakk'ın Tevbe sûresinde, "Bu sûreler de onların küfürlerine küfür kattı" (Tevbe. 125) buyurduğu gibidir. Halbuki, sûre, hakikatte onların küfrünü arttırmamıştır. Ama onlar, bu sûreler nazil olduğunda onları inkâr ettikleri için küfürleri artınca, onlar hakkında böyle denilmiştir. Yine bu, Hazret-i Nuh'tan nakledilerek söylenilen; "Ben onları gece gündüz nehyettim. Ama benim davetim, onların ancak kaçmalarını arttırdı" (Nuh, 5-6) ayetleri gibidir. Halbuki, onları davet etmek, onların firarını gerektirmemiştir. Ne var ki onlar, bu davet sırasında kaçışlarını arttırmışlardır. Ve yine Cenâb-ı Hak: "Onlardan, bana izin ver (de kalayım), beni fitneye düşürme diyen vardır" (Tevbe, 49) buyurmuştur. Hazret-i Peygamber ona savaştan geri kalma izni vermemekle, onu fitneye düşürmüş olmazdı. Fakat savaşa çıktığında fitneye düşen o münafığın kendisidir. Bundan dolayı da, fitneye düşürme Hazret-i Peygamber'e nisbet edilmiştir.

"Sana Rabbinden indirilenler, onlardan birçoğunun azgınlığını ve küfrünü arttıracaktır" (Maide, 68).

"Onlara bir uyarıcı geldiğinde, onların ancak nefretini arttırdı" (Fatır, 42) ayetliri de böyledir. Kendisine nasihat ettiğin halde bundan öğüt almayarak, kötülüğünde ileri giden kimseye söylemiş olduğun, "Benim nasihatim, senin ancak kötülüğünü ve fesadını arttırdı" sözün de böyledir. Münafıklar da böyledir. Onlar kâfir olunca, sonra Allah onları dininin hükümlerine davet ettiğinde, onlar bu dinî kuralları inkâr edip de böylece küfürlerini arttırınca şüphesiz onların küfürlerinin artması Allah'a nisbet edilmiş oldu.

c- Cenâb-ı Hakk'ın sözünden maksat, Allah'ın onlara lûtfunu arttirmamasıdır. İşte bu lûtfu arttırmaması sebebiyle de Allah onları yardımsız bırakmıştır. Bu tıpkı, Cenâb-ı Hakk'ın; "Allah onları kahretsin, nasıl da (Hak'tan) döndürülüyorlar!" (Tevbe. 30) sözü gibidir.

d- Arablar, bakışın sönüklüğünü "hastalık" kelimesiyle niteler ve şöyle derler: "Bakışları sönük câriye..." Cerîr ise, şöyle demiştir: "Bakışlarında bir sönüklük olan gözler yok mu? Öldürdüler bizi, sonra da ölülerimizi diriltmediler".

Ayetteki hastalık da, onların niyyetteki gevşeklikleridir. Bu böyledir. çünkü önce, onların kalbleri muharebe, çekişme ve düşmanlık gösterme Uygusunda çok kuvvetli idi. Sonra saltanatları kırıldı, böylece bu korku ve (......) ık sebebiyle münafıklığa başvurdular da, bunun üzerine Cenâb-ı Hak, buyurdu. Yani, Allah onlarda bu inkisarı, korkuyu ve bu zayıflığı artırdı. Muhakkak ki Cenâb-ı Hak bunu; "Allah onların kalblerine bir korku saldı da, onlar kendi elleriyle ve müminlerin elleriyle, evlerini harâb ederler" (Haşr. 2) ayetiyle tahakkuk ettiğini bildirmiştir.

e- Ayetteki hastalığın, kalbin acısı manasına hamledilmesidir. Bu şöyledir, çünkü insan hased, nifak ve başkalarının başına bir kötülüğün gelmesini bekleme hastalığına tutulduğunda ve bu hastalık onda devam iğinde, çoğu kez bu durum, kalbin mizacının değişmesine ve onun elem duymasına sebep olur. Lafzı bu manaya hamletmek, o lafzı hakiki manasına -anletmek olur. Bu sebeple de, diğer izah tarzlarından daha üstün olur.

Acı Veren Azâb

Cenâb-ı Hakk'ın, sözüne gelince, bu konuda Keşşaf sanibi şöyle demiştir: (......) kelimesi fiilinden ism-i faildir; tıpkı (......) kelimesinin (......) kelimesinden ism-i fail olması gibi... "Azâb" kelimesinin "elîm" sıfatıyla nitelenmesi, tıpkı Arabların "Onların aralarındaki selamlaşmaları, acı veren bir darbe gibidir" demesi de böyledir. Bu, yine Arabların "Onun ciddiyeti büyük oldu, ciddî oldu" demelerine benzer. Ciddiyet nasıl, ismi faili olan kişiye ait bir nitelik ise, bunun gibi "elem" sıfatı da, gerçekte elem veren şeye aittir.

Azaba Sebep Yalancılıktır

Allahü Teâla'nın' "Yalan söylemeleri sebebiyle" sözüne gelince, bunda birkaç bahis söz konusudur:

1) Yalan, bir şeyden, gerçekte olduğunun aksine olarak haber vermektir. Câhiz bunu, ancak haber veren kimsenin haber verilen şeyin haberin aksine olduğunu bildiğinde yalan olarak adlandırır. Bu ayet ise, Câhiz'in aleyhine bir delildir:

2) Allah'ın sözü, onların yalanlarının, elem verici bir azabın sebebi olduğu hususunda açık bir ifâdedir. Bu ise, her türlü yatanın haram olmasını gerektirir. Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm)'in üç defa yalan söylediği rivayetine gelince, bundan maksat "ta'riz"dir. Ancak şekil yönünden yalana benzediği için, "yalan" olarak adlandırılmıştır.

3) Bu ayette iki kıraat bulunmaktadır:

Birincisi: kıraatidir. Buna göre onların söyledikleri yalandan maksat. onların "Allah'a ve ahiret gününe inandık" demeleridir.

İkincisi: Tasdik etmenin zıddı ve yalan söylemenin mübalağası olan fiilinden olmak üzere, kıraatidir. Nitekim doğru olmak hususunda mübalağa edildiğinde de, (çok doğru oldu) denilir.

10 ﴿