17"Onların durumu, bir ateş yakmış olan kimsenin haline benzer: O ateş, onun etraûnı aydınlatınca, Allah onların nurlarını giderir de, onları, hiçbir şey görmez oldukları karanlıklar içinde bırakır" . Mesel Getirmenin Gayesi Bu âyet-i kerimenin lafızlarını tefsire girmeden önce, iki şey hakkında konuşacağız. Birincisi: Meselden maksat, kalbferde, bir şeyi yalnız başına nitelemenin meydana getiremiyeceği tesiri meydana getirmektir. Bu böyledir, çünkü nesel getirmekten amaç, gizli olanı açık olana; görünürde olmayanı görünürde bulunana benzetmektir. Böylece o şeyin mahiyetine daha sağlamar şekilde vâkıf olunur ve hisler akla mutabık olur. Bu ise, en güzel izah Görmüyor musun, iman etmeye teşvik etmek darb-ı meselden soyutlanmış olarak yapıldığında, bunun kalblerde meydana getireceği tesir, onul nura benzetilmesiyle meydana gelecek olan tesirden daha azdır. Hiçbir benzetme yapmaksızın küfürden nefret ettirmenin akıllarda uyandıracağı, küfrü zulmete, yani karanlığa benzeterek akıllarda uyandırılacak olan çirkinlik kadar kuvvetli olamaz.. Herhangi bir şeyin zayıflığını haber verip, bu zayıflığını örümcek ağına benzeterek bildirmek: onun zayıflığını herhangi bir şeye behzetmeksizin bildirmekten daha beliğ ve müessirdir. İşte sebepten dolayı Cenâb-ı Hak, her şeyi apaçık anlatan kitabında ve diğer alarında çokça mesel îrad etmiştir. Nitekim O; "İşte biz bu meselleri isanlara getiriyoruz" (Ankebût. 43) buyurmuştur. Incil'in sûrelerinden birisi de, "Meseller sûresi" dir. Bu ayette birkaç mesele vardır. Arabça'da "mesel" "misl" manasınadır. Buna da, "nazır", yani benzer, eş denilir. Nasıl ki (......) ve (......) denilirse, aynı şekilde (......) ve (......) de denilir. Buradan hareket edilerek, halk arasında yayılan ve biri öbürüne benzetilen sözlere mesel denilmiştir. Ancak bir sözün "mesel" atabilmesinin şartı, onda bazı bakımdan tuhaflık ve ilginçliklerin bulunmasıdır. Yanındaki Işıktan Istifade Edemeyenler Allahü Teâlâ, münafıkların gerçek sıfatlarını ortaya koyunca bunu, daha iyi beyân etmek ve açıklamak için, bunun hemen peşinden iki mesel rad etmiştir. Bunlardan birinci mesel: Bu mesel, söz konusu ayetteki meseldir. Bu "mesel" de izah edilmesi gereken bazı noktalar bulunmaktadır: a- Münafıkda nur olmadığı halde, onu, kendisine bir nûr verilen, sonra da bu nûr kendisinden alınan kimseye benzetmenin vechi, dayanağı nedir? b- Ateş yakan kimse, ateşi yakıyor; ateş birazcık aydınlatınca, onun hem ateşinden hem de ışığından istifade ediyor, sonra da bundan mahrum oluyor... Münafığa gelince, onun kesinlikle imandan istifade etmesi söz konusu değildir. O halde, bu benzetmeyi nasıl izah edebiliriz? c- Ateşi yakan kimse, kendisine bir aydınlık sağlamak istemiştir; oysa ki Allâhu Teâla onun ışığını yok etmiş ve onu karanlıklar içinde bırakmıştır. Ama münafık hiçbir hayır elde etmemiş, münafık için söz konusu olan hayal kırıklığı ve şaşkınlık ise, ancak kendinden dolayı meydana gelmiştir. O halde, buradaki benzetmenin ortak yönü nedir? Bu Meselin Ortaya Çıkardığı Sorulara Razi'nin Cevabı Buna şöyle cevap veririz: Alimler, benzetmenin niteliği hususu şeyler zikretmektedirler: 1) Sûddi şöyle der: Bazı insanlar Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye geldiğinde İslâm'a girmiş, sonra da münafık olmuşlardır. O halde buradaki teşbih son derece doğrudur, çünkü o münafıklar ilkin iman etmeleri sebebiyle bir nûr elde etmişler, sonra da nifaklarından dolayı ikinci kez kaybetmişler, böylece de çok büyük bir şaşkınlık içine düşmüşler din hususundaki şaşkınlıktan daha büyük şaşkınlık yoktur. Bunun karanlıktan dolayı yolunu şaşıran dünyevi bakımdan az bir zarara girer, ama din konusunda şaşıran kimse ise, kendisini ahirette nihayetsiz ve sonsuz olarak zarara duçar etmiş olur. İkinci Cevap: 2) Şayet Sûddî'nin söylediği bu söz doğru kabul edilmez de onların başından beri münafık oldukları söylenilirse, burada Hasan Basri'nin söylemiş olduğu başka bir tevit söz konusu olur. Bu tevil de şudur: Onlar müslüman olduklarını açıklayınca, böylece kanlarını koruma, mallarının ganimet olarak alınmasını ve çocuklarının esir edilmesini önleme başarısını elde etmişler, cihadlarda elde edilen ganimet mallarından ve müslümanlara tatbik edilen diğer hükümlerden de faydalanmışlardır. Bu ise, iman nurlarından bir nûr sayılır. Bu, devamlı olan bir azaba nisbetle az bir zaman ifade edince, Allah onların halini, ışığından çok az istifade eden, sonra da çekilip elinden alınan, böylece de, bu nurun peşinden gelen, karanlıktan dolayı şaşkınlığı ve nayal kırıklığı devam eden bir ateş yakan kimsenin haline benzetmiştir. Böylece, onun bu dünyadaki azıcık faydalanması hali nura; ahiretteki zararının büyüklüğü de zulmete, karanlığa teşbih edilmiştir. Üçüncü Cevap: 3) Şöyle dememiz de mümkündür: Teşbihin ortak tarafı, münafığın nurunun bulunması değildir; tam aksine, münafığın, bu ateş yakan kimseye benzetilmesinin illeti şudur: Ateş yakan kimsenin ışığı gidince şaşırır. Bir nûr, bir ışık içinde bulunan, sonra da ışığı elinden alınan kimsenin şaşkınlığı; devamlı karanlık içinde yol alan kimsenin şaşkınlığından daha fazladır. Ancak Cenâb-ı Hak, onu bu yoğun karanlıkla nitelendirilmesinin doğru olması için, ateş yakan kimse için bir ışık zikretti; yoksa burada "vech-i şebeh", nûr ve zulmetin bir arada bulunması değildir. Dördüncü Cevap: 4) Münafıkların ifade ettikleri şey, bu söylediklerinin, kendisinden istifade acilen nûr olduğu vehmini verir. Nurun gitmesi ise, münafığın arkadaşlarına açıladığı küfür ve nifak vehmini verir. Bunu söyleyen kimse, bu meseli, Cenab-ı Hakk'ın: "İman edenlerle karşılaştıklarında, biz iman ettik derler; şeytanlanyla kaşbaşa kaldıklarındaysa, biz sizinle beraberiz derler"(Bakara, 14) ayetine, atfetmişlerdir. Buna göre (......) kelimesi, münafıkların sözlerinin, gitmesi de, münafıkların kâfirlere sözlerinin meselidir. Şayet, münafık, bu inancın aksini gizlemesine rağmen, "biz" dediğinde, onun iman hakkında söylediği bu söz, nasıl nurun misali, olabilir? denilirse, biz deriz ki, şayet o münafık bu sözüne hem inancını de o inanca göre amelini katarsa, kendisi için nurunu tamamlamış olur. böyle yapmazsa, nuru tam olmaz. Onun sırf bu sözü (inandık sözü) nûr diye adlandırılmıştır, çünkü bu "inandık" sözü, o kendi başına gerçek bir sözdür. Beşinci Cevap: 5) Ateşin tutuşturulmasının münafığın iman kelimesini izhar etmesinden ibaret olması da caizdir. Allahü Teâlâ buna nûr ismi vermiştir; çünkü münafık, müminler arasında dışını süsler ve böylece söz sayesinde medhedilmiş olur. Sonra Cenâb-ı Hak, peygamber ve müminlere münafığın durumunun gerçek yüzünü bildirerek, münafığın perdesini kaldırır ve nurunu giderir. Ondan sudur eden iman isminin yerine, nifak ortaya çıkmış olur da, böylece içinde hiç bir şey göremeyeceği koyu karanlıklar içine düşmüş olur. Çünkü daha önce sahip olduğu nûr, Allah'ın, onların İç yüzlerini ortaya koymasıyla yok olup gitmiştir. Altıncı Cevap: 6) Onlar hidayet mukabilinde sapıklığı satın almakla nitelenince, Cenâb-ı Hak bunun peşinden, onların sattıkları hidayetlerini, ateş yakan kimsenin etrafını aydınlatan ateşe (nâra); satın aldıkları ve böylece de kalblerini mühürlediği "sapıklığı" da, Allah'ın onların nurunu gidermesine ve onları karanlıklar içerisinde bırakmasına benzetmek için bu temsili getirmiş olabilir. Yedinci Cevap: 7) Burada ateş yakanın, Cenâb-ı Hakk'ın razı olmadığı bir ateşi yakmış olması da muhtemeldir. Bundan maksat, münafıkların kızıştırmaya çalıştıkları fitneyi bu ateşe teşbih etmektir. Çünkü münafıkların tahrik etmeye çalıştıkları bu fitne, çok uzun ömürlü olamamıştır. Cenâb-ı Hakk'ın "Her ne zaman harbin ateşini tutuşturdularsa, Allah bu ateşi söndürmüştür" (Maide, 64) sözüne kulak vermez misin? 8) Said b. Cübeyr, bu ayet, "yahudîlerin ve onların Hazret-i Peygamber'in zuhurunu gözlemeleri ve onların bu peygamber vasıtasıyla müşrik Arablara galib gelme beklentileri hakkında nazil olmuştur. Hazret-i Peygamber gönderilince onlar, O'nun nübüvvetini kabul etmemişlerdir. Böylece onların, Hazret-i Muhammed'i bekleyişleri "ateş tutuşturmak" gibi; onların, Hazret-i Peygamberin ortaya çıkmasından sonra O'nu inkâr etmeleri de, bu nurun gitmesi gibi olmuştur" demiştir. Imanın Nura, Inkârın Karanlığa Benzetilmesi İmanın nura, küfrün ise zulmete benzetilmesi hususu, Allah'ın kitabında çokça yer almaktadır. Buradaki "vech-i şebeh" şudur: "Nur" delillere ulaştırmada, faydalı yolları elde etmede ve şaşkınlığı yok etme konusunda en etkili olan şeydir. Bu ise, din hususunda, imanın halidir. Böylece, din konusunda şaşkınlıkları gidermede ve menfaatleri temin etmede en mükemmel olan şey, dünyada en güzel olan şeye, yani nura benzetilmiştir. Küfrün zulmete benzetilmesi hususundaki hüküm de aynıdır. Çünkü, girilmesi gereken yoldan sapmış olan kimse için, zulmetten daha büyük bir mahrumiyet ve şaşkınlık olamaz. Dinî hususta da, menfilikte küfürden daha büyük bir şey yoktur. İşte böylece Cenâb-ı Hak, onlardan birini diğerine teşbih etmiştir. Bu ayetin genel mefhûmu hakkında söylenen söz işte bundan ibarettir. Burada geriye, teferruata dair birtakım sual ve bunlara verilen cevaplar kalmıştır. Mezkur Benzetmenin Ortaya Çıkardığı Suallere Cevaplar Birinci sual ve cevabı: Ateş yakan kişi, Cenâb-ı Hakk'ın "Onların durumu, bir ateş yakan kimsenin durumu gibidir " (Bakara, 17) ayeti, münafıkların meselinin, ateş yakanın durumuna benzetilmesini iktiza eder. Ama, münafığın ve ateş yakanın meseli nedir ki, böylece bunlardan biri diğerine teşbih edilebilsin? Buna cevabımız şudur: Mesel kelimesi, kendisinde bir gariblik ve bir tuhaflık bulunan bir olay veya nitelik için istiare yoluyla kullanılır. Buna göre, derken, sanki şöyle denilmek istenmiştir: "Onların şaşırtıcı kıssaları, âteş yakan kimsenin kıssası gibidir." Cenâb-ı Hakk'ın; Muttakilere va'dolunan cennetin kıssası..." (Muhammed, 15) ayeti de böyledir. Yani, sana bahsettiğimiz hayranlık uyandıran şeylerde, hayranlık uyandıran cennetin kıssası vardır, demektir. Yine "En yüce mesel Allah'ındır" (Nahl, 60) ayeti de böyledir. Yani, O'nun azamet ve celal vasıfları, demektir. "Onların Tevrat'taki vasfi, (Feth, 29) ayeti de böyledir. Yani, onların şaşılacak durumları ve vasıfları demektir. "Mesel" de garabet mânası olunca, Arablar "Falanca yok mu, o hayır ve şerde bir misaldir" diyerek, mesel'den, durumu şaşırtıcı olan şey hakkında kullanılan sıfat anlamını türetmişlerdir. İkinci Sual: Cem'in Müfred'e Benzetilmesinin İzahı "Topluluk ferde nasıl benzetilebilmiştir?" Böyle bir soruya birkaç bakımdan cevap verebiliriz: a- Cenâb-ı Hakk'ın "Dalanlar gibi, siz de daldınız " (Tevbe, 69) ayetinde olduğu gibi, Arapça'da yerine getirmek caizdir. Çünkü her ma'rife cümlenin vasfına, bir cümleyi bağlamak için gelmiştir. Bir de o, Arabça'da çok kullanılır. Ayrıca sılasıyla kullanıldığında söz uzadığı için, hafifletilmeye elverişli bir kelime olmuştur. Bu sebepten dolayı onun ya'sını, kesresini hazfederek kullandılar. Öyle ki, ism-i fail ve ism-i mefüllerde sırf bir (......) şekline soktular. b- Ateş yakanların cinsinin murad edilmesi; veya ateş yakan topluluğun ve gurubun kastedilmesidir. c- Bu görüş, en kuvvetli olanıdır; çünkü münafıkların bizzat kendileri, ateş yakan kimsenin bizzat kendisine benzetilmem iştir ki, bundan topluluğun tek bir kişiye teşbihi gereksin... Burada, münafıkların kıssası, ateş yakanın kıssasına benzetilmiştir. Bunun bir benzeri de, Cenâb-ı Hakk'ın "Tevrat'ı yüklenip de sonra onu taşımayanların durumu, eşeğin durumu gibidir" (Cuma, 5) ve "Sana, üzerine ölüm baygınlığı çökmüş kimsenin bakması gibi bakarlar" (Muhammed, 20) ayetleridir. d- Ayetten kastedilen mana, Cenâb-ı Hakk'ın "Sonra da sizi bebek olarak dünyaya çıkaran O'dur" (Gâfir, 67) sözünün manası nasıl "sizden her birinizi demek ise, bunun gibi burada da kastedilen, "onlardan her birinin meseli.." dir. Üçüncü Sual: Yakmak, Ateş, Aydınlatmak Ve Nur Nedir? Buna şöyle cevap veririz: Ateşin yanması, onun parlaması ve alevinin yükselmesi demektir. Nâr, yani ateşe gelince, bu latîf, aydınlatıcı, sıcak ve yakıcı bir cevherdir. Bunun iştikakı ise, bir şey uzaklaşıp kaçtığı zaman söylenen fiilindendir. Çünkü ateşte, bir hareket ve bir kaynaşma vardır, "Nur" (ışık) da bu kökten neşet etmiştir. Ki, bu ateşin ışığı, onun ziyası demektir. Alâmet anlamına gelen "menâr" üzerinde ezan okunan şeye ad olarak verilen "menare" kelimeleri de ayni köktendir. Üzerine kandil konulan şeye de "menâre" denilir. Bedeni temizlediği için sabun çiçeğine, beyaz çiçeğe ad olarak verilen (......) kelimesi de bu köktendir. (......) kelimesi ise, aşırı aydınlatmayı ifade eder. Bunun doğru olduğunu gösteren delil ise, şu ayettir: "O, güneşi bir ziya, ayı da bir nûr kılandır" (Yunus, 5) fiili hem, lâzım (geçişsiz) hem de müteaddî (geçişli) olarak kullanılabilir. "Ay karanlığı ısıttı" ve, lâzım olarak da aydınlandı anlamında dersin, sair sovle demiştir: "Onların asalet ve şerefleri onlar için, gecelerin karanlıklarını aydınlattı; öyle ki, akîk taşını delen kimse, bu ışıkta, bu taşları ipe dizebildi..." "Havi" ise, o şeye bitişik olan, demektir. "O, onun etrafını ve havalisini dolaştı" dersin. Dönüp geçtiği için, seneye de "havi" denilir. demek ahdinden dündü; demek de, rengi değişti anlamına gelir. de, hakkın bir şahıstan başka bir şahsa geçmesi demektir. daha önce istemediği halde, bir işi yapmak istemektir. ise, gözün kayması; de, ' değişmek demektir. Nitekim Cenâb-ı Hak, "Onlar oradan ayrılmak istemezler" (Kehf, 108) buyurmuştur. "Zulmet", aydınlanabilen şeyde "nûr"un, ışığın olmamasıdır. Esasen Arabca'da zulmet, noksanlıktan ibarettir. Nitekim Cenâb-ı Hak, "Bu iki bahçe mahsulünü vermiş, bundan bir şeyi eksik bırakmamıştı" (Kehf, 33) buyurmuştur; yani noksanlaştırmadı.. Bir darb-ı meselde de "Babasına benzeyen zulmetmemiştir" yani babaya benzemenin hakkını, noksanlaştırmayıp, tam vermiştir. Çok hızlıca eksildiği için, kara da ve dişin minesine, onun parlaklığı ve saflığına da, kara benzeterek, yine denilmiştir. Dördüncü Suâl Ve Cevabı Fiili Lâzım Ve Müteaddî Olabilir "Ayette geçen fiili, geçişli midir, geçişsiz mi? Buna cevabımız: "Her ikisi de uygundur; (......) şeklinde olur. Çünkü "Ateş kendi kendine aydınlandı" "Ateş başkasını aydınlattı denilir. Çünkü birşey kendi kendine karardı, ve "Bir şeyi kararttı" denilmektedir. Burada, doğruya en yakın olan, (......) kelimesinin geçişli olmasıdır. (......) lafzına isnad edilerek, geçişsiz olması da muhtemeldir. Fiilin müennes gelmesi ise, manaya hamledilmesi sebebiyledir; çünkü ateş yakan kimsenin etrafı, yerler ve eşya manasınadır. (Yerler ve eşya da çoğul kelime olduklarından fiil müennes gelmiştir). İbn Ebî Able'nin, (......) kelimesi yerine okuması da bu görüşü kuvvetlendirir. Beşinci Sual Ve Cevabı: Neden Ziya Değil De Nûr Kelimesi Kullanıldı? Cenâb-ı Hakk'ın sözünden ötürü, "keşke denilseydi". Bu soruya şu şekilde cevap veririz: Nûr kelimesini getirmek, daha beliğdir. Çünkü (......) kelimesinde, mâna fazlalığına dair bir delâlet vardır. Şayet Cenâb-ı Hak, "Allah onların ziyâlarını götürdü" demiş olsaydı, bu söz kemâl derecesinin gittiği, , geriye nûr diye isimlendirilen bir şeyin kaldığı vehmini verirdi. Halbuki buradaki maksat, onların nurunun tamamiyle gittiğini göstermektir. Cenâb-ı Hakkın, bunun peşinden "Onları, içinde hiçbir şey göremiyecekleri, karanlıklar içinde bıraktı" ayetini nasıl getirdiğini görmüyor musun? Yine nurun yokluğundan ibaret iken, Cenâb-ı Hakk'ın onu nasıl çoğul ouifa getirdiğine, nasıl belirsiz kıldığına ve nasıl, onun sırf zulüm olduğunu gösteren, "görmüyorlar" sözünü onun peşinden getirdiğine bakmaz mısın? Altıncı Sual Ve Cevabı: Niçin Değil De Kullanıldı? Niçin Cenâb-ı Hak, demedi de, bunun yerine dedi? Buna cevabımız şudur: (......) ile (......) arasındaki fark şudur: (......) lâfzının mânası, "onu izâle etti ve onu götürdü, gidici kıldı" nin mânası ise, "onunla beraber gitti"dir; buna göre nin mânası (beraberinde) demektir. Sultan malını yanına alıp, beraberinde götürdüğünde denilir. Nitekim Cenâb-ı Hak, "Onu yanlarına alıp götürdüklerinde" (Yusuf, 16) "O zaman, her ilâh kendi yarattığını yanına alırdı (Müminun, 91) buyurmuştur. Buna göre mana, Allah onların nurunu aldı ve tutup salıvermedi"dir. "Allah'ın tutacagı şeyi ondan sonra salıverecek yoktur" (Fatır, 2). Bu ifâde (götürdü) fiilini ifâde ettiğinden daha etkilidir, beliğdir. Yemanî ise, (......) ifâdesini (......) şeklinde okumuştur. Yedinci Sual Ve Cevabı: Fiili, Bazan Ef 'Âl-i Kulûb Şeklinde Kullanılır. Cenâb-ı Hakk'ın sözünün manası nedir? Buna cevabımız şudur: fiili bir mefûl aldığı zaman (attı, çıkardı); iki mefûl aldığı zaman (kıldı, - i haline getirdi, - e dönüştürdü) mânasına gelir; Bu ikinci manasıyla "efâl-i kulûb" (kalbe ait fiiller) sınıfına dahil olur. Cenâb-ı Hakk'ın, sözü, işte bu mânadadır. Bu ifâdenin aslı (onlar karanlıklar içindedir) dir. Sonra bu cümlenin üzerine fiili gelerek, her iki cüzü de nasbetmiştir. Sekizinci Sual Fiilinin Met'ünlerinden Biri Neden Hazfedildi? Metruk İle Menvî Arasındaki Fark (......)'un iki mefûlûnden biri, niçin hazfedilmiştir? Buna cevabı mız şudur: Bu hazif, hazfedilip de niyette gözetilen şey cinsinden değil de, sanki fiil hiç müteaddî (geçişli) değilmiş gibi, bırakılan ve hatıra getirilmeyen sey kabîlindendir. |
﴾ 17 ﴿